
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
.........
Mert'e gözlerimi kısarak şüpheyle baktığımda vampir prens kötücül bir şekilde gülmeye başladı. "Sanırım iyi bir ağırlama olmamış..." dediğinde titrek bir nefes aldım.
Olduğum yere zindanın kapısını hiç zorlanmadan açarak girmiş, sonrada kapıyı arkasından kapatmıştı. Biraz korkmuyor değildim ama beni öldürecek hali yoktu ya... Yoktu değil mi? Hani avcılar beni tutsak etmişti, onun burada ne işi vardı?!
Ela ve abisi gözlerini ayırmadan burayı izliyorlardı. En azından onların yanında bir şey yapmaz diye umuyordum. Ummaktan başka çaremde yoktu zaten.
Of!
Mert'in bana birkaç adım daha yaklaşmasıyla olduğum yerden kendimi geri çektim. Vücudumdaki her bir kas resmen sızlıyordu. Zaten yerden kalkamıyordum, üstüne Mert'in bana doğru geliyor olması hiç iyi olmamıştı.
Dudaklarını büzdü ve kanatlarıma kısa bir bakış attı. Sonrada gözlerini tekrar yüzüme çıkardı. "Avcıların kusuruna bakma, bazen biraz sert olabiliyorlar. Kurtları avlıyorlar sonuçta." Dedi yüzünde muzip bir sırıtmayla. Dalga geçiyordu.
Sinirle güldüm ve ona en ölümcül bakışlarımı gönderdim. "Biraz mı?" vücudumdaki yaralardan bahsettiğimi anladığını umuyordum. Elimde olsa onu burada boğardım! Beni sinirden delirtiyordu!
Güldü ve başını hafifçe sağa yatırdı. "Savaş seni koruyamamış anlaşılan." Dedi ve zindanın içinde ellerini arkasında birleştirip yavaşça yürümeye başladı. Temkinli bir şekilde duvara daha çok sindim ve her hareketini izlemeye başladım. Üzerinde kesici alet yoktu ama tanrı aşkına, o bir vampirdi. Silaha elbette ihtiyaç duymuyordu.
"Kimsenin korumasına ihtiyacım yok, vampir" dediğimde sanki çok komik bir şey demişim gibi kısık sesli bir kahkaha attı.
"Sen bilirsin küçük kız..." Yanıma hızlıca geldi ve tek dizinin üzerine çökerek gözlerinin içine bakmamı sağladı. "Biliyor musun..." Dedi ve yavaşça yüzümü inceledi. "Bazen keşke Savaş’a bağlı olmasaymışsın diyorum."
Gözlerimi kıstım ve bakışlarımı yüzünden çektim. "Bu senin için daha iyi olurdu ama artık çok geç." Diyerek sözlerine devam etti. Elini çeneme uzatarak zorla başımı kaldırdı. Gözlerimiz tekrar kesiştiğinde bakışlarındaki zafer parıltısını gördüm. "Akşam gözlerindeki hayal kırıklığını görmek için sabırsızlanıyorum" Elini çenemden çekti ve ayağa kalkarak kapıya ilerledi. "İşte o zaman kendi ayaklarınla bana geleceksin, koruyucu."
O mahzenden çıkana kadar konuşmadım. Sonrada rahat bir nefes aldım. Bir şeyler zırvalamıştı yine. Akşama kadar burada olacağımı kim söylemişti? Ya Savaş beni kurtarmaya gelecekti ya da kendi çabamla buradan çıkacaktım. Çıkmak zorundaydım.
Üzgünüm Mert ama akşam gözlerimdeki hayal kırıklığı yerine zafer parıltıları görecektin. Ya da bir saniye... hiç üzgün değildim.
Gözlerimi Ela’ya çevirdim ve gülümsedim. "Her şey güzel olacak." diye fısıldadım. "Buradan birlikte çıkacağız. Çıkmak zorundayız."
Ela anlam vermez gözlerle bana baktı. Sanki daha demin dediklerime değil, Mert’le konuşmama takılmıştı. "Bağlı olduğun kişi Savaş mı?" diye sorduğunda başımı salladım. Yüzü şaşkınlıkla aydınlandı.
Abisi de araya girdiğinde onu da onaylamak zorunda kaldım. "Bizim Savaş, şu şeytan olan..."
"Yok artık!" Ela gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. "Söylemiştin ama inanmamıştım..." Dedi ve heyecanla oturduğu yerden kalkıp parmaklıklara yaklaştı. "Eee ne bekliyoruz? Buradan çıkmak için uğraşacak mıyız yoksa ölene kadar burada mı kalacağız?" Ona gülümsedim.
Abisi de onunla birlikte ayağa kalktı ve zindanının parmaklıklarına yaslandı. "Buradan çıkacağız kardeşim, yine anne ve babamızı göreceğiz." Dedi ve parmaklıklardan elini uzatarak Ela'nın elini tuttu. Bu tabloyla içime bir umut doğmuştu. “Yeniden denemenin vakti geldi.”
"Bu arada adımı söylemeyi unuttum sanırım. Bazen biraz sinir bozucu olabiliyorum, mesleğim gereği..." Ela'nın abisi bana hitaben konuşmaya başladığında dikkatimi ona verdim. Bakışları yumuşamıştı. "Ben Alp."
"Bende Dolunay" Dedim ve ayağa kalkmaya çalıştım. Birkaç denemede başarısız olsamda sonunda dengemi sağladım ve kanatlarımı sırtımda rahatlıkla kapattım. Derin bir nefes aldım. İkisininde gözleri benim üzerimdeydi.
Parmaklıklara yaklaştım ve kararlı bakışlarımı üzerlerinde gezdirdim.
Alp konuşmaya başladı. "Evet, seni dinliyoruz koruyucu" Sırıttım ve bakışlarımı geldiğimden beri koridorun başında uyuyan gardiyana çevirdim. Mert beni ne kadar güçsüz sayıyorsa artık, gardiyanı uyandırmaya bile tenezzül etmemişti.
Sinir bozucu vampir.
"Aslında..."
..........
Planımızın ilk aşamasını gerçekleştirmek için herkes hazırdı. Çok güzel bir plan bulmuştuk ve başarılı olursak yakalanmadan buradan çıkabilirdik...
Oturduğum yerden kalktım ve uyuyan gardiyana baktım. "Hey!" dedim ve uyanmasını sağladım. "Seni aptal gardiyan, gerçekten görev başında uyuyor musun?" Bana kızgın bakışlar attığında planımızın ilk aşaması tamamlanmıştı. Onu sinir et, buraya gelmesini sağla. Ela ve Alp her ne kadar onları sinir edip yanlarına gelmelerini sağlamaya çalışsalarda gardiyanlar bu iki kardeşi ciddiye almamıştı. Belki koruyucu olmam işe yarardı. Sonuçta onlar için önemliydim, bir sorun varsa gardiyanın buraya gelmesi gerekecekti.
Ela konuşmaya başladığında gardiyan öfke dolu bakışlarını ona çevirdi. "Liderinin emirlerine bile uyamıyorsun, koruyucu buradan çıktığında bunu iletecektir." dediğinde gülmemek için dudaklarımı dişledim.
Sıra bana geldiğinde konuşmaya başladım. "Evet, elbette buradan çıktığımda her şeyi liderine ileteceğim." dedim ve öfkeden kızarmaya başlayan gardiyana tiksinircesine baktım. "Seni pis yer cücesi. Koruyucunun isteklerini nasıl görmezden geliyorsun? Lider seni öldürecek!" dediğimde Alp’ten bir gülme sesi geldi ama sonra kendini durdurdu.
Gardiyan ne kadar dirensede sonunda buraya doğru gelmeye başladığında gülümsedim. Bu avcılar ya çok aptallardı ya da çok zeki... Karar verememiştim.
Zindanımın önüne geldiğinde bana gözlerini kısarak baktı. Bende ona gülümsedim. “Ne istiyorsun çocuk?!” dedi sinirli bakışlarını parmaklıkların ardından bana dikerek.
Ben ona saçma isteklerimi sıralarken Ela arkasından gizlice yaklaşarak parmaklıklarının ardından uzandı ve anahtarı kemerindeki gözden aldı ama gardiyan bunu fark etti. Hızla arkasını dönünce Alp parmaklıklardan kollarını uzatıp gardiyanı yakaladı ve şey, parmaklıklara gardiyanın başını öyle sert çarptı ki Ela’yla ikimiz yerimizden korkuyla sıçradık.
Gardiyanın baygın bedeni yere serilirken Alp ikimize bakarak omuz silkti. “Bana yaklaşmaması gerektiğini bilmeliydi.” Gücü karşısında irkilsemde hemen kendime geldim. Savaş’ta böyle şeyler yapabiliyor muydu acaba?
Gerçi bu adam tam bir askerdi. Savaş ise onun yanında biraz daha nasıl desem... asil kalıyordu? Onun kaba kuvveti çok kullandığını görmemiştim. Genellikle sözleriyle karşısındakinin sinirini bozmakla ve kılıç sallayıp büyü yapmakla meşguldü.
"Bir saatimiz var. Sonra uyanacaktır." Alp'in uyarısıyla hızlanmaya başladık. Ela kendi kapısını açmak için neredeyse bütün anahtarları denemek zorunda kaldı. Zindandan çıktığında benim yanıma geldi ve kaldığım zindanı neyse ki beşinci denemesinde açtı.
"Abinin kapısını aç, ben etrafı tarayacağım." dedim ve Ela’nın başını sallamasıyla mahzenin çıkış kapısına temkinli adımlarla ilerledim. Burada üçümüzden başka kimse yoktu.
Ela bana gardiyan uyumakla meşgulken etrafı görünmeden incelemem için bir büyü öğretmişti. Bu büyü olduğum yerden koridorları incelememi sağlayacaktı. Sanırım Ela bir büyücüydü ama bunu ona sonra soracaktım.
Gözlerimi kapattım ve titrek birer nefes aldım. Yapabilirsin Dolunay. Sadece hayatından yapmadığın bir şey, küçük bir büyü ve birkaç sözcük...
"Punto de vista incorpóreo"
Gözlerimin önüne boş koridorların yansıması düştüğünde gülümsedim. Önümü değil, zindanın çıkışındaki siyah duvarlarla örülü boş koridorları görüyordum. Başarmıştım! Aynen rüya görmek gibiydi. Birkaç koridor hariç hepsi boştu. Boş olmayan koridorların yerini zihnime kazıdım ve gözlerimi yavaşça açtım. Çıkış kapısını bulmuştum! Sonunda bir işe yaramaya başlıyordum.
Ela ve Alp’i önümde görmemle sırıttım. "İki koridor sonra sağ tarafta üç tane muhafız var." dedim ve sakinlikle önden yürümeye başladım. Savaş gelene kadar biz buradan çıkmış olurduk. Bu düşüncemle gülümsemem büyüdü. Ona ilk defa büyü yaptığımı da söyleyecektim!
Ela ve Alp’te yanıma geldiğinde birlikte yürümeye başladık. İki tane dostum olmuştu ve ne olursa olsun onları buradan çıkaracaktım. Tekrar ailelerini görmelerini sağlayacaktım.
Birkaç dakika sonra çok fazla ilerlediğimizi ama kimseyi görmediğimizi fark ettim. Buralarda bir yerlerde muhafızların olması gerekiyordu ama yoklardı. Kaşlarımı çattım. Vücudumdaki tüm kaslar tehlikeyi hissetmiş gibi gerilirken kalp atışlarım hızlandı. Yanlış olan bir şeyler vardı.
Durdum. Ela’yla Alp durduğumu anladıklarında sakince adımlarını yavaşlattılar. Alp gerginlikle kanatlarını açıp kapadı ve sorgu dolu bakışlarını bana dikti. "Bir sorun mu var?" Sorusuyla korku dolu bakışlarımı yüzüne çıkardım.
"Tuzağa düştük..." Arkamdan gülme sesi geldiğinde gözlerimi sıkıca kapattım. Gözlerim dolmuştu.
"Zekisin koruyucu ama aynı zamanda aptalsın. Şirin büyülerinle bizi kandırabileceğini mi sanıyorsun? Cık cık cık..." Yavaşça arkamı döndüm ve korkutucu suratına baktım. Bu avcıların lideriydi. Yüzündeki pençe izi meşalelerin aleviyle daha çok belirginleşmişti.
Başımı Alp’e çevirdim ve çaresizlikle fısıldadım. "Alp... Kardeşini de al git buradan!"
Başını olumsuz anlamda salladı ve yavaşça Ela ve benim önüme geçerek kanatlarını açtı. Avcı lideriyle aramızda bir bariyer görevi görüyordu ama tereddüt ettiğini anlamıştım. "Hayır, seni burada bırakmayız. Savaş bizi öldürür.” Dedi lidere gözlerini kısarak bakarken.
"Evet, bırakacaksınız." dedim. Benim aptallığım onları da etkileyemezdi. Onlara bunu yapamazdım.
Hala kararsızmış gibi yavaşça bakışlarını arkasındaki bana çevirdi. Yırtık pelerini arkasında dalgalanıyordu. "Bu bir emirdir Alp, bunu arkadaşınız değil koruyucu olarak söylüyorum. Gidin." Alp ne demek istediğimi anlamıştı. Zeki bir askerdi. Buradan çıkarlarsa yardım getirebilirlerdi. Elbette bunu yüksek sesle söylemedim, onun yerine emir verdim çünkü Alp’in bir anda beni bırakıp gitmesi şüphe uyandırırdı.
"Hayır, hayır Dolunay. Sende geleceksin, birlikte çıkacağız buradan!" Ela'nın üzgün sesiyle yutkundum ve Alp’e baktım. O da anlamış olacak ki bana son kez baktı. Dudaklarımı ıslattım ve korkuyu bir kenara bırakıp ciddi bir hal aldım. Burada korkuya yer yoktu. Tek başımaysam kararlı gözükmem gerekiyordu. Şimdi pazarlık sırasıydı.
Bakışlarımı tekrar avcı liderine çevirdim ve sırıtarak konuşmaya başladım. Savaş olsa o da böyle yapardı. Onun yaptığını yapmaya çalışıyordum. Alayla konuşur, ne planladığını asla belli etmezdi.
"Kararımı verdim." Dedim ve Alp’in arkasından çıkıp lidere doğru yürümeye başladım. "Arkadaşlarımı bırakırsan seninle gelirim..." Başımı hafifçe yana eğdim. "Aksi takdirde olacaklardan ben sorumlu değilim. Gücümü hiçbiriniz bilmiyorsunuz, elimden gelen zorluğu size çıkarırım."
Avcı gülmeye başladı. "Cesaretine hayran kaldım doğrusu." Dedi ve devam etti. "Ama burada bunları söylemen aptallıktan başka bir şey değil." Duraksadı, sonrada omuz silkti. "Pekala, senin dediğin gibi olsun. Onlara ihtiyacım artık yok. Zavallıları kurtaracak kimse gelmedi. İşime yaramazlar."
Rahat bir nefes aldım. Onları bırakacaktı. "Söz mü?" dediğimde alaycı bir şekilde sırıttı. Avcılarının önünde sözünü bozarsa gözlerinden düşerdi sonuçta.
"Söz, koruyucu." Elini kaldırdı. Arkasından birkaç avcı daha çıktığında yutkundum. Bana doğru geliyorlardı.
Başımı Alp’e çevirdim. Bana üzgün bir şekilde bakıyordu ama bir şey yapmayacaktı. Başını teşekkür etmek amacıyla salladı. Ela ise ağlıyordu. Arkalarını dönüp gözden kaybolduklarında gözlerimi kapattım. En azından bir işe yaramıştım.
Derin bir nefes aldım ve tekrar avcılara döndüm.
"Çok duygulandım açıkçası..." dedi lider. Tavrı karşısında gözlerimi devirdim. "Ama yaptığın kendini ateşe atmak, küçük kız. Doğa koruyucusu olan sensin, onlar değil. Senin hayatın daha önemli. Onları burada bırakıp kaçabilirdin. Siz melekler ne duygusal şeylersiniz... yazık." Tiksinircesine bakmaya başlamıştı bana.
"Biz buna iyilik diyoruz avcı, tabi sen anlamayabilirsin." Alaycı tavrımı hala daha koruyordum. Bu iyi geliyordu. Sanırım Savaş’ın bunu yapmasının nedenini anlamıştım. Burada olmasa bile beni bir şekilde etkiliyordu.
Avcı askerlerine döndü ve emir verdi. "Kızı getirin." dediğinde korkmadım değil...
"Siz hiç zahmet etmeyin. Ben kendim gelirim." dedim ve en öndeki avcıyı kendi adımlarımla takip etmeye başladım. İlk bana şaşırarak baktı, sonra ise sırıtarak. Avcılardan nefret ediyordum!
Eski zindanımdan farklı bir yere geldiğimizde bıkkınlıkla iç çektim. Burası daha korunaklıydı. "Bence eski yerim daha güzeldi. Burası çok çirkin! Siz hiç estetikten anlamaz mısınız?" dediğimde lider beni dikkate almadı.
"Gir içeri." Etrafıma kısa bir bakış attım. Buradan kaçmam neredeyse imkansızdı.
İçeri girdim ve duvar kenarına oturup bacaklarımı kendime çektim, kanatlarımı etrafıma doladım. Hayır, ağlamayacaksın Dolunay. Bunda ağlayacak bir şey yok...
Gözümdeki yaşı elimin tersiyle sildim. Burası diğer yere göre daha soğuk ve sessizdi. Burada çok fazla kalırsam ya kafayı yerdim ya da hasta olurdum ve zindanda ateşler içinde yatmak ödümü kopartıyordu. Kanatlarıma daha çok sarıldım. Tek ısınma kaynağım olmuşlardı. Parmaklarım resmen buz tutmuştu.
"En azından Ela ve Alp iyi." Diye mırıldandım. Kendimi teselli etme şekli bulmuştum.
Sanırım artık Savaş’ı ve abimi beklemekten başka çarem kalmamıştı...
Gözlerimi kapattım ve şarkı söylemeye başladım. Üşümemi ve korkumu biraz azaltır diye umuyordum. Keşke telefonum falan olsaydı ama ortaçağ gibi bir yere düşmüştüm. Ne elektrik vardı ne de teknoloji. Sürüde en azından ampul ve elektrik falan vardı, burada aydınlanmak için meşale kullanıyorlardı.
Of! Tamamen mağara adamıydılar!
Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama gözlerimi açtığımda hava sanki biraz daha kararmıştı. Akşam olmuştu.
Sanırım giderek umudumu kaybediyordum. Buradan asla çıkamayacaktım.
Kapının açılma sesiyle başımı kaldırdım. Gelen kişiyi görmemle gözlerim parlamıştı. Savaş...
Sevinçle çığlık atarak hemen ayağa kalktım ve hızla kollarımı boynuna dolayıp ona sarıldım. Dolan gözlerimden bir damla yaş yanağıma süzülmüştü. Sinirlerim bozulmuştu ama o buradaydı! Gülerek başımı boynuna yaslayıp kokusunu içime çektim. Onu gördüğüme bu kadar sevineceğimi hiç düşünmemiştim.
"Savaş! Bir an hiç gelmeyeceksin sandım!" dedim ve ağlamamı umursamadan ona sarılmaya devam ettim. Bir terslik var gibi geliyordu ama buna aldırış etmedim. Ne de olsa gelmişti.
Geri çekildim ve tişörtünün üzerinden karnındaki yarasını kontrol ettim. Üzerinde sargı olmalıydı. "İyi misin? Yaran nasıl oldu?" diye sorduğumda cevap vermedi.
Kaşlarımı çatarak bakışlarımı yavaşça yüzüne çıkardım. İfadesiz bir şekilde suratıma bakıyordu. Kesinlikle bir terslik vardı... Her zaman alayla parlayan bakışları şimdi durgun bir şekilde gözlerime dikilmişti.
"Savaş?" Yine cevap vermedi. Öylece bakmaya devam etti.
Bunu evde düşünecektim. Burada daha fazla kalamazdık. Bizi fark etmeleri saniyelerini alırdı. Gitmeliydik. Elinden tuttum ve onu dışarı çekiştirdim. "Burada daha fazla kalamayız, bizi fark edecekler! Gitmeliyiz.” dedim.
Tam zindandan dışarı adım atacaktım ki şeytanın beni kolumdan tutmasıyla yerimde donakaldım. Bakışlarımı yüzüne çıkardım ve ona sorar gözlerle baktım. "Savaş?" diye fısıldadım endişeyle. Gitmeme izin vermemişti.
Yüzüme ifadesiz bir şekilde bakmaya devam etti.
"Hiçbir yere gitmiyorsun..."
.........
Devam edecek...
İnstagram; irem_cft_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |