39. Bölüm

39. Bölüm

İrem Çiftçi
berceste_sb

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!

İyi okumalarr 🤍

...............

Yanımda ilerleyen Savaş'a belli etmeden bakışlarımı Sare'den çektim ve gözlerimi devirip sarayın giriş kapısına döndüm. Uygun bir zamanda, Savaş'ın ağzından bu kız hakkında laf almayı planlıyordum. Direkt hain olduğunu söylersem bana inanırlar mıydı bilmiyordum. Cevaplarına göre söyleyecektim.

Şimdilik ortalığı karıştırmak en son istediğim şeydi ve Kral zaten benden nefret ediyordu... Üstelik Sare uzun zamandır burada kalıyor gibiydi, ona çok güveniyor olabilirlerdi.

Yeni ortaya çıkmış bir koruyucuya inanmazlardı ve ben saraydan kovulmak istemiyordum çünkü gidecek başka yerim ya da bir evim yoktu.

Zaten şeytanı bırakamazdım...

Şimdilik yapmam gereken tek şey o kızı yakından izlemekti.

Savaş'ın konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrılmak zorunda kalmıştım. "Mira’yla tanıştın mı? Tam bir cadıdır ama seni seveceğine eminim." dediğinde gülüp başımı olumsuzca salladım. Mira sanırım kız kardeşi oluyordu.

Arkamızdan birinin konuşmasıyla sırıtışım büyüdü. "Ayıp oluyor ama abiciğim." Başımı çevirdim ve yaklaşık on beş yaşlarındaki, Savaş'a çok benzeyen melek kıza baktım. Abisine kaşlarını çatmıştı.

Dalgalı kahverengi saçları beline uzanıyordu. Mavi gözleri ise Savaş’ın gözlerinden biraz daha koyuydu. Üzerindeki kırmızı elbiseyle ve başındaki altın tacıyla tam bir prensesti.

Yanımıza zarif adımlarla geldi ve gülümseyerek elini bana doğru uzattı. "Ben Mira." dediğinde bende elimi uzattım.

"Dolunay." dedim. Tatlı bir kıza benziyordu.

Savaş yanımda kısık sesle güldü ve Mira'yı göstererek konuştu. "Seni ne zaman soru yağmuruna tutacağını merak ediyorum."

Mira abisine kızgın bakışlar gönderdikten sonra tatlı bir gülümsemeyle tekrar bana döndü. "Aslında... Sare’den sıkılmaya başlamıştım. İyi ki geldin." dedi. “Maalesef benim sevgili abim gözünün önündekini göremiyor.”

İşte şimdi keyfim yerine gelmişti. Mira, Sare’de ters giden bir şeyler olduğunun farkındaydı. Bu işimi kolaylaştıracaktı.

"Neyse," Diye devam etti ve elindeki altın işlemeli tacı şeytana uzattı. “Annem bunu sana vermemi istedi...” Savaş homurdanarak Mira'nın elindeki tacı aldı. "Ve çıkarmamanı söyledi."

Şeytan kıstığı bakışlarıyla tacı başına taktı ve sırıttı. Bana göz kırpmayı da ihmal etmemişti. "Çıkarmam." Onu tanıyorsam, Mira gittikten iki saniye sonra o tacı başından çıkaracaktı.

Mira, abisiyle konuşmayı bırakıp bana döndü. "Sonra seninle sohbet etmeyi çok isterim, Koruyucu." Başımı salladığımda memnunmuş gibi gülümsedi ve birkaç saniye durup ikimizi süzdü. Sonra da arkasını dönüp uzaklaştı.

Bu kız kesinlikle bir prensesti.

Yanımda bir hareketlenme olduğunda bakışlarımı koridordan çektim ve şeytana çevirdim. Tamda tahmin ettiğim gibi başındaki tacı çıkarmıştı. Ona sorar gözlerle bakan beni fark ettiğinde omuz silkip tacı bana uzattı. "İstersen sen takabilirsin, melekcik. Çok yakışır." Dedi muzip bir şekilde gülerek.

"Onu senin takman gerekmiyor mu?" Başını yana yatırdı ve dudaklarını büzerek elindeki tacı süzdü.

"Çok rahatsız edici. Boynuzlarıma değiyor." Dedi ve koridorda çok beklediğimizi fark etmiş olacak ki elini tekrar belime koydu. "Hadi. Geç olmadan odaya gitmek istiyorum."

Odamın kapısının önüne geldiğimizde içeri girdim. Şeytanda benimle birlikte içeri girdiğinde kaşlarımı çatıldı. "Senin odan yok mu?" Omuz silkti.

"Var..." Dedi ve kendini yatağımın üzerine attı. "Ama ben burada uyumak istiyorum. Nedense kendi yatağımdan daha rahat geldi gözüme. Şu işe bak." Yastığıma iyice yerleşip gözlerini kapattı. "Birazcık kestireceğim. Sende yanımda sessiz bir şekilde durabilirsin." Gözlerimi devirdim.

"Başka bir isteğiniz var mı prens hazretleri?" Dedim alayla. Kapalı olan gözlerini açtı ve kısık bakışlarla beni süzdü.

"Yanıma gelebilirsin." Sinirle gülüp başımı olumsuz anlamda salladım.

“Ciddi değildim, şeytan.” Beni dikkate almayıp omuz silkti.

"Ama ben ciddiydim. Yanıma gel." Derin bir nefes aldım. Birkaç dakika sonra, pes etmeyeceğini anladığımda üzerimi değiştirmek için dolaba yönelmiştim. Bu elbiseyle bir saat daha duramazdım. Rahat bir şeyler giymem gerekiyordu.

Ve kendime itiraf etmek istemesemde onunla vakit geçirme düşüncesi kalp atışlarımı hızlandırıyordu.

İstediği kadar odamda kalabilirdi.

Şey... sonuçta prensti. Bütün odalar onundu... değil mi?

Köşeye yerleştirilmiş büyük dolapta elbiseden başka bir şey olmadığını görünce hüzünle iç çektim. Biraz aramadan sonra düz bir gecelik elbise bulmuştum neyse ki. Banyoda elbiseyi giydikten sonra yatağın yanına geldim.

“Kay,” Savaş ilk beni süzdü, sonrada sırıtarak yatakta yana kaydı. Bir buçuk kişilik yatakta artık ne kadar kayabilirse tabii... Yanına uzandım ve başımı ona çevirdim. "Benim uykum yok ki..." O kadar çok uyumuştum ki bu gece uyuyabileceğimden bile şüpheliydim.

Aklıma bir fikir geldiğinde sırıttım. "Bir şartla burada kalırım." Kapalı olan gözlerini açtı ve merakla beni dinledi. "Saçlarınla oynamama izin vereceksin." Kesinlikle hepsini teker teker örmeyi planlamıyordum, saçmalamayın!

Birkaç saniye yüzüme ciddi olup olmadığımı kontrol etmek için baktı, sonrada yanıma yaklaşarak kollarını yavaşça belime dolayıp başını göğsüme yasladı. Bu izin verdiği anlamına geliyordu sanırım. Bir kanadını da çok geçmeden üzerime bırakmıştı.

Ellerimi kaldırdım ve parmaklarımı yavaşça yumuşacık saçlarına daldırdım. Bir tutamını aldıktan sonra üçe ayırıp örmeye başladım. Başka türlü zaman geçecek gibi değildi ve bu çok hoşuma gitmişti.

Savaş yavaşça iç çekti. "Çok güzel kokuyorsun. Burada sonsuza dek uyuyabilirim sanırım." Uykulu ses tonuyla konuştuğunda duraksadım.

"Senin gibi kokuyorum. Herkes bana şeytan kokuyorsun diyor." Başını olumsuz anlamda salladı.

"Cık," Derin bir nefes daha aldı. "Gerçek kokunu sadece ben alabiliyorum." Yok artık! Daha bilmediğim ne vardı acaba bu bağ hakkında? Adam resmen hem bana istediği şeyi yaptırabiliyor, hemde ayrıcalıklı gibi gerçek kokumu alabiliyordu.

Şanslı gıcık şeytan.

"Savaş" Dediğimde mırıldandı.

"Efendim bebeğim" saçının diğer tutamını da alıp örmeye başladım.

"Sare’ye güveniyor musun?" Başını olumlu anlamda salladı. "Peki, sana kötü bir şey yaptığını söylesem bana inanır mısın?" Bıkkın bir nefes alarak başını göğsümden kaldırdı. Keyfi kaçmıştı. Uykulu gözlerini kuşkuyla yüzüme dikmişti.

"Nereden çıktı şimdi bu?" Omuz silktim ve düşüncemi dile getirdim.

"Ona güvenmiyorum... Filmlerdeki ihanet eden gıcık sarışın yan karaktere benziyor." dedim.

Gülerek umursamaz bir şekilde başını tekrar göğsüme yasladı. "Onu çok uzun zamandır tanıyorum, iyi biridir." Off! İşim kesinlikle zordu.

"Ama... ya değilse?"

"Ona güveniyorum." Dedi ve devam etti. "Seninde onu zamanla seveceğine eminim." Yanlış bir şey söylememek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

O iş yaştı biraz.

Şu anda ne yaptığını söyleyip anı bozmak istemiyordum, zaten bana da inanacağa benzemiyordu. Bir açığını yakalamalı ya da önceden plan kurmalıydım. Ufacık bir kanıta bile razıydım ne yazık ki.

Gözlerimi kapattım ve yavaşça iç çektim. "İyi geceler şeytan..."

"İyi geceler melekcik..."

..........

Birinin beni kolumdan dürtüklemesiyle gözlerimi açmak zorunda kalmıştım. İçeri giren gün ışığı sabah olduğunu gösteriyordu. Yine uyumayacağım demiş ve uyuyakalmıştım. Harikaydı!

Gözlerimi yavaşça araladım ve önümde, endişeli gözlerle beni izleyen küçük periye, yani Nova’ya baktım. "Dolunay! Kalk artık bir sorunumuz var!"

O sorun olmasa olmazdı zaten!

Ofladım ve gözlerimi uyanabilmek için kapatıp açtım. Şeytanla hala aynı pozisyonda duruyorduk. Kolum uyuşmuştu ama hareket etmeyecektim. Onu uyandırmamak için kısık sesle konuştum. "Sorun ne? Benim halledebileceğim bir şey mi?" Nova başını olumsuz anlamda salladı.

"Savaş efendimize ihtiyaç var, sarayda herkes onu arıyor. Hizmetliler dahil." Şimdi anlamıştım. Nova Savaş'ı uyandıramayacağı için beni uyandırmıştı. Sarayda Savaş'ı aramalarının sebebi ise benim odamda olduğunu bilmemeleriydi.

Kurumuş dudaklarımı ıslattım ve yerimden doğrulup şeytana baktım. Onu nazikçe uyandıracakken odanın kapısının bir anda açılmasıyla irkilerek bakışlarımı oraya çevirdim.

İçeri Mira girmişti. Pardon, dalmıştı. "Burada olacağını biliyordum!" Dedi ve telaşla içeriye doğru bir adım attı. "Abi! Kalk!"

Mira'nın sesiyle Savaş gözlerini araladı. Yerinden hızla doğrulup çatık kaşlarıyla neler olduğunu anlamaya çalıştı. "Bir sorun mu var?" dediğinde Mira hızla cevap verdi.

"Sınırda baskın var, doğu kapısını açmışlar!" Savaş birtakım küfürler savurarak yataktan kalktı ve kapıya ilerledi. Mira da önden çıkmıştı.

Şeytan tam çıkarken homurdanarak duraksadı. Sanki aklına bir şey gelmişti. Kapının önünde karışmış saçlarını düzeltirken bana döndü. "Bir yere ayrılmıyorsun." Dedi. Sonrada Nova’ya kısa bir bakış atıp odadan çıktı.

Arkasından gözlerimi devirmiştim. Vampirlerden sonra belaya bulaşmak gibi bir amacım yoktu zaten...

Onlar dışarı çıktıktan sonra bir süre durdum ve kaşlarımı çatarak Nova’ya döndüm. "Sorun ne peki?" Başını hüzünle salladı.

"Kimse bilmiyor, sabah saraya baskın uyarısı geldi. Kimin yaptığını ise bizden saklıyorlar." Aldığım cevapla hızla yataktan kalktım. Dışarı çıkıp neler olduğunu öğrenecektim.

Hayır, gidip savaşmayacaktım ya da kendimi ortaya atmayacaktım. Şeytana bir zarar gelmediği sürece yerimde oturmakta kararlıydım.

Odanın köşesindeki dolaba yöneldim. Elbiselerden birini seçip oyalanmadan üzerime geçirdim. Saçlarımı kısaca taradıktan sonra hazırdım.

Taht salonuna giden yolda geçtiğim koridorların hepsi boştu, sanki saraya sessizlik çökmüştü. Bakışlarımı boş koridordan çekip Nova'ya çevirdim. "Beni onların yanına götürür müsün?"

Nova kararsızca bana baktı. "Merak etme, sadece neler olduğunu öğreneceğim." Diye devam ettim. Bir süre daha yüzüme tereddüt eder gibi baktı. Sonra da kararını verip önden ilerlemeye başladı.

Harika. Elin perisi bile bana nasıl güvenmiyorsa artık, başımı belaya sokacağımı düşünüyordu.

"Bu taraftan." Önden giden periyi hızlı adımlarla takip ettim.

İlerledikçe koridorlar kalabalıklaşmaya, zırhlarını kuşanmış melek ve şeytanlar çoğalmaya başlıyordu. Sonunda dış kapının önündeki açıklığa geldiğimizde kaşlarımı çatıp etrafı süzdüm. Ela’yı gördüğümde rahat bir nefes aldım. Alp'in yanındaydı, endişeli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı.

Beni gördükleri anda Ela’nın gözlerinde biriken endişenin yerini çaresizlik almıştı. Nova bu görüntüye şahit olmak istemediği için anında yanımdan ayrılmıştı.

"Neler oluyor?" Diye sordum yanlarına yaklaşıp. Alp sıkıntıyla iç çekti.

"Çok kötü şeyler oluyor..." Dedi ve tekrar Ela'ya döndü. "Oraya gitmem lazım Ela, benim görevim bu." Ela başını olumsuz anlamda salladı.

"Oraya gitmeni istemiyorum abi..." Kendini tuttuğu çok belliydi. Ağlayacak gibi duruyordu. “En son gittiğinde tutsak edildin!”

Alp bana yardım ister gibi baktı. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve bakışlarımı ağlayan arkadaşıma çevirdim. Tam konuşacakken, Ela öne doğru bir adım attı ve Alp’e sıkıca sarıldı.

"Hemen gidip geleceğim, sorun yok." Alp konuştuğunda yavaşça yutkundum. Başımı başka tarafa çevirdim. Sanırım sorunumuz çok büyüktü. Ela bu kadar endişelendiğine göre benimde yavaştan panik olmam gerekiyordu, yani bana öyle gelmeye başlamıştı...

Aradan geçen birkaç dakikanın ardından Alp Ela’dan ayrılmak zorunda kalmış ve arkasında topladığı askerlerle birlikte saraydan çıkmıştı. Sınıra gidiyorlardı.

Herkes endişeliydi. Koridoru gergin bir hava esir almıştı. Başımı tekrar Ela'ya bakmak için çevirdiğimde, onu yerinde görememiştim. Nereye gitmişti bu kız?

"Ela?" Beni bu gürültüde duyması imkansızdı. Kaşlarımı çatarak etrafı süzdüm ve koridorda ilerleyerek onu aramaya başladım.

Birkaç dakika sonra bir kapının önünde, içeriden Savaş'ın sesini duymamla durmuştum. Merakıma yenik düşüp kapıya yaslanarak içeriyi dinlemeye başlamıştım. "Doğu tarafındaki evleri boşaltmalıyız, bir birlik gönderin ve halkı derhal kuzey tarafına yönlendirin."

"Efendim bu planlanmış bir baskın, dün gece kuzey tarafında görülmüşlerdi. Ne yazık ki saldıracaklarına ihtimal vermedik çünkü koruyucu burada güvende. Halkı oraya yönlendirmemizi bekliyor olabilirler." Başka bir adamın sesi gelmişti şeytanın ardından. Anlaşılan içerisi kalabalıktı.

"Abim ne önerdi?" Diye sordu Savaş.

"Sınıra gitmeyi." Sınıra mı gideceklerdi? Ela’nın Alp gitmesin diye yalvardığı sınır... Yavaşça yutkundum ve dinlemeye devam ettim. Kalbim endişeyle çarpıyordu şimdi.

"Pekala, öyle yapacağız... Zırhları hazırlayın ve kılıcımı getirin." Deyip devam etti. "Bende geleceğim." İçeriden adım sesleri geldiğinde kapının önünden çekilmek zorunda kaldım.

Savaş kapıyı açıp dışarı çıktı. Kapının kenarında sıkıntıyla ona bakan beni gördüğünde kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. "Dolunay?"

"Gidecek misin?" diye sorduğumda başını olumlu anlamda salladı.

"Orada olmam gerekiyor. Abimi yalnız bırakamam." dedi ve derin bir nefes aldı. "Sarayda Ela'nın yanında beklemeni istiyorum. Burada güvende olursun."

"Savaş..." Başını sallayıp sözümü kesti.

"Üzgünüm ama bu sefer olmaz, sarayda bekleyeceksin. Seni tehlikeye atamam." Dediğinde kanatlarımı sinirle açıp kapadım.

“Sen gidersen ben yine tehlikeye girerim şeytan! Bu nasıl bir çözüm yolu?!” Sinirime aldırış etmeden yanımıza gelen arkadaşına döndü bakışları.

"Orkun," dedi ilk defa antrenman alanında tanıştığım arkadaşına. "Dolunay saraydan bir yere ayrılmayacak." Orkun bana bakarak olumlu anlamda başını salladı.

“Emredersiniz, prensim.” Dediğinde bakışlarımı suratından çektim ve yere diktim. Tanrım, bana ne oluyordu? Onun için endişeleniyordum ama bu kendi canımı düşündüğümden değildi. Hayır, ona bir zarar gelecek diye ödüm kopuyordu.

Aşık olmak ne kadar zordu! Kimse bana böyle olacağını söylememişti...

Şeytan birkaç dakika yüzüme baktı ama bakışlarımı yerden kaldırmamakta ısrar ettim. Trip attığımı ve ağlamak üzere olduğumu anlamış olacak ki hiçbir şey demeden bana sarıldı. Kanatlarını etrafıma dolayıp dudaklarını kulağıma getirdi ve fısıldadı.

“Geldiğim zaman istediğin kadar bana kızabilirsin melekcik. Endişelendiğini biliyorum, iyi olacağım.” Dayanamayıp kollarımı boynuna doladım ve kokusunu -kokumu- içime çektim.

“Sana bir şey olursa gerçek doğa koruyucusuyla tanışırlar, şeytan.” Savaş gülmemek için kendini zor tuttu.

“Bir biz tanışamadık şu doğa koruyucusuyla.” Dediğinde sinirle inledim.

“Savaş!” diye bağırdım. “Güçlerim sadece biraz çekingen. Beni dinlememeleri benim suçum değil!” Gülerek ayrıldı benden.

“Tamam, demedim bir şey.” Başını sallayarak gülerken köşede bizi büyük bir sırıtmayla izleyen Orkun’a döndü. Orkun gözlerinden ne dediğini anlamış olacak ki başını eğdi ve yanıma geldi.

Birkaç dakika sonra şeytan gitmişti. Zırhını giymiş, getirilen kılıcını almıştı. Sarayın büyük kapısından çıkarken onu izlemiştim.

Yanımda olan Orkun benimle birlikte sarayın kapısını izliyordu. Kısık bir sesle konuşmaya başladığında gözlerimi devirdim. "Onu hiç böyle görmemiştim, ilginç..."

Ona aldırış etmeden Ela’yı aramaya devam etmek için koridorlarda ilerledim. Arkamdan gelen Orkun’u fark ettiğimde ise kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

"Sürekli beni mi takip edeceksin böyle?" diye sorduğumda omuz silkti. Üzerindeki zırhı yeni doğan güneşin ışığıyla parlıyordu. Kanatları sırtında sıkıca katlanmıştı.

"Üzgünüm ama ölmek istemiyorum, emir büyük yerden geldi." dedi ve sırıtarak ilerlememi bekledi. Bu işten çok keyif alıyordu anlaşılan...

Onu umursamadan Ela’yı aramaya devam etmiştim ama bulamayınca pes etmiş ve sarayın giriş kapısının önünde, pencerenin kenarında beklemeye başlamıştım. Bir süre sonra ise omzumda bir el hissetmemle irkilerek arkamı dönmüştüm. Ela beni bulmuştu.

"İyi misin?" Sorduğum soruyla başını olumlu anlamda salladı.

"İyiyim." İyi gözükmüyordu. Alp için endişelendiği çok açıktı.

Bakışlarımı üzgün yüzünden çektim ve dışarıya çevirdim. Yapabileceğim bir şey yoktu ne yazık ki çünkü bende deli gibi endişeleniyordum. Kral ve Kraliçe ortada görünmüyordu, Mira’nın ise nerede olduğu muammaydı. Sarayda sadece hizmetliler ve muhafızlar vardı.

Birkaç dakika sonra, Sare'nin bu tarafa doğru geldiğini gördüğümde bıkkınlıkla iç çektim. Onun yalanlarıyla uğraşacak halim yoktu. Yine ne yumurtlayacağını merak ediyordum aslında ama gerçekten sırası değildi.

"Elacığım, iyi misin?" Çok yapmacıktı! Bu melek ve şeytanların hiçbiri yaz dizisi izlememiş miydi?!

Adamlar ortaçağdaki gibi giyiniyor ve kral ile kraliçeyle yönetiliyorlar Dolunay... neyse ki ampuller için falan elektrik vardı ama burada her şey büyüyle oluyordu. Off!

"İyiyim efendim." Ela cevap verdiğinde Sare bakışlarını ondan çekti ve gülümseyerek bana döndü. O gülümseme çok pis gelmişti gözüme ama sustum. O da önüne dönüp pencereden dışarıyı izlemeye başladı.

"Güney tarafından da saldıracaklar, çok şansımız olacağını sanmıyorum..." Konuşmaya başladığında kaşlarımı çatarak başımı hışımla ona çevirdim. Açık vermişti!

Sonunda!

"Sen bunu nereden biliyorsun peki, Sareciğim?" dediğimde keyifle, yanlış bir şey söylediğini fark etmesiyle afalladı. Sonrada durumu kurtarmak için gergin bir şekilde güldü.

"Tahmin etmesi zor değil." Dedi. Sesinde tedirginlik vardı. Ela’ya kısa bir bakış attı. Sonrada bakışlarını tekrar bana çevirdi. Ela'nın bir şey anlamadığını gördüğünde rahat bir nefes almıştı çünkü kızın aklı başka bir yerdeydi.

Aceleci adımlarla yanımızdan ayrıldığında arkasından kahkaha atmamak için zor tuttum kendimi.

Aptal kız bir şeyi unutuyordu...

Orkun.

Başımı arkamızda, duvarın tam yanında sessizce duran Orkun’a çevirdim. Her şeyi duymuştu. Gözleri kuşkuyla kısılmıştı ve eli kılıcına gitmişti.

Sare’nin gidişini sessizce izledikten sonra bana döndü. "Bunu tahmin etmesi mümkün değildi."

"Bir şeyler çeviriyor, sende duymuş oldun." dediğimde başını yavaşça salladı ama yorum yapmadı. Şimdilik bununla ilgilenemezdi, yanımdan ayrılmaması gerekiyordu.

Her şeyi açıkladığımda kanıta ihtiyacım olacaktı ve ben o kanıtı çok güzel bulmuştum.

..........

Kaç saat olmuştu bilmiyordum. Akşam olmuştu ama kimseden ses seda çıkmıyordu. Ela’yla hala sarayın giriş kapısının önünde bekliyorduk. Mira da sonradan yanımıza gelmişti. Kral ve kraliçe ise ortalarda hiç gözükmemişlerdi. Stresten hiçbirimiz ne yemek yemiş ne de doğru dürüst konuşabilmiştik.

Aradan geçen bir saatin daha ardından saray kapısının sesli bir şekilde açılmasıyla irkildim. Başımı yasladığım pencereden kaldırdım ve etrafa baktım. Yaralılar vardı, onları sedyeyle hızla yanımızdan geçirip revire götürürlerken şaşkınlıkla yerimde donakalarak olanları izliyordum. Etraf bir anda kıyamet alanına dönmüştü. Kanla kaplanmış melek ve şeytan askerler saraya akın ediyordu.

Ela hızla yanımdan ayrıldı ve kapıya doğru ilerledi. Alp’i arıyordu. On beş dakikanın daha ardından hala Savaş'ı etrafta görememiştim. Endişelenmeye başlıyordum. Neredeydi bu şeytan?

Rahatlamak için derin derin nefes alarak aramaya devam ettim. Giriş boşalmıştı, birkaç kişi dışında herkes revirde olmalıydı. Ela’yı göremiyordum, Alp’i bulmuş olmasını umuyordum. En son gelen komutanlar beklemeden toplantı odasına gitmişlerdi çünkü. Yanlarında bir ara Savaş’ın abisini görmüştüm ama kendisi yoktu.

Çaresiz bakışlarımı Orkun’a çevirdim. O da biraz endişelenmişe benziyordu. Bana bilmiyorum der gibi başını salladı.

Giriş kapısında tekrar hareketlenme olduğunda başımı oraya çevirdim. Savaş'ı görmemle yerimde doğruldum. Yaralıydı, üzerinin belli yerlerinde zırhını aşıp geçen kesikler ve kan vardı. Yüzünü de aynı şekilde yaralar kaplamıştı.

Titrek birer nefes aldım ve yardım etmek için bekleme yapmadan ona doğru bir adım attım. Beni fark ettiğinde başını hızla olumsuz anlamda salladı. "Hayır! Bana yaklaşmak yok." Kaşlarımı çattım. Bakışlarını arkamdan gelen Orkun’a çevirdi. "Orkun, tut onu yanıma gelmesin."

"Ne?" Neden yanına gitmemi istemiyordu?

"Olduğun yerde kal, üzerimde kurtboğan var." dediğinde nedenini anlamıştım. Diğer yarım kurttu, elbette bu bitki bana zarar verirdi. Fantastik kitaplarda okuduğum kadarıyla kurtları zehirleyen bir bitkiydi.

Gözlerini kapattı ve burun kemerini sıkarak derin bir nefes aldı. "Şimdi, sen etkilenmeden bu odadan çıkacaksın, bende temizlenip yanına geleceğim." Daha fazla sorun çıkarmamak için çenemi kapadım ve başımı sallayarak dışarı çıktım. Zaten boğazım yanmaya başlamıştı, bir süre daha kalırsam nefes alamazdım.

Odama çıktım ve şeytanı beklemeye başladım. Revire yardım için gitmek istemiştim ama izin vermemişlerdi. İçerisinin kurtboğan dolu olduğunu söylemişlerdi.

Kurtboğan kullanmalarının sebebini bir süre düşündükten sonra anlamıştım. Baskını kurtlar yapmış olmalıydı. Onlardan korunmak için bu yönteme başvurulmuştu ve boğazımın hala geçmemiş olan acısına dayanarak, kesinlikle etkili bir bitki olduğunu söyleyebilirdim.

Saat gece yarısını bulduğunda Nova'yla birlikte odada bekliyorduk. Bana Naris masalları anlatıyordu. Kimseden ses çıkmamıştı. Son durumu bilmiyorduk, beklemekten ikimizde sıkılmıştık.

"Lütfen, artık yanlarına gidebilir miyiz?" diye bininci kez bıkkınlıkla sorduğumda Nova sonunda kabul etti. Onu ikna etmek için saatlerdir uğraşıyordum.

Odadan çıkıp toplantı salonunun olduğu yere gittim. Orada olmaları çok yüksek bir ihtimaldi çünkü muhafızlarda dahil bir sürü kişi odanın önünde toplanmıştı. Salonun kapısı açıktı. Çok önemli bir toplantıda olduklarını tahmin ediyordum.

İçeriden yükselen sesler kulağıma geliyordu. Ses çıkarmadan kapının önünde herkes gibi durdum ve içeriyi dinlemeye başladım. Kimse neyse ki bir şey demedi ama gözler üzerime dönmüştü bile. Savaş konuşuyordu.

"Emre'nin sürüsünün bize saldırdığını ona söylemeyeceğim..."

............

İnstagram; irem_cft_

Devam edecek...

Bölüm : 22.07.2025 19:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...