
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
.............
Savaş konuştuğunda kapının önünden yavaşça geri çekildim ve yüzüme yerleşen dehşet verici ifadeyle duvara yaslandım. Nefes alamıyordum. Abim böyle bir şey yapmazdı, yapamazdı. Bir sorun vardı!
Kesinlikle bir sorun vardı! Vampir Kraliçe Savaş'a yaptıklarının aynısını sürüye de yapmış olmalıydı. Ya abim? O buna nasıl izin vermişti? Başımı düşüncelerimden kurtulmak istercesine salladım ve derin derin nefesler aldım. Bize saldırdıkları için zarar görmüş olabilirlerdi. Ölmüş bile olabilirlerdi!
Gözlerimin yanmaya başladığını hissediyordum. Koridordaki bütün bakışlar üzerime dönmüştü ama titrememi durduramıyordum. Neden her şey bu kadar kötü gitmek zorundaydı?
Toplantı odasından tekrar Savaş'ın sesi geldiğinde dikkatimi sözlerine verdim. Boğazıma bir yumru oturmuştu. "Bunu kraliçe yapmadı, o bu kadar güçlü değil. Bir sürüyü kontrol edemez."
Savaş'ın abisi söze girdi. "Yeni bir düşman kazandık, ne güzel!" Sinirle gülmeyi ihmal etmemişti.
"Ne istediklerini öğrenmeliyiz." Dedi Savaş ve devam etti. "Emre’yi ve Yiğit’i orada göremedim, onlar kontrol altında olmayabilirler. Büyük olasılıkla tuzağa düştüler."
Gözümdeki yaşı elimin tersiyle sildim ve duvardan uzaklaştım. Bunun bir açıklaması olmalıydı! Gözlerimin kızardığına emindim. Üzerimdeki bakışları umursamadan geldiğim yolu geri arşınladım. Nova arkamdan geliyordu.
"Dolunay, iyi misin?" diye sordu. Değildim.
"İyiyim." Küçük kanatlarını yanımda uçmak için çırparken bana anlamaz bakışlar atıyordu.
"Nereye gidiyoruz?" Sorusuna cevap vermedim. Düz koridorda ilerlemeye devam ettim. "Bu yol revire gidiyor." Başımı salladım.
Revire gidip Alp’lere bakacaktım. Ondan sonrada dışarı çıkacaktım. Biraz yalnız kalıp düşüncelerimi toparlamam gerekiyordu. Hayır, aslında bir ağacın altına oturmak ve kanatlarımı etrafıma sararak hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Düşüncelerimi toplamak bahaneydi.
İçeride kurtboğan olmasına aldırış etmeden bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım ve revirin kapısını araladım. İçeri girdiğim anda boğazım acımaya başlamıştı ama o kadar da kötü değildi. Dayanabilirdim. Sıra sıra dizilmiş beyaz yataklarda yatan yaralıları gördüğümde gözlerim tekrar doldu.
Bakışlarımı kalabalık revirde gezdirdim. Bazı yatakların yanında yaralıların refakatçileri vardı. Şifacılar her yerdeydi. Sonunda gözüm en sondaki yatağa takıldı. Ela, Alp'in yattığı yatağın başucunda oturmuş elini tutuyordu. Boğazımın yanması biraz daha fazlalaşmıştı. Geçmesini beklemek saçmalık olacağı için revirde temkinli adımlarla arkadaşlarımın yanına ilerledim.
Ela kızarmış gözlerini bana çevirdi. Aslında Alp iyi gözüküyordu, hatta gülümsüyordu. Neden gülümsediğini anlamak için kaşlarımı çattım ve sorar bakışlarımı ona diktim.
Alp parıldayan bakışlarını bana çevirdi. "Heh! Dolunay, iyi ki geldin." Dedi ve burnunu çeken Ela’yı gösterdi. "Şu kıza artık ağlamamasını söyler misin? Ben iyiyim, bir şeyim yok."
Alp'in iyi olduğunu duyduğum için rahatlamıştım. Sandalyede oturan Ela'nın yanına yaklaştım ve elimi omzuna koydum. "Ela, Alp iyiymiş. Bak kendisi söyledi, neden hala ağlıyorsun?" Gözyaşlarını elinin tersiyle silip bana döndü.
"O ağlamamam için yalan söylüyor." Dediğinde bakışlarımı Alp’e çıkardım. Gerçekten iyi olup olmadığını anlamak için bedeninde gözlerimi gezdirmiştim. Sadece kolunda ve bir kanadında sargı vardı.
"Kötü olsam sence burada gülümseyerek konuşur muydum?" Ela başını salladı.
"Konuşurdun. Ölümden dönsen bile konuşursun." Dediğinde Alp gözlerini devirdi.
"Off! Ağlama artık Ela, her tarafı sümük yaptın!" Alp yalvaran bakışlarını bana çevirdi. Yardım ister gibi bakıyordu.
İsteğini seve seve kabul edip gülümsedim. "Ela, biz seninle odaya gidelim mi? Hem Alp’te biraz dinlenmiş olur." Omuz silkti ve burnunu çekti.
"Buradan ayrılmayacağım." Alp bıkkın bir nefes aldı.
"İnatçı keçi." Dediğinde ufak bir kıkırdama kaçtı dudaklarımın arasından. "Uyuyacağım ama senin yüzünden uyuyamıyorum. Git odada dinlen sonra gel. Abin istesede bir yere kaçamaz zaten." Diyerek sargıyla kaplanmış yerlerini işaret etti.
Biraz daha konuştuktan sonra Alp sonunda güç bela Ela’yı ikna etmişti. Zaten burada biraz daha onlarla kalırsam nefes alamayacaktım. Kurtboğanın etkisi giderek artıyordu. Bana bu kadar dokunacağını düşünmemiştim ama yüzüm konuşmanın sonlarına doğru hafiften buruşmuştu.
Boğazımın acısını biraz olsun dindirmek için öksürdüm ve Ela'nın Alp’ten ayrılmasını bekledim. Ela yanıma geldiğinde Alp’e veda ettik. Daha fazla oyalanmadan onu da alıp revirden çıkmıştım. Şimdi benim odama gidiyorduk. Biraz gözümün önünde dursa iyi olurdu. Belki ikna edebilirsem uyumasını bile sağlayabilirdim.
"Ah, neredeyse unutuyordum! Revirde kurtboğan vardı, Dolunay. Sen nasıl içeri girdin?" Diye sordu Ela hayretle. Yanımda suratı beş karış yürüyordu ve onu çok iyi anlıyordum. Duyduklarımdan sonra benimde sohbet edecek halim yoktu.
"O kadarda etkilemedi aslında." Yalan söylediğimi anlamamasını umuyordum çünkü boğazım aşırı derecede yanıyordu. Sesim bile düzgün çıkmamıştı.
Dalgın bir şekilde başını salladı ve önüne döndü. Odama geldiğimizde Ela’yı duşa girmesi için ikna etmiştim. Şimdi de koltukta oturmuş uyumasını bekliyordum. "Sence neden Krallığa baskın yaptılar?" Sorduğu soruyla bakışlarımı pencereden çektim ve yatakta uzanan arkadaşıma çevirdim.
“Bilmiyorum...” Dediğimde öfke dolu bakışlarını duvara dikti. Pencerenin kenarındaki koltuğa biraz daha yayıldım ve kanatlarımı esnettim.
"Onlar her kimse, umarım bir an önce bulunurlar ve bize yaptıklarının aynısını yaşarlar." Dedikleri karşısında endişeyle dudaklarımı dişledim. Açıkçası bu istediğim bir şey değildi. "Kimin yaptığını bulmuşlardır değil mi? Gidip bakalım mı?" Dedi ve yataktan doğruldu.
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bence daha bulamamışlardır. Sen uyu, uyanınca birlikte gider bakarız." Alp'in de dediği gibi, Ela gerçekten inatçıydı. Umarım uzun bir süre baskını abimin yaptığını öğrenmezdi.
"Sen Savaş’a sorarsın o zaman..." Üzgünüm Elacığım ama bugün Savaş'ın yüzünü görmek istediğimi sanmıyorum. Ona görünmemek için kaçmayı bile planlıyordum. Öğrenmem gereken ve beni oldukça ilgilendiren bir şeyi bana söylemeyecekti az kalsın.
Uzun bir süre karşılaşmak istemiyordum şeytanla çünkü beni oldukça incitmişti. Küçük bir kız değildim, benden böyle şeylerin saklanması iyiliğim için olsa bile hayal kırıklığına uğramama neden oluyordu. Güvenilmez olduğumu mu düşünüyorlardı?
Ama ben bir şeytana hayatımı emanet etmiştim.
"Sorarım." Dedim ve dudaklarımı birbirine bastırıp pencereden dışarıya baktım. Artık ne kadar kolay yalan söylediğime ben bile hayret ediyordum ve bundan ölesiye nefret ediyordum.
"Dolunay..." Ela bana seslendiğinde ona döndüm. "Her şey için teşekkür ederim." Kaşlarım çatıldı.
"Teşekkür etme... Sen benim arkadaşımsın. Daha doğrusu, size hayatımı borçluyum. Geri gelmemiş olsaydınız muhtemelen o zindanda çürürdüm." Dediğimde bana buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi ve yorum yapmadı. Gözlerinden minneti okunuyordu.
Bir süre onu izledikten sonra başımı tekrar pencereye çevirdim. Pencerenin kenarında koltuk olması işime gelmişti.
Dışarıda yağmur bütün şiddetiyle devam ediyordu. Krallık duygularıma tercüman olarak kasvetli bir havaya bürünmüştü. Yavaşça iç çektim ve yağmur damlalarının pencereye vurmasını izlemeye devam ettim.
Ela uyuduğu zaman dışarı çıkacaktım. Başımı derde sokmak gibi bir niyetim kesinlikle yoktu. Sadece canım yağmurda ıslanmak ve ağlamak istiyordu. Ela'nın yanında ağlamak istemiyordum. Zaten kötüydü, birde beni görürse daha kötü olurdu. Bir ağlama seansına daha neden olamazdım.
Nova'nın yanımda belirmesiyle bakışlarımı pencereden çektim. "Dolunay, Savaş’a onları duyduğunu söylemen gerekiyor..." Nereden çıkmıştı şimdi bu?
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bilmesini istemiyorum." Nova pencerenin kenarına geçti ve oturdu. Gözlerimin içine kararsız bir şekilde baksada isteğime boyun eğdi.
"Peki, sen nasıl istersen." Dedi. Sonrada benim gibi dışarıyı izlemeye devam etti. Israr etmemesini garipsemiştim.
Bir süre pencereyi izlemeye devam ettim. Sonrada sıkıntıyla konuştum. "Neden her şey bu kadar kötü olmak zorunda?" diye sorduğumda Nova kaşlarını çattı. "Bir şeytan... Nasıl hem beni üzüp hem de gülümsememi sağlıyor?" dedim ve duraksadım. "Ben ona neden bağlandım? O kadar kişi varken..." Gözlerim tekrar dolmaya başlamıştı. "Bu soruların cevaplarını istiyorum."
Nova susmuştu. Konuşmuyordu. Bakışlarımı su damlalarının kaydığı pencereden çektim ve Ela'ya çevirdim. Uykuya dalmışa benziyordu. "Nova, Ela'nın yanından ayrılmanı istemiyorum." dediğimde Nova hayretle baktı bana.
"Bir yere mi gidiyorsun?" Başımı salladım.
"Biraz yalnız kalacağım." Beni durdurmak için hızla uçarak önüme geçti.
"Dolunay, Savaş Efendimize söylemeden bir yere gidemezsin. Beni bu konuda uyardı. Çok tehlikeli. " Gözlerimi devirdim.
"Bak, sadece biraz yalnız kalacağım. Zaten o nereye gittiğimi anlayacaktır. Bağım sağ olsun beş saniye bile ayrı kalmamıza izin vermiyor." Nova kararsız bir şekilde yüzüme baktı. Bakışlarımı ondan çektim ve Ela’yı işaret ettim. "Onun yanında birinin durması gerekiyor."
Küçük peri başını olumsuz anlamda salladı. Sonunda pes etmek zorunda kalan ben olmuştum yoksa buradan asla çıkamayacaktım. "Tamam, geliyorsun." Nova bana tatmin olmuş bir gülümseme bahşetti ve önden ilerlemeye başladı. Bir iki dakika durdum. Ela’ya kısa bir bakış atıp oyalanmadan dışarı çıktım.
Şeytana gözükmeden dışarı çıkmam gerekiyordu ama ondan önce Alp'in yanına uğrayacaktım. Bir şeyleri tam olarak öğrenmem lazımdı ve anladığım kadarıyla Krallık bana güvenmiyordu. Zaten Kral benden hiç hoşlanmamıştı.
"Önce revire gideceğiz." dediğimde Nova itiraz etmedi.
Saraydaki hizmetlilerin dikkatini çok çekmeden revire ulaşmıştım. Neyse ki Savaş ortalıkta görünmemişti. Suratına bakabileceğimden emin değildim. Bana güvenmemesi o kadar incitmişti ki kalbimi... dile getiremeyecektim bir süre. Revirden içeri girdiğimde boğazım tekrardan acımaya başlamıştı. Bu sinirimi bozuyordu ama mecbur katlanacaktım.
Bakışlarımı Alp'in olduğu yere çevirdim. Uyanıktı. Bir şifacı sargısını değiştiriyordu. Onun yanına gelmemin nedeni abimin saldırdığını bilip bilmemesiydi. Orada bulunduğu için bir şeyler biliyor olabilirdi. Ve evet, kesinlikle bir şeyler biliyordu.
Aceleci adımlarla yanına ilerledim. Beni gördüğünde kaşlarını çattı ve yerinden doğruldu. "Ela'ya bir şey mi oldu?" Diye sordu panikle.
"Hayır, o iyi. Odamda uyuyor." dedim ve yatağının yanındaki sandalyeye oturdum.
"Sen gelmeseydin o cadı buradan ayrılmazdı." Dedi gülerek ve tekrar yatağa uzandı. Şifacının gitmesini izlerken konuştum.
"Uyumaya zor ikna ettim zaten." Dediğimde başıyla onayladı.
Bir süre konuşmadım ve konuya nasıl gireceğimi düşündüm. Aramızdaki sessizlik büyüdü. "Alp..." dememle sözümü kesmesi bir oldu.
"Baskını kimin yaptığını öğrendin mi?" Çaresizlikle başımı salladım. "Bu senin suçun değil biliyorsun değil mi?"
"Biliyorum ama..."
"Aması yok. Onlar bir alfanın kontrolü altındaydılar. Bu senin suçun değil." dedi ve devam etti. "Şimdi kendini suçlamaya bırak ve benim söyleyeceklerimi iyi dinle." Kaşlarımı çattım ve merakla onu dinlemeye başladım.
Bir süre duraksadı, ardından revirde gözlerini gezdirirken sessizce konuştu. "Onları kontrol eden Vampir kraliçe değildi. Başka bir şey vardı..." derin bir nefes aldı. "Tek hatırladığım Savaş'ın biriyle konuştuğu, bir kurtla." bakışlarını tekrar yüzüme çevirdi. "Kimin yaptığını o biliyor ve saklıyor... Sen gelmeden önce buraya geldi, gördüklerimi kimseye söylemememi istedi."
Nefesimi sıkıntıyla dışarı verdim. Ne planlıyorsun şeytan?
Yutkundum ve zorda olsa gülümsedim. "Teşekkür ederim, Alp." Bana söylediği iyi olmuştu.
"Benim söylediğimi lütfen Savaş’a söyleme, ölmek için çok gencim." Dedi sırıtarak.
Başımı salladım. "Söylemeyeceğim." Ayağa kalktığımda Alp kaşlarını çattı.
"Odana gidiyorsun değil mi?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Dolunay, lütfen şu sıralar başını daha az belaya sokmaya çalış. Gördüğün gibi seni kurtaracak bir halde değilim." Dediğinde kıkırdadım. "Savaş'ın da işi şu anda başından aşkındır zaten. Prens olmak zor."
Yavaşça iç çektim ve yanımıza gelen şifacı meleğe kısa bir bakış attım. "Tekrar sağ ol, Alp." Diye mırıldandım. Gitme vaktim gelmişti, öğreneceğimi öğrenmiştim. Alp de iyi gözüküyordu.
"Bir şey değil.” Dedi. Aradan geçen bir iki dakikanın ardından ona veda ederek revirden çıkmıştım. Revirin kapısının önünde biraz durup duvara yaslandım ve boğazımın yanmasının geçmesini bekledim.
"Madem etkileniyorsun, neden içeri giriyorsun?" Nova'nın sorusuna karşın gözlerimi devirdim. Küçük peri revire girmeyip beni dışarıda beklemişti.
“Başka türlü sorularıma cevap alamazdım. Savaş’ın konuşacağı yoktu.” Dedim ona aldırış etmeden yürümeye başlarken.
Başını onaylamazca salladı. “Çok inatçısın.”
Gözlerimi kıstım. "Teşekkür ederim, Nova." Onunla laf dalaşına girecek zamanım yoktu. Şeytanın neler karıştırdığını bulmam gerekiyordu. Bilinmezlikten öyle sıkılmıştım ki bazı şeyleri kendim öğrenmeye karar vermiştim. Abimler ortada yokken bir anda ortaya çıkıyordu ve Krallığa saldırıyorlardı öyle mi? Hiç güleceğim yoktu! Böyle bir saçmalık olamazdı.
Şimdi yapacağım şey kimseye gözükmeden dışarı çıkmanın bir yolunu bulmaktı. "Sarayın arka kapısı falan var mı? Kimseye gözükmeden çıkabileceğimiz bir yer?" Nova başını salladı.
"Var ama orası krallığın sonuna çıkıyor." Şirince gülümsedim.
"Güzel. Gidiyoruz." dediğimde Nova’nın yüz ifadesi şaşkınlıkla değişti.
"Şehrin sonunda uçurum var, Dolunay..." Omuz silktiğimde bıkkınlıkla inlemişti. Yalnız kalacağım bir yere ihtiyacım vardı. "Üstelik dışarıda yağmur yağıyor!"
"Ne güzel işte tam depresyona girmelik hava," dediğimde hayretle bana baktı. "Şaka yaptım." Diye ekledim ve boğazımı temizledim. "Yalnız kalmak ve düşünmek için ideal." Onaylamazca başını salladı.
"Sen delirmişsin." Sert çıkışıyla gözlerimi devirdim.
"İltifatlarını sonraya sakla," deyip ellerimi arkamda bağladım ve ona döndüm. "Şimdi, tatlı bir Naris olup bana orayı gösterecek misin?"
Bıkkınlıkla iç çekti. “Asla pes etmeyeceksin değil mi?”
"Sen kabul edene kadar pes etmeyeceğim. Üzgünüm." Dediğimde minik elleriyle yüzünü ovuşturdu. Galiba içinden bana lanet okuyordu.
Biraz duraksadı. Düşünüyor olmalıydı. "Pekala," dediğinde sevinçle yüzüne baktım. “Ama sadece yarım saat. Sonra gideceğiz.” Başımı hızla salladım.
Nova beni beklemeden koridorda ilerledi. Arkasından elbisemin eteklerini tutarak hızlı adımlarla ilerlemeye başlamıştım. Kalabalık bir grup gördüğümde, çok dikkat çekmeden yanlarından geçtim. Hizmetlilerin ve muhafızların gözleri her zamanki gibi üzerimdeydi ama alışmıştım.
Sonunda ön kapı kadar büyük bir kapının önüne geldiğimizde adımlarımı yavaşlattım. Burası daha ıssızdı. Nova bir şeyler söyleyip -içinden lanetler yağdırıyordu sanırım- kapıyı araladı. Ormanla karşı karşıya kalmıştım. Sarayın ana çıkış kapısı şehre, evlere ve dükkanlara açılırken burası uçsuz bucaksız ormana açılıyordu.
Yağmura aldırış etmeden dışarıya bir adım attım. Bu yağmurun altında birkaç dakika durmam bile sırılsıklam olmamı sağlardı. "Bu havada uçamam. Geri dönmeliyiz." Nova konuştuğunda bakışlarımı ormandan çektim.
"Yolu gösterip gidebilirsin." dediğimde yüzüme ciddi misin der gibi baktı.
"Oldu canım, ben gideyim sende bu ormanda kaybol. Sonra en berbat Naris diye adım çıksın." Ne yalan söyleyeyim, sözlerinde haklılık payı vardı.
Sağ kanadımı yavaşça havadaki bedeninin hizasında kaldırdım ve Nova’ya şemsiye yaptım. "Oldu mu?" gülümseyerek yüzüme baktı. Bakışları yumuşamıştı ve artık ıslanmadan benimle gelebilecekti.
"Oldu." Gözlerimi devirdikten sonra bakışlarımı etrafta gezdirdim.
"Uçuruma nereden gidiyoruz?" Eliyle ormanın içindeki patikayı işaret etti.
"Bu taraftan," O tarafa doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladım.
Birkaç dakika sonra ormanın içinden geçerek uçuruma gelmiştik. Evet, burası yeni yerimdi. Manzarası çok güzeldi ve yalnız kalmak için idealdi. Derin bir nefes aldım. Kanadımı kapatıp Nova'yı ağacın dalına koydum ve uçurumun kenarına ilerledim. Sonunda yalnız kalacak yer bulmuştum. Yağmur da yavaşlıyordu, bütün olaylardan uzak durmak için idealdi. Yalnız kalıp bazı şeyleri rayına oturtacaktım.
Uçurumun kenarına ilerleyip aşağı baktığımda dudaklarımı büzdüm. Kanatlarım olsa dahi bu yükseklik bana bile fazlaydı, hele aşağıdaki dalgalı deniz hiç iç açıcı gözükmüyordu ama en azından bir ormana sahiptim artık. Güçlerimi geliştirebilirdim.
Ayaklarımı aşağı sarkıtarak uçurumun kenarına oturdum ve ıslanmış kanatlarımı kurumaları için yere yaydım. Yağmur şiddetini azaltsada gök gürlemeye devam ediyordu. Denizdeki kızgın dalgalar uçuruma hızlı bir şekilde çarpıyordu. Gözlerimi kapattım ve yağmur damlalarının beni ıslatmasına izin verdim.
Neredeyse yarım saattir amaçsızca uçurumun kenarında oturuyordum.
"Burayı bulman uzun sürdü." Arkamdan şeytanın sesini duymamla irkildim. Beni bulacağını biliyordum ama bu kadar kısa zamanda olmasını beklemiyordum. "Daha kısa zamanda bulursun diye düşünmüştüm. Tabi Alp'in yanına gidip arkamdan iş çevirmeseydin..."
Bakışlarımı denizde sabitledim. "Burada olduğumu kim söyledi?" Güldüğünü işittim.
"Kimse söylemedi. Burada olmanı ben istedim, melekcik." Kaşlarımı çattım ve yavaşça başımı arkama çevirip yüzüne baktım. Gözlerinde keskin bir ifade vardı ve kesinlikle her zamanki gibi yumuşak ya da alaycı bir şekilde bakmıyordu.
Ne diyordu bu şeytan?
Daha fazla oturamayıp ayağa kalktım. "Hayır sen istemedin, ben kendim geldim buraya. Yalnız kalmak istedim." Sırıttı ve başını hafifçe yana eğdi. Sanki... sanki bir şeylerin peşindeydi. Bakışları arada bir ormana kayıyordu.
"Öyle mi diyorsun?" Dudaklarını büzdü ve bana doğru bir adım attı. Bakışlarını tekrar yüzüme dikmişti. "Sence... Şu anda karşımda durman bir tesadüf mü? Ya da toplantı salonunda beni duyman?"
Anlamaz bir şekilde bakışlarımı suratına diktim. Sırıtmasının yerini kızgınlık almıştı. Neye sinirlenmişti? "Hiçbiri tesadüf değildi, hepsinin olmasını istedim ve oldu." Başını onaylamazca salladı. "Bana güvenin gözlerimi yaşarttı melekcik..."
Kendi gibi davranmıyordu.
Şaşkınlıktan dilimi yutmuştum sanki. Konuşamıyordum. Toplantı salonunda onları dinlediğimi başından beri biliyordu. Burada olacağımı bildiği gibi... İstediğini söylerken şaka yapmıyordu. Ben neden buraya gelmek istemiştim ki? Ya da Nova neden beni buraya yönlendirmişti? Hiçbiri tesadüf değildi... Bir şeyler planlıyordu. Rol yapıyor olmalıydı, sanırım birini kandırmaya çalışıyorduk yoksa kafayı yiyecektim!
Evet, yalnız kalmak için buraya gelmek istemiştim ama Nova istisnasız anında bana bu uçurumu önermişti. O Naris’te işin içindeydi! Üstelik gelmeme itiraz etmemişti. İnatçı olduğumu biliyordu.
Bilerek her şeyi duymuş ve buraya getirilmiştim.
Şeytanın bir planı var gibiydi ama ben hiçbir şey anlamamıştım. Böyle davranmasının nedeni neydi? “Savaş ne oluyor?” Diye sordum panikle ama soruma cevap vermedi.
Bana biraz daha yaklaştığında gerildim. "Neden bana güvenmiyorsun?" Gözleri yorgunluktan kızarmıştı. Cevap veremedim. Çaresizlikle bakışlarımı ondan çektim. "Neden bana neler olduğunu sormak yerine Alp'in yanına gittin?" Rol yapıyor gibi değildi, öyle gerçekçi söylüyordu ki kelimeleri... Yutkundu. "Neden bir kez olsun yanıma gelmedin?"
Onları duyduğumu biliyordu ama onun yanına gitmek yerine Alp’in yanına gittiğim için mi kızmıştı?!
Bu şeytan harbi şaka olmalıydı!
Bakışları ormana kaydı. Söyledikleri hiç mantıklı değildi. Sanki beni değil başka birini inandırmaya çalışıyordu hatalı olduğuma.
Şaşkınlıktan ağzımı açıp cevap veremedim. Çok yakınımda duruyordu. Bir adım daha atsa nefesini yüzümde hissedecektim. Yağmur şiddetini konuşmalarımızı duymuş gibi arttırmıştı. Geri gidemiyordum, arkamda uçurum vardı. Onunla uçurum arasında sıkışmıştım.
Bakışlarımı ormandan çekip tekrar yüzüne çevirdim. Gök gürlediğinde irkildim. Bütün yüz hatları ortaya çıkmıştı. Bana çaresizce bakıyordu.
Derin bir nefes alarak bana doğru bir adım daha attı. Elini belime koydu ve alnını alnıma yasladı. "Seni sevmiyorum desen bu kadar acıtmazdı meleğim." Dediğinde nefes alamadım. Gözlerim doldu.
Dudaklarını ıslattı ve alnını alnımdan çekmeden konuştu. "Son kez soracağım... Bana güveniyor musun? Buradan geri dönüşün olmayacak."
İşte bu soru gerçekti çünkü ne yapacağını anlamıştım. Önceki söyledikleri bana değildi. Ormanda biri daha vardı ve bizi izliyordu. O gözleri üzerimizde hissediyordum.
Benimle birlikte uçuruma doğru bir adım daha attı. Bedenim korkuyla kasıldı. Kollarına tutundum ve korku dolu gözlerimi gözlerine diktim.
"G-güveniyorum." Dedim arkamdaki uçuruma bakarak. “Ama artık gidebilir miyiz? Burası çok yüksek.”
Başını olumsuz anlamda salladı. "Tereddüt ettin." Belimdeki elini dahada sıkılaştırdı. "Sen bana güvenmiyorsun." Kırgın bakışlarını yüzümde sabitledi. "Hiçbir zaman güvenmedin ki. İlk bana gelseydin her şey daha kolay olurdu. Planımı anlatırdım. Şimdi maalesef melekcik, biraz hazırlıksız yakalanacaksın. Umarım bana güvenmen için bir ders olur sana bu..."
“N-ne?” Belimdeki elini yavaşça çekti ve göğsüme getirdi. Kalbim çok hızlı atıyordu. Düşündüğüm şeyi yapmayacaktı değil mi? Burnunu yanağıma sürttüğünde midem kasıldı.
Göğsüme baskı uyguladığında yutkundum. "Korkma. Hemen bitecek." Titrek bir nefes aldım. "Sence artık her şeyi burada bitirmeli miyim?” Son sözleri bana değildi. Ormanda bizi izleyen büyük siyah yaratığaydı. Kendini göstermişti. Savaş’ın ne yapacağını anlamıştı.
Şeytan göğsümdeki elinin baskısını biraz daha arttırdı. Yaratık endişeyle saklandığı yerden çıktı ve bize doğru atıldı. Saniyeler sonra ise soğuk havanın bedenimi bir anda kaplamasıyla irkilmiştim.
Şeytan beni uçurumdan aşağı itmişti...
................
İnstagram; irem_cft_
Devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |