12. Bölüm

12.Bölüm İnat Işığım

Lara Su
larasu

 

12.Nölüm İnat Işığım

Esen rüzgar ruha işlerken, çöken yağmur bedene değmeden edemiyordu. Zemin sonbaharın kokusunu buhar misali yayarken, ağaçlar kendilerine zarar gördükleri yaprakları tek tek döküyordu, eskiden ağacı renklendiren yapraklar şuan yerlerde insanların ayağının altlarında eziliyordu.

 

İstanbul'u ne gri ne de koyu lacivert boyamıştı, İstanbul'u siyahtan da koyu bulutlar hapis etmişti. Kötü olayların yaklaşacağının bir habercisi gibi insanların gözlerinin önünde şehri kaplarken, yağmur göz yaşı gibi durmak bilmiyordu. Zemine sertçe yapışırken Gökalp emniyet kemerini dâhi takmamışken apar topar köşke gelmişti, köşkün kapısında ki adamlar kapıyı açarken tekerin sesi bahçeyi inletmişti. Arabasından inip kapıyı sertçe kapatırken evin kapısına ilerleyip, kapısını ayağı ile öfkeyle vurmuş ve açılmasını izledi. Kapıya tekrar vurduğunda ahşaptan beyaz kapının açılmasını sağlayan kadın, Asya hanımdı. Gökalp ona göz ucu ile bakmadan merdivenlere ilerledi. Merdiven başında elinde bir dosya ile aşağı inan Yaman'a baktı.

 

Yüzünde yalan dolu bir tebessüm ile, "Hoş geldin yeğenim." dedi lakin Gökalp onu görmezden gelip öfkesi ile yukarıya, Begüm'ün odasına ilerledi.

 

İnip kalkan göğüs kafesi ile kapıyı sertçe açıp gözlerini etrafta gezdirdi, yatağa uzanmış olan Begüm de durdu gözleri. Ona doğru yaklaşıp üzerindeki yorganı çekip kolundan tutup doğrultu. Begüm bu dokunuş ile korku içinde gerileyip kolunu kurtarmaya çalışırken, Gökalp iki kolundan tutup yüzüne baktı.

 

"Dur!" dedi öfkesi ağır basmış bedeni Kenan'dan uzak Gökalp'e yakın dururken.

 

Gördüğü görüntü ile kaşlarını çatıp, gözlerinden alevler çıkartacak kadar Gökalp olmayı seçti. "Bunu sana o mu yaptı. O mu dokundu sana!" dedi dişlerinin arasından, Gökalp.

 

Begüm göz yaşlarına hâkim olmayarak başını eğdi. Yara almış olan dudağından akan kanı hissetti ve eli ile silmeye çalıştı. O anda Gökalp, sağ eli ile Begüm'ün kolundan çekip dizlerini yatağa değdirip. Ardından Begüm'ün yüzüne doğru eğildi; eli çenesine gitti ve çenesini tutup yukarıya kaldırdı.

 

"Amın evladı boynunu mu sıktı?" dedi öfkeyle. Begüm'ün kızaran ve morarmış olan boynuna derince kilitlenmiş gözlerle baktı. Beyaz teni yaralarını belli ederken, Gökalp'in öfkesi körükleyerek onu cehennem ateşine döndürmeye başlamıştı.

 

Cebinde çalan telefonu, gözlerini Begüm'ün boynundan ayırmadan Begüm'ün çenesinde ki eli çekip cebine soktu. Arayan kişiye göz ucu ile baktı. Kuzgun'du.

 

Açıp kulağına götürdü, "Ne yapacağını biliyorum, sakın. Bugün orada olman gerek, benimle."

 

Kuzgun telefonu onun konuşmasını beklemeden kapatmıştı. Gökalp alt dudağını dişleyip Begüm'ün elinden tutarken sokakta büyüyen o çocuğu ruhuna işleyip odadan çıkmıştı. Eli, sıkıca Begüm'ün kolunu tutarken merdivenleri tek tek indi, gözleri yine koridorlarda dolaşmadı. Begüm ona bir şeyler söylüyordu ama Gökalp şuan Kenan değil, sokakta büyüyen serseri Gökalp'ti.

 

Gözleri, salona giden koridorun parlak zemine bir şekilde ilerledi. Salona vardığında başını kaldırıp baş tahta oturmuş olan Yaman'a baktı. Yaman, onun varlığını hissedince önündeki dosyadan gözlerini çekip Gökalp ve Begüm'e baktı. Yanlarında elinde telefon ile zorla oturan Mahir ve bahçe kapısından giren Almira ile tüm bakışlar, alnında öfke damarı, bedeninde kaynar suyun buharı olan Gökalp'teydi.

 

"Her kim bu saatten sonra benim karıma bir laf, bir dokunuş sergilesin, önünde beni bulmaz mezarında diri diri gömülürken bulur." Bakışları sadece Yaman'daydı Yaman kısık gözlerle ona bakarken, yüzünde sanki bundan zevk almış gibi sessiz bir gülüş vardı, kimse fark etmedi lakin Gökalp bunu fark etmişti. "Tıpkı o sağ kolunuz gibi ölmeyi diletirim size." Bu cümle herkesi şoka uğrattı Begüm'ü bile, içlerinde sadece biri buna şaşırmadı Yaman Durkan.

 

Bu olayı onun yaptığını biliyordu, ölümünü onun gerçekleştirdiğini biliyordu. Almira elini kalbine atarken yüzündeki o tiksinti ve sessiz tedirginlik ile bakışları Yaman'a döndü Yaman'ın bir şeyler yapmasını sesini duyurmasını istedi. Ama bunu yapmadı. Mahir gözlerinde şaşkınlık barındırıyordu, yarım sırıtış ile dikleşip kendine gelmeye çalışırken, Begüm ona altan bakıp titreyen bedeni ile babasından da cani olduğunu düşündüğü adama baktı. Bu canilikse o zaman neden onu yaralı ve ucu ateşli oklarla birikmiş olan kanatlarında koruyordu ki?

 

"Bu, hepiniz için geçerli." dedi, arkasını dönüp duran çalışanlara ve bahçede bekleyen iki korumaya karşı.

 

Son kez Yaman'a bakıp, ilerledi. Begüm titrek ellini sıkıca Gökalp'in eline sararken akan göz yaşını silip Gökalp'e bakmadan konuştu. "Ateşi harlıyorsun." Sessiz kaldı Gökalp. Begüm'ün o sessiz çıkan sesine alınmaya başladığını hissettiğinde merdivenlerden çıkarken kaşlarını çatmadan edemedi. Başını yana yatırıp derin ve öfke dolu bir şekilde nefesini bırakıp odaya daldı.

 

Begüm'ü yatağa otururken önünde eğilip iki çağının arasına konup gözlerine derince baktı, "Senden haz almıyorum, senide sevmiyorum. Ama açık konuşayım o adamın sana zarar vermesinide istemiyorum." Begüm boğazına yumruk yemiş gibi nefesi kesilirken göz yaşı sessizce şelale gibi akmaya devam etti, yüzü kızarmış gözleri şişmişti. Gökalp dudaklarını yalayıp, konuşmaya devam etti. "Senle ilk konuşmaya başladığımız o anda bana kim olduğumi sordun... Bende sana; cennetten çıkarılıp cehenneme hapis ettiğiniz o çocuk dedim."

 

Begüm başını bile sallamaya mecali yokken, bunu tek sebebi onun kurduğu cümlenin onun için kırgınlık yaratmasıydı. Gökalp ona cici bici bir şeysin derken yalan söylemiyordu. Dinçer yüzünden analiz yapısı artmıştı.

 

"Şu yaralarına ilaç merhem çalalım." Ayaklanıp cebindeki telefonu beyaz masanın üzerine savurdu.

Begüm yorganı üzerine çekip, "Kendiliğinden geçer. Yara işte abartma." diyip, yorganı burnuna kadar çekmişti, gözlerini kapatıp dudaklarını birbirine bastırdı.

 

Gökalp, "Emek gostermezsen geç geçer. Ayrıca abartmıyorum ağzımı bile açmadım daha."

 

"Yeteri kadar açtın zaten, sus artık." dedi, yorganın altından çıkan bulanık sesi ile.

 

Gökalp ellerini beline atıp derin bir nefes verdi. Güneş gözden kayboldu, bulutlar gökyüzünü siyaha boyadı. Gökalp balkonun perdesini çekip üzerindekileri indirip kotu ile kaldı. Yatağın bir köşesine kendini yüz üstü atıp yatağı sallarken Begüm göz ucundan bile bakmadı, yüzü şuan ona dönüktü. Gökalp yandan saniyelik bakıp, şişmiş olan gözlerinin uzun kirpiklerini belli edişini izledi. Gözleri titriyordu, fark etmesi zor değildi. Önüne döndü. Tavanı izledi. Gece yarısı çıkması gerekti, hatta şuan çıkması gerekti. Kuzgun'un sinsiliğini bugün fark etmeye başlamıştı, gözleri önünde duran adamın her haltı hangi ara yediğini kendi kendine sormuştu Gökalp. Yaman'ın adını geçtiği masadan tiksinen Ercan ile ne ara konuşmuş, mafya masasına ne ara adını çizmiş bilmiyordu tek bildiği şey Zafer Yıldırım'dı.

 

Her şeyin ucu ona çıkıyordu, zafer hem Gökalp'i hem de Kuzgun'u çocukluk yıllarından beri tanıyordu. Derin mevzulara dalmak istemedi onun tek odağı Yaman'dı.

 

"Uyuyor musun?" dedi, ona bakmıyordu gözleri hâlâ tavandaydı. "Benim bu gece uzun bir işim var. Sabah saatlerinde gelirim. Ben gelene kadar uyu çıkma buradan."

 

"Neden?" dedi yanından çıkan boğuk ses ile bakışları o yöne döndü.

 

"İşim var işte, sorma." dedi doğrulukenuken.

 

"Tamam." dedi, yorganı tamamen üzerine çekmeye çalışırken, Gökalp'in o yorgana yaptığı baskı yüzünden çekemezken Gökalp kıçını kaldırıp ayaklanmıştı, ya sabır çekip dolaba yönelirken siyah kazağını altına siyah bir atlet geçirip üzerine de çıkardığı kazağı geçirmişti.

 

Gözleri Begüm'e çarpmadan odadan çıkarken elindeki tepsi ile Ali'nin odasına giden Asya'ya baktı. Boş verip merdivenlerden inerken kapıyı açtığında yüzüne vuran sert rüzgarlar onun yanan bedenini buhara çevirmişe benziyordu. Dışarıya kendini atıp, sert yağan yağmura karşı hızla arabasına binerken, cebine atmış olduğu telefonun titrediğini hissetti ama çıkarıpta bildirime bakmadı, şuan sadece şu köşkten çıkmak istiyordu. Kapıda duran adama başını sallayıp çıkarken, adamda ona karşı başını sallayıp ardından geniş sert demirden yapılı kapıyı kapatmıştı. Gökalp trafiğin olmadığı sokaklardan yolunu uzatırken parmaklarını direksiyona vuruyordu. Kenan olan ruhunun aklı Begüm de olmalıydı ama şuan kuşandığı ruh Gökalp'ti. Aklı ne diye Begüm de kalıyordu şuan? Bu iş iyice onu bozarken bedeni şu buzluk havada alev içinde kalmıştı, bu Yaman'ın yaratmış olduğu öfkeden ibaretti.

 

Cebinden telefonu çıkarıp gelen bildirime baktı. Kuzgun ona bir konum atmıştı. Konumu açıp mesafe aralığına baktı. Yirmi beş dakika gösteriyordu. Konumu ekran sisteminden açıp geriye yaslandı. Dili ağzının içinde oynarken yağan yağmur ön camın görüşünü bozuyordu. Silecekler ilk yola çıktığında çalışmıştı lakin o kadar şiddetli yağıyordu ki, sanki inat ediyor gibi yağmur damlaları.

 

"Allah'ım verdiğin yağmura şükür, şikayet etmek ne haddime de..." diyip, başını sıkıntıyla bir yana sallayıp derin bir nefes verdi.

 

Aradan geçen zaman ile vardığı konumda durmuştu. Yokuşun ortasında duruken el fenerini çekip arabadan inmeden bekledi, yıkık evin yanında bulunan eve baktı. Kapısı açılmıştı, arabadan inip oraya doğru ilerleken geniş yokuşun aşağısına ve geldiği yere yani yukarıya bakıp durdu.

 

Kapıda duran uzun boylu ince adam baktı. Adam ona bir şey demeden içeriye girmişti. Gökalp kapıyı kapatıp içeriye girerken. Halısız sıcak evin solun olduğunu düşündüğü en dip yerine gitti.

 

Ayakta, duvara yaslı olan Kuzgun'a baktı. Ahşap sandalyede oturmuş yanan peteği elini uzatan başında şapkası olan adama göz ucu ile bakıp Kuzgun'a ne iş der gibi başını sallayıp bekledi.

 

"Hoş geldin oğlum." Bu sesi zihninde yankı yaparken, gözleri hızla yaşlı adama döndü. Adam, arkasını dönüp şaşkın gözlerle bakan Gökalp'e baktı.

 

Gökalp kaşlarını havaya kaldırıp yarım ağızla bakarken, "Sen nerden çıktın dayı?" dedi, gözleri Kuzgun'a giderken yanından geçen adama dikkat bile etmemişti.

 

Zafer Yıldırım seslice gülerken ayağa kalktı, elini uzatırken Gökalp saygıyla elini afallayarak öpmüştü.

 

"İki oğlumuda yan yana görmek beni çok mutlu ediyor."

 

Gökalp yandan Kuzgun'a bakarken ellerini geride birleştirip, sakin duran Kuzgun'a bakmayı kesip Zafer'e dönmüştü.

 

"Dayı sen. Bunu tanıyor musun?" dedi geniş bir şekilde, Gökalp bir de yetmezmiş gibi eli ile göstererek.

 

"Bunu mu?" dedi Kuzgun kasları havada bir şekilde Gökalp'e bakmaya başlarken.

 

"Dur şimdi ya, konuyu değiştirme." dedi isyankar bir ses tonu ile, Gökalp.

 

"Dayı sen bu adamı biliyor musun? Bu adam görev için geldi haberin var demi? Yani sen bana şimdi ben bunu tanıyorum dedin tamam ama ben bu kadar derin olduğunu bilmiyordum." Ellerini göğsüne atıp kendini gösterirken.

 

"Kendisi benim elimde büyüyen bir bordo bereli. Sadece özel görevlerde kendisini öne attırırım. Benim eski bir piyada askeri olduğumu biliyorsun çocuk." dedi, sertliğini öne koyup o az önceki şefkat dolu sesini geriye atarken, dağınık kalın kaşları en sertliği ile çatık bir şekilde, gözlerine yakın tutarken konuştu.

 

Gökalp tek kaşı havada yarım ağızla baktı, dudaklarını birbirine bastırıp, "Ben bunu mit falan sanıyordum. Gerçi sormadım da." dedi yandan Kuzgun'a bakarken Kuzgun'un yüzünde ki o ifadesiz bakışları izledi sadece.

 

"Kuzgun, senin gibi annesiz büyüyen bir çocuk. Senin gibi serseri çocuğu olmayı seçmedi ben; anneme verdiğim sözü tutucam asker olucam, dedi annesinin mezarının başında." Parmağı ile Kuzgun'u işaret etti. Gökalp başını öne eğip dudağını ıslatırken dikleşip Zafer'in gözlerinin en dibine baktı.

 

"Abart." dedi sessizce lakin Zafer onun başına bir tane vurunca gerileyip, "Tamamda bende mühendis oldum ha." dedi geriye bir adım daha atıp elinde tepsi tutan adama bakıp tepsiden bir bardak çay ve küp şeker alırken.

 

"Senin aklın anca o arablara ve silahlara çalışır. Ne varsa sende var. Bokluk sende, delilik sende, adam vurma sende, ha bu Dinç senle yaşay duray! Ne diye adam akullu duray?" Ellerini havada sallayıp hesap sordu.

 

Kuzgun burnunu çekip demli çayından bir yudum alırken, ahşap sandalyeye oturup Gökalp'e baktı. Yüzünde yarım bir gülüş ile gülerken, Gökalp konuşmak için ağzını araladı

 

"Benden deli de sana göstermiyor o. Geçen bizim mahallede yan gözle bacımıza baktı diye, adamın parmağını koparmakla korkutup, adamı titrete titrete yollamıştı." Çayından bir yudum alıp, "Sen onun sessizliğine bakma. Benden senden deli o, bir lafa bakar onun deliliği."

 

"Ula kaç yıldur elimde büyudunuz! Ben sizin bohunuzu rengini bilirum ula!" Parmağını Gökalp'e sallayıp ellerini dizlerine kavuşturup gözlerini Gökalp'ten Kuzgun'a çevirdi, sinir damarı atarken şivesinin kayması normaldi. "Sen anlat bana gelişmeleri." dedi sakinliğine varırken.

 

Kuzgun ifadesiz bakışları ile Zafer'e bakıp, "Dediğim gibi dayı, bir göz dağı vermek için küçük bir toplantı. Bu Ercan'ın Yaman'a olan sessiz nefretini herkes bilir. Zamanında onun evine saldırı bile yapmıştı. Eğer Ercan yapmış olduğum teklifi kabul ederse ve bizim yanımızda olupta Yaman hakkında bilgileri aktarırsa, tamamdır. Ha birde Elzem, Elzem adamın sağlık raporlarının olduğunu öğrendi. Sana bahsettiğim o Canan denen avukatın babası her şeyi döktü. Yaman'ın annesi onu akıl hastanesinden kaçırmış. Sonuçları ise..." Bakışları çayının dibini içen sakin ve ifadesiz olan Gökalp'e kaydı, "Ağır olmuş, dayı."

 

"Tamam, ha bundan sonra o Yaman'ın elinde tuttuğu Meksikalı adamın yerini bulun. O adam bir tek Türkiye de değil, Meksika'da da terörle ilgilenir olmuş. Senin hedefin Yaman değil kimliği gizli, adı anılmayam Meksikalı mafya adamı. Sen!" dedi Gökalp'e karşı. "Senin hedefin ise o Yaman'ı yıkmak. Duydun mu ilan beni!"

 

"Emrin olur dayı." Gökalp ayağa kalkıp Kuzgun'a baktı. Kuzgun elindeki bardağı bırakıp ayaklanmıştı.

 

"Elzem'e iyi bakın." Bu söz üzerine Gökalp tüm dikkatini Zafer'e verdi. Kaşları istemsizce havaya kalkarken Zafer ona baktı.

 

"Tanıyor musun kardeşimi, dayı?" kaşları sorar gibi çatıldı yüreğinden derin bir rüzgar esti geçti.

 

"Az çok."

 

Gökalp ellerini birbirine vurduktan sona yüzünü avuçlayıp hızla Zafer'e döndü. Zafer onun bu tepkisine başı dik durmak zorunda bir şekilde baktı.

 

"Ne zamandır?" dedi gözleri derince açılıp ağzı kurumuş bir şekilde.

 

"Küçük yaşta."

 

"Ha sen onun benim kardeşim olduğunu bilmiyordun." dedi emin olmak istiyordu, kardeş olduklarını bildiği hâlde onları ayrı tutmadığından emin olmak istiyordu.

 

"Biliyordum tabii. Sakın bana, beni kardeşimden neden uzak tuttun deme. Yaman sizi yan göreydide sıkaydı mı ha kafanuza. Ula ben sizi o adamdan uzak tutmak için her gün sokakta durdum, şimdi sakun bağa hesap sorma." Kelimeleri yuttu Gökalp, Yaman'ın vicdansızlığını en iyi bilen kişi Gökalp'ken şuan hesap sorması haddi bile değildi.

 

Arkasını dönüp çıkmıştı, Kuzgun başını saygıyla sallayıp Gökalp'in ardından çıkmıştı.

 

"Sikeyim böyle kaderin, sikeyim böyle..." Yağan yağmurun altında durup, bir eli belinde diğer eli ise sakallarını sıvazladı.

 

"Yürü, konuyu dağıtma." Kuzgun az önce Gökalp'un içeride ona kurduğu cümlenin aynısını ona kurarken yüzünde belirsiz bile sırıtış ile Gökalp'in arabasına ilerledi. Gökalp arkasından yarım açık ağız ile gülerken anahtara basıp arabanın kapılarını aktif hâlâ getirmişti.

 

Sürücü koltuğuna binerken elleri direksiyonu sıkıca kavradı.

 

"Sende mi?"

 

"Ne bende?"

 

Gökalp gözlerini öfkeyle yumdu, "Sende mi Elzem'in çocukluğunu biliyorsun."

 

"Bir kere... Bir kere gördüm sadece. Geri hiç göremedim. Göremedim."

 

"Görme," dedi Gökalp arabayı çalıştırıp tüm atmosferi bozarken. Ağzından bir şeyler mırıldanmadan edemedi.

 

Kuzgun boş verip gözlerini kemere çevirdi, eğer Elzem burada olsaydı o kemeri ona zorla taktırırdı. Eli kemere gidip takarken geriye rahatça yaslanıp Gökalp'e söylediği o mekana doğru sürtmeye başladı. Gökalp yağan yağmura şükür mü etsin yoksa sessizlik içinde kendi bahtına mı sövseydi.

 

Kuzgun yan bir bakışla ona döndü, araba kullanma tarzı hoşuna gitmişti, tek eli ile arabanın altından üstünden çıkıyordu. Zafer'in dediği gibi arabalarla arası iyiymiş, seviyor aramaları, ya da üzerine bineceği her hangi bir aracı.

 

"Eee Kuzgun. Kuzgun mu diyetim yoksa sen mi adını söylersin, komutan." Gökalp yüzünde bin ir ima ve sesli bir şekilde konuştu. Bedeni hâlâ öfkeliydi nasıl dindireceğini bilemiyordu. Şuan Kenan'ın ruhu kayıptı, Gökalp onu kuşanamıyordu.

 

"Görev bitene kadar adını anma." dedi derin bir nefesin ardından avuç içini kalın bacaklarına sürterken, gözleri önündeki yola karşı kısılmıştı.

 

Gökalp derin bir nefes aldı. Bir eli cama yaslı bir şekilde parmağının tırnağını kemirirken diğer eli direksiyonu ve vitesi yönetiyordu.

 

"Şurası. Saat kaç?"

 

"Geç bile kaldık herhalde." Kuzgun kolundaki siyah kahverengi kemerli saate baktı.

 

"Yaman evdeydi, kimseyi beklemem herkesi bekletirim icabı. Piçin doğurduğu- aman piç herif." dedi kendi aile büyüğüne giden küfürü geri almaya çalışırken eli ağzına gitmişti. "Şu adama sıkalım artık yav yeter vala bak!" dedi gözleri Kuzgun'da değil camda yağan yağmurun şiddetini ölçerken.

 

"Ölüm tek kurtuluşu olacak. Eğer kurtulmasını istiyorsan, buyur yollar açık." Kuzgun Gökalp'e göre çok sakindi. Ama içindeki ateşin hesabı yoktu.

 

Gökalp sessizleşip depoya bakmaya devam etti. "Buradan bir sikim gözükmüyor." dedi gözlerini ön cama yaklaşıp karşıdaki depoya bakarken.

 

Gökalp silecekleri takip ederken, deponun önüne sıra hâlinde düzülen arabalara baktı, arabaların ardından gelen yüksek düreceli ışık ile tüm bakış açısının yöne değişti. Kuzgun geriye yaslanmış bir vaziyette alanı izlerken, Gökalp yandan ona bakıp dudak büzdü. Art arda gelen araçların Yaman'a ait olduğunu biliyordu. Araçlar sıra hâlinde duruken ortadaki aracın kapısını açan korumanın elindeki şemsiye Yaman'ın başına tutulmuştu. İlerleyip kapıdan içeriye girerken, bazı adamlar kapıda nöbette kalırken bazıları ise onun ardından ilerliyordu.

 

Kuzgun iki parmağı ile Gökalp'e ilerlemesini söyledi. Araba ilerlerken, Yaman sarı ışıkları takip edip, pislik içindeki eski deponun alt kısmına giden merdivenlerine ilerledi, duvarındaki ve yukarıda asılı bir vaziyette duran, tozlu lambalar ışık saçmaya devam ederken, ortama bir hapishane atmosferi veriyordu. Renkler insanın içini kararttırken aslında burada bulunan her bir insanın içi karanlıktan da beterdi.

 

Yaman son basamağını basıp bir kaç adım ilerledikten sonra sağ kapıya girip masadaki kişilere baktı. Yüzünde, kendini herkesten üstün gören o bakışlar ve sessiz bir gülüş. Herkes ona bakarken kimse ayaklanmadı, sadece diklenip oturmasını beklediler. Yuvarlak geniş masanın etrafında bulunan altı üye ve üç boş sandalye, Yaman en başa oturup tamda kapının önün görebilecek bir haldeydi. Karşısındaki boş sandalyelere kısık gözlerle bakarken boğazını temizleyip gözlerini masadaki adı güçlükle anılan insanlara baktı. Tam konuşacağı an kapıdan gelen ayak sesleri ile sözlerini tutmak zorunda kaldı. Gözleri alttan bir şekilde kapıya bakarken bacak bacak üstüne atıp bekledi.

 

İçeriye giren adamla bakışları sabitçe o adamda durdu. Kim olduğunu bilmiyordu, siyah saçlarına vuran sarı ışıklarla ıslanmış saçlarını parlatırken arkadan giren bir diğer iri yapılı uzun boylu adamı tanımadan edemedi. Yüzünde bir minik oynamazken göz bebekleri yerinden öfke ile titremişti.

 

"Umarım çok bekletmedik." Bu tanıdık ses başını dikçe kaldırmasına neden olurken deri ceketli adamın gözlerinin sadece onda olduğunu fark etmişti.

 

"Hayır Gökalp Gönük." Bu ses, Ercan'ın sesiydi, yan oturmuş bir şekilde yüzünde zevk sırıtışı bulunurken bakışları sessizce Yaman'a döndü.

 

Yaman, için içine yerken Gökalp'in alaycı tavırlar sergilemesi üzerine sanki bir çocuk oyuncağı gibi, yüzünde saçma bir gülümseme ile boş sandalyeye otururken cidden Yaman'ı ateşe vermiş gibiydi. Kuzgun sert tavrı ve korku dolu yüzü ile sandalyeye otururken kollarını masaya koyup dudaklarını araladı.

 

"Burada bulunan her bir insan için söylüyorum, benim yoluna taş koymaya çalışan her bir insan için..." Bakışları Yaman'a çarptı, gözlerindeki elalar kahverenginin ardında saklanırken kelam gibi sivri kaşları sertçe çatılmıştı. "Allah şahidim ben deliyim diyen her biri için yıkım hazırdır. Ne bana ne de benim zaafıma. Dokunan olmayacak."

 

"Ula oğlum yaşundasun gelmuşsun ha bura, ne diye dal dek konuşaysun." dedi, ileriden Rıza denilen Karadenizli adam.

 

"Benim lafım ortaya atıldı, üstüne almak isteyen alır."

 

"Ölüme... Ölüme bu kadar mı merak sarmış oldun, sen?" dedi Yaman sakin bir ses tonuyla, derin bir nefes verip başını iki yana sallarken, Gökalp ona alt gözlerle bakıp durdu.

 

"Ben ölümü bilmem, ölsem ardımda ağlayacak birinde bilmem." Kuzgun haddinden fazla net konuşuyordu.

 

Yaman sessiz ama bir o kadarda sesli gülünce, Gökalp sessiz bir küfür savurdu.

 

Burhan, "Korkmayasın, kimse senin ticaretine dokanmaz."

 

Remzi, "Ne zamandan beri bizden habersiz bir ticaretci çalışır olmuş." Bunu derken bakışları Remzi'den Kuzgun'a dönmüştü. "Ha ben seni tanımam, adını bilmem. Ama anlattılar. Sokak uşakları... Benim gözümde acı çeken adamdır." Başını tombul yanakları ve önündeki beyaz saçlar arkasında ile sıfır saçlarla duruyordu, Remzi.

 

Diğer üyeler sessizleşirken Kuzgun yine ağzını açtı.

 

"Biz ticaret yapmayız. Ama Ticaretin en zararlısını yok ederiz. Ticaret ikiye ayrılır." Avuçlarını havada sıkıp bir parmağını açıp, "Silah ve illegal ile ilgili her şey," Diğer parmağını ortaya koyup tüm üyelere bakarken, gözleri en genç üyede bir kaç saniye durmuştu, ardından karşısındaki Yaman'da durup konuştu. "İnsan ve insan organı... Bu ne ticarete girer ne de adamlığı. Eğer şu dakikadan sonra böyle bir konu benim kulağıma işitilsin. Sonu ölümden beter olur."

 

Tüm üyeler sadece Yaman'a yandan bakarken Yaman sessizliğini korudu. Herkesin sessizliği yaşam içindi, Yaman'ın acımasızlığını çoğu biliyordu, ama sessiz bkalmak zorundaydılar

 

"Belkide yeni canlara can vermek için yapıyordur. Her kim yapıyorsa bunu," dedi genç üye elini iki yana açıp etraftakilere bakarken. "Herkes babamı bilir, malûm kendileri yatakta. Temsilcisi olarak burada bulunuyorum. Pek lafı uzatıp gevelemem. Herkes kendine yakışanı yapar, babamın şu yaşına kadar bir tek ticareti oldu oda, silah. Babam uyuşturucuyla ilgilenmez. Silahların tamamı bizim elimizden geçer." Bakışları Kuzgun'da dururken, "Biz insan satmayız, her anlamda." Bakışları korkusuzca diğer üyelerin üzerinde gezince. Yankı'nın sessizliğinin ardında, Yaman dikleşerek konuşmak için ağzını araladı.

 

"Aranızda benim işime karışacak olan çıkarsa, o zaman adını değil geçmişini bu masadan silerim!" Sertçe sandalyeden kalkıp bacakları ile sandalyeyi geriye savurdu. Parmağını havada sallayıp, "Beni burada herkes tanır, benim acıma duygum yok. Ulada biri adını benim işimin yanından geçirsin... Bu masada kelesini bulurlar."

 

Ardında duran koruması ile kapıya doğru ilerlerken Kuzgun bakışları masada bir şekilde bekledi.

 

Remzi, "Benim burada işim biter."

 

Burhan, "Senin bu masaya oturman, başka bir sebebten." Gözleri kısıkça çatıldı, "De bakayım, nedir senin derdun?"

 

Kuzgun bakışlarını tombul adama çevirdi, mavi gözleri okyanusu andıracak kadar belirgindi şu karanlık odada.

 

"Sizin işleri bilmem, girmemde, ama insan ticareti denilen o algıyı kırmadığınız müddetçe, ben bu masadakileri kırmak zorunda kalırım."

 

"Hayda, o bir tek Yaman Durkan da var. Bizde yok, ha biz sesimizi çıkarmayız, oda neslimizin geleceği için." dedi Burhan elindeki beyaz siyah çakmakla oynarken.

 

Gökalp gülmeden edemedi, başını öne eğip derin bir nefesin ardından, oluşan sessizliğin onun gülüşü yüzünden gerçekleştiğini fark etti. "Sizin nesliniz için, alt seviyenizdeki insanları hor görün. Zaten onların yaşama katkısı yok ki, onların yaşatacak aileleri yok ki. Öyle değil mi?" Alaycı tavırlarla konuştu Gökalp ayağa kalkıp ellerini masaya vurup, az önceki alaycı tavrını bir köşeye fırlatıp en sert tavrını kuşandı. "Benim adım Gökalp Gönük. Fırat Gönük'ün oğlu, Yaman'ın ecdadı."

 

Gökalp'in gözleri ateş içinde hepsine bakarken herkes şaşkınlık içinde dona kalmış ve birbirine bakıp cevaplar aramaya başlamıştı. Bu sözler masayı yerinden inletirken masada bulunan üyelerin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kimisi titrek gözlerle bakarken kimisi şaşkınlığını hâlâ devam ettiriyorlardı. Kimse bu ismi işitmeyi beklemiyordu, sebep belliydi. Ölü bilenen çocuk cehennemi tadıp gelmişti, ölü bilinen masumiyet, içinde bir duygu hissi olmadan gelmişti. Bunun ne kadar ağır bedeller olacağın masadaki tüm üyeler biliyordu.

 

Gökalp'in gözleri Yankı da durmuştu Yankı başını öne eğmiş gülümsemesini saklamak için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

 

"Fırtınanun evladu, vicdanun susmayan cığluğu." Rıza bakışlarını dikçe Gökalp'e dikmişti. Bir elini masaya yavaşça indirip avuç içini sürtmüştü.

 

Masada sessizlik devam ederken ayağa kalkan Kuzgun'un bir adım geriye atılması ile Gökalp sertçe dokunmuş olduğu masadan ellerini çekip, Kuzgun'un ardından ilerlemişti.

 

Yağmur şiddetini azaltmak yerine daha da arttırırken Gökalp yine sürücü koltuğuna binmişti, Kuzgun elindeki telefona bakıp derin bir nefes verirken, dirseğini cama elini ise çenesine koymuştu.

 

"Şampiyonlar ligi mübarek." Gökalp yine alaycı tavrını sergiliyordu. Az önce ki alaycı tavrını bir köşeye atmıştı, onu oradan alıp tekrar kuşanırken derin bir nefes verdi.

 

"Hepsinin geçmişi geniş, bakma öyle yaşlılıklarına ellerini sallasalar İstanbul'u yığarlar."

 

"Sanmam. Çürük eti köpek bile yemez," Gökalp önüne dönüp arabayı çalıştırdı. "Şimdi o kurnaz beyninden ne geçiyor?"

 

"Bilmiyorum. Yaman iki üç cümle kuracak adam değil. Ağır oynayacak. Eğer sakin kaldıysa ağır bir darbe geliyor."

 

Gökalp sadece başını sallamakla yetindi. Yağmur sokakları yıkarken arabanın içini inleten yağmur damlaları kalbe işliyordu, Kuzgun hâlâ atmış olduğu mesajdan bir yanıt alamadığı için, içindeki tedirginlik korkusu ağırlaşmaya başlıyordu.

 

Aradan geçen zamana karşı arabadan inmişti, Gökalp köşke giderken Kuzgun Elzem'in evinin yakınlarına gelmişti. Hayatına girdi gireli kendi evinin yolunu unutur olmuştu. Yollar bir tek onun evine

 

Ezbere bildiği şifreyi girerken kapının tok açılma sesi kalbindeki atma hızına etki vermişti. Durmadı asansörü kullanıp çıkmıştı, dudaklarını ıslatıp ıslak bedenine ellerini sürtüp açılan kapıdan dışarıya atmıştı kendini. İlerledi, hiç bekledene kapıyı çaldı. İçeriden hiç bir ses gelmiyordu. Etrafı yavaşça kontrol edip, kapıda bulunan deliğe yöneldi, delik arkadan bir aparat sayesinde içerinin görünümünü engelliyordu. Kapıyı tekrar sertçe çalmıştı. Yine bir ses yoktu.

 

Islak bedeni sanki havuza düşmüş gibiydi, üzerindeki deri ceket bile giymiş olduğu kazağı koruyamamıştı, kazak bedenine ıslaklık yüzünden daha çok yapışırken Kuzgun hem kendi hâline hemde açılmayan kapıya sövmüştü. Saçları alnına yapıştığı için huylantı içinde boşta kalan eli ile geriye doğru atmıştı, uzun ve dağınık saç hiç onluk değildi, o her daim üç numarayı kullanırdı.

 

Elzem'in telefonu çalıyor lakin açan yoktu. Aklına gelen kişi ile telefon rehberini turladı. Numarayı çaldırıp kulağına dayadı. Bedeni ilk defa bu kadar soğukluk içinde kalmıştı.

 

"Elzem nerde?"

 

"Sana da iyi akşamlar Kuzgun abi."

 

"Ablan nerde?"

 

"Evde. Neden soruyorsun ki?"

 

"Çalıyorum kapıyı açmıyor." dedi refleks olarak kapıyı işaret ederken.

 

"Az önce konuştuk, evde olduğunu kahve içtiğini söyledi."

 

Telefonu kapatıp tekrar kapıyı çaldı. Durmadı tekrardan çaldı, madem evde neden kapıyı açmıyordu o zaman? Aklının içinde dönen tedirginlik hissi yerinde durmazken kapıyı kıracakmış gibi çalmayı bırakıp sert kapıya omuz atmaya başlamıştı. Geriye çekilip ayağı ile kapıyı tepelerken kapının ardından gelen sürgü sesi ile durdu. İnip kalkan göğüs kafesi öfkeyi ve tedirginliği birbirine katmadan duramadı. Ona bir şey oldu diye ödü koparken kapının ardında duran Elzem yarım açık olan kapıdan konuşmaya başladı.

 

"Ne istiyorsun? Açmıyorsam evde değilim demektir." Sesi Kuzgun'a öfkeli gelirken, Kuzgun omuzlarını rahatlamış gibi düşürüp gözlerini bir kaç saniye kapalı tuttu.

 

Kapının tekrar kapanması ile Kuzgun kapıya yaklaşıp, "Aç şu kapıyı, nasıl korktum biliyor musun sen?" Sesi tedirgin ve gür çıkmıştı.

 

"Şimdi mi korktun?" dedi, kapının ardından konuşan Elzem.

 

Kuzgun elini kapıya dayayıp, "Aç bir konuşucam seninle, aç."

 

"Son kez söylüyorum git, şuan yalnız kalmak istiyorum."

 

Kuzgun onun bu tavrını çözmüş değildi, kaşları çatılırken elleri havaya kalkmış sessizce cevap arıyor gibiydi.

 

"N'oldu, bir hata mı yaptım?" Gözleri derince açılırken yutkunmadan edemedi.

 

"Hayır. Git kuzgun. Git." Kuzgun'a bakmıyordu, kapının ucunda durmuş bir elini kapıyı dayamış diğer elinde ise kahvesini tutmuştu.

 

"Gitmiyorum." dedi alnını kapıya dayayıp derin bir nefes verirken gözleri yere değdi, ıslanan kapı önü ile ağzından seslice bir küfür savurdu. Botları kapının önünü kirletirken başını kaldırıp dudaklarını yalayıp konuştu. "Sen seç inat ışığım, kapıyı mı kırayım sen mi açarsın?"

 

Elzem kapının ardında üzerinde kırmızı bir saten pijama ile dururken, elindeki kahveden rahatça bir yudum almıştı.

 

"Hiç biri. Git."

 

"Ben şu kapıyı kırayım o dudakların bir daha git diyebiliyor mu izle." Dişlerinin arasından kurduğu cümlenin ardından, "Çekilsen iyi olur."

 

Elzem yüzüne konan ifadesiz bakışlarının ardında tek eli ile kapıyı açıp Kuzgun'a baktı. Islak haline çatık kaşlarla bakarken dudakları birbirinden ayrılıp şaşkınca bedenini süzdü.

 

Kuzgun onun üzerine yürüyüp, "N'oldu, seni incittim mi? Benim görmediğim bir hata mı fark ettin bende?" Kuzgun derin derin nefes alırken kaşları çatılmış tepeden bakıp duruyordu.

 

Elzem onun bu havuzdan çıkmış bedenine bakarken, "Senin bu halin ne? Yürüyerek mi geldin?"

 

"Onu boş ver, neden açmadın kapıyı." Tepeden eğilip Elzem'in yüzüne bakarken gözleri açıkta kalan çatalına bakmamak için zor tutuyordu kendini.

 

"Hayır- yani evet. Of Kuzgun, geç içeriye hasta olacaksın." Elzem kolundan tutup içeriye doğru çekti. Cümlesi yarıda kesilmiş gibiydi, Kuzgun ondan sadece bir cevap istiyordu, içini rahatlatacak, incitme korkusunu yok edebilmek için bir cevap aradı. Gözleri yüzünde ki ifadede cevap bulmaya çalıştı lakin hiç bir cevabın ucu yoktu.

 

"Elzem seni kırdım mı da bana git diyorsun?" İlk defa bu sesi işitmişti Elzem.

 

Elzem başını yana yatırıp iki yana salladı. "Sen nasıl bir adamsın, cidden erkek ve adam arasında çok fark varmış." Elzem'in elleri Kuzgun'un yüzüne gidince kuzgun gerileyip başını iki yana salladı.

 

Kaşları çatılırken, "Yapma, sıcak kalsın ellerin."

 

"Saçmalama. Beni kendinden mahrum etme." İki elini yüzüne kavuşturup okşamıştı Elzem.

 

Kuzgun ellerini rahatça bırakırken, yüzündeki avuç için sıcaklığı yanağına yayılmıştı. Derisi çekilirken gözlerini bir kaç saniye kapatıp sessizce derin bir nefes verdi. Bedeni şuan kendine göre küçük olan eller, onun için yaratmış olduğu zelzelenin farkına varmıştı.

 

"Neden git dedin?" Sessizce sorduğu sorudan cevap alamadı.

 

Elzem elini çekip kaşlarını havaya kaldırırken eli istemsizce ensesine gitmişti. "Sana çay demliyorum, aç mısın?" İlerleyip giderken Kuzgun arkasından yavaş adımlarla ilerledi, şahsen onun yavaş adımı Elzem'in atmış olduğu adımlar gibiydi.

 

"Açım." dedi tok bir sesle. "Neden git dedin?"

 

"Alt komşu sulu patatesli ekşi gönderdi, yanında da pilav var. Beraber yiyelim mi?" Mutfakta bulunan masanın üzerinde tepsiyi gösterdi, Elzem. Bakışlarını havaya dikip tatlı bir bakış atarken ağzını araladı ve; "Sana göre evde elbisem yok. Ne yapıcaz şimdi?"

 

"Kuruyana kadar donumla kalırım. Sen neden git dedin?" Soruyu kendisi değil kalbi soruyordu, Elzem öyle bir git demişti yüreğine nakış gibi işlemişti.

 

"Bir daha bu soruyu sorarsan."

 

Nokta bile koyamadı Elzem, Kuzgun dudaklarını aralayıp, "Kesin kırdım seni." Kaşları sertçe çatık bir hâlde duruken bir adım öne attı kendini.

 

"Hayır Kuzgun, hayır sen beni kıramazsın ama delirtirsin." Kaşlarını çatıp masayı gösterdi.

 

"Sen yemeye başla, ben iki dakikaya geliyorum." Elzem arkasını dönüp giderken Kuzgun yüreğindeki ağır taşla, sert yüzü ile Elzem'in ardından baktı. Dili ağzının içinde dolaşırken, üstüne bir hırka giydiğini gördü. Kapıyı açıp çıkarken Kuzgun ardından ilerlemeye kalkıştı lakin istemsizce yerinde durma gereğinde bulundu.

 

Zihni ateş içinde kalırken neden bu tavırları yediğini düşünmeye başladı. Elzem'in ona sert çıkışı kalbini çocuk gibi kırarken, adam gibide gizlemişti o kırıklığı. Açık olan kapıda gözleri dururken ceketinin hâlâ üzerinde olduğunu fark etti. Islak ceketini çıkarıp sandalyenin üzerine atıp geriledi, üzerindeki kazağı boş vermişlikle indirim diğer sandalyeye asmıştı. Siyah atleti ile kalırken masadaki buharı tepesinde olan yemeğe baktı, üzerine nane kavrulmuş olan ekşili sulu patatese baktı, yanındaki tane tane pişmiş pilavın kokusu mutfağı sararken kapıdan gelen sesle Kuzgun tüm dikkatini kapıya yönlendirmişti. Elzem, kapıyı kapatıp Kuzgun'a doğdu ilerledi. Kuzgun onun elindekilere bakıp tek kaşını havaya sorarcasına dikti.

 

"En alt komşum sporcu, senin gibi heybetli ve uzun biri. Rica ettim verdi." Yüzünde derin bir gülümseme verdı Elzem'in. Elindekileri uzatıp, "Sen bunları giy gel."

 

Kuzgun kaşlarını çatıp tepeden Elzem'e baktı Kuzgun tiksinti içinde bakarken başını iki yana sallayarak altındaki pantolunu çıkarmaya başladı.

 

Elzem gözlerini fal taşı gibi açarken bu görüntüyü hiç beklemiyor gibi afallamıştı. Adımlarını geriye atıp arkasını tedirgince döndü. "Ne bu rahatlık be adam?" dedi isyankar bir sesle.

 

"Görmeyeceğin şeyler mi?"

 

"Hayır ama ani oldu, ayrıca hayır cidden görmeyeceğim şeyler!"

 

"Sebep?"

 

"Senin, beni tamamen himayene almadan olmaz." Elzem kollarını önde birleştirip bekledi. Dağınık topuzundan çıkan saç telleri alnını kaşındırırken derin bir nefes eşliğinde sakinliğini kuşandı.

 

"Himaye derken. Sana dedim," Sesi az önceye göre daha yakından gelmişti, Kuzgun bir elini Elzem'in beline atıp kendine çekerken, diğer elini karın bölgesine yönlendirmişti. "Seni buldum bırakır mıyım?"

 

"Kuzgun yemek yiyelim mi?" Elzem yandan çekilip kendini ateşin ellerinden kurtarmak istedi. Kurtuldu da, Kuzgun onu bırakmasa asla kollarından kurtulamazdı.

 

Elzem'in bakışları Kuzgun'a döndü, altında siyah bol bir eşofman duruken üst kısmında hiç bir şey yokken duruyordu, oysa ona bir sweatshirt bile getirmişti Elzem.

 

"Hasta olacaksın, ne meraklısın çıplak dolaşmaya." Bakışları Kuzgun'un sert karın kasında dolaştı, gözlerini durdurmak imkansızdı çünkü ilk defa onu bu kadar yakından görüyordu. Arabada onun bedenini net görememişti lakin şuan önüne bir halı gibi serilmişti. Geniş omuzları yatak misali gibi geniş dururken, aldığı nefes göğüs kafesinin inip kalkmasına neden oluyordu. Elzem gözlerine hâkim olmaya çalıştı lakin gözleri git gide daha da derinlere dalmıştı. Karın kaslarını saymaya başlayan gözlerleri boş verip, eli ile masayı gösterdi. Şahsen gözleri rahat durmuyordu bari Kuzgun kendi bedenine hâkim olsun.

 

"N'oldu inat ışığım. Hoşuna mı gitti?" Kuzgun bu arsız sesi Elzem'e zarardı.

 

Elzem'in omuzları dikleşirken bakışları Kuzgun'un yüzünü buldu. "Üstünü giy," dedi sadece. İlerleyip çekmecelerden birini açıp iki tane kaşık çıkarmıştı. "Ben pek aç değilim, tadımlık yiyeceğim."

 

Kuzgun üzerine sweatshirt geçirip Elzem'in çaprazında ki sandalyeye oturdu. Yüzünde hâlâ o arsız gülümseme sessizce dururken gözleri Elzem'in açık olan göğüs çatalına kaymamak için kendini zor tuttu. Bakmadı gözlerini bile kaydırmadı. Sıcak olan yemekten yemeye başlarken aralarındaki kaşık miktarı haddinden fazlaca farklıydı. Elzem kaşığın ucuyla yerken Kuzgun kaşığı doldurup yiyordu, Elzem ağzındakini on beşle, yirmi saniye arasında bitirirken, Kuzgun beş saniyede bitiriyordu.

 

Elzem yemeyi kesmişti kuzgun geriye kalanları sıyırırken, son kaşığı ağzına atıp tutmuş olduğu kaşığı tepsiye koymuştu. Masada bulanan peçete ile ağzını silip ona parıldayan gözlerle bakan Elzem'e baktı.

 

Kuzgun derin bir nefes verip, "Neden git dedin, demeyecekmisin?"

 

Elzem ayağa kalkıp Kuzgun'a yaklaştı, kollarını ona doğru açıp kucağına oturmak istediğini gösterir gibi bacaklarını onun masanın altında duran bacaklarına sürttü. Kuzgun sandalye ile beraber gerileyip Elzem'in belinden tutup kucağına oturturmuştu. Elzem iki bacağını yana açıp kalçasını hareket etirip ona biraz daha sokuldu. Başını bebek gibi gövdesine yaslayıp boynuna kollarını sararken, Kuzgun bir elini bel boşluğuna koyup okşarken diğer eli ile saçlarını okşadı.

 

"Bana o tavrın sebebini söyle ışığım."

 

"Işığım mı? Asıl sen benim sessizce yanan Umut ışığımsın." Boğuk sesi ile konuşurken başını gövdesine sürtüp daha çok sokulmaya çalıştı.

 

"Öylesin, öyleyim." dedi Kuzgun. "Anlat, içimi rahatlat. Neden?"

 

"Hayır, dalga geçersin. Boş versek mi?" Elzem'in boğuk sesi derin geliyordu, sanki şuan uykuya dalacak gibiydi. Saat dokuzu geçiyordu, zaman insanoğlunun en büyük rakibiydi.

 

"İçimdeki taşı hafiflet."

 

"Seni oto yıkamada bekledim, gelmedin, gece çöktü ve sen hâlâ Canan'laydın. Bana haber bile vermedin."

 

Kuzgun dudaklarını aralayıp kaşlarını şaşkınca çatarken, Elzem'i gövdesinden uzaklaştırıp yüzüne baktı. İçindeki yük def olup giderken derin bir rüzgar bırakmıştı, o rüzgar deniz kadar ferah ve berraktı gelmişti yüreğine Kuzgun'un.

 

"Sen beni kıskandın diye mi bu tavırlar?"

 

"Sence başka bir sebep varmı?" Elzem'in gözleri onun gözlerinden kayıp arkadaki yandan gözüken uzun tezgahın ucunda dururken, orada bulunan soğuyan kahvesi ile bakışıyordu şuan.

 

"Şikayet etmek ne haddime. Hoş olurum, divane olurum." Dudakları Elzem'in alnına değmişti, Elzem bu dokunuş ile gözlerini kapatıp alnına değen sıcak dudaklarla derin bir nefes vermeden edemedi.

 

"Ne yapmamı bekliyordun, öylece kabullenmemi mi? Asla. Benim olan daima benimdir." Gözlerini açıp Kuzgun'un sert duran ama Elzem'e göre şuan yumuşak olan yüzüne baktı.

 

"Benim olana göz dâhi dokunamaz." diye devam ettirdi Kuzgun, Elzem'in boğuk sesine karşı.

 

Sıkıca sardı Kuzgun onu. İnce belini tek eli ile okşadı, saçlarındaki eli hiç ayrılmadı saçlarından, sanki avuç içi saçlarının kokusunu ezberlemek ister gibiydi.

 

"Belli oldu," Kuzgun dudaklarını ıslatıp elini Elzem'in yanağına koyup yüzüne bakmaya çalıştı. Elzem ona kısık gözlerle bakarken, Kuzgun dudaklarını aralayıp, "Eskilerin neden senden çabucak gittikleri." Ayrıldıkları demek istemedi çünkü onları hiç bir zaman Elzem'e yakın durmuş gibi düşünmek istemiyordu.

 

"Eski sevgililerim?" Elzem kaşını kaldırıp emin olmak istedi.

 

Kuzgun tüm o hoşnut bakışlarını yok edip oflar gibi etrafa bakınıp kaşlarını havaya dikti, "Sevgililerim demesen. Eskiler de geç." Alnını öpücük bırakıp boynuna doğru eğilip koklamaya başlamıştı Kuzgun. Kokusu bedenini ele geçebilecek bir etkiye sahipti, sigara kokan adam çilek kokan kadının koynunda uyumak istiyordu.

 

"Bu saatten sonra dikkat et, tamam mı?" Elzem tatlı bir sesle uyarmıştı ama o tatlılığı ardında bir canavar var olduğunu biliyordu Kuzgun.

 

Başını sallamakla yetinip, iki kolunuda ince beline sarmıştı. Tam kalkacağı an kapının çalması üzerine bakışları önce kapıya sonra ise Elzem'e döndü. Elzem'in bakışları kapıda duruken ayaklanmak istedi lakin Kuzgun onu bırakmayıp, konuştu. "Birini mi bekliyordun?"

 

Elzem başını iki yana salladı. Kuzgun onu bırakıp kapıya doğru ilerledi. Elzem bir adım arkasında duruyordu. İlerleyip açılan kapıya baktı. Kapıda beliren Berat ile kaşları çatıldı, yaklaşıp Berat'a baktı. Berat gözlerini hem Kuzgun'a hem de Elzem'e bir kaç saniye bakıp sonra sıkıntılı bir şekilde önüne dönüp ıslak bedeni ile içeriye girdi. Botlarını indirip bir köşeye atarken, Elzem'e onun sıkkın olan yüzünü fark etmiş olacak ki herhangi bir tepki vermeden konuşmasını bekledi. Islak gri şişme montunu indirip, ayakkabılığın üzerine atmıştı.

 

"Burada kamera falan var mı?" Kuzgun Elzem'e doğru sessizce ama gür çıkan sesi ile sorusunu yönlendirirken Elzem Berat'a yaklaşıp omzuna dokundu.

 

"Gece gece ne diye geziyorsun dışarıda? Yağmur sel gibi akıyor sen geziyorsun." Ablalığını kuşanıp gözlerini Berat'ın üzerinde gezdirip durdu.

 

"Abla sırası değil." Bakışlarını Kuzgun'a çevirip kızaran gözlerle baktı, "Abi, sende alıştın iyice." Başını yan sıkıntılı bir şekilde yatırıp ilerledi.

 

Elzem'in odasının yanında bulunan kapalı kapıya doğru ilerlerken Elzem Kuzgun'a bakıp, "Bir şeyi olmasa bu kadar alçak sesle konuşmaz. Ben bakıp geliyorum."

 

"Ardındayım."

 

Elzem ilerleyip kilitlenen kapının önünde durdu. Berat kapının üzerindeki anahtar ile kapıyı kilitlemişti. Elzem yerinde durup, "Berat benimle konuşacak mısın?" demişti.

 

Kapı bir kaç saniye sonra açıldı, Berat üzerinde gri bir eşofmanla duruyordu elindeki ıslak mavi kotu ilerleyip salonun balkon kapısının önünde duran askıya asıp geri tekrardan Elzem'in yanına ilerledi. Kuzgun Berat'ın bu can sıkıntısına kaşları havada bir şekilde bakarken Elzem elini Berat'ın yanağına atıp, "Konuş." dedi tek bir kelime ile.

 

"Abla..." Bakışları Kuzgun'a gitti çekinir gibi bakıp tekrardan gözlerini Elzem'in yüzüne çevirdi. Başını iki yana sallayıp, "Sinem ayrılmak istedi. Bende ayrıl dedim." Dudaklarını birbirine öfkeyle bastırmıştı Berat. Ellerini iki yana açıp, "Ben kimsenin peşinden koşmam, ne bekliyorsa benden... Uyuyacağım." Elzem'in odasının yanında bulunan kapıyı açıp içeriye girmişti orası Yiğit'e ve Berat'a özel bir odaydı. Bir tek Elzem onlarda kalmıyor, onlarda Elzem de kalabilme hakkına sahiplerdi.

 

Elzem kaşlarını havaya kaldırıp kapanan kapıya bakarken şuan ne diyeceğini kendisi bile bilmiyordu. Sadece derin bir nefes vermekle yetindi. Berat şuan buradaydı çünkü zihni darmadağın olmuş vaziyette. Elzem bunu biliyordu çünkü kendisi onların evinde bulunduğunda zihninin nasıl duvardan duvara vurulduğunu çok iyi biliyordu.

 

"Konuşacak mısın onunla?"

 

Elzem daldığı yerden kopup, Kuzgun'a bakarken başını iki yana sallamakla yetindi. Kapıdan uzaklaşıp odasına girmişti, Kuzgun dediği gibi bir adım ardındaydı. Elzem omzunda hissettiği elle bedenini saran huzur sarmaşığına kendini bırakamadan edemedi. Arkasını dönüp ifadesiz yüzü ile Kuzgun'a baktı.

 

"Çapkın biri, kızlardan öyle kolay darbe almaz. Yarına bir şeyi de kalmaz."

 

Kuzgun, yüzünde ki çatıklık ile bakmaya devam ederken dudaklarını aralayıp, "Yakışıklı, çabuk bulur birini. Sen onu boş verde," Omzundaki eli kollarına doğru ilerleyip bileğine gelene kadar sütünüp çıplak tenini tenine ezberletmek ister gibi dokunmuştu. "Şu kıskançlığın öcünü alsan benden."

 

Elzem yüzüne yayılan arsız gülümseme ile adımlarını odanın ortasında duran Kuzgun'a atıp tamda dibinde durdu. Başını havaya kaldırıp yüzüne bakarken gözleri kısılıp Kuzgun'un ela gözlerine baktı. O gözler Elzem'in dudaklarında kalırken kuzgun derin bir nefes alıp konuştu, "Sana dokunabilme iznim varmı?"

 

"Arada çok ince bir çizgi var. Sen ne olduğunu biliyorsun... Onu aşma çünkü buna hazır değilim."

 

Gözleri Elzem'in gözlerinde durdu, kahverengi o kadar belli oluyordu ki toprak rengine ilk defa bu kadar hoş bir eda ile bakıyordu. Kumral saçına göre siyah kirpikler oranın süs tablosuydu.

 

"Hatırlarmısın bilmem ama ben çok iyi hatırlıyorum inat ışığım... Düğünü izlediğin o anı hatırladın mı. Bende sokak düğünü yapıcam dediğin anı."

 

Elzem bakışlarını derince açarken zihni oynamaya başlamıştı. Donuk gözlerle bakarken Kuzgun gülümseyip inci gibi olan dişlerini ortaya çıkarıp konuşmaya devam etmişti, "Bana zorla saçını toplattığın o anı. Masanın altında çaldığın pastadan yediğimiz o anı."

 

Elzem şaşkın bir ifade ile ne yapacağını bilemeyip Kuzgun'dan uzaklaşma gereğinde bulundu. Parmağını Kuzgun'a kaldırıp kısık gözlerle baktı, ağzı gülümseme ile açılmaya devam ederken konuşmadan edemedi. "Sen... Kuzgun sen o çocuksun," Sesi titremişti bunu söylerken çünkü hem utanç hem de şaşkınlık içerisindeydi. "Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Cidden sen misin yoksa hayatın bana vereceği sonraki darbe misin?"

 

Kuzgun son cümleyi hiç beğenmemişti, Elzem'e yaklaşıp elinden tutup kendine doğru çekti. Elini beline atıp yebeden başını eğerek yüzüne baktı.

 

"Asla. Sakın benden şüphe etme. Bırak darbe olmayı önüne zırh olurum senin." Elzem bu sözle inip kalkan göğüs kafesine elini atıp Kuzgun'un varlığına sessizce minnet duymuştu.

 

Elleri Elzem'in belinde dolaşırken, Elzem bir elini boynuna sarıp diğer elini yanağına atmıştı. Kıvılcım içinde titreyen dudaklarını sertçe Kuzgun'un yanan dudaklarına değdirip aralarındaki sıcaklığı eritmek istedi. Lakin bu mümkün değildi çünkü sıcaklık erimek yerine daha da harlanıyordu. Kuzgun, bir elini Elzem'in yanağına atıp nazikçe okşarken diğer eli ile belini sarıp bedenini yerden kesmişti. Elzem refleks olarak bacaklarını Kuzgun'un beline sarıp yüzlerini eşit tutan boy aralığı ile daha rahat bir şekilde davranmaya başladı. Ensesindeki eli çekip Kuzgun'un boynun şah damarına atıp okşarken Kuzgun bu okşama ile inlemeden edememişti. Kuzgun yerinde sabit duruken Elzem'in alt dudağını dişleri arasına alıp sertçe emmeye başlarken Elzem sessiz bir inilti ile kaşlarını çatıp Kuzgun'un geniş omzunu sertçe sıkmıştı. İki eli ile Kuzgun'un omzundan tutup gövdesini onun gövdesine değdirdi, belindeki eller kalçasına giderken atmış olduğu şaplağın Elzem için yaratmış olduğu ağır darbe kaşığının yanmasına neden oldu. Hâlâ ayakta Elzem'in dudaklarını öperken dilinin dışarıya çıkartıp Elzem'in dudaklarını tamamen yalayıp iki dudağının arasına sertçe sıkıştırmıştı. Bir eli kalçasında duruken diğer eli, tüm kolunu kullanıp belini sıkıca sarmıştı.

 

"Ateş misin sen be kadın."

 

Elzem konuşmadı gözlerini açıp yanan elalara baktı.

 

"Seni çığlıklar içinde bırakırım," Başını iki yana salladı, aldığı nefesin maddi hesabı yoktu. "Şuan şu çocuğun burada olduğuna dua et."

 

"Şansıma küseyim." dedi, nefesi dudaklarını açmasında zorluk bırakıyordu. Kuzgun'un yüzüne değen sıcak nefes derisinin çekilmesine ve kemiklerin ortaya çıkmasına neden olmuştu.

 

"Dudakların, dudakların o kadar güzel ki; onların zihnimde nasıl hayal ettiğimi bilmeni asla istemiyorum." Kuzgun ilerleyip titreyen gözlerle baktı Elzem'e. Yatağıa oturup Elzem'in kalçasının iki yanından tutup dibine kadar yakın tuttu.

 

Başını iki yana salladı, "İstiyorum, benim üzerimde düşündüğün her bir hayali bilmek istiyorum, Kuzgun." Kuzgun'un tükürüğü ile ıslanmış olan dudaklarını zevkle yalayıp inip kalkan göğüs kafesi ile Kuzgun'a arsız bir bakış ile baktı.

 

"Uslu olmamız lazım," dedi. "Sakın sana çığlık atıracak bir eylemde bulunma."

 

"Haksızlık."

 

"Değil."

 

"Ateş yakan sensin. Şuan bilerek yaptığını düşünüyorum."

 

Kuzgun sessiz ama bir o kadar sesli gülünce Elzem de gülümsemeden edemedi. Alnını alnına değdirip, "Bir daha seninle sevişmeyeceğim, ıslaklık içinde uyuyorum hep."

 

"Sus, şuan bu konuşma bile benim sana zarar vermeme yetecek."

 

"Hangi anlamda bir zarar?" Elzem duymak istiyordu, hangi anlamda olduğunu biliyordu ama bizzat onun dudaklarının arasından çıksın istiyordu. Kelimeler onun yüreğine çarpsın, onu yerinden oynatıp, sarssın istiyordu.

 

"Açık mı konuşayım."

 

"Hı hı." Cilvesi Kuzgun'a zarardı.

 

"O küçük deliğine girecek olan darbenin senin için yaratacak olan ağır duyguyu bilmiyorsun."

 

"O darbeleri istiyorum." Kalçasını Kuzgun'un bacaklarına sürtmesi ile inlemesi bir oldu.

 

"Hayır, hayır, hayır. Uslu duracağız. İlk önce sen tabii." Elzem koltuk altlarından tutup bebek gibi üstünden kaldırıp yatağa yatırırken. Elzem çatık ve inip kalkan göğüs kafesi ile baktı.

 

"Adisin."

 

"Öyleyim, ışığım." Yorganı çekip Elzem'i sarsarken Elzem bacaklarının altından kayıp giden yorgana baktı.

 

Işığı kapatıp kendini Elzem'in yanına bakmıştı, Elzem hâlâ oturur pozisyonda duruken, parmaklarını giymiş olduğu saten uzun pijamanın bel kısmına atıp içine sokarak kendine doğru çekmişti. Elzem karanlıkta hevesle ona bakarken hayallerinin sellerin altında kaybolup gidişini izlemekle yetindi. Çünkü kuzgun, onu kolları arasına çekip başını Elzem'in boynuna gömüp uyumaya kalkışmıştı.

 

Bu hareket Elzem'i ne kadar sarssada Elzem boynundaki varlığın sıcaklığı ile gözlerini kapatıp içindeki yanan canavarı dindir. Ardından elini Kuzgun'un sıcak boynuna ve sert, kaslı beline koydu. Kuzgun Elzem nazik dokunuşuna karşılık ona daha çok sökülüp kokusunu içine çekerken uzun güçlü bacağını, Elzem'in ince ve narin bacağının üzerine koydu.

 

Uyku bir sis gibi çökerken neden bu saatte uyuduğunu oda bilmez oldu. Kuzgun öyle bir etki yaratıyordu ki; uyu dese uyur, kalk dese kalkar. Bunu bir avukata yaptırıyordu. Sert güçlü ve sesini çıkarmaktan korkmayan bir kadına. Kuzgun onun için çok önemliymiş, Elzem bunu bu gece anladı. Kuzgun onun geçmişte önüne çıktı, şimdide önüne çıktı, belki bu kaderin bir parçasıdır. Araya zaman girdi ve sonra zamanını bedelini bedenleri ile ödemek istiyorlardı. Aşk ve tutkuyla, nefessiz ve sıcaklıkla.

 

 

 

 

Oylarınız eksik olmasın sizi seviyorum... Hüsrana Karşı ile kalın 🌹🔥🍁

 

Bölüm : 05.09.2025 13:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...