
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
..........
Anlamaz gözlerle suratına bakıyordum. Gözlerinde hiçbir duygu yoktu, alaycılığından eser kalmamıştı. Bana eskisi gibi bakmıyordu. Titrek bir nefes aldım ve tekrardan dolan gözlerimi yüzünde gezdirdim. Daha deminki sevincimden eser kalmamıştı. Sanki bütün umutlarım suya düşmüştü.
"Savaş?" dedim yalvarırcasına bir kez daha, beni duymuyor gibiydi. Suratıma bile bakmıyordu.
Kısa bir sessizliğin ardından tiz sesiyle tekrar konuşmaya başladı. "İçeri gir" Dedi ve kolumdaki elini sıkılaştırıp beni zindanın karanlığına geri soktu. Korkuyordum. Artık ondan korktuğumda inanmıyordum! Ne olmuştu birden bire? Ne değişmişti? Artık beni istemiyor muydu?
Ama onsuz yaşayamazdım ki...
Hem ondan uzak olduğum için bağım yüzünden ölürdüm hem de bana ihanet edip onun için çarpmaya başlayan kalbim beni kederden mahvederdi. Kendimden nefret etmeme sebep olamazdı! Olmamalıydı...
Kaşlarımı çattım ve kısıklaşan bakışlarını tedirginlikle izledim. Evet, bunun bir açıklaması olması lazımdı yoksa delirecektim. Oyun mu oynuyordu? Avcıları mı kandıracaktık? Neden bana eskisi gibi bakmıyordu? Düşüncelerim beni yiyip bitirirken dudaklarımı dişledim.
Benim şeytanım gitmiş yerine acımasız bir Savaş gelmişti.
Bu durumdan hiç hoşlanmamıştım.
Kendime gelmeye çalışarak başımı salladım ve derin bir nefes aldım. "Pekala," dedim eski yerime geçerken. "Bunu yapıyorsan eminim ki mantıklı bir açıklaması vardır," Gözlerimi ifadesiz suratına çıkardım. "Ve ben bu açıklamayı sabırsızlıkla bekliyor olacağım Savaş."
Savaş yapıyorsa mantıklı bir açıklaması vardır diyerek kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama pekte işe yaradığı söylenemezdi. Yere oturarak kollarımı önümde kavuşturdum ve kanatlarımı etrafıma sardım. Bunları yaparken homurdanmayı da ihmal etmemiştim. Soğuktan dişlerim takırdıyordu ve yavaştan burnumu çekmeye başlamıştım ama belli etmemeye çalıştım. Kesinlikle hasta olacaktım.
Bir iki saniye suratıma boş boş baktıktan sonra olduğum zindandan çıktı ve arkasından parmaklıkları kapatıp bana döndü. "Bunun bir açıklaması yok. Kendini hazırlasan iyi edersin." Dedi ve bana son kez bakarak uzaklaştı. O uzaklaşırken sırtını ve arkasında sıkıca katladığı kara kanatlarını izledim, ardından sinirle iç çektim.
Bu şaka falan mıydı?
Ayağa kalktım ve homurdanarak, birazda küfür ederek zindanda turlamaya başladım. Resmen yerimde öfkeden kuduruyordum ama sakin olacaktım.
Sakin ol Dolunay, her şey bitecek ve buradan Savaş’la birlikte çıkacaksın, onun bir planı vardır...
Planı vardır... Bu cümle benim sakin kalmamı sağlıyordu ama bana hiçte bir planı varmış gibi gelmemişti.
Belki onları kandırıyordur ya da bir plan yapıp içeri sızmıştır. Bilmiyordum! Bu fantastik varlıklar ve dünyaları, düşünme şekilleri hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Hiçbir şeye anlam veremiyordum ve biraz daha böyle düşünmeye devam edersem delirecektim.
Duvar kenarına sırtımı yaslayarak yere çöktüm ve bacaklarımı kendime çektim. Gözlerim her zamanki gibi dolmuştu. Bu huydan vazgeçmem gerekiyordu. Sinirlenince ağlamaktan nefret ediyordum ve bu birkaç günde sayamayacağım kadar ağlamıştım.
Derin derin nefesler alarak tekrar düşünmeye başladım. Savaş beni kandırmazdı değil mi? Bana bunu yapmazdı... Yapmazdı... Yapar mıydı?
Bu kuşku beni delirtiyordu işte, kendimi toparlayamıyordum. Bu aptal düşüncelerimden kurtulmam gerekiyordu. Ve Savaş'ın bana bunu yapma olasılığından... hepsini bir kenara bırakmalıydım. Yaşadığımız şeyler yalan olamazdı.
Bir yanım o bir şeytan neden yapmasın diyordu, diğer yanım Savaş'ın gözlerinde gördüğüm şefkatin gerçek olduğunu söylüyordu. Kendi gözlerimle görmüştüm bakışlarındaki anlamı. Bu gerçekti.
Savaş beni kandırmazdı.
Başımı salladım ve ayağa kalktım. Evet, Savaş bana bunu yapmazdı. Yapmayacaktı da. İzin veremezdim.
Parmaklıkları tuttum ve etrafa kısa bir bakış attım. Burası daha korunaklıydı. Parmaklıklar kalındı, bulunduğum koridorun sonunda tek bir zindan vardı ve o da benimkiydi. Acıkmış, yorulmuş ve kandırılmıştım. Buradan çıkmam neredeyse imkansızdı. Üstelik tam zindanımın yanında duran, asla konuşmayan ve sadece önüne bakan avcıyı yeni fark etmiştim. Ne zamandan beri oradaydı?
Her neyse. İşime yarayacaktı.
Boğazımı temizledim ve onunla konuşmaya başladım. "Bana Mert’i çağırır mısın?" dedim şirince sırıtarak.
Avcı gözlerini kısarak bana döndü. Otoriter bir havası vardı ve küçük bir kızın ona karşı koyamayacağını bildiğinden benimle konuşmaktan çekinmiyordu. "Oradan bakınca oda servisine mi benziyorum?" diye sordu sert bir ses tonuyla. Elinde tuttuğu arbalet sinirden titredi. Şey... umarım onu kullanmazdı çünkü o keskin okun bir yerlerime saplanmasını istediğimden emin değildim.
Cevabıyla arbaleti inceleyen bakışlarımı ondan çektim ve yüzüne çıkardım. "Evet" deyip daha çok sırıttım. "Söylemeyeceksen beni buradan çıkarda onun yanına gideyim. Hangisini tercih edersin? Mert’le sıkı bir dostluğumuz vardır. Beni sever kendisi. Aslına bakarsan bende vampirleri severim ama sadece filmlerdeki hallerini, gerçek hayatta hiçte iyi değillermiş, deneyimlemek hoşuma gitmedi. Sanırım doğa koruyucusu olduğum için bana pek bayılmıyorlar." Saçmalamaya devam ederek duvara yaslandım ve sesimi yükselttim. “Sen kaç yaşındasın bu arada? Genç duruyorsun, avcı olmak sence de sıkıcı değil mi? Yanınızda şeytanlar dolaşıyor, hiç korkmuyor musunuz? Bence bu çok ürkütücü... Birde Lideriniz hayatımda gördüğüm en korkunç adam ama bunu ona söyleme tamam mı? Şey... hangi günde olduğumuzu biliyor musun? Galiba günleri karıştırmaya başladım ve-”
“Yeter! Sus artık tamam. Çağıracağım onu. Bir yere sakın kıpırdama.” Adam homurdanarak olduğu yerden doğruldu ve görüş alanımdan çıktı. Zaferle güldüm. Başı şişmişti anlaşılan.
Mert’i çağırmamın sebebine gelecek olursak... O konuda hiçbir fikrim yoktu, sadece ağzından laf almam gerektiğini biliyordum. Bilinmezlik ve bu sessizlik beni korkutuyordu. Doğaçlama yapacaktım. Bıkkınlıkla derin bir nefes alarak koridoru gözlemeye devam ederken diyeceklerimi düşünmeye başlamıştım bile. Tam karşıdan sırıtarak buraya gelen Mert’i gördüğümde ise ona karşılık vererek bende alay dolu bir şekilde sırıttım. Gözlerimdeki hayal kırıklığını rüyasında görürdü.
Aptal vampir.
Filmlerdeki kızlar gibi ağlamamaya karar vermiştim ama şey... Bu elbette gözlerim şişene kadar ağladıktan sonraydı ama her neyseydi. Bunların bir açıklaması olduğunu biliyordum. Beni neden burada tuttuklarını öğrenecektim. Sonuçta hemen umutsuzluğa kapılmamalıydık değil mi?
Mert önümde durdu ve sırıtan bana kaşlarını çatarak baktı. O da beklemiyordu tabii olanlardan sonra güleceğimi. Yazık oldu... Yüz ifadesindeki değişimin fotoğrafını çekmek ve çerçeveletmek için nelerimi vermezdim!
"Senin şu anda sırıtmak yerine hayal kırıklığından ağlaman gerekmez miydi?" dediğinde alayla suratına baktım ve dudaklarımı büktüm. Aptal vampir.
"Gördüğün gibi gerekmiyormuş. Bir şeytan için ağlayacak değilim." dedim. Yalandı ama bunu bilmesine gerek yoktu. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında geri çekilmemek için kendimi zor tuttum. Ondan korkmadığımı bilmesi gerekiyordu.
Herkesin dediği gibi korkak bir küçük kız değildim. Sadece şeytana güvendiğim için onun yanında güçlü durmamıştım. Ayrıca bu fantastik dünya bana yeniydi ve doğa koruyucusu güçlerim çok inatçıydı. Kanatlarıma alışmam bile zaman almıştı.
Düştüğüm zaman beni kaldıracağına inandığım için şeytanın yanında kendim gibi davranmışım. Beni düşünmesi öyle hoşuma gitmişti ki... Şimdi ise kesinlikle tek başımaydım. Güçlü durmalıydım yoksa bu zindanda çürüyecektim.
Yavaşça iç çektim. Umarım sana olan bu güvenimi boşa çıkarmazsın şeytan...
Yüz ifademi bozmadan konuşan Mert’i dinledim. "Beni neden çağırmıştın?" dediğinde dudaklarımı endişeyle dişledim.
"Canım sıkıldı, bende senin yüzümde hayal kırıklığını göremeyince ki surat ifadeni merak ettim." dedim ve parmaklıkları tuttum. "Neden sohbet etmiyoruz? Senin asla gerçekleştiremeyeceğin planlar üzerine konuşabiliriz." Diye devam ettim.
Yüzünde dehşet ve şaşkınlıkla bana bakan Mert’i sinir etmek moralimi yerine getirmişti. Kahkaha atmamak için zor tutuyordum kendimi.
"Bak sen..." Dedi son harfi uzatarak ve bir kahkaha patlattı. "Bizim küçük kızımızın dili ne kadarda uzamış" ellerini hışımla çeneme uzattı ve başımı kaldırdı. "Sanırım onu kesmemiz gerekecek."
Tanrım! Öyle hızlı hareket etmişti ki kaçacak zamanım bile olmamıştı. Şimdiye kadar normal bir insan gibiydi ama şimdi... sırıtırken parlayan iki keskin dişiyle tam bir vampirdi ve lanet olsun ki bu işin şakası yoktu.
Sinirden hızlanan nefesini suratımda hissettiğimde irkildim ve elinden kurtulup geriye bir adım attım. Bu kadar yakınlık fazlaydı. “Bana izin almadan dokunmayı kes!”
Yavaşça güldükten sonra beni süzerek konuşmaya devam etti. Sözlerime aldırış bile etmemişti. "Seninle bir anlaşma yapabiliriz aslında." ellerini arkasında birleştirdi ve arkasından onunla birlikte gelen, yeni fark ettiğim avcılara işaret verdi. Gözlerimin içine bakarak onlara hitaben konuştu. "Burayı boşaltın."
Yutkundum. Gözlerimi onun siyah gözlerinden çektim ve emriyle koridordan hızla çıkan avcılara bakıp titrek birer nefes aldım. İşte şimdi korkmaya başlamıştım ama eninde sonunda bu olacaktı. Bir şeyler yapmamaktan daha iyiydi. Bana zarar veremezdi, sonuçta işlerine arayacaktım ki burada tutuluyordum.
Tekrar Mert’e döndüğümde işlerin kesinlikle yolunda gitmeyeceğini anlamıştım. Zaten ne zaman yolunda gitmişti ki? Dudaklarını sakince ıslattı ve olduğum yerin parmaklıklarını açtı. İşte şimdi başım büyük bir beladaydı.
İçeri yavaşça girdi ve bana yaklaştı. Adım sesleri bütün koridorda yankılanıyordu. Geri geri giderken sırtım duvarla buluştuğunda nefes alamadım. Üstüme gelmeye devam ediyordu.
Tam önüme geldiğinde kollarını iki yanımda duvara yasladı ve başını yüzüme doğru eğdi. Sağ kanadımın kıvrımında parmaklarını gezdirdiğinde titredim. Dokunuşu midemi bulandırıyordu, bunun sebebi bana akşam yemeğiymişim gibi bakmasından da olabilirdi, bilmiyordum. Kanımı içerse şuracıkta bayılırdım çünkü kalbim daha kendi bedenime kanı zor pompalıyordu. Zaten açlıktan bayılacaktım... Of!
"Bu halin daha uysal. Biraz sessizleştin sanki. Neden konuşmuyorsun? Sohbete devam edebiliriz." Dedi ve kanadımda dolaşan elini saçlarıma getirdi. Saçımın bir tutamını alıp parmağına doladı ve konuşmaya devam etti. "Bunu sevdim." nefesimi tutmuştum. "Seninle yapacağımız anlaşmaya gelecek olursak..." Elini saçımdan çekti ve çenemden tutarak başımı kaldırmamı sağladı. Yüzüne bakmak zorunda kalmıştım. Bu hareketinden nefret ediyordum!
Sırıttı ve başını hafifçe sağa doğru eğdi. "Ya Savaş’a ve sana zarar veririm..." diye devam etti. "Ya da seçimini yapar benim karım olursun." dediğinde dona kaldım.
Şey... sonrada biraz gülmüş bile olabilirdim. Hatta kahkaha atmıştım. Gülmemi durduramıyordum, adam resmen benimle evlen demişti! Ben daha kötü şeyler beklemiştim... mesela işkence veya zorla tutulmak ama bu kesinlikle şok ediciydi.
Kahkahalarımın arasından zorla konuştum. “Üzgünüm vampir, bir süre evlenmeyi düşünmüyorum. Neden evlenecek başka bir koruyucu bulmuyorsun? En son baktığımda Yiğit’te bir koruyucuydu ve bekardı...” Bu aptal düşünce bir seçenek bile olamazdı. Alay etmeye devam ederek başımı elinden kurtardım. "Anca rüyanda görürsün." dedikten sonra duvarla arasından çekilecektim ki kolumdan tutarak beni engelledi.
"İyi düşünmeni öneririm. Ayrıca benimle bir daha dalga geçecek olursan konuşacak bir dilin kalmayacak. Sabrımı tüketiyorsun." Dedi ve kolumu bıraktı. "Bir koruyucu olarak bencil davranma şansın yok. Sana tahmin bile edemeyeceğin acılar çektirebiliriz. Üstelik bu fiziksel olmaz. Bence şeytanının kanatları odama güzel bir süs olurdu..."
Kaşlarımı çattım. "Kes sesini! Sen annenin gölgesinde kalan aptal bir vampirden başkası değilsin!" Dayanamayacaktım. Cevap vermem gerekiyordu. Hiçbir şey yapmadan duramazdım. Savaş’a zarar vermezlerdi değil mi?
Kanatlarını düşününce içim titredi. Hayır, onu dokunamazlardı. Kahrolası kalbim şimdi de endişeyle hızlanmıştı. Melek ve şeytanları alt etmenin en dehşet verici yolu buydu. Anneme yaptıkları şey buydu. Sırtımda katladığım kanatlarım korkuyla titredi. Onların benden alınması düşüncesi bile titrememe yetmişti.
Cevabımla kaşlarını öfkeyle çatan vampir elini boynuma yaptığı ize uzattı. Onu neredeyse unutacaktım. Sanırım Mert’i gereğinden fazla sinirlendirmiştim. "Sözlerine dikkat et!" Buz tutmuş elini izde yavaşça gezdirdi. Parmak uçlarında atan nabzımı hissedebiliyordum. "Burada kimin izini taşıdığını unutuyorsun." Dedi ve ize yavaşça bastırdı. Duvarla arasında kalmıştım, debelenmem işe yaramıyordu. "Hatırlatmam gerekecek."
Nefes alıp verişim hızlanmıştı. Bir şeyler yapıyordu ama ne olduğunu anlamıyordum. Sadece bütün bedenimdeki acıyı, boynumdan başlayıp tenimi kaplayan yanmayı hissediyordum. Acı dayanılmayacak bir hal aldığında boğazımdan bir hıçkırık kaçtı. Ağlamayacağım demiştim ama canım çok yanıyordu! Geri çekildiğinde titreyerek dizlerimin üzerine düştüm. Acı geçmişti ama hala daha etkisini gösteriyordu. Titreyen elim cayır cayır yanan boynuma gitti.
"Umarım bu sana iyi bir uyarı olmuştur küçük kız. Bir dahakine kanını son damlasına kadar içerim ve inan bana beni kimse durduramaz." Dedi ve yukarıdan öfke dolu gözlerle bana bakmaya devam etti. "İyi düşün." Dışarı çıkmıştı. Adım sesleri kesildiğinde rahat bir nefes aldım. Gitmişti.
Canımın acısı geçtiğinde dinen hıçkırıklarımın arasından gözlerimi kapadım ve başımı duvara yasladım. Sadece evime gitmek istiyordum. Annemi ve abimi yanımda istiyordum, sıradan bir kız olmak istiyordum. Çok çaresiz kalmıştım. Ben... Yapamıyordum. Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. İşe yarar sanmıştım ama kendimi dahada çıkmaza sokmuştum.
Belki de başından beri koruyucu olmam yanlıştı. Evrenin benimle iyi bir dalga geçiş anlayışı vardı.
Daha fazla düşünmemeye çalışarak gözlerimi kapattım ve kendimi uyumaya zorladım. Sanki uyandığım zaman bütün bunlar geçecekmiş gibi...
........
Gözlerimi açmamı sağlayan yüksek sesle titrek bir nefes aldım. Başımı yattığım yerden kaldırdım ve karışmış saçlarımı yüzümden çekerek parmaklıkları açan avcıya baktım. "Kalk" dediğinde gözlerimi devirdim. Emir verilmesinden bıkmıştım ve sanırım ateşim vardı. Bütün kemiklerim ağrıyordu. Soğuk betonda yatmaktan her yerim uyuşmuştu. Çok halsiz hissediyordum.
Bana yemek verme zahmetine kimse girmemişti. Sanırım açlıktan zayıf düşmem işlerine geliyordu.
Ayağa sendeleyerek zorla kalktım ve kaşlarımı çattım. Neler oluyordu?
İki tane avcı bana yaklaşmaya başladığında gerildim. Biri elinde kelepçeyle buraya geliyordu. Bu avcıların lideriydi. "Gidiyoruz koruyucu" Dedi. Ne kadar uğraşsamda elime kelepçe takılmasından kurtulamamıştım. Benden hatırı sayılır şekilde bir sürü işe yaramaz yumruk ve tekme yemişlerdi.
İşlerini seve seve zorlaştıracaktım.
Ellerimi kelepçelerden homurdanarak kurtarmaya çalışıyordum ama bu bileklerimi acıtmaktan başka bir işe yaramıyordu. Liderin ilerlemem için sırtımdan ittirmesiyle ileri doğru sendeledim. Yere düşmekten son anda kurtulmuştum. "Yürü."
"Bari nereye gittiğimizi söyleseydiniz..." diye mırıldandım. “Eli boş gitmeyeydik. Çiçek çikolata falan alırdım. Ne kadar kaba adamlarsınız.”
Avcıların lideri beni duymuş olacak ki alayla güldü ve konuşmaya başladı. "Seni burada ağırlamak çok hoştu ama kraliçe koruyucuyu istedi." Deyip bana yandan bir bakış attı. Siyah, dolambaçlı koridorlarda arkamızda diğer avcılarla ilerliyorduk ve taşıdıkları keskin aletler her adımlarında sanki biz buradayız demek istermiş gibi çınlıyordu. “Bizde ona istediğini seve seve vereceğiz."
Derin bir nefes aldım. O aptal vampir kraliçesiyle tanışacağıma inanamıyordum. Ona kraliçe denemezdi zaten. Kendi kendini kraliçe ilan etmiş ve vampirlerin başına geçmişti. Yani, abimin anlattığına göre böyleydi çünkü kraliçenin istediği kişiyi kontrol etme ve istediklerini zorla yaptırma gücü vardı... Kabul edelim, bu çok korkunçtu ve bilin bakalım kim şimdi onun burnunun dibine gidiyordu?
Evet! Doğru tahmin. Elbette ben ve benim bahtsız bedenim.
Sonunda dışarı çıktığımızda güneş yüzünden gözlerim acımıştı. Uzun süre karanlıkta kalmanın zararları kendini belli ediyordu ama temiz hava iyi gelmişti. Mırıldanıp kanatlarımı esnetmek için durduğumda gözüm bir yere takıldı.
Savaş, yanında tanımadığım bir kızla yan yana, tam karşımda duvara yaslanmış bekliyordu. Kıskançlık bütün hücrelerimi ele geçirirken sadece durdum. Sessizleşip onları izlemeye başladığımda yanımdaki avcı liderinden alay dolu bir homurtu çıktı ama onu takmadım. Gözlerimi onlardan ayıramıyordum.
Kız arada bir Savaş’a sırnaşıyordu ve bu beni delirtiyordu. Sinirle güldüm. Şaka gibiydi!
Gözlerimi kapattım ve sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Onları görmemek için başımı diğer tarafa çevirmiştim yoksa zavallı kalbim daha fazla dayanamayacaktı. Başımı çevirdiğim yerde ise Mert’in bana sırıtarak bakan suratını görmemle yüzümü bıkkınlıkla sıvazlayıp sabır diledim.
Vampirlerden nefret ediyordum.
...........
Devam edecek...
İnstagram; irem_cft_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |