
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
...............
Bakışlarımı yanımdaki siyah yeleli ve neredeyse beş katım olan ürkütücü kurttan çektim ve dalgaları kıyıya hırçın bir şekilde vuran denize çevirdim. Neredesin şeytan? "Savaş!" Ciğerlerim yanıyordu. Son gücümle bir kez daha ayağa kalkmaya çalıştım ama başaramıyordum.
Gözümdeki yaşları sildim ve ıslak kıyafetlerim yüzünden soğuktan donmamı hiçe sayarak boğazımın acısı eşliğinde konuştum. "Neden yaptın ki bunu?" Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Sahildeki kumlar bedenime ve kanatlarıma yapışmıştı.
Şeytan beni ittikten sonra hatırladığım tek şey, onunda arkamdan atlamasıydı ama suya düşmüştüm, geç kalmıştı. Gözlerimi açtığımda ise tanımadığım bir kurt tarafından denizden kıyıya çekiliyordum. En son gördüğüm siyah yaratık o’ydu. Siyah bir kurttu. Abime benzesede o olmadığını biliyordum çünkü bu kurt ondan daha büyük ve iriydi.
Yorgunca iç çekip başımı çevirdim ve siyah yeleli kurda baktım. Beni neden kurtarmıştı? Kim olduğunu bilmiyordum, sadece yanımda durup bana bakıyordu... Dikkatli bakışlarını üzerime dikmişti, birkaç kez beni koklamayı da ihmal etmemişti. Sanki aradığı şey bendim ve ölmemi istemiyordu.
Sudan şeytanı değil sadece beni kurtarmıştı...
Birkaç dakika daha durup etrafı inceledim ve önüme gelen ıslak saç tutamlarımı elimle kulağımın arkasına verdim. Yağmur şiddetini azaltmıştı. Şeytan ise hâlâ ortalıkta gözükmüyordu. Ya ona bir şey olduysa?
Başımı önüme eğerek salladım ve dişlerimi sıktım. Onun kanatları yok muydu? Belki de kendini kurtarmıştır bende burada durmuş enayi gibi onu arıyorumdur?
Sinirle nefesimi dışarı bıraktığımda, ciğerlerimin yanmasıyla kısık sesle inledim. Nefes bile alamıyordum.
Arkamda öylece dikilen kurt yanıma geldi ve burnunu koluma sürttü. Başımı kaldırıp ne yaptığını anlamaya çalıştım. Başıyla kayalıkların olduğu yeri gösterdiğinde kaşlarımı çatarak bakışlarımı oraya çevirdim. Bir karartı hareket ediyordu.
Şeytanı gördüğümde rahat bir nefes aldım. Yavaşça buraya geliyordu. Sırılsıklam olmuştu ve başı kanıyordu. Islak kanatlarını sırtında zar zor kapatmıştı. Kahverengi saç tutamları ıslandığı için düz bir hal almış ve alnına yapışmıştı.
O da mı denize düşmüştü?
Başını kaldırdı ve kısık gözlerle bana baktı. Sonra ise bakışlarını yanımdaki kurda yönlendirdi. "Aptal kurt." Dedi dişlerinin arasından sinirle.
Kurt başını eğip hırlamaya başladığında kaşlarımı çattım. Yavaşça ayağa kalktım ve öfkeden titreyen sesimle konuştum. "Neden yaptın bunu?!" dediğimde gözlerini kurttan çekip bana çevirdi. Sinirli bakışları bana döndüğünde yumuşamıştı. "Ya bir şey olsaydı Savaş? Bu muydu mükemmel planın? İkimizi de öldürmek mi?!" diye devam ettiğimde dudaklarını ıslattı.
"Bir şey olmadı, o kurdun seni kurtaracağını biliyordum..." dedi ve tekrar kurda baktı. "Baskını senin için yapmış. Seni istiyor. Haklı olduğumu bilmem gerekiyordu. Seni kurtardığına göre bunu kanıtlamış olduk-"
"Sen?!" dedim kısık ama sinirli bir sesle sözünü keserek. "Seni kim kurtaracaktı Savaş?"
"Beni değil, önce kendini düşüneceksin." dediğinde titrek birer nefes aldım ve ona doğru bir adım attım. Elimi göğsüne yaslamıştım. Siyah kurt aramızdan çekilmişti ama arkamda tetikte duruyordu.
"Her uzağa gittiğinde sana bir şey olacak diye korkan ben, kendimi düşüneceğim öyle mi?" Gözlerim tekrar doldu. "Söylemesi ne kadar kolay değil mi Savaş?" Başımı sallayıp sinirle güldüm. "Beni uçurumdan aşağı itmene rağmen sana bir şey olacak diye korkuyorum..." Dedim ve dişlerimi sıktım. "O yüzden bana bir daha sakın sadece kendini düşün deme şeytan!"
Gözlerindeki kızgınlığın yerini pişmanlık aldı. Ellerini yavaşça belime doladı ve bana sarıldı. Başını boynuma yaslayıp yavaşça iç çekti. "Özür dilerim..." dediğinde gözlerimi kapattım. Gözyaşlarımı bir türlü durduramıyordum. Bende başımı omzuna yasladım ve derin bir nefes aldım.
Birkaç saniyenin ardından şeytan yavaşça benden ayrıldı ve yere, kuma oturup beni de kucağına çekti. Başımı göğsüne yasladım ve ona iyice sindim. Arkamızda duran kurdun bakışlarını üzerimizde hissedebiliyordum. Sessizce bizi izliyordu ama umrumda değildi. Donuyordum. Kanatlarımı kurumaları için iki yanıma açmıştım.
Şeytan derin bir nefes aldı ve başını bana doğru eğdi. "Savaş..." Dedim kısık bir sesle.
"Hmm..." Gözlerimi kapattım.
"Söz ver bana, ölmeyeceksin." Dediğimde duraksadı.
"Sen söz ver." Dediğinde yavaşça iç çektim.
"Ölürsen... Ağlarım."
"Ağlarsan ölürüm."
Yüzüne bakmak için başımı kaldırdığımda burun buruna gelmiştik. Şeytan bana biraz daha eğildi ve burnunu burnuma sürttü.
Kalbimin bu kadar hızlı atması normal miydi?
Gözlerini gözlerimden çekip dudaklarıma indirdi ve başını biraz daha eğdi.
Bir iki saniye sonra, arkamızdaki kurttan hırlama sesi geldiğinde şeytan benden uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Bakışlarını benden çekti ve kurda yöneltti. "Bence artık gidebilirsin." Dediğinde bende kurda baktım.
Bir süre gözleriyle ikimizi süzdü. Sonrada yavaş adımlarla arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.
"O kimdi?" dediğimde gecikmeden cevap verdi.
"Baskını yapan kurt. Kim bilmiyorum ama sürünüzde sözü geçiyor." dedi. Kaşlarımı çattım.
"Ama anlamıyorum..." Başını bana çevirdi. "Baskını yapan o ise beni neden kurtardı?"
"Dediğim gibi, amacı zarar vermek değildi, içeride olan bir şeyi istiyordu..." dedi ve yorgun bir nefes aldı. "Uçurumda seni kurtarmamı engellemeye çalıştı, o yüzden yetişemedim." Kurdun arkasından baktı. "Her kimse benim ölmemi istiyor. Sana zarar vereceğimi düşündü. Önceden bana gelseydin planımı anlatacaktım melekcik ama her zaman yanlış kararlar verme gibi bir huyun var."
Bıkkınlıkla başımı göğsüne yasladım ve gözlerimi kapattım. Hayır, ona cevap vermeyecektim. Bu olaylar beni çok yoruyordu.
Savaş, kanatlarını etrafıma sarıp beni kendine biraz daha yakınlaştırdı. Uyumadan önce tek hatırladığım, şeytanın kısık sesle konuşmasıydı.
"Söz veriyorum meleğim..."
............
Yüzüme gelen güneşle gözlerimi yavaşça aralamak zorunda kaldım. Kurumuş dudaklarımı ıslattım ve nerede olduğumu algılamaya çalıştım. Kendi odamda değildim, bu çok açıktı. Yattığım farklı yatakta yavaşça doğrulup etrafı incelemeye başladım. Savaş yanımda sanki saatler önce uçurumdan beni iten o değilmiş gibi mışıl mışıl uyuyordu.
Gözlerimi devirdim ve uyanması için onu dürttüm. "Savaş kalksana." Dediğimde homurdanarak gözlerini araladı.
"Ne oldu?" diye sorduğunda bakışlarımı odada gezdirdim.
"Burası neresi?" Omuz silkti ve yastığına biraz daha sindi.
"Benim odam." Dediğinde kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Yavaşça esnedi ve sırıtarak konuşmaya başladı. "Ne yani? Hiçbir şey hatırlamıyor musun? Dün gece çok ateşliydin bebeğim."
Ağzım açık dehşetle ona baktım. Sırıttığını görünce omzuna bir tane geçirdim. "Ah! Tamam vurma dur şaka yaptım!" Ona vurmaya devam ettiğimde yüzünü buruşturup vurmamı engellemek için kollarımı başımın üzerinde birleştirdi ve üzerime çıktı.
"Kalk üzerimden." Dediğimde beni dikkate almadı. "Savaş, kalk üzerimden." Kaçamamam için kanatlarını iki yanıma serip dudaklarını alayla büzdü.
"Bir öpücük verirsen neden olmasın?" Dediğinde gülmemek için kendimi tuttum.
"Anca rüyanda, şeytan."
"Dün öyle demiyordun ama..." Dediğinde kızararak bakışlarımı kaçırdım. Gıcık şeytan...
Kaçmak için bir yol aradım ama her tarafım sarılmıştı sanki! Altında debelenmekten ileriye gidemiyordum. "Off! Kalk artık, çok ağırsın hayvan!" Gözlerini kıstı ve başını daha çok yüzüme eğdi. Yakışıklı suratıyla dip dibe kaldıkça kızarıyordum.
"Mantıken hayvan olan sensin." Mantıklı cevabıyla nefesimi sinirle dışarı verdim.
"Savaşçığım, canım arkadaşım üzerimden kalkar mısın artık?" Yüzü buruştu. Onu sinir etmeyi başarmıştım.
"Arkadaş mı?" diye sorduğunda dehşetle, başımı salladım. "Sen arkadaşınla birlikte uyuyor musun?" Omuz silktim.
"Neden olmasın?" Gözleri dahada kısıldı.
"Kimmiş o arkadaş? Söyle de ortadan kaldırayım." Tehdidiyle şaşkınlıkla boğazımı temizledim. Tam konuşacakken araya girdi. "Ela deme sakın bana. Tek arkadaşın o senin." Dalga geçer gibi konuştuğunda dudaklarımı birbirine bastırıp susmak zorunda kalmıştım. Surat ifademi görünce gülmeye başladı.
"Gülme! Ben asosyal bir kızım." Kahretsin ki çok güzel gülüyordu.
Gülmeyi kesti ve muzip gözlerle beni baştan aşağı süzdü. "Her neyse, ben senin yerinde olsam hareketlerime dikkat ederdim. Sanırım bu uyarı için biraz geç ama..." dediğini anlamadan suratına boş boş baktım. Gözleriyle yavaşça üzerimi işaret etti.
Gözlerimi kısarak bakışlarımı ondan çektim ve üzerime baktım. Üstümde Savaş'ın tişörtünden başka bir şey yoktu. Tişört büyük olduğu için elbise gibi olmuştu ama hareketlerimden dolayı kalçama kadar sıyrılmıştı.
Kızardım.
Başımı kaldırdığımda göz göze geldik. Ne düşündüğümü anlamış olacak ki hemen cevap verdi. "Evet, üzerindekini ben giydirdim..." dedi ve sırıttı. Kaşlarımı çattığımda başını yana eğdi. "Islak kıyafetlerle seni yatağa almazdım hiç bakma öyle." Dediğinde mırıldandım. Aslında ondan rahatsız olmamıştım.
"Çok centilmensin, şeytan. Artık kalk üzerimden." Sözlerimin ardından cevabı hazırdı.
"Ama ben yerimi çok sevdim." Dediğinde gözlerimi devirdim. Bu şeytan akıllanmazdı...
Başını yavaşça bana doğru eğdi ve dudaklarını boynuma bastırdı. Dudaklarının değdiği yerden yayılan ısı bütün vücudumu kaplamıştı sanki. Hemen geri çekilmek yerine bir süre öyle durdu. Sonrada yavaşça başını geri çekip gözlerimin içine baktı. "Artık kalkabilirim." deyip kollarımı bıraktı.
Çok hoşuma gitmişti...
Üzerimden kalktığında boğazımı temizledim ve doğrulup bakışlarımı odada gezdirdim. Kızarıklığımın geçmesi gerekiyordu acilen! Ayrıca kalp atışlarımı kontrol edemezsem birileri kriz geçirdiğimi sanabilirdi. Alt tarafı bir öpücüktü! Bu kadar hoşuma gitmesi normal miydi?
"Kıyafetlerin kurumamış..." Savaş konuştuğunda düşüncelerimden sıyrıldım ve bakışlarımı ona çevirdim. "Ela'yı çağıracağım, odadan bir yere ayrılma." Dediğinde ciddi misin der gibi baktım.
"Bu kıyafetle bir yere ayrılabileceğimi sanmıyorum zaten..." Diye mırıldandım. Bana bakarak güldü. Üzerini çoktan değişmişti. Siyah altın işlemeli gömleği ve başına gitmeden önce yerleştirdiği tacıyla tam bir prens gibi görünüyordu.
"Üzerini giydiğinde büyük salona gel." Deyip aceleci adımlarla odadan çıktı. Ben ise oflayarak arkama yaslandım. Dünü hatırladığımda nefesimi yavaşça dışarı verdim.
O kurdun kim olduğunu ölesiye merak ediyordum. Beni endişelendiren kısım ise abime çok benzemesiydi...
Odanın kapısı tıklatıldığında bakışlarım kapıya kaydı. Ela gelmişti. Kapıyı araladı ve içeri girdi. İlk kaşlarını çatarak beni süzdü, sonra ise konuşmaya başladı. "Dolunay?" dediğinde doğruldum.
"Efendim?"
"Savaş burada olduğunu söyledi." Başımı salladım. Bakışlarını benden çekti ve üzerimde gezdirip tekrar yüzüme çıkardı. "Siz..." Devamını getirmesine izin vermeden araya girdim.
"Uyuduk... Sadece uyuduk Ela," dedim kırmızı renkten mora dönerken. Bakışlarımı kaçırmıştım. “Lütfen odamdan birkaç parça kıyafet getirebilir misin?" Yavaşça başını salladı ve bana imalı bir şekilde bakıp odadan çıktı.
Sıkıntıyla iç çekerek gözlerimi kapattım. Utançtan yerin dibine girecektim!
Utançla geçen birkaç dakikanın ardından kıyafetlerime sahip olmuştum. Ela karışmış saçlarım için tarağımı da getirmişti. Saçlarıma çekidüzen verdikten sonra sarayda kaybolmamayı umarak koridorlarda ilerledim. Ela işi olduğu için kıyafetleri bırakıp gitmişti. Büyük salon dedikleri neresi oluyordu ki? Bıkkınlıkla gözlerimi kapattım. Savaşa sormayı unutmuştum...
"Kaybolmuş gibisin, koruyucu." Arkamdan gelen sesle irkilerek yerimden sıçradım. Kanatlarımı kendimi korumak istercesine kapatıp açmıştım. Refleks olmuştu artık.
Ama bundan daha tuhafı ise... Savaş'ın abisinin kısık gözlerle beni incelemesiydi. Veliaht prens.
Dudaklarımı stresle dişledim ve nazik olmaya çalıştım. "Şey... sanırım." Dedim. Melek olmasına rağmen korkutucu duruyordu. Bu normal miydi?
Hayır, kesinlikle değildi...
Kollarını arkasında birleştirip yavaş adımlarla yanıma geldi. "Bende büyük salona gidiyordum, istersen seni götürebilirim." Sesine otorite kaçmıştı sanki. On metre öteden bakan biri bile prens olduğunu söyleyebilirdi. Üzerindeki beyaz ceket özenle iliklenmişti. Başındaki altın taç ise parlıyordu. Savaş’ın daha olgun hali tam karşımdaydı.
Gözlerimi kaçırarak başımı salladım. Göz göze bile gelmek istemiyordum. Gülümsedi ve nezaketle sağ koridoru işaret etti. "Bu taraftan." Dediği yöne temkinli adımlarla yürümeye başladım.
Yanıma geldiğinde çokta fazla yakınlaşmadan dümdüz ilerlemeye devam etmiştim. "İlginç" diye mırıldandığında başımı ona çevirdim. "Savaş gibi kokuyorsun." Sözleriyle titrek bir nefes aldım. İşte bu yüzden yakınlaşmamaya dikkat etmiştim!
Sadece kraliçenin bilmesi zaten bizi zor duruma sokuyordu. Bu kadar kişinin bilmesi bile tehlikeliydi. Ona cevap vermeden ilerlemeye devam ettim. Ağzımdan bir şey kaçırmak istemiyordum. Susmalıydım. Bir kez daha bizi bağ yüzünden tehlikeye atamazdım.
Üstelik benim yüzümden şeytana da zarar gelirdi bu sefer. Daha fazla kişi öğrenemezdi.
Birkaç koridorun ve kapının ardından büyük salon denilen yere geldiğimizde etrafı inceledim. Odanın ortasında büyük bir kahvaltı masası vardı. Kraliyet ailesi için özenle hazırlanmış olmalıydı. Söylemeliyim ki her şey göz alıcı duruyordu. Tavandan sarkan avize bile bu varlıkların estetikten anladığını gözler önüne seriyordu.
Savaşı göremediğimde geri gitmek için arkamı döndüm. "Nereye gidiyorsun melekcik?" Çok geçmeden sesini duymamla derin bir nefes aldım ve bakışlarımı yüzüne çıkardım.
"Odama." Cevabımla başını olumsuz anlamda salladı.
"Kahvaltı yapacağız." Dedi ve beni masaya doğru sırtımdan itekledi.
"Ben odamda yaparım, Savaş." Kaşlarını kaldırdı.
"Neden?" Bana Mira’nın yanında bir sandalye çektiğinde bütün gözler üzerimize dönmüştü bile. Kendi sandalyesinin tam yanındaydım.
"Burada olmam doğru değil. Ben ailenizden değilim." Ailesiyle kahvaltı yapamazdım. Kahvaltılık getiren bütün hizmetlilerin gözleri bile üzerimizdeydi.
"Sen gelmezsen, bende kahvaltıya oturmam ve bu kesinlikle büyük bir saygısızlık olur." Bıkkınlıkla yüzüne baktım.
"Savaş..." Dedim kısık bir sesle. Omuz silktiğinde ofladım. "İyi." İtirazlarımı dinlemeyecekti ve bende daha fazla inat edemeyecektim.
Kabul ettiğimde gülümsedi ve ben sandalyeye düzgün bir şekilde oturmaya çalışırken yanıma yerleşti. Söylemeden geçemeyeceğim ki bu sandalyeler kesinlikle melek ve şeytanlar için özenle yapılmışlardı çünkü normal sandalyedekiler gibi kanatlarım artık fazlalık gibi durmaktan çıkmıştı.
Savaş'ın abisi karşımda oturuyordu. Bir melek hizmetli önüne tabağını bırakırken ona teşekkür edip bana döndü ve konuşmaya başladı. "Bize katılmana sevindim, Dolunay." Dediğinde nazikçe gülümsedim.
Ama ben bu stres altında yemek yiyemezdim ki!
Bakışlarımı aile fertlerinde çekip -şükür ki- masada benden uzağa oturmuş Sare’ye çevirdim. Sarı, altın işlemeli bir elbise giymişti. Hafif dalgalı sarı saçları arkasında topuz yapılmış, üzerine küçük bir taç yerleştirilmişti. Bana kısık gözlerle baktığını gördüğümde şirince gülümsedim. Bu onu daha çok sinir etmiş olacak ki sinirle gözlerini benden çekti.
Üzgünüm prenses, ama şeytan kesinlikle bana ait.
Onun bu model gibi görünen haline bakarak kendimle karşılaştırmamaya çalıştım. Üstelik bende masadaki herkesin aksine taç bile yoktu. Üzerime sadece beyaz, sade bir elbise geçirmek zorunda kalmıştım. Takımda yoktu. İç çekmemek için kendimi zor tutmuştum.
Kraliyet işleri çok yorucuydu ve biz neden sürekli baloya gidermiş gibi giyinmek zorundaydık, bilmiyordum. Elimde olsa rahat edeceğim bir pantolonla dolaşacaktım sarayda ama deli damgası yemek istemiyordum.
Masada yavaşça gezdirdim gözlerimi. Buraya geldiğimden beri bana samimi davranan tek kişi olan Kraliçe sevinmiş gibi duruyordu. "Bize katılman harika, Dolunay. Seni daha yakından tanımak isteriz." Dedi gülümseyerek. Bende nazikçe teşekkür ettim ve tabağıma döndüm. Ne yazık ki tadım kaçmıştı.
Bir adet sinir bozucu prenses yüzünden. Savaş’a bakıp dediği her kelimeye gülüyordu ki bu beni daha çok huzursuzlandırıyordu.
Aradan geçen stresli dakikaların ardından herkes anlamadığım krallık meseleleri hakkında sohbet etmeye başlamıştı. Bende sıkılıp başımı önüme eğmiş ve tabağımla oynamaya başlamıştım. Sare sinir bozucu sesiyle konuştuğunda ise kaşlarımı çatarak başımı kaldırmak zorunda kalmıştım.
İlk bana sinsi bir bakış attı, sonra ise gülümseyerek Krala döndü. "Majesteleri, Savaş'ın haberi yok, ona daha söylemedim ama ben günü belirledim." Dediğinde gözlerimi kıstım. Neyden bahsediyordu bu kahrolası kız?
Savaş kaşlarını çatarak araya girdi ve Sare’ye sorarcasına baktı. "Neyden haberim yok?" diye sorduğunda masaya sessizlik çökmüştü.
Kral keyifle konuşmaya başladığında nefes alamadım. "Nişan gününden, elbette." Boğazımı temizledim ve sesimin titrememesine özen göstererek sorumu sordum.
"Kimin nişanı peki bu?" Bütün gözler bana döndü.
Kral araya girmemden hoşlanmamışa benziyordu ama şu anda pekte umrumda olduğu söylenemezdi. "Savaş ve Sare'nin. Başka kimin olacak?" Dediğinde içimde yükselen öfkeyle yanımda oturan şeytana döndüm.
İşte bu hiç hoşuma gitmemişti...
..............
İnstagram; irem_cft_
Devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |