13. Bölüm

13. Bölüm Sessiz Özgürlük

Lara Su
larasu

 

 

 

13 Bölüm Sessiz Özgürlük

Vücudumda hissettiğim ağırlığın sebebi Kuzgun'du, gözlerimi ağır ağır açarken odayı aydınlatan gri ışıklarla sonbahara tekrardan günaydın demiştim. Boynumda oluşan ter ve sıcaklık etkisi ile başımı geriye doğru ittim. Ellerim iki yana açık bir şekilde dururken onları yerinden kaldırıp Kuzgun'un sert ve çukurlu kaslarında gezdirdi. Bunu yaparken gözlerim kapalı ve yüzümde arsız bir sırıtış vardı. Sert ve haddinden fazla olan sıcak nefesi tenimi yakarken bu ateşin beni yakmaması için onu dürtmek istedim, şahsen bu yarattığı ateşin içinde yanmak ve o ateşe duyamamak nedir biliyordum. Bunu bana iki kez yaşatıyordu. İlkini ben red edip arabada sevişmeyi kesmiştim, ikincisi ise dün geceydi. Öyle bir etkisi vardı ki sanki yıllarca ona hasret kalmışım gibi davranıyordum. Bir nevi de sayılırdı, meğer onu çok küçük yaşta görmüştüm, oda beni.

 

Bacak arasında tutmuş olduğu bacağımı çekmeye çalışırken, bacaklarını araladığını hissettim. Karnımın üzerindeki eli yavaşça kayıp giderken bacaklarımı okşayış, yavaş ve narince elini çekmişti. Yüz üstü yatıp kollarını iki yana açtı. Gözlerine baktığımda kirpikleri sanki birbirine karışmış gibiydi, şiş ve uyandığı için şikayet eden sert yüzü ile karşı karşıya kaldım. Beni rahat bıraktığını sanıp yandan kalkmaya çalıştım lakin güçlü kolu ile karnımdan tutup beni kendine çekip sarılmaya başladı. İki kolunu kullanıp beni sararken ben bundan hiç şikayet etmiyordum. Tek düşündüğüm şey yandaki odada bulunan Berat'tı.

 

"Kalkmam lazım."

 

"Biraz daha uyuyalım." Sesi uykunun eşiğinde boğuk ve sessiz olmasına rağmen gür çıkmıştı.

 

"Dışarıda cehennemle savaşmamız lazım, ama sen burada uyuyorsun." Ellerim siyah saçlarına gitti, yaraya dokunmak istemedim çünkü acır mı yoksa orada bir soğukluk mu hisseder bilemedim.

 

"Cehennemin bize düğmesine izin vermem."

 

"Büyük konuşma." dedim. "Duş almam lazım, hadi bırak beni."

 

Bu cümlem onun gözlerinin açılmasına neden oldu, dağılmış saçları ve şişmiş gözleri ile baktı bana. "Birlikte alalım o zaman."

 

"Kuzgun!" dedim azarlar gibi bakarken.

 

Kollarını geri çekip beni serbest bıraktı. Böyle bir adamın içinden nasıl böyle biri çıkabilirdi bilmiyorum, ilk karşılaşmamızda çok sert ve acımasızca duruyordu, zaman geçse de bunu asla değiştirmedi, sertliği devam etti. Yüzündeki o çatık kaşlar her zaman varlığını belli ettirmeye devam etti. Lakin ofis odamda, kurduğu cümleler ve dokunuşları o kadar naif ve sıcaktı ki, böyle soğuk birinden bunu beklemek imkansızdı.

 

"Beni yastığınla rahat bırak." dedi, kolları arasına yastığımı alıp başını yastığa gömerken; "Saat kaç?" dedi hâlâ boğuk bir sesle.

 

Tam başımı çevirip küçük komodinin üzerindeki saate baktım. Saat tamda altıydı. Çalan sattı durdurup ayaklarımı yataktan sarktım. "Altı olmuş."

 

"Bir saat daha versen ne olacak, bize."

 

Onu boş vermek zorundaydım çünkü ısrar ederse şuan gidip o sıcak gövdesine bebek gibi sokulup uyuyacaktım. Ama bunu yapamazdım. İrademe sahip çıkıp ayaklandım, çıplak ayaklarla dolabı açıp İspanyol paça pantolonlara yöneldim, şahsen bu soğuk havada beni sıcak tutan her şeye evet diyebilirdim. Dar beyaz kazağımı alıp çıkarken. Kuzgun gözleri yarım açıp bir şekilde uyumaya çalışıyordu. Derince verdiği nefesi duymamış değildim ama dediğim gibi; onu boş vermeliydim. Kendimi duşa atıp ılık su ile hızlı bir duş alıp çıkarken, havluyu bedenime sarıp aynanın karşısına geçtim. Islak saçlarıma fön çekip dalgalar halinle getirip, bir parçasını omzumdan göğüsüme doğru süzülmesine izin verdim. Üstümü Hızla giyip duştan çıktım, şuan kesik altı büyüğü geçiyordur, İlk defa bu kadar hızlı ve acelece davrandım.

 

Odaya yönelmedim. Mutfağa girip çayı tazelerken buzdolabı açıp kahvaltılık ne varsa masaya koymuştum, siyah zeytin ve yeşil zeytinleri tahtadan yapılmış olan kahvaltı takımının tabaklarına koyarken, bal ve çilek reçelini hızla masaya indirip aradan geçen zamana karşı kaynayan çaya baktım. Çayı alıp masanın köşesine koyarken ısıtmaya bıraktığım ekmekler hızla ısınmış ve kurduğum dakikanın çalmasına neden olmuştu, saati durdurup ekmekleri ekmek sepetine koyup masanın bir köşesine koydum. Doğrulup saçlarımı geriye atacağım an sessizlik içinde belime dolanan ellerle yerimden irkilmeden edemedim. Karnımı okşayan Kuzgun'a dönüp yüzüne bakarken başımı yine yukarıya dikmek zorunda kaldım. Parmaklarını tamda kalçamın bir üst hizasında birbirine geçirip, başını eğilip yüzüme baktı. Ellerimo kollarına dayayıp dokunuşuna karşılık verdim. Gözleri kısıkça bana baktı ve konuşmak için şişmiş olan o dudakları araladı. Şuan uykudan kalktığı için mi şişmişti yoksa ateş bedenimi habis altına almadığı için, zihnim düşünceler içinde kalmayıp onu daha rahat incelerken mı fark etmiştim?

 

"Yüzün çok güzel. Dudaklarında kırmızı ruj olmadan çok masum gözüküyorsun. Tıpkı bir çiçek gibi masum." Sesi kısıkça nefesimi keserken inip kalka göğüs kafesinden sıkışan o nefesi verememiştim.

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp yutkunurken, "Gülün kırmızılığı yok olursa geriye dikenler kalır. Onlara sarılmak ve dokunmak nasıl hissettirdi?"

 

Bu sözümle alt dudağını dişleyip gülmüştü, başını iki yana yavaşça sallayıp, burnunu burnuma sürtmüştü. Tam dudakları dudaklarımı bulacağı an arkadan yükselen bir öksürük sesi ile yüzü durmuş gözleri ise kapanmıştı, çenesindeki kemikler oynarken doğrulup ellerini belimden çekti.

 

"Ne güzel bir sabah di mi?" dedi dişlerinin arasından Berat.

 

"De mi ama, ne güzel bir sabah." Bakışları benden gidip, sandalyeye oturan Berat'a ters bir ifade ile baktı.

 

Dudaklarımı birbirine bastırıp dolaplardan bardak çıkardım. Çay bardaklarına çayları dökerken Kuzgun'un çayını demli yapıp vermiştim.

 

Baş yerime oturup Berat'a baktım. Kahvaltısını yaparken hiç bir şey olmamış gibiydi. Bakışlarım yavaşça çaprazımda oturan Kuzgun'a döndü. Kahvaltıya bakarken gözleri dalıp gitmiş gibiydi, dudaklarını ıslatıp önündeki demli çaydan içerken sessizliği bozan Berat'a baktım.

 

"Bugün müsait misindi abi?" dedi ağzına atmış olduğu yeşil zeytini yerken. "Benim işim üç buçukta başlayacak. Antrenmanlara başlarmıyız?"

 

Kuzgun'un tek kaşı hava bir şekilde durdu. Berat'ın sesi her zamanki gibi gür ve içtendi. Demekti Sinem'in ayrılığı o kadar koymamış, ya da koydurtmaya izin vermemiş. Sessizce ekmeğime reçel çalarken Kuzgun konuşmaya başladı.

 

"Çıkarız beraber, sonra ağlama ama."

 

Berat alaycı bir şekilde güldü, yüzüne konan heyecanlı ifade gözümden kaçmadı. "Ne ağlaması. Başlayalım artık ve abi." Neşe dolu sesi yine ortaya çıkmıştı. Gülümseyip önüme döndüm.

 

Aradan geçen zamanla kahvaltı yapmı ve ayaklanmıştık Berat ilerleyip giderken Kuzgun kurumuş olan giysilerini alıp odama yöneldi. Mutfaktaki yiyecekleri buzdolabına koyup etrafı fazla özenli olmadan toplayıp odama doğru ilerledim. Berat çıkış kapısının önünde seslice video izlerken, ben odaya dalmış ve ayakta üstü çıplak olan Kuzgun'a baktım. Dün gece ıslak olan giysileri kurumuştu. Kazağını giyerken makyaj masama yönelip göz altıma kapatıcı çalmaya başladım. Fazla belli olan bir morluğum yoktu ama çalmak beni rahatlatıyor ve özgüven duygusunu artırıyordu. Gözümün altındaki kapatıcıyı yayarken Kuzgun, yatağa oturmuş beni izliyordu. Göz ucuyla dâhi bakmadım, allığı çalarken hızlı davranıyordum, fazla makyaja gerek yoktu, yağmurlu bir havada olduğumuz için buna gerek duymadım. Elimdekini bırakıp kırmızı rujumu elime alıp dolgun dudaklarıma yayarken arkada bana gölge olan adama aynadan baktım. Elimdeki ruju bırakıp arkamı dönüp kısık gözlerine baktım. Şahsen şuan rujumu dağıtmak ister gibi bakıyordu.

 

"Aklının ucundan ne geçiyor."

 

Başını iki yana salladı. Büyük ve sıcak ellerini iki belimin arasına sıkıştırıp belimin boyutunu ölçer gibi okşadı.

 

"Bilmeni istemiyorum. Şahsen benden uzuk durmanı istemiyorum" Bu sözü karnıma ağrılar vermesine yetmişti. Elim yanağına giderken yanağını yan yatırıp avuç içime yerleşti.

 

"Arsız düşüncelerin beni nasıl ısıtıyor bilmek ister misin?" Alt dudağımın köşesini ısırırken Kuzgun dudaklarını ıslatıp başını iki yana sallayıp kafasını yukarıya bir kaç saniye dikti.

 

"Az değilsin, masum değilsin." Elleri kalçama kayarken ellerimi onun kalın bileklerine attım.

 

"Seni bilmem ama ben ıslaklık içinde günü geçiremem." Rahattım, belki başkası olsa asla bu kadar rahat açamazdım kendimi. Ama o... O benim yüreğime işlenin bir nakış gibiydi. Onun her bir zerresi, onun her bir kelimesi benim için o kadar önemliydi ki; sanki benim yüreğim geride kalan hiç bir insanı kabul etmek istemedi ve onu beklemiş gibiydi.

 

Arsız bir gülümseme ile beni bırakıp, "Sen illa nikâh istiyorsun."

 

"İlle de kocam ol." Bu cilveli sözün ardından kolumdan tutup kendine çekti, dayanabilme arzusu o kadar zordu ki benim ve onun aynı alanda kalmamız yasaklanmalıydı.

 

"Sana o nikâhı vermem için ilk önce başlattığım savaşı bitirmem lazım. Ve sen onu bekleyebilirmisin?" Dudaklarıma doğru kurduğu cümle ile sıcak nefesi arasında kalmıştım, sadece başımı iki yana sallamakla yetindim. "Biliyorum. O yüzden... Girdiğim bu ateşten savaşta yanan bedenimle devam etmemi istemiyorsan. Söndür bizi."

 

"Eğer ikimizde rahat durursak," Bakışlarım çenesindeki yaraya gitti. "Ateş olmayız, yanmayız ve kimseye zarar vermeyiz." Parmaklarım yarasına gitti, okşayıp izledim derin yarayı.

 

Başını yarım açık ağız ile salladı. Elleri yavaşça bedenimden koparken, gözleri arsızlıktan kopamadı.

 

Ayaklarıma geçirdiğim çorap ile Berat'a baktım. Dolabı açıp topukluları çıkarıp giyerken Kuzgun kapıyı açmış Berat'ın ensesine hafif dokunup onu yerinden kaldırmıştı. Berat telefonu cebine atıp giymiş olduğu botlarla çıktı dışarı. Asansöre binip en alt kata inerken kendi arabama yöneldim. Arkada kalan Berat ve Kuzgun'a sadece bakmakla yetindim. Kuzgun sertliğinin arasından bana göz kırparken Berat arabaya binmiş kapısını kapatıp Kuzgun'a baktı.

 

Onlar kendi yoluna giderken bende kendi yoluma gittim. Çalan telefonumu açıp hoparlöre verdim.

 

"Baro'nun gönderdiği dava hakkında bilgileri okudun mu?"

 

"Evet bir nevi," dedim, Volkan'ın derinden gelen sesine karşı seslice konuşuyordum. "Kadının çocuğu kayıp..." Volkan sözümü kesip devam etti.

 

"Hayır Elzem. Kayıp değil. Bir çeteye katılmış, neredeyse uyuşturucu çetesi denilebilir. Çocuk daha on sekiz yaşında. Kadın dava açmış avukat istediler bende seni yöneldirdim."

 

"Savcım hızlıyız bugün."

 

"Elzem bu konuyu senin üstlenmeni istiyorum. Bu çetenin başında ki adam bir çocuğun ölümüne neden olmuş. Çocuğun ifadesini dinlemek için seni bekliyorum."

 

"Tamamda, çocuk kayıp değil mi?" Tek elim havada bir şekilde olaya kendimi fazlaca kaptırıp konuştum.

 

"Başı sıkıştığında, sokaklar ona dar geldiğinde evine geliyor işte. Annesi odaya hapis etmiş. Onun güvenliği için bunu yapmak zodunda olduğunu söyledi."

 

"Allah'ın cezaları. Çocuğu sıcak yuvadan ediyorlar." Kaşlarım çatılırken yanan yeşil ışık ile yola devam ettim.

 

"Tamam şuan nereye gelmeliyim?"

 

"Attığım konuma gelmeni istiyorum."

 

Volkan'ı onaylayıp telefonu kapatıp, konumu bekledim. Konum gelmişti, ekrana konumu yansıtıp yolumu değiştirirken zihnim şuan tertemiz bir sayfa ile yenilenmişti.

 

Parmaklarımı direksiyona vurup Şişli havada dikkatlice ilerledim. Konuma son beş dakika kalasıya tenha sokaklardan geçmiş kollarını keko misali sallayan adamlara bakamadan edemiyordum. "O kol öyle sallanmasa olmaz yani." Kendi kendime konuşurken, çocuğun bu mahallede adam olarak çıkması geleceğe binbir katkı sağlardı. Şahsen zorunlu bir şekilde oturuyorsan, o çocuğa kadının gözü gibi bakması lazımdı.

 

Arabayı durdurup gözüme çarpan Volkan ile yolu geçip bahçeli olan eve girdim, alçak demirden kapısını açık tutup önce demirden sonra ile tahtadan kapıyı açtı. İçeriden gelen sıcaklık ile bedenim ısınırken ayakkabılarımı indirip volkanın açmış olduğu kapıya ilerledim.

 

"Hoş geldiniz." dedi başında yazması olan kadın.

 

"Hoş bulduk." Bakışlarım demirden yatağa kaydı, yatağın üzerinde kollarını dizlerine dayamış bir çocuk duruyordu. İnce bedeni ve uzun dağınık saçı ile bakışları tedirgince bana döndü.

 

Konuya direk daldım, hiç beklemek istemiyordum. "Engin ben Avukat Elzem Yıldırım. Senin davanla ben ilgilenicem."

 

"Ne davası ya! Saçma sapan işlere kalkışıyorsunuz." İsyankar sesi odada yankı yaparken bu isyanın sebebini şuan bile merak etmeye başlamıştım.

 

"Öncelikle bu bir saçmalık değil ciddi bir konu, çünkü senin uyuşturucu sattığını görmüşler ve bunu emniyete bildirmişler." Bakışlarım Volkan'a gitti, yeşil gözleri benim sözümü onaylayıp devam etmemi istedi.

 

Kadın arkadan bana sandalye verip oturmamı sağlarken ben konuşmaya devam ettim. "Annen o adama dava açtı, bu davada senin insanlara uyuşturucu verdiğin tespit edildi."

 

Konuşmadı, sessiz kaldı.

 

"Konuyu bilmiyorsunuz ki." Elini iki yana açıp yüzüme baktı. Kahverengi gözlerinde titreme vardı ama bunu belli belli etirmemek için çabalıyordu. "Ben satmadım."

 

"Birileri çıkıp sattı, dediler." dedim. "Eğer bana o adam hakkında bir kaç bilgi verirsen, o çetenin ilerleyişi hakkında."

 

"Avukat hanım, benim elime bir kaç poşet verdiler. Bak bunlar ilaç sahiplerine götür dediler. Bende öyle yaptım. Beni buraya tıktı çıkarmıyor." İki eli ile annesini gösterdi.

 

Volkan nazikçe Engin'in elini tutup yere indirirken ben konuşmaya devam ettim. "Tamam bak anlaşıyoruz işte. Kaç yaşındasın sen?"

 

Önce yere baktı sonra bana, "On sekiz." dedi sessiz sesinin arasından korku sızarken.

 

"Peki Engincim, şimdi soruşturma açıldı, ve o adamın dışarıda rahat rahat onları satmasına izin verilmeyeceğini sende biliyorsun. Senin olaylarla ilgın nedir bilmek istiyorum o adamların nerede kaldığını nerede satış yaptığınıda."

 

"Kimse aynı noktada kalmaz ki? Okul yerleri hep değişiyor." Konuşmuştu, gözleri öfkeyle yerde dururken konuşmuştu. "Bir kişinin değil başlarında olan beş, altı ya da sekiz. Ben bilmiyorum adamlarla parkta oturduk muhabbet ettik. Onlarda çocuklara vermemi istedi, ilaç olduğunu annelerine götüreceğini söylediler." Parmakları birbiri ile savaş haline gelirken derin bir nefes verip konuşma sırasını kendime verdim.

 

"Neden evden kaçıyorsun peki?" Konu dışı sayılırdı ama değildi. Evden kaçan her çocuğun bu olaylarla karşılaşması normaldi, duygu yıkılışı insana her şeyi yaptırıyordu, kendi gözünde iyi bildiği şeyin aslında kötü olduğunu bile fark edemiyordu.

 

"Sıkıyor ev beni." Bakışları annesine kaydı bir adım arkamda duran annesine göz ucu ile baktığımda bakışlarını yaşlı gözlerle oğluma dikmişti.

 

"O zaman odana hapis et kendini, sokaklara değil, bazen dört duvar bile açık bir bahçeden daha güvenli gelir insana. Sokakların gülümseyen yüzlerine aldanma Engin, o sokaklarda ne acılar geçti geçiyor bilemezsin."

 

"Sende bu dört duvarı bilemezsin." Dişlerinin arasından kurduğu cümle zar zor çıkmıştı ağzından.

 

Sadece başımı sallamakla yetindim. "Peki o zaman savcım şu adamların ifadelerini birde ben dinleyebilir miyim."

 

"Hay hay Avukat hanım," Ayaklanıp Volkan'a baktım. "Şimdilik görüşürüz Engin."

 

Ben odadan çıkarken arkadan gelen annesi ile bakışlarımı kadına çevirdim.

 

"Avukat hanım. Ben oğlumu sadece korumak için şikayette bulundum. Onları oğlundan üzüm tutarsınız değil mi?" Bozuk aksanı ile konuşurken tebessüm edip başımı salladım. "Allah senden razı olsun. Rabbi kimseye evlat acısı yaşatmasın."

 

"Amin," dedi sessizce, bunu kendisi duymadı ama benim içimde yankı yapmıştı. "Ben size numaramı vereyim. Bir şey olursa beni arayın. Soruşturma devam edebilir, size gün veremem. Ama onu odada tutarsanız daha fazla dayanamaz."

 

Başını iki yana salladı kadın, acizce bakarken gözünden akan yaş sıcak değilde buz gibi gelmiş gibi elinin tersiyle hemen sildi, "Siz bilmezsiniz. Evladınız olsun o zaman anlarsınız. Aha şu saç teli yere düştü diye göz yaşı akıtırsınız."

 

Kurduğu cümle üzerine kelimeler o kadar ağır gelmişti, ucu ateşli ok gibi yüreğime saplandı. Annem benim için böyle endişelendiğini görmek isterdim, annemin benim için göz yaşı değildi, kahkahalar atmasını isterdim. O duygulardan men edilmiş bir kız çocuğu var içimdi. O duyguları merak eden bir çocuk var içimde. Anne ve baba sevgisine aç bir çocuk var içimde.

 

Arabaya binmiş Volkan'ı bekliyordum. Volkan evlerde müvekkillerle konuşmazdı ya kendi ofisinde ya da emniyette, belli ki bu konu onun gözünde bile ciddi bir konumdaydı. Öndeki arabasına binip emniyete doğru ilerlerken, hemen onun ardında onu takibe almıştım.

 

İlerleyen zamana karşı telefonuma gelen bildirimle elime telefonumu alamadan edemedim. Canan'dan gelen bildirimi okurken dudaklarımı kemirmeden edemedim.

 

Dosyalara baktın mı? Kuzgun aldı bana okutturmadı.

 

Mesajı yanıtsız bırakmak istemedim.

 

Okumadım, bakmadım.

 

Telefonu yan koltuğa çantamın üzerine atmıştım. Tekrar bir bildirim gelmişti ama bu sefer o bildirime bakmak istemedim. Emniyetin önünde durduğunda arabamı boş bir yere park edip ilerledim. Savcı Volkan, kapıda komiser Kerem'le konuşurken adımlarımı yavaşlatıp aralarına girdim.

 

"Hoş geldiniz Avukat hanım." dedi Kerem, yüzünde derin bir dalgınlık ile.

 

"Sana söylediğim adamları aldın değil mi? Onları sorgu odasına tek tek istiyorum."

 

"Emredersiniz savcım." Kerem ilerleyip giderken ben savcının yanına konup aynı hizada ilerlemeye başladım.

 

Koridorları geride bırakırken, Volkan çalan telefonu eline alıp göz ucuyla ekrana baktı. Telefonu kapatıp, yanıtlama gereğinde bulunmadan cebine atarken ofise geçip bir kaç dosyayı eline almıştı.

 

Elindekileri havada tutup bana gösterdi. "Polis ekiplerinin mahallede ki ailelerden toplamış olduğu bilgiler."

 

Derin bir nefes verip elindeki dosyaları aldım. Dosyanın ilk sayfasını açıp baktım, sadece orta kısmını okudum, şahsen şuan soruşturmaya gireceğim için detayları daha sonraya bırakacaktım.

 

Bize zararları dokunmaz, mahallemizin çocukları...

 

Diğer sayfayı açtım.

 

Benim onlarla bir irtibatım olmaz, serseri gibi dolaşır. Zaten evleri yok ki kalsınlar, hep bir başka mekân hem bir başka ev...

 

Şuan bunlar üzerinde kafamı karıştıracak değildim. Herkes başka sözler kuracak ve neyin doğru neyin yanlış olduğu üzerinde gidip gelecektim. Sayfayı kapatıp dosyayı tek elimle tutup Volkan'a baktım. "Bunu daha sonraya bırakıyorum, ilk önce şu adamlara bir bakalım. O ağızlardan ne çamurlu kelimeler çıkacak izleyelim."

 

"Çocuklar üzerindeki davalarda çok hassas biriyim, okul önlerinde satış yaptıkları iddialar var."

 

Adımlarımız koridoru inletirken derin bir nefes verip kaşlarımı havaya kaldırdım

"O mahalleye yakın okul varsa oranın kameralarını inceleyen. Engin'in hangi saatte sattığını bilirsek işimiz kolaylaşır." Göğüs kısmına gelen saçımı geriye atarken Volkan başını sallayıp bakışlarını bana bir kaç saniye çevirdi.

 

Önüne dönüp, "Büyük ihtimalle, çıkış ve giriş saatleri arasında satış yapılıyor. Ama okulun çevresindeki kameralara yakalanacaklarını sanmıyorum. Yakınlarda bir park varmış bildiğim kadarıyla. Oranın girişinde kamera var. Ekiplere haber veririm, bakarlar."

 

Sorgu odasına girdiğimde sandalyeye rahatça yaslanmış bir adam vardı. Adam demek ne kadar doğru olurdu bilmiyorum, şuan bu gevşek hâline derin bir nefes verip ellerimi birbirine sürtmekten başka bir eylemde bulunamadım. Volkan onun karşısına geçip oturdu, bense topukluların üzerinde dikçe durdum. Volkan'ın vermiş olduğu nefesle kollarını masaya koyması bur oldu. Kapının açılması üzerine Kerem elinde dosya ile girmişti.

 

Başımızın tamda üzerinde tüm odayı aydınlatan loş beyaz bir ışık vardı. Karşımdaki adamın gözleri kan çanağı gibiydi.

 

Volkan eli ile konuşmam için adamı gösterdi. Dudaklarımı ıslatıp gözlerimi adama çevirdim.

 

"Engin Akın'ı tanıyor musun Cevdet?"

 

"Tanıyorum, bizim mahalle oturuyor."

 

Başımı salladım. "Peki uyuşturucu saattı iddaa ediliyor, lakin benim müvekkilim bunu red ediyor ve ben uyuşturucu satmak istemedi ben ilaç veriyordum. Bana bunları dedi."

 

"Bu beni ne ilgilendirir." Geriye yaslanıp kaşlarını havaya dikti, özgüveni nereden geliyordu bilmiyorum ama gözlerinde korkuyu görebiliyordum.

 

"Senin ona uyuşturucu verdiğini ve onunda onu ilaç sanıp çocuklara verdiğini biliyorum." Elimi göğüsüme koyup, "Benim bildiğim bu... Peki ya senin?"

 

Konuya hızlı giriş yapmıştım, Volkan da bunu fark etmiş gözlerini bana dikmişti. Ona bakmadım lakin bakışlarının kimde veya nerede olduğunu görebilmek zor değildi.

 

Adam elini masaya koyduğunda bakışlarımı önce ellerine sonra ise yüzüne diktim.

 

"Bunun kanıtı varsa gelsin karşıma. Öyle bir şey yapmadım! Yalan söylüyor piç!"

 

Volkan, "Düzgün konuş, karşında Cumhuriyet savcısı ve avukat bulunuyor."

 

Adam dudaklarını birbirine bastırıp önüne öfkeyle dönmüştü. Dudaklarımdaki ruju yemeye başladığım ana ve bitti ana kadar sorgu devam etmişti. Ellerimdeki dosya ile emniyette çıkana kadar derince çektiğim o nefesi verememiştim. Adımlarımı dışarıya attığım an derin bir nefes verdim.

 

Kerem yanımda seslice gülerken, "Varmı bir isteğin?"

 

Ona batık tebessüm ettim, Kerem'le ilk çalışmaya başladığım an bana o kadar yardımcı olmuştu ki belki Volkan'dan sonra hayatımı en kolaya sokan kişi oydu.

 

"Şuanlık yok ama sen Engin'in evinin önünü bir memur dikebilirmisin? Güvende durması ve ölüm haberinin gelmemesi için." Bunu dile getirmek artık zor gelmiyordu, ne kadar yüreğime bir ürperti bıraksada mesleğim gereğince bu sözleri dilime ezber yapmak zorunda kalmıştım.

 

"Tamamdır." Bana iki gözünü yumup ilerlerken ben önüme dönüp arabama ilerledim.

 

Volkan'ın emniyette işi uzundu. Savcının şuanlık benimle olan işi bitmişti, soruşturmayı yürütmeye devam edeceğini söylerken, ben şuan sadece büroya gidip ellerim arasında tutmuş olduğum bir kaç dosyayı inceleyecektim. Kerem'den kamera kayıtlarını istemiştim. Eğer oradan bir şey çıkarsa bu Engin'in elinde delil kaynağı olabilirdi.

 

 

Esen rüzgardan kaçmak için arabama binmiştim bile, rüzgarın sertliği ve sislerin varlığı hâlâ devam ederken ben soğuyan parmak uçlarımı kot pantolonuma sürtmüştüm. Yola çıkarken çalan telefonum ile elime telefonumu hemen aldım, çünkü birazdan trafik alanına giriş yapacaktım ve şuan boş yolda telefon konuşmak daha rahat olacaktı.

 

"Efendim Canan."

 

"Bürodayım. Babam için bir şeyler yapmayacakmıyız?"

 

"Canan ilk önce elimizde tamamen kullanılacak ve sağlam bir delil olmalı, eğer..." Sözümü kesmişti sesi ilk defa bu kadar gür çıkmıştı.

 

"Elimizde delil var ya. O raporlar ve kamera kaydı."

 

"Canan onların hepsi sadece Yaman'ı yıkmaya yeter, baban için delil toplamamız lazım ve ben o dosyayı açacağıma ve masum bir şekilde beraat edilmesi için elimden geleni yapacağım."

 

"Peki." Telefonu kapanması üzerine, telefonu yanıma atıp iki elimle direksiyonu kavradım. İşlek caddede ilerlerken gözüme çarpan bir tabela ile gözlerimi kısıp o yöne doğru baktım. Arabanın yolunu değiştirip bir köşeye park ettim.

 

 

******

 

Sessizlik bedenlerine bir karanlık gibi çökerken, yağan yağmurun damlaları kurşun gibi kulaklarına değiyordu. Geçen sessizliğin ardından Gökalp'in gözleri sadece balkonlu camdan yağan yağmuru izliyordu. İçindeki yangını sonbahar bile söndürmeye yetmiyordu, içi yanıyor lakin bedeni buzdu.

 

"Abimin yanına gidelim mi?"

 

"İlla çıkıcam şu odadan diyon," Verdiği nefesle başını omzunun üzerinden elinde resim defteri tutan Begüm'e çevirdi. "Şu odadan başka bir yer yok dememe rağmen."

 

"Sende mi beni hapis edeceksin."

 

"Ne alaka. Adamın ne yapacağı belirsiz," kaşları sahada çatıldı, başını dikçe kaldırıp önüne döndü. "Seni bile öldürebilir. Deli bu."

 

Begüm önüne umutsuzca dönüp elindeki kalemi yatağın üzerinde koyarken gözleri Gökalp'e döndü. Gökalp balkondan gelen gri ışıkların yarasını tutuhordu. Odaya yayılan gölgesine bile gizlenilebilirdi.

 

"Çok geç kalmayalım. Beş dakika sürmesin." Arkasını dönüp kapıya yöneldi. Begüm yataktan çıkıp yeşil eteğini çekiştirip, salaş olan bej kazağını yakasına dokunup açıkta olan omzunun sütyen askısını düzeltti. Uzun saçlarını geriye atarken Gökalp'in bir adım dışarıda olduğunu gördü. İlerleyip Gökalp'i takip etti. Ona uzatılan köprü gibi eli tutmak yerine; "Kimse yok zaten, buna gerek yok." demişti.

 

Gökalp bu sözü beklemediği için, eli havada yüzü ters, adımları ise yere sabitçe kitlenmişti.

 

Gözleri Begüm de, Begüm'un gözleri ise merdiven basamağında ilerliyorken duruyordu. Gökalp çenesini istemsizce ve hissizlik içinde sıkıp ilerlemeye devam etti.

 

Gözleri koridorlara değmiyordu, merdiven basamaklarının parlak hatlarında dolaşıp duruyordu. O ateşi söndürecek olan duyguyla yüzleşmek istemiyordu ve içine bir hüzün yaprağı dalgalansın istemiyordu, yanan yüreği intikam ve acımasızlık içinde kalsın istiyordu. Bu isteği, içindeki küçük çocuk Gökalp bile istiyordu; bu büyümüş hâli içindeki o yangınları dindiremez. Bunun zorluğunu bile bile yaşıyordu.

 

Abisinin odasının kapısını açıp içeriye girdi. Yatakta uzanmış olan abisine bakıp yanına doğru ilerledi. Yüzünde tebessüm yüreğinde ise derin bir hüzün taşıyordu.

 

"Abi." dedi, yatağın ucuna oturup elini abisinin eline attı. Büyük ve ağır olan elini öptükten sonra, iki eli ile kavrayıp okşamaya başladı. Sanki o dokunuş ile içindeki hüznü ve ağır yükü dindirmeye ister gibiydi.

 

"Naber kayınço?" diye sordu Gökalp. Etrafa kısa bir göz gezdirip, derin bir nefes verip ellerini cebine koyup Ali'ye baktı.

 

Odaya derin bir sessizlik çöktü, Gökalp dilini ağzında oynanırken Ali'nin ona baktığını Begüm'ün ise Ali'ye baktığını gördü. Arkadan belini aşan kumral saçlarında gözleri sabitçe kalırken Begüm'ün sesi ile gözlerini kırpıp boğazını temizler gibi yaptı.

 

"İyileşiyorsun... Elini hissedebiliyorum." Duygu, en ağır hâliyle Begüm'ün üzerine çökerken, gözlerinde intihar etmişçesine asılı duran yaşlar yer düşmüyor; sadece gözlerindeki yeşillikler de kendini belli ediyordu.

 

"Onlar haklıydı." dedi, gözleri Gökalp'e değerken. "Bizim babamız, bize ölüm sunuyor." Bu söz derin bir boğultu yaşamasına sebep oldu, verdiği nefesten utanır gibi başını öne eğip iki yana düşen saçları ile yüzünü gizlemeye çalıştı.

 

Gökalp Begüm'e kanat olan saçlarının iki yana kayışını izledi. Verdiği nefesin ateşten mi yoksa buzdan mı olduğunu seçemedi. Yüreğine ağır bir his konuldu. Acıma hissi. Belki de başka bir his.

 

Gökalp gözlerini Ali'ye çevirdi. Ali'nin, yastığa doğru akıp giden göz yaşını izledi. Derin bir nefes alıp ellerini cebinden çıkardı. Kollarını önünde birleştirip çatık kaşları yüzüne kondurup, alt dudağını ısırarak izlemeye devam etti.

 

Begüm ayaklanıp, "Senin yokluğunda Gökalp bana abilik yapıyor. Oda benim bir abim sayılır. Ayaklanıp sırtımızı birbirini dayayacağız."

 

Bu sözlerle Gökalp'in yapmış olduğu tüm eylemler donmuştu. Alt dudağı dişleri arasında tutulur kaldı, çatık kaşları havalanıp sabit durdu, göz bebeğinin siyahlığı kehribanları gizler gibi daha da büyüdü.

 

İçinde bir ağırlık oluştu, bu seferki gizlenmiyir bütün çıplaklığıyla hissettiriyordu. Yüreğine bir ağırlık, zihnindeki benzinliğe bir çakmak yakılmış gibiydi. Bu yangının sebebini bilmek, aramak, sormak istemiyordu.

 

"Elimi sıkabiliyor." dedi, Begüm abisinin avuç içine koyduğu elin tutuluşunu hissederken, Gökalp sadece zihnindeki yangın ve yüreğine konan küçük ama bir o kadar ağır taşlarla izlemeye devam etti. "İyileşecek... Sen haklıydın..."

 

Buna nasıl sevindiğini oda bilmiyordu babası kendi oğlunun katili olmuşken Begüm buna nasıl sevindiğini oda bilmiyordu. Belki içindeki o masum, karanlıkta yaşamış olan çocuktan kalma bir histir bunlar.

 

"Gökalp, hissedebiliyorum elini."

 

"Biliyorum. Şimdi gidelim." dedi, yok bir ses eşliğinde.

 

"Biraz daha kalalım. Biraz daha hissedeyim onu." Masum sesi çocuk gibi çıkarken Gökalp kollarını çözmüş göz devirircesine bakıyordu Begüm'e.

 

"Hadi dedim, işim var daha. Bak bırakıp sonra canın acır." Yutkundu Gökalp. Başını çevirip çıkış kapısına yöneldi.

 

Begüm ardından gelip yanında durdu, kapıyı kapatıp Gökalp'e baktı. Gökalp ona bakmadan başını yine öne eğip merdivenleri inerek. Begüm'ün odasına yöneldi. Odaya girerken yine derin bir parfüm kokusu sarmıştı burun deliğini.

 

Arkadan kapanın kapı baktı. Gökalp elindeki montu koluna atıp Begüm'e baktı.

 

"Teşekkür ederim... Abim adına."

 

Tek kaşı havada dili yanağının köşesinde kendini belli eder gibi durdu.

 

"Aslında seni kendime tehdit olarak gördüm. Bana zarar vereceğini düşündüm. Ama... Ama sen benim hayatımı değiştirdi. Abim yokken abilik yapıyorsun."

 

"Teşekkürlerin umrumda değil. Senin için değil kendim ve canımın canı için." Elzem'den bahsediyordu. Elini göğüs kafesine atıp, "Ben buradaki ateşi dindiremem. O adam ölse de dinmez ben bu evde yaşasam da dinmez, ama... Ama benim burada bir canım daha var."

 

Begüm'ün gözleri geriye çekilmiş gibiydi. Bir adım geriye attı kendini parmakları birbirine girererken, başını önce öne eğip sonra yavaşça kaldırıp Gökalp'e baktı. Uzun kirpikleri yeşilliklerin arasında ağaç gibi dimdik duruyordu.

 

"Sana dedim: bana minnet duyma." Gökalp kaşları hafifçe havalanmış, kelimeleri tek tek vurgulayarak üzerine basa basa söylemişti.

 

Başını yavaşca salladı Begüm. Arkasını dönüp yatağına ilerledi. Üzerindeki resim defterini alıp komodinin üzerine koyarken Gökalp odayı çoktan terk etmişti. Begüm yine tek başına odada kalırken ilerleyip odanın kapısını kilitledi. Gökalp'in dediği şeyi yapmıştı, kapısını o yokken daima kilitli tutuyordu.

 

Yağmur varlığını belli etmek için belirli sürelerde döktürürken, şuan hızını yavaşlamış saçlarda tüm tanesi izi bırakıyordu. Gökalp dağılmış saçlarını eli ile okşayıp arabasına binmişti, bulunduğu konumdan uzaklaşıp oto yıkamaya yöneldi.

 

Yolunu uzatmadan en kısa mesafeden ilerleyip oto yıkamaya gitmişti. Büyüdüğü ve büyüttü mahalleye giriş yapması uzun sürmemişti. Arabasını park edip oto yıkamanın önünden elinde teker ile geçen Mertoya baktı.

 

Arabadan inip oto yıkama girdi. Açık olan geniş kapıdan içeriye adımını atıp etrafa kısa bir göz gezdirdi. Merdivenlerden gelen demir sesi ile bakışlarını o yöne çevirdi. Dinçer montunun önünü çekip Gökalp'e bakarak, "Ne arıyorsun burada?"

 

Gökalp tek kaşı havada bir şekilde bakarken, "Gelemezmiyim evime?"

 

"Tabii gel de, kızı yalnız bırakma diye."

 

"Seni onu boş verde Kuzgun nerede."

 

Mert, "Kuzgun abi, Berat'la." dedi, elindeki tekeri bırakıp alnında şu soğuk havada oluşan yerleri elinin tersiyle silerken.

 

"Berat mı?" Gökalp sorar gibi baktı bakışlarını Mert'te Dinçer'e çevirdi.

 

"Kendi aralarında bir antrenman yapacaklarmış," Dinçer ilerleyip koltukların bulunduğu alana gitti.

 

"Daha önemli işimiz varken şuan kas sırası mı?"

 

"Kadınlar kas sever abi." dedi Mert yaklaşıp sobanın üzerindeki çaydanlığı alıp Gökalp'e çay tazelerken. "Yarım saatte gelirim dedi. Herhalde şimdi gelir."

 

"Kim geliyor," Arkadan yükselen Kuzgun'un sesi ile bakışları geniş kapıya yöneldi. Kuzgun sert adımlarla içeriye girerken Gökalp kaşlarını çatıp Kuzgun'u inceledi. "Yankı görüşmek istedi."

 

Gökalp bunu bekliyor gibiydi. Yüzünde şaşkınlıktan çok kendinden emin bir ifade bulunuyordu.

 

"Görüşelim." Gökalp ayağa kalkacağı an Kuzgun ona eli ile geri oturmasını söyledi.

 

"Buraya geleckmiş."

 

"Elini kolunu sullayan bu mahalleye giremez." Gökalp kaşlarını hafifçe havaya kaldırıp devam etti. "Ne olacaksak benim yaşamım dışında olsun."

 

"Ne olacaksa, gözümüzün önünde olsun. Bence en güvenli yer mahalle. Girip çıkan belli." Dinçer bakışlarını Gökalp'ten Kuzgun'a çevirdi. Onaylarcasına başını sallayıp gelmesini istedi.

 

Gökalp sessizlik içinde bunu onaylarken buz kesmiş havada kurumuş olan dudaklarını ıslatıp konuştu. "Ne istiyor. Bir çıkar mı yoksa bir yıkım mı?"

 

Kuzgun tekli koltuğa yönelip, "Yıkım daima bir çıkar verir. Onun derdi çıkarım falan değil, sadece adını yazmak istiyor. Yada Yaman'a olan sessiz nefretinin bir parçasıdır." dedi. "Derdi yok, ama oda güç istiyor, güç almak isterken yıkılmaktan korkuyor."

 

"İkinci Dinçer analizini ortaya attı." Gökalp öne doğru eğilip dirseklerini dizine dayadı. "Yaman ona herhangi bir zararda hulunmadı. Bence güçlü olanı yıkmak ve ortada var olmayan o tahta oturmak istiyor."

 

Kuzgun dudak büzerek Mert olay dışı olduğu için abilerinin aralarına girmiyordu. Önlerine çayları koyup ileride yerde bıraktığı tekeri kaldırıp üst üste düzülü olanların üzerine koydu.

 

Gökalp tek eli ile kavradığı sıcak çaydan bir yudum alıp Kuzgun'un üzerini inceledi. Derin bir nefes alıp başını yan yatırarak yere baktı.

 

Çaylar ikinci bardağa varınca kapının karşı tarafında park edilen siyah arabaya baktı Gökalp, Kuzgun sırtı dönüp olduğu için arkayı göremiyor lakin arabanın sesi ve o sesin kesilişi ile kimin geldiğini anlaması zor olmamıştı.

 

"Bu o mu?" Dinçer elindeki bardağı bırakıp ayaklanırken. Gökalp tam tersi sakinlik içinde geriye yaslanmıştı.

 

Gökalp, "Ta kendisi."

 

Kuzgun omzununu üzerinden ona bakıp, gözlerini kıstı. Yankı üzerinde lacivert bir takım elbise ile karşılarında dururken. Sarı saçları ve sivri burnu ile etrafı inceledi. Geriye doğru taranmış saçlarını parmakları arasında geriye doğru tekrardan itelerken Gökalp tek kaşı hava bir şekilde baktı. Yankı etrafı inceleyip hoşnut olmuş bir ifade ile oturan Gökalp ve Kuzgun'a baktı.

 

Dinçer sakinlik içinde başını sallayıp selam verirken Gökalp bir koltuğa oturması için eli ile işaret etti.

 

Yankı oturup bacak bacak üstüne atıp derin bir nefes verdi. Elrini önde üst üstü birleştirip tebessüm eden mimikleri ile baktı.

 

"Direk konuya dal ben hiç sevmem öyle uzun uzun konuşmayı." Gökalp bıkkınlık içinde konuştu.

 

"Yaman Durkan'a olan tavrınız hoşuma gitmedi değil. Açık konuşayım, Yaman Durkan'a oynuyorsunuz fark etmediğim değil. Onu sevmem bastığı yerde tükürüğüm vardır... Aslında bir nevi masaya iki seçenek atıldı. Yaman mı yoksa Gökalp Gönük mü?" Yankı bakışlarını Gökalp'e çevirdi.

 

Gökalp tek kaşı havada bakarken yankı konuşmaya devam etti. "Ben Fırat'ın oğlu olan Gökalp'in tarafını seçtim. Bu seçim benim belki zararıma olur çünkü Yaman yaşamak için kendi oğlunu bile ölüme sürükler ki yapmadığı şey değil."

 

Ali'den bahsediyordu, ölüm değil ama yaşam olmayan bir seçenek verdi oğluna, bedenini bir zincir gibi sarıp o zincirlerin arasından çığlık sesini bile kesmişti. Özgürlük sadece gözlerinde vardı, bedeninde değil.

 

Sessizlik çöktü, Gökalp sustu gerisini Kuzgun dile getirdi. Tarafı belliydi lakin güveni değildi. Kuzgun ona hiç bir şekilde güveniyordu, tıpkı kendi canından olana güvenmediği gibi.

 

"Eğer kendi hakkın olanı almak istiyorsan, bu işi mahkemeye taşı. Yaman'ı rezil edecek bir koz çıkar ortaya."

 

Bu sözler Gökalp için boştu. Kendi elleri ile hakkı olanı Yaman verecek ve ölümün en alasını seçecekti. Gökalp onu dört duvar arasında görmek istemiyordu, onu zincirler eşliğinde akan yaşlarla görmek istiyordu. Acı nedir, nasıl hissedilir hissetsin istiyordu.

 

Boş verdi, konuşmadı Gökalp. Ayağa kalktı Yankı ilerlerken Dinçer ve Kuzgun yanındaydı lakin Gökalp bir adım arkada. Sessiz geçen adımların saniyesini çığlık kovaladı.

 

Dışarıda, tamda sokağın ortasında Mert'i gördüler. Elinde bir tepsi ile ilerlediğini görmüşlerdi. Ne olduğunu anlamadan elindeki tepsiyi yere düşürürken koşar adım oto yıkamaya girmişti. Silah sesleri havada yükselirken, Kuzgun solunda bulunan merdivenlerin karşısında bulunan duvara sırtını vermiş, Dinçer ise diğer tarafa pusmuştu. Gökalp koltuklarına ardında başını eğmiş koltuğun arka kısmında bulunan otomatik silahı eline almıştı.

 

Kurşunlar atılmaya devam derken Yankı sırtını duvara dayayıp belindeki iki silahı çıkarmıştı, birini Dinçer'in eline verirken diğerini tek eli ile havaya kaldırıp Gökalp'e baktı, Gökalp otomatik silahla birlikte başını kaldırınca, mermi sesleri daha da yükseldi. Tamda karşısında duran iki arabaya ateş açmaya başladı. Dinçer, sağ tarafta araba yıkama alanından çıkıp adamlara sıkmaya başladı; fakat arabanın hızla uzaklaşması ile kendini tekrarda duvara verdi. Gökalp elindeki silahı kavrayıp boylu boyuna geniş kapıya ilerledi.

 

"Siktiğimin piçi." Gökalp ardından ateş etmeye başladı lakin bu sadece bir kaç mermiye bedel oldu. Araba hızla gözden uzaklaştı. Geniş caddenin sağına ve sola iki araba birbirinden gözden kaybolmuşlardı.

 

"Kimdi lan bunlar!" Dinçer arabanın ardından bakmayı kesip ayağa kalkmaya çalışan Mert'e baktı. "İyimisin lan?"

 

Mert fal taşı gibi açık olan gözlerle titreyen elini havaya kaldırıp onayladı.

 

"Amına koyduğumun piçleri!" Gökalp tek eli ile elinde otomatik silahı tutup hızlı adımlarla oto yıkamaya girdi. "Bunlar nasıl girdi oğlum buraya!"

 

Kuzgun giden arabanın ardından bakmaya devam ederken gözleri kısık, tırnakları ise avuç içini delecek gibi sıkıyordu. Çehresi değişti, elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Sokağın sonu ve ilerisini kontrol etti, oto yıkamanın yanında bulunan boş araziye bakıp kulağındaki telefonun çalışını dinledi.

 

Açılan telefonun ardından çıkan sesi ile duran yüreğine ferahlık yayıldı.

 

"Elzem..."

 

"Efendim, Kuzgun."

 

Gözlerini kapatıp sesin huzuruna kendini bıraktı. Elini alnına atıp, "İyimisin?"

 

"İyiyim. Neden sordun, bir sorun mu var yoksa?" Elzem'in değişen ses tonu ile Kuzgun; "Hayır seni merak ettim."

 

"Tamam..."

 

Kuzgun konuşmayı uzatmadı. Gökalp'in oto yıkamaya yayılan öfke sesleri Elzem'in kulağına gitsin istemedi. Telefonu kapatıp yanına ilerledi.

 

"Kim oğlum, kim lan bu! O siktiğimin Yaman'ı yoksa?"

 

Sessiz gelen saldırının ardında bir tek Yaman vardı. Tüm oklar onu işaret ediyordu lakin girdikleri bu görevin içinde düşman belirsiz bir gölge gibidi. Her an ortaya farklı bir bedenle girebilirdi.

 

"Siktiğimin piçi!"

 

Yankı elindeki silahı beline atıp, "Ağır oluyor ama." dediğinde tüm bakışlar ona çevrildi.

 

Kuzgun kaşları çatık başı yana yatırılı bir şekilde ona bakmaya başladı.

 

Gökalp Yankı'ya bakıp, "Ne diyon lan." dedi az önceye göre daha sessiz bir sesle.

 

"Diyorum ki ayıp oluyor, hadi arkadan küfür edilirse yüze doğru olmaz."

 

"Lan oğlum seni şurada bir sikerim o zaman lafı uzatmadan konuşmayı öğrenirsin... Sen mi yaptın lan!" Gökalp sokak serserisi gibi çıkan şivesi ile, omuzlarına kaldırıp cevap bekledi.

 

"Evet, ben yaptım." Yankı bir eli cebinde gayet sakin bir ses tonu ile konuşmaya devam ediyordu.

 

Öfke bedeni sarmaşık gibi ıslak bir şekilde sarılı kalırken, avuç içini yüzüne sürtüp, "Lan orusbu çocuğu!" İki elini Yankı'nın yakasına atıp onu geriye doğru itip duvara dayadı. "Lan gerizekalı hani Yaman'ın düşmanıydın sen?"

 

"Bırak onu." Kuzgun sakin sesinin ardından çıkan gür sesi ile baktı ikisine.

 

Gökalp, "Lan sende bir dur, neyini bırakayım bu piçin."

 

Dinçer, "Gökalp sakin."

 

"Lan bir ben mi burada şunu düşman olarak görüyorum lan!" İki elini yakasından çekip, Kuzgun'a ve Dinçer'e baktı.

 

Kuzgun Gökalp'i tınlamadı, bakışları Yankı'ya değdi.

 

"Neden kuruldu bu saldırı."

 

Yankı dudak büzüp yakasını düzeltmeyi kesti.

 

"Yaman istedi, bende onayladım."

 

Gökalp sessiz bir gülüş atıp elini beline atarak geriye çekildi.

 

Gökalp, "ha sen iki tarafın gönlü olsun dedin yani öyle mi?"

 

Yankı saçlarını geriye itip, "Evet." Sesinin sakinliği Gökalp'e dilirtirmişti.

 

Kuzgun Gökalp'in konuşmasına izin vermeden. "Öfkeni sikeyim senin artık." dedi dayanamadan.

 

Gökalp açık gözlerle baktı ona iki elini cussesine koyup, "Lan niye bir tek ben içmeliyim. Adam gelmiş benim mekanıma ateş açıyor sizinde benden beklentiniz, canın sağ olsun kardeşim demek mi?"

 

Kuzgun derin bir nefes verip Yankı'ya baktı. Dinçer elindeki silahı ters bir yüz ifadesi ile Yankı'ya verdi.

 

"Yaman sizin üzerinizde işler çevirmemi istedi, yoksa benim işime engel olacaktı. Onun tarafında senin rahat nefes almamamı istedi."

 

Kuzgun başını bunları algılamak ister gibi salladı. Bakışları çıkış kapısına yöneldi.

 

Her şey zaten başlamıştı, barut kokuları burnuna geldiği an onun içine belinde bulunmayan o silahı kuşa vaktiydi. Aralarında geçen küfür ve anlamsız soeuların bellirli cevapları karşısında: Kuzgun arabasına, Yankı yoluna, Dinçer mahallesine yöneldi. Gökalp oto yıkamada durmuş Mert'i azarlayarak etrafı kontrol etmesini istedi. Mert titreyen elleri ile zarar gelen bir şey var mı diye kontrol ederken. Gökalp elini beline atmış sokağın tam ortasında duruyordu. Oto yıkamanın yanında bulunan boş araziye baktı. Ağzından küfürler akmaya devem ederken. Yağmur damlaları saçlarına akmaya başladı.

 

"Abi... Bilal yarın askerden geliyor." Titreyen sesi fısıltı gibiydi, sesi boğazına kaçmış orada bir düğüm oluşturmuştu. Mert elindeki telefonu cebine titreyen elleri ile sokup derin bir nefes vermeye çalıştı.

 

"Bir o eksikti." dedi ellerini belinden çekip ilerleyip oto yıkamaya girdi.

 

Geniş oto yıkamanın ilerisinde bulunan koltuklara baktı. Mermi yemiş koltuklar izini belli ediyordu. Bir elini beline attı diğer eli ise çenesini gitti, çenesini okşayıp; "Sabır... Sabır şart kardeşim." diye döküldü dudaklarından.

 

 

*****

 

Güneş, yok oluş saatine yaklaşırken gökyüzü kararmaya, bulutlar ağır ağır şehri yutmaya başlarken, sokaklar bir mezar kadar sessizliğe bürünmüştü. insanların şiddetli yağışın etkisiyle evlerine giriş yapmışlardı. Sokaklar, sessizliğe o kadar hâkimdi ki, koca şehri tek başına dolduran şey yalnızca yağmurun acımasızca yere çarpan damlalarının çıkardığı uğultuydu. Damlaların birleşip oluşturduğu kirli birikintiye çarpan damla kalbe ağır bir darbe veriyor gibiydi.

 

Ağır adımlar sabitçe durmuştu. Gökyüzü kadar açık olan mavi gözlerdeki siyahlık derince açılmıştı. Şaşkın bakışlar bunu beklemiyordu. Beyaz teni daha da beyazlamıştı. İnip kalkan göğüs kafesine hâkim olamadan dudaklarının arasından sadece tek bir kelime döküldü; "Selmam"

 

Bu tek kelime yürekte yankı yaratmaya yetti.

 

Elinde mavi şemsiye tutan kadın, bir kaç adım atıp cebindeki eli sert rüzgara sunar gibi cebinden çıkardı.

 

"Dinçer." Bu kadınsı sesin ardını şaşkın bakışlar küşadı. Kadının yüzünde bir tebessüm vardı. "Özür dilerim." dedi kısılan sesi eşliğinde.

 

"Sen..." Tam önüne gelen kadına baktı. Başındaki siyah bereye, üzerindeki uzun kahverengi kabana gözlerindeki duyguya... Her bir milimini incelemeye başladı. "Nerdeydin?"

 

Cevabını biliyordu ama onun vereceği cevabıda duymak istiyordu.

 

Selma bir adım daha attı. Elindeki şemsiye geriye doğru düştü, iki elini Dinçer'in omuzlarına atıp önü eğdirip rahat bir pozisyonda sarılmıştı. Havada sesslice çakan şimşek yağmurun sahada sert yağmasına sebep oluyordu.

 

Gözlerde şaşkınlık zihinde ise doluca sorular. Ne bir cevap aradı ve bir çıkış yolu. Çünkü aradığı yol, ya da beraber yolları aştığı kişi buradaydı.

 

Bir eli yavaşça başına gitti. Olmayan saçları berenin üzerinden okşadı, diğer eli sırtını sıkıca kavrayıp sarıldı. Şaşkındı, gözleri hâlâ zemine yapışık bir şekilde duruken, bedeni Selma ile yapışıktı.

 

"Özür dilerim." Selma'nın gözleri yaşardı. Sessizce aktı yaşları. Belki yağmur o göz yaşlarını gizler diye umuyordu.

 

"Her şeyden haberim var... O Yaman..." Dili varmadı, gözlerini sıkıca kapatıp avuç içini Selma'nın bel boşluğuna bastırdı.

 

"Hayır... Hiç bir şeyden haberim yok sevgilim... Seni çok özledim." Duyguya karışan sesi yağmurun sesi ile kendini gizliyordu.

 

Dinçer kapalı olan gözlerini açıp gözündeki gözlüğü çıkarıp cebine koymuştu. Eli hâlâ belinde duruken, "İnkâr etme, korkma. Ben her şeyi biliyorum o piçin seni..."

 

"Değil sevgilim. Hiç bir şey bilmiyorsun. Kimden bahsettiğinide. Sadece gitmem gerekti o kadar."

 

Dinçer bedenini tüm sakinliği ile sabit tutu. İçindeki öfke sakinliğini tutabilecek bir kabiliyete sahipti, Gökalp gibi esip gürleyen biri değildi.

 

Sessiz kaldı, mantık öfkesinin de içindeki yaralı yüreğinin de önüne geçti; bir zırh gibi tüm duyguları geride sakladı.

 

"Her şey geçecek." dedi, mavi gözleri yağmurun altında alev misali yanıyordu, buz kesen bedenini alevler ip gibi kuşadı. "Geçti, geçecek. Ben olduğum müddetçe ne bir yaş ne bir ah çekeceksin."

 

Gözleri sabitçe yere damlayan yağmurun birikintisine izliyordu. Sıcak avuç içini Selma'nın bedenine bastırdı.

 

Öfkesini dişleri arasında ezip, kolları arasında sakinliği kuşandı. Sarılışı dışarıdan dingin içeriden boğucu bir kasırgaydı; kollarında sükûnet vardı ama kalbinin derinliklerinde yağmurdan daha gürültülü bir öfke akıyordu.

 

Yağmur gecenin çöküşü ile şiddetini artırdı. Zemindeki tozlar suyun akıntısı ise kaybolup giderken yükselen derin çamur ve nem kokusu buram buram insanın burnuna geliyordu.

 

"Ne yapmaya çalışıyor?" dedi, içindeki burukluk ve boğuk sesi ile dalmış olduğu yerden kendi düşünceleri içinde boğulurken; "Önüme kızı itti."

 

"Onu buraya getirme, asla." Kuzgun, sakin ve gür sesi ile konuşurken, "Bizim üzerimizden en ufak bir bilgi tüm gerçeği ortaya döker. O kızı yerinde tut, burada görmek istemiyorum."

 

Dinçer, "Oğlum tanımıyorum diyor."

 

Gökalp, "Selma'nın ölümü geldi elimize. Bu am torbası ne yapmaya çalışıyor."

 

"Ben beni ölü bil istiyorum dedi. İyileşmem için yalnız kalmam gerekiyordu diyor."

 

Selma herşeyi kendi planlamış gibi tekrardan Dinçer'in karşısına çıkmıştı. Ölü bilinen bir bedenin tekrardan dirilişi insanların gözünde nasıl gözükürdü? Sadece iyileşmek için kanserini tek başına yenebilmek için gizli bir bahçe evinde insanlarla yaşayıp sakinlikği istemek... Selma bunları titreyen ama inadına inandırmak ister gibi anlatmıştı. Dinçer onun tek bil kelimesine inanmadı, onu dinlemedi sadece izledi; sessizlik içinde yüzünü izledi.

 

Kuzgun dışarıda şiddetle yağan yağmurun sesi ile geniş siyah kepenklere baktı.

 

"Deliyi daha da delirtmek lazım... Deliler korku ile hata yapar."

 

Bu sözler Yaman'a saplanmış bir hançerdi. Kuzgun, adım adım yükselen biriydi. Asla ani bir hareket ile kendini açığa çıkarmazdı, sabrıyla rakibini tüketirdi. Onu sinsince yaklaşacak, onu adım adım delirtecek. Sonunda ise elinde olan her şeyi tek tek alacaktı.

 

"Kızı nereye bıraktın?" Gökalp'in sorusu ile Dinçer derin bir nefes alıp avuç içini cüssesine sürttü. "Evinde işte. Zeynep'i de bayıltık."

 

"Oğlum git şunların başında dur, kolu komşuya ne diyecek bu?" Gökalp eli ile Kuzey Tekinoğlu gibi kapıyı işaret edip; "Dikkat çekmesin, gözün üzerinde olsun... Birde bununla uğraşmayalım."

 

Dinçer hiç bir şey demedi. Sessizce kepenkin yanında bulunan kapıyı açıp çıktı, kapıdan anlık bir kaç saniyeliğine sesli ve derince bir rüzgar içeriyi esir almıştı.

 

"Burada kalacak değilsin değil mi?" Kuzgun sırtı ona dönüp bir şekilde, omzunun üzerinden baktı.

 

Gökalp kaşlarını kaldırıp derin nefesi almış olduğu nefesi ile başını salladı. "Gideceğim. Ya sen?"

 

Kuzgun önüne döndü. "Evime." diyip oto yıkamadan çıktı.

 

*****

 

Dosyaları tek tek toplayıp ayırırken arkada çalan şarkının sesinin fazla açık olması beni rahatsız etmiyordu. Volkan'ın evime gönderdiği dosyayı baştan sonu iki üç kez okuyup algılama yetkimi haddinden fazlaca açtım. Gözlerim kolumdaki saatte gitti. Saat on ikiyi bulurken telefonun bildirim sesi ile bakışlarım yanımda bulunan koltuğun üzerinde atılı olan telefona gitti.

 

Müziğin sesini kısıp kapıyı açar mısın?

 

Kuzgun'dan gelmişti mesaj, kapıda mıydı?

 

O kadar yüksekmi çıkıyordu ses?

 

Ayaklandım, komodinin üzerindeki bulunan dosyaları üst üste koyup telefonunda çalan müziği kapattım. İlerleyip kapıya yöneldim, beklemeden kapıyı açtığımda kapının iki tarafına, iki ellerini dayamış bir vaziyette, üzerime gölgeler düşürerek duruyordu.

 

Yüzüme konan sıcak gülümseme ile derin bir nefes alamadan edemedim. Göğüs kafesine kalkıp inerken bir adım geriledim. İçeriye girdi, Kuzgun. Kapı kapandığı an soğuk hava esintisi kesildi.

 

"Hoş geldin."

 

Cüssesine kaydı gözlerim inip kalktı yüreği, "Hoş buldum." dedi kelimelerin üzerine basa basa.

 

Bedenini inceledim, çenesindeki yaraya baktım, ela gözlerine ve sert çene hattına. İçim gitti sessizce, ama eminim o bu biliyordu; içimin ona gidişini biliyordu.

 

"Duracakmısın böyle?"

 

Tebessüm etti, dudağının bir kenarı yukarıya kalktı ve derin bir nefes verip, deri ceketini indirdi.

 

"Uyumaya mı geldin yine?" diye sordum.

 

Gülümsedi, dudağının iki yana açılışı ve sert gözlerinin kısılışını izledim.

 

"Hemen uyuyalım diyorsan, ben tamamım."

 

Başımı derin nefesimle iki yana salladım. Solana ilerlerken kapının kapanma sesi geldi kulağıma. Koltuğa yerleşirken salona giriş yaptı ve yanıma yaklaştı. Tamda yanıma oturup geriye yaslandı. Yüzümde ki gülümsemeyi yok edip ciddi bir tavırla konuştum.

 

"Dosyalara bakmak istiyorum. Yaman'ın dosyaları nerede?"

 

Kaşları çatıldı, alt dudağını dişleri arasına alıp, "Sana zarar gelsin istemiyorum. O yüzden bu işin içine girme. Ben zaten yapacak bir şey olduğunda seni katıyorum."

 

Yalandı sözleri bana zarar gelmesini istemiyordu evet, ama asla beni bu işin içine katmayacak oysa en çok ben bu işin peşinde olmalıydı, en çok ben o adamı yıkmak için çaba sarf etmeliydim.

 

"Yanılıyorsun. Beni koruman gerekmiyor, ya da beni uzak tutman... Bunları yaptığın an ben dibe daha çok yaklaşırım, kendimi biliyorum." Kaşlarım hava bir şekilde onun konuşmasını bekledim.

 

Kaşları çatıldı, yüzümü inceleyip durdu.

 

"İnat Işığım... Bu benim görevim, bırak hatasız halledeyim."

 

"Bana sana hata mı yaptırır ki?" Geriye çekildi yüzüm. Dudaklarım yarım açık kalbimde ise ağır bir atış vardı.

 

"Asla. Ama onun kardeşisin, içindeki o öfkeyi, o ateşi çok iyi biliyorum, görmek istemiyorum ama görmüş kadar oldum."

 

Hiç bir şey anlamıyordum, beni abime benzetmesi dışında hiç bir şey anlamadım, ya da anlamak istemedim.

 

Ona yaklaştım, elimi bacağının üstüne koyduğum an bakışı elime gitti. "Öfkem sakindir, ateşim bir sana çıkar benim." Parmaklarım bacağına süründü. "Bırak bende ailem için savaşayım."

 

"Savaşma demiyorum, ama içine girme." Gözleri gözlerime değdi. Elalar yine kayboldu, bu: bedenini ateş bastı demekti, sakinliği yok olup gitti demekti.

 

"Bunları siktir edip uyusak mı?" Ayağa kalktı, eğilip bir kolunu bacağıma diğer kolunu ise karnımı ve belimi saracak şekilde sabitledi.

 

"Sorularım var ama daha." dediğimde odada kendimi bulmuştum bile.

 

Yatağa bıraktı ve beklemeden başını boynuma atıp beni ezmeyecek şekilde üzerime kondu. Işıklar kapalıydı, karanlık yine odaya çöktü. Gözlerim görmüyor ama ellerim görüyordu. Yumuşak yastığa başımı koyup üzerine çektiği yorganı daha çok çekip omuzlarına kadar kapattım.

 

Nemli saçlarını sol elimle okşadım, diğer elim ise geniş kollarında sürtünüyordu. Gözlerim kapanmadan alınan derin nefes verilmedin; zil sesi odayı sarmıştı. Kaşlarım hızla çatılıp başımı Kuzgun'la beraber kaldırdım. Karanlıkta ne ben onu ne o beni görüyordu ama yüzlerimiz o kadar yakındıki kurduğu cümlenin kelimeleri yüzümde dans ediyordu.

 

"Bu kim lan?" dedi sessiz ama bir o kadar gür sesiyle.

 

"Berat gelmiş olabilir mi?"

 

Can sıkıntısı ile vermiş olduğu nefes yüzümde sıcaklık esintisi bıraktı. Üzerimden kalkıp karanlıkta kapıya doğru ilerledi. Kapı açıldığında iciri gri ışıklar kapladı. Bacaklarımı yataktan sarktım ve ilerleyim ardından gittim.

 

"Siktir çekmek benim ruhumda vardı zaten oğlum! Sen bunu bilmiyor musun? Artık ne yaparsa yapsın, umrumda değil."

 

Berat'ın bağırma sesi geldi kulağıma ilerleyip kapıya baktım, eğilip ayakkabısını bir köşeye attı ve hızlı adımlarla kendi odasına ilerleyip beni görmezden geldi.

 

Yiğit'in bakışları beni buldu, yeşil gözleri bir Kuzgun'a bir bana gitti.

 

"N'oluyo size ne bu öfke?" Ellerimi iki yana açıp Yiğit'in konuşmasını bekledim.

 

Berat'ın öfkesi sesinin tonundan anlaşılırdı, bana neşeli sesini bile sunmadan odaya dalması canının cidden sıkın olduğunun bir kanıtıydı.

 

"Boş ver abla, Sinemle derin mevzular."

 

"Ne mevzu bu? Açıkla."

 

Yiğit montunu asıp karşıma geçti. "İşi bırakmış, kumarhanede çalışıyor. Berat'ta bunu Sinem'in arkadaşından öğrenince siniri tavan yaptı. Git konuş diyorumda nafile. Biliyorsun onu."

 

"Ne kumahanesi ya?" Bunun gerçek olduğuna bile inanmak istemiyordum.

 

Bakışlarım Kuzgun'a gidince Yiğitler yanımdan, "Evlenmeden aynı evde yaşanmaz diyen Elzem elin adamını evine almış dedirteceksin."

 

Bakışlarım sertçe Yiğit'i buldu, ağzını fermuar gibi yapıp kapattı. "İyi geceler."

 

"Dur bir," Kuzgun'un sert ve kalın sesi ile Yiğit yerinde durup bakışlarını yavaşça Kuzgun'a değdirdi. "Ne kumarhanesi. Helede bu yaşta."

 

Sesindeki sorgulayıcı ve tetikleyici sesi kulaklarımı sarmıştı. Sert bakışları hâlâ yerimde dururken Yiğit düşünür gibi zemine bakıp daha sonra Kuzgun'a döndü.

 

"Bilmiyorum, arkadaş öyle söyledi. Nerede olduğunu, neden olduğunu bilmiyoruz."

 

Elini doğrultup dış kapıyı gösterdi. "Yarın öğren nerede olduğunu, öğrenemoyorsan evini öğren, daha yaşı kaç başı kaç."

 

Yiğit sadece başını sallamakla yetindi. İlerleyip odasına giderken benim bakışlarım Kuzgun'a değdi. Elimi tutup karanlık olan odaya ilerleyene kadar yüzündeki o sertliği kaybetmemişti, belki de karanlıkla o sertlik gizlenmiş ama yüzünde hâlâ duruyordur.

 

"Böyle bir kızmıdır." dedi başını tekrar boynuma gömerken.

 

Elim saçlarına gitti okşayıp parmak uçlarımı saçlarına sürttüm.

 

"Değil, yani gördüğüm kadarıyla çok naif çok kırılgan gözüküyor, asla öyle bir ortam kızı değil."

 

"Belli oluyordu. Sokak yaşantıları insana yapmayacağı şeyler yaptırır." Dudakları boynuma değerken ben sadece başıma salladım. Bir bacağımı onun bacağının üzerine atarken onun eli baldırıma gitmişti.

 

Kulağıma az önce Berat ve Yiğit'in konuşmaları gelmişti ama şuan kesilmişti. Boş verdim.

 

"Çenemde ki yarayı merak ediyormusun?" Bu soru beni afallatmıştı. Karanlık odada gözlerim kapalıyken dudaklarım onun saçına değdi.

 

"Evet." dedim bunun merakıyla atan kalbim.

 

"16 yaşındaydım, o ara Mardin'deydim... Yıllar sonra tekrar Mardin'e gittim, orada kanımdan biri, birileri tarafından dövülüyordu. Sevmesemde o ara içimde ki duygu çok başkaydı. İçlerinden biri beni taşlı yokuştan itti." Burnunu boynuma sürtüp devam etti. "Gerisi yok, hastanede açtım gözümü. Çeneme sargı bezi koluma ise alçı alındı."

 

"Kimdi o peki?" Sesim boğuk çıkmıştı, uyku merakın etkisi ile kaçmıştı. "Kanından olan..."

 

"Abim..." Sesi titrek çıkmıştı, benim yerimde başkası olsa bunu anlamazdı ama ben anladım. Sesi içine kaçmış gibi boğuk ve titrekti.

 

"Abin mi var senin." dedim şaşkınlığıma hâkim olamadan.

 

Karanlıkta gözlerimi derince açıp ona bakmaya çalıştım, göremedim ama hissettim.

 

"Var... Babamın oğlu olan iki abim..."

 

Sustum... Geçmişi açmak ne kadar can yakardı biliyorum. İçine ağır bir taş oturur, boğazında dikenli sarmaşıklar dolaşır, kalp o kadar sesli atarki sana bağlı olan o insan o kalp atışını duyar; ben duymuştum onun sesini. Sanki kendi yüreğimde atıyordu kalbi.

 

"Bana soracak başka sorun var mı, inat ışığım?"

 

"Var..." dedim gözlerim kapandı. "Bir daha Mardin'e gidermisin?"

 

Sustu, karanlık ve sessizlik içinde onun o yutkunma sesini o kadar iyi hissettim ki; yüzümde sebepsiz bir gülümseme varlığını belli etmişti.

 

"İmkansız." dedi ve avuç içini avuç içime birleştirip yastığa dayadı. Sıcak eli elimin altında pamuk gibi kalmıştı.

 

"İmkansız dediğin her şeyi sana yaptıracak biri varsa eğer?"

 

"İmkansızlar ona da imkansızdır."

 

Sustum. Sustuk. Saçlarını öptüm ve gözlerimi tamaman kapatıp uykuya bıraktım, barut kokusu ve sigara kokusu burnumu rahatsız etmiyor ve bunun sebebi zihnimde dönüp duruyordu. Sessizlik çöktü. Uyku bedenimizi sardı.

 

🌹🔥🍁

Bölüm : 21.09.2025 20:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...