
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
............
Kraliçenin zarif ve sakin adımlarla yanındaki muhafızlar eşliğinde bana yaklaşmasını izlerken soğuk terler ensemden süzülüyordu. Bir kraliçeyle nasıl konuşulurdu? Savaş’ın annesi olması zaten işleri zorlaştırıyordu, birde kadın kraliçeydi... Derin bir nefes alarak ve bunları düşünmemeye çalışarak omuzlarımı dikleştirdim.
Yanıma gelen Nova’ya döndü bakışlarım. Bana stresle bakarak bilmiyorum der gibi başını salladı.
Harikaydı!
Sanki evren şeytanın yanına gitmemi istemiyordu ve önüme bir sürü engel çıkarıyordu.
Yanıma geldiği halde yürümeye devam eden kraliçeye hayretle baktım. Beyaz kanatlarını sırtında düzgün bir şekilde katlamış, üzerine zarif kırmızı bir elbise giymiş ve saçlarını sıkı bir topuz yaparak tacını başına yerleştirmişti. Önüme geçtiğinde hafif bir gülümsemeyle tekrar bana dönmüştü.
"Yürüyerek konuşmanın daha iyi olacağını düşündüm. Bana eşlik eder misin?" Sorusuyla -ya da daha çok emriyle- başımı saygıyla önüme eğerek ona yetiştim ve arkamızda kalan muhafızları dikkate almamaya çalıştım. Kraliçenin bakışlarını üzerimde hissediyordum. "Elbise yakışmış." Dediğinde bakışlarımı yerden kaldırarak ona çevirdim ve gülümsedim.
Sanırım kraliçeyi sevmiştim. Kesinlikle kral gibi değildi.
"Teşekkür ederim, efendim." dediğimde bakışlarını yavaşça yüzümden çekti ve boş koridoru izleyerek yürümeye devam etti. Bende yanında ilerliyordum. Nova ise... ortadan kaybolmuştu.
Kraliçenin, Savaş'ın annesi olduğu öyle belliydi ki... Onun gibi gülümsüyordu. Aynı zamanda tavırları ve duruşu Savaş’la neredeyse aynıydı. Savaş’ın daha çok kime çektiği belli olmuştu. Sadece dış görünüş olarak fazla andırmıyorlardı çünkü kraliçenin saçları parlak bir sarıydı. Gözleri ise bakmayı çok sevdiğim birinin maviliklerini andırıyordu.
Kraliçe konuşmaya başladığında düşüncelerimden sıyrıldım. "Yanımda rahat olabilirsin, oğluma bağlı olduğunu biliyorum." Dehşetle gözlerimi açtım ve ani bir duraksama yaşadım. Kraliçe yürümeye devam ederken tepkime güldü.
"B-ben..." Ne diyeceğimi bilemediğim için konuşamadan dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Kralının dediklerini ciddiye almasan iyi olur." Dedi ve sakin bir ses tonuyla devam etti. "Onun haberi yok, şimdilik bilmemesi daha iyi." Başımı olumlu anlamda salladım ve çenemi kapadım. Bilmemesi kesinlikle daha iyiydi, bu sefer şimdiye kadar niye sakladınız diye bir azar daha çekerdi ve ben bunu istediğimden emin değildim.
"Ama siz... nasıl öğrendiniz? Savaş mı söyledi?" Başını olumsuz anlamda salladı.
"Ah, hayır tatlım. Gözlerinden belli oluyor." Anlamaz bir şekilde kaşlarımı çattım. "Ortada güçlü bir bağ yok ama dikkat edersen hissedebiliyorsun." Dedi ve olaya hakimmiş gibi devam etti. "İkinizde fark etmesenizde sürekli birbirinize bakıyorsunuz..." Dudaklarını büzdü. "Taht odasında olduğu gibi. Gözlerin nerede olursan ol bağını arıyor. Tahmin yürütmem gerekirse... o sana değil, sen ona bağlısın."
Kraliçe Sherlock Holmes çıkmıştı! Bu kadar dikkat etmesini beklemiyordum. Hemde hiç beklemiyordum. Kadın sadece benim bağlı olduğumu bile kısa bir görüşmede çözmüştü.
"Oğlum sana bakarken gülümsüyor..." diye devam etti kraliçe, özlemle iç çekerek. "Onu daha önce hiç böyle görmemiştim." dediğinde nefesim tuttum. "Normalde sarayda babası gibi somurtarak gezerdi." Bir şey hatırlamış gibi güldü. "Bu üç ayda ne olduysa, bunun için sana ne kadar teşekkür etsem az Dolunay..."
Şaşkınlıkla ve birazda şokla kaşlarımı kaldırdım. "Yani... Bana kızmadınız mı? Sonuçta oğlunuzdan bir süre haber alamadınız..." Omuz silkti ve ellerini arkasında birleştirerek yanından geçtiğimiz pencereleri inceledi.
"Yalan söylemesine birazcık kızmış olabilirim. Birde Avcılara bulaşmasına..." Bakışlarımı kaçırdım. Sanırım kraliçe olmasaydı oradan çıkamazdık. "Başını sürekli belaya sokuyor, rahat duramıyor..." Parlayan gözlerle bana döndü. "Yine de şu sıralar bir değişiklik var." Diyerek devam etti. "Bununda senden kaynaklandığını anlamak zor değil, Koruyucu."
Şeytanla ilk tanışmamız gözlerimin önünden geçtiğinde o anları yeniden hatırlamanın verdiği hisle dudağımda küçük bir tebessüm belirdi. Kraliçenin yoğun bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Benim hakkımda karar vermeye çalışıyordu ve onu anlıyordum. Bir anneydi, oğluna koruyucunun bağlanmasına hala anlam vermeye çalışıyor olmalıydı.
Ben... tam da düşündükleri gibi, ne kadar inkâr etsekte bela mıknatısıydım. Kral da demişti, herkes ya bana sahip olmak istiyor ya da öldürmek istiyordu ve bunu gerçekleştirmek için artık Savaş yeterliydi. O ölürse bende yaşamazdım fakat artık bunun bağ yüzünden mi yoksa aklıma her geldiğinde hızlanan kalbim yüzünden mi olacağından emin değildim.
Şeytana deli gibi aşıktım ve bu bağ işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Ona benim yüzümden zarar gelebileceğini düşünmek moralimi bir hayli bozuyordu.
“Uçma işinde biraz sıkıntın olduğunu düşünüyorum." Düşüncelerimden sıyrılarak konuşmaya devam eden kraliçeye döndüm. "Savaş bunun için sana yardım edecektir." İstesem yardım edeceğini biliyordum ama asla zamanımız olmamıştı.
"İzninizle bir şey sormak istiyorum." Kraliçe onaylayarak başını salladı. "Abimlerin nerede olduğunu biliyor musunuz? O beni bırakmazdı, bundan eminim ama gittiğimizde..." Zorlukla yutkundum. “Orada kimse yoktu.”
Kraliçe yavaşça iç çekti ve çaresizliğe bulanan bakışlarını bana yönlendirdi. "Çok araştırdık, özellikle Savaş bunun için ısrar etti ama... saldırı olduğu zaman ortadan kaybolmuşlar. Kimseden haber alamıyoruz. Ateş koruyucusu da dahil, orada sürüden geriye kimse kalmamış."
Dehşete düşmüş bir halde kelimeleri birleştirmeye çalıştım. “A-ama bu nasıl olur?”
"Aramaya devam edeceğiz. Şimdilik kesin bir şey yok, tatlım. Bir gelişme olursa sana haber vereceğiz." Kraliçenin dikkati karşımızda bize yaklaşan adama döndü. "Nova ve Ela sana buraya alışman için yardımcı olacaklardır." Resmi bir şekilde giyinmiş orta yaşlarındaki adam önümüzde durarak elinde tuttuğu birkaç belgeyi kraliçeye uzattı.
Kraliçenin karşısında hafifçe eğildi ve konuşmaya başladı. "Ordu toplantısı için her şey hazır, majesteleri." Dedi. "Tek bir sorun dışında... Prensimiz toplantıya girmemekte ısrar ediyor." Kraliçe başını sallayarak güldü.
"Tamam, sorun değil. Birkaç işi var zaten. Onu zorlamayalım." Dedi bana yandan bir bakış atarak. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bahsettiği kesinlikle benim şeytanımdı.
Kraliçe belgeleri inceledikten sonra adama geri uzattı. "Birazdan geleceğim." Dediğinde adam saygıyla tekrar eğilip uzaklaştı. Kraliçe yavaşça bana döndü. "Nova seni Savaş'ın yanına götürecektir." dediğinde başımı salladım. "Benim artık gitmem gerekiyor. Seninle tanıştığıma memnun oldum, Koruyucu.”
“Bende, efendim.” Dedim saygıyla. Adamın yaptığı gibi hafifçe eğildim. Kraliçe arkasındaki muhafızlar eşliğinde gideceği sırada bir şey hatırlamış gibi duraksadı ve gözlerime baktı.
“İçimden bir ses çok büyük bir şeylerin parçası olacağını söylüyor ve ben asla yanılmam, Dolunay.” Deyip acıyla gülümsedi. “Dikkatli ol.”
Daha ben ağzımı açıp bir şey diyemeden dönüp gitmişti. Issız koridorda yalnız başıma kalınca irkildim. "Nova?" Sesim büyük koridorda yankılandı. Sarayın neresinde olduğumuzu bilmiyordum. Sıra sıra dizilmiş pencereler bile ipucu vermiyordu çünkü ay ışığıyla aydınlanmış ormana bakıyorlardı.
Sanırım baya bir tırsmıştım.
Ofladım ve Nova’ya tekrar seslendim. "Nova!" Bakışlarımı temkinle etrafta gezdirdim. "Nereye kayboldun küçük şey..." Sessizce mırıldandım. Cevap gelmeyince gözlerimi devirdim. Kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyordum.
Arkamdan boğaz temizleme sesi geldiğinde yerimden sıçradım ve kalbimi tuttum. Nova çatık kaşlarıyla ve göğsünde kavuşturduğu kollarıyla bana bakıyordu. "Ben küçük değilim" dediğinde ciddi misin der gibi ona baktım.
"Hayır, bayağı küçüksün işte." Dedim elimle önümde dikilen bedenini işaret ederek.
"Değilim." Dediğinde kaşlarım çatıldı ama kabul ettim yoksa bu konu uzayacaktı.
"Tamam. Kabul ediyorum, küçük değilsin Novacığım.” Bir an önce Savaş'ın yanına gitmek istiyordum, o yüzden uzatmanın hiçbir anlamı yoktu.
Önümde dikilen Naris kıkırdadı. “Seninle uğraşmak çok eğlenceli. Her şeyi kabul ediyorsun." Dediğinde homurdandım.
"Sağ ol, Nova..." Sinir bozucu bir kişiliği olsada onu sevmeye başlamıştım. "Artık beni Savaş'ın yanına götürür müsün?" Başını salladı ve beni beklemeden koridorda hızlıca uçtu.
"Beni takip et!" Hiç duraksamadığı için ona zor yetişiyordum. Adımlarımı hızlandırdım.
"Nova! Biraz yavaş olur musun!" Beni duymasına rağmen durmayınca bıkkınlıkla iç çektim. Elbisemin eteklerini kaldırarak Nova’ya yetişmeye çalıştım. Karışık koridorlardan geçerek büyük bir kapının önüne gelmiştik. Nasıl yaptığını bilmesemde Nova küçük elleriyle onun yüz katı büyüklüğündeki kapıyı aralamıştı. Burası sarayın dış kapısı olmalıydı çünkü yanlarına bir sürü muhafız konuşlandırılmıştı.
Ve hepsi gözlerini bana dikmişti.
Sanırım yabancılardan hazetmiyorlardı...
Buna alışmam gerekiyordu çünkü saraydaki hizmetlilerinde sürekli bana baktıklarını fark etmiştim. Neredeyse yanlış bir şey yaptığımı düşünmeye başlayacaktım ama hayır, onlar koruyucuyu merak ediyorlardı.
Başımı kaldırdım ve sarayın büyük bahçesini aydınlatan dolunaya baktım. Ay ışığı çeşitli çiçeklere, heykellere ve ağaçlara yansıyordu. Bahçenin bu güzelliği karşısında iç çekerek bakışlarımı gökyüzünden çektim. Nova arka bahçeye ilerlemiş ve beni geride bırakmıştı. Sonra ise gelmediğimi anlayarak geri dönmüş ve bana hayretle bakmıştı.
"Neden uçmuyorsun? Kanatların sırtında süs olarak mı duruyor?" İmasıyla gözlerimi devirdim.
"Canım yürümek istiyor, Nova." dedim ve ona aldırış etmeden arka bahçeye doğru yürümeye devam ettim. Nova bana garip bakışlar atsada bir şey demedi.
Uzun bir yürüyüşün ardından büyük bir alana geldik. Daha önce görmediğim bu görüntüyle nutkum tutuldu. Hiç bu kadar melek ve şeytanı bir arada görmemiştim. Geniş bir alana yayılan ve üzerlerinde zırhları bulunan adamlar aynı düzende dizilmiş, kılıçlarıyla birtakım hareketleri yerine getiriyorlardı. Ay ışığı kılıçlarına ve zırhlarına yansıyordu.
Dikkat çekmemek için sarayın girintili duvarının arkasına saklandım ve onları izlemeye, daha doğrusu Savaş’ı bulmaya çalıştım. Nova yanıma geldi ve benim gibi duvarın arkasına saklandı. "Neden saklanıyoruz?"
"Bir ordu eğitimindeyiz, görünürsek sence de saçma olmaz mı?" Nova beni onaylıyormuş gibi mırıldandı.
Gözüm bir yere takıldığında duraksadım. Şeytanı bulmuştum!
Üzerinde tişörtü yoktu, altında ise sadece siyah kot pantolonu vardı. Askerlerin en başındaki açıklıkta durmuş onları izliyor ve hata yaptıklarında yanlarına gidip düzeltiyordu. Saçları dağınık, bakışları ciddiydi. Sanırım sinirini böyle çıkarmayı tercih ediyordu.
Etkilenmediğini söyleme...
Kapa çeneni iç ses.
Şeytan duvarın kenarına ilerledi ve yerdeki su şişesini aldı. Şişenin kapağını açarken bakışları buraya döndüğü için başımı hızla duvarın arkasına çekmek zorunda kalmıştım. Aynı zamanda Nova’yı da... Elimde debelenen küçük peri sinirlenmiş gibi görünüyordu.
Beni burada görmesi acayip saçma olacağı için eğitimin bitmesini beklemek zorundaydım. Kimseyi bölmek istemiyordum ve ortam aşırı derecede ciddiydi.
Off!
"Röntgenci gibi davranmayı tam olarak ne zaman keseceğiz?" Nova'nın elimden kurtulup konuşmasıyla gözlerimi devirdim. Bu peri röntgeni nereden biliyordu ki?
Her neyse, sorgulama Dolunay.
Neden şeytanın karşısına çıkamıyordum? Bu sorunun cevabını elbette biliyordum. Bana kızgın olacağından deli gibi korktuğum için olabilirdi. Olanların benim yüzümden olduğunu düşünürsek... sanırım tereddüt ediyordum.
"Ben cesaretimi topladığımda." Diye cevapladım Nova’yı. Ofladı.
"Tek yapacağın şey yanına gidip konuşmak. O kadarda zor değil." Sakin olmak için dişlerimi sıktım ve küçük periye baktım.
"Çok biliyorsan sen git." dediğim anda pişman oldum.
"Tamamdır." Tam oraya yönelecekti ki onu yakaladım. Avcumdan kurtulmaya çalıştığında başımı iki yana sallıyordum.
"Bunu yapmayacağız." dedim ve gitmeyeceğinden emin olunca onu bıraktım.
Başını onaylamazca salladı ve cıkladı. "Çok korkaksın." Gözlerimi devirdim.
"Sağ ol, Nova. Bunu koruyucu olduğun ve bir şeytana bağlandığın zaman tekrar konuşalım. Bakalım kim korkakmış." Diye sitemle mırıldandım. Duymuş olmalıydı.
Söylediklerime hiç aldırış etmedi, aksine yanıma yaklaştı ve omzuma oturdu. Esneyip başını boynuma yasladı. "Cesaretini toplayınca haber ver." Uyuduğunu kesilen sesinden anladım. Düşmesin diye bir kanadımı önüme doğru kıvırdım ama düşeceği falan yoktu. Sinir bozucu peri...
Omzumda bir peri uyuyordu.
Tuhaf anlar listeme bir yenisi daha eklenmişti.
Derin bir nefes alarak duvardan başımı çıkardım ve şeytanı izlemeye devam ettim. Tam dalmışken arkamdan birinin konuşmasıyla yerimden sıçradım. Nova da korkmuş olacak ki omzumdan kalkıp kanatlarımın arkasına saklandı. Korkuyla çarpan kalbimi tuttum ve arkamı döndüm. Karşımda gördüğüm ürkütücü adamdan uzaklaşmak için geriye doğru birkaç adım atmıştım.
"Davetsiz bir misafirimiz var sanırım..." Yüzü tanıdık gelmiyordu. Bir şeytandı ve hayatımda gördüğüm en büyük adamdı. Bir boynuzu kırıktı. Tanrım, bu kadar korkutucu olmak için çaba sarf etmiş olmalıydı.
“B-ben...” Üzerime doğru gelmeye başladığında geri gitmek zorunda kaldım. Yavaşça yutkundum. Geri geri giderken duvarın arkasından çıktığımı fark etmemiştim.
"Şuna bakın... pekte şirin bir şeymiş." Dediğinde dudaklarımı tedirginlik birbirine bastırdım.
"Dolunay?" Arkamda Savaş'ın sesini duyduğumda gözlerimi kapattım.
İşte şimdi yandın kızım...
Yavaşça arkamı döndüm ve bana sorar bakışlar atan şeytana baktım. Yanında sarışın bir adam vardı. O da bana bakıyordu. "Burada ne işin var?" diye sordu şaşkınlıkla.
Nova sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla kanatlarımın arasından konuştu. "Evet, bizim burada ne işimiz var?"
Bu Naris bir gün elimde kalacaktı!
Savaş bana doğru biraz daha yaklaştı ve üzerimi baştan aşağı süzdü. Dudaklarının kenarı gördüğü şeyden memnunmuş gibi kıvrıldı. Tabi o da alışık değildi bu halime... Burada gereğinden fazla süslüydüm. Arkamdaki korkutucu adamı neredeyse unutmuştum. Konuşmaya başladığında titrek bir nefes aldım. "Onu duvarın arkasında buldum, majesteleri." Konuşmasa olmazdı sanki!
Savaş başını sallayıp adama gitmesi için emir verirken kızararak bakışlarımı kaçırdım. Yanındaki sarışın adamda beni süzüyordu. Bir melekti ve muzip bir şekilde sırıtıyordu. "Bu kim?" Sorduğu soruyla Savaş kaşlarını çatarak ona döndü.
"Senin yanına bir adım dahi yaklaşamayacak olduğun kişi." Tiz bir şekilde sarf ettiği sözler üzerine adam ellerini ben masumum der gibi havaya kaldırdı.
"Sakin abi, yemedik kızı..." Adamın suratında eğlenir gibi bir ifade vardı. Nova’yı görmüş olacak ki bakışlarını oraya yönlendirdi. "Bir Naris’in var, kraliyet ailesinden misin?" dediğinde gözlerimi devirdim.
"Orkun." Savaş uyarırcasına konuştuğunda adının Orkun olduğunu öğrendiğim adamın sırıtışı daha da büyüdü. Savaş’a kısa bir bakış attı ve onu kızdırmak için bana göz kırptı. Sonrada olduğumuz yerden uzaklaşarak ordunun yanına geri döndü.
Savaş gözlerini kısmış beni izliyordu. "Evet?" dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Kollarını göğsünde bağlamıştı.
"Ne evet?" Bilmezlikten gelmek en iyisiydi.
Sırıttı. "O mükemmel açıklamanı bekliyorum. Acaba yine nasıl saçmalayacaksın, melekcik?” Boğazımı temizledim.
Aklıma bir fikir geldiğinde haince gülümsedim. Üzgünüm Nova..."Her şey Nova'nın suçu. Beni buraya o getirdi." Dediğim anda Nova hızlı bir şekilde kanatlarımın arasından çıktı.
"Ne?! Buraya gelmeyi sen istemiştin!" Savaş gülmeye başladığında homurdandım. Lanet şeytan, çok güzel gülüyordu. Kalbime zarardı kesinlikle.
Beni gülmeye devam ederken süzdü. "Ben cevabımı aldım." Dediğinde bakışlarımı yüzünden çektim. Ne anladıysa anlayabilirdi.
Bana bir adım daha yaklaştı ve elini yüzüme götürdü. Gözlerimin önüne gelen kahverengi saç tutamını kulağımın arkasına yerleştirdi. "Toka yakışmış.” Elini saçıma uzattı ve tokayı düzeltti. "Bunu çıkartmak yok." Başımı yavaşça salladım. Sanırım nefes almayı unutmuştum.
Gözlerinin içine baktım ve fısıltıyla konuşmaya başladım. "Savaş... annen sana bağlı olduğumu öğrenmiş." Kaşlarını çattı. Ellerini yüzümden çektiğinde bu anı bozduğum için kendime kızdım.
"Sen mi söyledin?" Başımı olumsuz anlamda salladım.
"Anlamış." Gülümsedi.
"Anlayacağını biliyordum ama bu kadar kısa zamanda olacağını tahmin etmemiştim." Derin bir nefes alıp elini belime yerleştirdi ve saraya doğru ilerlememizi sağladı. "Seni odana götüreyim, burası soğuk."
Üşüdüğümü o söyleyene kadar hissetmemiştim bile.
Beni yönlendirmesine izin verdim. Sarayın giriş kapısına doğru ilerliyorduk. Nova da arkamızdan geliyordu. Bu an kesinlikle huzur doluydu. Tutsak olduğum günlerin ardından iyi gelmişti ve bağımdan dolayı mıydı bilmiyordum ama şeytanın yanında olmak bana hep iyi geliyordu.
Kapıya vardığımızda muhafızlar içeri girmemiz için büyük kapıyı araladı. Tam içeri giriyorken gözümün bir yere takılmasıyla duraksadım ve kaşlarımı çattım.
Sare, duvara yaslanmış kısık gözlerle bizi izliyordu...
Ve kesinlikle dost canlısı görünmüyordu.
............
Devam edecek...
İnstagram; irem_cft_
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |