
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
.........
Bakışlarımı Mert'in kara gözlerinden çektim ve derin bir nefes aldım. Gecenin karanlığına ve soğuk, içimi titreten havasına karşın hala ayaktaydım. Bu da bir gelişmeydi... Biz burada beklerken hava kararmaya yüz tutmuştu ve ben bakışlarımı asla şeytanın olduğu yere çevirmemiştim. Bir şeyi bekliyorduk ama neyi bilmiyordum.
Bıkkınlıkla iç çekerek yanımda benim hakkımda konuşan avcılara kulak kesildim. "Kanatlarını bağlamamıza gerek yok. Uçamıyor zaten." dediklerinde gözlerimi devirdim.
Mert'in, bütün işini bırakıp yanımıza gelerek araya girmesiyle avcılar konuşmayı kesti. Ben bakışlarımı homurdanarak kaçırırken Vampir Prens resmen gözlerini gözlerimden çekmemekte ısrar ediyordu. "Bir yere kaçamaz." Nasıl bu kadar emin olabiliyordu? Buradan her türlü kurtulacaktım. Ya Savaş’la ya da onsuz. Hoş, onun keyfi yerinde gözüküyordu.
Mırıldanarak başımı gökyüzüne kaldırdım. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.
İzlenme hissiyle gözlerimi açtığımda Savaş'ın buz mavisi gözleriyle karşılaştım. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Yanındaki kızı umursamıyor gibi görünüyordu. Kesinlikle bir şeyleri sorguluyordu çünkü bu yüz ifadesini biliyordum. Genellikle kafası karıştığı zaman kaşları çatılıyor ve gözleri kısılıyordu. Bakışlarını benden çekip yere dikti.
Bir şeyler yanlıştı. Bunu biliyordum. Şeytana bir şey yapmışlardı.
Aniden sırtımdan hafifçe ittirilmemle irkilerek öne doğru bir adım attım. Avcı kalesinin önüne dizilmiş at arabalarını gördüğümde yavaşça iç çektim. Sanırım gitme vakti gelmişti.
Yanımda iki avcıyla büyük, siyah bir at arabasına bindirildim. Karşımdaki koltuklar boştu, avcılar beni zorla arabaya bindirdikten sonra gitmişlerdi. Tek yolculuk yapacağım için sevinecektim neredeyse. Tabi bu sevinç ne yazık ki kısa süreli olmuştu. Kapının açılıp karşı koltuğa Mert'in oturmasıyla yüzüm asıldı.
Yerimde sinirden kuduracaktım neredeyse! Her yerden çıkıyordu! Hemde her yerden!
Bendeki değişikliği fark etmiş olacak ki tek kaşını kaldırdı ve sırıtarak konuşmaya başladı. "Koruyucu yerini beğenmemiş gibi... yoksa başka birini mi bekliyordun Dolunay?" Başımı önüme eğdim ve cevap vermedim.
Artık yolculuğun hemen bitmesini dilemek dışında başka çarem yoktu.
.......
Bir ya da iki saat sonra arabadan inmemizle rahat bir nefes aldım ve elimi ağrıyan boynuma götürdüm. Sırf yolculuk boyunca Mert'in yüzüne bakmamak için başım önde yeri incelenmiştim, onun ise bütün yol boyunca gözleri üzerimdeydi.
Arabadan benden hemen sonra inen Mert yanıma geldi. Elini belimde hissetmemle irkildim. Avcıların gelmesini beklemeden öne doğru hafifçe beni ittirdi ve ilerlememi sağladı. Gözlerimi kısarak ona bakmam işe yaramamıştı. Elini belimden çekmiyordu. İsteğim dışında dokunulmaktan bıkmıştım.
Vampir krallığının -öyle olduğunu tahmin ediyordum çünkü bu siyah, büyük şehrin başka açıklaması olamazdı- güller ve dikenlerle kaplanmış kapısı bizim için açıldı. Arkama dolu gözlerle baktım. Bu canavarların arasına girmek istemiyordum. Şeytan ortalarda görünmüyordu. Avcılar bizi bırakıp gitmişlerdi. Mert’le beni tek başıma bırakmışlardı.
Büyük kapı aralandığında içeri göz gezdirdim. İki yana sıralanmış, prenslerini selamlayan vampir askerleri görmemle tüylerim diken diken oldu. Vampirlerden oluşan kalabalık -halk olmalıydı- askerlerin yanındaki boşluklara doluşmuş bizi izliyorlardı. Hepsinin vampir olduğundan emin değildim, bazıları diğerlerine göre daha cılız ve güçsüz görünüyordu. Tek benzer tarafları bize doğru diktikleri meraklı ve kırmızı bakışlarıydı. Evet, çoğunluğunun gözleri Mert’in aksine kıpkırmızı bir şekilde parlıyordu.
Kalabalığın üzerimize diktiği rahatsız edici bakışların ve uzun bir yolun ardından sonunda durduğumuzda asık suratımı önümdeki heybetli saraya çevirmiştim. Tamda tahmin ettiğim gibi siyah duvarlarla ve güllerle kaplı bir saraydı ama tanrı aşkına, hayatımda daha önce hiç bu kadar büyük ve geniş bir yapı görmediğime emindim. Bütün saraylar böyle miydi acaba? Çünkü içeride on binden fazla oda varmış gibi gözüküyordu...
"Yeni evine hoş geldin, Dolunay." Mert'in konuşmasıyla başımı hızla ona çevirdim ve dudaklarımı sinirle yaladım. Sakin ol, Dolunay. Sakın laf etme, evet bu aptal vampiri boğmak istiyorsun ama şimdi olmaz kızım.
Yanlış bir şey söylememek için dudaklarımı dişledim. Susacak ve çenemi kapayacaktım.
Sarayın kapıları açıldığında kapının iki yanındaki vampir muhafızlara kısa bir bakış attım. Bana korkutucu bir şekilde baktıklarında homurdanarak başımı dikleştirdim. Madem çakma kraliçe beni görmek istiyordu, istediğini alacaktı ama kesinlikle daha huysuz halimi bulacaktı karşısında. İşlerini kolaylaştırmak gibi bir niyetim yoktu.
Taht salonuna uzun bir koridorun ardından girdiğimizde bize muhafızlar eşlik ediyordu. Karşımdaki siyah ve salonun tam ortasına konulmuş tahtta oturan oldukça genç kadını görmemle nutkum tutuldu. Ben Vampir Kraliçeyi yaşlı ve çirkin bir şey olarak hayal etmiştim ama tanrım, bu kadın çok güzeldi!
Onunda keskin ve soğuk bakışları beni bulduğunda ani bir titreme bedenimi ele geçirdi. Biraz korkmadım desem yalan olurdu ama ne olursa olsun bunu dışa vurmayacaktım. Sanki... sanki içimi görmeye çalışır gibi bakıyordu. Siyah dalgalı saçları omuzlarına yayılmış, üzerine ise büyük bir taç yerleştirilmişti. Kırmızı, oldukça açık elbisesi bütün kıvrımlarını göz önüne seriyordu. Kahrolası bir tanrıça gibiydi ama bunu ona tabi ki söylemeyecektim.
Kendimden emin bir şekilde önünde durdum ve tam gözlerinin içine baktım. Beni baştan aşağı süzdü, bakışları kanatlarıma takıldığında dudaklarını büzdü. “O güzelim kanatlar sarayıma ne yakışırdı. Öyle değil mi Mert?”
Yanımda olduğunu unuttuğum vampir prens şeytanice sırıttı ve bana döndü. “Öyle, kraliçem. Zaten onları kullanamıyor. İşine yaramazlar.” Dediğinde ağzımdan sinirli bir inleme kaçtı.
Mert’ten çektiğim öfke dolu gözlerimi tekrar kraliçeye çevirdiğimde tahtta yayılan kadın kaşlarını çattı. Bakışlarımı kaçırmamam hoşuna gitmemişti ama umrumda değildi, öfkeden titriyordum. Annemin kanatlarının olmamasının sebebi onlardı. Bu kahrolası yaratıklar kanatlara resmen takıklardı.
Kraliçe, muhafızlara bakışlarını gözlerimden çekmeden emir verdi. "Dışarı çıkın." Sesi büyük salona tiz bir şekilde yayılmıştı.
İçeride bir hareketlenme olduğunda gözlerimi gözlerinden çektim ve oraya baktım. Muhafızlar sırayla salonu terk ederken içeride sadece biz kalmıştık ve... sonradan gelen Savaş ile o kız. Resmen şeytanın yanından ayrılmıyordu!
"Sonunda seninle tanışabildik koruyucu..." Kraliçenin ağzından tiksinirmiş gibi çıkan sözler beni hedef alıyordu. “Gerçi daha büyük olmanı beklemiştim. Doğa koruyucusu olarak bu... daha kanatlarını bile kullanamayan şey mi seçildi?”
“Sensin şey!” dediğimde bana sinirli bir bakış attı. Onu sinirlendirmeyi başarmıştım. Yüz ifadesinden yaşadığı şok okunuyordu. Mert yan taraftan güldüğünde ona da öfke dolu bir bakış attım.
İçeride bir süre sessizlik oldu. Sonunda kraliçe sinirle güldü. “Dili de pek uzunmuş.” Diye söylendi kendi kendine. "Aramıza katılmanı isterdim ama ne yazık ki seni kontrol edemiyorum koruyucu. Gerçi kontrol etmeme gerek yok... Savaş burada. Ayrıca senin gibi bir ergenle uğraşması zor olmayacak. Senin yaşının on katı kadar gördüğüm var benim, çocuk." Dedi ve kötücül bir şekilde gülümsedi. "İşime yarasan yeter. İnan ne dediğin umrumda değil. Fazla yaşamayacaksın zaten." dediğinde kaşlarımı çattım.
Pişmanlıkla ve dehşete düşmüş bir halde Savaş’a döndüm. Kraliçe onu kontrol ediyordu! Bunu nasıl unutmuştum ben? Elbette isteğiyle bulunmuyordu burada. Ama avcılar onu geride bırakmıştı... vampirlerin eline nasıl düşmüş olabilirdi ki?
Hayır, hayır, hayır.
Şeytan beni bulmaya gelmiş olmalıydı. Peşimden gelmişti. Yarasına baktırıp hemen yola çıkmış olmalıydı. Abimler yanında değildi çünkü uçarak, aceleyle gelmişti! Beni kurtarmaya çalışırken vampirlere yakalanmıştı!
"Sende çok yakında bize katılacaksın. Planım gayet iyi işliyor. O geri gelecek." Kraliçe tekrar konuştuğunda onu dikkate almadım. Ne plandan ne de kimin geri geleceğinden haberim vardı. Şeytanı kontrol eden büyüyü bozmalıydım.
Ellerimi yumruk yaptım ve o anda bir şey oldu. Sanki içimde bir şeyler değişti. Çok yorulmuştum, itip kakılmış, aç bırakılmış ve tutsak edilmiştim ama şeytanın halini görmem son nokta olmuştu. Beni kurtarmak için gelmiş ve yakalanmıştı, üstelik yarası bile doğru dürüst iyileşmemişti. Geleceğim demişti, sözünü elbette tutmuştu.
Aniden kraliçenin tahtına sarılmış dikenli güller patlayarak uzadı, bütün salon dikenli dallarla kaplanırken muhafızların içeri girmesini engellemek amacıyla kapıyı sıkıca sarmalarını istedim güllerden. İsteğim yerine geldi ama aniden kolumdan tutuldu. Beni tutan Mert’e öfke dolu gözlerle baktığımda dallar iki tarafımdan uzanarak vampirin bedenine dolandı. Kraliçe dahil herkes bana şokla bakarken ben tahtta dikenli sarmaşıklarla sarılmış ve yerinden kıpırdayamayan kraliçeye dönmüştüm. Yumruğumu daha çok sıkmamla bedenindeki dallar sıkılaşıyordu.
Kraliçe bana ateş saçan gözlerle baktı. Sanırım istediğimi elde etmiştim. "Götürün şunu ve zindana atın!" diye bağırdı diğer kapılardan saniyeler içinde giren muhafızlara hitaben. Vampirler öyle hızlı davranmışlardı ki dallarım onlara yetişememişti. Resmen üzerime çullanmışlardı. Demir kelepçeler ellerime, ayaklarıma ve kanatlarıma dolanırken sinirle çığlık attım ve çıkarılmadan önce salona kısa bir bakış attım.
Dallar tek bir kişiye, şeytana zarar vermemişti.
Bütün salonu dolduran, duvarları kaplayan dikenli dallar şeytanın çevresinde çember oluşturmuş, onu korumak istercesine diğerleriyle arasına bariyer olmuşlardı. Yanındaki kız bile sarmaşıklarla sarılı şekilde duvar kenarında debeleniyordu.
Büyük taht salonundan çıkmadan önce Savaş’a kısa bir bakış attım. Seni kurtaracağım şeytan, sadece biraz daha bekle...
Bir vampir resmen beni bir çuvalmışım gibi omzuna atmıştı. Derin bir nefes alarak baş aşağı, kelepçelenmiş şekilde alt katlara inmemizi izledim. Sonunda büyük ve soğuk zindanın önünde durmamızla gözlerimi sinirle kapattım. Her seferinde soğuk olmak zorunda mıydı?
Vampirin beni içeri atmasıyla resmen yere yüzüstü yapışmıştım. Kanayan ve aşınmış dizlerimi önemsemeden ayağa kalktım. Zindanı kilitleyip çıkan muhafızları öfke dolu gözlerle izledim. “Buradan kurtulacağım sizi kahrolası yaratıklar!”
Beni dikkate almayan vampirlerde çıktığında yorgunlukla yere çöktüm. Başım ağrıyordu, daha demin yaptığım gösteri sanki bütün gücümü çekmişti. Akşam olduğu için ise hava soğuktu. Çok üşüyordum, buradan hasta olmadan çıkmam bir mucize olacaktı... Kanatlarımı bedenime ısınmak için saramıyordum çünkü resmen onları da sırtıma zincirlemişlerdi! Ufacık bir hareket bile ettiremiyordum.
Gözlerimi sakinleşmek için bir süre kapattım. Uzun dakikaların ve sessizliğin ardından tam uykuya dalacakken zindanın kapısının aralanmasıyla bıkkınlıkla gözlerimi açtım. Gelen kişiyi gördüğümde ise gözlerimi devirdim. Mert...
"Annenin bitiremediği sözlerini tamamlamaya geldiysen hiç boşuna uğraşma, seni dikkate almıyorum vampir." dedim ve bakışlarımı suratından çektim. Sanki daha demin sarmaşıklarla sarılan o değilmiş gibi mükemmel duruyordu.
Söylediklerime güldükten sonra konuştu. "Hâlâ anlamadın değil mi, Dolunay?" Kaşlarımı çattım. "Anlasan bu kadar sakin olmazdın zaten." Neyden bahsediyordu?
Zindanın içinde yürümeye başladığında adım sesleri duvarlarda yankılandı. "Aslında zeki bir kızsın, şimdiye kadar çözmen gerekirdi." Anlamaz gözlerle yüzünü inceledim. "Bizim koruyucularla işimiz yok Dolunay..." Dedi ve devam etti. "O kadar aptal ve safsınız ki, onu geri getirmek için sizi oyaladığımızın farkında değilsiniz."
Dedikleriyle kaşlarım daha fazla çatılmıştı. Bizi ne için oyalıyorlardı?
Kim geri gelecekti?
Ne yazık ki hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim buradan bir an önce kurtulmam gerektiğiydi yoksa ben ve şeytan için çok geç olacaktı.
........
Devam edecek...
İnstagram; irem_cft_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |