42. Bölüm

42. Bölüm

İrem Çiftçi
berceste_sb

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!

İyi okumalarr 🤍

..............

"Ne demek hatırlamıyorum Orkun?! Kendi kulaklarınla duydun, biraz beynini zorlar mısın?!" Orkun bağırmamdan hoşlanmadığı için başını telaşla iki yana salladı ve araya girdi.

"Gerçekten dediklerini anlamıyorum Dolunay, baskın sırasında ben bütün gün kralın yanındaydım. Seni görmedim bile!" dedikleriyle oflayıp gözlerimi kapattım ve yüzümü bıkkınlıkla ovuşturdum.

Bu adam şaka olmalıydı!

"Ben mi şizofrenim o zaman Orkun?!" Diye söylenmeye başladığımda dudaklarını büzüp beni baştan aşağı inceledi.

"Bundan şüpheliyim..." dediğinde sinirle iç çektim ve tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Birazdan çıldıracaktım! Derin derin nefesler almaya çalışarak bakışlarımı Orkun’dan çekip durduğumuz ıssız koridora kaydırdım. Bu işin içinde Sare'nin olduğunu biliyordum. Eğer Orkun'un hafızasıyla oynadıysa o kızı bu sefer mahvedecektim!

"Pekala..." dedim ve başımı kararlı bir şekilde sallayıp Orkun’a baktım. Ruh halimin aniden değişmesine şaşırmış gibiydi. "Madem oyun istiyor, o zaman bizde seve seve istediğini veririz... Prensesin."

Doğa koruyucusuna bulaşmaması gerektiğini öğrenmeliydi.

İki saat önce:

Kraliyet Yemek Salonu

Kral'ın dedikleriyle boğazımı temizleyip başımı tabağıma çevirmiştim. Hayır, gözlerim dolmuştu ama ağlamayacaktım. Çocuk değildim, sadece hislerimin bu kadar incindiği bir an daha önce hiç yaşamamıştım ve nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. O yüzden dudaklarım titriyor, bakışlarım bulanıklaşıyordu. Normal hayatım olsa öyle bir cevap verirdim ve neler olduğunu sorardım ki... şimdi ise çenemi kapalı tutmalıydım çünkü önümde bir kral vardı. Bana kalacak yer vermişlerdi ve Savaş’ın yanından ayrılamıyordum. O yüzden çenemi tutmalıydım. Cevap verme, Dolunay. Sadece sus ve saygılı davran.

Ama tanrı aşkına... şeytan benim bağımdı. Nişan da nereden çıkmıştı?!

Kendime itiraf edemesemde deli gibi kıskanıyordum ve bu yeni hislerle nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Neden o da benim gibi hissetmiyordu? Neden sadece ben bağlıydım? Her şey bu kadar zor olmak zorunda mıydı?

"Bunu bana şimdi mi söylüyorsunuz?!" Savaş yarı şok yarı öfke dolu bir ifadeyle konuştuğunda masada sessizlik oldu. Tabağının yanındaki elleri yumruk olmuş, kanatları gerilmişti. Kimse ağzını açmaya cesaret edemiyordu. Yanımda oturan bedeninden yayılan öfkeyi ve gerginliği hissedebiliyordum.

Eh, en azından haberi yokmuş. Ona aylarca trip atma konusunu tekrar düşünmeye başlayabilirdim. Sanırım bu süreyi birkaç güne indirecektim.

Biraz sürünebilirdi.

Kraliçe yemeğine ara verip yanında umursamaz bir şekilde oturan Kral’a kaşlarını çatarak baktı. "Bundan benimde haberim yoktu." Dediğinde, Sare tatlı olduğunu düşündüğü ama daha çok kulaklarımı kanatan bir ses tonuyla hemen söze atıldı.

"Biz her şeyi hallettik, Kraliçem..." Keyiften dört köşe olmuş haliyle şeytanıma döndü. "Babamla konuştuk ve iki krallığın birleşmesinin iyi olacağına karar verdik. Hem uzun zamandır birbirimizi tanıyoruz, beklemek için bir neden kalmadı." Diye devam ettiğinde nefesimi sinirle dışarı verdim.

"O nedeni öyle bir yaratırım ki..." diye mırıldandığımda Sare beni duymuş olacak ki yüzünde eğreti bir ifadeyle bana döndü.

"Merak etme, sende davetlisin Dolunaycığım. Hatta sevgili koruyucumuz olarak listenin en başındasın." deyip başını gözlerindeki zafer parıltılarıyla yana yatırdı. Pekala, sanırım çirkinleşiyorduk.

Eskiden bir erkek için kendini hırpalayan ve kavga eden hemcinslerimi yargılardım çünkü bu çok anlamsız gelirdi. Sonuçta dünyada erkek mi kalmamıştı? Öyle değil mi?

Şimdi ise çok pis bir karma yaşıyordum ve sanırım benim için dünyada erkek kalmamıştı. Tanrım! Cezam bu muydu? Öyleyse sözlerimi geri alıyordum, bir daha kimseyi yargılamayacaktım. Bizim durumumuz her ne kadar fantastik ve farklı olsada bağım ve kahrolası onun için çarpan kalbim beni şeytanı savunmam ve kimseyi yanına yaklaştırmamam için zorluyordu.

Fakat susacaktım. Aklımı henüz o kadar kaybetmemiştim.

Moralimi hiç bozmadan bakışlarımı onlardan çektim. Tabağımdaki peynirle oynarken homurdandım. Ağzımın tadı kaçtığı için hiçbir şey yemeye içimin el vermediğini görünce yanımda oturan ve hala tabağıma sessizce bir şeyler koyan Savaş’ı umursamamaya çalışsamda olmuyordu. Lanet olası şeytan konunun kapanmasıyla ağzını açıp tek kelime etmemişti. ‘Ben nişanlanmam’ bile dememişti.

Dolan gözlerimi yüzüne diksemde zahmet edip bana bakmamıştı. Bakışlarını kaçırıyordu. Off! Sinirlenince gözlerimin dolması en nefret ettiğim huyumdu. Her yer bulanıktı işte!

Bununla uğraşamayacak kadar yorulmuştum. Her sessiz kaldığında benim kırıldığımın farkında bile değildi. Bir açıklama beklemiyordum ki. Tek istediğim itiraz etmesiydi çünkü böyle durduğu sürece bunu istediğini düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. O ses çıkarmadığı sürece ise konuşmayacaktım. Gururum vardı işte...

Tabağımdakilerle oynadığım ve şeytanın bakışlarını üzerimde hissettiğim yarım saatin ardından, Sare'nin nişan hakkındaki konuşmalarına dayanamayıp izin isteyerek masadan kalkmıştım.

Odama geldiğimde sinirle kendimi yatağa bıraktım. O kızın kötü olduğunu bir şekilde kanıtlamalıydım. Derin bir nefes aldım ve başımı yastığa bastırıp bu duruma düşmemin verdiği öfkeyle çığlık attım. Ben böyle bir kız değildim! Bu bağ doğru düşünmemi engelliyordu. Üstelik yanımda derdimi paylaşacağım kimsem yoktu. Anneme ulaşamazdım, telefonum nerede bilmiyordum. Abimler kaybolmuştu, Ela dışında arkadaşım bile yoktu.

Çok yalnızdım ve her şeyle tek başıma uğraşmak beni çok yoruyordu. Daha güçlerimi bile doğru dürüst öğrenemeden bir krallığa ve onlarca farklı türün arasına düşmüştüm. Omuzlarımda büyük bir yük vardı ve kanatlarım bana hiç yardımcı olmuyordu, en azından onları kullanıp uçabilmeyi isterdim fakat yüksek beni korkutuyordu.

Benden koruyucuyu bırak, hiçbir şey olmazdı.

Bu kahrolası doğanın beni seçtiğine inanamıyordum!

Daha beceriksiz birini bulamamıştı sanırım.

“Çok yoruldum...” Diye fısıldadım pencereden aydınlanmış gökyüzüne bakarak. Sadece on yedi yaşında sıradan bir lise öğrencisiydim... Bu kadarı bana bile fazlaydı.

Kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama tam uykuya dalacağım sırada aklıma gelen fikirle gözlerim parlamıştı. Hemen yerimde doğruldum ve üstüme çekidüzen verip odadan fırladım. Ben kanıtımı zaten bulmuştum ki! Orkun... Baskın zamanı duymamış mıydı Sare’yi? O baskının yapılacağı yerleri şüpheli bir şekilde bilip ağzından kaçırırken Orkun tam arkamızdaydı.

Her şeyi, bir hain olduğunu Kraliçe’ye anlatırken Orkun da yanımda olmalıydı.

Şimdi:

Sare benden önce davranıp Orkun’un aklını bulandırmıştı. O kahrolası kız her şeyi planlamıştı! Yerimde sinirden tepinmemek için zor duruyordum. Sakin olmalı ve o kızı bana, şeytana veya herhangi bir varlığa zarar vermeden durdurmalıydım ve bunu ne olursa olsun yapmalıydım yoksa benden başka kimse yapacağa benzemiyordu.

Eh, sanırım dünyayı kurtarmaya çalışmak için küçük ama benim için büyük bir başlangıçtı.

Orkun’un arkamdan attığı şaşkın bakışlara aldırmadan oradan ayrılmış ve boş koridorlarda gözlerimi gezdirmeye başlamıştım. Nova bir süredir ortalıkta gözükmüyordu. İhtiyacım olduğu zamanlarda kaybolması sinirimi bozmaya başlamıştı. Yerlerinden milim oynamayan ve bizi dinlediklerine yüzde yüz emin olduğum melek ve şeytan muhafızlar dışında görünürde kimse yoktu. Nefes aldıklarından bile şüpheliydim. Ürkütücü...

"Nova!" Belki beni duyar diye seslenmiştim ama kimseden ses çıkmamıştı. Bıkkınlıkla ofladım ve koridorda tekrar ilerlemeye başladım.

Savaş'ın Sare konusunda bana inanmasını ummaktan başka çarem kalmamıştı. Bu konu matematikten daha zor olmamalıydı ama ya!

Gözlerimi kısıp düşünmeye çalıştım. Aklıma bir fikir gelmişti ama sanırım canım biraz yanacaktı. Bunun için Sare’yle kısa bir konuşma yapmalıydım.

Tatlı, asla nefret dolu olmayan tehlikesiz bir konuşma.

Gülümseyerek başımı kaldırdım. Nova’yı önümde kısık gözlerle beni izlerken gördüğümde ise yerimden sıçradım. "Neden gülüyorsun? Yoksa delirmeye mi başladın?" diye sorduğunda ona aldırış etmemeye çalıştım. Aniden önüme çıkması yüzünden tekleyen kalbimi tuttum ve homurdandım.

"Nova..." deyip tatlı bir şekilde konuşmaya çalıştım. "Sana birinin casus olduğunu söylesem... Bana inanır mısın?" Kaşlarını çattı. Minik kollarını göğsünde kavuşturmuş, yüzümü şüpheyle incelemeye başlamıştı.

"Kimmiş o?" Sorusuyla derin bir nefes aldım. İşte başlıyorduk.

"Sen sorumun cevabını ver, ona göre söyleyeceğim." Omuz silkti.

"Çok saçmalamadığın sürece inanırım. Koruyucusun sonuçta." Dediğinde gözlerimi devirmekten kendimi alıkoyamadım.

"Pekala... Bir büyücü prensesi olduğunu söylesem?" Gözlerini daha çok kısarak başını olumsuz anlamda salladı.

"O öyle biri değil." Dediğinde ofladım. Sare’yi öldürme seçeneği ve daha demin bulduğum plan dışında elde tutulur hiçbir şey yoktu. Elimdeki kanıtım da gitmişti zaten. Ve şey... ben kimseyi öldüremezdim. Yani planlarım daha başlamadan suya düşmüştü.

Dudaklarımı endişeyle dişledim ve ne yapmaya çalıştığımı anlamamasını umduğum küçük periye tekrardan baktım. "Bana Sare'nin yerini gösterir misin?" dediğimde tek kaşını şüpheyle kaldırdı.

"Ne yapacağına bağlı..." Omuz silktim ve gözlerimi kaçırdım. Yalan konusunda da berbat olduğumu söylememe gerek yoktu sanırım.

"Hiç... Sadece konuşacağım. Belki çay içer ve sohbet ederiz?" Bana kesinlikle inanmıyordu, bunu kanatlarını hızla çırpmasından ve başını başıma yaklaştırıp ciddi misin der gibi bakmasından anlamıştım.

O hainle sadece konuşacaktım... Cidden.

Nova yüzüme bir süre daha kararsız kalmış şekilde baktı. Sonrada derin bir nefes alarak cevap verdi. "Peki. Bugünlerde hiç aksiyon yok. Sıkılıyordum zaten." deyip önden hızla uçmaya başladığında onu alelacele takip ettim.

Bir dizi koridorun ardından güneşin yeni doğduğu cıvıl cıvıl bahçeye çıktığımızda Sare’yi elinde bir elmayla ağaca yaslanmış şekilde, gülümseyerek sohbet eder halde buldum. Sarı elbisesi güneşin altında aynı başındaki taç gibi parlıyordu. Ne olduğunu bilmesem kesinlikle iyilik meleği diyebilirdim görünüşüne kanarak. Hoş, etrafındaki bütün melek ve şeytanları böyle kandırıyordu zaten. Sarayda kalan diğer leydiler ve lordlarla konuşup tatlı tatlı sohbet ediyor, herkeste onu onaylıyordu.

Ellerimi arkamda bağlayarak kanatlarımı sıkıcı katladım ve omuzlarımı dikleştirdim. Yanına yavaş adımlarla yürüdüğümde her zaman olduğu gibi merak dolu bakışlar bana ve omzumdaki ize kaydı. "Cık cık cık," deyip prensesi baştan aşağı süzdüm. “Bir prensese hiç yakışmayacak şeyler yapıyorsun Sare. Neredeyse iyi biri olduğuna beni de inandıracaksın.”

Etraftaki hayret dolu bakışları üzerimde hissettim. Yanımda kanat çırpan Nova umutsuz vakaymışım gibi eliyle yüzünü sıvazladı ve vakit kaybetmeden yanımdan sıvıştı. Beni gördüğüne sevinmiş gibi yapmacık bir şekilde gülümseyen Sare gözlerini kıstı ve sırıtarak yaslandığı ağaçtan doğruldu. "Orkun sürprizini beğenmemişsin anlaşılan. Canım arkadaşımızın kafası biraz karışıktı." Dedi ve eliyle etrafındaki leydi ile lordlara dağılmalarını işaret etti. "Benim aptal olduğumu sanman senin en büyük hatan, koruyucu."

Etrafımızda kimse kalmadığında, konuşmalarımızı duyamayacak kadar uzaklaşan lord ve leydileri, muhafızları saymıyordum, bana karşı olan tavrı anında değişmişti. Bütün bakışlar yine üstümüzde olsada buna aldırış etmemeye çalışıyordum.

Sakin ol, Dolunay. Bu kızı parçalamak istediğini unut.

Elindeki elmayı büyüyle yok edip bana doğru bir adım attı ve yüzüme alayla baktı. "Bakalım gücüm sana etki edebiliyor mu? Bir koruyucunun üstünde hep bunu denemek istemişimdir..." dediğinde kaşlarım çatıldı.

“Ne saçmalıyorsun sen? Buraya aptal numaraların için gelmedim Sare. Savaş veya herhangi biri senin ne olduğunu anlamamış olabilir ama ben bunu kanıtlayacağım, göreceksin. Sana kapısını açan krallığa ihanet etmek çok alçak bir davranış.” Omuzlarımı ukala bir şekilde dikleştirdim. “Bahçede bir sürü kişi var. Bir koruyucuya bu sınırlar içinde zarar veremezsin. Aslında biliyor musun? Güçlerim olmadan bile senden daha güçlü olduğuma bahse girerim. Bana hiçbir şey yapamazsın.”

İyi gittiğimi çatılan kaşlarından anlıyordum. Evet, aynen böyle devam edersem sinirlenecek ve bana saldıracaktı. Görgü tanıkları varken bunu yapması işime gelirdi. Kimse bizi duymadığı için onu kışkırttığımı da bilmeyeceklerdi. Sadece şirin sohbetler eden koruyucu ve prensestik, öyle değil mi? Madem onu konuşturamıyordum, o zaman bende etrafa şüphe tohumları ekerdim. Geriye sadece büyütmesi kalırdı.

Dediklerime sinirle gülerek geri çekildi ve sinsi gözlerle beni inceleyip dişlerini sıkarak konuştu. "Acı," diye fısıldadığında yüzüne bakmaya devam ettim. Kesinlikle büyü yapmıştı. Tüylerim diken diken olmuştu ve etrafımda dalgalanan hava değişmişti.

Bir iki saniye sonra, başıma saplanan dayanılmaz acıyla inlememek ve küfür etmemek için kendimi tuttum. Kendim kaşınmıştım ama tanrı aşkına, bu kadar acıyacağını düşünmemiştim. Daha demin yaşanılanların ve konuşulanların bir bir zihnimden gitmeye başladığını fark etmemle panikle bakışlarımı yere kaydırdım.

Şey... hafıza silebildiğini unutan ben dünyanın en rezalet koruyucusu ödülünü almalıydım sanırım.

Off! Bu büyü işleri hiçte filmlerdeki gibi değildi ki!

Birkaç dakika sonra bir şey oldu, başımdaki acı saniyesinde kayboldu ve unutmaya başladığımı fark ettiğim konuşmalarımız bir anda geri gelerek zihnime yük oldu. Ona çaktırmamaya çalışarak rahat bir nefes aldım. Bir güç ya da her neyse, büyünün beni etkilemesini engellemişti.

Zaten Vampir Kraliçe de böyle söylemişti. Yiğit ve beni, koruyucuları etkileyemiyorlardı. En azından zihinsel olarak büyüyle etkilenmiyordum.

Her şeyden habersiz olan Sare gülümseyerek elini omzuma koydu. "Demek ki işe yarıyormuş, canım arkadaşım." dediğinde dişlerimi sıktım. Etrafta bir hareketlenme oldu. Herkes bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmiş olmalıydı ama çok geçti. İçimde ne olduğunu anlamdıramadığım bir şeyler değişti. Gücüm bize yapılana sinirlenmiş gibiydi çünkü istediğim zaman ortaya çıkmayan sihir, şimdi içimden taşmaya ve beni korumak için can atmaya başlamıştı.

Vampir Kraliçenin karşısında olduğu gibi, gücüm hızla içimde canlanmaya ve kıpırdanmaya başladı. Sırtımdan soğuk terler dökülürken bütün bedenimi kaplayan tarif edilemez hisle gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Üstünde durduğumuz toprağın sarsılmaya başladığını hissettiğimde dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. Sare geriye doğru sendelemiş ve bana dehşetle bakmıştı.

"Kes şunu!" diye sinirle bağırdığında artık çok geçti. Yerden uzanan ağaç dalları ve dikenli sarmaşıklar toprağı yararak ortaya çıkmış ve bedenini bir koza gibi sarmaya başlamıştı. Dikenlerin tenine batmasıyla sinirle çığlık atsada çığlığı yarım kaldı çünkü bir ağaç dalı ağzına dolanıp sesini kesmişti.

Bunu ben mi yapıyordum? O kadar eğlenceliydi ki! Sare’nin bu haline kıkırdayıp doğaya içimden teşekkür ettim. İçimdeki gücün azaldığını hissediyordum ama teşekkürüme karşılık verdiğini iliklerimde hissedebiliyordum. Giderek yorgunluk bassada bu sahneyi izlemekten vazgeçememiştim. Sanırım tek seferde güç kullanmak beni yoruyordu.

"Muhafızlar! Yakalayın şu canavarı!" Leydilerden biri yanımıza gelmeye korkarak hala kenarda beni şaşkınlıkla izleyen muhafızlara seslendi. İçimdeki güç tehlikede olduğumu hissedince tekrar harekete geçti. Sarmaşıklar şeytan muhafızlara atılacakları sırada panikle bağırdım.

“Hayır! Durun! Onlar iyi!” Gücüm beni dinleyerek dursada hırçınlaşmıştı. Pekala, sanırım başım büyük bir dertteydi. Bu gücü kontrol etmem gerektiğini şimdi fark ediyordum. Kimse elbette bana bundan bahsetmemişti. Onu başıboş bırakamazdım, istediğini yapardı. İsterse herkesi öldürebileceğini anlamam daha çok strese girmeme neden oldu.

Off! Başım iki kat beladaydı artık. Bahçeyi mahvettiğimden bahsetmek bile istemiyordum.

Bir şeytan muhafızın yukarıdan hızla önüme inmesiyle korkuyla geriye sendeledim. Miğferinin ardından kaşlarını çatarak bana temkinle yaklaşıyordu. Neden canavarmışım gibi davranıyorlardı?! Sadece biraz fazla güç kullanmış ve kontrol edememiştim... Herkesin başına gelemez miydi bu?

Etrafımın muhafızlar tarafından sarıldığını kollarımdan tutulup zorla diz çöktürüldükten sonra anlamama ne demeliydi peki? Hareket edemiyordum. Kollarımı çok sıkı tutmuş, resmen beni yere sabitlemişlerdi. Başımı çevireceğim sırada bir muhafızın zırhının keskin tarafı boynumu kesti. Acıyla inleyip gücüm yüzünden yerin yeniden sarsılmasına sebep oldum. Gözlerim dolmuştu ve korkudan ne yapacağımı şaşırmıştım. İçimde kıpırdanan sihir bana değil duygularıma tepki veriyordu ve bu kesinlikle olmaması gereken bir şeydi.

Gücümün böyle olacağı aklıma gelmemişti. Bana ne oluyordu?

"Bana saldırmaya çalıştı! O koruyucu güçlerini kontrol edemeyen küçük bir kız! Zindana atılmalı. Hepimize zarar verecek!" Sare gücümden kurtulmuş, hırpalanmış şekilde önümde durmuş, muhafızlara emir veriyordu.

Tam itiraz etmek için ağzımı açacağım sırada saraydan çıkıp öfkeyle yanımıza yaklaşan Savaş’ı fark ettim. Çileden çıkmış gibi görünüyordu. Hayır, beni böyle görmesini istemiyordum! Bu sefer kesin saraydan gönderilecektim, beni burada daha fazla tutmazlardı. "Bırakın onu!" diye öfkeyle bağırdı şeytan, muhafızlara doğru. Muhafızlar tereddüt ettiler. Omzumdaki elleri hala beni yere bastırıyordu.

"Ama majesteleri, Sare efendimize saldırmaya çalıştı. Her şeyi gördük." Dedi solumdaki muhafız. Kanadıma basıyordu ve farkında değildi. Boynumda hissettiğim ıslaklık kesilen yerin kanadığını anlamama yetmişti. Berbat bir haldeydim ve gözyaşlarım etrafımı bulanık görmeme neden oluyordu.

Sare, Savaş'ın yanına yaklaşarak kolunu tuttu ve başını omzuna yasladı. "Prensim, ben burada duruyordum. Gelip beni kışkırttı, sonrada nedensiz yere saldırdı. Kıskançlıktan gözü dönmüş bir koruyucu, koruyucu olmaya layık değildir. Nişanlanacağımızı söylememeliydik ona."

“N-ne?” Ağzımdan kaçan sözcüklere engel olamadım. “Ne diyorsun sen! Hafızamı silmeye çalıştın!” Bağırmamla sağımdaki muhafız omzumu daha çok sıktı. Sus diye ikazda bulununca irkilip çenemi kapadım.

Sare dediklerimi umursamadan kollarını öne doğru uzatıp sarmaşıklarımın kestiği yerleri gösterdi. "Bak, canımı acıttı." Dedi Savaş’a hitaben. Savaş ise, hiçbir tepki vermiyordu ve bu beni daha çok korkutuyordu. Gözlerini ayırmadan boynumdaki yaraya baktığını fark etmiştim.

Sonunda dayanamayıp bakışlarımı homurdanarak şeytanın yüzünden çektim ve başımı önüme eğdim. Açıklama yapmayacaktım. Kendisine güvenmemi istiyorsa o da bana güvenecekti. Etrafa sessizlik çökmüştü. Herkes Savaş’ın kararını bekliyordu.

"Lyron, bırak onu. Yeter." Omzumu tutan muhafız itiraz eder gibi oldu ama sonra bırakmak zorunda kaldı. Beni tutan diğer muhafızda aynı şeyi yapmıştı. Rahat bir nefes alıp zorlukla ayağa kalktım ve ağrıyan omuzlarımı ovaladım. Moraracaklarına emindim. Ağladığımı çaktırmamaya çalışarak hiçbir şey olmamış gibi üzerimdeki elbiseyi düzelttiğimde şeytan çoktan yanıma gelmişti ama bana dokunup dokunmamak arasında kalmış gibiydi.

Sanırım bir daha güç patlaması yaşayacağımı falan sanıyordu. Gıcık şeytan.

"İyi misin?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim. Elini tereddütle boynuma uzatmış sonra ise geri çekip etrafına bakmıştı. “Artık gidebilirsiniz. Gösteri bitti.” Dedi bizi sanki film çekiyormuşuz gibi izlemeye devam eden muhafızlara ve diğerlerine. Herkes gelen emir üzerine dağılmak zorunda kaldı. Sare itiraz etsede Savaş’ın bakışları ve emri tartışmaya açık değildi.

Herkes gittikten sonra sıkıntıyla iç çeken şeytan elini boynuma getirdi. Yaranın olduğu yere yavaşça dokunup kaşlarını çatarak büyük bir dikkatle inceledi. "Çok derin değil neyse ki..." Dedi ve yumuşayan bakışlarını gözlerime dikti. “Senin suçun olmadığını biliyorum melekcik, bana ağlayacakmış gibi bakma. Kalbime ağır geliyor...”

“Neden daha erken gelmedin?” Diye sordum titrek sesimle. “Belki bana emir verip canavar gibi davranmama engel olabilirdin.”

“Dolunay...” Şeytan elini uzatıp elimi avcunun içine aldı. “Sare’nin seni kızdırdığını tahmin edebiliyorum. Sen canavar değilsin, melekcik. Sadece güçlerinle yeni tanışıyorsun. Onları kontrol edememen çok normal.”

Utançla ondan kaçırdığım kızarmış gözlerimi yüzüne çıkardım. “Yani canavar olduğumu düşünmüyor musun? Şu bahçenin haline bak! Ya masum birine zarar verseydim? Ben nasıl koruyucu olabilirim ki? Daha zarar vermekten öteye geçemedim!”

“Böyle konuşma. Etraftakilerin ne dediğine çok takılıyorsun, melekcik. Onlar seni benim gibi tanımıyorlar. Halk yeni bir şey gördüğünde onu dışlamaya meyillidir.” Şeytan gözümden damlayan yaşı sildi. “Ayrıca bende güçlerime ilk kavuştuğumda Ayaz’ı neredeyse öldürüyordum. Ne zaman ortaya çıkacaklarını biz belirleyemiyoruz. Sadece onlar üstünde kontrol sahibi olmak için uğraşıyoruz.” Utançla başımı eğdiğimde çenemden tutup başımı kaldırdı. “Çok iyi idare ettin. Sorun değil.”

Sözleriyle hızlanan kalbimi hissetmediğini umdum. Bu şeytan beni mahvediyor ve geri dönemeyecek şekilde ona kapılmama neden oluyordu.

Aklıma gelen şeyle anın büyüsünde çıkmak için başımı salladım ve kendime geldim. Ona hala kırgındım. Kahvaltıda nişana itiraz etmemişti. Kalbimi bu şekilde kırabilmesi adil değildi. Çenemi elinden kurtardım ve derin bir nefes alıp ondan uzaklaştım. "Odama gideceğim." Deyip hiçbir şey olmamış gibi yerdeki sarmaşıklara dikkat ederek yanından geçtim. Muhafızlar yanlarından geçerken bana temkinli bakışlar atıyorlardı. Harikaydı.

Yavaş adımlarla saraya ilerledim. "Hani sadece konuşacaktın?" Nova'nın sesini duymamla yavaşça iç çektim ve ona cevap vermeden ilerlemeye devam ettim. Küçük peri buna aldırış etmedi ve beni takip etti. Sarayın arka kapısına geldiğimde durup büyük kapıyı araladım. Evet, yalnız kalmak istediğim için odama değil, uçuruma gidiyordum.

Hırçın dalgaların çarptığı kayalıkların olduğu yere geldiğimde ormanı arkama aldım ve bir ağaca yaslanıp yere oturdum. Yorgunluktan ve ağlamaktan şişmiş gözlerim kapanıyordu. Uyumak için iyi bir yer olmayabilirdi ama odam içimi daraltıyordu. Orman bana kendimi güvende hissettiriyordu.

Bir süre daha oturduktan sonra uykuya dalmıştım. Ta ki, arkamdaki çalılıktan ses gelmesiyle irkilerek gözlerimi açana kadar. Nova sıkılıp gitmişti, burada yalnızdım. Başımı çevirip büyük ağacın yanındaki çalılıkları temkinli bir şekilde inceledim. Hareket ediyorlardı. Gözlerim kısıldı ama gücüm ortaya çıkmadı. Bu ya tükendiğini gösteriyordu, ya da tehlike sezmemişti.

Çalılıklardan fırlayan hayvanla yüreğim ağzıma gelsede, sonrasında ağzımdan kaçan kıkırdamaya engel olamamıştım.

Bu yavru bir gri kurttu...

Garip sesler çıkartıp küçük patileriyle yanıma temkinli adımlarla yaklaştı ve başını yana yaptırıp beni incelemeye başladı. Elimi yavaşça ona doğru uzattım. Ne yaptığımı anlamak için biraz duraksayıp elimi inceledi. Sonrada yaklaşıp burnunu elime sürttü. Beni koklamaya başlamıştı.

"Ne kadar tatlısın..." Deyip başındaki yumuşak tüyleri okşadım. Yanıma biraz daha yaklaştı ve minik başını kucağıma koyup esneyerek gözlerini kapattı. "Anneni mi kaybettin yoksa bebeğim?" Başımı çevirip ormanı inceledim. Nereden gelmişti ki?

Derin bir nefes aldım. "Sende mi benim gibi evinden uzaktasın?" dedim ve yorgunlukla gözlerimi kapatıp başımı geriye, ağaca yasladım. "Nereye aitim artık bende bilmiyorum..." Yavru kurdun uyuduğunu anladığımda gülümsedim. Dişi olmalıydı.

İçimden bir ses artık yanımdan ayrılmayacağını söylüyordu.

Gözlerimi tekrar açtığımda hava kararmıştı. Gücümü hala toplayamamıştım. Sabahki olay resmen içimdeki bütün enerjiyi çekip almıştı. Ne kadar uyusamda yetmiyordu. Kucağımda kıpırdanan yavru kurdu gördüğümde kıkırdadım. Kucağıma sığmaya çalışıyordu ama ne yazık ki o kadar küçük değildi. Yavru olmasına rağmen cüsseliydi.

"Annen hala gelmedi, değil mi?" dedim mırıldanarak. Onu burada bırakmak istemiyordum. Bakışlarımı son kez ormanda gezdirdim. Ağaçların arasında bir hayvana ait parlak kahverengi gözler buraya bakıyordu. Önce tepki veremesemde sonrasında irkilerek ayağa kalkmış ve yavru kurdu kucağıma almıştım. O da korkmuş olacak ki başını boynuma saklamıştı.

Kahverengi gözlerin sahibi olan büyük siyah kurt ağaçların arasından çıkarak bana doğru bir adım attı. Bu uçurumda beni kurtaran kurttu. Burada ne işi vardı? Yelesi siyah olduğu için karanlıkta neredeyse kamufle olmuştu. Sadece gözleri belli oluyordu.

Yavaş adımlarla bana biraz daha yaklaştı. Geri gitmiyordum. Sadece onu izliyordum. Neden bilmiyordum ama ondan korkmuyordum. Aksine, bana güven vermeye başlamıştı. Sanki... sanki yavaş hareket ederek o da beni korkutmamaya çalışıyordu. Önümde durduğunda eğdiği başını dikleştirdi ve gözlerimin içine dikkatle baktı. Çok büyüktü, abimin kurdundan bile büyüktü. Benim boyumu geçiyordu.

Yavru kurt kucağımda sessizleşmişti. Bir elimle onu sıkıca tuttum ve diğer elimi siyah kurda uzattım. Geri çekilmeden sessizce beni izliyordu. Elim ona değecekken durdum. Tereddüt edip kaşlarımı çattım. Onu tanımıyordum. Nasıl bir tepki verirdi?

Beni yiyecek hali yoktu aslında. Sonuçta kurtarmıştı.

Kurt başını eğip elimi kokladı ve o an gözbebeklerinin genişlediğine şahit olduğuma yemin edebilirdim.

Saraydan birtakım sesler gelmesiyle irkilip elimi kendime çektim ve başımı oraya çevirdim. Geri çevirdiğimde ise kurt önümde değildi. Gitmişti... Kaşlarımı çatarak etrafı inceledim. Bir saniyede nereye kaybolmuş olabilirdi ki?

Yavru kurdun kucağımda huysuzlanmaya başlamasıyla fazla oyalanmadan orman yolundan çıktım saraya ilerledim. Nova beni yine beklememiş ve gitmişti. Gözlerimi devirip sarayın kapısına geldim. Muhafızlar kucağımdaki yavru kurt yüzünden bana uzaylı görmüş gibi bakıyordu. Eh, en azından öğlenki gibi canavar görmüş gibi bakmıyorlardı.

Büyük girişten geçerek odama doğru ilerlemeye başladım. Odama girdiğimde yavru kurdu yatağımın üzerine bıraktım. Bir süre şaşkınlıkla büyük odayı inceledi. Sonrada yatakta rahat bir yer bulmuş olmalı ki başını koyarak gözlerini kapattı. Annesi gelmediğine göre ona ben bakabilirdim değil mi? Yanımdan ayrılmamıştı sonuçta. Artık benimdi.

"Senin adını ne koysak ki?" diye mırıldandığımda gözlerini açtı. Beni anlıyor muydu acaba?

Göz göze gelmemizle kaşlarımı kaldırdım. Gözleri ışıkta masmavi parlıyordu. "Adın Mavi olsun." Bence sade ve ona yakışan güzel bir isimdi.

Gözlerini tekrar kapatıp uyumaya devam etti. Bende dolabıma yöneldim ve üzerimi değiştirdim. Işığı kapatıp yatağa geçeceğim sırada kapının hızla açılmasıyla yerimden sıçradım. Savaş içeri girmemişti, direkt dalmıştı. "Dolunay... neredeydin? Bütün gün seni bekledim." Yüksek sesli bir şekilde konuşmaya başladığında gözlerimi kocaman açıp elimle ağzını kapattım.

Bana şaşkınlıkla baktı. "Sessiz ol, kızımı uyandıracaksın." dediğimde gözlerini dehşetle açtı. Elimi ağzından çektiğimde ise sesini alçaltmadan konuşmaya devam etmişti.

"K-kızım mı?" Dedi ve dehşet dolu bakışlarını karnıma yöneltti.

Bıkkınlıkla derin bir nefes alıp elimle burun kemerimi sıktım ve başımı olumsuz anlamda salladım. "Savaş... bazen beynini kullanmadığını düşünüyorum." Hala daha anlamaz bir şekilde suratıma bakmaya devam ettiğinde yatağın üzerinde yatan Mavi’yi işaret etmek zorunda kaldım. "Tanıştırayım, Mavi."

Kaşların çatarak bakışlarını benden çekti ve Mavi’ye yöneltti. "Bir kristal kurdu," dediğinde dudaklarımı büzdüm. Demek türü buydu. "Onu nereden buldun?"

"Uçurumda kendisi yanıma geldi." dedim ve yatağa oturarak devam ettim. "Sence dönüşebiliyor mu?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Kristal kurtları dönüşemez ama hızlı büyürler." Deyip yatağa ilerledi. "Ben nerede yatacağım?" diye sorduğunda tek kaşımı sorarcasına kaldırdım.

"Odanda?" dediğimde omuz silkti. Üzerinde siyah bir eşofman altı ve sade bir tişört olduğunu yeni fark ediyordum. Resmen odama uyumak için gelmişti...

"O kurt benim yatacağım yeri işgal etmiş, gitsin o odamda yatsın." Huysuz bir çocuk gibi davranmaya başladığında kıkırdadım ama sonra kendime geldim. Ona hala tripli olduğumu unutmamam gerekiyordu.

Gözlerimi devirip yatağa, şeytanın uzanmayı seçtiği yere baktım. Bu seferde ben huysuzlandım. Bana yer bırakmamışlardı vicdansızlar. "Bana yer kalmadı!" dediğimde dudaklarını ıslattı ve sırıtarak alaycı bakışlarını üzerimde gezdirdi.

"Kucağımda yatabilirsin." Dediğinde sinirle güldüm.

"Ben ciddiyim şeytan, yana kayın biraz." Mavi beni anlamış gibi tek gözünü açtı ve doğrularak biraz yana kaydı. Savaş’tan uzaklaşmış, onun yanında bana yer açmıştı. Tam ortalarında uyuyacaktım. Çok huzurlu göründüğünü düşünmekten kendimi alıkoyamadım.

Savaş kaşlarını kaldırarak şaşkınlıkla Mavi’ye baktı. "Ben söyleyince duymazdan gelir. Ama seni de anlıyorum, doğa koruyucusunun üzerimizdeki etkisine kim karşı koyabilir ki?" Dediğinde kızararak bakışlarımı kaçırdım. Başımı onaylamazca salladım ve yanlarına uzanıp yorganın altına girdim. Şeytan bana biraz daha yaklaşıp kollarını belime doladı.

Sehpanın üzerindeki ışığı kapatıp başımı yastığa bastırdım. Mavi de bana sokulmuştu. Tam huzurla uykuya dalacakken Savaş'ın konuşmasıyla gözlerimi açmak zorunda kalmıştım. "Seni akademiye yazdırdım." Dedi mırıldanarak. Başımı kaldırdım ve yüzüne ciddi misin der gibi baktım.

"Ne akademisi?" diye sorduğumda omuz silkti.

"Benim gittiğim akademi. Boş zamanımız olduğunda gideceksin. Güçlerin için." dediğinde nefesimi bıkkınlıkla dışarı verdim.

"İnanmıyorum... fantastik yaratıklarla dolu bir dünyadayım ve hala okula mı gidiyorum?" Şeytan gülmeye başladığında dişlerimi sıktım. "Gülme!" Beni dikkate almadı.

"Okul kaçınılmazdır bebeğim, buna alışsan iyi edersin." Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım.

"Savaş..."

"Hmm?"

"Sana güveniyorum." dediğimde belimdeki kollarını sıkılaştırdı. Bir kanadını kaçıp gitmemi engellemek istermişçesine üzerime bırakmıştı.

"Biliyorum." Deyip yavaşça iç çekti. Boynumdaki yarada parmaklarını hafifçe gezdiriyordu.

Mavi yattığı yerden kalkıp aramıza girdiğinde Savaş homurdandı. "Al şu kurdu yoksa hiç acımadan aşağı atacağım."

Gülerek Mavi’yi aramızdan çektim ve yanıma koydum. Yavru kurdum bana yeniden sokuldu. "Oldu mu?" Şeytan beni onaylayıp bedenimi kendine daha çok yaklaştırdı.

"Oldu" Dedi.

Yüzümde minik bir tebessümle gözlerimi kapattım ve mırıldandım. "İyi geceler şeytan."

"İyi geceler melekcik..."

............

Oy vermeyi ve bölüm hakkındaki fikirlerinizi paylaşmayı unutmayınn

İnstagram; irem_cft_

Devam edecek...

Bölüm : 03.10.2025 15:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...