
MERHABA TEKNİK BİR ARIZA YÜZÜNDEN KİTAPTA OLAN 2.BAZI YARALAR KAPANMAZ BÖLÜMÜNÜN YERİ YANLIŞTIR. LÜTFEN ONU BULUP ÖNCE ONU OKUYUN. SEVGİLERLE💕
Oy verelim ve satır arası yorum yapalım lütfen. 💕
★
Kitapta geçen örgüt, tim, üs isimleri tamamen benim uydurmamdır. Yaşanan olayların gerçeklik ile alakası yoktur.
★
Yıldız Yürek.Mart
Soğuk, ciğerlerime dolarken içimi çelik gibi sertleştiriyor. Dağın zirvesinde, gecenin sessizliğinde yalnızca rüzgârın fısıltısını duyuyorum. Ellerim dürbünün soğuk metalini kavrarken gözlerim hedefe kitlenmiş durumda. Kara Tepe... Burası sadece bir terör yuvası değil; aynı zamanda içimizdeki öfkenin, adalet duygusunun alev aldığı yer. Haftalardır izini sürdüğümüz bu hücreyi bugün tamamen yok edeceğiz.
Etrafımdaki kayalıklara siper almış ekibime bakıyorum. Her biri, yıllarını bu dağlarda savaşarak geçirmiş askerler. Benim gibi... Hepimiz, ölümle dans eden gölgeleriz. Hepimiz, bugün bu karanlığı aydınlatmaya geldik.
Bizimle eş zamanlı olarak Alfa Timi de bir operasyon gerçekleştirecekti. Kıraç ile ilgili şüphelerim hâlâ vardı. Şüphe, gerçeğin gölgesinde büyüyen bir fısıltıdır; bazen hakikati korur, bazen de onu boğar. Şimdi hangisini yapıyordu?
Kara Tepe civarında, yaptığımız plana sadık kalarak ilerliyorduk. Şahiner faktörü hariç... Albaya beni şikâyet ederek operasyona zorla katılmıştı. Üstelik, albayın karşısında beni zor durumda bırakarak, "Biz birbirimizi yanlış anlamışız komutanım," diyerek sıyrılmaya çalışmıştı. Küstahlığın vücut bulmuş hâli... Sanırsın paşam Zeus.
Yani, benzemiyor da değil... Aman neyse, ben konuşunca kötü oluyor sonra.
"Sen beni yok saymaya devam et, ama ben seninle burada var olmaya devam edeceğim," diyerek parmağını kalbime dayamıştı. "Kaçışın yok."
O anı hatırladıkça öfkem artıyordu. Küstah herif. Kendini beğenmiş, şımarık...
"Kılıç 5," dedim Mert'e seslenerek. "Beyaz Kurt konuşuyor, durum bildir."
"Otuz kişiler. Bölgede siviller var. Sivillerin olduğu mıntıka, patlayıcıların tam yanında," diye rapor verince içimden Alçaklar... diye geçirdim. Tek bir hatamızda onları havaya uçuracaklardı. Ve dünya, yine sadece Türklerin sözde "barbarlığını" yazacaktı.
"Akıllarınca gözdağı veriyorlar. SİHA saldırısı ihtimaline karşı önlem almış oluyorlar," diye durumu özetledi Tuna.
"Ama bizi unutuyorlar, komutanım," dedi Efe.
"Kılıç, unutma! Önceliğimiz siviller. Victor'u canlı istiyorum. Hata kabul edilemez. Anlaşıldı mı?"
"Anlaşıldı!" dediler bir ağızdan.
"Şimdi ne yapıyoruz?" diye sordum, istediğim cevabı bekleyerek.
"Kayboluyoruz!" dediler.
"Gölge, pozisyon bildir," dedim, ismini anmak istemediğim şahsa. Yusuf ve Efe onun kontrolündeydi.
"Beyaz Kurt, kuzeydoğudan giriş yapmaya hazırız. Düşman devriyeleri tespit edildi, sayıları dört. Sessizce etkisiz hâle getiriyoruz."
"Tamam, arkanızdan giriş yapacağız. Kılıç 5, durum bildir."
"Görüş açım olumlu," dedi Mert.
"Kılıç 1," dedim Demirtaş'a.
"Patlayıcıların olduğu mevkiye ilerliyoruz. Sivillerin emniyeti bende. Patlayıcıları Kılıç 4 imha edecektir."
"Olumlu. Harekete başlayın. Biz de başlıyoruz," dedim. Nefesimi verdikten sonra sordum:
"Bugün ayın kaçı, beyler?"
Hepsi tek nefeste, gururla "18 Mart!"
18 Mart... Çanakkale Zaferi. Vatan uğruna can veren kahramanların destan yazdığı gündü. Gencecik Mehmetçikler, "Çanakkale geçilmez!" diyerek göğüslerini siper etmiş, düşmana karşı imanla ve azimle direnmişti. Onlar, vatan sevgisinin ne demek olduğunu tüm dünyaya göstermiş, kanlarıyla toprağı sulayarak bağımsızlığımızın temelini atmıştı. Bugün hür bir ülkede yaşıyorsak, bunu Çanakkale'de can veren şehitlerimize borçluyduk. Bunları düşünerek silahımı daha da sıkı kavradım.
"Çanakkale geçilmez!" dedim, herkesin duyacağı şekilde. "Onlar geçit vermediler, biz şimdi ne yapıyoruz?"
"Nefes aldırmıyoruz!" diye hep bir ağızdan cevap verdiler.
Şahiner, Yusuf ve Efe harekete geçti. Bize yaklaşan iki terörist vardı. Sindiğimiz yerden birbirimize baktık. Baş hareketimle aynı anda ayaklarından tutarak aşağı çektik. Tuna, adamın boynunu kırarak etkisiz hâle getirirken, ben bıçağımla boğazını kestim.
Seri ve sessiz adımlarla ilerlerken, ayağımın yumuşak bir zemine bastığını fark ettiğim an birisi beni kendine çekip üstüme çullandı. Hızlıca bacağımdaki bıçağı çıkarıp karın boşluğuna sapladıktan sonra, ani bir manevrayla onun üstüne çıktım ve ağzını kapattım. Sonrasında bıçağı tam kalbine sapladım.
Tuna Çelik, önümdeki yolu temizlemişti. Sivillerin değil, teröristlerin fazla olduğu bölgeye yaklaşıyorduk. Kulaklıktan Mert'in sesi duyulduğunda yüzümde gururlu bir tebessüm belirdi. Silahıma susturucumu takıp yürümeye devam ettim. Şenlik daha yeni başlıyordu.
Çanakkale içinde aynalı çarşı,
Ana ben gidiyom düşmana karşı, off, gençliğim eyvah!
Tuna ile aynı anda iki teröristi indirmiştik.
İki çakal avlandı.
Çanakkale içinde aynalı çarşı,
Ana ben gidiyom düşmana karşı, off, gençliğim eyvah!
Seri, hızlı, gizli adımlarla iki adama yaklaştık. Enselerinden tutup boyunlarını kırdık.
İki çakal daha...
Çanakkale köprüsü dardır, geçilmez,
Al kan olmuş suları bir tas içilmez, off, gençliğim eyvah!
Mert, iki kişiyi uzaktan indirmişti. Biz, Bozkurtların olduğu bölgeye yaklaşıyorduk.
Çanakkale içinde vurdular beni,
Ölmeden mezara koydular beni, off, gençliğim eyvah!
Arkamdan biri kolumu çekerek ayağıma çelme taktı. Yere düştüğümde gözüme toprak girdi. Gözümü açtığımda, teröristlerden biri üstümdeydi. Bıçağıyla gözümü hedef alarak baskı uyguluyordu. Kafamı yana çekip dizimi karnına geçirdim ve yuvarlandım. Silahımı çıkarıp tam ateş edecekken, alnına yediği kurşunla olduğu yere yığıldı.
Şahiner, karşımda durmuş, elini uzatıyordu.
"İyi misin?"
Bir eline, bir de ela gözlerine baktım. Sonra yere bastırarak ayağa kalktım.
"Kendim halledebilecek güçteyim."
"Ondan şüphem yok," dedi gururla.
O an kulaklıktan gelen sesle hepimizin yüzü güldü.
"Siviller tahliye edildi, Beyaz Kurt."
"Şenlik başlıyor," dedi Efe.
"Analım Çanakkale'yi o zaman," dedi Şahiner bana bakarak.
💥☠️
Hücre temizlenmişti. Her adımda Mert ve Batuhan abi türkü patlatmıştı. Victoru esir aldıktan sonra. Sivillerin olduğu bölgeye doğru yürümeye başladık.
Çocukların ve kadınların gözlerinde hâlâ korku vardı. Kim bilir onlara neler yapmışlardı... Etrafta hiç erkek yoktu. Bizden de korkuyorlardı. Çocuklardan biri hızla koşarak Şahiner'in bacağına sarıldı. Annesine baktım, ama ortalıkta yoktu...
Kılıç, ellerindeki yiyecekleri kadınlara ve çocuklara dağıtıyordu.
"Allah razı olsun, evladım."
Dualar alıyorduk. Bizi koruyan halktı. Halkın duasıydı. Annelerin duası, çocukların umuduydu.
Şahiner, küçük kızı kucağına aldı. Tek koluyla onu tutarken diğer eliyle silahını kavramıştı. Küçük kız, kollarını boynuna doladı. Diğer çocuklar da ondan farklı değildi. Batuhan abi, içinde biriken çocuk özlemiyle üç çocukla birden oyun oynuyordu.
Telsizi elime alıp karargâh ile iletişim kurmaya başladım.
"Albayım, Victor elimizde. Siviller güvende. Emriniz nedir?"
"Aferin, Beyaz Kurt. O bölgeyi terk edin. Helikopter yolda. Alfa Timi de operasyonu başarıyla tamamladı. Kırk beş dakikaya orada olacak."
Derin bir nefes verdim.
"Emredersiniz, albayım."
Telsizi kapattım ve etrafıma baktım. Şahiner, kucağındaki kızla oyun oynuyordu. Çocuklar, gofretleri iştahla yiyordu. Berkay, kadınlara yemek dağıtıyor, yaşlılardan hayır duası alıyordu. Yusuf daha çok iltifat alıyordu. Efe ve Mert etrafı kolaçan ediyordu. Tuna ise bebeklere yavaş yavaş yemek yedirmeye çalışıyordu. Aramızda en feminist oydu. Hatta benden bile daha feministti.
"İsmin ne senin?" diye sordu Şahiner, baba şefkatiyle.
Onu böyle görmek, içimde tek bir düşüncenin yankılanmasına sebep oldu. O, çok iyi bir baba olacaktı...
"İsmim Işık. Senin ismin ne?"
"Rüzgar," dedi yalan söyleyerek. Oysa ismi Tufan'dı. Benim anamadığım, boğazımda düğüm olup kalan, her şeyi yıkıp dağıtan Tufan...
"Senin gözlerin çok güzel," dedi Işık ona bakarak. "Yüzük takıyor musun? Evli misin?"
"Niye sordunuz, Işık Hanım?" diye sordu gülerek.
Gülmek ona çok yakışıyordu. Genellikle fazla gülmezdi.
"Yakışıklı olduğun için. Gördüğüm en yakışıklı erkeksin... Tabii babamdan sonra. Onun da böyle kıyafetleri vardı."
Kaşlarım çatıldı. Nasıl yani, asker kızı mıydı?
"Baban nerede şimdi?" diye sordu Şahiner, sanki aklımdakileri okumuş gibi.
"Gökyüzüne gitti, uzaklara, yıldızların arasına... Oradan bana bakıyor. Gece gökyüzünde bir yıldız olunca, onunla konuşuyorum."
İçimde bir şeyler kırıldı. Parçalandı, koptu.
Şahiner, kızın yanağına küçük bir öpücük kondurdu. Küçük kız kıkırdadı.
"Cevap vermedin. Evli misin? İlgimi çekiyorsun, fazlasıyla."
"Hayır, değilim," diye cevap verdi gülerek.
"O zaman beni bekler misin? Büyüyünce evlenelim."
Bunu söylerken öyle tatlıydı ki... Gerçekten ışık gibiydi.
"O zamana kadar ben yaşlanırım. Sen oku, güzelce meslek sahibi ol. Benden daha yakışıklısını bulursun."
"Gerçekten mi? Gözleri seninki kadar güzel olur mu?"
"Olur tabii," dedi kendinden emin bir tonda.
Işık, heyecanla ellerini birbirine vurdu.
"O zaman acilen meslek sahibi olmam lazım!"
Şahiner, onu kucağında taşıyarak yanıma geldiğinde bakışlarımı başka yöne çevirdim.
Kesinlikle bakmıyordun.
Yanımda durunca ona doğru baktım. Işık, merakla bana bakıyordu. Küçük elleriyle ördüğüm saçlarıma dokundu.
"Kız asker olur mu ki?" diye sordu hayretler içinde.
"Tabii ki olur! Kadınlar da erkekler kadar cesur, güçlü ve akıllıdır," dedim. Sonra kulağına eğilip fısıldadım. "Hatta aramızda kalsın, biz erkeklerden daha akıllıyız."
"Hanımlar, duyuyorum sizi!" diye yalandan uyardı.
Ben bu haline gülümsedim hafiften. Işık utanarak kıkırdadı.
Saçlarını okşayarak devam ettim.
"Asker olmak isteyen herkes, eğer çok çalışırsa ve gerçekten isterse bunu başarabilir. Hem biliyor musun? Tarihte de pek çok kadın asker var! Onlar da ülkelerini korumuş ve büyük kahramanlıklar yapmışlar."
"O zaman ben de asker olacağım!" diye bağırdı.
Sonra Şahiner'e dönüp nazlanarak, "Beni indirir misin?" diye sordu.
Onun kucağından indiğinde diğer çocukların yanına koştu. Kesin benim söylediklerimi anlatacaktı. Onu gülerek izlerken içimden bir soru geçti 'Anne olsam nasıl bir anne olurdum acaba?'
Aklımı okur gibi cevabımı verdi.
"Muhteşem bir anne olurdun. Zaten girdiğin her timin annesisin." dedi.
Şaşkınlıkla ona baktım. Nasıl anladı ne düşündüğümü?
"Benden daha yakışıklısını Işık bulur ama sen bulamazsın," diyerek göz kırptı.
Tam o sırada, Işık onu çağırdı.
"Rüzgar abi!"
Şahiner, gülerek ona doğru koştu.
Yanaklarım kızardı. Neden beni utandırmayı bu kadar seviyordu? Nasıl beni bu kadar ezbere biliyordu? Neden benden vazgeçmiyordu?
Ama asıl soru şu. İstiyor musun bırakmasını? Kaçdıkca kovalasın istiyorsun. Sen değil o senin elini tutsun istiyosun. Yağmurda sığınacak bir yer ararken, gelenin o olmasını diliyorsun.
Bu düşünceleri susturan şey, kulaklığımızdan duyduğumuz sesti. Nasıl dalmışsam, helikopterin sesini bile duymamıştım.
"Konuşuyor Teğmen Sena Akman. Bölgeye giriş yaptık, hazırlıklı olun. Siviller için ayrı bir helikopter ayarlandı."
"Anlaşıldı, Teğmenim. Biz hazırız."
"Kılıç, sivilleri toplayın. Helikoptere biniyoruz!" diye emrettim.
Işık'la vedalaştıktan sonra ona ziyaret sözü verdim.
"Yeryüzüne inemedin gitti, Sena." Diye takıldı Batuhan Abi.
"Aşk olsun Batuhan Abi, ne zaman böbürlendim ben?" diye sitem etti Sena.
Yusuf alaycı bir ses tonuyla araya girdi: "Yok, hiçbir zaman. 'Gökyüzünün şahiniyiz!' diyen de bendim zaten geçen sefer."
Bunu duyan Tuna, hemen lafa atladı: "Yok canım, olsa olsa kargası olur ancak."
Sena, kaşlarını çatıp Tuna'ya döndü: "Dikkat et, gözünü oymayayım."
Tuna, hemen beni işaret ederek şikayet etmeye başladı: "Resmen tehdit etti beni, komutanım! Şahitsiniz!"
Gülmemek için kendimi zor tutarak başımı iki yana salladım: "Yok, ben hiçbir şey duymadım."
Çocuk gibilerdi ama biz bir aileydik. Ailede yeni doğan çocuk çok sevilmezdi ya... Yeni gelen yüzbaşıyı sevmişler miydi acaba?
Tuna homurdanarak devam etti: "Resmen ayrımcılık yapıyorsunuz. Hemcinsinizi koruyorsunuz!"
Elimi kaldırarak onları susturdum: "Tamam, susun artık. Başım ağrıdı. Yolda uyuyacağım."
Tim, hâlâ benim helikopterde uyuyabilmeme alışamamıştı.
Tam o sırada Efe, yüzünde büyük bir zafer ifadesiyle çantasını karıştırdı ve içinden bir çift kulak tıkacı çıkardı. Öyle bir havayla tuttu ki sanırsınız Amerika'yı keşfetmişti.
"Canım babaanne, aklına kurban olduğum." Diyerek kulak tıkaçlarını kulağına taktı.
Tim olarak hepimiz ona ters ters bakınca omuz silkerek savunmaya geçti: "Ne var yani? Onun aklıma geldi, sizin gelmedi."
Gözlerimi devirdim ve yanımda oturan Şahiner'e gözüm kaydı. Uyuyakalmıştı. Tim de şaşkın bir şekilde ona baktı, ardından hepsi bana döndü. Bakışlarını görmezden gelerek gözlerimi kapattım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Mert'in sesi, kulaklarıma son anda çalındı: "Nasıl uyuyorlar anlamıyorum ki? Helal olsun. Herhâlde yüzbaşı olunca uyku eğitimi veriyorlar."
Son duyduğum şey ise Berkay'ın alaycı sesiydi:
"Saçmalama, Üsteğmenim. Daha hiçbir halt yok ortada. Bunlar zaten anormal."
🫀
Operasyondan sonra eve gelmiştik. Yaşlı teyzeler gibi dizi izliyordum. Okan başını dizime koyduğunda hiç şaşırmadım. Küçüklüğünden beri böyleydi. Ne zaman yanında olsam, bir şekilde başını omzuma, dizime ya da koluma yaslardı. Şimdi koca adam olmuştu ama hâlâ çocuk gibi hareket ediyordu.
Ekrandaki dizi sahneleri değişirken elimi saçlarının arasına daldırıp hafifçe karıştırdım. Rahatlamış gibi iç çekti. Sonra beklemediğim bir soruyla geldi.
"Abla, sence annem nasıl biriydi?"
Elimdeki kumanda aniden ağırlaştı. Annemi düşündüğümde, aklımda kalan anılar pusluydu. Net olan tek şey onun sıcaklığıydı. Ama Okan bunu bilmiyordu. O, annemizi hiç tanımamıştı.
"Annem..." diye başladım, kelimeleri seçerek. "Çok güçlü biriydi, Okan."
Başını kaldırıp bana baktı, gözlerinde merak vardı. "Senin gibi mi?"
Gülümsedim ama içimde bir şeyler sızladı. "Benden daha güçlüydü. Ama farklı bir güç... O, insanları anlayarak güçlüydü. Söylediklerinden çok, söylemediklerini anlardı."
Bir süre düşündü. "Peki, bana benziyor muydu?"
Elimi başından çekip yüzüne baktım. Aslında... Evet. Annemin gözleri de böyle miydi? Hatırlamıyordum. Ama Okan'ın bilmeye ihtiyacı vardı.
"Evet," dedim hafifçe gülümseyerek. "Özellikle gözlerin... Tıpkı onun gibi derin ve meraklı."
Bir an sessizlik oldu. Sonra, sesi neredeyse fısıltı kadar hafifti.
"Keşke tanıyabilseydim."
İçimde bir şey düğümlendi. Boğazımdaki acıyı yutkunarak bastırdım ve elimi omzuna koydum. "O da seni tanımayı çok isterdi."
Bir süre öylece kaldık. Ekranda sahneler değişiyor, ışık odanın içine vuruyordu ama ben sadece kardeşimin nefes alışını dinliyordum.
Sonra, Okan'ın sesi bir kez daha duyuldu. Ama bu sefer daha neşeliydi.
"Abla, fark ettin mi?"
Başımı eğdim. "Neyi?"
"Sen de biraz anne gibi oldun."
Kaşlarımı kaldırdım. "Ne?"
Gülerek başını biraz daha dizime gömdü. "Saçımı okşuyorsun ya, tam anneler gibi."
Gözlerimi devirdim ama gülmeden edemedim. Elimi başına koyup hafifçe bastırdım. "Sana çok yüz veriyorum, Okan. Çok fena şımarıyorsun!"
Kıkırdayarak başını kaldırdı. "Eee, ne yapalım? Ben de annenin oğluyum sonuçta!"
Bir anlığına içimde garip bir sıcaklık yayıldı. Kalbimde bir şey hafifledi. Sonra, eski halime döndüm.
"Tamam, tamam," dedim, gözlerimi kısarak. "Ama bir şartla."
Merakla bana baktı. "Neymiş o?"
"Yastık olarak kullanılmak istemiyorum. Düzgün otur!"
Kahkaha attı ve başını dizime iyice gömerek "Asla! Dizlerin çok rahat!" diye cevap verdi.
Başımı iki yana salladım ama içim sıcacıktı. Okan güvende olduğu sürece, her şey yolundaydı.
🩹
Camın arkasında duruyordum, her hareketimi titizlikle kontrol ediyordum. Hiçbir konuda taviz veremezdim. O odadaki adam, Victor, yalnızca bir taş parçasıydı. Gözlerinde, bir şeyler saklayan bir soğukkanlılık vardı ama hissettiği şey korku değil, yalnızca bir direnişti.
Şahiner'ın sesi, ağır bir tehdit gibi odada yankı buluyordu. "Amacınız ne? Kim yönlendiriyor sizi?"
Adamın bakışları, ne kadar hiddetli olursa olsun, geri adım atıyordu. Ama yine de cevap vermiyordu.
Tufan, bir adım daha ileri gitti. Gözlerindeki öfke belirginleşmişti. "Konuş. Sana yapacaklarımın bir sınırı yok. Hadi, söyle. Liderinizi ver, işimiz kolaylaşsın."
Bugüne kadar onun konuşturamadığı kimse yoktu. Onu konuşturabilen de yoktu. Gözlerindeki öfkeye bakan çözülürdü.
Victor'ın gözleri sabitti. Hiçbir şey olmamış gibi. Dudaklarını sıkıyor ama bir kelime bile çıkmıyordu. Sessizliğini bozan tek şey, sesinin derinliği oldu. "Bilmiyorum."
Artık karşısındaki adamın sabrı tükenmişti. Geçmiş olsun. Hiç acımayacak.
Yumruğunu havaya kaldırdı, hızlıca ve sertçe Victor'ın yüzüne savurdu. Bir anda, odada o anın yankısı duyulmaya başladı. Victor'ın başı geriye savruldu. Kıyamam.
Nefesimi tutmuştum. Her geçen saniyede içimdeki öfke biraz daha artıyordu. Bu kadar direnç, bir yerde kırılmalıydı. Ben bunları düşünürken, Şahiner'in bir kez daha hareket ettiğini gördüm.
Bir adım geri atıp derin bir nefes aldı. "Bir isim istiyorum, Victor. Bir tane. Hadi, söyle. Bu kadar basit."
Yine hiçbir tepki yoktu. Victor sadece sessizliğine devam etti, dudakları sımsıkı kapanmış, gözlerinde hiçbir kıpırtı yoktu. Şahiner yine yumruğunu sıktı, bu sefer daha sert, daha kararlı.
"Bu kadar mı dayanıyorsun? Bunu sana söylettirmek zorunda kalacağım, ama bu sadece seni yorar, inan bana."
Victor, başını kaldırdı. Ardından derin bir nefes aldı. "Kayhan," dedi, sesi zorla çıkmış gibiydi.
Şahiner, kafasını sallayarak adımı onayladı.
"Aferin, bak dilin varmış," dedikten sonra yumruğu sertçe suratına geçirdi. Victor bayılmıştı.
Kayhan. O isim. İran'da olan bir çok kumpasın başıydı. Yine ikili oynuyordu İran.
"Duydun mu? Kayhan, İran'da illegal işleri yapan kişi."
"Doğru," dedim. "Şimdi kimseye bir şey söylemeyelim. Yarın konuşuruz. Sen de evine git."
"Kimden şüphe ediyorsun?" birden sordu.
"Anlamadım?" diye kaşlarımı çattım.
"Sen genel olarak beni anlamıyorsun doğru, ama ben bu ifadeyi bilecek kadar biliyorum seni. Hain var alayda. Onun peşindesin bu yüzden Alfa timini oraya yolladın. Benden neden saklıyorsun anlamıyor?"
"Belki de ilk şüphelim sensindir."
"Yani var hain." dediğinde dilimi ısırdım.
"Olsa bile seni alakadar etmez. İnsanların hayatını mahvetmene izin vermem." dedim çenemi diklendirerek. Onu arkamda bırakarak önünden yürüdüm.
🔥🔥🔥
Elimdeki dosyaya göz gezdiriyordum. Er Yakup Tezcan... Hainlik kavramını hiçbir zaman anlayamamıştım. Bir insan para karşılığında nasıl vatanını satabilirdi? Nasıl arkadaşlarının canına kasteder, çocuklarının geleceğini tehlikeye atardı? Bu bana hiçbir zaman mantıklı gelmemişti. Dosyanın her satırını incelerken, Yakup'un yüzünün her karışını ezberliyordum adeta.
Tam o sırada kapı tıklatıldı. "Gel," diye seslendim. İçeriye genç bir asker girdi. Elinde çay vardı ve hafifçe titriyordu. Asker selam verdi, sonra çayımı masaya bıraktı. Ellerinin hâlâ titrediğini fark ettim. Elindeki tepside bir de tost vardı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Bana çekingen bir bakış attı, ardından yutkundu.
"K-komutanım..." diye kekeledi.
"Söyle," dedim, gözlerimi dosyadan ayırmadan.
"Şey, komutanım... Ben düşündüm ki... şey... Siz şeysiniz... Gittim, şeyde hızlıca şey yaptım... İstiyorsanız şey yaptırayım..."
Bu ne saçmalıyordu?! İçimden derin bir nefes aldım.
"Asker, ne diyorsun sen?" dedim otoriter bir sesle.
Yutkundu. Donuk surat gibi yüzüme bakmaya devam etti. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum ama en ciddi ifademi takındım.
"M-müsaadenizle ko-komutanım," diye geveledi.
"Çık!" dedim sert bir sesle.
Hızlıca selam verdi, arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü. Tam çıkacakken aniden geri döndü, gözlerini kaçırarak, tabaktaki tostu masama bıraktı "Yiyin." Dedikten sonra alelacele odadan çıktı.
Bana emir mi vermişti şimdi bu çocuk?! Tost yemem için bana emir mi vermişti?!
Bir an sessizlik oldu. Sonra kahkahayı patlattım. Odada yankılanan kahkahamın ardından gülümseyerek tosttan bir ısırık aldım. Sıcak sıcak getirmişti, sağ olsun. Bu çocuğu sevmiştim. Üstelik tost çift kaşarlı, sucukluydu... En sevdiğim. Tek şekerli çayımdan bir yudum aldım.
Kapı tekrar tıklandı, bu sefer iki kere. Gelen kişi belliydi.
"Berkay," dedim gözlerimi devirerek.
Sayılara takıntılıydı Berkay. Hiçbir şeyi tek sayıyla almazdı, yapmazdı. Kalemliğindeki kalemlerden mühimmatına kadar her şeyi çift sayı olacak şekilde düzenlerdi.
"Gel," dedim.
Kapıyı açtı, iki adım attı, karşıma geçti ve asker selamı verdi.
"Beni çağırmışsınız, komutanım," dedi.
"Otur, Berkay," dedim.
Karşımdaki sandalyeye oturdu. Ben de elimdeki tosttan ısırılmamış bir parçayı koparıp ona uzattım.
"Yok komutanım, ben-"
"Berkay," dedim daha ciddi bir tonda, kaşlarımı hafifçe kaldırarak. "Elimi geri çevirme. Hadi, ye."
Sonunda tostu aldı ve küçük bir ısırık aldı. İçimden gülümsedim.
"Eyvallah komutanım." Dedi
"Afiyet olsun, neyse işimize dönelim." Dedim ciddi tavırla. Elimdeki dosyayı ona uzattım. Aldı çatık kaşlarla. Açtı benim gibi incelemeye başladı.
"Er Yakup Tezcan," dedim, gözlerimi kısarak. "Kenardan bakınca fazla temiz, fazla masum görünüyor. Ama her şeyin fazlası zarardır."
Berkay kaşlarını çattı, gözlerindeki şüphe daha da belirginleşti.
"Ama... köstebeğin eli olur kendileri," diye ekledim.
"Nasıl?!" diye atıldı, kaşlarını yukarı kaldırarak. "Alayda bir köstebek mi var?" Şaşkınlığı ve inanmamazlığı yüzüne yansımıştı.
"Sence normal mi?" dedim, sesimi alçaltarak. "Koskoca Pençe Timi'nin bu kadar kolay parçalanması?! Resmen kumpas kurmuşlar."
"Ama onlar resmî kara-," dedi, ama cümlenin ortasında duraksadı. Derin bir nefes aldı, gözleri büyüdü. Büyük bir hayal kırıklığıyla, "Olamaz... İçimize kadar sızmış olamazlar, Komutanım," diyerek isyan etti.
"Maalesef..." dedim, yüzüne bakarak.
"O zaman ne yapacağız? Hemen sorguya alalım!" dedi, heyecanla ilk aklına geleni söyleyerek.
"Hayır," dedim, kararlı bir tonla. "Sorguya alırsak dikkat çekeriz."
Düşünceler zihnimi doldurmaya başladı. Yeniden. Ve yeniden.
Ya kızın var...
Kızın var lan, senin kızın var.
Nasıl onu düşünmezsin?!
"Açığa alsak?" diye mırıldandım, sesli düşünerek. "Ama... bir sebep sunmamız gerekir."
Berkay gözlerini kısmıştı. "O adam bize böyle lazım, kullanalım," dedi sinsi bir ifadeyle. "Yem atalım önüne. İşimizi kolaylaştırsın."
"Ailesinin hayatını tehlikeye atmış oluruz. Olmaz," dedim sertçe.
"Tufan Komutanımla konuştunuz mu bu durumu?" diye sordu çekingen bir sesle.
"Hayır," dedim, kısa ve net. Konu kapanmıştı. Ama Berkay beni tanıyordu, öyle kolay vazgeçmezdi.
"Bence konuşun," dedi ısrarla. "Sonuçta o da Kılıç Timi'nin bir komutanı."
"Önerilerin için sağ ol, Üsteğmenim. Ama gerek görmüyorum. Gerekirse konuşurum." Sözlerim kesin bir emir gibiydi. Sonra gözlerimi ona dikerek devam ettim. "O yüzden sen ne yap et, açığını yakala. O şerefsizi sorgu odasına tıkmamız gerek. Anlaşıldı mı?"
"Emredersiniz, Komutanım!" dedi. Ayağa kalkıp selam verdi ve tam kapıdan çıkarken arkasından seslendim.
"Psikolog görüşmeleri nasıl gidiyor?"
Berkay bir an dondu, sonra sahte bir rahatlıkla cevap verdi. "İyi gidiyor, Komutanım. Çok iyi gidiyor hatta... Yani bayağı iyi gidiyor."
Yalancı. Hiç gitmiyordu ki psikoloğa.
"Üsteğmenim," dedim sertçe. "Burası Özel Kuvvetler. Sen benim sağ kolumsun. Psikolojin çok önemli. Bir gün, bir takıntın yüzünden başına gelmeyen kalmayacak, benden söylemesi. Ve ayrıca... emrimdir. O psikoloğa gidilecek."
Başını eğdi. "Tamam, Komutanım. Siz nasıl emrederseniz."
Sesinde biraz mahcubiyet, biraz da çaresizlik vardı. Sonra selamını verip çıktı.
Odanın kapısı kapandığında bir süre masama yaslandım. İçimdeki düğümler daha da sıkılaşıyordu.
Bu işin sonu iyi bitmeyecek...
⚡
Arabaya binip eve gitmek istiyordum. Çok yorulmuştum. Berkay'ın dediklerinden ve Şahiner'in söylediklerinden sonra yardım almanın bir faydası olacağını düşünmeye başlamıştım.
Şahiner'le iş açısından bir problemim yoktu. Ki zaten olamazdı. Ama ondan kişisel olarak nefret ediyordum.
Güldürme beni, kız. Ya da dur, güleceğim... KNDKNDKNDKND.
Gözlerimi devirdim. İnsan kendi iç sesiyle de mi ona muhalif olurdu?
Telefonu arabaya bağladım ve numarasını aramaya başladım. Ama bulamadığımda duraksadım. Silmiştim. Ona ait her şeyi silmiştim. Kalbimi bile...
Ama hafızamı silemiyordum. Ona dair hiçbir anıyı yok edemiyordum. Ne iyiyi ne de kötüyü...
Kötüleri silmeyi çok isterdim. Güzel olan her şeyi koruyup saklamayı, onlarla yaşamaya devam etmeyi, tüm güzelliklere yenilerini eklemeyi isterdim.
Düşüncelerime engel olamadan parmaklarım ezbere bildiğim numarayı tuşladı. Onu aradım. Telefonun diğer ucundan hafif heyecanlı, meraklı ve bir o kadar da endişeli bir ses yükseldi:
"Yıldız..."
Boğazım düğümlendi. Ona karşı koyamıyordum. İsmin en çok onun dilinde parlıyordu. O, tufan olup her şeyi yıkıyordu; ben ise insanlara dilek olup kayıyordum.
Derin bir nefes verdim.
"Konuşmamız gereken bir konu var, Şahiner," dedim.
Bıkkın bir nefes verdi.
"Yine 'Şahiner'..." diye geveledi.
"Hangi konuda konuşalım?" diye sordu aynı yorgun sesle.
"Yüz yüze konuşmamız daha doğru olur. Neredesin sen? Sarhoş musun diye soracağım ama ayıp olacak."
"Ben sarhoş olmam. Gözlerine bakmadıkça, kokunu almadıkça sorun yok."
Nefesim kesildi. Yutkunamadım. Bir insan nasıl eskisi gibi âşık davranabilirdi? Üç yılda hiçbir şey eksilmez miydi?
Senden eksildi mi?
Ben ona âşık değildim. Ondan nefret ediyordum. Ona karşı tek duygum nefretti.
Ya da buna inanmak istiyordum...
"Nerdesin?" diye sordum, sesime en ufak bir endişe kırıntısı bile bulaştırmamaya çalışarak.
"Meyhanedeyim."
"Bekle, oraya geliyorum."
Son bir sessizlik oldu. Sonra fısıltıya yakın bir sesle, "Ben seni bir ömür beklerim," dedi.
Niye gittiğime anlam veremesem de, yolladığı konuma doğru sürdüm arabayı. Meyhanenin önünde durduğumda içeri girip girmemekte tereddüt ettim. Ama yine de girdim.
Gördüğüm manzara kaşlarımı çatmama neden oldu. Bir kadın onunla tanışmaya çalışıyordu.
"Çok yakışıklısın," dedi elini onun omzuna koyarak.
"Evliyim, hanımefendi."
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Sabah, "Hayır," demişti. Yalan mı söylemişti?
Benim neden kalbim sızlıyordu şu an? Evlenmiş olması neden beni üzüyor, canımı yakıyordu?
"Parmağında yüzük yok," dedi kadın, en mantıklı soruyu sorarak.
Kadın haklıydı. Ben onun karısı olsam kesinlikle alyans takmasını isterdim. Bu yakışıklılıkla zaten tüm kızlar peşindeydi. Ama bu olayın benim canımı sıkması normal değildi.
"Belki kalben evliyim, hanımefendi? Olamaz mı? Lütfen uzaklaşın. Birazdan tek bir sözüyle öleceğim kadın gelecek. Kendisi kıskanç biridir. Size yazık olur."
Bu sözleri duyunca yüzüme garip bir gülümseme yayıldı. Sonra kendimi toparlayıp yanlarına gittim. Kadın beni görünce süzmeye başladı. Boyum yüzünden korkmuş olmalı ki yutkundu. Sonra da, "İyi eğlenceler," diyerek yanımızdan ayrıldı.
Şahiner'in yüzünde ise çapkın bir gülüş vardı.
"Ne var?" dedim aniden çıkışarak.
"Geldin." Ağır ağır konuştu. "Yine bugün bana geldin."
"Konuşmamız gerekenler var," dedim etrafa göz gezdirerek. Gözlerine bakmamaya dikkat ederken birdenbire çenemde ateş gibi bir el hissettim. Yüzümü kendine çevirdi.
"Sonra konuşsak?" diye mırıldandı. "Biraz böyle kalsak?"
Tüm vücudum ateş aldı.
Bu doğru değildi.
Ölmüştü bu duygular.
Ölmüştü bu tepkiler.
Ölmüştü, bitmişti... Bitti, demiştim.
"Sarhoşsun," dedim hızla.
"Evet, şu an gerçek anlamda sarhoşum."
"Niye bu hale soktun kendini?" Kaşlarımı çatarak sordum. "Sen ağzına bile sürmezdin."
"Bilmem. Bazı günler, belki bazı şeyleri unutturur diye içiyorumdur." Dedi ve elini bardağa uzattı.
Elimi içki bardağının ağzına götürdüm ve sertçe kapattım.
"Bu zıkkıma mı sığınıyorsun?" dedim, öfkemin sesini duydum.
"Başka sığınacak bir liman var mı?"
Başını yana çevirdi, gözlerime uzun uzun baktı.
"Aslında var."
Bana doğru yaklaştı, nefesi yüzüme çarpıyordu. "Kapıyı açan yok."
Yutkundum. Bencil'i getirmiştim, onu suçlamıştım, tüm yükü onun sırtına yüklemiştim. Oysa o zaten ezilmişti. Hayat ona cezasını keserken, ben de kesmiştim. Kendimden uzaklaştırmış, hasret bırakmıştım.
Gülümsedi. Dudaklarından tek bir tarih döküldü.
"20 Mart."
O an, gözlerinde kaybolan zamanı fark ettim. O, başını eğdi. Artık taşıyamıyordu. Bana sığınmak isterken, itiyordum onu. Yeniden bana bakınca aynı şeyi mırıldandık.
"Hayaletin kuruluş günü."
Burukça bir gülümseme kondu dudaklarımıza. Uzun uzun baktı gözlerime. Hala nasıl eskisi gibi bakabiliyordu ki?!
Rahatsız olmuyordum, ama ben gözlerimi kaçırdım. Bir an kulağımda sıcak bir nefes hissettim.
"Tanışma yıl dönümünüz kutlu olsun, kömür gözlü kız."
Gözlerim, onun gözlerine kayınca, çok yakın olduğumuzu fark ettim. Kokusunu ciğerlerime çektim, kendimden bağımsız. Barut ve nane... Bu kokunun müptelasıydım bir zamanlar.
Buruk ve acılı bir gülümseme vardı yüzünde. Yılların acısıyla, iki kelime döküldü dudaklarımdan.
"Kutlu olsun." Diye bildim sadece.
20 Mart...
Hayatımın miladı olduğunu sanmıştım. Ama yanılmışım...
Bundan yedi yıl önce, ürkek adımlarla askeriye içindeki ücra bir odanın kapısına doğru ilerliyordum. Sessizlik fazlasıyla hakimdi. Kara Harp Okulu'nu birincilikle bitirmiş Teğmen Yıldız Yürek.
Son altı aydır sınır ötesindeydim. Dün akşam dönmüştüm. Gizli bir tim kurulduğuna dair söylentiler vardı, ama seçileceğimi sanmıyordum. Kimse kadın askerlerin olacağını düşünmüyordu.
Timin komutanı Kıdemli Üsteğmen Tufan Şahiner'di. Kadınlarla iyi anlaşmadığı, askerlere acımadığı ve sert cezalar verdiği konuşuluyordu. Sadece bir kez görmüştüm onu. Kara Harp Okulu'nda bize eğitim vermişti. Yaralı olmama rağmen devam etmemi istememiş, emretmişti. Fazlasıyla kibirli bir adamdı. Onun timinde olmak istemiyordum. Ama kader...
Dün akşam Suriye'den döner dönmez görev emrim gelmişti. Herhalde en genç üye bendim. Duşumu alıp, altı aydır hasret kaldığım yatağıma gömüldüm. Uykum hafifti, ama uzun süre sonra bu kadar yumuşak bir yataktan kalkmak çin işkence gibiydi. Tam yirmi alarm kurmuştum. Yine de geç kaldığımı düşünüyordum.
Şimdi o karanlık odanın önündeydim. Yavaşça kapıyı tıkladım. İçeriden gelen sert sesi duydum.
"Gir."
İçeri girdiğimde oda bomboştu. Erken mi gelmiştim? Oysa ben geç kaldığımı düşünüyordum.
En tepede bir çift ela göz beni süzüyordu. Ürkek adımlarla masaya yaklaştım. Bu adamın anormal olduğundan çoğu kişi bahsederdi. Asker selamı verdim.
"Teğmen Yıldız Yürek!"
Elindeki dosyaya göz gezdiriyordu. Beni süzdü, sonra tekrar dosyaya baktı. Masayı çekip oturmak istedim, ama sert ve otoriter bir ses odada yankılandı.
"Otur dediğimi hatırlamıyorum, asker!"
Yerimde çakıldım. Hata ile başlamıştık, haydi hayırlısı...
"Özür dilerim." Sonra hemen düzelttim. "Özür dilerim, komutanım."
Derin bir nefes aldı. "Oturabilirsin."
Otururken ellerimi nereye koyacağımı bilemiyordum. Avuç içlerim terlemişti. Bu adam normal biri değildi.
"Kara Harp Okulu birincisisin."
Elindeki dosyaya bakıyordu. Gözlerini tekrar bana dikti. Beni süzmesinden rahatsız olmuyordum. Tepkilerimi ölçüyordu.
"Dağlar ceylana göre değildir, kömür gözlü kız."
Boğazıma yumruk oturdu. Kaşlarım çatıldı, ellerim yumruk oldu.
'Ne demek ceylan ya?' diye düşündüm.
"İsmim Yıldız Yürek, komutanım. Ayrıca ceylan olduğumu düşünmüyorum. Size de önermem. Hayal kırıklığına uğramayın sonra." Dedim.
Gülümsedi.
"Kurt'a benzemiyorsun, çaylak. Ceylan gibi çelimsizsin." Diyince saçımı arkaya savurdum.
"Ama sizi böyle düşündürecek kadar da manupiletivim." Diyimce gözleri kısıldı. "Dikkat edin. Ceylan sandığın dişi kurt, önünüze çıkıp sizi avlamasın."
"Kurt, kurtu avlamaz."
"İyi." Dedim önüme dönerek.
"Hoş geldin, kömür gözlü kız." Diyince önce gözelerine baktım. Sonra bakışlarım, göğsündeki isme takıldı. Tufan Şahiner.
Benim miladım 13 Mart mıydı, yoksa başka bir gün mü? Bilmiyordum. O zamanlar miladımın Tufan Şahiner olduğunu da bilmiyordum.
Ne diyeceğimi bilemedim. "Hoş buldum." Sadece bunu diyebildim.
Yirmi dakika sonra herkes toplantı odasındaydı.
Hayalet Timi:
• Kıdemli Üsteğmen Tufan Şahiner
• Üsteğmen Zafer Sungur
• Teğmen Yıldız Yürek
• Asteğmen Cemile Özkaya
• Başçavuş Ali Kaya
• Uzman Çavuş Erdem Koç
Kimse bilmiyordu. Bu masadaki birinin bizi sırtımızdan bıçaklayacağını.
Kimse bilmiyordu. Birinin katilimiz olacağını.
Kimse bilmiyordu. Birinin kanlı çamura bulanacağını.
Anılar zihnimde canlanırken, gözlerine baktım. Pişmandı. Üzgündü. Mutsuzdu. Yaralıydı. Kimsesizdi. Ve en acısı... Yalnızdı.
Herkes gitmişti. Ben bile.
Aşağıdan birinin elimi tuttuğunu hissettim. Beni sadece o an anlıyordu. Sesi, fısıltı gibi ulaştı kulağıma
"Her şeyi değiştirebilirsin kendinde."
Sonra gözlerime baktı. "Ama bende bıraktığın izleri, bir de bu gözleri değiştiremezsin."
Kalbim tekledi. Yeniden atmaya başladı.
Neden? Neden ondan nefret edemiyordum? Neden beni hâlâ bu kadar etkileyebiliyordu?
Özlemiştim, dokunuşun, bakışını, kokusunu, sözlerini. Tutamadığı sözleri bile özlemiştim. Hem cennetim hem cehennemim olan bu adamı özlemiştim.
Elimi tuttu. Sıkı sıkı tuttu. Asla bırakmam der gibi. Ama bir kez bırakmıştı işte. Çok geçti. Bana geç kalmıştı.
"İzler de gider, gözler de kapanır."
Bıraktım elini kendimi alele acele dışarıya attık. Gökyüzünde tam 3 tane yıldız vardı. Kulaklarımda aynı haber, aynı sesler defalarca yankılandı.
"Berlinde olan büyük patalamada 3 vatandaşımızı kaybettik. Yakınlarına ve sevdiklerine başsağlığı ve sabır diliyoruz"
"Abla babam nerede, gelicek mi, herkes niye ağlıyor?"
"Hayır olamaz gitme oğlum, gitme!"
"Hamileyim Yıldız. Küçük Cemile geliyor."
Annelerinin, eşlerinin çocuklarının çığlıkları bakışları soruları hepsi hafızamdaydı gökyüzüne bakmaya devam ettim. Şakaklarımdan iki damla göz yaşı döküldü. Kalbimi dağladılar.
"Hayalet Timi hayalet oldu." dedim yutkunarak.
Üç yıldız... Üç şehit... Üç hayalet...
Dudaklarımdan tek kelime döküldü. "Bekleyin."
🩹
Meyhaneye geri döndüm. "Kalk," dedim, "sana bu haller yakışmıyor. Kalk."
Cebimden para çıkarıp masaya bıraktım. "Üstü kalsın," dedim.
Bana baktı. Gözleri bulanık, sesi kırık bir fısıltıydı. "Bana en çok sen yakışırdın," dedi.
Kalbim bir an durdu. Neden yapıyordu bunu?
Elini belime koydu. "Gitme," dedi. "Sadece bugün gitme. Sarhoş et beni gözlerinde, göm toprağına, bastır karanlığına... ama gitme."
"Yapma" diyemedim. Dağılmıştı. Gözleri kaybolmuş bir çocuk gibi bakıyordu. Elini saçlarıma götürdü, tokamı açtı.
"Kesmişsin," dedi, iç geçirerek.
Sevmezdi kesmemi. Ben de sevmezdim. Ama babam çekmesin diye keserdim. Yetimhanedeyken de bitlenmesin diye keserlerdi. Ağlardım, kesmesinler diye. Sonra hep kestim.
Ayağa kalktı. Küçük bir çocuk gibi bakıyordu saçlarıma. Eskiden uyuyamadığında yüzünü saçlarıma, boynuma gömerdi.
"Gidelim," dedim. Kendimi ondan kurtardım.
Sarhoş değildi, kafası yerindeydi. Ama benimle birlikte arabaya yürüdü. Ön koltuğa oturdu.
"Kemerini tak."
"Beni önemsemen ne kadar da ironik."
Gözlerimi devirdim.
Evine doğru sürdüm. Hiç konuşmadık. Ama alkol etkisini göstermeye başlamıştı, farkındaydı. Fazla içmişti.
Eve gelince kapıda sendeledi. Cebinden anahtarını çıkarıp kapıyı açtım. Sessizce yatak odasına yürüdüm. Yatağına yatsın diye ceketini çıkardım. Önünde durdum.
"Bir daha bu kadar fazla içersen-" diye tehdit edecektim ki...
Belimden çekti, üstüme yığıldı. Başını boynuma gömdü.
Derin derin nefes aldım. Farkında olmadan kokusunu içime çektim.
"Kalk," diye sayıkladım. Ama ben de çoktan uykunun kollarına düşmüştüm. Onun kokusunda mayışıp uykuya daldım.
❤️🔥
•~•~•~•~•~•~•~•~•~•~•~••~~•~•~•~•~•~•~•
BÖLÜM ÇOK GE
Ç GELDİ FARKINDAYIM. SINAVLARIM VARDI O YÜZDEN.
OY VERELİM🌟
SATIR ARASI YORUMLARINIZI okumayı seviyorum lütfen yazmaktan çekinmeyin💞
YILDIZ HAKKINDA DÜSÜNCELERİNİZ NE?
TUFAN HAKKINDA DÜSÜNCELERİNİZ NE?
OKAN&YILDIZ HAKINDA DÜŞÜNCELERİNİZ NELER?
GEÇMİŞLERİ ÇOK KÖTÜ 😭
OKAN NASIL BİRİ?
BERKAY NASIL BİRİ?
KILIÇ TİMİNİ YAKINDAN TANITACAĞIZ🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |