
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn!
İyi okumalarr 🤍
..............
Yatakta diğer tarafa dönerek yavaşça iç çektim ve iki saattir odaklandığım beyaz tavandan bakışlarımı kaydırarak pencereye yönlendirdim. Gökyüzü ruh halimin tam tersi şekilde güneşli ve ışıl ışıldı. Homurdanarak kanatlarımla yüzümü kapattım.
Ne güzel.
Savaş’la birlikte uyumamızın üzerinden iki gün geçmişti ve bu iki günde hiç odamdan çıkmamıştım. Çıkmak istememiştim. Sebebi ise kendimi aşırı yorgun hissetmem ve başımın ağrımasıydı. Bıkkınlıkla oflayarak yatakta tekrar diğer tarafa döndüm ve kendi halinde takılan Mavi’yi izlemeye başladım. Elimi yavaşça uzatıp yumuşak gri yelesini okşadım. Minik kurdum memnun mırıltılar çıkardı.
Açıkçası bugünde yataktan çıkmaya niyetim yoktu. Yemek bile yiyesim yoktu. Ela sürekli uğrayıp neden odamdan çıkmadığımı sorduğu için yalan söyleme becerimi bile geliştirmiştim.
Her ne kadar fantastik dünyada yaşasamda benim bile bazen molaya ihtiyacım oluyordu. Bu olanlar bana fazlaydı, farkındaydım ve kendime bu yüzden tatil vermiştim. Neyse ki Savaş sayesinde kimse beni rahatsız etmeye tenezzül etmemişti. Bu durumdan hoşnuttum.
Bedenimde anlam veremediğim eklem ağrıları olmasaydı daha hoş olabilirdi tabii.
Düşüncelerime göz devirip yorganımı üzerime çektim. Öğlen olmuştu ama benim hala uykum vardı. Kapının tıklatılmadan açılmasıyla yorganımı üzerimden kaldırdım ve kısık gözlerle, kapıyı çalmadan içeri giren şeytana baktım. Kaşlarını çatmış bir vaziyette yatakta yatan beni inceliyordu.
"Öğlen oldu. Kış uykusuna yatmayı planlamıyorsan artık kalkman gerek, melekcik." dediğinde başımı olumlu anlamda salladım ve onu onayladım.
"Biliyorum ama sadece... yorgun hissediyorum." dedim. Kaşları sorarcasına havaya kalktı. Ciddiyetle yanıma gelerek Mavi’yi kenara ittirdi ve yatağın köşesine oturdu. Oturmasıyla birlikte yatak çökmüştü. Üzerindeki prenslere layık giysilerde gözlerimi gezdirdim. Ben onun aksine beyaz geceliğimleydim ve saçlarımın düğüm düğüm olduğunu tahmin edebiliyordum. Kısacası; berbat bir haldeydim.
Şeytanın gözlerinde endişe vardı. "Beni korkutuyorsun Dolunay. Bir sorun mu var?" Yavaşça iç çekip başımı önüme eğdim. Gerçekten neyim vardı benim? İki gündür odamdan çıkmamamın sebebini ben bile bilmiyorken şeytana ne diyecektim?
Sanırım depresyona girmiştim. İmdat?
Sorusuna cevap vermediğim için kaşlarını çatıp elini usulca yüzüme çıkardı ve avuç içini alnıma bastırdı. "Geçenki gibi ateşinde yok." deyip elini alnımdan çekti. Bu seferde yüzümü dikkatle incelemeye başlamıştı. "Gidip şifacıyı çağıracağım bu böyle olmaz." Tam ayağa kalkacakken panikle kolundan tutup onu engelledim.
"Bence gerek yok, iyiyim ben. Birkaç güne geçeceğine eminim." Dedim cümlelerimi aceleyle sıralayarak. Sonrada yalan söylediğim için kızardım ve gözlerimi kaçırıp dudaklarımı dişledim.
Doktordan korktuğumu onun bilmesine gerek yoktu değil mi?
Gözlerini kısıp kuşkuyla suratıma baktı. "Bana söylemediğin herhangi bir şey yok değil mi?" diye sorduğunda boğazımı temizledim.
"Doktordan korkmam dışında mı?" dedim dalgınlıkla ve başımı iki yana salladım. "Yok." Ağzımdan çıkan sözleri fark etmemle gözlerimi kocaman açtım. Yanlışlıkla ağzımdan kaçırmıştım!
Şimdi benimle bu korkum yüzünden ömür boyu dalga geçerdi pislik şeytan!
Alayla sırıtıp kaşlarını kaldırdı. "Melekcik doktordan korkuyor mu?" dediğinde gözlerimi devirdim. Yatağa ellerini yasladı ve üzerime doğru yavaşça eğilip gözlerimin içine baktı. "Bu bilgiyi öğrendiğim iyi oldu. İleride kullanırım."
Al işte... Ben demiştim ama!
Dudaklarımı dişleyip yeniden itiraz ettim. "Bence birkaç gün daha bekleyebiliriz." dediğimde düşünüyormuş gibi beni baştan aşağı süzdü. "Birkaç gün sonra daha iyi olacağım. Buna eminim."
Başını olumsuzca salladı. "Nedense sana inanmıyorum. En son sana evde kal dediğimde başımıza gelmeyen kalmadı, melekcik." deyip bakışlarını benden çekti ve yere sabitledi. Sanki bir şey aklına gelmişti ve bunu zihninde tartıyordu.
Dudaklarını dilinin ucuyla usulca ıslatıp çatık kaşlarıyla bir süre konuşmadan durdu. Sonrada derin bir nefes aldı. Bir şey demeden ayağa kalkıp kapıya yöneldi ve dışarı çıktı. Elbette ne düşündüğünü bana söylemeye tenezzül etmemişti.
Kaşlarımı çatıp neler olduğunu anlamaya çalıştım. Dudaklarımı büzüp omuz silkerek Mavi’ye döndüm. "Neydi bu şimdi?" diye sorduğumda minik kurdum kemirdiği yorganı bırakıp başını beni anlamış gibi yana yatırdı. Derin bir nefes alarak onu kucağıma aldım. "Baba delirdi sanırım kızım." dedim ve güldüm. Onun annesi ve babası kesinlikle bizdik.
Mavi'nin başını okşamaya devam ederken bir yandan pencereden dışarıyı izliyordum. Bir süre sonra sıkılıp yerimde huzursuzca kıpırdandım. Mavi’yi yatağın yan tarafına yavaşça bırakıp ayağa kalktım ve odanın köşesindeki lavaboya ilerleyip elimi yüzümü yıkadım.
Yüzümü lavabodan kaldırdığımda aynadaki yansımamla göz göze geldim. Göz altlarımdaki morluklar yorgun olduğumu dışa vuruyordu. Daha fazla bakıp moralimi bozmamak için lavabodan çıktım. Yatağın önüne geldiğimde kapının hızla açılmasıyla irkilerek başımı oraya çevirdim. Savaş içeri girmiş ve endişeli gözlerle bana bakıyordu.
Başımı sallayıp kaşlarımı çattım. "Ne? Ne oldu Savaş?" diye sorduğumda cevap vermedi, onun yerine yanıma gelip elini omzuma çıkardı ve parmak uçlarını yavaşça izime bastırdı. İzim onun dokunuşuyla yeşil bir şekilde parlayıp uyanmıştı. Bunu yaptığına bir kez daha şahit olmuştum.
Gözlerini kapatıp bir süre durdu. Ben ne yaptığını anlamaya çalışırken elini izimden çekip gözlerini açtı ve yutkundu. "Bugün dolunay var..." Dedi kısık sesiyle. “Bunun böyle olacağını hiç düşünmemiştim! Yanında abin yok ve... izin değişik bir güç yayıyor.”
"Ne var bunda?" diye sorduğumda başını kaldırdı.
"Kurt..." devam etmesine izin vermeden neler olduğunu anladığım için hızla araya girdim.
"Hayır!" dediğimde gözlerimin içine çaresizce baktı.
"Evet." Titrek birer nefes aldım. İşte bunu beklemiyordum. Saçlarımı karıştırıp odanın içinde endişeyle ileri geri yürüdüm. Bu yüzden bütün eklemlerim ağrıyor ve içimde bir şey dışarı çıkmak için uğraşıyordu! Ben izin vermediğim içinse yorgun ve halsiz hissediyordum.
Korku dolu gözlerimi yüzüne çıkardığımda şeytan bakışlarını kaçırdı. O da anlamıyordu ki kurtlardan. Ne olacağını nereden bilebilirdi?
"Korkuyorum..." diye mırıldandım titrek sesimle. Sesimi duyduğu anda derin bir nefes aldı ve bana yaklaşarak yavaşça kollarını belime doladı. Başımı göğsüne yaslayıp sakinleşmek için kokusunu içime çektim. Dudaklarını kulağıma yaklaştırıp sessizce konuşmaya başladı.
"Sorun yok." Dedi ve beni rahatlatmak için devam etti. "Bir şey olmayacak. Kurtlar hakkında eğitim almıştım. Yanında olacağım." Ses tonundaki endişeyi fark etmesem ona inanabilirdim ama yanımda olacağını bilmek bana her şeyden çok güven veriyordu.
Ve tanrı aşkına... Kim durduk yere bir hayvana dönüşeceği haberini aldıktan sonra sakin kalabilirdi ki? Üstelik ne abim ne de annem yanımdaydı. Böyle olacağını bende hiç tahmin etmemiştim.
Şeytan önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına yerleştirdi ve yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. "Şimdi, ben gidip kütüphanede biraz daha araştırma yapacağım, sende buradan bir yere ayrılmadan beni bekleyeceksin." Dedi emir veren bir tınıyla. "Anlaşıldı mı?"
Başımı olumlu anlamda salladım. "Anlaşıldı." diye mırıldandım içime kaçmış sesimle.
"Güzel." Dedi ve benden ayrılarak kenarda uyuyan Mavi’ye kısa bir bakış atıp odadan hızlı adımlarla çıktı. Kapıyı arkasından kapattığında üstümü değiştirmek ve daha rahat -beni hiçbir şekilde kısıtlamayacak- bir elbise aramak için dolaba ilerledim. Sonunda dizlerimde biten, saten ve rengi kanatlarımla uyumlu bir beyaz olan elbisede karar kıldım. Saçımı sıkıca topladıktan sonra yavaşça yatağa oturup yutkundum. İçimdeki panik bir türlü dinmiyordu.
Ne yapılması gerektiğini bile bilmiyordum. Abimin doğru dürüst anlatma şansı olmamıştı, onların yanında kalamadan her şey karışmıştı ve şimdi ise sürü... ortada yoktu.
Yatağa kendimi sırtüstü bırakıp gözlerimi kapattım.
Sakin ol Dolunay... Eminim ki Savaş bir yolunu bulacaktır... Umarım.
İki gündür çektiğim işkencenin sebebini bulmuştuk ama ben rahatlayamıyordum. Daha çok endişeleniyordum.
Kapı çalınıp içeri Ela girdiğinde yerimde hareket etmeden bakışlarımı ona kaydırdım. Endişeyle yüzüme bakıyordu. "Olanları duydum." Dedi ve yanıma geldi. "Yardım edebileceğim bir şey var mı? Herhangi bir şey?" diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım. "Büyücü olsam bile kurtlardan azda olsa anlayabiliyorum. Onlar yeraltının ve yerüstünün muhafızları. İki dünya arasındaki boyut kapısını korurlar ve şey... haklarında bir sürü mitolojik hikaye okudum. Ama sanırım sadece hikayeler..."
Nefesimi yavaşça dışarı bıraktım ve arkadaşıma hafifçe gülümsedim. "Ela, çok teşekkür ederim ama şu anda tek yapabileceğin şey benimle sohbet etmek." dedim ve dudaklarımı büzdüm. "Kafamı dağıtmam gerek. Belki işe yarar." dediğimde kıkırdadı.
“Bunu yapabileceğime eminim.” Dedi. Yatağa oturup büyücü olduğu için her zaman giydiği pelerini çıkardı ve bir kenara bıraktı.
"Alp nasıl?" diye sorduğumda omuz silkti.
"İyi, abim her zamanki gibi görevinin başına geçti." Dediğinde değişen yüz ifadesinden anlatmak istediği bir şeyler olduğunu anladım.
"Peki sen nasılsın?" diye sorduğumda sırıtmasını gizlemeye çalıştı. Kaşlarımı çatıp yatakta doğruldum ve yüzüne sorar bakışlar attım. "Ne oldu?"
"Şimdi hiç sırası değil biliyorum ama söylemezsem içimde kalacak." dediğinde kaşlarımı kaldırdım.
"Neyi?" diye sorduğumda gözlerini kapattı. Dudakları iki yana kıvrılmıştı.
"Sanırım ben... aşık oldum." dediğinde şaşkınlıkla suratını izledim.
"Kime?" diye sordum merakla. Ela bakışlarını kaçırdı.
"Orkun. Maalesef o lanet askere karşı hislerim var." diye mırıldandı ve yüzünü bana çevirdi. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum ama pekte işe yaradığı söylenemezdi. Sonunda ise büyük bir kahkaha patlattım. “Dolunay! Ne gülüyorsun?”
Kıkırdamalarımın arasından zar zor konuştum. “Çok yakışıyorsunuz Ela! Bu mükemmel!” dedim ve gülmemek için derin bir nefes aldım. Ela benim bu halimi gülerek izliyordu. Onunda neşesi yerine gelmiş gibiydi. O gerçek bir arkadaştı.
“Sende prensimize aşıksın. Ben bir şey diyor muyum?” dediğinde kıkırdayarak yastığı ona fırlattım. Büyüsüyle yastığı havadayken engellediğinde kaşlarım çatıldı. “Ayrıca Savaş efendimiz senin sorununa çözüm bulmak için sarayı birbirine kattı. Sanırım bütün saray dönüşeceğini biliyor.”
Ağzım şaşkınlıkla aralandı. “Bana sadece kütüphanede araştırma yapacağını söylemişti!” Ela omuz silkti.
“O bir prens Dolunay. Sorunları bütün sarayın sorunlarıdır. Kütüphanedeki katiplerle dönüşüm hakkında araştırma yapmaya başladı bile. Beni buraya sana göz kulak olayım diye gönderdi.” Şaşkınlıkla onu izlediğimi gören Ela güldü. “Ne bekliyordun ki? Seni seviyor.”
Derin bir nefes alıp bakışlarımı pencereye çevirdim.
Kalbim neden bu kadar hızlı atıyordu? Neden benim için yaptıkları bu kadar hoşuma gidiyordu?
Durman gerek şeytan, yoksa kalbim durdurulamaz şekilde sana ait olacak ve ben bundan hiç pişman olmayacağım.
Hava kararana kadar Ela’yla oturup sohbet etmiştik. İyi ki vardı. Korkum hafiflemiş, endişem biraz olsun dinmişti. Hatta yemek yediğimiz bir ara akşam olacakları unutmuştum. Savaş ise hala ortalıkta görünmüyordu. Çatalımı tabağıma bırakarak başıma giren keskin ağrıyla yüzümü buruşturdum. Kanatlarıma kadar bütün bedenim sızlamıştı bu ağrıyla.
"Dolunay? İyi misin?" Ela masanın diğer tarafından bana endişeyle bakıyordu.
"Sanırım..." Dedim ama kesinlikle değildim.
"İyi gözükmüyorsun." dediğinde gözlerimi açıp kapadım. Derin bir nefes aldım ama başımdaki ağrı ısrarcıydı. Ela sandalyesini geri iterek ayağa kalktı. "Gidip Savaş’ı çağıracağım." Bir süre bana baktı. Sonrada hızlı adımlarla pelerinini alarak dışarı çıktı. O gittikten sonra Nova yanımda belirdi. Küçük peri bir şeyler sorsa dahi cevap verecek havada kesinlikle değildim.
Mavi endişelenmiş olacak ki yanıma gelip kucağıma çıktı ve başını bacaklarıma yasladı. Garip tiz sesler çıkarıyordu. Başıma saplanan başka bir şiddetli ağrıyla kısık sesle inledim.
Kapının hızla açılmasıyla acı dolu gözlerimi oraya çevirdim. Savaş endişeyle içeri girmişti. Ela da arkasındaydı. "Sarayda hiç kurt yok. Yakınlarda da yoklar çünkü sürü şeklinde hareket ediyorlar. Krallığın küçük bir kasabasında birkaç kurtla iletişime geçtik ama melezler hakkında hiçbir fikirleri yok." Dedi ve saçlarını sıkıntıyla karıştırdı. "Sadece odadan dışarı çıkmamız gerektiğini öğrendim. Senin gibi biri daha önce sadece birkaç kez görülmüş çünkü olduğun şey... epey nadir."
“Nadir mi? Bana şimdi hiç kurt ve melek olan bir kişiyle tanışmadığınızı mı söylüyorsunuz?” dedim başımdaki ağrıyı hiçe sayarak ve sinirle güldüm. “Bir yaratık olmadığım kalmıştı o da oldu. Sırada ne var?” Kesinlikle gerilmiştim. “Sıradan olmayı asla beceremiyorum.” Dolan gözlerimle yatağa oturdum ve onlara arkamı döndüm. Duygularımı üst düzeyde yaşamaya başlamıştım. Her şeyde zorluk çıkarıyordum. Vücuduma yayılan ağrı ise bana hiç yardımcı olmuyordu.
Şeytan önümde dizlerinin üzerine çöktü ve bakış açıma girdi. Ellerimi ellerinin arasına aldığında yaş dolu gözlerimi parlak mavi gözlerine çevirdim. Bana şefkatle baktı. “Sen mükemmelsin, melekcik.” Dedi. “Farklı olman bir şeyi değiştirmez, seni özel kılar. Kurt ve melek iki baskın tür, o yüzden nadirsin, meleğim. Bu iki türün sende buluşması bile harika olduğunun kanıtı.” Ayağa kalktı ve alnıma küçük bir öpücük kondurdu. “Ben yanında olacağım. Hadi gidip nadir kurdunla tanışalım. Senin gibi tatlı olduğunu umuyorum, yoksa çok işimiz var.”
Ela araya girdi. "Arka kapıyı açık bıraktım ve ormana kimsenin bu gece girmemesi gerektiğini muhafızlara ilettim." Dediğinde Savaş başını salladı. Bana uzattığı elini tutup ayağa kalktım. Gözyaşlarımı silip başımı dikleştirdim.
Bunu da atlatacaktım.
Ve o an anladım.
Ben onun sayesinde bugün kendimle barıştım. Olduğum şeyden korkmayı bıraktım çünkü ben mükemmeldim. Şeytan ise hep yanımdaydı.
Farklıydım ve bu korkulacak bir şey değildi.
🦋
Başımı ağaca yaslayıp derin bir nefes aldım. Bakışlarımı şeytandan çektim ve önümde duran, dolunayın ışığıyla parlayan denize yönlendirdim.
Uçurumun ormanla birleştiği noktadaydık. Şeytan bana istediğim kadar ormanda dolaşabileceğimi, kimseye zarar veremeyeceğimi ve onun dışında kimsenin burada olmadığını tekrar tekrar söyleyerek beni rahatlatmaya çalışıyordu. İlk sıradaki korkularımdan biride buydu ve o bunu biliyordu.
Ona zarar verebileceğimi söylediğimde gülmüştü. Ona bağlı olduğum için kendimde olmasam bile tek zarar vermeyeceğim kişi o’ymuş. Buna inanmasamda yanımdan bir saniye bile ayrılmamakta ısrarcıydı. Üzerimdeki delici bakışlarını hissedebiliyordum. Ağaca yaslanmış, bir ayağını diğerinin üzerine atmış sessizce beni izliyordu.
Gözlerimi denizden çektim ve titrek birer nefes aldım. Canım elbette yanıyordu. Her saniye başımın ağrısı artıyordu. Ateşimin çıktığından emindim ama bu kesinlikle hastalıktan değildi.
Kurdum ortaya çıkmak içim şimdiyi seçmişti. Bunun nedenini elbette biliyordum.
Onunla garip bir şekilde birmişim gibi hissediyordum. O da benim gibi rahat olduğu, birileri tarafından sevildiği ve güvende olduğu yerde ortaya çıkmayı seçmişti. Bu da kesinlikle Savaş’ın yanında, krallıkta olmalıydı. Kurdum ne yapması gerektiğini biliyordu. Annem bunu söylemişti. Hazır olduğunda ortaya çıkacaktı.
Başıma giren şiddetli ağrıyla nefesimi tuttum ve tırnaklarımı avuç içime geçirdim.
Nefes alıp verişim artmıştı, aynı zamanda üşüyordum. Normalde kurtların ısınması gerekmez miydi? Bana tam tersi oluyordu. Başımı tutup acıyla inlememle şeytan yanıma geldi ve yere oturup beni de kucağına çekti.
Sakinleşmek için başımı yavaşça göğsüne yaslayıp gözlerimi kapattım ve ona iyice sindim. "Bana bir şeyler anlatır mısın?" diye mırıldandım kısık sesimle. Onu dinlerken acımı unutabilirdim. Bir şeylere saldırmak istediğimi unutabilirdim. Dolunayın ışığının beni nasıl delirttiğini unutabilirdim. Vahşi bir yaratığa dönüşeceğimi unutabilirdim.
Şeytan derin bir nefes aldı ve başını bana doğru eğdi. "Seni gördüğüm ilk gün..." Deyip elini okşamak için saçlarıma çıkardı. "Başıma bela olacağını anlamıştım melekcik. Sen başıma gelen en güzel şeysin..." Devam etsede artık onu duyamıyordum. Oysa dinlemeyi çok isterdim.
Canımın daha çok acımasıyla dişlerimi sıktım ve şeytana daha çok sokuldum. Belimi saran kollarını sıkılaştırdı. Bir süre sonra dayanamadım. Acıdan bilincim kapanıyordu. Bedenim sanki artık bana ait değildi.
Zifiri karanlığa çekilmeden önce hatırladığım tek şey şeytanın endişe dolu mavi gözleriydi...
🦋
Yazardan:
Şeytan şaşkınlıkla göğsündeki kanayan pençe izini tuttu ve ağaçların arasındaki uhrevi güzellikteki hayvana baktı. Beyaz yelesi dolunaya meydan okuyarak parlıyor, adeta etrafa ışık saçıyordu. Kahverengi gözleri kurdun meleğine benzeyen tek yanıydı. İki yanında katlanmış beyaz melek kanatlarının uçları yere değiyor, toprağın yeniden canlanarak çiçek açmasına sebep oluyordu.
Şeytan daha önce hiç böyle güzellikte bir kurt görmediğine emindi.
Hayır, hiç böyle bir hayvan dahi görmemişti. Doğa resmen koruyucusunu sahiplenmişti. Çiçekler kurt halindeki bedenine uzanıyor, ona dokunmak için yarışıyorlardı. O ise buna aldırış etmeden bağı olan şeytana bakıyordu.
Kurt selam vermek istermişçesine başını bir kez eğdi ve şeytana bir daha bakmayarak zarif adımlarla ait olduğu yere, ormana girdi. Şeytan yerinde donakalmıştı. Ona doğru bir adım atmak istesede yerinden kıpırdamadı. Ona izin verecekti, bir kez olsun özgürlüğü tatmalıydı.
“Dolunay...” diye fısıldadı şeytan çoktan gitmiş olan kurdun arkasından iç çekerek bakarak. Sonra ise orada daha fazla durmadan, ormanın meleğini koruyacağını bilerek saraya ilerledi. Uyandığında, kendine geldiğinde yanında olacaktı.
Her şeye rağmen yanında olurdu.
İlahi bir uluma etrafta yankılandı. Şeytan bunun kime ait olduğunu bilsede durmadan yoluna devam etti.
🦋
Gözlerimi açtığımda hiçbir şey hatırlamıyordum. Sabah kendimi küçük bir şelalenin önünde yatar vaziyette bulmuştum.
Sorun bu değildi.
Asıl sorun üzerimde hiçbir şeyin olmamasıydı...
Gözlerimi kırpıştırdım ve yattığım yerden şaşkınlıkla doğruldum. Doğrulmamla vücuduma yayılmış, neredeyse üzerimde kök salmış çiçeklere hayretle baktım. Kanatlarımı etrafıma sarıp endişeyle gözlerimi ormanda gezdirdim. Artık uykum yoktu, kendimi mükemmel hissediyordum ama hiçbir şey hatırlamıyordum.
Neredeydim? Ne olmuştu ve neden üzerimde kıyafet yoktu? Buraya nasıl gelmiştim?
Kaşlarımı çatarak dünü hatırlamaya çalıştım. Gerçektende hiçbir şey hatırlamadığımı anlayınca daha çok strese girdim. Sanki dünkü anılar zihnimden yok olup gitmişti. Homurdanarak saçlarımdaki çiçekleri temizledim. Çimlerde yuvarlanmış gibiydim. Her yerime orman bulaşmıştı. Temizlenmeyince oflayarak uğraşmaktan vazgeçtim. Sanırım Savaş'ın beni bulmasını ummaktan başka çarem yoktu çünkü bu halde hiçbir yere gidemezdim.
Ama itiraf etmeliyim, kendimi canlanmış ve yenilenmiş gibi hissediyordum. Nasıl desem... sanki daha önce üzerimde bir ağırlıkla yaşıyormuşumda artık o ağırlık ortadan kalkmış gibiydi.
Dizlerimi kendime çektim ve başımı yaslayıp gözlerimi kapattım. En azından kanatlarım çıplaklığımı biraz olsun örtüyordu. Arkamdan bir dalın kırılma sesi geldiğinde bile başımı oraya çevirmedim. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde şeytanın geldiğini hissedebiliyorum. "Dolunay?" diye mırıldandı ve boğazını temizledi. "Sana kıyafet getirdim."
"Arkanı dön." Dedim ve kanatlarımı yavaşça araladım. Yanıma bıraktığı kıyafetlerde gözlerimi gezdirdim. İç çamaşırı da getirdiğini görünce yanaklarım kızardı ama aldırış etmeden hepsini hızlıca üzerime geçirdim. Üzerimi giydikten sonra hiçbir şey demeden tekrar şelalenin önüne gittim ve yere oturup kanatlarımı etrafıma sardım.
"Giyindin mi?" Savaş'ın sorusuna cevap vermeden gözlerimi kapatmaya devam ettim. Yavaşça yanıma gelip oturduğunu hissettim. Bakışlarının ağırlığı üzerimdeydi. "Şu kanatlarını açıp yüzüme bakar mısın lütfen?" dediğinde yavaşça iç çekip kanatlarımı açtım ve şeytanın görüş alanıma girmesine izin verdim.
Kaşlarını çatıp yüzümü inceledi. "Bir sorun mu var?" diye sorduğunda başımı olumsuz anlamda salladım.
Bakışlarımı kaçıracakken gözümün bir yere takılmasıyla duraksadım. Göğsünün sağ tarafında boydan boya uzanan bir pençe izi vardı. Kaşlarımı çattım ve elimi yaraya doğru uzattım. "Bunu kim yaptı?!" diye sordum endişeyle.
"Çok yakından tanıdığım sevimli bir kurt." dediğinde gözlerimi kıstım. Sanki hiç umurunda değilmiş gibi omuz silkti. “Sorun değil. Kendinde değildin. Dönüşürken sana o kadar yaklaşmamalıydım.”
Dün olanları hatırladığımda ise nefesimi tuttum. Buraya nasıl geldiğimi hala daha hatırlamıyordum ama saraydan çıkıp uçuruma gittiğimizi hatırlıyordum. Savaş gözlerini benden çekti ve etrafta gezdirdi. Sonrada dudaklarını büzüp şelaleyi inceledi. "Güzel yermiş." diye mırıldandığında bende şelaleye döndüm. Masmavi su önümüzde küçük bir göl oluşturarak kayalıklardan aşağı uzanıyordu.
Şeytan ayağa kalkıp üzerindeki pençe izli tişörtü çıkardı ve önümüzde duran suya yaklaştı. Hafifçe gülümseyerek suya doğru bir adım attı. "O kadarda soğuk değil." dedikten sonra bana döndü. Elini kaldırıp tutmam için uzattı. Hatırladığım anıyla gözlerinin içine baktım. O da hatırladığımı biliyordu.
Sanırım dejavu yaşıyordum...
Birkaç saniye duraksadım. Sonra ise hiç düşünmeden ayağa kalktım ve uzattığı eli tutup suya girmeye başladım. Derin bir nefes alıp suyun içinde bir adım daha attım. "Soğukmuş." diye mırıldandım. Su belime kadar geldiğinde durduk. Kanatlarımı serbest bırakıp ıslanmalarına izin verdim.
"Normalde artık dönüştükten sonra üşümemen gerekiyor." Savaş konuştuğunda bakışlarımı sudan çektim ve yüzünde sabitledim. "Sanırım sende o olayda biraz farklı, melekcik." dediğinde gözlerimi devirdim.
Neyim normaldi ki zaten?
İç çekerek kendimi şeytana bıraktım. Bir elini belime, diğer elini ise önüme gelen saçlarıma getirdi. Birkaç saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Dokunuşları nazikti. "Canın acıyor mu?" diye sorduğunda başımı hafifçe salladım.
"Biraz." dedim kısık bir sesle. Gözlerini kapatıp belimdeki elini sıkılaştırdı.
"Acımasın." diye mırıldandı. Başını eğip burnunu yavaşça boynuma sürttü. İçim titredi. Derin bir nefes almıştı.
Hissettiğim bu duyguda neyin nesiydi?
"Savaş..." Dediğimde yüzünü boynumdan kaldırmadan cevap verdi.
"Hmm?" Kesinlikle beni dinlemiyordu. Dinlemek zorundaydı. Bu sorunun cevabını almadığım sürece kendimi ona teslim edemezdim.
Soracağım soruya hazırlanarak gözlerimi kapattım. "Neden o masada itiraz etmedin?" Kafamı meşgul eden soruyu sonunda sormanın verdiği rahatlıkla nefesimi yavaşça verdim.
"Eğer..." dedi kısık sesiyle ve devam etti. Hiç tereddüt etmemişti. "O masada itiraz etseydim..." Başını boynumdan kaldırıp yavaşça dudaklarını kulağımın hizasına getirdi. "Seni benden alırlardı..." Duraksadı. "Ve ben bunu istemiyorum. Kraliyet hakkında çoğu şeyi bilmiyorsun, meleğim. Eskiden verdiğimiz nişan sözünün senden dolayı bozulduğunu anlarlarsa sorunu ortadan kaldırırlar."
Eh, o sorunda ben oluyordum sanırım.
Şeytan dudaklarını hafifçe boynuma bastırıp geri çekilmeden konuştu. "Sen beni mi kıskandın yoksa?" dediğinde gözlerimi kocaman açıp başımı geri çektim.
"Hayır canım, ne alakası var?" Dedim ve boğazımı temizledim. "Öylesine sordum ben. Kıskandığımdan değil." Gözlerimi kaçırıp dudaklarımı birbirine bastırdım.
Ben onu kıskanmıştım değil mi?
Aynen öyle yapmıştım.
Ona yalan söylemeye çalışan halime güldü. "Endişelenmene gerek yok, Sare’yle nişanlanmayacağım. Kalbim başkasına ait olmaya başlamışken bu kendime ihanet olur." Dedi. İtiraf ettiği şeyin büyüklüğünün farkında mıydı? "Sadece küçük bir oyun."
Şaşkınlıkla konuşacağım sırada devam etti. "Davetsiz bir misafirimiz var sanırım." diye mırıldandığında kaşlarımı çatarak başımı çevirdim ve arkamda baktığı yere baktım.
Beni kurtaran siyah kurt, ağaçların arasından bizi izliyordu. Bakışlarından rahatsız olup yerimde huzursuzca kıpırdandım. Bu kurdun amacını bir türlü anlayamamıştım. Neden sürekli etrafımızda dolanıyordu?
Savaş yavaşça başını kulağıma doğru eğdi. "Gidelim mi?" diye sorduğunda gözlerimi kurttan çekmeden başımı salladım.
"Gidelim..."
........
İnstagram; irem_cft_
Devam edecek...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.32k Okunma |
4.65k Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |