30. Bölüm

30. Bölüm

İrem Çiftçi
berceste_sb

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!

İyi okumalarr 🤍

..........

Savaş, karnının sağ tarafını tutup dizlerinin üzerine düştüğünde nefes alamadım. Yerimde donup kalmıştım. Etraf birbirine girmişti ama benim bakışlarım tek bir noktadaydı. Yanına gitmeliydim, ona yardım etmeliydim. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı...

Dolu gözlerimi soğuk metali tutan avcıya çevirdim. Gördüklerinden memnunmuş gibi sırıtarak yerde acı çeken Savaş’a bakıyordu. Bir şeyler söylüyordu ama onu duyamıyorum. Yavaşça yutkundum ve gördüklerimi idrak etmeye çalıştım. Aniden omzumda bir el hissetmemle korkarak arkama baktım. Ece endişeli gözlerini bana dikmişti.

"Dolunay..." dedi ve duraksadı. Gözleriyle aceleyle etrafı taradı. "Buradan gitmeliyiz!" Kolumdan çekiştirerek beni ormana sürüklüyordu.

Kanatlarımı itiraz edercesine kendime çekmeye çalışarak başımı olumsuz anlamda salladım ve kolumu mengene gibi saran parmaklarından kurtardım. "Hayır, onun yanına gitmeliyim Ece!" Dolan gözlerimi arkamıza çevirdim ve dizlerinin üzerine düşmüş şeytana içim titreyerek baktım. "O-onu orada bırakamam, yardıma ihtiyacı var. Abimlerin yardıma ihtiyacı var."

Ben sözlerimi tamamlayamadan Ece bize doğru fırlayan oktan beni kolumdan çekerek son anda kurtardı. Ok ağaca saplanırken gözlerim korkuyla irileşti. Kurtlar ve avcılar resmen birbirine girmişti, etrafta acı dolu ulumalar ve çığlıklar yankılanıyordu. Kalbim hızlanırken bütün bedenim bir kurdun, bir başka avcının kolunu ısırmasını görmemle titredi.

Tanrım, sanırım panik atak geçiriyordum!

Başını olumsuz anlamda sallayan Ece omuzlarımdan tuttu ve beni kendime gelmemi istercesine sarstı. "Biz bir şey yapamayız Dolunay!" Gözlerimin içine baktı. "Onlar Avcı. Özellikle sen, kanatlarınla daha yürüyemezken hiçbir işimize yaramazsın! Hemen gitmeliyiz buradan!"

Arkamızdan şeytanın acı dolu homurtuları geldiğinde daha fazla duramadım, sanki benim yerime içgüdülerim devreye girmişti. Zaman kaybediyordum ve bildiğim tek şey, ben bu durumda olsaydım şeytanın bana yardım edeceğiydi. Bir şeyler yapmalıydım! Acilen işe yaramam gerekiyordu. Ece’nin arkamdan bağrışını görmezden gelerek önümüzde birbirine girmiş kahverengi poslu kurdu ve iriyarı avcıyı hızlıca geçtim. Yanlarından geçerken avcının fırlattığı bir hançer tam yanımdaki gri kurda saplandığında gözlerim irileşti. Kurt acıyla ulurken korkuyla en yakınımdaki ağacın arkasına saklandım ve derin derin nefesler almaya çalıştım. Beyaz elbiseme kan sıçramıştı.

Of! Benim şu anda evde oturup diğer genç kızlar gibi dizi izlemem falan gerekiyordu, havada uçan hançerlerden kaçmam değil!

Sanırım daha demin bu fantastik dünyadaki ilk travmamı yaşamıştım ama ne bekliyordum ki? Bu vahşi yaratıkların arasındayken elbette kan ve ölüm görecektim. Ertelemenin anlamı yoktu.

Kanatlarımı sırtımda acı çeksemde neredeyse katlayabilmiştim. Ne kadar ağrısalarda sanırım hayatta kalma içgüdüsüydü bu bilmiyordum ama artık yere değmiyor, zorda olsa sırtımda sabit duruyorlardı. Ağacın arkasına kanatlarımı katlayarak daha fazla büzüştüm ve yutkundum. Ağacın sol tarafındaki kalın dalına saplanmış gümüş saplı hançeri çıkardım ve elimle sıkıca kavradım. Eh, en azından artık bir silahım ve doğru dürüst kullanamadığım doğa güçlerim vardı.

Başımı ağacın arkasından çıkartarak korku dolu gözlerimi şeytanın bulunduğu yere diktim. Oradaydı, iki avcı kollarından tutmuş onu yere sabitlemişlerdi. Üstü kan olmuştu, yüzünde de birkaç sıyrık vardı. Abim ve Yiğit hiçbir yerde yoktu ve etrafa bakılırsa kimse ona yardım edecek durumda değildi.

Pekala, iş başa düşmüştü.

Hiç düşünmeden yanlarına ilerlemeye başladım ve doğaya içimden yalvardım. Etrafıma bakmıyordum çünkü bakarsam kendimi kaybederdim. Bakışlarım sadece o ve onun buz mavisi gözlerindeydi. Beni gördüğünde gözleri irileşti ve başını iki yana salladı. Sanırım git demeye çalışıyordu ama üzgünüm şeytan, artık çok geçti. Etrafımda toplanan gücü hissedebiliyordum. Doğa sanki bana fısıldıyordu ama benimle inatlaşmak istermiş gibi onu kullanmama izin vermiyordu.

Başımı yanıma, toprağa çevirdiğimde yerde yeni filizlenen sarmaşıkların bana doğru uzanmaya çalıştıklarını gördüm. Duraksayarak nefesimi tuttum. Ellerimi nereye hareket ettirirsem onlarda o tarafa uzanıyordu fakat birkaç saniye içinde soldular, o sırada ise arkamdan gelen sert bir darbeyle vücudum yerle buluştu.

Of! Bu acıtmıştı işte...

Yüzümde çizikler oluştuğunu, avuç içimin aşındığını hissettim. Elimdeki hançer uzağa fırlamıştı. Birinin yerimde kalmam için sağ kanadıma basmasıyla acıyla çığlık attım. Başımı arkama çevirdim ve bir çift siyah bot görmemle yavaşça yutkundum. Avcı...

"Bir melek..." Dediğinde endişeyle dudaklarımı dişledim. "Lider bunu görmek isteyecektir." Eğlenen bir yüz ifadesiyle yerde yatan bana sırıttı.

Ben daha ne olduğunu anlamadan kolumdan tuttu ve ayağını kanadımdan çekip zorla ayağa kalkmamı sağladı. Canımın acımasıyla ağzımdan kısık bir inleme kaçmıştı. "Bırak!"

"Olmaz küçük kız," Dedi ve beni Savaş’ın olduğu yere doğru sürüklemeye başladı. "Benimle geliyorsun."

Elinden kurtulmaya çalışıyordum ama çok sıkı tutuyordu. Ona vurmamda işe yaramıyordu. Son çare olarak abimi bulmaya çalıştım ama etrafta gözükmüyordu. Yerden uzanan küçük sarmaşıklarım avcının ayağına beni götürmesini engellemek için dolanıyordu ama çok zayıflardı. Avcı sarmaşıklara umursamaz bir bakış attı.

Öne doğru ani bir şekilde savrulmamla dişlerimi sıktım. Dizlerim ve avuç içlerim yerle buluştuğunda sinirli bir nida kaçtı ağzımdan. Resmen beni yere fırlatmış ve daha yeni kavuştuğum güzelim beyaz kanadıma basarak incinmesini sağlamıştı. Harikaydı! Homurdanarak başımı kaldırdığımda gördüğüm kişiyle kaşlarımı çattım. Bu Savaş’a zarar veren avcıydı ve şeytanın kanına bulanmış hançeri hala elinde tutuyordu.

Bana çok acımasız bir şekilde, dudağının bir tarafı kıvrılmış halde bakıyordu. Kahverengi saçları kazıtılmıştı, yeşil gözleri ölümcül bir şekilde parlıyordu. En fazla otuzlu yaşlarında olmalıydı. Yüzünün bir tarafındaki pençe izi onu ürkütücü gösteriyordu. Bir an için irkildim ve kendimi geriye ittim. Hala daha yerdeydim ve etrafımda birçok avcı toplanmıştı. Kaç kişilerdi?

Başımı sağa çevirmemle şeytanı gördüm. Hiç iyi gözükmüyordu, yüzü çok solgundu. Bakışlarım endişeyle karnının sağ tarafına indi. Çok kan kaybetmişti, tişörtü hep kan olmuştu. Siyah kanatları kaçmasın diye bağlanmıştı.

Onu böyle görmek canımı çok yakıyordu.

"Savaş..." Dedim fısıltılı bir sesle. Bakışları yerde olan şeytan kızarmış gözlerini yavaşça bana çıkardı. Sesimi duymasıyla başını kaldırmıştı ama elbette burada olduğumu daha önceden biliyordu, sanırım buna kendini hazırlaması gerekmişti. Çaresizce bana bakmaya başlamıştı.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Burada olmaman gerekiyordu." Dedi kısık ve cılız bir sesle. Sesi içimi titretmişti.

Beni buraya getiren avcının konuşmasıyla bakışlarımı Savaş’tan çekmem gerekti. Hala avcıların yanında olduğumuzu unutmuştum. "Bunu görmek isteyeceğinizi düşündüm efendim. Kurtların arasında bir melek ve gücüyle şirin çiçekler çıkarıyor." Dedi lider olduğunu anladığım, tam önümdeki, şeytanı yaralayan avcıya hitaben.

İspiyonlamasa olmazdı zaten. Ayrıca onlar çiçek değil, sarmaşıktı!

Başımı dikleştirdim ve sessizce beni süzen korkutucu avcı liderine baktım. Bakışları kanatlarımdaydı. Üzerimdeki elbisenin bazı yerlerinde kan vardı, kanatlarım ise yerde süründükleri için kirlenmişlerdi. Berbat bir haldeydim.

Liderde bir hareketlenme olduğunda kaşlarımı çattım. Elini yüzüme yaklaştırdı ve çenemden tutup ona bakmamı sağladı. Başımı çekmeye çalışsamda çenemi mengene gibi kavrayan parmakları izin vermemişti.

Savaş'ın sinirli gelen sesiyle avcı lideri bakışlarını ona çevirdi. "Dokunma. Ona." Dedi şeytan tane tane.

"Sende işime yararsın aslında Savaş," Dedi avcı lideri eğlenen bir ses tonuyla. Anlamaz bir şekilde suratına baktım. Ne saçmalıyordu bu adam? "Bir şeytan..." Kaşlarımı çattım. "Ama şimdilik ihtiyacım yok. Senden sıkıldım. Anlarsın ya, yeni bir şeyler daha çok ilgimi çekiyor.” Gözlerini tekrar bana çevirdi. "Bağlayın şu kızı."

Endişeli bir şekilde Savaş’a baktım. Sanırım artık yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. O yaralıydı, ben ise korkuyor ve gücümden zerre kullanamıyordum. Sıkıntıyla iç çektim. En azından şeytana bir şey yapmayacaklardı. Gitmesine izin vereceklerdi. Kendimi böyle teselli etsem iyi olacaktı...

Ellerimi bağladıklarında onlara izin verdim ve gözlerimi kapattım. Korkuyordum ama biliyordum ki ne olursa olsun abim ve Savaş beni onların eline bırakmazdı. Onlara güveniyordum. Buraya gelmem şeytanın serbest kalmasını sağlamıştı. Yarası için şifacıya gidebilecekti. Bağım bu yüzden beni buraya çekiştirmişti. Onu kurtaracağımı biliyordu.

Ya da onun için hızlanan kalbimdi beni buraya getiren ama bunu şimdi düşünmeyecektim.

"Melekcik..." Dedi şeytan titrek sesiyle. Onu ilk defa bu kadar çaresiz görüyordum. Yüzünü görmemek için başımı çevirdim. Ağladığımı görürse daha çok üzülürdü çünkü gözyaşlarımı kesinlikle durduramıyordum.

Madem hiçbir şey yapamayacaktım, neden doğa koruyucusuydum ki? Daha işe yarar birine vermelilerdi bu ünvanı.

"Kanatlarını da bağlayın." Dediğinde Lider, avcılar istediğini yaptı. İpleri çok sıkmışlardı. Gerilen kanatlarımla acıyla inlememek için kendimi zor tuttum. Bileklerimin ise moraracaklarına emindim.

Savaş’a son kez bakmak için başımı olduğu tarafa çevirdim. Çokta uzun olmasada bir süre görüşemeyecek gibiydik...

Bir şeyler yapamadığı için yüzüme bakmıyordu. Bakışlarını kaçırıyordu.

"Etkisiz hale getirin." Avcı konuşmaya başladığında aralarından biri öne çıktı ve Savaş’a bakarak anlamını bilmediğim sözcükler mırıldanmaya başladı. Büyü yapabiliyorlardı!

Savaş gözleri kapanmadan önce bana veda eder gibi baktı ve kısılan sesiyle fısıldadı. “Geleceğim.” Dedi. Onu zorla uyutuyorlardı resmen! Vücudu yere hareketsiz bir şekilde serildiğinde kalbim korkuyla hızlandı.

"Savaş!" Dedim çaresizlikle. Feci şekilde her şeyi batırmıştım.

Şeytanı uyutan avcı yanıma geldi ve yüzüme baktı. Yüzüne bakmamak için başımı çevirdim. "Onu da uyutun." Lider konuştuğunda Savaş’a yaptığının aynısını banada yapmaya başlamıştı ama uykuya bütün gücümle direnmiştim.

Büyüyü bitirdiğinde ise hala daha uyanıktım. İşe yaramamıştı...

"Bu imkansız." Avcı bana bakarak fısıldadı ama bakışları dalgındı. Gözlerini benden çekti ve arkamda bir yere dikti. "Ne yapacağını biliyorsun" dediğinde ona anlamaz bir şekilde baktım.

Ben daha neler olduğunu anlamadan ensemde ani bir sızı hissettim. Kahrolası avcılar resmen beni kaba kuvvetle bayıltmışlardı!

Neden büyüyle bayılmadığımı bilmiyordum ama içimden bir ses, bir yerlerde beni koruyan birilerinin olduğunu söylüyordu ya da kesinlikle kuruntu yapıyordum...

.......

Nefes alamıyordum. Sadece üşüdüğümü hissediyordum. Gözlerimi daha açamamıştım ve nerede olduğumu bilmiyordum. Sadece karanlık bir yer olduğunu anlamıştım, soğuk olduğunu da. Hassaslaşan kanatlarım iki yanımdan soğuk zemine serilmişlerdi. İçim titredi. Şeytanın üşümemem için yaptığı büyünün etkisi kesinlikle geçmişti.

Her yerim ağrıyordu. En son neler olduğunu hatırladığımda gözlerimi yavaşça aralamak zorunda kalmıştım. Kısık bakışlarımı etrafımda gezdirdim. Burası mahzen gibi bir yerdi. Etrafım siyah duvarlarla çevriliydi ve sadece önümde parmaklıklar vardı, diğer kafesleri gösteriyordu.

Siktir. Zindana atılmıştım!

Gördüklerimi idrak etmeye çalışırken birinin konuşan sesini duydum. "Kendine geldi!"

Sesin kimden geldiğini duymak için başımı kaldırdım ve önüme gelen saçlarımı yüzümden çektim. Boğazım susuzluktan kurumuştu. Önümdeki zindanda benim gibi tutsak olan genç bir kız vardı. Onu da hapsetmişlerdi. "İyi misin?" diye sorduğunda ona cevap veremedim. Parmaklıklara yaslanmış endişeli bakışlarla beni izliyordu.

Ayağa kalkmaya çalıştım. Üzerimde aynı elbisem vardı, kollarımda da sızlayan küçük sıyrıklar. Yüzümün de kollarımla aynı şekilde olduğunu tahmin edebiliyordum. "Kanatların var!" Kız tekrar konuşmaya başladığında ona baktım. Sırtımdan iki yana serilen, serbest bıraktığım beyaz ve kirli kanatlarımı inceliyordu. Benim yaşlarımda gibiydi. Kahverengi gözleri yorgun bakıyor, birbirine girmiş koyu renk saçları omuzlarından aşağı uzanıyordu.

Yıpranmış kıyafetlerine bakılırsa uzun zamandır buradaydı. Zindanın duvarlarına asılan meşaleler yer yer kir bulunan yüzünü ortaya çıkarıyordu.

"Sen koruyucusun değil mi?" Anlaşılan çok konuşan bir zindan arkadaşım olacaktı ama kızı sevmeye başlamıştım. En azından burada yalnız değildim.

"Ela, rahatsız etme onu." Farklı bir yerden erkek sesi geldiğinde kaşlarımı çattım. Kaç kişi vardı burada?

"Rahatsız etmiyorum abi..." Dedi adının Ela olduğunu öğrendiğim kız ve tekrar bana döndü. O beni süzmeye devam ederken ben hala daha nerede olduğumu idrak etmeye çalışıyordum.

Burası çok soğuktu. Üzerimdeki elbiseyle zaten üşüyordum ve yaralarım beni daha da zorluyordu. Tekrar ayağa kalkmaya çalıştım ama başımın dönmesiyle sendeleyerek yere düştüm. "Hey!" Önümdeki zindandaki kız konuşmaya başladı. "Sen iyi olduğuna emin misin?"

Sızlayan kolumu tutarak başımı olumsuz anlamda salladım. İyi değildim. İyi olmakta istemiyordum zaten. Savaş ve abim iyi miydi? Ya Yiğit? Onu hiçbir şekilde görememiştim. Bu sorularım cevaplanmadan iyi olamazdım.

Ayağa kalkamayacağımı anladığımda duvara yaslandım ve gözlerimi kapattım. Biz kaybetmiştik... Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Avcılar neredeyse bir orduyla gelmişlerdi ve içimden bir ses bunun benim hatam olduğunu söylüyordu. Geldiğimden beri sürü bir türlü rahat edememişti. Tam bir bela mıknatısıydım.

"Bir koruyucu olmak için çok küçük değil misin sen?" Adının Ela olduğunu öğrendiğim kızın abisi konuşmuştu.

Kapalı gözlerimi açtım ve tam çaprazımdaki zindana baktım. Orada da biri vardı. Abim yaşlarındaydı ve Savaş’ta olduğu gibi siyah boynuzlarıyla siyah kanatları vardı. O da bir şeytandı. Üzerinde parçalanmış bir zırh ve yer yer yırtık kırmızı bir pelerin bulunuyordu. Koyu saçları alnına dökülmüştü.

"Koruyucu kurtlardan olur, meleklerden değil." dediğinde gözlerimi devirdim. "Sen neden meleksin?" Sorguya çekilmiştim anlaşılan. Omzumdaki koruyucu işaretimi görmüşlerdi.

Bıkkınlıkla derin bir nefes aldım ve kısık sesle cevap verdim. "Ben melezim."

İkiside şaşkınca bana bakıyordu. "Kurt ve melek mi?" Dedi adam ve duraksadı. "İkisi bir arada yani..." dediğinde dudağımın kenarı saniyelik kıvrıldı. Gerçekten garip bir karışımdım. Piyango abime değil bana vurmuş olmalıydı çünkü o oldukça sıradan bir kurttu.

Yüzümü oldukları tarafa çevirdim ve konuşmaya başladım. "Biz neredeyiz?"

Ela sinirleri bozulmuş bir şekilde bana baktı. "Şu anda avcıların tutsağıyız" Dedi ve dalga geçer gibi güldü. "Şanslısın, eminim yakın zamanda buradan kurtulursun." Gözleri dolmuştu. "Seni buradan kurtaracak birileri vardır."

Kaşlarımı çattım. "Ben kurtulduğum zaman sizi burada bırakacağımı düşünmüyorsunuzdur umarım." Dediğimde gözleri parladı.

"Gerçekten bunu yapar mısın?" Başımı olumlu anlamda salladım.

"Elbette, elimden geleni yaparım." dedim ama aklıma gelen şeyle gözlerimi devirdim. "Tabi buradan çıkabilirsek..."

"Ela, o kadar heyecanlanma." Abisi konuşmaya başlamıştı. "Böyle bir iyiliği kimse bizim dünyamızda karşılıksız yapmaz."

Sorar gözlerle ona baktım. "Beni diğer bencil yaratıklarla karıştırma." dedim ciddi bir ses tonuyla. "Buradan üçümüzde kurtulacağız. Eminim elinizde olsa sizde aynısını benim için yapardınız."

Komik bir şey demişim gibi gülmeye başladı. "Biz aylardır buradayız, koruyucu." Gülümsemesi sırıtmaya dönmüştü. "Emin ol buradan çıkmak için bir yol yok."

Anlaşılan onu ikna etmem gerekecek çünkü böyle düşünen bir adamla buradan çıkmamız zordu. Belki bir umut Savaş’ı tanıyordur... "Savaş’ı tanıyor musun?" dediğimde bana ciddi misin der gibi baktı.

"Elbette tanıyorum. Onu herkes tanır." Dedi. Gözlerinden kuşku dolu bir parıltı geçti. Ela sessizleşmişti. "Bunu neden sordun?"

Gülümsedim. "O bizi kurtarmaya gelecek" dediğimde sinirleri bozulmuş gibi yüzünü ovuşturdu ve tekrar güldü.

"Çok hayal kuruyorsun küçük kız." Madem inanmıyordu, şeytan gelince görürdü. Şimdi bununla uğraşamayacaktım... İnanmak istemeyen ne olursa olsun inat ederdi inanmamak için ama her neyse.

Tekrar üşüdüğümü hissettiğimde kanatlarımı bir battaniye misali etrafıma sardım. Burası gerçekten çok soğuktu.

"Siz üşümüyor musunuz?" Sorumla ikiside bana anlamaz bakışlar attı.

Ela, "Hayır" dedikten sonra devam etti. "Sen üşüyor musun?" Başımı olumlu anlamda salladım.

"Bu çok saçma." Abisi araya girdiğinde gözlerimi devirdim. “Kurtlar üşümez.”

"Şu anda burada olmamızda saçma zaten ama sonuç olarak buradayız." Kendimi bir an önce uyumaya ve enerjimi toplamaya zorlamalıydım yoksa burada zaman geçmeyecekti. Titremem artınca kanatlarıma daha çok sarıldım. Dışarıdan bakan bedenimi değil yerde bulunan beyaz, tüylü bir koza görecekti. Kanatlarımı artık daha kolay hareket ettirebiliyordum ama bunun nedenini sonra düşünecektim.

Gözlerimi kapattım. Tam uykuya dalacakken olduğum yerin kapısının sesli bir şekilde açılmasıyla irkildim ve kendimi geriye çekip kanatlarımı sıkıca bedenime sardım.

"Umarım seni güzel ağırlamışlardır, küçük kız." Gözlerim dehşetle açıldı.

Bu sesi tanıyordum.

Mert...

Vampir prens buradaydı..

......

Devam edecek...

İnstagram; irem_cft_

Bölüm : 30.05.2025 14:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...