10. Bölüm

10.Bölüm Şehvet ve Arzu

Lara Su
larasu

 

10.Bölüm Şehvet ve Arzu

Farkındaydım, ellerim küpelerimde gözlerim okuduğum ama hiç bir şekilde anlamadığım metinde dolaşıp duruyordu. Gözlerimi derince açıp bilgisayardaki metni anlamaya çalışıyordum, dudaklarıma elimdeki kaleme götürüp kemirmeye başladım.

 

"Yapma şunu," dedi karşımda oturan Nevra sarı saçlarını geriye doğru savurup kulağındaki telefonu kapatıp yeşil gözlerle baktı. "Ne derdin var senin dök içini." dedi elleri ile bana gel der gibi.

 

Derin bir nefes verip geriye yaslandım. Ne yaşadığımı bende bilmiyordum, tek sebebi Kuzgun'du onu biliyordum. Ama ilk defa Nevra'ya bir şeyi anlatmama gerekti, Kuzgun'u kimseye tanıtmamam lazım, her açıdan tehlikeli olabilirdi onu tehlikeye atmak istemiyorum.

 

"Ya şimdi bir adam var adı... Adı Feridun," dedim yalan dolu bir gülümseme ile. "Şimdi ben bu adama karşı kendimi böyle minnettar gibi duyuyorum. Ama, ama bu duygu çok ağır olmaya başladı, git gide evrim geçiriyor gibime geliyor artık." dedim avuç içimi havaya kaldırıp ekşimiş bir yüzle sıkarken.

 

"Adam kim tam olarak, nasıl biri, özet geç?"

 

"Sanki biraz sert, bilmiyorum. Çözülmesi zor bir düğüm gibi. Sanki denize atılmış bir taş arıyor gibi hissediyorum ona bakarken," başımı iki yana umutsuzca salladım. "O benim için çok değerli bir ışık. Karanlıkta parladı, yalnızlık içinde boğulurken parladı o... Ama çok sert ve ters tabii." dedim son cümleme karşı gözlerimi kısıp derin bir nefes verdim

 

"Hee derin işler yani. O zaman sor adama. Konuş yani ben böyle böyle hissediyorum neden? Diye sor." dedi Nevra naif sesi ile.

 

"Bilmiyorum Nevra. Adam... Yani adam da adam ama." dedim hayretler içinde kalmış gibi. Kuzgun'un heybetli gözleri kör edecek kadar estetik ve dikkat çekiciydi, yüzünde o yaraya kusur diyenleri denizde boğasım geliyordu, gözlerinin içindeki sessiz karanlığa karışan parıltıları ben görmüştüm. Elalar o kadar güzeldi ki ormana eş değerdi.

 

Nevra başını sallayıp, dudaklarını yalayıp derin bir nefes verdi. Kapının çalınması sonucu gel komutu ile içeriye Semih girdi. Kapının ucundan, "Mahkemeye geç kalıyoruz," dedi Nevra'ya bakarak.

 

Bana baş ucu ile selam verdiğinde saygı ile selam verdim, "Seninki arabayı park ediyor." dediğinde kim der gibi baktım. "Geçen gelen adam. Adı neydi?"

 

Kuzgun mu? Ne alaka şimdi? Cidden gelmiş miydi?

 

Sorular çoğalıyor Nevra göz kırpıp gizlice sırıtıp ilerlemişti. Oda boşalırken ben yine tedirginlik içinde kalmıştım. Siyah keten pantolonuma avuç içimi sürtüp koltuğuma oturdum.

 

Bekledim, cidden gelecek miydi yoksa bu Semih yanılmış mıydı?

 

Dakikaların ardından kapı çaldı gel komutunu tekrar verdiğimde bakışlarım kapıdaydı. Kaşlarım çatıldı. Cidden gelmişti tam karşımda duruyordu. Odaya dev cüssesi ile girip bana ifadesizce baktı.

 

"Neden buradasın?" diye sorma gereğinde bulundum ifadesiz yüzümde sadece çatık kaşlar bulunuyordu.

 

"Sana işim düştü," Koltuğa geçip oturmuştu, geriye yaslanıp cebinden bir fotoğraf çıkardı. "Bana bu kadını bulur musun? Ve ayrıca bunu büro da işe almanı istiyorum."

 

Önüme koymuş olduğu fotoğrafa ters ters bakıp çenemi okşadım, kahverengi gözleri güneşte daha belirgin bir hâlde dururken beline kadar gelen kıvırcık saçları dağınık bir vaziyette duruyordu. Yaşta büyük olduğu belli olan adama sarılmış bir kadın vardı. Neden benden bunu istiyordu ki? Sessizce gözlerimi ona çevirip baktım. Bakışları bende takılıydı.

 

"Kim bu kadın? Neden buluyorum?" dedim sesimde merak ve sertlik vardı. Az önce Avukat Elzem Yıldırım'ı kuşanmıştım.

 

"Kendisi Avukat, babası Yaman'ın Hastanesi'nde uzman doktor. Babasının hapse girmesinin ardından hiç bir büro da işe girememiş ve bunun tek bir sebebi var oda Yaman. Adam Yaman'ın isteklerine boyun eğmemiş ve sonuç; işinden ve özgürlüğünden alıkoyunmuş." Sesi kendinden emin ve emir verici gelince sert bakışlarımı ona yönlendirmek zorunda kaldım.

 

"Ben nereden bulacağım bu kadını. Ayrıca ne işine yarayacak."

 

"Elzem neden dediğimi yapmıyorsun?" Bana doğru başını yaklaştırıp kemikler eşliğinde baktı. Ve Elzem demesi kulağımda yankı yaparken kendimi sessizce çalkaladım. Onun gibi sert ve suratsız bakmaya devam ettim.

 

Derin bir nefes verip boynumu okşadım, "Ben kimsenin emri altında çalışmam Kuzgun... Halletmeye çalışırım." diyip kızın fotoğrafını bir köşeye attım. "Sanki bir işine yarayacak." dedim sessizce bilgisayarı kapatırken.

 

"Senin kadar burnu havada değildir belki." dediğinde tüm sert bakışlarımla ona baktım, çenemin oynadığını hissettim, sessiz bir yutkunma yaşarken kaşlarım istemsizce havalandı.

 

"Kuzgun git. Çık dışarı." Göğüsümün neden bu kadar ağırlık içinde kaldığını bilmiyordum, sessizce inip kalkan göğüs kafesime engel olamazken ona sert ve acımasız bakışlarla bakmak zorunda kaldım. Cümlesi ağır gelmişti, ondan işitmeyi beklemediğim bir cümleydi bu.

 

Ayağa kalktı, "Elzem, senin yerini sen değil, ben kimseye vermem." diyip ilerleyip çıkmıştı, sesindeki gürlük ve kısıklık odada yankı yapmıştı.

 

Derin nefesler eşliğinde elim yine kalbime gitti. "Hayır. Bu sefer olmaz. Bu seferde yüreğimi bırakmam kimseye."

 

Kurduğu cümleyi bile unutmuştum az önce söylediği şey neden bu kadar zoruma gitti bilmiyordum ama gitmişti. Ne zamandan beri bu kadar kırılgan bir kadın oldum onu dâhi bilmiyordum.

 

Ayağa kalktım, fotoğrafı alıp çantama koyup ilerledim. Aramızda ki buzlar tepeyi aşarken benim ona onun bana yaklaşması gök ve yerin birbirine karışması demekti. İçimdeki ağırlık ile yaşayamam, onu def etmem gerekti aklımdan ve girmek üzere olan kalbimden. Her şeyini gözümün önünden silmem gerekti. Çehresini, sarı ile karışık olan kahverengi gözlerini, çenesinde ki yarayı ve varlığını. Ben onu sadece görevde olan bir adam olarak bilecektim.

 

İçimdeki yanan Elzem ateşi ile Volkan'ı aramaya çalıştım. Odasında yoktu büyük ihtimalle mahkemede olabilirdi. Ona bir mesaj bırakıp yüz yüze görüşmek istediğimi söyledim.

 

Derinlere battığımı hissediyordum, belki de derinlerden çıkıyordum, hissiyatlarım beni hep yanıltıyordu. Ondan nefret bile edemezken neden bu kadar öfkelenmip ona kan kusmak istediğimi bilmiyordum? Artık dışarıdan geçen bir adam kadar yabancı gelmeye başladı.

 

 

*****

 

Hissizlik içinde boğulmak, ve zaman dilimine karşı gelmek. Olaylar git gide çoğalırken kana bulanmaya yaklaşan eller sıraya geçmiş gibiydi. Gökalp, hoşlanmadığı bir adamın kızının elini tutuyordu, valiliğin önünden çıkıp arabaya doğru ilerledi. Yeni o kadar karıncalanıyordu ki şuan o eli bırakıp elini kesmek istiyor gibi hissediyordu; ama insanın hissiyatlar çoğu zaman yalan çıkar.

 

Elini bırakıp arabaya geçti, yan koltuğa binen Begüm'e bakmadan gözündeki gözlüğü çıkarmadan elini direksiyona atıp arabanın motorunu çalıştırdı. Arabanın çıkardığı teker sesi Begüm'ü ürpertirken uzun dalgalı kumral kahverengi karışımı saçlarını geriye yavaşça atıp Gökalp'e baktı. Göz bebekleri titrerken Gökalp onun kucağına evlilik cüzdanın atmıştı.

 

Bir elinde telefonla Kuzgun'a bir şeyler yazıyordu, diğer elinin avuç içi direksiyonu yönlendiriyordu.

 

"Bana bir şey yapar mı?" dedi dalgın ve yine ürkek içinde çıkan sesi ile Begüm.

 

"Buna izin vermem. Konuştuğumuz gibi emrim altında ilerlersen seni koruma altına alırım." dedi derin bir nefes verip trafiğe sessizce isyan ederken.

 

"Şuan onun yanına mı gidiyoruz?" dedi sorar gözleri iyice açılıp Gökalp'i incelerken.

 

"Begüm çok soru soruyorsun. Susabilme ihtimalin var mı...? Sus." dediğinde Begüm önüne dönmüş sessizliği içinde bir köşeye çekilmiş gibiydi.

 

Gökalp kırmızı ışıkta durup çalan telefonu ile bakışları telefona kaydı eline alıp açıp kulağına götürdü.

 

"Ne var Merto?"

 

Gökalp'in kaşları çatılmıştı parmaklarını direksiyonda oynatıp derin bir nefes verdi.

 

"O üye şöyle motoru otoya getirsin sikmeyeyim belasını, kestir bir tane koyun oğlum danaya mı girelim illa." Sıkıntı ile oflayıp telefonu yüzüne kapatmıştı Gökalp.

 

Elindeki telefonu arabanın ön kaputuna atıp yana yeşil ışık ile ilerledi.

 

Begüm parmakları ile oynarken Gökalp hiç bir şey olmamış gibi arabayı kullanıp evi olan o köşke ilerliyordu. Az önce hayatının kararını almıştı, düşmanının kızı ile evlenmişti. Onun için zor bir karar değildi, hatta hiç bir şey olmamış gibiydi ama Begüm için değildi işte bu kararlar geleceğe yansırdı, bu karar hayatını değiştirirdi. Begüm'ün bakış açısına göre; evliliği çocuk oyuncağı zannediyordu Gökalp. Oysa Begüm'e göre öyle değil, bu içindeki duyguların katili olabilecek bir karardı, yükünün ağırlığını hafifletecek olan evlilik artık belkide yükleri daha da çok artıracaktı. Sorumluluk sahibi bir kadın olmak istemiyordu. Tek sorumluluğu abisi olsun istiyordu. Hayatı zorlansın istemiyor hayatı dışarıdaki bir insanın hayatı kadar düz olsun istiyordu. Ne silah ne kan görmek istiyor ne de morluk.

 

"Bana evdekilerden bahset." dedi Gökalp boğazını temizleyip omzunu oynatıp dikleştirken.

 

Begüm zorla yutkunup dudağını ıslattı, parmakları ile saçını kulağının ardına koyup Gökalp'e bakmadan konuşmaya başladı.

 

"Babamın eşi var, Almira ve onun kardeşi Mahir. Mahir babamla çalışır, elinin altında şirketten eve evden otele ya da galeriye gider."

 

Gökalp, kaşlarını çatıp, "O galeri hâlâ ayakta mı?" Dudak büzüp, gözlerini yoldan ayırmadan dinlemeye devam etti.

 

"Evet." Başını iki yana salladı, "bu kadar sadece, üç tanede çalışan var evde."

 

"Az değil mi üç?" dedi yandan bakarak.

 

Begüm başını öne eğip alay ettiğini düşünmüştü.

 

"Alıngansın, ya da... Kırılgan..." Dudakları birbirine basılı duruken güldü Gökalp, "Senin için demiyorum, kötü algılama." Diyip derin bir nefes verdi.

 

"Cici annenden bahset biraz."

 

"Yapmacıktır, burnu javada bir kadın herkesi üstten görür. Oysa... Babamın şirketinde çalışan bir kadındı, yıllar önce tabii."

 

Gökalp, "hım." diyip, hafif çıkmış olan sakallarını karşıdı.

 

"Mahir?"

 

"Oda kendi hâlinde biri, eğlenmeyi seven, ciddi kalamayan biri. Azda olsa şakacı biridir, ablasından farklıdır o." dediğinde, Gökalp ona bakıp tavrını inceledi.

 

"Bakalım. Görücez." deyip köşkün sokağına girdi.

 

Gözlerinin önünde hayalet misali koşan çocuk ve başında dikilen Adana takıldı gözleri, o çocuk Gökalp ve başında dikilen Fırat Gönük'tü. Anne sesi kulağına geldi, sanki duygu melodileri, zihninde yine anılan inledi, kötü ve iyi her anı önüne tiyatro gibi açıldı ama açılan perde kırmızı değil beyazdı, o beyaz perdenin üzerinden akan kanlar Gökalp'in zihninde bulanıklaşıyordu. Araba tamda kapıda durdu.

 

Nöbet tutan adamlar ellerinde telefon ile arama yapıyordu, Begüm elini dışarıya atıp kendini adamlara göstermişti. Kapı açıldı, Gökalp öfkesini geriye atıp bedenine Kenan Gönük'ü kuşadı. Dedesinin mirasçısı, Gönük ailesinin tek mirasçısı.

 

Dedesinin dik duruşu, öfkesini asla göstermediği anları aklına getirdi. Sessizce Gökalp'i geriye atıp Kenan'ın ruhunu kuşandı.

 

Araba durduğunda köşkün kapısının önüne gelmişti, gözündeki gözlük ile arabadan inip elini yan koltuktan inen Begüm'e elini uzattı. Sessizlik yine varlığını gösterdi, Gökalp'in annesi merdivenlerden halay bir şekilde indi. Babası küçük Gökalp'i kucağına almış yağmurlu havada oynuyordu. Bakışları dalgın dalgın bahçeye giden ana yola döndü. Anılan o dün gibi aklının ucundan geçerken eline değen elle kendine geldi Gökalp.

 

Begüm onun uzattığı eli tutup kendini Gökalp'e yakın tuttu. Gökalp, ona tepeden bakıp kumral saçlarını izledi. Karşıda açılan kapı ile dikkatini kapıdan çıkan kişiye çevirdi. Yaman çatık kaşlarla şaşkınlık çöken, öfke ile kabaran göğüs kafesi ile baktı.

 

Gökalp'in yüzünde sırıtış ile Begüm'ün elini daha da sıktı ve koynuna çeker gibi gövdesine yakın tuttu.

 

"Amca... Görüşmeye nasılsın."

 

Gözleri kocaman açılırken başını dikçe kaldırıp zorlaki bir yutkunma ile yutkundu. Öfkeli gözleri Begüm ile Gökalp arasında giderken başından kaynar sular dökülmüş gibi terler akıyordu, korkudan değil öfkeden, beklenmedik anlardandı.

 

"Beni özledin mi... Yoksa özlemedin mi?" dedi, gözlerini kısıp başını yan yatırıp beyaz gömlekle duran Yaman'a bakarken.

 

Yaman'ın gözlerinde geçmişim perdesi aralanmıştı, ona göre Gökalp; Kenan ve Fırat demekti, ona göre Gökalp; kan ve öfke demekti.

 

"Konuş ama, bak karımla evine geldim... Sevin ama bak darılırım."

 

"Geldin demek Gökalp." dedi, bu tepki hiç bir al değildi. Yalan dolu bir gülümseme ile bir kaç adım merdiven basamaklarını inip Gökalp'e baktı, gözünü Begüm'e çevirmiyordu. "Seni görmeyeli uzun oldu."

 

Gökalp seslice gülümseyip, dudaklarını yaladı.

 

Derin bir nefes verip başını dikçe kaldırıp elleri kanla kokan Yaman'a baktı, "Artık her koridordan ben çıkacağım. Şimdi karım benim biraz yorgun," diyip, bakışlarını Begüm'e çevirdi, "Odamıza gidelim mi karıcım?"

 

Begüm Yaman'a bakmaya korkarken Gökalp'in rahatlığı sayesinde az çok rahat hissediyordu. İçindeki ağırlık sessizce azaldı.

 

"Tabii. Keşke düğüne bizide davet etseydin yeğenim." dedi, Yaman.

 

Gökalp adımını yere sertçe basıp, "Topluma sirk alanı ayarlamayı tercih etmiyorum amcacım. Akşam yemeğinde görüşürüz." Gökalp Yaman'ın yanından geçerken Yaman'ın gözlerinin sinsice Begüm'e değdiğini fark etmişti.

 

Bakışları karşıda şaşkınlık içerisinde kalmış olan Almira'ya kaydı, beyaz ve sarı karışımı saçları ile başını dikçe kaldırıp Gökalp'i derince açılmış gözlerle süzdü.

 

"Odana geçelim." Eli hâlâ omzunda duruyordu, Begüm'ü yukarıya çıkana kadar bırakmadı.

 

"Çok sakindi, bir şeyler yapacak."

 

"Bir sikimi yapamaz. Korku içinde gizli onun... Ben burada olduğum müddetçe senin kılına zarar vermez," Merdivenlerden çıkarken bakışlarını Begüm'e çevirip, "Tabii emrim altında kalırsan."

 

"Kalmak zorunda olduğumu sende biliyorsun."

 

"Oha! Şaka olmalı. Cici yeğen." Mahir'in sesi ile Gökalp kasları çatık bir şekilde karşısına çıkan adama baktı.

 

Mahir gözlerini kocaman açıp yandan bir şekilde gülümseyerek Gökalp'e baktı.

 

"Sen kimsin ya? Ha bizim bücüre bak sen, takmış koluna elin endamını Emir'i orta yerinden çatlatıyor." Mahir elini uzatıp sırıtarak Gökalp'e baktı. "Az önce konuşmalara yukarıdan şahitlik ettim." Dudak büzerek elini geri çekip alkışlamış Gökalp'i, "Harika. Sevdiğinin ardında duran bir yiğit."

 

"Kafada var derken ciddi miydin?" dedi, sessizce Gökalp hâlâ o ters ve sert bakışlarından geri kalmayarak.

 

Göz devirip koridorun sonun doğru ilerlediler. Mahir geride bir şeyler söylerken Gökalp ona sessizce sövüyordu. Odaya girdiğinde odadan gelen kadın parfüm kokusu ile kaşlarını çatıp kolunu Begüm'ün omzundan çekti. Yüzünü buruşturup yatağa doğru ilerledi. Cebindeki telefondan bir numara çevirip kulağına koydu.

 

"İçerdeyim, artık burası herkese zindan."

 

"Yaman'ın bir kozunu ara. Sana verdiğim ses kaydını odasına koy." demişti, telefonun diğer ucundaki Kuzgun.

 

Begüm kendini balkona atmamak için zor tutuyordu. Ellerini bacağına bastırıp Gökalp'e baktı.

 

"Benim abimi görmem lazım."

 

"Şuan değil," Telefonu cebine koyup odayı taradı kapının tam giriş bölümünün çaprazında kapı bulunuyordu, "Git duş al."

 

Begüm kaşlarını çatıp arkasını yavaşça döndü, üzerindeki giysiyi çaktırmadan kokladı. Kurduğu cümle onun düşünmesine neden olmuştu, bu kadar takılmamalıydı kurulan cümlelere ama elinde değildi, o kadar çok kusur aramışlardı ki onda, artık o: kendisinin bir kusuru olduğunu düşünür oluyordu. Oysa su gibi bir kadındı Begüm, yeşil gözleri orman kadar özgür ve huzur doluydu, dolgun dudakları ruhsuz bile pembeydi, ince ve naif bedeni herkesin dikkatini çekmeye yetiyordu.

 

*****

 

"Ama teyzecim bu kadın eskiden burada oturuyormuş şuan nerede o u bulmam lazım."

 

"Kızım ben nereden bileyim. Bende buraya yeni taşındım, burada oturan yaşlı bir çift vardı onlar çıktı ben geldim." dedi, kadın elindeki çamaşır ile kapıda benimle oyalanırken.

 

"Nereden bulabilirim, bana ev sahibinin numarasını verebilir misiniz." dedim rüzgarlı hava saçlarımı yüzüme acımasızca vururken.

 

"Vereyim kızım." dedi, kadı içeriye doğru ilerleyip telefonun almıştı, bana söylediği numarayı girip telefonmua kaydederken.

 

İçimdeki sıkıntı rüzgardan mıdır bilinmez ama hâlâ içimde bu ağırlık varken benim sokak sokak gezip kadını aramam kadar bir saçmalık yoktu. Ama o istemişti, Yaman için bir koz ise bu kadın onu bulacaktım. Ailemi yıkan adamı yıkmaya bir adım daha yaklaştıracaksa bu kadın; arardım.

 

Sokağın sonunda duran arabama doğru ilerlerken numarayı çalışırdım, kulağıma götürüp öğrencilerin arasından geçerken açılan telefon ile gözlerim açıldı.

 

"Alo merhaba ben Avukat Elzem Yıldırım, bana eski kiracınız olan Canan Kartaş'ın telefon numarasını verebilme ihtimaliniz mümkün mü?"

 

Karşı tarafı biraz dinledikten sonra verebileceğini söyleyip beni biraz olsa bekletti. Sonunda bana numarayı söylerken telefonu hoparlör de tutup, kaydetmiştir.

 

"Çok teşekkür ederim efendim iyi günler dilerim."

 

Canan, kendi numarasını değiştirdiği için büro da bize verilen numara yanlış çıkmıştı. Bu beni biraz zorlasada, Volkan sayesinde oturduğu eski evini bulmuştum, kayıtta geçen ev burasıydı ama gerçekte burada başka bir çift oturuyordu. Canan'ın beni zorlamdığı içinz ona ekstradan sessiz bir teşekkür ettim içimden.

 

Arabama binip kayıt etmiş olduğum numarayı çaldırdım. Biraz bekledikten sonra telefon kapanmıştı ekrana çatık kaşlar eşiğinde ve tedirginlik içinde bakarken tekrardan telefonu çaldırdım. Yine beni bekletmişti, ama numara çalışıyordu, yani karşı hatta biri vardı.

 

Parmağım küpenin ucunda dururken telefon açılmıştı, diğer hattan bir kadın sesi; "Efendim." demişti.

 

Dikleştim, ve umutlu bir şekilde konuştum. "Alo merhaba ben Elzem Avukat Elzem Yıldırım. Sizinle görüşe biriyim? Babanız hakkında."

 

"Kimsin sen?" dedi, sesi telefonu ilk açtığımda efendim demesine göre çok daha farklı çıkmaya başladı.

 

"Avukat Elzem Yıldırım. Babanız hakkında konuşabilir miyiz?" dedim, gözlerim direksiyonda merakım ise telefonun diğer ucundaki kadının kuracağı cümlede.

 

"Telefonda konuşalım."

 

"Hayır yüz yüze lütfen attığım konuma gelir misiniz? İnan bana kötü bir niyetim yok, siz nasıl zamanında adaleti aradıysanız bende şuan onu yapıyorum. Lütfen geçmişinizi düşünerek cevap verin." dedim, vereceği cevabı beklerken dudaklarımın kurulduğunu hissettim.

 

"Konumu atın." dediğinde, içimdeki huzursuzluk hissi uçup gitmişti, sessiz bir tebessüm ile konumu gönderip arabayı çalıştırdım.

 

Attığım konum evim değildi, onu direk büroya yönlendirmiştim. Arabayı büroya doğru sürmeye başladığımda. Kuzgun'a onu bulduğumun mesajını atmayı denemedim bile, kadın ile önce ben rahatça konuşmalıydım, babası ne biliyordu da hapishane girdi. Yaman neden adamı öldürmek yerine o u hapishane köşelerine tıktırtı.

 

Arabayı kullanırken ellerim direksiyonu sertçe tutuyordu, hafif döntürmeye başlayan yağmur ile silecekleri açtım. İçimdeki eski ağırlıklar yoktu, kalbim eskisi kadar derin ve sessiz içinde ağrılar göstermiyordu, belkide Kuzgun bana sessiz acılar değildi sesli acılan sunuyordu. Onun varlığı ne zaman sessizlik oldu ki şimdi olsun.

 

Duyguları bir köşeye def ettim. Odağım belli, onu yok saymak ve düzlüğü bozmamak.

 

Büroya geldiğimde beni odamda savcı Volkan karşılamıştı elinde dosya ile camın köşesinde duruyor yağan yağmur eşliğinde okuyordu.

 

"Canan Kartaş'ın dosyası. Çok başarılı bir Avukatlık döneminde işten çalıştığı yerden kovulmuş, ve hiç bir şirkete bağlı yerlerde iş bulamamış," eli cebinde bir şekilde dosyayı masama atmıştı. "Neden? Kim bu kadın da bu büroda işe başlasın?"

 

"Volkan biliyorum çok ani bir istek oldu ama inan ban senden nadiren bir şey isterim ve bunu da çok nadir alanına koyalım, olur mu?" dedim montunu indirip askıya asıp Volkan'ın tam dibine gelip yüzünü incelerken.

 

"Elzem... Sen benim elimde büyüdün, bu işte sana en çok pay biçen benim ve senin hakkında en ufak bilgi bile beni derinden ilgilendirir." dedi, gözleri yüzümü incelerken kalkık kaşları benden cevap bekliyordu.

 

"Bu benim çok eski bir arkadaşım, şimdi bir kızı var, sevgilisi bunu terk edince kıza tek başına bakmak zorunda kalıyor, eee kızda 4 yaşına girdi. Şimdide işe tekrardan başlasın dedim," En inandırıcı bakışlarımı sergileyip, devam ettim, "Çocuktan kimsenin haberi yok, lütfen aramızda kalsın sana söylediğimi bilsin istemiyorum."

 

"Derin mevzular?" dedi, kaşları çatılırken geniş omuzları aldığı nefesten havaya kalkıp inmişti. "Senin tam bir profesyonel yalancı olduğunu ben bilirim. Elimde büyüdün derken yalan değildi."

 

Gözlerimi fal taşı gibi açıp hiç düşünmeden konuştum. "Saçmalama, ciddiyim. Bak yalan konusunda her Avukat iyidir, ama bu konu cidden çok derin."

 

İki parmağını birleştirip ağzını kilitler gibi yaptı. Yeşil gözlerini benden çekip adımlarını ilerletti. "Dua et komiser ile bir görüşmem var yoksa seni gerçeği kusturana kadar köşeye sıkıştırdım..." Kapıyı açıp kapının ucundan bana baktı, "Bu saat diliminden sonra hanım efendiyi işe başlatabiliriz."

 

Avuç içlerimi birleştirip parlayan gözlerle baktım ona. "Sen harikasın." dedim, minnettar içinde bakarken.

 

Volkan günlere çıkmıştı ben masama oturup telefonun çalmasını bekliyordum, Ayten'in telefonumu arayıp misafirimin geldiğini söylemesini bekliyordum. Geçmiş ayaklarımın altında debenirken, geleceğe kaygılar içinde bakıyordum.

 

Aradan geçen zamana karşı önümde bir kahvenin son yudumu duruyordu soğuyan o son yudumu içip birbirine giren dosyaları ayırmış ve alt kısma koymuştum. Alttan gözüme çarpan silah ile kaşlarım çatıldı, silahı elime alıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Silah ruhsatlıydı, benim kullanma yetkim bulunuyordu. Mermilerini kontrol ederken telefonum çalmıştı, arayan Ayten'di. Misafirimin geldiği haberini verirken telefonu kapatmış, elimdeki mermisi boş olan silahı yerine koymuştum, çekmecenin üzerindeki anahtar ile kilitleyip anahtarı üzerinde bıraktım.

 

Doğrulup dalgalı uzun saçlarımı geriye doğru atıp alt dudağımın sağ tarafını dişlerim arasına aldım. Tedirginliğim yoktu, sadece nasıl bir acı ile karşı karşıya kalacağımı bekliyordum.

 

Kapı çalındığında içeriye giren kadınla ayağa kalktım. Kadının kısa kesim kahverengi saçları ve normal kot pantolonunu inceledim, ayağındaki siyah botlarla cidden bir anne gibi duruyordu. Şahsen anne değil ama.bu yalanı atmak zorunda kalmıştım. Bakışlarım havanıp yüzüne değdi. Temiz yüzü ile solmuş gözleri arasındaki farkı görebilmek zor değildi. Gözlerinde derin bir öfke var gibiydi, umutlar cam parçası olmuş, gözlerini kesip yaşları akıtmıştı sanki.

 

"Merhaba Canan Hanım." dedim, elim ile koltuğa oturmasını söylerken.

 

Adımlarını atıp çaprazındaki koltuğa geçmişti. Derin bir nefes almıştı dudaklarını kemirip bana baktı. Kolundaki çantayı kucağına alıp, "Babam hakkında ne konuşacaksınız?"

 

Sorular o kadar çoktu ki hangisiyle girip hangisi ile çıkış yapacağımı bilmiyordum. İkimizin yükü ağırdı, ve yükü veren aynı adamdı; bunun yükü daha da ağırdı.

 

"Baban neden hapishane de?" Bunu pat diye sormam uygun oldu mu bilmiyorum ama şuna karşısındaki Avukat Elzem Yıldırım'dı ve buna göre oynuyordum.

 

"İlk önce bana neden bu soruları yönelttiğinizi açıklayın Avukat Hanım." Oda Avukat Canan'ı kuşandı. Kozlarımız eşitti artık.

 

Konuyu uzatıp duygu üzerine yürüyüpte, sakin bir şekilde konuşmak istemedim. Soruların, varlığından rahatsız oluyordum artık.

 

"Yaman benim babamı ve annemi katletti. Ve ailemin parası ile kurduğu tahtı yıkmak için senden bazı bilgiler almam gerek... Yanlış bilmiyorsam: babanı da yıktı galiba. Ağır konuşmak istemem ama yapımda var bu." Gözlerim kısılırken işaret ve baş parmağım birbirine altta sürtmüştüm.

 

 

"Hayır rahat olun Avukat Hanım." dedi, ifadesini bozmayarak.

 

"Baban, Yaman'ın Hastanesi'nde çalışıyordu, Yaman onu neden hapishane köşelerine tıktı?" Doğrulup dirseklerimi masaya dayadım.

 

Canan içli ve derin bir nefes verip yorgun ve bitmiş gözlerle baktı bana. Kısa kahverneginin en koyusu rengini almış saçlarını geriye atıp, konuşmak için dikleşti.

 

"Size özet geçeceğim, bunu anlatıp kendimi boğmak istemiyorum," Başını iki yana sallayıp kalın kaşlarını havaya dikti; "Babam o hastanede çalışıyordu, Yaman ondan organ ticareti yapmasını istedi, yüklü miktarda para vereceğini de söyledi. Ama babam işine ve vatanına bağlı bir adam, bunu asla kabul etmezdi. Etmediği için zaten hapishane köşelerinde özgürlüğü elinden alınmış bir şekilde yaşamaya çalışıyor. O adi adam babama organ nakli yaptığına dair ihbarda bulundu. Hiç bir delil olmadan onu hapise attılar. Sadece saatti bellisiz bir kamera ile."

 

"Adalet peşinde koşarken özgürlüğünden olan bir insan daha." dedim, dudaklarımı ıslatıp derin bir nefes verirken.

 

"Benim elimdeki bir bilgiye göre babanız Yaman'ı tehdit etmiş, onu tüm Türkiye'ye gerçek yüzü ile sunabilecek bir delil varmış elinde."

 

Canan başını iki yana sallarken ben Kuzgun'un odamdan çıkıp gittikten sonra geçen bir saat ara ile atmış olduğu soruları soruyordum. Kuzgun bana bu bilgileri verip kendisi bizzat kadın ile konuşacaktı ama o değil ben konuşuyordum.

 

"Bana böyle bir şey demedi." Bakışları benden kopup zemine dalıp giderken ben konuşmak için ağzımı açtım.

 

"Belki o kanıtları bulupta Yaman ile uğraşmayın diye size söylememiştir. Sizi tehlikeye atmak istemiyordur." dedim, eğilip kadının yüzüne bakmaya çalışarak.

 

Kadın tekrar yıkılmış gibi başını iki yana salladı. "Neyle tehdit etti Yaman'ı?"

 

Dilim ağzımda oynarken geriye çekildi bedenim, sırtımı koltuğa verip düşünceli gözlerle Canan'a baktım.

 

"Babanız ile görüşebilme imkanımız var mı?" diye sordum tırnaklarım birbiri ile savaş hâline girmişken.

 

Kadın, parlayan ve yaşaran gözlerle bakışlarını bana çevirdi. "Ben yıllardır babamı oradan çıkarmak için savaştım, onlar benim sesimi öyle bir kesti ki, yatağın altında bile nefes sesimi duyamaz oldum."

 

Bu cümlenin yükü inasanın omuzlarını yere serebilecek güçlükteydi. Özgürlük bir zincir gibidir, anahtar önümüze atılır lakin elimiz ulaşamaz.

 

"Babanın özgürlüğü senin yeniden başlamana bağlı. Seni bu büroda avukat olarak başlamanı ve bu sessiz savaşta bizimle olmanı istiyorum, Canan."

 

Gözünden akan yaşlar o kadar sessizdi ki; akan göz yaşını bile fark etmemişti Canan. Gözleri sorar gibi baktı, inanmak istiyordu ve zorlamadan sadece başını sallayıp sunduğum teklifi kabul etti.

 

Her bir ateş tanesi, Yaman'ın attığı her adımın eseriydi, yaman kendi yaratmış olduğu canavarlar ile savaş içerisine girecekti. Özgürlüğünü ve sesini kesmiş olduğu her canın geride bıraktığı canı onun için yaşıyordu, onun ve parlayan altın tahtı için.

 

*****

 

Dalgın bakışlar ve anlamsız öfkeler. Berat dalmış olduğu yerden bakışlarını kaldırıp öfke ile ayağa kalkmıştı. "Bana açıklama yap bari." diye, öfke ile bağırdı giden Sinem'in ardından.

 

"Bilmediğin konular var."

"Lan anlat o zaman," Adımları hızla Sinem'e gitti. "Bak ailense umrumda bile değil. Güzelim senin canını kim sıkıyor."

 

Sinem elini yanağına atıp akmakta olan yaşı bir köşeye def etti. "Sadece annem bu sevgili işine pozitif bakmıyor."

 

"Hayda. Bu mu yani. Tamam ben kapıdan bir daha gelmem cama çıkarım candan gelme dersen pacaya çıkarıp, orasıda yoksa kargocu olurup." Berat ağlayan Sinem'e bakıp başını iki yana salladı. Sinem'i kendine çekip sıkıca sarılmıştı avucunu bel boşluğuna bastırıp başını boynuna karışan saçlarına bastırmıştı.

 

"Korkuyorum, annemin nasıl biri olduğunu bilmiyorsun. Çok gaddar bir kadın. Eğer cidden senin sevgilim olduğuna eminse ve bunu biliyorsa ben..." Sinem yaşaran gözlerle baktı.

Berat avuç içine Sinem'in iki yanağını yerleştirip dudak büzerek baktı.

 

"Lan senin yaşına kurban olurum ben. Sakın dökme bunları mutlu günler için lazım bunlar." diyip, dudaklarını Sinem'in iki gözünden de öpmüştü.

 

"Ya ben şimdi özel günümdeyim ya. Annemin böyle her sert konuşmasında ben bir yerlere çekiyorum bunu."

 

Berat bakışlarını havaya kaldırıp boş boş yağan kum tanesi kadar küçük damlalar eşliğinde derin bir ya sabır çekip Sinem'i daha çok sardı.

 

"Tüm bu tartışmanın tek nede ni şu akan şey yüzünden mi?"

 

"Sus ya!" diyerek itemeye çalıştı Sinem Berat'ı.

 

"Tamam aşkım sakin ol, tamam şimdi delip deşeceksin beni o yumruklarla." diyip, alay etmeye devam etti Berat.

 

Sinem'in sesli öfkesi devam ederken Berat onu kolunun altına alıp ilerleme başladı. "Gidip bir pizza gömelim. Hesabı Yiğit'e keseriz."

 

"En sevdiğim."

 

Berat, "Hesap kesmemi? Pizza mi?"

 

Sinem, "Her ikisi de."

 

Berat gurur duyar gibi gülmüştü. Sinem'i'i git gide kendine benzetiyordu. Aşık olduğu kadının ona benzemesi hoşuna gitmekle kalmayıp ona her baktığında kendisini görmekten zevk alıyordu. Sinem, Berat'a göre sakin ve sessiz biriydi. Berat onun tam tersi enerjisi bitmeyen her daim girişken ve sessizlik nedir bilmeyen biriydi.

 

Adımları durup fakülteye yakın bir AVM'ye gelmişlerdi, bakışlarını dolu masalarda dolaştı. Bir elin ona doğru sağlandığını görünce kısık gözleri açılıp, "Hazal'da orada." dedi, adımları yavaşça ilerlerken.

 

"Olabilir aşkım. Belki sevgili olmuşlardır." dedi, Sinem sessizce Berat'a doğru.

 

"İnşaallah aşkım ya. Vala bu çocuğun yalnızlığı beni parçalıyor."

 

Sinem, "Hazal'la o günden beri görüşüyor bence."

 

Sessiz yapılan dedikodunun soruları duraksamıştı, masaya yaklaşmış renkli sandalyelere otutup tebessüm dolu bir şekilde Hazal ve Yiğit'e baktılar.

 

"Nasılsın Hazal."

 

Hazal siyah tırnakları ile Sinem'e gülümseyerek baktı, "İyiyim sen nasılsın. Bu arada seni Süslü kafede gördüm, orada mı çalışıyorsun?"

 

Sinem kaslarını havaya kaldırıp kollarını masaya koyup, "Evet, gelseydin yanıma."

 

"Çok müsait gözüküyordun, oyalamak istemedim." dedi, kahkülleri alnına düşerken eli ile iki yana açtı.

 

"Okul çıkışı olduğu için normaldir."

 

Yiğit ve Berat bakışları ile konuşurken. Sinem ve Hazal onların mimiklerini incelemeye başladı. Berat gözlerini kısık başını iki yana imali bir şekilde sallarken Hazal bakışlarını çekip etrafta tur attırdı.

 

"Eee pizzalar sendenmiş Yiğit." dedi Sinem dolgun dudaklarını bir birbirine bastırıp gülerken.

 

"Benden... Tabii, ben halledeyim." Ayağa kalkıp menü alanına gitti, siparişleri verirken bakışları masaya takıldı Yiğit el hareketlerini çaktırmadan yaparken Yiğit eli ile kovar gibi yapmıştı.

 

"Eee Hazal, görüşmeyeli nasılsın, protestolara devam mı?" dedi, Berat neşeli sesi ile.

 

Hazal sessizce gülüp, "Şuanlık durdum, ama eğer olursa sonuna kadar varım."

 

"Bizim Yiğit'te bu aralar senle galiba, evin yolunu unuttu galiba." dedi, Sinem'in onu dürtmesine rağman susmuyordu, "Sevgili misiniz?"

 

"Aşkım böyle sorulur mu ya?" diye, çıkıştı Sinem hayretler içinde bakarken.

 

"Yok hayır, sorabilir. Aramızda bir şey arkadaşız sadece."

 

Berat hiç düşünmeden Hazal cümlenin sonuna nokta koymadan giriş yapmıştı Berat. "Şuanlık ama değil mi?" Kısık gözleri cevabı bekliyordu, umudu hâlâ sönmedi Hazal'ın vereceği cevap ya yanıp sönen ışığı tamamen aydınlatacak ya da o ışığı tamamen söndürecek.

 

"Belki." Bu bir cevaptanda çoktu, Hazal başını çevirip etrafa bakarken bakışları Yiğit'e çarptı elinde iki tepsi ile geliyordu.

 

Berat gözlerini fal taşı gibi açıp heyecanını içine atıp Sinem'e baktı, "Dur, sakin ol. Batırma kendini n'olur." Sinem parmağı ile Berat'ı sessizce uyardı.

 

Berat sadece başını sallayıp içinde yanan ışıkların altında sessizce dans etmeye başlamıştı. Yiğit, hem başı dik bakışları yerde bir kadın gibiydi. Aklına ve kalbine kimseyi sokmayan, kendi hâlinde bir üniversite öğrencisiydi. Berat'ın onu artık, heyecanlandıran, güldüren ve umutlarını çoğaltan bir kızı hayatına almasını istemiyordu.

 

Berat ve Sinem'in önüne tam bir pizza koyup yerine oturmuştu Hazal'a ve kendisine de aynı porsiyon da bir pizza ayarlamıştı.

 

"Afiyet olsun kardeşim." dedi Yiğit, ağzına pizza dilimine atarken Berat'a.

 

"Size de." demişti, dolu ağzı ile.

 

"Boğulacaksın yavaş, bir de seninle uğraşmayalım." dedi, Yiğit önündeki kolaydan içerken.

 

Berat, eli ile yemelerini işaret ederken. Kimse ona aldanış vermeyerek yemeye devam ettiler.

 

Aradan zamanlar geçti, yağmur sertliğine devam ederken zemin yağmurun eşiğinde temizlenip gri renkliğini şehre yaymıştı. İstanbul gerilik içinde kalırken, sokakları inleten tek ses arabaların tekerlerinin suya değmesi sonucu ortaya çıkan ses ve yağmur damlalarıydı.

 

Kuzgun elindeki sigara paketinin bitmesine sinirlenirken, yanda bulunun küçük çöp kovasına fırlatıp ellerini cebine attı. Yağan yağmur şehrine akıttığı yağmur kadar sert değildi. Ankara'da yağmur demek, sel demekti, sertlik demekti.

 

Yandan açılan sigara paketinin ağzını ona doğru uzayan Dinçer'e yandan baktı. Bir dal sigara alıp dudakları arasına koydu. Cebindeki siyah çakmağı alıp dudakları arasında duran sigaranın ucunu tutuşturup ucundan sertçe dumanları salmıştı.

 

"Şimdi ne bekliyoruz?" dedi, Dinçer dudaklarına sigara yerleştirirken.

 

"Şuanlık can sıkmaya gerek yok. Yeteri kadar dertlidir Yaman." dediğinde dişleri ile sigarayı tutuyordu.

 

"Elzem şu kadını buldu mu?"

 

Kuzgun kasları onun adını duyar duymaz çatılmıştı başını derlice yana yatırıp, "Ne bileyim sormadım ki?"

 

Dinçer ona yandan bakıp sırtını duvara dayadı. Geçen arabalara bakarken, derin bir nefes verip konuşmak için ağzını araladı.

 

"Analiz yapmamı ister misin?" diye sordu, sarı saçları alnına tane tane düşerken.

 

"Hayır." Sesi gayet netti.

 

"Peki. Canın sıkkın n'oldu? Elzem mi sıktı canını?" Dinçer Gökalp'in ensesine bakarken yandan ona baktığını gördü, profilde sertlik vardı.

 

Oflaması Dinçer'in kulağına gelmişti, "Bu kadar dertli olduğunu belli etme."

 

"Yoo vala ben baktım hiç sertlik göremedim." dedi avuç içinde çekirdek ile başında kahverengi bere bulunan Furkan.

 

Dinçer Furkan'a bakıp gözlerini kıstı. "Abi vala ben Mertolara gidiyom."

 

"İsabet olur." dediğinde, Furkan elindeki çekirdek ile salına salına ilerlemişti.

 

"Aranızda bir şeyler var, bunu kimse göremez ama ben görürüm."

 

Kuzgun ekşiyen yüz ifadesi ile döndü, bakışları Dinçer'i incelerken göz devirip önüne dönmenin onun için daha iyi olduğunu düşündü. Neler hissettiğini o bilmezken Dinçer'i bilmesi saçma olurdu.

 

"Elzem buradayken sana olan bakışları güven doluydu. Parlayan gözlerle bakıyordu sana."

 

Kuzgun başını iki yana sallayıp seslice gülmeden edemedi. Dinçer sanki bu tepkiyi bekler gibi başını öne eğip sigarasıdan çektiği yudumu serbest bıraktı.

 

"Geldiğinde yüzüme bakmıyordu sen ne anlatıyon." Başını iki yana sallayıp biten sigarayı çöpe atmıştı. Elleri kotunun cebine giderken Dinçer sessiz bir cümle kurmuştu.

 

"Belki sana aşık olmaktan korktuğu için bakmamaya çalışıyordur... Çünkü hayatına zaten erkekler girmiş ve bunun yükünü taşımak kalbine zarar vermiştir. Aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordur."

 

Bunları duymak istemiyordu daha ağır sözler istiyordu, öyle sözler olsun ki Elzem'den daha çok uzak dursun, ona karşı en ufak duygu kırıntısı kül olup gitsin istiyordu. Çünkü bu duygular ona yakışmazdı, çünkü bu duygular ona yabancı gelirdi. Sevmek ve sevilmek onun en büyük yükü olurdu, bu yük altında ezilmek istemiyordu.

 

"Yapma be." dedi, sessizce Kuzgun. İçindeki belirsizlik hissi azalırken kalbinin ele alınması onun için lanetler içinde kalmaktan farksızdı.

 

"Geçmiş olsun." Dinçer son sözünü kurup, "Elzem'e bir uğra. İzlemektense, izletmeyi seç."

 

Dinçer'in ağır sözlerinin altında sessizce ezilmişti, Kuzgun. Birinin sözleri onun kulağına dâhi girmezken, Dinçer'i bu sözleri beyninde yankı yaratmaya başlamıştı. İzlemektense dediği yerde enaesinden geçip giden şeytanın sıcak havası onu bu soğuk havada terletmişti.

 

Eli ensesine giderken dudaklarını oynatarak sessiz bir küfür savurdu. Alt dudağını dişleri arasına alıp başını iki yana salladı. Gözleri arabasına giderken kolundaki saate bakıp durdu. Saat beşi geçiyordu. Yol kenarında duran arabasına ilerlerken yağmur hafif saçlarını ıslatıp siyahların parlatırken, elini başına atıp uzamaya başlayan saçlarını okşadı.

 

Bu kadar kolay gaza gelmesi mümkün değildi, Dinçer de mi sorun vardı yoksa, içindeki kıskançlık tohumları fidan mı gösteriyordu?

 

Araba ardında, motor sesleri bırakırken Kuzgun ardında teker izlerini asfalta çizer gibi sürüyordu. Islak sokakları inletirken kalabalık caddelere girmek istemiyor ama zorunda olduğu için girmişti, trafiği atlatırken boynundan akan teri elinin tersi ile silmişti.

 

Arabasını geride bırakıp adımlarını büroya sokmuştu, Ayten'i es geçip asansöre yöneldi. Binip, ezberini bildiği düğmeye basıp bekledi. Bedeni sertliğini kuşanırken, bakışları sessiz bir öfke kuşanmıştı. Bu, Elzem'in ona vermiş olduğu zelzele yüzündendi. Yüreği öyle bir zelzele ye uğramıştı ki, duygu birikintileri darma dağın olmuştu, içinde ki iyi kötü birikintiler sallanıp yerle bir olmuştu.

 

Odanın kapısını çalmadan açmıştı, içeriye girdiğinde ayakta duran bir kadına sarılan Elzem ile durakladı, kadının çehresi yabancı gelmemişti, bulmasını istediği Canan kantaş'tı bu. Fotoğrafta yüzü parlayan kadın şuan ışığının sönüşü ile yıpranmış gibi duruyordu. Kuzgun, ağaklarını yere çivi misali sıkılaştırırken Elzem ona alttan bakıp dudaklarını öne doğru uzatıp derin bir nefes almak zorunda kaldı.

 

Kaşları çatıldı, Elzem'in. Kollarını önde birleştirip bir Kuzgun'a birde Canan'a baktı.

 

"Bulmuşsun."

 

"Beni hafife alma demiş miydim?" dedi, yüzünde imali bir sırıtış ile Elzem.

 

Kuzgun bakışlarını ona bakan kadına çevirdi. "Sizinle konuşmamız gerek. Babanız ve Yaman hakkında."

 

Canan kaslarını kaldırıp önce Elzem'e sonra ise Kuzgun'a baktı.

 

"Elzem Hanım benimle bunları konuştu zaten, sözünde ekstra bir sorunuz varsa eğer..." Kadın Kuzgun'un bakışlarının sorar gibi Elzem'e değdiğini gördü.

 

"Ne zamandır buradasınız?"

 

Elzem hâlâ Kuzgun'a alt dudağını etrafını dinlerken bakıyordu, Canan bakışlarını ona değil Kuzgun'a bakan Elzem'e çevirdi.

 

"Bir iki saat."

 

"Bir iki saat?" Kuzgun kaslarını havaya kaldırıp Elzem'e baktı.

 

Elzem göz devirmemek için kendini zor tutarken dudaklarını aralayıp konuştu, "Siz gidebilirsiniz Canan Hanım. Onunla ben ilgilenirim."

 

Kuzgun, bu cümleyle gözlerini avcı misali kısıp bir kaç adım öne yaklaştı, Canan odadan çıkarken. Kuzgun, Elzem'in çokça şey ima eden cümlesi üzerinde adımlar atıp durdu. Dudağını ıslatıp alt dudağını dişleri arasını alırken Elzem'e başını iki yana salladı.

 

"Benimle nasıl ilgileneceksin?" Kuzgun'un sesi öyle yankılı çıkmıştı ki, Elzem daha da dikleşip tamda önünde duran Kuzgun'a yine alttan baka kaldı.

 

"Neden geldin bu sefer. Yine modumu eksilere mi düşüreceksin?" Sesi, alımlı ve naif çıkmıştı, Elzem'in.

 

"Neden bana kadının geldiğini haber vermedin." Sesi dalgalı çıkmıştı, bakışları kısık hâlini alırken bir adım daha attı.

 

Elzem atılan adım ile geri çekildi. "Çok mu meraklısın kadını görmeye."

 

"Değilim." dedi, kelim gibi siyah kasları çatılıp sertliğini gösteren ifadeyi yüzüne çizerken.

 

Elzem, onun yüzüne baktığımda gözlerindeki oynayış görmüştü, Kuzgun Elzem'in yüzünü derin ve içi gidi gide incelemişti.

 

"Tamam. Peki neden geldin?"

 

Kuzgun onun bu yüzünde oynamayan mimiklerine karşı ne tepki vereceğini bilmiyordu, yanan avuç içini sıkıca açıp odanın sıcaklığında sessizce bir soğukluk aradı -ki bu da mümkün değil gibiydi.

 

"Kuzgun?" Kollarını göğüs altında birleştirip dilini ağzının içinde oynatıp, boğazındaki sessizce kurulan düğümü çözmek için derin bir nefes alıp vermişti.

 

"Hım." dedi Kuzgun Elzem'e bir adım atıp tam dibinde dururken.

 

Elzem kollarını çözüp sabit bırakırken Kuzgun sanki bilerek ona yakın duruyor gibiydi. Elzem'in ağzından çıkan kelimeler birbirine dolaşsın diye, Yüreği heyecandan taşlansın diye. Sarhoşken kurduğu cümleler önünde kendini belli ederken, kuzgun alt dudağını kemirip Elzem'in yüzüne doğru eğilip konuşmasını bekledi. Şahsen Elzem'in havaya bakmasını engellemek ve duymadığı ama Elzem'in bedenin dâhi hissettiği o kalp atışını ortaya çıkarmıştı, Kuzgun.

 

Elzem, tekrardan nefes alacağı an göğüs kafesi onu oyuna getirmiş gibi havaya kalkıp inip, nefes alışını kesmişti. Omuzlarını dikleştirip başını dikçe tutmaya çalıştı. Yüzünde hissettiği sıcaklık kesinlikle beyaz tenin ısıtmakla kalmayıp kırmızılıklarıda kuşanmıştı. Bu Elzem'e yapılan bir ihanetti, kalbi ve bedeni olarak yapılan bir ihanet.

 

"Abim nasıl." dedi sessizce, çünkü sesi şuan içine kaçmıştı.

 

Kuzgun, kısık gözlerini normalleştirip, elaları Elzem'e sunmuştu.

 

"Çok şükür iyi, evlendi falan oda. Haberin yok ama değil mi senin?"

 

Elzem göz bebeklerini büyütürken, "Ne!"

 

"Hım... Darısı başımıza."

 

"Kuzgun, abim beni düğününe çağırmadı mı?" Elzem, her şeyden habersiz evin masum küçük çocuğu gibi ortada duruyordu.

 

Kuzgun gülerken, Elzem kaşlarını çatıp şaşkınca ağzını açmadan edemedi. Kuzgun'un omzuna vurduğunda Kuzgun doğrulup vurduğu yere ve Elzem'e baktı. Bu vuruş sinek ısırığından farksızdı.

 

Elzem'in beyin hücreleri birbirine girerken Kuzgun'un az önce kurduğu cümle beynine yeni düşmüştü.

 

"Ne dedin az önce." diye, sordu, giymiş olduğu topuklu ilk defa Elzem'in ayaklarına ağrılar vermişti, bacakları Kuzgun'un karşısında çığlık atıyordu.

 

"Evin evlendi." Tek kaşı havaya kalktı Kuzgun'un, sorar gibi bu mu dedi.

 

Elzem'in kulakları bunu işitmek istemiyordu başka bir şey demişti.

 

"Hayır."

 

Kuzgun düşünür gibi yapmıştı, Elzem onun kendisi ile alay ettiğini anlayınca yanından geçip gitmeye kalkıştı, lakin Kuzgun'un eli buna izin vermedi, dirseğini tutup geri çekmişti Elzem'i.

 

"Darısı başımıza, dedim." Gözleri dudaklarına kaydı, elleri kollarında kayıp Elzem'in ona göre küçük ellerine gitti. Uzun ince parmaklarına dokunup avuç içini avuç içine bastırdı.

Kuzgun, bunu yaparken Elzem'in bedeninden sıcak bir hava esip geçiyordu, saçları ensesini terletirken boşta kalan eline giden kocaman ellerle irkilmemek için zor tuttu kendini. Kuzgun elini Elzem'in bileğine atıp kendi cüssesine koyup, yavaş bir biçimde elini Elzem'in kolundan ilerleyip omuzlarına kadar gitmişti. Alnını Elzem'in alnına değdirip, gözlerini; ona dalıp giden Elzem'in gözlerine daldırdı, bu hissiyat sanki dans eden okyanusa dalae gibiydi.

 

"Kuzgun."

 

"Elzem." dedi, içli içli.

 

Nefesleri kavga ederken Kuzgun onun kırmızı dudaklarına yapışmamak için kendini zor tutarken Elzem'in, sıcak elinin dev cüssesinde dans kıvrınır gibi omuzlarına doğru yavaş ve şehvetlice çıkmıştı, geniş omuzlarında duran nadir elleri ile başını dikleştirip gözlerini kapattı. Kuzgun elinin onun bel boşluğuna atarken, elini tutmuş olduğu eli sırtına doğru götürüp elini bıraktı, iki eli ile ince belini tutup geriye doğru ilerletti.

 

"Dinçer'in bana söylediği sözleri duysan nasıl hissederdin, Elzem?" dedi, sesi sesessiz ve yalvarırca çıkmıştı, göğüs kafesi inip kalkarken dudakları aralandı. "Bana, izlemektense izletmeyi seç dedi... Ben seni başkasını elleri arasında görmek istemiyorum."

 

Elzem'in sessizliği bozdu, bir eli Kuzgun'un sıcak ensesinde dururken diğeri geniş sırtının alt tarafında duruyordu.

 

"Yüreğine al o zaman, kimsenin ellerinde olmak istemiyorum... Ben senin kollarında olmak istiyorum..."

 

Kuzgun bunu bekler gibi Elzem'in yüzünü avuçları içine almıştı, tam da hasretle kıvranan dudaklarını Elzem'e değdireceği an kapının çalınması sonucu Elzem başını geriye atıp bakışlarını derince açarak Kuzgun'a baktı.

 

Kuzgun gözleri sertçe kapanırken dudaklarını birbirine bastırıp avuç içinden kayıp giden yüzle vücudunu istemsizce dikleştirip derin bir nefes verdi. Bedeni vermiş olduğu nefes ile kalkıp inmişti. Geniş omuzlarını dikleştirip Elzem'in titreyen sesini duydu. Gel komutunu veren Elzem arkasını dönüp hiç bir şey olmamış gibi masadaki çantasını ve telefonun aldı. İçeriye giren Ayten ile Elzem saçlarını geriye atıp kızaran yüzünü saklamak istedi.

 

"Size kahve ve demli çay getirdim Elzem hanım."

 

Elzem boğazını temizleyip, zorlada olsa kendine çeki düzen verip, içinde yanan yangının üzerine denizlerin sert dalgalarını vurmaya kalkıştı, ama Kuzgun'un ona sunduğu ateş dinmek bilmedi.

 

"Çok sağol Aytencim, ama biz çıkıyoruz." Elzem kabanını giyerken omzuna çantasını atıp odadan çıkmıştı.

 

Elini boynuna atıp okşarken arkadan gelen sert adımların sahibi sıcaklığınıda beraber getiriyordu. Elzem asansöre hızla üst üste basıp gözlerini ardı ardına kapatıp kendine gelme çalıştı. Bu hissi içinde kalmış ve bu hissin içinde çıkarmıyordu. Yanan ateş ya sönmedi, ya da harlanmalı.

 

Asansör açıldığında kendini içeriye atıp durdu bir adım arkasında duran Kuzgun'a bakmaya çalışırsa, Kuzgun'un bedenin kendi değil Kuzgun bile sahip çıkamazdı. Sessizlik ilk defa onun için iyi bir yöne yönelmişti, Elzem ilk defa sessizliği seçmişti.

 

Asansörün kapısı açıldığında hiç beklenen ilerledi. Dışarıya çıkıp esen rüzgara bedenini teslim etti, bedeni soğukluk içinde; ruhu ise alevler içinde kalmaya devam ediyordu. İçindeki yangını söndüremiyordu, bunu kendisi yapamıyordu.

 

"Benim arabam." dedi, Kuzgun Elzem'in elinden tutarken.

 

Bu tutuş ile hücreleri heyecana kapılmış gibi her tarafa dağılıp gitmişti. Elzem'in bakışları yavaşça eline gitti, eli o koca elin içinde kaybolurken, bakışlarını çekip Park hâlinde duran Kuzgun'un arabasına baktı. Kuzgun adımlarını atmaya başladığında Elzem de onun adımlarını takip eder gibi peşinden gidiyordu. Eli hâlâ ateş içindeydi ve bu ateş bir tek elde kalmıyor bedenede yayılıyordu.

 

Elzem'i arabaya bindirene kadar elini bırakmadı, Kuzgun sürücü koltuğuna geçerken kemerini bağlamadan arabayı kullanmıştı. Elzem ağzını açıp konuşamıyor -ki açsa konuşacak gibi değildi, boğazındaki düğüm öyle bir dolanmıştı ki ateş dâhi o düğümü bozamıyordu. Yutkunup başını dikçe tuttu, göğüs kafesinden derin bir nefes bırakıp elini boynuna attı. Arabanın hızına baktığında, teker asfalta ihanet edebilecek bir hızda gidiyor gibiydi.

 

Zorlasa olsa konuşmaya ve Avukat Elzem Yıldırım'ı küşanmaya çalıştı.

 

"Yavaşla." dedi, sessizce.

 

Kuzgun ona göz ucu ile bakıp dudağını acımasızca kemirmeyi bırakıp arabayı yavaşlattı. Tenha sokaların sessizliğinde durup Elzem'e baktı.

 

"Bakma bana öyle, lütfen."

 

Güneş batmış sokakta ise yanan tek bir lamba vardı oda sokağın sonunda bulunan turuncu ışıklar saçan bir lambaydı. Başını öne atıp evlere bakmaya çalıştı ama hiç bir evin ışığı yanmıyordu, bunun sebebi mahallede elektrik arızasının sonucu gibiydi.

 

"Abim evlenmiş ben seninle sevişiyorum."

 

Kuzgun hiç beklemeden konuştu, Elzem daha dudaklarını birbirine bile degdiremeden ağzını açtı, "Abinde senden habersiz evlendi, hatta belki az önce bizim sergileyeceğimiz performansı o, ayak üstü değil yatakta sergiliyordu."

 

Elzem gözlerini fal taşı misali açıp Kuzgun'a baktı. Heyret içinde önüne dönüp geriye yaslandı.

 

Soru kutusu başını aşarken bazı sorular kenarlardan bile düşüyordu.

 

"Kimle evlen..." Belinde hissetti elin tamamı belini kaplayıp, oturduğu yerden havalanırken başındaki elle, kafası arabaya çarpmasına diye koruma altına alınmıştı.

 

Elzem derince açılan gözlerini Kuzgun'un gözlerinde birleştirdi. Oturduğu yerin rahatlığına lafı yoktu ama, şuan bunu yapanın Kuzgun olması, ve Kuzgun'dan böyle bir şey beklemesi normal değildi. Kuzgun'un onun için yaratmış olduğu ateşin, kendi bedeninde de yanması alevin her yeri sarması demekti.

 

"Özür bile dilemek istemiyorum. Kendi yaratmış olduğu ateşin üzerinde oturuyorsun." Bacaklarımı iki yana açmıştı bu olur gibi değildi.

 

Engel olmak istemiyordu şuan ona dur demek, onu itmek, ondan uzaklaşmak istemiyordu. Elzem daha ilerisini istiyordu.

 

"Hıncını al o zaman, durma." Elzem kendi ağzından çıkan cümle ile gözlerini kapatıp, Kuzgun'un iki omzunda olan ellerini boynuna sarıp oturduğu yerden kıvrılmaya başladı.

 

Kuzgun elini Elzem'in boynuna atıp kendine doğru çekerken dudakları dudaklarının üzerinde kapandı ve sessiz inilti tüm ateşin harlanmasına sebep oldu. Dudakları hâlâ Kuzgun'un dudaklarında dururken ellerini çekip giymiş olduğu kapanı zorla çıkarıp arabanın yan tarafına atmıştı. Kuzgun derin nefesler eşliğinde bacaklarını öne itip Elzem'in, belinden tutup kendine doğru bastırdı. Dudakları Elzem'in alt dudağını esir alırken Elzem'in altında hissetti şeyin git gide sahada sertleşmesi onu korkuymuyor tam tersi daha da isteğe boğuyordu.

 

Karanlık içinde elleri birbirini görebiliyor gibi üstlerinde dolaşırken, Elzem altındaki sertliğe kalçalarını sürtüp Kuzgun'u delirtecek gibi inletiyordu. Kuzgun bu inilti ile dişleri arasına Elzem'in alt dudağını hapis edip sertçe kalçasına dokundu. Ateş harlanmaya devem ederken, dinmenin ne olduğunu bilmez oldu. Elzem Kuzgun'un deri ceketini çıkartıp yana atarken kuzgun giymiş olduğu kazağı çıkarıp siyah atleti ile endamını ortaya koymuştu, Elzem nefes nefese kendini geriye çekip ellerini Kuzgun'un cüssesine atmıştı. Sert sürtünmesine devam ederken Kuzgun başını geriye atıp, nefesini kesen kadına kendini bir kaç saniyekiğine bıraktı. Elzem, Kuzgun'un atletini çıkarıp karanlıkta zor gözüken bedenine gözünü arsızca dikmişti. Sokağın sonundaki ışık arabaya bile değmiyordu. Elzem karanlıkta giymiş olduğu gömleğin düğmelerini sökmeye başlarken Kuzgun başını Elzem'in alnına değdirip, gömleğin düğmelerini yöneldi. Tek tek hepsini açıp sertçe üzerinden soyarken, Elzem lacivert renkteki askılı dar atletini hızla çıkarıp bir köşeye atmıştı.

 

Elzem dolgun göğüsleri ile ortada dururken Kuzgun tekrar dudaklarına yapışıp onu sertçe öpmeye devam etti, üst dudağını öperken alt dudağını emiyordu, eli yüzünü nazikçe okşarken dudakları acımasızca öpüyordu. Dilini ortaya atan Elzem ipleri eline almış gibi Kuzgun'un alt dudağını emip dili ile ağzının içinde dolaşmıştı. Kuzgun bir elini sertçe bel boşluğuna atıp okşarken, diğer eli yanağından kayıp boynuna kadar gitmişti. Dilileri birbirne hâkim olmazken Elzem altındaki sertliğe pantolonun üzerinde dokunup okşamıştı, Kuzgun bu okşayış ile bacaklarını oynatıp daha da aralamıştı.

 

Sessizlik inlemelerle devam ederken Kuzgun elini Elzem'in göğsüne atmıştı. Sağ göğüsünü sütyen ile avuçları arasına almıştı ama bu onu tatmin etmemişti.

 

"Kuzgun burada olmaz." dedi kendini geriye çekip nefes nefese kalan bedeni ile direksiyona yaslandı Elzem.

 

Kuzgun terleyen bedeni ile elleri Elzem'in ince belinde dururken yavaşça kalçasına doğru kaydı. Geniş kalçalarına dokunmadan edemiyordu.

 

Elzem dalgalı saçlarını geriye atıp terler içinde kalan boynu ile üstünden kalkmaya çalıştı ama Kuzgun buna izin vermedi.

 

"Yaktığın ateşi nerede söndüreceksin Elzem Yıldırım?" Dudaklarını zevkle yılayıp, ellerinin bulunduğu alanı sertçe sıkmıştı. Kendine doğru sürtmeye devam ederken Elzem dudağını Kuzgun'un yanan dudağına değdirip derin bir öpücük bıraktı.

 

"Şuan değil Kuzgun." Alnını ve gövdesini Kuzgun'a bırakıp boynuna başını yatırdı.

 

Kuzgun, saçlarını okşayıp bir elini kalçasından ayırmadan başını Elzem'in başına yatırıp, "Sen ne zaman gelirsen..."

 

Yandaki kabanı Elzem'in üzerine atıp belini okşadı, çalan telefon ile kapalı gözünü açmadı Elzem, sırtını bu sefer cidden güven dolu bir şekilde Kuzgun'a dayadı. Çalan telefon şu bulmuştu, Kuzgun kulağına götürüp kendisi görüşme yapmıştı.

 

"Abla naber?"

 

"İyidir Berat senden naber?"

 

"Kuzgun abi?"

 

"Evet benim." Başını yana çevirip Elzem'in kulak hizasından uzaklaştı.

 

"Ablama bir şeymi oldu? Neden sende telefon n'oldu!"

 

"Uyuyor ablan, kapat."

 

Telefonu arka tarafa atarken tekrar çalınmaması için sessize almıştı telefonu.

 

Yan koltuktakileri arkaya atarken karanlık sokatan çıkmak ve şuan onu deliye çeviren kadını evine götürmenin ikisi içinde daha iyi olacağını düşündü Kuzgun. Elzem'i yana bırakırken Elzem gözlerini açıp Kuzgun'a baktı.

 

"Eve mi gideceğiz."

 

"Evet. Uyu sen, belli ki bir sevişme ile yormuşum seni." Yüzündeki sırıtış karanlıkta bile göze batıyordu.

 

"Sokağın ortasında, bana acı içinde çığlık attırmayı düşünüyordun." Elzem bunu derken eli arkada duran gömleğine gitti.

 

Kuzgun başını iki yana sallayıp alt dudağını dişleri arasına geçirmişti.

 

"Buna korku mu diyeyim yoksa çevre kontrolü mü?"

 

Elzem kaşlarını kaldırıp yanındaki adama üstünü iliklerken baktı. Seslice gülüp konuşmak için ağzını araladı.

 

"Korkmak mı, saçmalama... Ayrıca evlenmeden az kalsın elden gidiyordum. Ben nereden bileyim belki benimle olup sonra gideceğini."

 

"Asla," dediğinde tüm dikkatini Elzem'e verdi. "Bir kere gözüme kestirdim, asla bırakmam. Bırakmadım da..."

 

"Umarım Kuzgun." dedi, Elzem başını yana yatırıp kemerini bağlarken.

 

Arabanın motoru çalıştığında Elzem içindeki ateşin azda olsa dindiğini hissetti. Camı hafif aralayıp sıcaklaşan ortama soğuk havanın girmesine izin verdi. Ateş, dinmedi sadece sakinleşti, sakinlik dinmek değildi.

 

 

*****

 

 

 

 

Sözün bitti yer...

 

 

 

*****

 

 

 

Bölüm : 25.08.2025 03:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...