35. Bölüm

35. Bölüm

İrem Çiftçi
berceste_sb

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!

İyi okumalar 🤍

.........

Savaş'ın bana sarılırken burnunu çekmesiyle yerimde donakaldım. Şeytan ağlıyor muydu? "Savaş..." Sarılırken yüzüne bakmak için başımı geri çekecektim ama çok sıkı sarılıyordu. "Sen ağlıyor musun?"

Başını olumsuz anlamda salladı ve beni daha sıkı sardı. "Hayır, sadece gözüme melek kaçtı." dediğinde gözyaşlarıma eşlik eden bir kıkırdama kaçtı dudaklarımın arasından. Ona daha çok sarılıp kokusunu içime çektiğimde şeytan bu seferde kanatlarını etrafıma doladı.

Alp'in araya girmesiyle şeytandan yavaşça ayrılıp bakışlarımı yüzüne çıkardım. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken şeytanın kızarmış gözlerini ve bana bakarken gülümsemesine engel olamayan yüzünü inceliyordum. "Efendim, sizin bu hallerinizi de mi görecektik?" Dedi Alp ama onu dikkate almadım.

Savaş boğazını temizleyip bakışlarını benden ayırdı ve Alp’e yönelterek uyarı dolu bir ses tonuyla konuştu. "Alp, kapa çeneni," Alp elini dudaklarına götürdü ve fermuar çekermiş gibi yaptı. Tabii bunları yaparken sırıtıyordu. Şeytan derin bir nefes alıp tekrar bana döndü. "İyisin değil mi? Bir şey yapmadılar?" O üzerimi endişeli gözlerle incelerken başımı olumsuz anlamda salladım.

"İyiyim, sorun yok." Deyip sandalyede bizi gülümseyerek izleyen kadına baktım. "Bir prens tutsakmış burada, onu da kurtarmamız gerekiyor. Kraliçeye bir borcumuz var Savaş. O bize yardım etti." Savaş ellerini beline yerleşti. Üzerindeki siyah gömlek ve kot pantolonla her zamanki gibi mükemmel duruyordu. Kanatları sırtında sıkıca katlanmıştı.

"Aslında... O işi buraya gelmeden önce hallettik." Dedi ve bakışlarını Alp’e çıkardı. "Prens şu anda birkaç kişiyle birlikte saraya dönüyor. İyi olduğunu düşünüyorum." Dedi düşünceli bir şekilde çenesini kaşıyarak. Gözüm yeni uzamaya başlayan sakallarına kaydı. “İyidir herhalde. Öyle değil mi Alp?”

“Öyle efen-” Alp hata yapmış gibi duraksadı. Boğazını temizledi. “Öyledir yani. Sonuçta sevdiği kişiler yanında. Hemde aralarından birini diğerlerinden daha fazla seviyor gibi duruyor-”

“Alp!” dedi şeytan sesini yükselterek. Ela onlara göz devirdiğinde Alp kahkaha atmakla meşguldü. Bende gözlerimi devirdim. Bir prensin aşk hayatıyla ilgilenmiyordum.

Şu anda belki sadece birinin... Bir kişinin aşk hayatıyla ilgileniyordum ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. Bakışlarım şeytana kaydığında onunda beni izlediğini gördüm. Bakışlarımı hızla kaçırarak boğazımı temizledim. Günlerdir tutsaktık ve daha yeni kurtulmuştuk. Pislik içindeydim ama vampirler en azından şeytana iyi davranmışlardı. Karnındaki yara dışında iyi olduğunu düşünüyordum.

Tam konuşacağım sırada boğazımın acısıyla yüzümü buruşturdum ve öksürdüm. Sonrada hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya başladım. "Planımız nedir? Artık buradan gitmek istiyorum." Boğazım ağrıdığı için sesim kısık ve titrek çıkmıştı.

Savaş gözlerini kısmış beni izliyordu. Alp planı anlatmaya başladığında ise buz mavisi gözlerini benden çekmek zorunda kalmıştı. "Ormana girip sınıra kadar yürümemiz gerekiyor." dedikten sonra Savaş’a döndü. "Burada arabaya binersek çok dikkat çekeriz."

Ela araya girdi. "Yürüyüş yaklaşık yarım saat sürecek, dayanabilirsiniz değil mi? Yani... bir sorununuz yok." deyip beni süzmeyi ihmal etmedi. Rengim solmuş olmalıydı, üstelik çok halsizdim. Soruyu bana sorduğu çok barizdi ama buradan çıkmak için yarım saat yürüyebilirdim. Zorundaydım.

"Dayanabiliriz." dediğimde şeytan bana sorar bakışlar gönderdi.

"İyi gözükmüyorsun." Sözlerime karşılık verdiğinde yavaşça iç çektim.

"Ben iyiyim, Savaş. Tek istediğim bu yerden kurtulmak." Gözlerine kararlı bir şekilde baktığımda tereddüt etti.

Bakışlarımı ondan çekip Ela’ya döndüm ve başımı salladım. O da gitmek istediğimi anlamış olacak ki harekete geçti. Çantasından bir pelerin daha çıkarıp Savaş’a uzattı. Şeytan sonunda mavi gözlerini benden ayırıp Ela’nın elinden pelerini almıştı. "Ormana girene kadar kimseye gözükmemeliyiz." Diye ekledi Ela, şeytan pelerini giyerken. Üzerindeki tek renk sadece mavi gözleriydi şimdi.

"Sizde mi bizimle geliyorsunuz?" diye sordum Ela ve Alp’e hitaben. Alp üzerindeki zırhına bağlı kırmızı pelerininin başlığını başına geçirirken beni onayladı. Ela’da aynısını yapmıştı. Sandalyede oturan meleğe döndü bakışlarım. Sanırım o gelmiyordu.

"Bir süreliğine sizinleyiz." Dedi Alp ve melek kadına yardımı için teşekkür ettikten sonra kapıyı açtı. Dışarıya bakarak iç çektim. Sonunda buradan kurtulacaktık!

Alp kapının önünde durdu ve elini dışarıya sallayıp bana sırıtarak baktı. "Leydiler önden...” deyip kapıdan geçmemi bekledi. Şeytan onun bu davranışına homurdanarak cevap verirken beni belimden ittirerek dışarı çıkarmıştı.

Tuhaf. Tutsak tutulduğum süre boyunca artık dokunuşlardan nefret edeceğimi sanmıştım ama şeytanın dokunuşu içimi ısıtıyordu. Ne yazık ki hissettiklerim yüzünden bağı suçlayamayacaktım çünkü bu şeytana aşık olmuştum.

Of!

Bir iki dakika sonra halka karışmıştık. Dikkat çekmeden şehrin sonundaki ormana doğru ilerliyorduk. Savaş tam yanımdaydı, eli hala belimdeydi. Yürürken beni desteklemeyi kendine görev edinmişti. Her zamanki gibi ona sataşmamıştım, bütün yol boyunca çenemi kapamış ve beni yönlendirmesine izin vermiştim. Alp ve Ela arkamızdan geliyordu. Halkın arasındayken dikkat çekmiyorduk çünkü her yer kalabalıktı.

Sonunda ormana girdiğimizde rahat bir nefes aldım ve pelerinimin başlığını indirdim. Fakat üzerime çullanan soğuk havayla irkilmiştim. Ormanın havası gereğinden fazla mı soğuktu yoksa ben mi deli gibi üşüyordum?

Bunu fazla dikkate almadan yanımdaki şeytana döndüm. Kaşlarını çatmış beni izlediğini fark edince bakışlarımı kaçırdım. Ağrıyan boğazımı konuşmak için temizledim ve Alp’e baktım. "Nereden gidiyoruz?"

Eliyle uzak bir patikayı gösterdi. "Bu yolu takip edeceğiz..." dediğinde titrek bir nefes aldım. Uzun bir yolculuk olacaktı ve bayılmama ramak kalmıştı.

........

Yolculuğumuz bitene kadar öksürmüş ve Savaş'ın 'iyi misin?' sorularına maruz kalmıştım. Hepsinde de iyiyim demekten bıkmıştım ama o sormaktan yorulmamıştı... Arada bir duraksadığım ve halsiz hissettiğim için yarım saatlik yolu bir saatte tamamlamıştık. Sonunda ise ormanın çıkışındaki Alp'in arabasına binerek geçen saatlerin ardından sürünün, yani kasabanın olduğu yere gelmiştik.

Ama bir sorun vardı. Kasaba eskisi gibi değildi. Abim, Ece, Yiğit... hiçbiri yoktu. Arabadan inmemle bizim kulübemize hızlı adımlarla ilerlemiştim ama gördüğüm görüntüyle çaresizce şeytana bakmıştım.

Açıklamasıyla ise konuşurken sesim biraz yükselmişti. "Ne demek haber alamıyoruz Savaş?! Koskoca sürü nereye gitmiş olabilir? Abim beni bırakmazdı!" dedim ve bakışlarımı şeytanın bana acıyan bakışlarından çekerek kulübeden çıktım.

Her yere bakmıştım, her yere... Ama yoklardı! Nereye gittiklerine dair bir iz bile bulamamıştım. Sonunda birilerini aramaktan yorulmuş ve Savaşların yanına dönmüştüm.

Sürüden kimse yoktu. Tek bir kişi bile yoktu. Evler terk edilmişti.

Gitmişlerdi. Abim değil sadece Savaş benim için gelmişti. O buradan yarasına baktırıp beni bulmak için ayrılırken abim ve sürü buradaymış ama sonra sanki hiç burada değillermiş gibi bir daha haber alamamışlar. Söylediklerine göre Yiğit’ten de bir iz yoktu.

Ela oturduğum koltuğun diğer tarafına oturmuş ve derin bir nefes alarak benimle yatıştırıcı bir ses tonuyla konuşmaya başlamıştı. "En yakın zamanda onlardan haber alacağımıza eminim Dolunay," Dedi ve elini omzuma koyarak gözlerimin içine baktı. "Biz buraya sadece dinlenmek için geldik. Sabah Krallığa doğru yola çıkacağız." Sorar bakışlarımı önümdeki koltuğa yayılmış şeytana çevirdim.

"Krallık mı?" Savaş başını salladı ve konuşmaya başladı.

"Burada kalamayız, geriye tek seçenek benim yaşadığım yer, yani Krallık kalıyor." dediğinde yutkundum.

"Orada nerede kalacağız Savaş?" Çaresizce iç çektim. Bir aile evinde kesinlikle fazlalık olurdum... Bağım yüzünden zaten ondan ayrılamıyordum. Birde artık o ve ailesiyle kalmak zorundaydım. Kesinlikle fazlalıktım.

Savaş gözlerini devirdi ve cevap vermedi. Alp gerginliği fark ettiğinde araya girdi. "Bence hepimiz bugün çok yorulduk, dinlensek iyi olur." Dedi ve ayağa kalktı. "Ben salonda yatabilirim." Şeytandan bir cevap bekledim ama konuşmadı.

Derin bir nefes alarak ayağa kalktım ve Ela’ya kalacağı misafir odasını gösterdim. "Burada kalabilirsin." dediğimde başını salladı ve gözlerimin içine baktı.

"Krallık senin için daha güvenli Dolunay. Emin ol Savaş'ın ailesi çok kibar insanlar. Onları seveceksin, seni asla ondan ayırmayacaklardır. Yalnız değilsin." Böyle söyleyince kendimi kimsesiz gibi hissetmiştim. Büyük bir ihtimalle annemin hiçbir şeyden haberi yoktu. Abim ortalığın karışacağını tahmin etmiş olacak ki onu göndermişti. Durumuma sinirle güldüm.

Bir evsiz kalmadığım kalmıştı, o da olmuştu.

Ela’ya gülümsemeye çalışarak başımı salladım ve odadan çıktım. Savaş beni kapının önünde bekliyordu.

"Aç mısın?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. Artık açlık hissetmiyordum, o kadar aç günün ardından bir şey yiyemeyecektim. Zaten ağrıyan boğazımın buna izin vereceğinden şüpheliydim.

"Uyumak istiyorum." Diye mırıldandım ama sesimin çıktığından emin değildim. Ayrıca deli gibi üşüyordum, tek istediğim uyumaktı.

Savaş'ın cevap vermesini beklemeden yanından geçerek odama ilerledim. Üzerimi değiştirmeden direkt yorganı açarak yatağa girdim. Uzanmamın ardından ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama üşümem artmıştı ve midem bulanıyordu. Ciğerlerim sökülecekmiş gibi öksürmemi saymıyordum bile... sonunda hasta olmuştum.

Kapının çalmasıyla oraya bakamadım. Savaş'ın sesini duymuştum. "Yemek hazır..." sözünün devamını getirmeden yorganım üzerimden çekildi.

"Üşüyorum." Diye inledim ve Savaş'ın tepemde kaşlarını çatmış bana bakmasını umursamadan yorganı tekrar çektim. Kanatlarımı da bedenime sıkıca doladığımda gözlerim kapandı.

Şeytan yorganı tekrar üzerimden çekerek elini alnıma yasladı. Buz gibi elini ittirecektim ki emir verir gibi söylediği sözler yerimde durmamı sağladı. "Sabit dur." Dedi ve elini alnıma geri koydu. Bağı kullanmıştı! Gıcık şeytan!

Elinin değdiği yer sanki yanmıştı. Biraz irkildim ama ses etmedim. Kaşlarını çatıp elini çektikten sonra yorganı tamamen üzerimden kaldırdı. "Hayır üşümüyorsun, yanıyorsun Dolunay." Dediklerini anlayamıyordum. Genelde hastalandığım zamanlar sarhoş gibi oluyordum.

Savaş derin bir nefes aldı ve ben daha neler olduğunu anlamadan, hızlı bir şekilde beni kucağına aldı. "Ne yapıyorsun ya! Ben uyumak istiyorum! Nereye götürüyorsun beni!" Banyoya ilerleyip kapısını açtı ve beni küvetin içine bıraktı.

"Ateşin var." Dedikten sonra banyonun çıkışına ilerleyip ışık düğmesine dokunup ışığı açtı. "Onu düşürmeliyiz." Söylediklerini ne yazık ki ciddiye alamıyordum. Ateş bende kafa yapmıştı, annem hastalandığım zaman genelde çok komik olduğumu ve ne dediğimi bilmediğimi söylerdi.

Dudaklarımı büzdüm ve konuştum. "Neden ateşimi düşürüyoruz ki? Yazık ona..." dedim ve gözlerimi kapatıp başımı küvete yasladım. Kanatlarım iki yanıma yayılmıştı. "Canı acır." kesinlikle saçmalıyordum. Size sarhoş gibi olduğumu söylemiştim.

"Ne?" Savaş tepemde dikilmiş bana ciddi misin der gibi bakıyordu ama onun bu hali gözüme çok tatlı gelmişti. Dağılmış saçları ve siyah boynuzlarıyla mükemmel gözüküyordu.

"Yaa çok tatlısın..." Bunu ben mi demiştim? Yok canım başka biridir o. Bunu söylemiş olamazdım!

Sözlerine hakim ol kızım rezil oluyorsun sonra... Sen bir sus iç sesim!

Baygın bakışlarımı bana şaşkınlıkla bakan şeytana diktim. "Ben gidip uyuyacağım." Küvetten çıkmak için hamle yaptım ama omuzlarımdan tutup beni engelledi.

"Hiçbir yere gidemezsin melekcik..." Dedi ve dudaklarını büzerek beni süzdü. "Gerçi pek gidebilecek gibi durmuyorsun." Gülerek musluğa uzandı ve suyu açtı.

Soğuk suyun vücuduma bir anda hücum etmesiyle irkilmiş ve şeytanın koluna yapışmıştım. "Üşüyorum Savaş!" Dışarı çıkmak için çırpınmam işe yaramıyordu. Beni sımsıkı tutmuştu.

"Su ılık Dolunay. Abartma." Sahiden ılık mıydı? Bana kutuplardaki gibi gelmişti!

Üzerimdeki elbise zaten kötüydü, ıslansa bir şey olmazdı herhalde... Tek sorun beyaz olmasıydı. İçim tümüyle gözüküyordu.

O anlık sarhoşlukla omuz silktim ve umursamadım.

Sende deli cesareti var kızım... Tabi ne sandın iç sesciğim.

Savaş bana kısa bir bakış attı ve üzerindeki siyah gömleğin düğmelerini aralamaya başladı. Kaşlarımı çatıp onu izledim. "Sen niye üzerini çıkartıyorsun ya?" dediğimde gözlerini devirdi.

"Başka kıyafetim yok. Sırılsıklam olmak istemiyorum." Omuz silktim ve yüzünü inceledim. Tamam, haklı olabilirdi çünkü benimde burada hiçbir kıyafetim kalmamıştı. Sanırım abimler giderken her şeyi götürmüşlerdi. Yiyecekler ve mobilyalar dışında ihtiyaçları olanları almış olmalıydılar.

Küvet suyla dolarken arkama yaslanıp konuşmaya başladım. Ya da saçmalamaya mı desek... Bakışlarım küvetin iki yanına yaslanmış suyu kontrol eden şeytanın üzerinde geziniyordu ve yemin ederim bu kalbime hiç iyi gelmiyordu.

"Gözlerin çok güzel..." dediğimde sırıttı. Gözlerim bu seferde gülüşüne takılmıştı. "Çok güzel gülüyorsun bu haksızlık. Sanırım kıskanıyorum."

Sus Dolunay! Rezil oluyoruz senin yüzünden! Sen bir kapa çeneni iç ses.

"Çok yakışıklısın neden?" Hayır, bunu ben söylememiştim. Lütfen böyle bir şey yapmamış olayım!

Al işte, ben sana sus dedim, rezil olduk... Keşke seni dinleseydim iç sesim... Off!

"İltifatların beni şımartıyor bebeğim." Dedi şeytan ve başını sallayarak güldü. "Ne yapsak seni sürekli hasta mı etsek?" Kaşlarımı çattım. Bakışlarımı duvardaki duş başlığına çevirdim ve haince gülümsedim.

Şeytan ne düşündüğümü anlamış olacak ki küvetten biraz uzaklaşıp ellerini hayır anlamında salladı. "Hayır, bunu yapmayacaksın Dolunay." Omuz silktim ve duş başlığını alarak suyun musluktan değil başlıktan gelmesini sağladım.

Ilık suyu ona doğrulttuğumda ellerini yüzüne çıkardı ve sudan korunmaya çalıştı. "İşte bu yüzden üstümü çıkarmıştım!" yüzüne gelen suyu engellemeye çalıştığı için sesi boğuk çıkmıştı. Kanatlarını önüne bir set gibi çekip suyun yüzüne gelmesini engellemişti.

Onu izlerken kahkaha atıyordum. "Islak bir köpek yavrusuna benziyorsun şeytan!" dedim ve suyu ona doğrultmaya devam ettim.

Hastalık falan kalmamıştı. Ona sataşmak resmen moralimi yerine getirmişti fakat banyo su altında kalmıştı. Her şey ıslanmıştı. Islandığı için ağırlaşan kanatlarımı silkeledim ve kurutmaya çalıştım. Şeytan en sonunda kanatlarını önünden çekti ve ellerini duş başlığına doğrulttu. "Corta este cosa" Kaşlarımı çattım ve ne dediğini anlamaya çalıştım.

Birkaç saniye sonra başlıktaki su akmayı bırakmıştı. Yüzümü su başlığına çevirdim ve sorar gözlerle baktım. Sonrada bakışlarımı Savaş’a çevirdim. "Bu hile!" dediğimde gülerek yanıma geldi. Büyü yapmıştı!

"Bence bu kadar oyun yeter." Elini alnıma uzatarak ateşimi ölçtü. "Düşmüş biraz." Dedi ve bana kısa bir bakış atarak kapıya yöneldi. "Kıyafet ve havlu getireceğim, bir yere kıpırdama" Başımı olumlu anlamda salladım.

Bilincim biraz yerine gelmişti. Savaş’ı ıslattıktan öncesini pekte hatırladığım söylenemezdi. Rezil olacak bir şey yapmadığımı umuyordum...

Sen öyle sanmaya devam et... İç sesimi umursamadım ve dikkatimi havlu uzatan şeytana verdim.

"Ela’da bir şeyler varmış. Ben dışarıda bekliyorum, üzerini giy." Kapıyı arkasından kapatarak dışarı çıktı. Derin bir nefes alarak küvetten çıktım ve ıslak yerde kaymamaya dikkat ederek aynanın karşısına geçtim. Yüzüme renk geldiğine inanamıyordum.

Sırıtmama engel olamayarak şeytanın getirdiği siyah taytı ve beyaz gömleği üzerime geçirdim. Arkasında açıklık olan gömleğin kumaşı ben giydikten sonra kanatlarımın başlangıcını sararak kapanmıştı. Bunun sihir olduğunu tahmin ediyordum, şeytanda böyle giyiniyor olmalıydı.

Getirdiği botları bir kenara bırakarak banyodan çıktım ve odamdaki koltuğa oturmuş şeytana baktım. Üzeri hala çıplaktı ama saçları ve kanatları kurumaya yüz tutmuştu. Kaşlarını çatarak ıslak saçlarımı inceledi. "Saçlarını kurutmamışsın..." dediğinde omuz silktim. Şimdi onunla uğraşamazdım.

Şeytan gözlerini devirdi ve banyoya ilerledi. Bana gel işareti yaptığında iç çekerek banyoya tekrar girdim. Kurutma makinesini fişe taktı, çalıştırdı ve uzun saçlarımı kurutmaya başladı. Bunu yaparken ikimizden de ses çıkmıyordu. Aynadan bir süre onu inceledim. Saçımın ardından makineyi kanatlarıma yöneltti. Islak tüyler çok hassas olduğu için biraz irkilsemde sabrettim.

Sonunda kuruduklarında makineyi kapattı. Aynadan bana bakarak gülümsedi. "Saçlarını örmemi de ister misin?" diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım. Dalga geçiyordu...

"Yok, kalsın." dedim ve banyodan çıktım. Biraz daha iyiydim ama hala halsizlik vardı.

Yatağa kendimi sırtüstü bırakarak odadan ayrılan şeytanı izledim. "Yiyecek bir şeyler getireceğim." Diyerek kapıyı ardından kapatmadan dışarı çıkmıştı.

Derin bir nefes alarak beyaz tavanı incelemeye başladım. Kapıdan ses gelmesiyle yorgun bakışlarımı oraya yönlendirdim. Ela çatık kaşlarıyla içeri girdi. "İyi misin? Savaş hasta olduğunu söyledi."

Başımı olumlu anlamda salladım ve yataktan doğruldum. "Biraz daha iyiyim. Teşekkür ederim." diye cevap verdim. Ela başını salladı. Bir iki dakika durup geçmiş olsun dedikten sonra dışarı çıktı.

Onun ardından elinde tepsiyle içeri giren şeytana gözlerimi devirdim. "İştahım yok." Beni umursamadı ve tepsiyi sehpaya bıraktı.

Bakışlarımı sıcak ve mavi renkte olan çorbaya çevirdim. Mavi mi? Kaşlarımı çatıp çorbayı inceledim. "Bu ne?"

Savaş çorbaya kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü. "Çorba," Dedi ve duraksadı. "Biraz farklı bir çorba."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Ben bunu içmem." Sırıttı.

"Tadı çok güzel ama..." dediğinde derin bir nefes aldım. Kaseyi eline alıp yatağın köşesine oturdu. Çorbayı bana uzattığında duraksadım. Sonra ise uzanarak elinden kaseyi aldım. “Ben yaptım.” Diye ekledi.

Bir süre kaseyle bakıştım. Kokusu tuhaftı ama denemekten zarar gelmezdi. Kaşığı çorbaya batırdım ve ağzıma götürdüm. Tadı damağıma yayılırken neye benzediğini anlamaya çalıştım ama tadı daha önce yediğim hiçbir şeye benzemiyordu. Sadece lavanta kokusu almıştım.

Bir iki kaşık daha aldığımda tadını sevmeye başlamıştım. Çorba bittiğinde ise Savaş konuşmaya başladı. "Tadının güzel olduğunu söylemiştim." dedikten sonra ayağa kalktı ve elimdeki boş kaseyi alarak sehpanın üzerine bıraktı.

Bakışlarımı yüzüne çıkardım. "Artık uyuyabilir miyim?" Başını olumlu anlamda salladı ve ışığı kapattıktan sonra yanıma geldi.

"Kay," dediğinde dudaklarımı büzüp yatağın sağ tarafına kaydım.

"Sana da bulaşmaz mı?" Yorgun bir şekilde iç çekerek yanıma uzandı. Üstünün hala çıplak olmasına odaklanmamaya çalışıyordum ama kalbim buna izin vermiyordu. Yakınlığı yüzünden gereğinden fazla hızlanmıştı.

Cıkladı ve yorganı ikimizin üzerine çekti. "Ben hasta olmam." Dedi ve gözlerini kapattı. Uyumak için mesafeleri hiçe sayarak ona sokulduğumda derince iç çekmişti.

"İyi geceler şeytan" diye mırıldandım gözlerimi kapatarak.

"İyi geceler melekcik..."

..........

Yüzüme gelen güneş ışınlarıyla zorla gözlerimi açtım. Bir iki saniye tavanla bakıştım sonra ise esneyerek yataktan doğruldum. Gördüğüm görüntüyle kaşlarım çatıldı. Şeytan yanımda değildi, koltukta uykusuz gözlerle beni izliyordu.

"Savaş?" dedim. "Sen... İyi misin?" Uykusuzluktan kızarmış gözlerini inceledim. Başını olumlu anlamda salladı ve gözlerini kapattı. "Uyumamışa benziyorsun..." diye devam ettiğimde gözlerini açmadan konuştu.

"Gece iki kez ateşin çıktı." Ağzım açık şaşkınlıkla ona baktım. Bu yüzden mi uyumamıştı? İç çekerek ayağa kalktı ve gözlerime baktı. "Yola çıkmamız lazım. Hazırlanıp aşağı in." Bana tekrar bakmadan kapıya ilerleyip dışarı çıktı.

Daha fazla zaman kaybetmeden üzerime pelerinimi ve botlarımı geçirerek kulübeden çıktım. Herkes dışarıda beni bekliyordu. Beni gördükleri anda arabaya ilerleyen onlara kısa bir bakış attım ve hüzünle terk edilmiş kulübelere döndüm.

Derin bir nefes alarak etrafı süzdüm. Yeni bir yolculuğa çıkıyorduk...

Aniden elimde bir el hissetmemle irkildim ve bakışlarımı elin sahibine çıkardım.

Şeytan elimi tutuyordu...

........

Devam edecek...

İnstagram; irem_cft_

Bölüm : 07.06.2025 20:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...