11. Bölüm

11.Bölüm Diken

Lara Su
larasu

 

 

11.Bölüm Diken

Öfke, bedene ait olan zincirlerin içine hapis kaldıkça o öfkenin anahtarının sahibi gelene dek, öfke dinmez.

 

Sonbaharın güneşi odayı aydınlık, ayakta dikilen Gökalp etrafı pembelerle kaplı olan aynanın karşısında durmuş, ıslak saçlarını eli ile okşayarak suları etrafa savurmuştu. Lacivert renkli kazağı, siyah bol kotunum içine tepip yakalarını düzeltti.

 

Dağınık yatağın üzerine atılmış olan yeşil ayıcığa bakıp tek kaşını kaldırmadan edemedi, ellerini cebine atıp duştan çıkan Begüm'e çevirdi bakışlarını.

 

Kumral saçlarını dalgalar halinde bir tutamını yanına bırakıp geri kalanını ardına atmıştı. Altındaki papatyalı uzun eteğinin üzerine dar siyah bir kazakla uydurmuştu. Begüm tüm yeşillikler ile baktı ona. Gökalp bakışlarını kapıya dikip ilerledi tam kapıda durup arkasına doğru elini uzattı. Saniyeler geçmeden Begüm ona uzatılan eli tutmuş ve ilerleyen Gökalp ile adımlarını uydurup bir adım arkasında ilerledi.

 

"Neden rahatsın?" dedi, Begüm derin bir nefes alıp her şeyi Gökalp'e bırakarak.

 

Gökalp konuşmadı, merdivenlerden inerken dedesinin sakinliğini kuşanmadan odadan çıkmamıştı. Şuan içindeki ruh Kenan Gönük'tü.

 

"Acaba elimi tutmasan mı?"

 

"Karımsın, yalan da sahte de olsa, karımsın." dedi, ağır ses tonu ile.

 

Begüm içli bir of çekerken Gökalp yandan ona bakıp durdu. Begüm, ifadesiz yüzü ile Gökalp'in çehresini inceledi. Düz yüzü, ve sivri burnu ile ağır abi havalarında duran bir adam gibi geldi, gerçi öyleydi, mahallede büyümüş oto yıkama işleten bir usta ve bir çocuk çocuğun abisi.

 

Begüm başını iki yana sallayıp cevap istedi, Gökalp önüne dönüp derin bir nefes alırken ilerlemeye devam etti.

 

Gözlerini sadece merdiven basamaklarına değdiriyordu, bu evin her bir köşesinde anılar biriken bir kalple gezinmek istemedi, bedeni iriydi ama içinde hâlâ küçük bir çocuğun yaralı kalbini taşıyordu. Gözleri bakarsa öfkesi harlanır, harlanırsa Kenan olmaktan çıkar. Gökalp olmaktan o bile korkuyordu, kendi öfkesinden korkan bir adamdan her şey beklenirdi.

 

Anıları def etmeye çalıştı, zihninde ki sesleri susturmaya çalıştı, alt dudağını ısırıp merdivenin son basamağını basıp salona doğru ilerledi, geniş salonun sağ tarafında bulunan koltuk takımının baş köşesindeki sarı koltuğa baktı, kenarları işlemeli sert ahşaptan gibiydi. Yaman'ın tahtlarından biriydi bu. Bakışlarını çekip, Yemek masasında oturan Almira ve Mahir'le döndü, gözlerini kısıp etrafa dikkat çekmeden göz gezdirdi, Yaman yoktu. Boş vermeye çalıştı ama bunu yapamadı. Begüm'ün elini daha sıkı kavrayıp, ilerledi. Masaya baktığında maskelerle kaplı insan yüzleri görüyordu, bu evin içindeki her şey sahte olmakla kalmayıp yalan dolanıda içine hapis etmişti.

 

Masanın üzerindeki kahvaltılara baktı, buna alışık değildi artık, bu kadar ziyafetle doymazdı o. Ona iki üç güven dolu dost ve bir kaç simit ve çay yeterli olurdu. Ama unutmadı gözlerinin önüne o ismi kazıdı; Kenan Gönük.

 

Yalan gülümseme ile yaklaşıp, "Günaydınlar." demişti.

 

Almira alt gözleri ile Begüm'e ve Gökalp'e umursamazca bakarkne Mahir'in yüzünde saçma bir sırıtış bulunuyordu. Mahir bu ilaylardan eğleniyor gibiydi. Begüm'ün dediği gibi hiç bir şeyi ciddiye almayan biriydi, Mahir. Bu Gökalp'in işine gelirdi.

 

Mahir, "Günaydın damat." demişti ağzına bir dilim peynir atarken.

 

"Günaydın Mahircim. Sabah şeriflerin hayırlı olsun." dedi, Gökalp masalara göz atarken sandalyeleri kontrol etti. En baş sandalyeye baktığında yüzünde bir gerilme hissetti. Orada onun babası olması gerekti. Oturan kişi Yaman değil Fırat olmalıydı.

 

Begüm Gökalp'in gözlerini takip edip baktığı yöne baktı. Boşta olan elini koluna atıp sıkmıştı, Gökalp dikkatini onu uyarmaya çalışan kadına çevirdi. Hiç bir tepki yoktu, ama Begüm onun gözlerindeki tiksinti bakışları fark etmiş olacak ki, gözlerini ondan çekip yavaş hareketlerle sandalyesine oturdu. Gökalp, başını dikçe kaldırıp baş sandalyeye doğru ilerledi. Sandalyeyi çekip otururken Almira ona şaşkınca baktı. Mahir bundan zevk alır gibi sırıtırken şaşkınlık ile yüzü donmuş gibiydi.

 

"Bu ne hadsizlik." diyip, elini masaya vurdu Almira.

 

Gökalp kaşlarını havaya kaldırıp dilini ağzının içinde oynamıştı, ağzını açacağı an Yaman'ın gelişi ile sustu. Yaman onu kendi sandalyesinde görünce yer onu kendine çekmiş gibi sabit tutmuştu. Yaman üzerinden akan kaynar sular ile öfkesinine hâkim olamayacak kadar kızarmıştı. Elindeki gazeteyi sıkarken dişlerinin birbirine sürtünme sesini işitmişlerdi.

 

"Haddinin snırını bil çocuk." dedi öfke dolu bir ses tonu ile, Yaman.

 

Gökalp anlamamış gibi başını yana yatırıp bakarken Yaman'ın bu hâlini daha fazla görebilmek için mal ayağına bile yatabilirdi, ama buna gerek duymadı.

 

Sessiz kalacak değildi dudaklarını aralayıp konuştu, "Haddim derken amca, hakkım olacaktı o," dedi tebessüm etmeye çalışarak. "Ben bu mirasın çocuğu değil miyim?"

 

"Gökalp ileri gitme. Gitme yoksa sonu kötü olacak."

 

Gökalp birden kahkaha atmaya başlayınca Yaman şaşkın dolu bir bakış içinde baktı Gökalp'e. Herkes ona şaşkınca bakarken, Gökalp iki kere kahkaha içinde elini yumruk yapıp masaya vurdu, ve bu yumruk onlara göre kahkahanın yaratmış olduğu bir yumruktu ama Gökalp'e göre isyankar bir yumruktu.

 

"Amcacım... İleri gitmek deyince senin eline su dökemeyiz biz." Gökalp gözünden akan küçük yaşı silip, alaycı bir şekilde başını iki yana sallayıp önündeki çatalı eline alıp ekmeğe bal sürmüştü. Gökalp hiç bir şey olmamış gibi yaparken Yaman boğadan farksız nefesleri ile sadece baktı.

 

Gökalp'in cümlesi beyninde dolaşırken kelimeler ona tokat vuruyor gibiydi. Bakışları Almira ve Mahir'e döndü, tek bir bakış onları masadan kaldırmaya yetmişti. Arkasını dönüp ilerledi. Öfkesi adımlarına bile işlerken, yerdeki zemini inletiyor gibiydi.

 

Almira masadan kalktığında Mahir'de kalkmak zorunda kaldı. Gökalp bakışlarını Almira ve Mahir'e çevirdiği de Mahir onu sevmiş gibi bakmıştı.

 

"Şu rezalete bak." diye, isyan etti sessizce Almira.

 

Topuklunun sesini köşkün şık salonunda inletirken çalışanlar elleri önde bir şekilde bekledi. Şok, tüm ev halkına derinden işlemiş gibiydi.

 

"Buyrun geçin, birlikte yiyelim. Bunlarla aşiret doyar." demişti, Gökalp eli ile boş sandalyeleri gösterdi. Çalışanlar Begüm hanıma çekinerek bakarken Gökalp bakışlarını Begüm'e çevirdi, Begüm içten bir tebessüm ile başını sallayıp oturmalarını söyledi.

 

"Size afiyet olsun efendim." demişti, Asya başını sallayıp hızlı adımlarla giderken.

 

Genç çalışanın Asya'nın ardından gidişini izledi Gökalp. Eli ile boş ver der gibi yapmıştı. Solunun geniş kapısına baktı. Gözleri etrafı arayıp Begüm'e yaklaştı.

 

"Cic bebe, Yaman'ın çalışma odası nerede." dedi gözlerini begüm'ün yüzüne dikerken.

 

Begüm kaşlarını çatıp ağzından çıkan lakabı algılamaya çalıştı.

 

"Cici bebe nedir ya?" dedi yüzünü ekşitirken.

 

"Cici bici bir şeysin işte hoşuna gider diye," dedi, göz devirip eli ile alıp ağzına siyah zeytin atarken. "Nerede bu oda sen onu göster bana. Doyur şu mideni sonra senin mızmızınla ilgilenemem."

 

"Sen beni ne zannediyorsun," diye tersledi Begüm geriye kendini bırakırken, "Çocuk falan mıyım ben?"

 

Gökalp önüne dönüp, "Ağlama. Doyur kendini." diyip önündeki çayı alıp içmeye başladı.

 

Begüm yavaş yavaş yerken Gökalp onun üç dört katını yiyordu. Begüm buna şaşırmıyor, tam tersi normal buluyordu, çünkü karşısında dev cüsseli bir adam duruyordu. Bedeni iki üç lokma ile doyacak değildi.

 

"Ne yapmayı düşünüyorsun.... Odaya girmek mümkün değil, anahtar onun hep cebinde. Asla çıkarmaz cebinden."

 

"Sen bana odayı göster Begüm, soru sorma." dedi sertliğini istemeden ortaya koyarken.

 

Begüm sadece içindeki vicdan azabı ile başını salladı. Önünde dev cüsseli, uzun boylu bir adam durmuyordu artık, önünde: küçük bir çocuğun acılı bedeni duruyordu. Gözlerine baktığında öfkenin en kansızlığı vardı, hayallerini bile ortaya atamamış, geleceği için planlar yapmaya zaman verilmemiş bir çocuk vardı. Geleceği ve geçmişini elinden almıştı ve bunu yapan onun babasıydı.

 

Sessizlik devam ederken Gökalp elindeki taze çayın son yudumunu içip ayaklandı. Geniş camdan dışarıya bile bakamadan bakışları yerde bir şekilde ilerlemeye kalkıştı, ama sessizliğin içinde bir soru ile sesler yankı yaptı.

 

Begüm, "Kardeşim var dedin. Adı ne?"

 

Omzunun üstünden ayaklanan Begüm'e baktı, bu soru onun zaafını içeriyordu. "Kes sesini. Adını anma, varlığından bahsetme. Onuda almanıza izin veremem." dedi, dişlerinin arasından tüm sertliğini ortaya koyarken.

 

Begüm kaşlarını çatıp başını yere eğdi, derin bir nefes alıp başını tekrar kaldırdığında sessizce uzaklaşan Gökalp ile yüzü düşmüş bir vaziyette yavaş adımlarla ardından ilerledi.

 

Bu soru tüm dikkatini dağıtırken, onun varlığını Yaman'a hissettirmemeye çalışıyordu. Belkide Yaman'ın ondanda haberi vardı, bunu bilemiyor Gökalp. İlk koridora vardığında durdu, odadan çıkan Almira'ya ters ters bakıp yukarıya çıktı, güvenli yere yani Begüm'ün odasına giderken Begüm'ün onun yanından çekip en üst kata yöneldiğini gördü.

 

Boş verip kendi yönüne odaklandı. Odaya girip kapıyı kapaten balkona yöneldi, geniş balkonda bulunan Pembe siyah çizgili salıncak koltuğa baktı. Yanında duran siyah koltuğa yönelip oturdu. Kaşları çatık bir şekilde salıncağı incelerken başını iki yana sallayıp kınar gibi bakmaya devam etti.

 

"Cici bicisin işte." diyerek başını yana yatırdı.

 

Cebinden telefonu çıkarıp araması gereken kişiyi aradı telefon çalıyor ama açan yoktu. Gökalp bundan hayır yok der gibi telefonu kapatıp saniyesinde açan Dinçer'i aradı.

 

"Napıyon Dinç?"

 

"Ne aradım ne sordun, az kalsın eve dalıyordum. Köşke yakın olan paktayım atla gel."

 

"On dakika ver." diyip, telefonu kapatmıştı Gökalp. Ayağa kalkkıp telefonu cebine atıp odada bulunan askılıktan siyah montunu alıp çıkmıştı.

 

Merdivenlere yöneldiğinde montunu giymek için durdu, üst katta bulunan hiç görmediği Ali de aklı gidip geliyordu. Begüm şuan oradaydı. Ve Ali'nin çehresini merak ediyordu Yaman'dan bir pay almışmıydı o yüz yoksa masumluğu ölen anne kadar mıydı? Gökalp hiç birinin masum olduğunu kabul etmek istemiyordu, kalbi ne kadar inlesede bu gerçeklik için; zihni ise tam tersi inliyordu. Bu kanda bulunan herkes suçlu, hiç kimse masum değildi bu hikayede.

 

Adımları ondan kopup üst kata doğru ilerledi. Adımları yüzü kadar sert bir şekilde odaya girerken, daracık odanın bir köşesinde duran Ali ve Begüm'e istemsizce ters bakışlar attı.

 

Sandalyesi yüzüne dönük bir şekilde duruyordu, Begüm kadar kurmral saçları vardı, Yaman'ın siyahlığını biride almamıştı, bunu görebilmesi içindeki esen sert rüzgarı dindirmişti. Dinen rüzgar ona ihanet etmiş gibi hissediyordu Gökalp.

 

Yaklaştı, ona bakan Begüm'e gözlerini değdirmeden Ali'ye bakıyordu. Ali'nin dalıp giden gözleri Gökalp'e dediğinde derince açılmasının sonucunda göz bebekleri oynamaya başladı. Ali, bedenini oynatmak için direniyordu ama parmağını dâhi kıpırdatamıyordu. Gökalp onun geniş omuzlarını ve temiz çehresini inceledi.

 

"Merak etme. Yakında kız kardeşinle evlendiğim için bana yumruğu basarsın," Bu sözü Begüm'ün başını eğip gözünden yaş akmasına neden olurken, Ali sessizce suygusallaşan gözlerini ortaya bırakmıştı. "Ne gördün sen...neye şahitlik ettin, Ali?"

 

Bu söz Ali'nin gözünden sessizce yaş akmasına neden oldu. Bu sandalyeye mahkûm edilmişti, bir nevi özgürlüğü sesini çıkardı diye elinden alınmıştı, hemde babası tarafından. Özgürlük bir insanın ruhuna işlenen en güzel eserden biridir. Sessizlik içinde boğalarak ölmektense sesini çıkarmayı tercih edip adamlığı ve kadınlığı ile ölen insan sayısı binlerceydi. Ali, bedeni elinden alınarak yaşamak zorunda kalmış bir ruhtu, bedeni oynayamayan bir ruhtu o, sessizce ölümü bekleyen bir ruh.

 

Begüm ayağa kalkıp abisinin önünde diz çöktü, "Gökalp bu," dedi dalgın sesi acizce çıkmıştı. Gökalp ellerini cebine atıp dikçe durmaktan başka bir şey yapamadı, bakışları Begüm'ün üzerinde durdu, "Sana anlattım. O kişinin yaptıklarının bedelini ödeyen, bir adam."

 

Ali bakışlarını Gökalp'e çevirip baktı, Begüm konuşmaya devam etmişti, "O bize acı çektirne acı çektirecek. Sen iyileşeceksin." Ellerini abisinin boynuna sararken Gökalp küçük odanın orta yerine baktı.

 

"Sıkı adam seni ne diye burada tutuyor. Düşman lan bu size." dedi tiksinir bakışlarını odada dolaştırıken.

 

Begüm ona bakıp ayaklandı. "Abim yürüyemiyor, hareket edemiyor."

 

"Öğrenciler bile mative olsun diye sahada hırslansın diye kütüphaneye ne bileyim kızım, dershane falan gider," Ellerini iki yana açıp arkasını dönüp balkona yöneldi. En üstten her yer rahatça gözüküyor gibiydi. Ağaçlar ve hafif göze çarpan deniz ile bakışlarını kıstı. "İnsanlıktan uzak bir oda."

 

Gökalp derin bir nefes verip "Benim işim var, gelirim bir iki saate."

 

Odadan çıkıp giderken Begüm abisinin yüzünü okşayıp, "Ayaklanacaksın ve sırtımızı birbirine yaslayacağız, yakışıklım."

 

Ali'nin gözleri gülerken Begüm alnını alnına dayayıp gözlerini kapattı. Tek ailesi Ali'ydi artık, baskaykimsesi yoktu. Baba denilen adama baba bile demeye çekinen bir kadındı o. Yaman'ın yaptığı hataları çocukları ödüyor gibiydi, Begüm'ün hissettiği buydu, belki de Yaman'ın yaptıklarının bedelini Ali ödüyordu, hissettiği o kadar çok şey vardı ki hangisine gideceğini, hangisine inanacağını bilmiyordu. Tek bildiği şey vardı: Yaman'dan uzak durmak ve vicdansızlığı içinde ölümünü beklemek.

 

Gökalp arabasını park halinde bırakıp geçen oturdukları banka ilerledi bankta oturan Dinçer ile derin bir nefes alıp daha hızlı ilerledi. Banka oturup.

 

"Naptın?"

 

"Bu Kuzgun nerede? Onun dediği şeyi yapıp gidip kızla evlendim, piçle aynı evde kalmaya ve onun huzurunu kaçırmaya devam ettim. Şimdi ne var."

 

Dinçer kısık gözlerle baktı Gökalp'e. Başını iki yana sallayıp, "Kuzgun çok kurnaz. Hiç beklemediğim bir yerden vurur seni."

 

Gökalp avuç içlerini yüzüne sürtüp, "Analiz sırası değil kardeşim," dedi eli ile sus der gibi yaparken. "Bu adam çok sessiz ama çokta sesli. Nerde bu?" diye, tekrar sordu Gökalp.

 

"Elzem'in yanında." dedi, rahat bir tavır ile Dinçer.

 

Gökalp kaşlarını çatıp yarım açık ağız ile baktı. Göz kırpıştırıp, "Ne alaka. Onun şuan görev başında olması gerek. Elzem'i göreve kaynaması için onu uyardım."

 

"Görevle alakası yok içini boşaltıyor."

 

Gökalp bakışlarını sertçe rahat olan Dinçer'e çevirdi. Ayağa kalkıp başını yana yatırarak ellerini beline atarak, "Ne demek içini başlatıyor. Ne boşalması lan! Kardeşimin yanında ne geziyor o şimdi?" dedi, elini havada sallayıp dudaklarını ıslatırken.

 

"Bir avukat var onu arıyor. O yüzden orada merak etme."

 

"Aynen aynen. Avukat arıyor. Avukat..." dedi derin derin nefesler alıp abilik hissini derinden yaşarken.

 

Eli ile hafif belli olan sakallarını kaşıdı. "Varya bu Kuzgun'a sırtını vermeyecen."

 

"Abart. Avart!" diye bağırarak ayağa kalktı Dinçer. "Yedi ha kardeşini, kemikleri kaldı bir ortada."

 

Dinçer ilerlerken Gökalp ardından, "Lan düzgün konuş!" diye çıkıştı dişlerinin arasından.

 

"Medeniyet kardeşim. Hangi devirde yaşıyoruz. İnsan hayatına saygı duymak zorundasın." dedi Dinçer aynı hizada durup kolunu Gökalp'in omzuna ataken.

 

Gökalp ya sabırlar çekerken, "Kavatlık lan bu."

 

"Sen çok mahallede takıldın, dedim ama sana bak çık şu sokaklardan gece hayatında medeniyet gör diye."

 

"Rabbim korusun ben o geceye gideceğime sabaha kadar ard ardına ikişer ikişer rekât kılarım." dedi yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı, Gökalp'in.

 

Dinçer kahkaha atarken kolu hâlâ omzunda dururken başını iki yana sallayıp motora ilerledi, kolunu omzundan çekip Gökalp'e baktı.

 

"Sen köşkte kal, Yaman kıza zarar vermeye kalkışır falan." demişti, kaskı alıp başına geçirirken.

 

"Evden çıktı. Nerenin bokuna gittiyse. Bende geliyorum otoya bu evin kokusu bile onların kokusu olmuş... Onlar defolup gitmeden ben orada rahat duramam." diyip, arabasına binmişti Gökalp.

 

Dinçer eli ile onaylayıp motoru çalıştırmıştı, Gökalp önden giderken Dinçer onun hemen yanına konup nemli yollar üzerinde ilerlediler.

 

 

*****

Yağmur, insan oğlunun üzerine aksada; içlerindeki kötülüğü asfaltlara serse, bu masum bir çocuğun sessizce dilediği bir dilek olabilirdi. Bu kocaman bir kadının dileyeceği bir dilek bile olabilirdi.

 

"Demli çay ağır gelmiyor mu?" demiştim, at kuyruğu saçımı gereye atarken.

 

Kuzgun gözlerini bana çevirip başını iki yana salladı. "Demli çay içen her adamın hayatı acıdır."

 

Ona, ne acılar çektiğini bilmek istiyordum, cümleyi kurarken göğüs kafesinin inip kalktığını gördüm. Şuan içinde metin haline gelen soruları silmeme gerekti. Onun hayatını öğrenmek ve omzuna yaslanma isteğini bir köşeye atmalıydı, zorlada olsa soruları yakmalıydım.

 

Yandan bir gülüş ile elimdeki kağıdı bırakıp sıcak sütlü kahvemden bir yudum aldım. Kuzgun elindeki telefona bakarken. Elime tekrardan önümdeki kağıdı alıp içindeki formu tekrardan okudum burada Canan Kantaş hakkında bilgiler vardı. Yirmi sekiz yaşında, çoğu davaları kazanan bir Avukattı. Ta ki Yaman hayatlarına el atana kadar. Kanlı ve acımasız elleri masum bir aileyede değdirmişti.

 

Dilim ağzımın içinde oynarken elim benden habersiz küpelerime gitti. Derin bir nefes verip, benim üzerimde dolaştığını hissettiğim bakışlara gözlerimi değdirip, "Bana öyle bakmaya devam edersen buradan çıkamayız."

 

"Sebebi bakışlarım mı?" dedi, noktayı bile koyamama izin vermeden.

 

Derin bir nefes verip kahvemden bir yudum daha aldım. "Sırada ne var?" dedim, konuyu değiştirip dikkatini toparlamaya çalışarak.

 

"Ne sırası?"

 

"Yaman için." dedim, rahat tavrı üzerinde gözlerim dolaşırken.

 

Dudak büzüp, parmaklarını masaya değdirdi, ritim gibi oynatıp konuşmaya başladı. "Yani, hakkında bir çok iddaa var. Göreve beni yönlendiren kişi bana bilgi aktarıyor. kapısına ölü adamını gönderdik, birini suçladı. Bu gece Türkiye'de iyi, kötü namı geçen mafyaları toplayacak. Sadece bir göz dağı vermek için."

 

Almımın ortasından bir bir yarık belli ederken, Avukat olmama rağmen bu konuşma tüylerimi ürpertici halde dikleştirmişti. Bedenimden esip geçen şeytan tüyü ile dikleşmek zorunda kaldım.

 

"Sebep, durduk yere yapmıyordu."

 

"Kimse bizim tarafımıza geçmesin diye. Korkulu bir konuşma ve kendini övmeli şeyler işte, sen orasını boş ver."

 

"Sende mi orada olacaksın?" dedim, emin olmak için kaşlarımı yukarı kaldırıp merak dolu gözlerle bakarak.

 

Kollarını masaya dayayıp omuzlarını daha belli eder bir duruş sergiledi. Bu canıma zarardı.

 

"Bu görevin sana gram zarar vermesine izin vermem. Ve sende ben ortaya çık, şunu hallet demiyene kadar varlığını gizli." dedi, elalar alevler almış gibi beni incelerken.

 

Sadece başımı onaylar gibi salladım. Onun bu nazik konuşmasını yarım açık ağız ile bakarken içli içli bir nefes vermeden edemedim. Bana tebessüm ve içten bir gülümseme ile bakarken gözlerimi çekmenin ikimiz içinde daha iyi olacağına emin olarak kahveleri elalardan çektim. Ayaklandım, tam kahvemi elime alacağım an kapı çaldı. Sabahın ilk ışıklarında kim çalar bu kapıyı diye düşünen ben ile, ayağa kalkıp yanımdan geçen Kuzgun ile durakladım. Ardından gitmeden edemedim. Arkasında olduğum için bana göre yatak misali olan sırtı yüzünden kapının bir ucunu bile göremedim.

 

Kapıyı sonuna kadar açmıştı Kuzgun, içeriye dalan Berat ile yerimde durup ona çatık kaşlar ve derin açılmış gözlerle baktı. Sabah sabah buraya asla uğramaz, bu ilkti.

 

"Yavaş aşkım yavaş." Bu ses ile ortaya kendimi atıp kapıda bulunan kişilere baktım.

 

"Abla!" dedi, sanki deprem oluyormuş gibi, telaş içerisindeydi.

 

Kuzgun'a sertçe açılmış gözlerle baktığını gördümm

 

Kapıdan giren bir şok ile ağzım sertçe açıldı, "Hayırlı sabahlar Kuzgun abi." dedi Yiğit mutfağa doğru ilerlerken.

 

Berat ellerini boynuna sarıp, başımdan öpmüştü, "Seni aradım baktım telefonu sert bir ses açtı, dedi ki; ablan uyuyor." Berat, beni bırakıp iki elini dizlerine vurup nefes nefese kalmış gibi durdu.

 

Kuzgun gülerek bakarken ben şaşkınlık içinde onun bu tepkisini ölçüp tartıp bir sonuca ulaşmaya çalıştım. Açık ağzım, Kuzgun'un elini çeneme atması ile kapandı.

 

"Günaydın Elzem abla." dedi, naif ve çocuksu bir ses ile Sinem, "Bolca boş telaş taşıyorsun içinde." dedi, sessizce Berat'a doğru.

 

Sinem ilerleyip buzdolabı açmış olan Yiğit'in yanına ilerledi. Elindeki çantayı mutraf masasına bırakıp buzluğa aşamaya başladı, Yiğit gibi.

 

"Abla ben çok korktum. Sen o saate dövseler uyumazsın." dedi, elini omzuma atıp diğer elini beline atıp Kuzgun'a bakarken.

 

"Yok bir şeyim Berat." dedim dişlerim arasından omzunu düşürüp elinden kurtulurken.

 

Berat hâlâ Kuzgun'a ters ve anlamsız bakışlar atarken. "Neden buradasın. Siz... Ananı avradını. Ya ben seni Volkan'la shipliyordum."

 

Elim alnıma giderken derin bir nefes verip, "Saçmalama Berat." dedim ona terst ters bakmaya başlarken.

Berat avuçlarını birbirine vurup, "Benim hiç mi yakışırdığım..." Sözün devamı gelmedi bakışlarını ona sertçe bakan Kuzgun'a çevirdi. Kuzgun'un kulakları kızarmıştı, boynunda beliren sessiz kıskançlık damarı beni ağır yaralarken yutkunup Berat'a döndüm. "Vala yok ya... Sen daha iyisin abi." dedi, Berat eli Kuzgun'un cüssesine vururken.

 

"Kaybol Beratcım." dedim elim ile kovar gibi yaparken.

 

"Ne bu, öğrenci evi mi senin evin. Parkı falan da veriyormu bunlar." dedi, kaşlarını çatıp gözlerini onlara dikerken.

 

Berat hâlâ burada dikilirken Kuzgun ona ter ters baktı. Berat sırıtarak bakarken, konuşmak için ağzını araladı, ben bakışlarımı Berat'tan çekip Kuzgun'a diktim. Kuzgun, yüzünde hâlâ sert bakışlar ile duruyordu.

 

"Abi şu kaslardan bana ne zaman yapacağız. Malûm bende şu gastronomiyi bitirip evlenmeyi düşünüyorum." dedi, başını Kuzgun'a doğru uzatıp sessizce konuşurken.

 

Kuzgun mutfaktaki Sinem'e uzaktan baktı sonra bana tek kaşı havada bir şekilde baktı, Berat'a dönüp, "Benim elimde ezilirsin. Sen Dinçer abine git."

 

Berat geri çekilip ellerini iki yana açtı. "Sen varsan ben varım abi."

 

Kuzgun, sıkıntılı içinde bir nefes bırakıp, "İlla beni benden al abi diyorsun."

 

Berat hemen sevinç içinde, "Evet abi evet!" dedi.

 

Başımı iki yana sallayıp cebimdeki telefonu alıp askılıkta bulunan çantama koydum. Bej rengi kabanımı giyerken Berat konuşmaya devam etti.

 

"Ya abi ben buraya niçin geldim onu bile unutturdu ve beden bana. Bak vala ciddiyim. Şu Yiğit'te bile kaslar bana selamün aleyküm diyor bende düz, olmaz hayat şartları eşit değil. İradem düşük abi." Kendinden şikayet eder gibi konuşurken Kuzgun onu oyalar gibi başından atmak için tamam diyordu.

 

Ayağıma dolaptan siyah direğimin üzerine biten, ucu sivri topuğu kalın bir bot çıkardım. Ayağıma geçireceğim an Kuzgun'un sesi beni duraklatmıştı.

 

"Daha rahat bir şeyler giy istersen." dedi, kalkık kaşlar ile gözlerime bakarken.

 

Gülümseyerek ayakkabımı giymeye devam ettip, "Bunlar olmadan Elzem'i kuşanamam." demiştim.

 

Haklıydım, belki bu uzun topuklular olmazsa benliğimden çıkardım. Ben her davaya bu topuklular ile gidiyordum. Topuğu olmayan bir ayakkabı benim sözümde güçsüzlük demetir.

 

Ayaklanıp dışarı çıktım, elim ile Yiğit'e çıktığımın işaretini verip Kuzgun'u bekledim. Asansöre yöneldiğinde yine bir adım ardında duruyordu.

 

Asansöre binip yanımda duran Kuzgun'a baktım, şuan basım tamda omzuna geliyordu. Bana bakacağını hissettiğim an önüme döndüm.

 

Boğazımı temizleyip, "Saçların uzamış, tam bir serseri oldun."

 

İlk geldiği gün saçları üç numaraydı başındaki küçük yara gözünden kaçmamıştı, ama şuan o yara siyah saçlar ile kapanmıştı, fazla uzun değil ama dökülüyordu.

 

"Keserim."

 

"Kesme," dedim, hemen bakışlarımı ona çevirip açılan kapıya aldanış vermeden beklerken. "Böylesi daha cazip."

 

Önüme dönüp ilerledim. Adımları beni geçerdi ama o bunu istemedi, bir adım arkamda durmayı tercih etmiş gibiydi.

 

Soracak sorular tazelenirken arabaya bindim. Şuan arabam büroya yakın bir oto parktaydı bu nedenle beni o bırakacaktı. Kemerini bağlarken ısının yine etrafa yayılması ile geriye yaslandım. Bu sıcaklık dar alanda onun varlığı ile kendini belli ediyordu.

 

Tüm dikkatimi toplarken dün gece alamadığım cevapları şuan tekrardan almaya çalışıyordum.

 

"Abim kiminle evlendi?" dedim.

 

Cidden şuan evlenmesi çok tuhaftı. Bana bile haber vermediği için kendimi kötü hissediyordum, Kuzgun'la dün gece sessiz geçen yatak odasında sadece uyumuş ve sabahın ilk güneşi ile uyanmıştık.

 

"Amcanın kızıyla." dediğinde tüm dikkatim tamamen sarsılmış gibi donup kaldım.

 

"Kimle?" dedim, şiddetle ona bakarken şaşkınlığımı gizleyemeden baktım. Gözlerim fal taşı misali açılırken bedenim ısı içinde kalmıştı.

 

"Yaman'ın kızı." dediğin, kaşlarımı şiddetle çatıldı.

 

Önüme dönüp verdiği cevabı algılamaya çalıştım, elim alnıma giderken sıkıntı içinde ofladım. Kuzgun arabayı çalıştırırken ben konuşmaya devam ettim.

 

Şuan o kadar çok soru vardı ki bunları ben yaratmıyordum, her biri bir köşede gizlenmiş gibi ortaya çıkıyordu. Soruların çıktığı gibi gerçekliğinde çıkmasını istiyordum.

 

"O köşkte bulanmalıydı, Yaman'ın damarını kabartmalı, kabartmalı ki öfke ile bir hata yapsın." Tek eli direksiyonda diğer eli cama yaslı bir şekilde duruyordu.

 

"Bu senin fikrindi o zaman?"

 

"Korkma düğün falan yok küçük bir nikah işte." dedi, konudan farksız bir şekilde.

 

"Düğün için sormadım Kuzgun bu ağır bir karar, siz erkekler için normaldir ama kadınlar üzerinde bir baskı oluşacak ileride. Bunlar boşandığında ne olacak biliyormusun?" Başımı ki yana sallayıp alt dudağımın köşelerini dişledim. "Adamın kızı mı var?" dedi, bu sefer konuya değiştiren ben oldum.

 

"Sakat bıraktığı bir oğluda var." dediğinde, bakışlarımı şaşkınlık içinde çığlık atmıştı. Bedenim ağırlık içinde kalırken yarım açık ağız ile baka kaldım.

 

Alay eder gibi gülerken, "Şaka, değil mi?" dedim aciz bir sesle. Kendi oğlunu sakat bırakmış olamazdı, bunu yapacak kadar vicdansız olamazdı.

 

Sessizliği, benim almam gereken cevabı vermişti. Kınar bakışlar ile yola bakarken içimdeki ağırlık kendini daha da belli etti. Derin bir nefes alıp dirseğimi cama dayayıp elime başıma koydum.

 

"Kuzgun..."

 

"Efendim."

 

"Bu görevde kimse zarar görmez değil mi?" bu soru boğazıma düğüm örürken bakışlarım yoldaydı. Ağzından çıkacak cevabın ne olduğunu henüz bilmiyordum, ama zarar değilde yara alınacağını şuan günün sabahında kendi zihnime otomatikmen kayıt altına almıştım.

 

Kuzgun sessizliğini bozup elini elime attı. Bir eli direksiyonu kullanırken, diğer eli elimi sıkıca tutup dudaklarına doğru götürdü, bu hareketi beni skainleştirirken içimdeki ağırlığı hafifletmişti. Şifa gibi gelen dudakları yüzümde tebessüm oluşumuna neden oldu.

 

"Ben sağ kaldıkça ne sen ne de senin sevdiğin insanlara zarar gelecek." Sesi kendisini gibi hırslı çıkmıştı. Bu güven dolu cümle beni daha da güçlü kılarken arabayı durdurmuştu.

 

Büroya bakıp dudaklarımı yaladım. "Dikkat et." diyip arabadan indim.

 

Onunla ileriye gidecek olan konuşmayı yapmayı, ve öpüp veda konuşmasına gerek duymadan ilerledi ayaklarım, ardımda bıraktığım Kuzgun ile derin bir nefes verip büroya girdim.

 

"Ayten Canan geldi mi?" dedim kurabiye yiyen Ayten'e bakıp durakladım. "Cevizli mi o?"

 

"Evet cevizli, buyrun."

 

"Eline sağlık, var ya hiç hayır diyemem. Bu aralar kahvaltı düzeyim bozuk." dedim ağzıma elimdeki kurabiyeyo götürüken.

 

Ardımdan gelen ayak sesi ile arkamı döndüm, Nevra'yı beklerken karşımda duran kişinin Canan olması beni azda olsa şaşırtmıştı, çünkü Nevra'nın tamda giriş saatiydi. İki ısırıkta bitirdiğim kurabiye ile elimi birbirine vurup silkeler gibi yaptım.

 

"Günaydın."

 

"Günaydın." dedi gözleri Ayten'e ve bana dönüp dururken

 

Dudağımı ıslatıp Ayten'e baktım, "Biz çıkıyoruz, soran olursa görmedim dersin," Çıkışa doğru ilerledik, Canan'ın elindeki dosyalar babasına ait dosyalardı. "Bugün iki yere uğrayacağız, umarım işin yoktur." Arabaya doğru ilerlerken döktürmeye başlayan yağmurla adımların daha da hızlandı. Arabalar sabahın ilk saatleri ile yollara çıkarken korna sesleri bakışlarımı dört yana çekiyordu.

 

"Babamın mahkemesini tekrardan açmayı mı düşünüyorsun."

 

"Elimizdeki delilleri toplamadan bunu yapamam. Kaç yılında oluyor bu olay?" Oto parkın ortasında bulunan arabama binerken soğuktan kurtulup sıcak arabamın içine konduğum için derin bir nefes verdim.

 

Canan kemerini başlayıp kısa kıvırcık saçlarını geriye attı. Fotoğrafta uzun olan kıvırcık saçları şuan kısaydı, hıncını almak için sevdiği çoğu şeyden vazgeçmeye kalkışmış olabilirdi. Çünkü kıvırcık saçlarını hiç düzleştirici vurmuyordu. Bunu eski fotoğraflarında görmüştüm.

 

"2008 yılında bunlar yaşanıyor 2009 Ocak 26 da, ağır mahkeme cezası alıyor." Cümleyi kurarken ne kadar zorlandığını hissettim. Göğüs kafesinin inip kalktığını yan bakışım ile görmüştüm.

 

Arabayı çalıştırıp oto parktan çıkarken Kuzgun'un bana getirdiği gazetedeki tarih aklıma geldi, tarih 2002 yılını gösteriyordu. Zaman akımı o kadar can yakıcıydı ki şuan içimde sebepsiz vicdan azabı çekiyordum. Ailemizin, babamın parası ile insanları yöneten bir manyakla karşı karşıya kalmıştık.

 

Ben kendi acılarımın üzerinden geçerken, kendi öz amcamın insanlara yaşatmış olduğu acıyı düşünüyordum. O kişi bir tek benim ailemi değil başka aileleride darma dağın etmişti, gözlerimi kapatsam etrafta dağıttı insanların hayatları önümde tiyatro gibi geçip gidiyordu.

 

Oysa gözlerim karanlığa kavuşmalıydı, şuan tek gördüğüm şey çığlık atan ve sessiliği ile boğulan insanlardı.

 

Aradan zamanın akışına yenik düşerken arabayı dışarıda bırakmış bekleme salonunda Canan'ın babasını bekliyorduk. Henüz müvekkilim olmadığı için onunla özel görüşme odasında görüşmemiz mümkün değildi. Ne kadar avukat olsamda kanun gereğince bunu yapamazdım.

 

Geriye yaslanmış, bacak bacak üstüne atmış ve derin ur nefes eşliğinde beklemeye başladım. Canan parmaklarını kemirirken benim bakışlarım açılan kapıya gitti. Etraftaki insanların fısıltıları beni rahatsız etmiyordu tam tersi sessizliği asla tercih etmezdim çünkü ben sessizlik içinde bile bir dava dosyası ile ilgilenemezdim. İlla Demet, Sezen, Şebnem ve ya Kıraç çalmalıydı.

 

"Baba." dedi, kollarını açıp babasına sarılan Canan.

 

Babasının uzamış olan beyaz sakllarına baktım, düşük göz altı ve morluklar, omzunun yıkılışı... Ellerinin sessizce titremesi. Bunları hak edecek bir adam değildi çünkü sesini çıkardı. Ve insanlar onu suçlu buluyor, caniliği kabul etmediği için, vicdanını öne atıp dik durduğu için. Bir avukat olarak söylüyorum, adaletin kanatlarına inanmakta bir suçtur.

 

"Merhaba Tahir Bey, ben Avukat Elzem Yıldırım." dedim, elimi uzatıp buz kesmiş elleri tutarken bedenimin tüm sıcaklığı yerle bir olmuş gibiydi.

 

Başı ile selam verirken sandalyesine geçip oturdu. Etrafa sessiz bir göz gezdirip durdum. O sırada Canan babasına benim burada neden bulunduğumu söylüyordu.

 

"Sizi de mesleğinizden men eder. Yapma kızım." Başını korku ile iki yana sallayıp kahverenginin en solmuş rengi ile baktı bana.

 

Başımı iki yana sallayıp, "Bu sefer yalnız değilsiniz, Tahir Bey. Yaman, benim ailemi de ölüme sürükledi." Cümleleri kuran Avukat Elzem Yıldırım. Çünkü acılı bir Elzem bunları rahatça söyleyemezdi. Kollarımı masaya koyup Tahir Bey'e doğru başımı hafif eğip sessiz bir tonla konuşmaya başladım. "Bakın, sizin yaranızın binbir katını benim ailem yaşadı. Annem taciz edildi, babamın ve abimin gözü önünde hem de." Bu cümleleri kurarken boğazım sular içinde kalmış gibi hissediyordum. Derin bir nefes bırakıp, "İnan bana Yaman'ı yıkmak ve gerçek yüzünü ortaya koymak için her şeyi yaparım. Yaparız." dedim bakışlarım Canan'a gitti.

 

"Baba lütfen, sesini yutma. Yıllar önce susmadığın gibi şimdide susma." dedi, babasını ellerini kavrayıp güçlü gözlerle ve hırslı bakışlar atarken.

 

Tahir Bey sadece başını salladı, bana doğru eğilip, konuşmaya başladı, "Yaman'ın annesi. Onu akıl hastanesinden kaçırdı. Yaman'ı kimse aramaya kalkışmadı, çünkü annesi çokça para döktü. Yaman, normal bir adam değil." Bakışları derince ve korkular içinde açılmış. Gözlerinde beliren sessiz korkuyu Canan'da görmüş olcak ki babasını elini öpüp alnına koydu. "Ben onun akıl hastanesinden kaçırıldığının ve kayıt yaptığı günün dosyalarını bulmuştum. Ayrıca o yıl yeni çıkan kameralarda Yaman'ın, bir masada kurulu bir çok mafya üyesi. Yaman elinde bir silah ile adamı öldürmüştü."

 

Tüyleri ürpertici gerçeklerle karşı karşıya kalmanın yükü yüreğimi taşımam engel oluyordu. Elim istemsizce, ben hissetmeden kalbime gitmişti. Bakışlarımda dalgınlık ortaya çıkarken ellerini sıkıp Tahir Bey'in gözünün en derinine baktım.

 

"Bana onları nerede gizlediğinizi söyleyin?"

 

"Yaman, onların kopyasını yaktı... Ama bende gerçekliğiyle duruyordu. Küçük bir bellekte gizli o video. Yaman'ın o videodan haberi yok."

 

"Baba ziyaret sona eriyor nerede söyle!" dedi, Canan dağılan bir kaç mahkûma bakarken.

 

"Orman yolunun maviye boyanmış olan ağacın altına gömdüm hepsini..." Cümlenin sonu gelmeden memur herkesi toplamaya başladı.

 

Elim saçlarıma giderken. Sadece beş masanın bulunduğu alana baktım. Beş kişilik bir salon ve her duvarda ayrı duran mahkûmlar.

 

"Söylemedi. Adam cümlesini bitirmedi." dedim elim ile kolundan götürülen Tahir'e bakarken.

 

Canan gözleri parlar bir şekilde durdu. "Ben biliyorum." dedi, başını gülümseyerek salladı.

 

"Gidelim..." Sözümü tamamlamadan yine bir olay olmuştu, omzum sertçe bir bedene çarpmıştı. "Yavaş kardeşim."

 

Bana dik dik bakan sert bedene bakmadan edemedim, kaşlarım çatılırken adamın yandan bana sert bakışı ile memurun onun kolundan tutup götürmesi bir oldu. Ellerindeki kelepçe onun suç derecesinin yüksek olduğunu gösteriyordu.

 

Adam ayrılana kadar baktı bana, saçları alnını örterken bakışları çatıkça bakmaya hâlâ devam etti. Başımı iki yana sallayıp, elimi alnıma attım. "Lütfen şuradan çıkalım. Boğdu beni." dedim, çıkışa doğru adımlayıp soğuk renklikten uzaklaşıp gökyüzüne bakıp derin bir nefes verirken ki zaman aşımı boğazımda sessiz bir elin varlığı gibiydi.

 

Arabaya binerken Kuzgun'a mesaj attım. Şuan acil buluşmamız ve bu zorla işittiğim gerçekleri onunda işitmesini istedim. Bu bilgiler çok önemliydi. Yaman'ın akıl sağlığının bozuk olması ve annesi tarafından oradan para ile çıkarılması... Bunlar hayal gibiydi. O kadın, kendi oğlunu kurtarmadı, o kadın; kendi ailesinin kanını dökmeye yardımcı olan bir yandaşçıydı. En büyük yükte o kadının benim babaannem olmasıydı. Belki de oğlunun, Yaman'ın böyle bir karakter taşıyacağına inanmadı, inanmak istemedi. Vicdanın olduğunu, elini hep kabinde tuttuğuna inanmak istiyordu. Gerçekler en can alıcı şekilde karşısına çıktığında ne yapmıştır, gerçekleri görmezden gelmek yaşamın bir parçasıydı.

 

Annelik duygusunu bilmeden yorum yapmam ama canı bir evlat dünyaya getirmiş olsaydım onu dört duvara hapis ederdim. Bunu yapacak Yüreğe şuan sahiptim ama ileride bunu bilememenin bilinci ile kalmak çok zordu.

 

Arabayı sürmeye başlarken, Canan orman yolunda bulunan evi bana anlattı. Küçük bir ahşap evden bahsetti. Babası o renkli ağaç seviyor diye ağaçların alt kısmını hep boyallarmış.

 

"O delilleri almamız lazım. Kimse ulaşamadan almamız lazım." dedi, Canan tedirgin içine kapılırken.

Arabayı oto yıkamaya sürüyordum. Kuzgun, en güvenli yerin orası olduğunu yazmıştı bana. Canan'a güvenmekten, onun bana güvenmekten başka çaresi kalmamıştı. Ezbere kayıt ettiğim yolları aşarken tenha sokaklara giriş yapmıştım. Küçük mahallenin ilerisinde bulunan bir oto yıkama sahibi olan abimin, aslında bir milyaderin torunu olması onu güçlü kılardı. Abim bu sokaklarda büyüdü, bu sokakların duvarına sırtını dayadı, bu sokakların çocuklarına sırtını dayadı.

 

Arabayı durdurup ileride duran Kuzgun'a baktım. Arabanın kapısını seslice kapatıp ilerledim. Bakışlarım bana merak içinde ve yüzüne maske olan o çatık kaşlarla bakan Kuzgun'da dururken, yandan çıkan kişi ile durakladım. Abim. Abimin bakışları sorarca benim üzerimde dolaştı. O kısık gözlerde, o ellerin bele gidişi çok şeyi anlatıyordu.

 

Arkamda duran Canan'a baktım. Yanımda durup çantasını sıkıca kavrayıp tanımış olduğu çehreye ve sonra abime baktı.

 

"Geçelim." dedi, Kuzgun eli ile açık olan geniş kapıyı göstererek.

 

Abim yol açarken Canan ile içeriye adımladım. Hortumdan gelen sert sesi ve su tanecikleri bakışlarım Dinçer'e gitti. Beni fark edince suyu kesip hortumu yerine koydu. Arabanın köpüğünü yarım bırakıp yanımıza gelmişti. Ben otururken Kuzgun konuşmam için eli ile masaya vurup dök der gibi yaptı.

 

Derin bir nefes verirken abimin tekli koltuğa yaslanıp sırtını geriye vermesi ve Dinçer'in ilerleyip çay getirmeye gittiğine emin oluşum, Kuzgun'un sakin bakışları... İlk defa gerilmiyorum ya. Dökmeye hazırlanırkne derin bir nefes verdim.

 

Her şey gerçekliği ile anlatmaya başlarken, abimin yüzünde bundan zevk alır gibi bir gülümseme ve bakış, Kuzgun'un ise gerçekler bu kadar derin mi diye düşünceleri bakışlarına işliyordu. Her şeyi en doğrusu ile ortaya koymuştum. Dudaklarım ilk defa konuşmaktan yorulmuştu, bu gerçekliğin yükü ile alakalıydı.

 

Çenemi dikçe kaldırıp başını iki yana gülerek sallayan abime baktım. "Ben, babaannem hakkında hiç bir bilgi bilmiyorum, büyükbabam zaten ayrı kalmıştı hep ondan." Ellerini iki yana açıp derin bir nefes bıraktı ortaya, o nefes sanki hepimizi esip geçti çünkü burada en acı çeken kişi abimdi. Ne anlatırsak ağlamak yerine kahkaha atıyor, ya da küçük bir gülümseme ile karşılık veriyordu.

 

"O evrakları almam gerek." dedi Kuzgun ayağa kalktığını fark edince bende ayaklandım. "O kıza zarar gelir, köşke git." dedi uyarıcı ses tonu ile abime yandan bir kaç saniye baktıktan sonra bana dönerek. Gözü ile kapıya gelmemi söyledi.

 

Dinçer elindeki çay bardağını Canan'a verirken, "Hayır teşekkürler." Ayağa kalktığını gördüğümde elim ile nazikçe ve tebessüm ederek oturmasını söyledim. Uzatılan çayı tekrar alınca Dinçer'in bana baktığını gördüm. Yüzünde sıcak bir gülümseme ile göz kırptı. Bu Kuzgun'la aramızdaki ateşi harlayan kişiydi; Dinçer'di.

 

Gülen yüzüm ile çıkışa ilerledim, Kuzgun tam parmakları arasına sigara alacağı an durdu, geri paketine koyup bana baktı. Kaşları çatık ama gözleri ışıldı, masumdu, hoştu ve cazip alıcı.

 

"Aferin sana Elzem Yıldırım."

 

"Sizi mutlu tatmin ettiysek ne mutlu bize." dedim, sol omzunu cilve ile havaya kaldırıp indirirken.

 

Dudaklarına yerleşen o gülüş ile bakışlarım keskince ona kenetlendi.

 

"Başka şeylerle tatmin etmeni tercih ederim." dediğinde yüzüme yerleşmiş olan o arsız bakışlar kendini belli etti. Yüzümde bir sırıtış boynumda ise bir Kuzgun vardı. "Abim görecek."

 

"Oda bilsin." dedi boynumu öperken çıkan boğunuk sesi ile.

 

Ellerim ensesine gitmişti gözlerim anlık kapandı ve başımı yorgun olmamam rağmen, yorgunca başına yasladım. Eli bel boşluğumu değerken beni köşeye çekip çenemden yanağıma yanağımdan ise dudağıma geldi. Bu sabah beni öpmeye doyamamıştı, beni kötü yola sokacağını bildiğim için ondan hep uzak durmaya çalıştım. Ne kadar zor olsa da yapmıştım. İki eli yanağıma giderken. Alnını alnıma yasladı.

 

"Beni sakin geçip gidecek bir erkek olarak tanıma. Seni buldum bırakır mıyım ben?"

 

"Asla. Erkek değilsin, adamsın. Yüreğini yüreğimle şenlendiren adam," dudağı tekrar dudağımı iştahlıca değdi. Elim yine yaralı çenesine gitti. Okşadım, beni benden alan yarayı. "Şu köşeden biri çıkacak, bak ne olacak."

 

"Sevdiğime doymaya çalışıyorum derim." dedi elimi tutup alnıma dolgun dudaklarını değdirirken. Diğer elinin kalçama yakın bir yerde durması ile bedenim yöne alevlendi. Avuç içi aşağı ineceği an sırtımdan havalanıp okşayarak ince belime kavuşmuştu.

 

Bu hareketleri içimi titretirken değişik hissiyatlar içinde bırakıyordu beni. Sıcak elleri ile, soğuk bedenime dokunduğunda benim onun ateşi ile yanmaya başlıyordu. Bu canıma zarardı.

 

Elimden tutup beni köşeden çıkarken, sokağa baktım, kimselerin olmaması rahat bir nefes almama sebep olurken Canan'ın köşeden, geniş arabaların gidip çıktığı yerden çıktığını gördüğümde elimi sıkıca kavrayan elden çekmeye çalıştım. İzin vermeyince durdum, bana dönüp, "Lütfen itiraz etme. Seni oraya götürmek istemiyorum. Burada kal ve beni bekle. Kadınla biz gideriz."

 

Zorlaki bir gülüş ile elimi sertçe çekmeye çalıştım. Başımı iki yana sallayıp, "Şuan karşında Elzem Yıldırım var, Avukat Elzem Yıldırım." Kıskançlıktı bu, evet.

 

Kuzgun bunu fark etmiş olacak ki gözleri kısık dudakları ise sessizce gülmüştü. "Kıskandığın kişilere inat seninle şurada sevişirim." Bu söz erimeme yetti, zihnim ve kalbim aynı anda vuruldu. Omuzlarım düşerken arkada bize bakan ama hiç bir şey duymadığını emin olduğum Canan ile konuşmaya çalışıyordum lakin kelimeler yerine, harfler ise sırasını kaybetti.

 

Elim ile arabayı gösterdim sadece dudaklarımı birbirine bastırıp kaşlarımı acizce çattım.

 

Kuzgun kulağına bana yaklaştırıp yandan bakar gibi, "Hadi konuş, hoşuna gitti de mi. Bunu şuan yapabiliriz." Ellerini bana uzatığında gözlerimi şaşkınca açıp geriledim.

 

"Uslu dur be adam. Akıl bırakmıyorsun insanda."

 

"Sen birde şurayı aç, bak." dedi iki parmağı ile kabine vururken.

 

Etkilendim, kesinlikle etkilendim. Ama gitmek istiyordum. Kıskançlığı def edip konuya girdim. Bu adamın sözleri bende akıl bırakmazken az önce neyi tartışıyoruz diye bir kaç saniyekiğine düşündüm. Canan ile tek kalmasını, onunla ormanda o dosyaları aramasını, cidden bende orada bulunmak istiyordum.

 

Ama kıskandığımı bu kadar açık edemezdim. Derin bir nefes verip. Başımı salladım sadece.

 

"Gelene kadar kendini sıcak tut. Az önce dokundumda, bu beden neden soğuk?"

 

Çenemi havaya kaldırıp dudak büzüp arkamı döndüm. Bekleyen Canan'a bakıp, "Kuzgun'a güven, git o dosyaları getir ve gel." dedim, elini omzuna güven dolu sürterken. Bana karşı olan tebessüm içimi ısıtırken yinede sert atan kalbim hâlâ yerinde duruyordu. Aklıma Furkan'ı nasıl deli gibi kıskandığımı geldi, yoksa benim kıskançlık ve sahipleyiciliğim yüzünden mi benimle ilişkisi yürümedi? Olması gerek buydu neyin yürümemesi.

 

Kuzgun'un yanında bir başka bir kadının oturmasını dayanamayacağım için, isterse Canan olsun dayanamam.

 

Ayaklanıp bana doğru gelen abime baktım. Sol elini cebine atıp, sağ eli ile kumral koyu yeni çıkmış gibi olan sakllarına okşadı. Kolunu kaldırıp bana doğru uzattı. Kolunu omzuma sarıp başımdan öpmüştü.

 

"Evlenmişsin." dedim, imali bir ifade ile.

 

"Hı, var öyle bir şey." dedi, ardından nerin bir nefes bıraktı.

 

"Adı neydi, kızın?" dedim, gözlerim onda değil arabayı yıkamaya devam eden Dinçer'e kaydı. Üstü ıslanmasın diye giymiş olduğu kıyafeti inceleyip, ileride sıra halinde duran motorlara baktım. Geniş alanda en ileride üstü kapalı geniş gözüken bir araba vardı.

 

Önüme dönüp, abimi dinlemeye başladım.

 

"Begüm. Sıradan biri işte."

 

"Öyle deme ama, karın o senin karın." dedim, içimdeki alaycılığı saklayamadan.

 

Bu tavrım hoşuna gitmemişti, elini omzundan çekip oflar gibi yaptı.

 

"Yalan mı? Evleniyoraun ne haber veriyorsun ne bilgi aktarıyorsun," Dinçer'in koyduğu çaydan bir bardak alıp içine tüp üç tane küp şeker koydum. "Düşman çatlatır gibisin."

 

"Abart, sanki ben istiyorum ya o kızı. Zaten cici bici bir şey. Elimi sallasam kırılacak, cam gibi." Sesi olması gerektiğinden kısık çıkıştı, ama ben kurduğu cümleyi duymuştum.

 

Dudaklarıma sıcak çayı yaklaştırıp bir yudum içtim. Ona bakarken eli, duvarda süs diye koydukları tamponda dolaştı. Parmağını gelen toz tenelerine bakıp, parmağına doğru üfledi.

 

Tekli koltuğa otururken kafam dağılsın istiyordum, bu yüzden elime telefonu aldım. Herhangi bir bildirim yoktu, Berat ve Yiğit'ten de ses seda yokt. Zihnimdeki kıskançlık taneleri def olmalıydı, bana doğru yaklaşan Dinçer ile gülümseyip, elimdeki telefonu kapadım.

 

"Hayrola, ne iş?"

 

"Ne, ne iş?" dedim yandan bakmaya başlarken.

 

Ne sorduğunu biliyordum, Kuzgun ile aramızdaki durumu soruyordu, eğer Dinçer ona o sözleri kurmasaydı ve Kuzgun o sözleri ciddiye almasaydı belki hâlâ kendi ateşimiz ve sessizliğimiz içinde kalacaktık. Ben ona uzaktan hödük demeye devam edeceğim ise sert tavrını her daim ortaya koyacaktı.

 

"Nasılsın Dinçer. Ne var ne yok."

 

İki elini yana açıp, "İş güç işte bir koştur gel, öyle. Sen nasılsın." Yüzünde belirsiz bir gülüş ile baktı. Mavi olduğuna şuan emin olduğum gözlerle baktı, ortadaki siyahlık o kadar kendini belli ediyordu ki mavilik hep gizli kalıyordu. Ben onun gözlerini yeşil bilirken meğer alnına ve düşen sarı dağınık saçları tüm rengini gizliyordu.

 

Başımı sallayıp, öne eğdim topuklu ucu sivri olan ayakkabılarıma baktım.

 

"Eee sustun kaldın, var mı bir muhabbet kuşun." dediğinde, kaslarım havalanmış ellerim ise iki yana açılmıştı.

 

"Galiba şuanlık yokta, bu Begüm'ü nereden buldu?" Bunu asla merak etmiyordum sadece sessizliği bozmak için ağzımı açmıştım.

 

Dinçer dudaklarını ıslatıp ince dörtgen gözlüğünü düzeltip bana baktı. Bir saniyeliğine abime bakıp uğraştığı malzemeleri inceledi. Başını yana yatırarak bana döndü.

 

"Zorla evleneceği adamın otel açılımı vardı. Begüm'ü alabilmek için yangın çıkardı." Bu açıklama ile gözlerim derince açılıp yüzünde belirsiz bir sırıtış ile baktım sadece.

 

Gözüm yandan sağ tarafımda bulunan abime gitti, gözü bana değince, benim onu izlediğimi ve yüzümde ki sırıtış ile sıkıntı çeker gibi başını bir yana sallayıp önüne, çatık yüzü ile döndü. Eli ile araba malzemelerini karıştırıp dururken elindeki tornavidayı alıp geniş masanın üzerine koydu.

 

"Ne aşk ama -diyemiyorum, çünkü kıza ilgisi yok."

 

Dinçer'in yüzünde ekşiyen bir ofade ile geriye yaslanıp, "Yok. Kızdan haz almıyor. Bunu istemedi zaten Kuzgun zorladı." Yapma be Dinçer, gitmişti aklımın en küçük ucundan kayıp gitmişti. Dudaklarımı birbirine bastırıp önümde hafif soğuduğuna emin olduğum çayımı elime aldım.

 

"Bildiği vardır onunda." dedim, yudumumu alıp soğuklaşan bedenimi ısıtmaya çalışırken.

 

İçimdeki küller sessizce varlığını belli ederken ben onları dindirmek için derin nefesler alıp boş vere bırakıyordum. Sokaktan gelen araba sesleri ve öğrencilerin geçişi benim gözüme tiyatro gibi gelirken ben ayaklanıp arada bir, ileri geri gidip geliyordum.

 

*****

Gün seslice devam ederken, kafeden çıkan Sinem sokağın sonunda bulunan durağa ilerledi. Elindeki not defterini mor çantasına atarken. Otobüsün yaklaştığını gördüğünde koşar adım duran otobüse yaklaştı. Sıra halinde binen toplum ile bekleyip yavaş ve hizalı bir şekilde bindi.

 

Elindeki telefonun bildirip kutusunu incelerken, annesinden gelen mesaj ile alt dudağını dişleyip göğüs kafesini indirip kaldırmıştı, sessiz bir nefes ile telefonunu montunun cebine atıp, ayakta durup camdan dışarıyı izlemekten başka çaresi olmadığının bilinci ile, sesli otobüsün içinde geniş camlardan dışarıya baktı. Şuan saat beşi buluyordu. Bugün erken mesai bitirip evine ilerliyordu.

 

Aradan geçen durak ve yolcu değişimini ardında bir yere oturmuş ve sadece dört durak beklerken elindeki telefona düşen art arda mesajlar ile yüzünde saklı bir tebessüm ile durup mesajları okudu.

 

Daha çayın yanında ye diye bisküvi verecektim.

 

Neden erken gidiyorsun aşkım?

 

Yiğit'le ugraşmamız lazım daha.

 

Yorgun musun yoksa. Eğer öyleyse tamam, git uyu. Seni seviyorum.

 

Berat'ın mesajlarına cevap yazacağı an otobüs onun ineceği yerde durmuştu. Telefonu kapatıp otobüsten indi. Yağan şiddetli yağmur ile çakan sert ve insanın tüylerini ürperten şimşeklere karşı koşanca evinin yoluna ilerlemişti. Kendi sokağına girdiğinde. İleride kapılarını çalan adamlara baktı. Adımları koşmayı kesmiş yürür bir şekilde, inceler bir şekilde ilerledi. Annesi kapıda belirince adamlar içeriye sertçe girmişti. Gözleri tedirginlik içinde bakarken adımları sertleşmiş, koşarak kapısına gitmeye başlamıştı. Kapıya vardığında yarım açık kapıdan içeriye hızla girdi.

 

"N'oluyo burada siz kimsiniz. Çek elini annemin üzerinden." Parmağını adama doğru kaldırıp öfke dolu bir sesle bağırmıştı.

 

"Bu mu kızın?" dedi içlerinde boynunda tüm yerini kaplayan değişik olan dövmeler barınan adam.

 

"Evet. Ama onun sana verecek bir parası yok." dedi, Sinem annesinin titrek sesine aldanış vermeden sertçe adamlara bakıyordu.

 

"Kim bunlar?" diye sordu öfke dolu sesi ellerine işliyordu, avuç içini parmaklarını bastırmaya başlarken.

 

"İlk önce, küçük hanım düzgün bir ses tonuyla konuş. Daha sonra şu ananı kumar masasında kurtar," Adam elini Sinem'e doğru uzatmıştı, Sinem annesine dolu gözlerle bakarken, adamın kurduğu cümle yüreğine ağır bir taş kondurmuştu. "Tefeci ben, ibo derler. Annen iki gün sonra bana üç yüz binimi getirmezse... Bende seni alırım."

 

Annesi başını öne ekşimiş yüzü ile eğdi. Adam annesini kolunu tutarken sertçe duvara fırlatır gibi kolunu bırakmıştı.

 

Kadın dağınık ve yıpranmış saçlara başını iki yana sallarken, "Ben o parayı veremem."

 

"O zaman kızın benim kumarhanemde çalışacak."

 

"Ne?" dedi Sinem şaşkın ve korku dolu gözlerini annesine dikerken. Adama dönüp başını iki yana salladı. "Hayır, bana bir hafta verin size getiririm o parayı."

 

"Oy sen büyüdü de paran mı oldu." Adam alay dolu bakışlar ile Sinem'e bakarken yüzüne doğru eğilip, "İki gün. Sadece iki gün." Gözleri Sinem'in annesine bir kaç saniye baktıktan sonra, adımlarını hızlandırıp bulundukları alandan uzaklaşmışlardı.

 

"Neden." dedi Sinem gözleri yerde dalgın bir şekilde dururken. "Neden anne..." Sesi küçük bir kız çocuğundan farksız çıkmıştı. Cevap istiyordu, konuşsun istiyordu.

 

Annesi adımlarını sarhoş gibi ilerleyip yukarıya çıkmıştı, merdiven basamaklarını aşıp evine girerken arkasından gelen kızına bakmadı.

 

"Söz verdin," dedi kapıyı sertçe kapatıp ayağındaki botları çıkarıp bir köşeye fırlatırken salona giren annesi ile öfkesi daha da arttı. "Söz verdin, bir daha o boka donumayacaksın. Oynamayacaksın diye! Neden!" Salona girip ayakta duran annesine baktı.

 

Dağılmış saçlar önde çıkan beyazlar, sanki hiç tarak vurulmamış gibiydi.

 

"Baban yüzünden."

 

Annesi cümlenin devamını kuramadan Sinem kolundan tutup kendisine doğru çevirip yüzüne doğru bakmasını sağladı. Öfkeli bakışları, kızaran burnu ve gözleri ile öfke ile duruyordu. Beden, öfkeye dalmış gibi karışık bir hissiyat yaşanıyordu, Sinem.

 

"Babam ben doğduğumda bıraktı, sende bırakmalıydın."

 

"Ben mi istedim! Baban sürükledi! Baban gitti ve ben o masa tek kaldım!"

 

"Beni hiç mi düşünmüyorsun." dedi, omuzları düşmüş elleri saçları arasında dururken bir ileri bir geri gidip geliyordu.

 

"Benim kumarım baban geldiğinde başladı. Baban alıştırdı," Sesi dalgın dalgın da, bakışları halıda dururken ince kaşlarını kaldırıp, "Babanı hatırlatıyor."

 

"Yapmış olduğun bahaneye bak sen ya! Yapma!" Öfkesi yüzüne işliyordu, gözleri derince açılmış yaşlar alev taneciği gibi akıyordu. "Hayatımın içine sıçtın, beni sen mahvediyorsun görmüyor musun be kadın. Toparla kendini!"

 

"Defol odana. Beni anlamazsın, sen."

 

Durmak dâhi istemedi, Sinem. Annesine parmağını kaldırıp, "Babam şu kapıdan girse yüzüne bakmaya utanır. Mezarda kemikleri sızlıyor o adamın şimdi!"

 

Göz yaşları ve hıçkıra hıçkıra ağlaması tüm evi inletirken adımları zorla odasına gitti. Çalan telefonu cebinden çıkarıp, ekranına bile bakmadan, tamamen kapatıp yatağın üzerine atarken; dizlerini yere eciz ve bitkin bir şekilde değdirdi. Yatağa sırtını yaslayıp, dizlerini kendine doğru çekip başını dizlerine gömdü. Derin ağlamalar nefesini keserken elleri saçlarına gitti. Saçları arasında duran elleri alev gibi yanarken bedeni titriyordu. Yükler onun hayatını zorlaştırırken annesinin bu dengesizliği ona zarardan başka bir şey vermiyordu.

 

Hayat, ne kadar acımasız olursa olsun geçmişe göz ucundan bile bakmak insanı kendisi olmaktan çıkarırdı. Verilen acılar gömmezsek, o acılar bizi gömerdi.

 

Başını kaldırdı Sinem, gözlerini kapatıp başını yatağa yasladı, karanlığa kendini verip hiçlik içinde rahatlamaya çalıştı. Gözleri hiç kimseyi görmüyor, kimsede onu göremiyordu, hissettiği şey buydu, karanlık ona bunu yaşatıyordu. Sessizlik kadar karanlıkta insanların gözünde huzur gibi gözükür. Lakin, ses yoksa huzurda yoktur, çünkü ses bize çıkışı gösterir.

 

 

 

 

Bölüm : 29.08.2025 14:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...