
Oy verelim ve satır arası yorum yapalım lütfen 💕.
2 bölüm budur.
★
Kitapta geçen örgüt, tim, üs isimleri tamamen benim uydurmamdır.
Yaşanan olayların gerçeklik ile alakası yoktur.
★
Yıldız Yürek. Mart 2025. Şırnak.
Elimde topuklular, hızlı hızlı merdivenleri çıkıyordum. Onu gördükten sonra nefes alamıyordum. Sanki biri kalbimi avuçlarının arasına almış sıkıyordu. Evime geldim, titreyen ellerle anahtarı deliğe sokmaya çalıştım. Kapı açılmıyordu.
"Açıl artık... Allah kahretsin, açılsana!"
Üçüncü denememde kapı nihayet aralandı. İçeri adımımı attığımda, sanki peşimden geliyordu. Ama gelen o değildi; geçmişimdi.
Koşar adım odama sığındım. Kapıyı hızla kapattım, sırtımı kapıya yaslayıp yavaşça yere çöktüm.
"Olamaz, o gelmiş olamaz. Bir daha kaybedemem, bir daha olmaz."
Diye titremeye başladım. Kafamda sesi hiç susmuyordu.
"Olmaz, beni benden bir daha alamazsın. Bir daha olmaz, izin vermem. Kimseyi benden alamazsın. Bir daha kimseyi kaybedemem."
Sürekli onun sesini duyuyordum. Titriyordum. Ellerim, bedenim bir yaprak misali ürperiyordu. Gücümü kaybediyordum. Benliğim çözülüyordu. Gözyaşlarım, zihnimde dönüp duran aynı kelimelere, aynı anılara, aynı kâbuslara karışıyordu.
Tam bu anda biri kapıyı tıklattı.
Gelmiş miydi?
Gelmezdi.
Onunla hesaplaşmaya hazır değilim. Şimdi olamazdı.
"Abla, iyi misin? Benim. Gelebilir miyim?" diyen Okan'dı. Gözyaşlarımı sildim, güçlü durmam lazımdı. Onun yüzünden bir göz yaşı daha dökemezdim.
Kapıyı araladım. Okan odama girdi. Bana baktı, gözlerimin içine baktı.
"İyi misin abla? Öyle alel acele gidince merak ettim. Bir şey mi oldu?"
Yaklaştım ona sıkıca sarıldım. Kokusunu içine çektim. Biz yaralarını birlikte saran sessiz çocuklardık. Kaderin bize çektirdiği acılara gülen, bir birimizi güldüren çocuklardık.
"Geçti ablam, geçti." Diye sırtımı sıvazladı. Bir seylerin olduğunu biliyordu, hiss ediyordu. Başımı kaldırıp yüzünü avuçlarıma aldım, yanağına hafif bir öpücük kondurdum.
"Beni bırakma, Okan... Ne olursa olsun, beni hiç bırakma. Çünkü ablanın senden başka kimsesi yok. Bizim bir birimizden başka kimsemiz yok. " Diye Okan'ın gözlerine baktım.
O, gözlerimin içine baktı, gülümsedi.
"Hiç bırakmam." Dedi, sanki yemin eder gibi. "Ayrıca kim seni ne yapsın otuz yaşındasın resmen başıma kaldın. Bundan sonra kimse almaz seni. Zaten sana göz koyana gün yüzü göstermem."
"Okan, birazdan terliği kafana yiyeceksin, haberin olsun." Diye çıkıştım. "Yirmi dokuz yaşımdayım ben daha. Ne evde kalması?"
"Şaka yapıyorum, ablaların gülü. Ben zaten seni kimseye vermem. Bence terlik değil de biz bir güzel karşılıklı yemek yiyelim. Nasıl fikir? Çok zekiyim değil mi?" diye kendini övmeye başladı.
Gözlerimi devirdim. "Bulaşıkları yıkayacaksan neden olmasın?" deyince yüzü düştü.
"Sen zaten bana hep iş yaptır! Askeriyede emir veriyorsun, burada da emir veriyorsun! Böyle olmaz, Yıldız Hanım, böyle olmaz!" diye isyan etmeye başladı.
"Tamam, Okan'ım, tamam. Hadi çok konuşma, sofrayı kurmama yardım et bari. Hadi mutfağa." Deyince,
"Ablama kurban olurum ben." Diye konuşmaya başladı.
Yemeklerimizi yedik. Yemek boyunca saçmalamaya devam etti. Mal, aptal. Ama bu aptal halleri yüzümü güldürüyordu. Sonra da söylene söylene bulaşıkları makinaya koydu. Gören zann eder ki Viyanayı feth etti.
Ondan kurtulduktan sonra uyumaya çalıştım. Ama tüm gece kâbuslar gördüğümden hiç uyuyamadım.
Yarın, Yüzbaşı Şahiner hiç tanımadığı Yüzbaşı Yıldız Yürek'in kim olduğunu anlayacaktı.
🩹
Gece uyuyamadığımdan sabah erkenden alaya geldim. Sabah saat altıda, eğitim sahasında Kılıç Timi parkur eğitimi yapıyordu. Üst düzey bir parkurdu ama bu, Kılıç Timi için basit bir parkurdu. Onlara böyle bir parkuru yaptırmak bana edilmiş hakaret gibi geliyordu.
"Kim yaptırıyordu bu parkuru?" diye soruyordum ki sahanın önünde duran, 1.98 boyunda, ellerini arkada birleştirmiş, ela gözleriyle parkur sahasını izleyen yürüyen ego dağını gördüm.
Özlemişiz bu hallerini kız, fazla kariz-
Sus be! Sen de nereden çıktın? Uzun zamandır yoktun?!
Ben senin, canım benim, senin derinlerden gelen iç sesinim.
HANGİ ÇUKURDAN ÇIKTIYSAN ORAYA GERİ DÖN!
Sana da yaranamıyorum. Neyse, ne hâlin varsa gör. Ben gidiyorum.
Gözlerimi üzerinde gezdirdim. Ona karşı sadece nefret hissediyordum.
Hızlı adımlarla yanına doğru yürüdüm ve yanında durdum. Beni görünce baş selamı verdi ama yüzüne bile bakmadım. Ellerimi arkada birleştirmiş önüme bakıyordum, her anlamda.
Karşımda, ter ve kan içinde Kılıç Timi vardı. Onlar benim gururumdu. Zorlanmıyorlardı. O da önüne döndü ve benim gibi onları izlemeye başladı.
Efe, beni görünce durdu ve baş selamı verince herkes bizim olduğumuz yöne döndü. Hepsi aynı anda baş selamı verdi. Aslında nefesleniyorlardı benim kıt akıllılar.
Ondan önce davranıp otoriter bir sesle, "Devam!" diye bağırdım.
Onlar devam ederken o da, "Devam asker! Devam Kılıç! Düşman nefes almanızı beklemeyecektir. Bunu şimdiye kadar öğrenmiş olmanız gerekirdi." dedi.
Gözlerimi yüzüne diktim.
NE DEMEK 'ŞİMDİYE KADAR ÖĞRENMİŞ OLMANIZ GEREKİRDİ'? O BANA ALTTAN ALTTAN LAF MI SOKTU?!
Yok, bayağı üstten soktu, alttan fark-
Sus be! Başlarım derinliğine.
"Onlar benim timim, biliyorsun, Yüzbaşı Şahiner. Beklentilerini yüksek tut."
"Bilmek ve tanımak aynı şey değildir, Yüzbaşım." diye cevap verdi.
Sahiplenme eki mi o?! Eriyorummm!
Saçmalıkta rekor kıracaksın yakında, sus.
"Mesela ben onları tanıyorum ama sizi biliyorum." dedi.
Kalbim teklemeye başladı. Umarım her şeye hassas kulakları nabzımı duymuyordur. Niye, salak kalbim, böyle atıyorsun? Attıkça, onu sardığım zincirlere çarpıyor ve daha çok canımı yakıyordu.
Yalandı. Beni bilmiyordu. Hiçbir zaman bilmedi.
Öfkeli bir gülümseme yayıldı yüzüme.
"Emin olun, bilmiyorsunuz. Bilseniz, karşımda bu kadar rahat olmazdınız, Yüzbaşı."
"Öğrenirim, sizi ezbere öğrenirim. Beni kabul edin ya da etmeyin, ben Kılıç Timi'nin komutanıyım, bundan sonra burdayım." dedi. Onu kabul etmediğimin farkındaydı.
"Ben de senin komutanınım. Onlar sana, sen de benim emirlerime uyacaksın."
Savaşsa savaşırız Şahiner.
Dikkat et bu savaşın sonu yatakta bitmesin.
Bunları söylerken yüzüne bakmıyordum. Parkur sahasına bakıyordum. 1-0 önde olmak için kafamı yavaşça aşağı eğdim. Bunu gören Berkay ve Tuna, birbirlerine baktılar.
Yerden güç alarak daha da öne atladılar. Batuhan abiye baktığımda çoktan olayı anlamış olmalı ki çamura saplanan Efe'ye yardım etti. Efe, ayağa kalkar kalkmaz açtığı arayı kapatmaya başladı. Ona taraf döndüm. Yüzüme bakmıyordu.
"Doğrudur, bundan sonra yanınızdayım."
Onun dediklerine aldırmadım.
"Komutan en askerini sahada tanır. Kılıç'ı en iyi sahada tarısın." diye lafa girdim.
"Sizde beni tanırsınız."
Kılıç'a taraf döndü "Yeter bu kadar ısınma, dövüş pozisyonunu alın" diye bağırdı, gür ve otoriter sesle.
Sonra bana bakarak bu "Bu talimi bana lütfeder misiniz?" dedi nazik bir sesle.
Darısı yapacağınız dansların başına. Sen demeden susuyorum.
Herkes karşılıklı yerini aldı. Ben, onun tam karşısındaydım.
Niye bu kadar uzunsun zürafa eşeği?! Boyun posun devrilsin.
Gözümde çok güzel sahneler canlandı...
Gözlerinin içine bakıyordum. Bir zamanlar ona hayranlıkla, sevgiyle, fedakarlıkla bakan gözler şimdi sadece nefretle bakıyordu...
Yumruklarını sıktı, vücudunu hafifçe yana çevirdi ve gardını aldı. Aynısını ben de yaptım. İlk hamleyi ondan bekledim. Birkaç saniye geçti, gözleri kısık bir şekilde bana baktı.
"Buyurun, kadınlar önden," dedi alaycı bir gülümsemeyle.
O an içimde nefretle kaynayan bir öfke dalgası yükseldi. Onun beni hala küçümsüyor oluşu öfkemi harlıyordu... Yumruklarımı daha da sıktım.
"Misafirler buyursun," diyerek aynı alaycılıkla karşılık verdim. O tereddütsüz yumruğunu savurdu. Yumruğu bana yaklaşırken yüzündeki ifade değişti, kolunu kavrayıp savurduğu yönün tersine çevirdim. Dengesizce bir adım geri attı ama hemen toparladı. Bu sefer hamleyi ben yapınca geri çekildi yumruğumu tutarak ayağıma çelme taktı. Tam sırt üstü düşecekken dirseklerimle kendimi tuttum.
O an içimdeki kin tüm bedenimi sardı. Ona yenilemezdim.
Toparladım ayağa kalktım karnıma yumruk atıcakken. Yumruğundan kurtuldum, o dengesini kaybediceği sırada tekrar hamle yaptım. Bacağına tam tekmeyi geçirecekken o bir anda beni aşağı çekti. Dengemi kaybedip yere düştüğümde o, yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirip yumruğunu bana savurdu. Ama tam isabet ettiremeden yana çekildim, düşüşün şokunu atlatıp hızla ayağa kalktım. O da çoktan ayağa kalkmıştı.
Bu kez ilk hamleyi ben yaptım. Yumruğum suratına ulaşmak üzereyken kolumu yakaladı, çevirdi ve beni göğsüne yasladı. Kolunu boğazıma dolarken kulağıma eğilip fısıldadı:
"Değişmemişsin."
O an içimdeki nefret patladı. Kan beynime sıçradı.
"Ben de tam bunu bekliyordum," diye fısıldadım ve dirseğimi tüm gücümle karnına geçirdim. Ben derin bir nefes alırken, o iki büklüm oldu. Gözlerinde acı ve şaşkınlık vardı. İşte bunu görmek istiyordum.
Bunu fırsat bilip üzerine atıldım, bacağına güçlü bir tekme savurdum. Yere çakıldığı an bacağımı kavrayıp çekti ve beni de dengesizce yere çakıldım. Tekmeyi karnına koya bilirdin ana koymadım. Boğazını kavradım. Nefesi kesilmeye başladı.
Ama gözlerinde o bakışı gördüğüm, garip bir şekilde küçümseyici değildi. Sanki benimle gurur duyuyordu.
Saçmalamayı ne zaman kesiceksin o zaman geri dönücem! Bye aşko.
Bana laf sokana bak, sabahtandır saçma sapan konuşan sen değil miydin?! Def ol!
Ben bunları düşünürken bu anı fırsat görerek o da benim boğazıma yapışmıştı, ben de onun. Parmaklarımın etine daha derine gömüldüğünü hissettim. Yüzümde bir gülümseme belirdi. Gözlerimi onun gözlerine kilitledim.
Pes etmeyecektim. O, ne yaparsa yapsın... Asla.
Kılıç hemen bizi ayırmaya çalıştı. Onlar araya girmeseler, bu sahadan iki ceset çıkacaktı. Elimi boynundan çekmedim. Daha da bastırdım, tüm kinimle bastırdım.
"Siktir! Birbirlerini öldürecekler dedim size!" diye çıkışan Mete'ydi.
Benim boynumda olan elin hafiften gevşediğini fark ettiğimde, ben de gevşetmeye başladım. Ve aynı anda bıraktık.
Şu anda THAT'S MY GIRL şarkısını okuyorum!
"Komutanım, iyi misiniz?" diye soran Tunay'dı.
Tunay'a cevap vermedim. Onun olduğu tarafa baktığımda, Yusuf, Batuhan Abi ve Efe ona su veriyordu. Yerde oturmuş söyleniyordu.
"Amına koyayım, kadının eli sanki mengene! Nefesim kesildi."
"Sert kayaya çarptınız, komutanım. Hoş bir 'hoş geldin' değildi ama Yıldız Komutanım kötü biri değildir." diye onu teselli eden Efe'ydi. Bu çocuğun sonu benim elimden olacaktı.
Yusuf onu susturmaya çalışarak kafasını benim olduğum tarafa çevirdi. Benimle göz göze gelen Efe, düşüp bayılacaktı.
"Zaten parkurda sıçtın, bari şimdi sıvama kardeşim." deyince, Yusuf'un sözleriyle Efe yutkundu.
"Ne diye bu kadar yükleniyorsunuz?" Berkay, endişeli sesiyle konuştuğunda gözlerimi devirdim.
"Hepimizin yaptığı, sadece bir dövüş talimiydi. Abartacak bir şey yok. Siz bu kadar bizi düşüneceğinize operasyonu düşünün. Yemek yedikten sonra toplantı odasına gelin."
"Siz yemek yemiyor musunuz, komutanım?" diye soran tabii ki Efe'ydi.
"Hayır, sevgili kaynanam. Ayrıca sana ne, astsubayım? Efe elimde kalmadan kaybol." diyerek ayağa kalktım.
Efe bakışlarını yere dikmişti. İyi bir çocuktu, masumdu. Fazla gevezeydi ama kötü niyeti yoktu, hiç olmamıştı. Ama böyle masum ve iyi niyetli olduğuna bakmayın; dağa çıktığı anda asla düşmana acımazdı. Avcı gibiydi.
"Tufan Komutanım, siz geliyor musunuz?"
"Sağ ol aslanım, ben doydum." dedi.
❤️🔥
Loş ışıklı odada sessizlik hâkimdi. Tek duyulan şey, odanın köşesindeki cihazlardan gelen hafif uğultuydu. Operasyon haritaları, uydu görüntüleri, mühimmat listeleri... Her şey olması gerektiği gibi, her şey savaşa hazırdı. Gözler üzerimdeydi.
Kamuflaj ceketimi düzelterek oturduğum sandalyeden kalktım ve elimle haritada belirlenmiş noktayı işaret ettim.
"Hedefimiz: Kara Tepe."
Sesim odada yankılandı. Karşımda bekleyen Kılıç timi, gözlerini benden ayırmadan dinliyordu. Hepsinin yüzünde aynı ciddiyet, aynı odaklanmış ifade... İşimizi ciddiye almak zorundaydık. Burada tek bir hata bile birimizin hayatına mal olabilirdi.
"Burası, şirketin hem eğitim kampı hem de silah deposu. En az 15-20 terörist olduğu rapor edildi. Ayrıca içeride ağır silahlar ve patlayıcılar var. Görevimiz, bu noktayı çökertmek, rehineler varsa sağ salim çıkarmak ve bölgeyi temizlemek. Ve bu kampın başında duran adamı sağ salim istiyorum. Victor Ivanov kendisi bizi bir sonra ki adıma götürücek."
Sözlerim havada asılı kaldı. Kimse soru sormadı. Şimdiye kadar duyduğumuz en net istihbarattı bu. Fakat sahada işler kağıt üstündeki gibi gitmezdi.
Şahiner, sert bakışlarını haritadan ayırmadan konuştu.
"Giriş çıkış noktalarımız net mi? Arazinin engebeli olduğunu biliyoruz. Hangi güzergâhları kullanacağız?"
Berkay, elindeki kalemi haritaya dokundurarak cevap verdi.
"Keşif timi bölgeyi inceledi. Ana giriş burası, ancak buradan ilerlemek intihar olur. Etrafı yüksek gözetleme kuleleriyle çevrili. Gündüz ilerlemek mümkün değil, gece de termal kameralar sorun yaratacak."
Tuna kollarını göğsüne kavuşturup kaşlarını çattı.
"Peki, bu kameraları devre dışı bırakabilir miyiz?"
Yusuf hızla cevap verdi.
"Elektriği kesmek zor ama jammerlarla iletişimlerini bozabiliriz. Telsizleri ve koordinasyonu kaybederler."
Gözlerimi haritadan kaldırıp Batuhan'a döndüm.
"Alternatif yol?"
O, kuzeydoğudaki kayalık bir noktayı işaret etti.
"Burası sessiz sızma için uygun. Eğer buradan iki tim halinde girersek, düşmanı fark ettirmeden çembere alabiliriz."
"Ya işler ters giderse?" dedi Mert, gözlerini ekrandan ayırmadan.
Efe telsizini masaya koyup konuştu.
"Önce drone'larla hareketlerini belirleyip fark edilmeden çökertmeliyiz. Ama işler sarpa sararsa, güneybatı yönünde bir kaçış planımız olmalı."
Derin bir nefes alarak devam ettim.
"Planımız şu:
Yusuf ve Efe kuzeydoğudan sessiz sızma yapacak. Görevleri, ana girişin 100 metre yakınına kadar ilerleyip düşmanı gözetlemek.
Batuhan, Berkay ve Tuna batıdan mühimmat deposuna sızıp patlayıcıları etkisiz hale getirecek.
Mert ve ben güney cephesinden pusu kuracağız. Eğer içeride rehineler varsa, onları kurtaracağız, sonra da Victor şerefsizinin gırtlağına çökeceğiz."
Şahiner çatık kaşlarla beni dinliyordu. Onu hesaba katmamış olmamı düşünüyordu.
Bense onun operasyona gitmemesini.
Berkay, haritaya bakarak sessizce ekledi.
"Her şey plana uygun giderse, kayıpsız dönebiliriz. Ama en ufak hata, hepimizi yakar."
Tuna sert bir ses tonuyla araya girdi.
"O yüzden hata yapmayacağız."
Gözlerimi ekibin üzerinde gezdirdim. Onların yüzünde, kendimden bildiğim o kararlılığı gördüm.
"Hata yapmayacağız. Biz buraya kazanmak için geldik. Biz burada devletin gölgesiyiz, vatanın kılıcıyız. Onlar düştüğünde biz ayakta kalacağız."
💥
•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•
Asya, alayın boş koridorunda hızlı adımlarla ilerliyordu. Bir an önce eve gidip dinlenmek istiyordu. Bugün, Üsteğmen Bozkurt onları adeta canından bezdirmişti. Buna rağmen, Asya'nın sert çehresi değişmemiş, omuzları dimdik duruyordu. Koridorun sonuna geldiğinde, hafiften tanıdığı bir ses yankılandı.
"Fırtına Kuşu!"
Asya şaşkınlıkla arkasına döndü. "Bana mı seslendin?" diye sordu.
"Senden başka Fırtına Kuşu mu var burada?"
Mert, Asya'ya doğru yürümeye başladı. Karşısına dikildiğinde, Asya'nın bakışları istemsizce Mert'in omuzlarına takıldı. Gördüğü üç şeritle yutkunmak zorunda kaldı. Gözleri, Mert'in omuzlarından biraz aşağıya, kalbinin üzerindeki yazıya kaydı.
Başçavuş Mert Kurtuluş
Asya, Mert'in kendisinin üstü olabileceğini hiç tahmin etmemişti. Hızla hazır ol pozisyonuna geçti. Onun bu tatlı telaşını izleyen Mert'in dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. Boğazını temizleyip konuştu.
"Yıldız Yüzbaşı'nın odasına taşınması gereken dosyalar var. Gidip taşıman gerek."
Asya'nın yüzü şaşkınlıkla gerildi.
"Ben mi?" diye soru ondan bağımsız dudaklarından döküldü.
"Evet, sen. Bir sorun mu var?"
Mert'in sesi öyle bir tonla çıkmıştı ki, gerçekten bir sorun olsa bile insan "Yok." Demek zorunda hissederdi. Asya da tam olarak bunu yaptı.
"Yok." Diye yumruklarını sıktı, Mertin ardından yürümeye başladı. Arşiv odasına geldiler.
"Evet dosyalar bunlar, 28 tane koli hepsi taşınmaları." Diyince Asya büyük şaşkınlıkla onun söylediklerini algılamaya çalışıyordu.
"Sorun var mı, çavuşum? Bence yok, hadi kolay gelsin." Diye odadan çıkacakken Asya onu durdurdu.
"Hepsini tek başına mı taşıyıcam?"
"Evet, beni devirecek kadar güçlüsün, kolayca taşırsın. Ben yardım etmek isterdim ama şuanda canım kahve içmek istiyor, kahvem çok önemli, üzgünüm fırtına kuşu." Asya tırnaklarını avcuna daha da sapladı.
Mert'in alaycı suratına bir yumruk geçirmesinin tek engel, rütbece ondan üstün olmasıydı. İçinden güzelce sövdü.
"Bunca asker varken neden ben yapıyorum?" diye homurdandı, ama sözünü tamamlayamadan sert ve otoriter bir ses onu kesti.
"Ben öyle istiyorum, çavuşum. Sana ast-üst ilişkisini hatırlatmama gerek olmadığını düşünüyorum."
"Emredersiniz" derin bir nefes verdi Asya "komutanım." Diye ekledi.
"Güzel," dedi Mert ve kapıdan çıktı.
Mert, yemekhaneye indi ve kendine bir güzel Türk kahvesi yaptırdı. Tüm gün kaşları çatık dolaşan adamın yüzünde, şimdi garip bir gülümseme vardı.
Elinde Türk kahvesiyle arşiv odasına döndü. Asya'yı izleyerek kahvesini hüpürdetti.
"Onu yamuk koydun, Fırtına Kuşu. Benim simetri takıntım var."
Asya, son kutuyu da düzelttikten sonra çatık kaşları ve ölümcül bakışlarıyla, onu salakça bir gülümsemeyle izleyen Mert'e döndü. Sabahtan beri yaptığı her şeye bir kulp bulmuştu.
"Bana Fırtına Kuşu deme."
Mert, oturduğu sandalyeden kalktı ve Asya'ya doğru yürüdü. Yüzünde çapkınca bir gülümsemeyle, "Sen bana emir mi veriyorsun?" diye sordu.
Asya'nın karşısında durduğunda, Asya çenesini kaldırdı.
"Hayır, talep ediyorum, komutanım."
Mert yüzünü Asya'ya yaklaştırdı. Asya'nın tarçın kokusunu kendinden bağımsız bir şekilde içine çekti.
"Talebin reddedildi, Fırtına Kuşu." diye geri çekildi. Sonra odadan çıktı.
Kafasının neden bu kadar karıştığına anlam veremedi.
❤️🔥
Gece saat iki olmuştu. Alaydaki odamda oturmuş, üç şehit verdiğimiz operasyonun dosyalarını inceliyordum. Çok fazla kopuk bilgi vardı. Operasyonla ilgili hiçbir detaylı bilgi bulunmuyordu. Sanki bir şeyler gizleniyordu.
Operasyonda kaybettiğimiz üç askerin ardından, timin geri kalan üyeleri psikolojik kontrol bahanesiyle açığa alınmıştı. Bu bilgiyi okurken sinirle gür bir kahkaha attım.
"Saçmalık! Hatta bu saçmalığın da ötesinde... Hangi asker, kardeşini toprağa verdikten sonra intikamını almadan uyuyabilir ki?!"
Cevabını biliyordum: Hiçbiri! Hiçbir Türk askeri, kardeşinin kanı yerdeyken uyuyamazdı. Onun annesi gözyaşı dökerken gülemezdi. Eşi yas tutarken, bir asker kendi eşine sarılamazdı. Evlatları yollarını gözlerken, onlar çocuklarıyla oyun oynayamazdı. O vicdan azabıyla nefes bile alamazlardı.
Böyle birilerini psikolojik sınava sokmak, düpedüz saçmalıktı. Daha doğrusu, kurulmuş en basit tuzaktı.
Belli ki birileri Pençe Timi'ni ortadan kaldırmak istemiş ve bunu kalleşçe bir tuzak kurarak yapmıştı. Üstelik bu iş bugünün ya da dünün meselesi değildi. Pençe Timi bu kadar kolay alt edilemezdi.
Timin komutanı Yüzbaşı Çağatay Yalçın... Onun adını defalarca duymuştum. Başarılı bir komutandı. Şehit olan üsteğmenlerden biri, Kara Harp Okulu'nda benim sınıf arkadaşımdı. O da sıradan bir asker değildi. Komutanların övgüyle bahsettiği biriydi. Bu iş bu kadar basit olamazdı.
Saat üçe yaklaşıyordu. Bu işin tek bir çözüm yolu vardı: Pençe Timi'nin bugüne kadar katıldığı tüm operasyonları incelemek. Hain, mutlaka bir yerde iz bırakmış olmalıydı.
Bu saatlerde koridorda nöbetçi askerler dışında kimse olmazdı. Alaya gelir gelmez tüm odaların yerlerini ezberlemiştim. Arşiv odasına giden koridorda dört nöbetçi asker vardı. Ancak arşiv odasının bulunduğu noktada nöbetçi yoktu. Kimseye görünmeden oraya gidebilirdim. Görünsem de pek sorun olmazdı ama işin içinde üst taraftan birileri varsa -ki bence kesinlikle vardı- önüme engel koyacaklardı.
Bu kahpe pusuyu kuran kişi sadece bir maşaydı. Ama o maşayı tutan elin başını ezmek gerekiyordu.
Odadan çıkmadan önce kameralı kalemimi masanın üzerine, tam kapıyı görecek şekilde yerleştirdim. Böylece biri gizlice girerse, görebilecektim. Kapıyı kilitleyip hızlı ve sessiz adımlarla arşiv odasına indim. Anahtarı daha önce almıştım. Kapıyı açtım, etrafı kolaçan ettim ve içeri girdim. Oda boştu.
Hızla ışığı açtım. Masaya doğru ilerleyip masa lambasını yaktım ve dosyaları aramaya başladım. Kutular arasında "Pençe Timi" yazılı olanı bulup çıkardım ve masanın üzerine koydum. Dosyaları tek tek incelemeye başladım. Telefonumu çıkarıp hızlıca fotoğraflarını çekmeye koyuldum. Haritalar, koordinatlar, raporlar... Her şeyin fotoğrafını çekiyordum. Nöbetçi askerlerden biri gelmeden işimi bitirmeliydim.
Dosyaları yerine koyup tam çıkacaktım ki karşımda hiç beklemediğim birini gördüm.
Kıraç...
"Hayırdır Komutanım, gece gezmesine mi çıktınız?" diye sordu.
Üzerimdeki şoku hızla attım, kendimi toparladım ve renk vermemeye çalıştım.
"Ne zamandan beri sana hesap veriyorum, Üsteğmen Bozkurt?" diyerek çenemi kaldırdım.
"Estağfurullah Komutanım, hesap sormak ne haddime... Sadece burada görmeyi beklemiyordum."
Bir adım atıp tam önüne geçtim.
"Ben de seni beklemiyordum. Buyur, geç içeri. Alacağını al da kapıyı kapatalım. Mazallah, birinin ayağı kayar da düşer... Sonra pek hayırlı olmaz."
Sesim tehditkârdı. Gözlerimin içine baktı.
"Haklısınız Komutanım." Dedi ve içeri girdi. Gazete ve birkaç dosya aldı.
Beraber odadan çıktık. Kapıyı kilitledim. Koridorda yan yana yürüyorduk. O benim arkamdan geliyordu. Saygıdan mı, yoksa ihanetten mi, bilmiyordum. Kafamın içinde dönen bu soru, beni hem utandırıyor hem de nefretle boğuyordu.
Tanıyordum onu... Okan'ın kardeşim diye sarıldığı tek kişiydi. Ondan şüphe etmek, Okan'a ve bu vatana ihanet gibi geliyordu.
Kıraç, bir şehit evladıydı. Aynı zamanda bir şehit torunuydu. Dedesi Çanakkale Harbi'nde şehit düşmüştü. Böyle kutlu bir kanı taşıyan birinden şüphelendiğim için kendimden utanıyordum. Ama ya ihaneti eden oysa? Babasının, dedelerinin kanına ihanet eden gerçekten oysa? Eğer öyleyse, onu ellerimle boğmak bana borç olsun!
Senin baban, deden bu devletin evlatları için şehit olmuşken sen nasıl o evlatların kanını akıtırsın?! Nasıl?! Nasıl yaparsın bunu?!
Tam o sırada arkamdan bir ses geldi:
"Bu vakitte niye uyanıksın abla... yani, komutanım? Kılıçla toplantımı yapıyordunuz, biz yapıyoruz. Tüm Alfa, toplantı odasında."
Toplantı odasının önüne geldiğimizde durduk.
"Beni bekliyorlar," dedi Kıraç.
Gülümsedim. "Allah ayağınıza taş değdirmesin," dedim. Baş selamı verdi. O, toplantı odasına girince Alfa Timi ayağa kalktı. Kıraç bana dönüp baş selamı verdikten sonra kapıyı kapattı.
Hızlı adımlarla, kafamda türlü şüphelerle odama gittim. İçeri girer girmez gördüğüm manzara beni memnun etti. Ucunda kamera olan kalemimin yeri hafifçe değişmişti. Bazı kağıtların yerleri farklıydı. Masamın üstü dağınıktı. Ama her dağınıklık aslında bir düzendi.
Tabii canım, tabii. Kesinlikle pasaklı değiliz.
Değilim! Her gün evde yerleri siliyorum, odaları temizliyorum. Sensin pasaklı!
Hem salak hem zeki olunca gerçekten çekilmez oluyorsun. Allah'ın salağı! Ben senim, sen de ben.
Gözlerimi devirdim ve masaya yaklaştım. Belliydi. Birileri odama girmiş, Kılıç operasyonunun bilgilerini almıştı. Pardon, sahte operasyon bilgilerini diyecektim. Fare kapana düşmüştü.
Savaş daha yeni başlıyordu.
Elimi cebime sokup telefonumu çıkardım. Kameranın bağlı olduğu uygulamaya girdim. Kaydedilen videoyu açtım. Görüntüde nöbetçi erlerden biri odama giriyordu.
Şimdi gidip onun gırtlağına çökmek istiyordum ama... bu operasyonda kurduğumuz pusuda kaç çakal avlayacağımızı tahmin bile edemezdim.
🔥☠️
Odamda oturmuş, raporlar yazıyordum. Tufan'ın operasyona gitmemesi konusunda kararlıydım. Bu gün sabah raporunu yazmıştım, gelmiyordu. Korkuyordum. Son bir yıldır aktif görevdeydi, ondan önce ise görevden uzaklaştırılmıştı. Bu, onun hatasının cezasıydı ve neler yaşadığını tahmin edebiliyordum. Bir asker için ağırdı, hele onun gibi biri için... Bu, tahminden de öteydi.
Canımın yandığını hissediyordum.
Başlama yine. Sonra nefret ediyorum diyorsun.
Başlamadım. Ondan nefret ediyorum.
Bu yüzden mi-
Tamam, sus.
Düşüncelerimin bölünmesine neden olan şey, Tufan'ın kapıyı sertçe açıp odama girmesiydi. Ela gözleri cehennem gibi yanıyordu. Bu halini görmeyeli uzun zaman olmuştu. Özlemiştim. Her halini özlemiştim. Ama kendimi bozmadım.
"Kapı çalmayı öğrenmedin mi, Şahiner?" dedim, sert bir sesle.
"Beni operasyondan mı çektin?!" dedi, öfkesi sesine sinmişti.
"Evet," dedim, oldukça sakin bir sesle.
"Ne hakla?" diye öfkeyle soludu.
"Hakim olduğum bir bölge değil," diyerek kollarımı göğsümde birleştirdim ve arkama yaslandım.
"Hakim olduğun bölge değil, öyle mi?" Burnundan soluyordu. Öfkesi fazlasıyla çekiciydi.
Etki alanını genişletiyor bu benden söylemesi
"Buna kim karar veriyor? Sen mi?" İki adım attı, ellerini masaya yasladı.
"Evet, ben veriyorum," dedim. "Ne oldu? Bir sorun mu var?"
"Kendini kandırma."
Ayağa kalktım, ben de ellerimi masaya dayadım. Ona yaklaştım. Nefesi yüzüme vuruyordu. Öfkeyle soluyordu.
"Kendini sen kandırıyorsun," dedim. "Son bir senedir sadece aktif görevdesin. Ondan önce durmuşsun. Görevden uzak-" lafımı buz gibi kesti. O kısmı duyak istemiyordu.
"Ama sen hiç durmadın."
"Ben durmayı sevmem," dedim.
Dudakları yukarı kıvrıldı.
"Ben de sevmem. Hızlıyımdır, bilirsin," dedi
O ima mı yaptı, yoksa biz mi fesatız kızzz.
Sus lütfen sus.
Kendimi toparladım. "Ben timi riske atamam," diyerek geri çekildim.
"Yaptığın bir hata, onların canına mâl olabilir," dedim. Hata kelimesine vurgu yapınca yüzü düştü. Öfkesi tazelendi.
"Asla bir hata yapmam."
"Ben böyle bir insatif alamam" dedim "Sana güvenmekle bu devletin evlatlarınının canını tehlikeye atamam" dedim.
Gözünde şimşekler çaktı. Hayal kırıklığını okudum gözlerinde. Kalbine şanepler parçası saplandı sanki.
"Görmüyor musun ne haldeyim? Toparlamaya çalışıyorum. Niye anlamazlıktan geliyorsun?" dedi, ellerini göstererek. Sanki "Kanı yıkamaya çalışıyorum, anla işte!" der gibi.
Geri alamazdı yaşadıklarımızı, yaşattıklarını, hatalarını... Gözyaşları, ellerdeki kanları yıkayamazdı.
"Senin ne yaptığın benim umurumda bile değil." Dedim, önünden yürüyerek geçerken.
Kapının önüne gelince omzumun üstünden ona baktım ve söylemeye pişman olduğum o cümleyi söyledim:
"Ben yalnızca ailemi korumak istiyorum ve sen, o aileye hiçbir zaman ait olmayacaksın." Dedim ve kapıyı açıp odadan çıktım.
Nefesim kesiliyordu, dünya durmuştu. Onun canını yakmak isterken, kendi canım daha çok yanıyordu. Onu üzmek isterken, kendimi üzüyordum.
Yıldız kimseyi üzmek istemiyordu. O sadece içindeki nefreti kusuyordu; kalbini esir alan nefreti tüketiyordu, sevmek için. Yeniden sevmek için. Tufan'ın açtığı yaraların acısını dindirmek için, daha çok aleve dokunuyordu.
🥺🥺🥺
Evet nasılsınız??
Bu bölüm geç geldi biliyorum ama derslerim olduğu için telafi amaçlı büyük bir bölüm yazdım.💞
Sizce neler olucak ve neler oldu? Tahminlerinizi alayım.
Mert~Asya çifti nasıl?
Yıldız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tufan hakkında ne düşünüyorsunuz?
HAİN KİM?
🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟🌟
Satır arası yorumlarınız merak ediyorum 😘
YILDIZA BASMAYI UNUTMAYALIM🌟
GÖRÜŞÜRÜZZZZZ😘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |