
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
............
Ben daha Savaş'ın prens olduğunu idrak edemeden, kral konuşmaya başlamıştı. Söylediği şeyler ve ses tonu yerimde irkilmemi sağlamıştı. Adam düpedüz ürkütücüydü, böyle bir babası varken Savaş’ın nasıl bu kadar nazik olabildiğini anlamamıştım ama şeytanda istediği zaman babası gibi korkunç olabiliyordu, biliyordum. Ürkütücü mavi gözleriyle omzuna gelen kahverengi saçları Savaş’ın tıpatıp aynısıydı. Sadece biraz daha olgun haliydi, o kadar.
Kral benden kesinlikle hoşlanmamıştı.
Aslında... şeytan bir kraldan nazik olmasını bekleyemezdik, öyle değil mi?
"Sen, bir prense nasıl böyle hitap edebiliyorsun?" Otoritesi ve azarlayan sözleri karşısında kızararak bakışlarımı kaçırdım. Savaş’a adıyla seslendiğim için demişti bunu... İyide ben hep öyle sesleniyordum ki? Ne diyecektim? Majesteleri mi?
Off! Hayatta olmazdı!
Ailesiyle çok kötü bir başlangıç yapmıştık. Bunun olacağını tahmin etmeli ve çenemi kapatmalıydım. Derin bir nefes aldım. Sanırım buradaki ilk kuralım, kraliyet ailesine adlarıyla hitap etmemekti. O kişi Savaş olsa bile.
Ama bu ona sinirli olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.
Gıcık şeytan.
Ayrıca kraliyet filmlerindeki her şey yalan çıkmıştı ve ben burada nasıl davranılmasını gerektiğini bilmeyen bir kızdım. Hiç bir kral ve kraliçeyle tanışmamıştım ki! Nereden bilecektim?
Bakışlarımı kraldan kaçırarak Savaş'a çevirdim. O da neler olduğunu anlamamış gibi kaşlarını çatarak babasına, yani krala bakıyordu. Eh, sinirli görünüyordu. Görünebilirdi çünkü bende öyleydim. Ağzını açıp tam bir şeyler söyleyeceği sırada kral korkunç bakışlarını bana dikerek devam etti. "Oğlumuzun, bir kız için ailesine yalan söylemesi hiç hoşumuza gitmedi."
Ne! Suçlu ben mi olmuştum yani?!
Ben şeytana öfkeli bakışlar gönderirken o yerinde babasına bakarak huzursuzca kıpırdanıyordu. Sanki söyleyeceği sözleri tartıyordu. Başımı çevirip yanımda stresle dudaklarını dişleyen Ela’ya baktım. Bana Savaş’ın ailesinin çok nazik insanlar olduğunu söylemişti. Bunun olacağını tahmin etmemiş olacak ki bana özür dileyen bakışlar atıyordu ama o da benim gibi ağzını açıp hiçbir şey söylemedi.
O sırada bir şeyi fark ettim.
Kral, Savaş’a bağlı olduğumu bilmiyordu.
Daha doğrusu bundan haberi bile yoktu. Sadece koruyucu olduğumu, Savaş’ın oraya benim için gittiğini ve tatil yaptığını falan sanıyordu. Yaşamam için yanımda olması gerektiği konusunda hiçbir fikri yoktu. Karmaşık düşüncelerim eşliğinde bakışlarımı Kraliçeye çevirdiğimde onun bana sinirle bakmadığını fark ettim. Kahverengi gözlerinde hüzün vardı. Daha sonra onunda Savaş’a ne kadar çok benzediği hakkında kafa yorabilirdim ama şimdi değildi.
Ona baktığımı fark edince bana gülümsedi.
Burada ne dönüyordu?
Ağzımı açıp cevap vermek ve şeytana bağlı olduğumu söylemek istiyordum ama ortada kesinlikle bilmediğim bir şeyler dönüyordu. Ağzımdan bir şey kaçırırsam daha kötü olacağından korkuyordum. Savaş bağ hakkında bir şey söylemediyse bir bildiği vardır diyerek kendimi sakinleştirdim ve çenemi kapadım.
"Bunu size defalarca söyledim. Onun bir suçu yok, her şeyi ben istedim. Sürünün yanında olmak benim kararımdı." Düşüncelerimden sıyrılarak kendimi Savaş ve kralın konuşmasına verdim. Şeytanın sözleriyle ortalık daha fazla gerilmişti.
"Sen bir prenssin! Burada sorumlulukların var, bütün dünyanın öldürmek için peşinde olduğu kızın dibinden ayrılmayıp ailene yalan söyleyemezsin! Ya seni kurtaramasaydık? Krallığı tehlikeye atamazsın Savaş!" Kralın bağırmasıyla Savaş’ın yüzü buruştu. Pekala, o da öfkelenmeye başlıyordu ve ben kesinlikle şeytanın ters tarafıyla karşılaşmak istemiyordum.
Kraliçe, kralı sakinleştirmek için bir şeyler söyledi ama duyamamıştım. İşler dahada kızışıyordu... Atışmalarını dinlerken yerin dibine girmek istemiştim.
Savaş en sonunda dayanamayıp öfkeyle ayağa kalktı. "O sorumlulukların hepsini yerine getireceğimi söylemiştim, bu onun suçu değil!" Yanında oturan abisi yerinde kıpırdanıp Savaş’ı uyarmıştı.
Kral konuşmaya başladığında yutkundum. Soğuk terler döküyorum ve kanatlarımı etrafıma dolayıp buradan kaybolmak istiyordum. "Koruyucu olması ona öncelik tanıdığımız anlamına gelmez!" Sert sesi bütün salonda yankılandı. Muhafızlar omuzlarını dikleştirdi. "Onun yüzünden senden aylarca haber alamadık! Prensinin hayatını tehlikeye attığı için bile yargılanmalı!"
Gözlerimin yanmaya başladığını hissediyordum. Ama ben... sadece hayatta kalmaya çalışmıştım. Şeytana bağlanmak ve onu peşimden sürüklemek benim seçimim olmamıştı. Neden kimse bunu düşünmüyordu da beladan ve felaketten ibaret olduğumu söyleyip duruyordu?
Neden bu kadar güçsüzdüm ki?
Savaş tekrar konuşmaya başladığında titrek bir nefes aldım. "Neden bir kez olsun benim kararlarıma saygı duymuyorsun!” Diyerek alaycı bir şekilde devam etti. "Çünkü ben bir prensim, burada sorumluluklarım var..." Dedikten sonra bir süre gözlerimin içine baktı. "Emin olun, onun yanında geçirdiğim birkaç dakika bile buradaki bir aya bedeldi."
"Savaş, haddini aşma." Dedi abisi sonunda konuşmaya karar vererek.
Şeytan sinirle gülüp dudaklarını ıslattı ve gözlerini onlardan çekip bana çevirdi. Bakışlarımı kaçırdım. Yüzüne bakamıyordum bile. Ailesiyle kavgasına ben sebep olmuştum. Bu suçluluk hissi beni yiyip bitirecekti... Öfkeyle iç çekerek başındaki tacı çıkardı ve köşede, orada olduğunu yeni fark ettiğim kapıya yöneldi. Kapının iki yanındaki muhafızlar, onun için kapıyı araladığında taht salonundan çıkarak gözden kayboldu.
Yanına gitmeyi düşünmüştüm ama buradan kral istemedikçe ayrılamazdım ve sanırım sakinleşene kadar yalnız kalsa daha iyiydi. Etrafa o gittikten sonra sessizlik çökmüştü. Kimse konuşmuyordu. Bütün gözleri üzerimde hissedebiliyordum.
Kraliçe konuşmaya başladığında sessizlik bozuldu. "Bir süreliğine misafirimiz olacaksın." Dedi bana hitaben, yumuşak bir ses tonuyla. Yanındaki kralın ateş saçan bakışları içime işliyordu. "Odanı Ela sana göstermiştir." Başımı evet anlamında hafifçe salladım. Gülümsedi. "Bugünlük bu kadar konuşma yeter bence."
Kraliçe sözlerini tamamladıktan sonra taht salonunun kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Bakışlarım merakla gelen kişiye döndü ve o an, içimden oldukça yaratıcı küfürler sıralamaya başlamıştım.
Gelen kişi... biz vampirlerin tutsağıyken Savaş’a sırnaşan kızdı!
Onun burada ne işi vardı? Vampirlerle iş birliği yaptığını bilmiyorlar mıydı? Her şeyi sadece ben mi biliyordum? Elbette Savaş hatırlamıyordu, o sırada kontrol altındaydı ve Ela ile Alp bu kız varken yanımda değillerdi.
Kahretsin.
Dalgalı sarı saçları beline uzanan ve mavi gözleri kurnazca parlayan kız içeri girdi ve bana şeytani bir gülümseme bahşetti. Sonra ise tam yanımda yerini alarak kral ve kraliçeyi eğilerek selamladı. "Majesteleri, izin verirseniz Koruyucuya sarayı gezdirmek isterim."
Ben bu kızı yolacaktım!
Kraliçe gülümsedi. "Çok iyi olur, Sare." dediğinde yavaşça yutkundum.
Sonrası nasıl geçti hatırlamıyordum. Kral gitmemize izin vermişti, bende Ela ve o kadını arkamda bırakarak hızlı adımlarla taht salonundan ayrılmıştım. Nereye gittiğimi bilmeden büyük ve uzun koridorlarda ilerliyordum. Savaş’ı bulmam ve her şeyi anlatmam gerekiyordu. Kral ve kraliçeye söyleyemezdim. Bana zaten kızgınlardı, birde kendimi ülkeden attırmak istemiyordum. Şeytan bu işi halledebilirdi. Aniden aklıma gelen şeyle adımlarım yavaşladı. Savaş'ın sakinleşmesini de beklemem gerekiyordu, şimdi gidip bu sorunlarla kafasını doldurursam haksızlık etmiş olacaktım.
Bıkkınlıkla iç çektim ve sarayın duvarına sırtımı yasladım. Her şey neden bu kadar karışıktı?! Kral tarafından azarlanmam yetmiyormuş gibi birde bu kızla uğraşacaktım.
Sinirlerim bozulmaya başlamıştı.
Önümde birinin aniden belirmesiyle dehşetle yerimden doğruldum. Bu o kızdı! Bunu nasıl yapmıştı? "Sen..."
Dudaklarını büzdü ve alaycı bir şekilde konuşmaya başladı. "Ben..." Sırıttı. "Nereye gidiyordun, Koruyucu?" Alaycı bakışlarını benden çekip etrafı süzdü. Boş koridorda kimsenin olmadığına kanaat getirince konuşmaya devam etti. "Şeytancığının yanına mı gidiyordun yoksa?" Sırıtışı dahada büyüdü. "Hiç boşuna uğraşma, kimse sana inanmayacak."
Dişlerimi sıktım ve gözlerimi öfkeyle kıstım. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Kahkaha attı.
"Doğduğumdan beri sevgili prensimizle büyüdüm. Aynı zamanda büyücülerin veliaht prensesiyim..." Beni baştan aşağı süzdü. "Sence bana mı yoksa yeni ortaya çıkmış küçük bir Koruyucuya mı inanırlar?" Ben bu kızı öldürecektim! Bana acıyan bakışlarını göndererek başını salladı ve kanatlarıma baktı. "Daha uçamıyorsun bile..." Dudağının kenarı tiksintiyle kıvrılmıştı. "Gerçekten işe yaramazsın."
Sakin ol Dolunay, sakin ol. O seni kızdırmak isteyen aptal bir büyücü sadece.
"En azından ben bana güvenen insanlara ihanet etmiyorum, Sare." dediğimde kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı.
"Dolunay!" Koridorun başından Ela'nın sesinin gelmesiyle rahat bir nefes aldım. Lütfen, konuştuklarımızı duymuş olsundu. "Burada ne yapıyorsunuz?" Hayal kırıklığıyla omuzlarım düştü. Duymamıştı.
"Ona sarayı gezdiriyordum." Dedi ben daha cevap veremeden önümdeki yalancı kadın.
Ela başını anladım der gibi salladı ve yanımıza yaklaştı. "Kral ve kraliçe sizi büyük salonda bekliyor, efendim." Dedi Sare’ye hitaben. Hitabı karşısında gözlerimi devirdim.
Sare yapmacık bir şekilde gülümsedi ve başını salladı. "Haber verdiğin için teşekkür ederim, Elacığım." Bana yandan sinsi bir bakış atan kadın birkaç saniye içinde koridorda gözden kaybolmuştu.
Ela o gittikten sonra bana döndü ve sorar gözlerle baktı. "Ondan hoşlanmamış gibisin." Ona kısa bir bakış atıp koridoru izlemeye devam ettim. "Sare efendimiz çok iyi kalplidir. Seninde onu zamanla seveceğine eminim." Şaka gibiydi... Ona efendi diyorlardı çünkü bir prensesti. Bu resmiyete nasıl alışacaktım? Üstelik kadından nefret ediyordum.
"Sen neden ona sürekli efendim diye hitap ediyorsun?" diye sorduğumda Ela gülümseyerek cevap verdi.
"Ben sarayda çalışıyorum, Dolunay. Sarayın büyücüsüyüm. O da prenses olduğu için böyle hitap etmemiz gerekiyor." Ne yazık ki haklıydı. Bir krallıktaydım sonuç olarak, insan dünyasına benzemesini beklemem hataydı. Burada benden üst rütbede olan birçok kişi vardı ve sanırım benimde onlarla böyle konuşmam gerekiyordu.
"Seni odana götürmemi ister misin?" diye sorduğunda isteksizce başımı salladım.
"İyi olur." Ela gülümseyerek önden ilerlemeye başladığında onu takip ettim. Muhafızların olmayacağı tutmuştu. Görev değişimi falandı herhalde ve Sare zamanlamayı mükemmel yapmıştı.
Ruh halim çok kötüydü, üstelik daha yeni iyileşmiştim ve tutsaklıktan çıkıp krallığa gelerek azarlanmıştım. Bağım şeytanı doğru dürüst göremediğim için içimde huzursuzlanıyordu. Sinirle iç çektim. Uyandığım odaya geri geldiğimizde Ela kapıyı açtı ve içeri girmemi bekledi. "Birazcık dinlen istersen, akşam seni almaya gelirim." dediğinde başımı salladım.
Bir süre iyi olup olmadığımı çözmek istermiş gibi beni süzdü. Sonra ise gülümseyerek kapıyı kapattı ve gitti. Sonunda yalnız kalabilmiştim. İç çekerek odanın ortasındaki yatağa baktım. Hiçbir şey yapasım yoktu. Sadece birazcık ağlamak ve muhtemel bir depresyona girmek istiyordum. Kendimi yüz üstü yatağa bıraktım ve yorganı üzerime çektim. Kanatlarım iki yanıma serilmişti. Gözlerimi kapatarak uykuya dalmaya çalıştım. Uyandığımda ise hava kararıyordu. Ela beni uyandırmayı unutmuş olmalıydı. Gözlerimi ovuşturarak yatakta doğruldum.
Önümde yaşanan ani bir mavi ışık patlamasıyla çığlık atarak yatakta kendimi geriye attım. Karanlık odadaki tek ışık şu anda önümde duran ve bir anda ortada beliren bu küçük parlak mavi küreye aitti. Çok parladığı için ellerimi gözlerime siper ettim.
"Merhaba," Işığın konuşmasıyla irkildim. Bu şey konuşuyor muydu?! Mavi kürenin daha çok parlamasıyla gözlerimi kapatmak zorunda kalmıştım. "Rahatsız ettiysem özür dilerim." Diye devam ettiğinde yavaşça gözlerimi açtım.
Tanrım! Bu şey... bir periye benziyordu. Küçüktü ve mavi renkteydi. Karşımda tatlı bir şekilde gülümsüyor ve suratıma bakıyordu. Sırtında sabitli şeffaf kanatlarını havada durmak için hızlıca çırpıyordu.
Başımı yavaşça salladım ve nazik olmaya özen gösterdim. "Yok, rahatsız etmedin..." dedim. Sanırım şaşkınlık duygumu kaybetmiştim. Bana beklenti dolu gözlerle bakıyordu. Bir şey mi istiyordu? "Neden burada olduğunu sorabilir miyim?" dediğimde heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı.
"Ben bir Narisim!" Dedi ve başını yana yatırdı. "Benim türüm kraliyet ailesine hizmet etmekle görevlidir." Bana tatlı bir gülümseme gönderdi ve konuşmaya devam etti. "Her kraliyet aile üyesinin bir tane vardır." dediğinde kaşlarımı çattım. "Bende sana gönderildim. Bu ilk görevim, yani artık seninleyim."
Sanırım ona gerçeği söylemem gerekiyordu. "Ama... ben kraliyet ailesinin bir üyesi değilim? Karıştırmış olmalısın." dediğimde gülümsemeye devam etti.
"Savaş efendimiz böyle istedi. O yüzden artık hizmetindeyim." Neden geldiği şimdi anlaşılıyordu. Şeytan yine beni düşünmüştü. Şey... sanırım ona olan kızgınlığım biraz geçmiş olabilirdi. Ama birazcık.
"Kendimi tanıtmalıyım." Dedi ve küçük elini uzattı. "Ben Nova." Havadaki minik eline baktım. Elim onun eline çok büyük geleceği için hafifçe gülümseyerek serçe parmağımı uzattım.
"Bende Dolunay." Elini çekti ve asla tahmin edemeyeceğim bir hızla yanıma gelip kanatlarımı baştan aşağı süzdü. Beyaz ve hassas tüylerde minik ellerini gezdirince irkildim ama kıpırdamadım. Beni derin bir incelemeye almış gibiydi.
"Bir melek olmalısın." Dediğinde başımı yavaşça salladım. "Normalde görevli olduğumuz kişilerin kim oldukları önceden söylenir, benimki biraz aceleye geldi." Kanatlarımı süzmeyi bırakıp omzumdaki koruyucu izimin olduğu yere geldi. İzimi görmesiyle gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Sen koruyucusun...” Gözlerimi devirdim. "İnanmıyorum! Ben bir koruyucuya mı gönderildim?" İnanılmaz derecede bağırıyordu. "Artık benimle dalga geçemeyecekler!" Çok mutlu görünüyordu. En iyisi bu mutluluğu bozmamaktı.
Bir an sonra sanki bir şey olmuş gibi duraksayıp etrafı incelemeye başladı. Gerçekten garipti. "Çok güçlü bir bağ hissediyorum..." Kaşlarını çattı ve bana yaklaştı. "Senden geliyor..." Bıkkınlıkla ofladım. "Koruyucu birine bağlı!"
Gözlerimi dehşetle açarak hızla ona uzandım. Çok bağırmıştı! Kapıdan geçen biri onu duyabilirdi. Elimi dudaklarıma götürdüm ve sus işareti yaptım. Beni anlamış gibi başını yavaşça salladı ve sustu. Rahat bir nefes aldım. Bağırmaya devam ederse bütün dünya öğrenecekti. Onu bırakıp arkama yaslandım.
Uzun bir sessizlikten sonra fısıltılı bir şekilde konuştu. "Peki... kime bağlısın?" Şüpheyle kaşlarımı çattım.
"Sana neden güveneyim ki?" Dediğimde gülümseyerek cevap verdi.
"Aramızda konuştuğumuz şeyleri kimseye söyleyemeyiz, bu bir çeşit önlem gibi. Başkalarına fazla görünmeyiz, genelde sadece efendimizle konuşuruz." Dedi ve devam etti. "Yani seninle konuştuğumuz şeyleri sen istemedikçe kimseye söyleyemem." Derin bir nefes aldım ve bu küçük periye güvenmeyi seçtim.
"Sevgili Savaş efendinize..." dedim ve bakışlarımı kaçırdım. Nova bilmiş bir şekilde sırıttı.
"Şimdi anladım..." diye mırıldandı.
"Neyi?" Merakla ona baktım. Sırıtması dahada büyüdü.
"Savaş efendimiz sizden bahsederken gülümsüyordu." Siniri geçmiş miydi? Eğer öyleyse artık onu görmeye gidebilirdim.
Birde... Nova’nın dediklerinin hoşuma gitmediğini söyleyemezdim. Benden bahsederken gerçekten gülümsüyor muydu? Hızlanan kalp atışlarımla başımı salladım ve düşüncelerimden sıyrıldım. Bakışlarımı yerden kaldırıp tekrar Nova’ya diktim. "Nerede olduğunu biliyor musun?" Hava kararmıştı. Nereye gitmiş olabilirdi?
"Krallık ordusunun eğitimi vardı, orada olabilir." Dedi.
"Beni oraya götürebilir misin?" Nova içtenlikle gülümsedi.
"Hadi beni takip et." Yorganı üzerimden kaldırdım ve yataktan kalktım. Tam kapıya ilerliyordum ki Nova önüme geçerek beni durdurdu ve cıkcıkladı. Kaşlarını çatmış üzerimi süzüyordu.
Üzerimdeki elbiseyi işaret etti. "Gerçekten böyle mi gitmeyi düşünüyorsun?" dediğinde gözlerimi devirdim.
"Daha yeni giymiştim." Suratı düştü.
"Efendim modadan anlamıyor. Off!" Sinirle iç çektim. Hayatta kalmaya çalışırken elbette üzerimdeki kıyafetleri düşünmemiştim.
Beni banyoya itekledi ve odanın köşesindeki dolaba doğru ilerledi. Kapağı açıp içinden sade ve altın renkte bir elbise çıkardı. "Biz orta çağda yaşamıyoruz, neden bunu giymek zorunda olduğumu sorabilir miyim?" dedim elinde tuttuğu korseli elbiseyi gösterirken. Güzeldi ama eşofmanı veya pantolonu tercih ederdim.
Nova onaylamaz sesler çıkardı. "Burada pantolon ve kazakla gezemezsin." Dediğinde iç çektim. "Hem sana çok yakışacak." Elinden elbiseyi homurdanarak aldım ve banyoya geçerek zorla üzerime geçirdim.
Bütün elbiselerimin sırtı açıktı. Giydiğim elbisenin uçları yere kadar uzanıyordu ve kolları askılı değil uzundu. Çok sadeydi ama güzeldi. Bel kısmındaki korseden sonra genişlemeye başlıyordu, çokta kabarık olmadığı için abartı durmuyordu.
Kendimi gerçektende orta çağda gibi hissediyordum...
Büyük bir uğraştan sonra elbiseyi kanatlarımdan geçirip üzerime giymiştim. Korsesini de taktığımda hazırdım. Banyodan çıktığımda Nova beni baştan aşağı süzdü ve memnun bir şekilde konuşmaya başladı. "Çok yakışmış. Güzel bir fiziğin varmış." Göz kırptı. "Kimin eseri tabii..." diyerek kendini övmeyi de unutmadı.
Ona gülümsedim. Biraz kendini beğenmiş olsada sevimli bir Naris’ti.
Ellerini çırptı ve beni çekiştirerek makyaj masasına oturttu. "Sıra saçta. Saçların her zaman taranmış olmalı." Eline tarağı aldı. Elleri çok küçük olduğu için tarağı iki elle tutmak zorunda kalmıştı.
Saçıma şekil verdikten sonra makyaj masasının çekmecesini açtı. Değişik bir taraklı altın toka çıkardığında kaşlarımı çatıp ona baktım. "Bence gerek yok, böyle iyi." Başını olumsuz anlamda salladı.
"Kesinlikle gerek var. Elbisenle uyumlu olmalı." Sanırım Nova beni asla dinlemeyecekti.
Tokayı saçıma geçirmeye çalışırken bir acı hissetmemle inledim. "Biraz dikkatli olur musun?"
Kıkırdadı. "Pardon, benim hatam." Saçıma taraklı tokayı sonunda taktığında rahat bir nefes aldım. Çok rahatsız hissettiriyordu. Asla bu kadar süslenen bir kız olmamıştım, şimdi ise baloya gidiyormuş gibiydim. "Bitti!" Dedi ve önüme geçti. "Çok güzel oldun... Savaş efendimiz bayılacak!" Yavaşça güldüm. Sanırım bende onun beğenmesin istiyordum ama kesinlikle bunu sesli dile getirmeyecektim.
Bakışlarımı Nova’dan çekip aynaya diktim. Bu gerçekten ben miydim? Sanki aynadan farklı biri bana bakıyordu. "Bu arada, o toka rahatsız olsanda çıkmayacak." Dediğinde ona baygın bakışlar attım ama başımı salladım. Peri iki dakikada kişiliğimi çözmüştü ve beni uyarıyordu.
Birkaç dakika sonra odadan çıkmıştık. “Hadi! Artık gitmeliyiz. Acele et Dolunay! Geç kaldık, ne kadar yavaşsın! Biz Savaş efendimizi bekletemeyiz.” Bıkkınlıkla elbisemin eteklerini tuttum ve hızla ilerleyen Nova’yı koridorlarda takip etmeye çalıştım. En azından ayağıma sandalet giydirmişti. Topuklu giydirdiğini düşünemiyordum. Krallığın insan dünyasından daha sıcak olması işime geliyordu.
“Bu elbiseyle yürümek kolay değil Nova! Ayrıca Savaş benim efendim değil, ona öyle seslenmeyeceğim.” Diye homurdandım ıssız koridorlarda ilerlerken.
"Bu taraftan." Nova sağ koridoru işaret ettiğinde iç çektim. Etrafta muhafızlar dışında kimse yoktu. Bir sürü odanın ve toplantı salonun yanından geçmiştik. Sarayda bazı kişilerle karşılaşmıştım ama hiçbirini tanımıyordum. Ben bakışlarımı kaçırmıştım, onlar ise gözlerini sanki beni tanıyorlarmış gibi üzerime dikmişlerdi.
"Dolunay?" Adımın seslenilmesiyle irkilerek arkamı döndüm. Bana seslenen ve beklentiyle bakan kişiyi görünce şaşırmadan edemedim.
Bu kraliçeydi...
"Biraz konuşabilir miyiz?"
...........
Devam edecek...
İnstagram; irem_cft_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |