2. Bölüm

1. KARŞILAŞMA

Elveria
elveria_

 

Oy verelim ve satır arası yorum yapalım lütfen 💕

Kitapta geçen örgüt, tim, üs isimleri tamamen benim uydurmamdır. Yaşanan olayların gerçeklik ile alakası yoktur.

 

Sezan Aksu ~ Unuttun mu

 

Dedublüman ~ Sen Bilmezsin

 

Yıldız Yürek. Mart 2025. Ankara.

Ankara'nın soğuğundan daha soğuk bir koridorda yürüyordum. Yanımda bir asker vardı. Haberler hiç iyi değildi; üç şehit vermiştik. Vatan sağ olsun! Ciğerimiz yanıyordu ama dimdik ayakta duruyorduk.

Koridorun sonundaki kapıda durdum. Kapıyı çaldım, içeriden "Gel!" sesini duydum. Oda her zamanki gibi karanlıktı. Camdan içeriye hafif bir ışık süzülüyordu. Pencerenin önünde duran Binbaşı Alp Arslan Yıldırım vardı.

Onun yüzünü az kişi görmüştü. Onunla konuşmayı başaranların sayısı bir elin parmağını geçmezdi. Hakkında efsaneler dolaşıyordu. Çoğu doğruydu ama abartanlar da vardı.

İçeri girdikten sonra asker selamı verdim. Yüzü hâlâ pencereye dönüktü. "Haberleri duydun mu, Yüzbaşım?" dedi soğuk sesiyle. "Duydum komutanım, başımız sağ olsun!" dedim, tam devam edecekken, "Vatan sağ olsun!" dedi buz gibi sesiyle.

Bana döndü. "Şırnak'ta durumlar iyi değil. Bizim verdiğimiz istihbarî malumat nedense gereken yere ulaşmıyor. Daha yeni üç şehit verdik." dedi, elini yumruk yaparak. Masanın üzerinden bana doğru eğildi. "Kimseye itimadım kalmadı. Özel Kuvvetlerin Şırnak alayında bir kansız, devletine ihanetle meşgul."

Sonra yeniden dik duruşunu aldı. "Senin ve Kılıç Timi'nin tayini çıktı, Yüzbaşım. Şırnak'a gidiyorsunuz. Yıldız, git ve bana o kanı bozuk köpeği getir. Şirketin büyük bir hücresi Şırnak'ta olan boşluktan yararlanıyor. Emin ol, çoktan yerine birini tayin etmişlerdir." Başımı salladım. "Emredersiniz, komutanım." dedim.

Gözlerimin içine baktı, sonra ayağa kalktı. Tam karşımda durdu.

"Yıldız, kardeşim, dikkatli ol." dedi endişeli bir sesle. "Merak etme abi, seni asla mahcup etmem." dedim.

 

***

 

Bu zamana kadar bir abim olmamıştı... Ta ki kanlı çamur bulaşmış bir üsteğmen olana kadar.

 

Hakkında türlü efsaneler dönen bir yüzbaşı, akşam saat dokuzda beni yanına çağırmıştı.

 

Askeriyede benim hakkımda dönmeyen dedikodu yoktu. Korkuyordum. Bu adam hakkında "İnsan eti yiyor." diyen bile vardı. Askerlere ceza vermekten zevk alan bir komutan olduğu söyleniyordu.

 

Böyle birini daha tanıyordum...

 

Kapıyı çaldım, içeri girdim. Oda oldukça karanlıktı. Bir çift siyah göz bana bakıyordu. Aslanın ayağına gelmiş bir av gibiydim. "Korkuyor musun, asker?" dedi buz gibi bir ses.

 

"İşimi kaybetmekten korkuyorum. Hayata tutunma nedenimi kaybetmekten korkuyorum." dedim doğrudan. "Böyle giderse sonun belli. Selam vermeyecek kadar askerlikten uzaksın." dedi alayla.

 

Anında asker selamına durdum. "Kusura bakmayın, komutanım." dedim.

 

"Bakıyorum... Her kusuruna bakıyorum. Kampa alıyorum seni. Her hareketini, her nefesini, ağzından çıkan her kelimeyi izliyorum." dedi tehditkâr bir sesle.

 

Yutkundum.

 

"Madem korkuyorsun, yen bu korkunu." dedi, sonra derin bir nefes aldı. "Duyamadım?" dediğinde, "Emredersiniz, komutanım!" dedim.

 

Dokuz ay...

Dokuz ay boyunca canımı aldı, canımı çıkardı... Kalbimdeki duyguları, her şeyi öldürdü. Gerçekleri kafama vura vura öğretti. Beni düştüğüm yerden kaldırdı, üzerimdeki çamuru temizledi. Önce komutanımdı, sonra abim oldu...

***

"Biliyorum ama yine de dikkat et. Görev çok önemli. Sıradan bir görev değil. Yükü ağır. O alayın yüzbaşısı olarak gidiyorsun oraya. Allah ayağınıza taş değdirmesin." dedi. Sıkıca sarıldım ona.

Kılıç Timi artık eskisi gibi olmayacaktı...

 

🩹

 

Şırnak.Mart.2025

Kapıyı iki kere çaldım. İçeri sessizlikdi. Ben ise tanınmayacak haldeydim. Sanki göreve değil de tatile gelmiş gibiydim. Kafamda şapka, gözümde gözlük, dudaklarımda bordo ruj, yanımda bavulum, üzerimde kabanım vardı. Annem görse tanımazdı ama görmesini isterdim...

 

Kapı açıldığında, 1.92 boylarında bir adam karşımdaydı. Eli hafifçe belindeydi. Beklediğim tepkiyi verdi.

 

"Yanlış geldiniz, hanımefendi." dedi, kapıyı kapatacağı anda ayağımı araya koydum, kapıyı açıp içeri girdim. Adamın yüzündeki öfke çok net gözüküyordu.

 

Tam o sırada içeriden güzel bir kadın geldi. "Kim geldi hayatım?" diye sordu, beni görünce yüzündeki ifade değişti. "Kıraç..." dedi hafif tehditkâr bir tonla. "Hanımefendi de kim?"

Kıraç bir şey diyecekti ki araya girdim. "Çok da doğru geldim. Kendi evime gelirken senden izin mi alacaktım, Bozkurt?" dedim. Şaşkın iki yüz gördüm.

Topuklu ayakkabılarımı çıkarmaya başladım. Ayaklarımı ağrıtıyordu. Kurban olurum spor ayakkabıya, kim bulduysa helal olsun.

"Yıldız abla?" diye hafif sevinçli bir sesle Kıraç seslendi.

"Abla kadar kafana taş düşsün, hayırsız!" dedim, gülmeye başladı. Kadının da yüzündeki kıskançlık toz olmuştu, yerine bir gülümseme gelmişti.

Kıraç'a sarıldım. Sonra kadına döndüm. Yüzünde merak ve sıcak bir gülümseme vardı. Güzel bir kızdı. Kıraç'la çok yakışıyorlardı.

 

Elimi uzattım. "Yıldız." dedim.

 

"Nalan." dedi.

 

"Memnun oldum." dedim ve sarıldık.

 

Sonra Kıraç'a döndüm.

 

"Nerede bu hayırsız?"

 

"Uyuyor." dedi.

 

"Siz ne yapıyordunuz? Öylece boş boş oturuyor muydunuz?" dedim. Nalan kızardı, Kıraç öksürmeye başladı. Gülerek kabanımı çıkarmıştım ki, uykucu kardeşimin hafif uykulu haliyle içeri geldiğini gördüm.

 

"Kıraç, çok fena bir kabus gördüm. Ablam gelmişti sesi geliyordu. Allah korusun, gelirse beni..." diyecekti ki beni gördü. "Kabus hâlâ devam ediyor..." dedi yüzsüz.

 

Sanki her ay beni arayıp para isteyen o değilmiş gibi. Kabus görmediğini anlayınca yüzüne bir aydınlanma geldi.

 

"Ablam!" dedi sevinçle.

 

"Ablan ya ablan! Paran bitmeyince beni hatırlayabiliyormuşsun, Okan Efendi!" dedim. Hafifçe geri çekildi, kaçıyordu.

 

"Nereye kaçıyorsun? Önce bir sarılacağım."

 

Durdu, sonra bana yaklaştı. Sarıldık.

 

Öyle bir sarılmaydı ki dünyalara bedeldi. Kokusunu, nefesini özledim, şakalarını beli... Her şeyini özlemiştim.

 

Sonra salona geçtik.

 

"Ee, hangi rüzgar attı seni buraya? Sen pek uğramazdın," diye merakla sordu Kıraç.

 

"Geldim işte, buradayım."

 

"Burada mısın?"

 

"Evet."

 

"Bu evde?"

 

"Evet."

 

"Niye?"

 

"Ne demek niye?"

 

"Nasıl ne demek niye?"

 

"O nasıl cümle lan?" diye sorunca Kıraç, Nalan gülmeye başladı.

 

"Sen beni dert etme Bozkurt, yarın alaya yeni yüzbaşı geliyor. Onu düşün," deyince Kıraç'ın yüzü düştü.

 

"Niye hatırlatıyorsun lan?"

 

Ben kenarda sus pus oturmuştum. Sanki bunlar benden bahsetmiyorlarmış gibi.

 

"Karabasan gibi çökecek alaya," diye çıkıştı Kıraç. Bana karabasan mı dedi o?!

 

"Kimi atadılar, Allah bilir. Ben o köstebeği bulunca ümüğünü öyle sıkacağım ki nefes dahi alamayacak," diye devam ediyordu ki benim konuşmamla herkesin sesi kesildi.

 

"O devirler bitti aslanım, benim iznim olmadan alayda tek kurşun bile atılmayacak."

 

Ayağa kalktım.

 

"Pardon, kendimi tanıtmayı unuttum. Şırnak Alay Yüzbaşısı Yıldız Yürek," dediğimde ikisinin de boğazı kurumuştu. Masadaki sürahiden iki bardağa su doldurup onlara uzattım.

 

"Soğuk su için isterseniz, iyi gelir. Yarın alayda görüşürüz beyler," dediğimde ikisi de hızlıca ayağa kalktı.

 

"Abla, nereye gidiyorsun?" diye soran Okan'dı.

 

"Evime, üst kattayım. Bir şey olsa seslenmen yeterli," diye göz kırptım. "Bu arada terliklerini alıyorum."

 

"Abla yaaa," diye isyana başlıyordu ki "para" lafını duyunca gözleri parladı. "Ablama feda olsun," dedi.

 

Bavulumu aldı, yukarı çıktık. Para verdim. Söylene söylene bana temizlik malzemeleri almaya gitti. Akşama kadar temizlik yaptım.

 

 

°•★•°

 

 

Şırnak Özel Kuvvetler Alayı

 

Saat sabah beşti. Alaya gelmiştim, Turgut Albay'ın söylediği yere ulaşmıştım. Normalde bu saatte burada kimse olmazdı. Ama artık vardı. Kim vardı?

 

Benim canımdan öte kardeşlerim... Bu devletin evlatları... Bu vatan için gözünü bile kırpmadan ölüme gidecek olanlar... İsimleri ecel ile bir anılan altı asker...

 

Kılıç Timi:

 

• Üsteğmen Berkay Demirtaş

 

• Kıdemli Teğmen Tuna Çelik

 

• Asteğmen Yusuf Akay

 

• Kıdemli Başçavuş Batuhan Kara

 

• Başçavuş Mert Kurtuluş

 

• Astsubay Çavuş Efe Öztürk

 

Albay geldiğinde hepimiz hazır ol pozisyonuna geçtik. Ben, elim alnımda, önümde duran Albay Turgut Karahan'a baktım. Sonra o da elini alnına götürünce, "Kılıç Timi, üç subay, dört astsubay ile emir ve görüşlerinize hazırdır, komutanım!" diye bağırdım gür bir sesle.

 

"Teşekkür ederim," dedi Albay.

 

"Sağ ol!" diye bağırdım.

 

"Merhaba, Kılıç Timi!" diye bağırdı Turgut Albay.

 

"Sağ ol!" diye bağırdık hepimiz. Sesimiz öyle gür çıktı ki etraftaki ağaçların bile yaprakları titredi.

 

Turgut Albay, "Yerine geçebilirsin," deyince hızla timin başındaki yerimi aldım.

 

"Kılıç Timi, vatanın birçok bölgesinde görev aldınız, yüzümüzü hiç kara çıkarmadınız. Gittiğiniz yerlerde dosta güven, düşmana korku saldınız. Bundan sonra bu alayda görev alacaksınız. Hayırlı, uğurlu olsun!"

 

"Sağ ol!" diye yeniden bağırdık.

 

Turgut Albay bana dönerek, "Seninle biraz sohbet edelim, Yüzbaşım," dedi.

 

"Emredersiniz, komutanım," dedim.

 

Yanına geldim. Yürümeye başladık. "İsmini çok duydum, Yüzbaşım. Hakkında iyi şeyler de duydum, tatsız şeyler de... Elbette geçmiş, geçmişte kalır. Ama yine de dikkatli ol. Buraları bilirsin, kurtlar sofrasıdır," dedi.

 

"Biliyorum, komutanım. Teşekkür ederim yine de."

 

"Bir de yarından itibaren Kılıç Timi'ne yeni bir yüzbaşı atanacak," deyince yüzümde şaşkın bir ifadeyle ona döndüm.

 

"Merak etme, Kılıç Timi'yle yine de operasyonlara katılacaksın. Ama senin burada işlerin olunca timin başsız kalamaz."

 

"Emredersiniz, komutanım. Size nasıl uygun gördüyseniz... Müsaadenizle," diye yanından ayrıldım.

 

Albayın yanından ayrıldıktan sonra odama gittim. Birkaç evrak işi vardı. Onları hallettikten sonra saat altıya geliyordu. Kılıç büyük ihtimalle eğitim sahasındaydı. Hızlıca oraya yol aldım.

 

Eğitim sahasına vardım. Çatık kaşlarla karşımda sabah eğitimi yapan askerlere bakıyordum. Bazıları özel timlerdi. Ama çoğu askerin dikkatini çeken iki şey vardı. Biri, alaya yeni atanan kadın yüzbaşıydı. Özellikle kadın olmam, yeterince dedikoduya sebep oluyordu.

 

İkincisi ise Kılıç Timi'ydi. Bu adamlar gerçekten arkamdaki dağdılar. Kendilerini sürekli eleştirsem de bugün bu konumdaysam, hâlâ ayaktaysam, onların vaktinde bana sarılmalarına borçluyum.

 

Askerler şu anda pek dikkatimi çekmiyordu. Timlere bakıyordum dikkatle. Bazılarının komutanları benden büyüktü, aynı zamanda aralarında yüzbaşı olanlar da vardı. Neden beni atamışlardı ki?

 

Belki de kaderin Yıldız'a oynadığı bir oyundu bu...

 

Üstüne bir de Kılıç'a yeni yüzbaşı gelmesi canımı sıkıyordu. Ben kardeşlerimi kimseye emanet edemezdim.

 

Baş hareketimle Kılıç Timi kar maskelerini taktı ve Alfa Timi'nin içine sızdılar. Alfa Timi, bu alayın en iyi ve en gizli operasyonlarına giden timidir. Potansiyelleri ne durumda merak ediyordum. Bu timin komutanı da Üsteğmen Kıraç Bozkurt'tu.

 

Kardeşimin de bu timde olması ve birazdan sırtının yerle buluşması benim için hiçbir sorun teşkil etmiyor. Benden çaldığı paralara saysın.

 

Olayı çözen Kıraç, "Pozisyon alın!" diye emir verdi.

 

Tüh, sayılar eşitti. Kenardan izlemek canımı sıkıyordu ama yarın zaten biz kendi aramızda eğitim yapacaktık. Azıcık aksiyon filmi izlemekten zarar gelmez.

 

Alfa Timi pozisyon aldı. Teke tek dövüşe geçtiler. Aralarından biri kadındı. Benden boyca biraz kısa kalıyordu. Mert'le yumruklarını tutarak bakışmaya başlayınca Mert'in yüzü düştü. Ben bu yüz ifadesini çok iyi biliyorum. "Bununla mı dövüşeceğim?" diyordu bu yüz.

 

Şu anda feminist duygularım bayağı kabarmıştı. "Dağıt şunun yüzünü kız!" diyordum içimden.

 

Çoktan başlamışlardı... Kıraç'la Berkay gayet iyi idare ediyorlardı. Kıraç her zaman potansiyel olarak iyi bir askerdi.

 

Gözlerim Okan'ı bulduğunda, Tunay'la baş başa gidiyorlardı. Bu, ondan beklediğimin üstünde bir performanstı. Tuna, Okan'ın bacağından çekerek yere serdikten sonra üstüne çıktı. Oradan bana bakınca gözlerimi kapattım. Güzel bir yumruk suratına yemişti. Bu, beni 1 ay aramamasının cezası...

 

Kıraç'la Berkay, berabere bitirmiş, bırakmışlardı. Batuhan, rakibini yere sermişti. Sonra elini uzatıp kaldırmış, helallik almıştı. Yusuf rakibini devirmiş üstüne çıkmıştı. Efe, aramıza yeni katıldığından pek profesyonel değildi ama yine de fena değildi. Berabere bitirmiş, nefes nefese kalmıştı.

 

Beni en çok mutlu eden şey, Mert'in küçümsediği kıza yenilmesi oldu. Kız, Mert'i yere sermiş, kolunu arkasında tutarak onu kilitlemişti. Üstüne bir de kar maskesini çıkarmıştı.

 

Elini boğazına koyarak yüzüne yaklaştı.

 

"Basit şeylere kin tutan biri değilim ama istersen sen bana kin beslemeye başla," dedi ve üstünden kalktı. Sonra geri adımlarla sahadan ayrıldı.

 

Alfa Timi bana baş selamı verdi, sonra dağıldılar. Okan bana ters ters bakıyordu. Ben onun gönlünü almasını bilirdim.

 

"Kılıç, hadi yemekhaneye, acıktık."

 

"Komutanım, sağ olun, sizin de işiniz bayağı ağırdı." deyince Mert,

 

"Ben senin yaptığın hataları izlemekten acıkıyorum Mert. Hem yarından itibaren kendi eğitim programımıza dönüyoruz. Sen bayağı paslanmışsın, harekete geçirmek gerek." diye alay etmesem olmazdı.

 

Batuhan "Yalan mı, bir kıza yenildin?" deyince, benim onu süzdüğümü anladı. Hemen toparlamaya başladı:

 

"Komutanım, ben o anlamda demedim. Kadınlar, anneler, siz başımızın tacısınız. Ben boyut olarak-" diyordu ki bitirmeden Yusuf araya atladı.

 

"Konuştukça batıyorsun. Birazdan bir güzel ceza alacaksın, biraz sus."

 

"Mert Komutanım, nasıl oldu da yenildiniz? Anlatsanıza." diye yersiz soru soran, tabii ki Efe'den başkası olamazdı.

 

Mert, öfkeyle Efe'yi kendine çekti ve yürüterek konuşmaya başladı:

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun Efe'ciğim? İstersen sana başka bir şey göstereyim. Ne dersin?!"

 

"Komutanım, ben öyle..." diye toparlamaya çalışınca, sesli bir biçimde nefes verdim. O an herkes sustu. Yemekhaneye gelmiştik. Yemeklerimizi aldık, boş bir masaya geçtik.

 

"Gözünüz aydın, benden kurtuluyorsunuz." dediğimde, hepsi şaşkın ve hafif öfkeli bir ifadeyle bana baktı.

 

"Ne? Ne demek komutanım?" diye sordu Batuhan.

 

"Daha yeni tayininiz çıktı. Gidemezsiniz." diyen Yusuftu.

 

"O nasıl laf komutanım?" diye şaşkın halde soran Berkay'dı.

 

Mert bile, "Allah sizi başımızdan eksik etmesin komutanım. Kurtulmak ne kelime?" dedi.

 

Tuna hızlıca, "Saçmalamayın! Yıldız Komutanımız bizi bırakmaz. Bırakmazsınız, değil mi komutanım?" diye sordu. Efe "Bana ceza verseniz bile gitmeyin komutanım. Biz sizsiz ne yaparız? Aç kalırız hem." dediğinde, gülmeye başladım.

 

"Yemeğin sırası mı lan?" diye çıkışan Mert'ti.

 

"Gidiyorsa kalması için bir neden gerekir. Yıldız Komutanım bizi aç bırakmaz." diye savunmasını yaptı Efe.

 

Ben gülmeye devam ederken Berkay, "Susun lan! Komutanım, neler oluyor?" diye sordu.

 

"Beni bu kadar sevdiğinizi bilmiyordum. Bir şey olduğu yok, sadece time yeni bir yüzbaşı geliyor. Ben olmayınca onunla operasyonlara çıkacaksınız. Normalde de benimle devam, yani tam olarak kurtulamadınız."

 

Hepsi tuttukları nefesi verdi ve sohbete devam ettiler. Sonra bir asker yanıma yaklaştı, selam verdi.

 

"Komutanım, akşam alayda Turgut Albay'ın doğum günü var. Para topladık, yetimhaneye bağış yapacağız. Siz yeni geldiniz, katılmasanız da olur. Ama para kutusu yemekhanenin girişinde. Akşam kutlama var, hepiniz davetlisiniz." dedi. Kılıç'a baktım.

 

"Geliriz." dedim.

 

Lojmana geldikten sonra duş aldım. Kuru fasulye ve pilav yapmıştım. Bir tepsiye koydum ve aşağı indim. Kapıyı Okan açtı, bana küsmüştü ama kuru fasulye ve pilavı görünce yüzü gülmeye başladı. Oturduk, yemeğimizi yedik. Bir ara, alaydaki kadın askerlerin böyle zamanlarda ne giydiğini sordum. Elbise cevabını aldım.

 

Yukarı, evime çıktım. Dolabı açtım ve içinden sırt dekolteli siyah elbisemi çıkardım. İddialı ama sade bir elbiseydi. Şu topukluyu bulanı ne kadar sövsem de hafif topuklu ayakkabılar giymeyi seviyordum.

 

Saçlarımı açtım ve düzleştirdim. Sade bir makyaj yaptıktan sonra ceketimi aldım. Tam o sırada aşağıdan korna sesi geldi. Bu, Okan'dan başkası olamazdı. Arabaya bindim ve alaya gittik.

 

Askeriyenin bahçesinde her time özel masalar kurulmuştu. Balonlar, ışıklar ve kurdelelerle süslemişlerdi. Okan, Alfa timinin olduğu masaya geçince ben de Kılıç'ın oturduğu masaya gittim. Hepsi siyah giymişti.

 

"Hepiniz çok yakışıklı olmuşsunuz beyler. Işığımın üstünü kapatıyorsunuz." dedim.

 

Hepsi gülerek, "O pek mümkün değil, komutanım." dediler.

 

Benim gözlerim diğer askerlerdeydi. Bunlardan biri mi ihanet ediyordu karşısındaki berekete... Yediği ekmeğe, içtiği suya, aldığı nefese ihanet ediyordu...

 

Turgut Albay konuşmasını yaptıktan, askerlere teşekkür ettikten sonra genç bir asker yanıma yaklaştı. Kulağıma eğilerek, "Komutanım, Turgut Albay'ım yolladı beni. Kılıç timinin yeni yüzbaşısı gelmiş. Haberiniz olsun." dedi.

 

"Masamıza buyursun." dedim. Asker baş selamı vererek benden uzaklaştı.

 

Kılıç çoktan sohbete başlamıştı. Aklım yeni komutandaydı. Kimdi? Nasıl biriydi? Kılıç'ı ona nasıl emanet ede bilecek miydim?

Bu sorular içimi yiyip bitirirken, arkadan duymayı hiç beklemediğim bir ses geldi.

"Merhaba Kılıç Timi, ben Yüzbaşı Tufan Şahiner."

Kılıç hızlıca ayağa kalktı, hepsi baş selamı verdi. Ben hâlâ yerimde oturuyordum. Yutkundum. Kulaklarımda onun ismi, yıllar sonra yankılanıyordu.

O yanıma gelince başımı yana çevirdim. Baş selamı verdi. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes alıp verdikten sonra ayağa kalktım.

Beni gördüğü anda yüzündeki şaşkınlık öyle büyüktü ki... Bunu beklemiyordu. Beni karşısında böyle bulmayı beklemiyordu. Gözleri, yüzümün her zerresini taradı. En son gözlerime baktı.

Buz gibi sesimle, kalbine ilk bıçağı sapladım.

"Aramıza hoş geldin, Yüzbaşı Şahiner. Ben Yüzbaşı Yıldız Yürek."

Elini uzattı. "Memnun oldum." dedi.

Eline baktım. Siyahlarımı elalarına diktim. Elimi kaldırdım. Tam elini sıkacağım anda kulağına eğildim

"Ben kanlı elleri sıkmam." dediğim anda yüzünde bir kas seğirdi. Gözleri, gözlerimi buldu. Elini yavaşça indirdi.

"Buyurun Şahiner, geç otur." dedim, boş sandalyeyi göstererek. Kılıç'a baktım, kimse bizi izlemiyordu.

Gözlerim yeniden onun gözlerini bulduğunda, bir anlığına duraksadım. Sonra önünden geçerek yürüdüm. Onu arkamda bıraktım.

Keşke sonsuza kadar arkamda kalsaydı...

Bir an, zaman onların etrafında eğilip bükülmüştü. Tufan'ın gözlerinde bir özlem, Yıldız'ın duruşunda ise geçmişin keskin yaraları vardı.

Hikâyeleri daha yeni başlıyordu...

 

🫀

 

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

 

Sizce nasıl olucak olaylar?

 

Yıldız neden öyle söyledi?

 

Lütfen bol bol yorum yapın💞

 

Bölüm : 28.04.2025 19:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...