14. Bölüm

14. Karanlığın sesi

Lara Su
larasu

 

 

14.Bölüm Karanlığın sesi

 

"Karanlıkta kalmayacaktım karanlığın kendisi olacaktım."

 

 

Karanlık aydınlığa vardığında mı gerçek yüzler gözükür yoksa aydınlık karanlığa bulandığında mı gerçeklik ortaya çıkar.

 

 

Sorular çoğalır akıl yiter, akıl yerine gelmezse sorular yok olur.

 

 

Her şeyin bir yolu olduğu gibi; gerçeklerde ortaya çıkar, sorularda biter, yolda gözükür.

 

 

"Gökalp yeter ya!" Begüm masada duran kazakları alıp ayakta saçlarını havlu ile kurutan Gökalp'e fırlattı.

 

 

Gökalp afallayıp kehriban gözlerini açıp elindeki havluyu yere düşürüp, üzerine atılan kazakları tuttu. Yarısı yeri boylarken yarısı kolları arasında kaldı.

 

 

"Şunların arasında terli terli korkanlar var çıkar at yıkasınlar ve adam. Ve ayrıca." Tamda ayağının dibine düşen bej rengi kazağı alıp tekrardan Gökalp'e fırlattı. "Şunları bulduğun her köşeye atma."

 

 

Gökalp elindekileri düzenli olan yatağa atıp, "Sen iyice gerçek yüzünü çıkardın ortaya. Bozuntuya vermiyorum ama şeytansın. Ne abarttıp duruyorsun?"

 

 

"Ne mi abartıyorsum? NE Mİ?" Begüm, öfkeyle bakarken beyaz teni kızarmıştı, öfkesi tenine yansırken Gökalp kollarını iki yana açıp yüzünü ekşitti. "Bana bak adam, burada kalıyorsan şu burnuma saygı duyacaksın, kirli giyselerini temizlerin arasına atma.

 

 

"Ulan delimisin, işim gücüm yok bir de kirliyle temizi mi ayırayım. Sen iyice beni koca yaptın." Parmağını doğrultup havada salladı kalın kaşlarını havaya dikip konuştu. "Röle girersen seni tiyatroya sokarım..."

 

 

Begüm lafını sertçe kesmiş, "Ulan kedi bile sıçtığı yeri temizler, oda sokakta. Bundan sonra," Başını dikçe havaya kaldırıp parmağını Gökalp'e dayadı, "Bundan sonra o kirli giysilerin biri gözüme çarpsın, bak gör o zaman giyecek giysi bulubiliyormusun."

 

 

Gökalp'in şaşkınlığı yüzünden okunabiliyordu, Begüm parmağını indirip yeşil gözlerini tiksinie gibi etrafa gezdirdi.

 

 

"Bana sesini yükseltme."

 

 

"Son sözüm dedim." Begüm nazik bir sesle kesmişti onun sözünü.

 

 

"Ben bu davranışların sebebini biliyorum, o yüzden sessizce çıkıp gidiyorum."

 

 

Begüm ters ters bakmaya devam etti, lakin Gökalp arkasını dönüp, "Şeytana çeviriyor insanı bu nasıl bir hâldir."

 

 

Gökalp söylene söylene çıkarken Begüm elini karına atıp okşayarak masasına gitti, masanın üzerinde duran telefonunu alıp siyah bol pantolonunu arka cebine koyup Gökalp'in ardından aralarında bolca mesafe ile ilerledi.

 

 

Merdivenlerin son basamağında durdu. Kaşlarını çatıp bekledi, kulağına gelen tanıdık sesle yutkunmadan edemedi. Bu sesi Emir'in sesiydi. Uzaktan bile sesi Begüm'ü titretmeye gelmişti.

 

 

İlerledi ama durmadı, gözleri koridordaki Gökalp'te takılı kaldığında hızlı adımlarla yanına kondu. Elini Gökalp'in, demir kadar sert ve ateş kadar sıcak olan avuç içine attı. Yandan Gökalp'in profiline baktı. Çenesindeki kemikler yerinden oynuyor burun delikleri nefesler eşliğinde öfkeyi dindirmek istiyordu.

 

 

"Kimin ruhunu kuşanıyordun..." Sessiz ve ince sesi ile konuştu Begüm.

 

 

Gökalp alt dudağını dişleri arasına geçirip omzunun üzerinden Begüm'e baktı.

 

 

Kaşlarını çatıp, "Gayret sakinim."

 

 

"Kemiklerinin sesini duyuyorum." Yeşil gözleri Gökalp'in ateş kadar kehriban olan gözlerinde takılı kaldı.

 

 

Gökalp önüne döndü. Başını ilk önce sağ omzuna sonra ise sol omzuna yatırdı. Dikleşip geniş omuzlarını geriye atıp parmaklarını Begüm'ün İnce parmaklarına sarıp salona ilerledi.

 

 

"Gözlerinde korku olmasın, ben yanında oldukça o gözlerde titreme görmeyeceğim." Bu bir emirdi, sert ve kimsenin itiraz edemeyeceği bir otoriteyle söylenmişti.

 

 

Begüm, yarım açık ağız ve tedirgince çatılmış kaşı ile baktı Gökalp'e. Gökalp'in bu tavrı onu nedensizce sarsmıştı, çünkü ondan böyle cümleler duymaya alışık değildi. Abisinin boşluğunu doldurduğunu düşünürken kalbi bu sefer hiç bilmediği bir etkiyle atmaya başlıyordu, bu ya köşkün ona vermiş olduğu korkudan ibaret ya da Gökalp'in belli belirsiz tavırları yüzünden.

 

 

Emir'in gözleri geniş kapıdan içeriye giren ikiliye döndü. Emir'in yüzüne konulan o öfke gizlenmeye çalıştı; lakin Gökalp'in yüzündeki o kışkırtıcı bakışlar buna engeldi.

 

 

"Hayırlı sabahlar amcacım," Gökalp, boşta kalan elini havaya kaldırıp selam verdi. Parmağını düşünür gibi Emir'e çevirdi, "Siz..."

 

 

"Siz tanımazsınız ama Begüm çok iyi tanır." dedi, ayağa kalkıp yavaş adımlarla önce Begüm'e sonra ise Gökalp'e baktı. "Emir benim adım. Karının eski nişanlısı."

 

 

Gökalp düşündü, bekledi, baktı, nefesini göğüs kafesine hapsedip; ateşini dindirdi.

 

 

"Sizi eski yapan ben miyim, yoksa..."

 

 

Emir ellerini cebine atıp, ince dudaklarını iki yana açıp güldü.

 

 

"Bilmem, olabilme ihtimalini hiç düşünmedim."

 

 

"İhtimalleri düşünün, hatta hiç olmayacak ihtimalide o ihtimallere dahil edin." Derin bir nefes verdi Gökalp, bakışlarını amcasına çevirdi.

 

 

Yaman'ın yüzünde iştahsız bir gülümseme vardı. Elleri cebinde boyalı siyah saçlarının önleri aklar içinde dururken yüzündeki sahtekârlık önce kızına sonra ise Gökalp'e değdi.

 

 

"Size afiyetler olsun, benim karımla bugün dışarıda kahvaltı edeceğim." Gökalp'in gözleri amcasından Emir'e çevrildi. Emir'in gözleri Begüm'de duruken Begüm'ün Gökalp'e sahada yaklaşması üzerine Gökalp Begüm'le beraber geriye çekildi. Gökalp'in boyna dâhi gelemeyen Emir gözlerini arsızca Begüm'de çekip titreyen çenesi ile Gökalp'e baktı.

 

 

Arkasını döndü Gökalp, öfkesi burada dindi. Yaman'ın iştahsız yüzü, Emir'in içindeki kaybetme öfkesi... Bunlar ona yetmişti bugün.

 

 

"Gidip montunu al arabada bekliyorum." Kalın kaşları çatık gözleri keskinceeskince bakıyordu.

 

 

İtiraz etmedi Begüm, sessizce kabul etti. Odasından bej şişme montunu alıp giydi. Arabaya ilerleyip bindi, Gökalp köşkten çıkıp ezberine yazmış olduğu kısa mesafeden ilerleyip oto yıkamaya yöneldi. Kolundaki deri kemerli saatte baktı, saat sekiz buçuğu buluyordu.

 

 

"Neden geldi bu herif?" dedi sessiz ama bir o kadar sert sesiyle.

 

 

Begüm kaşlarını çatıp, "Ne bileyim ben." Önüne dönüp yoldan geçen arabaları izledi.

 

 

"Yaman bir iş mi çeviriyor?"

 

 

"Ne bileyim." dedi, tersler gibi, Begüm.

 

 

"Şu özel günün bu kadar ağır olduğunu ben bilmiyordum. Hayır diğer kızlarda böyle değildi." Bir kaşı havada sorgular gibi Begüm'e baktı.

 

 

Begüm ona anlamsızca baktı, kaşları istemsizce kendi iradesinden habersiz bir şekilde havaya kalktı. Gökalp bir yola bir Begüm'e bakıp cevap bekledi ama Begüm konuşmak yerine susmayı tercih etmişti.

 

 

"Merak etme ya, eski sevgililer işte."

 

 

Begüm derin bir nefes verdi, kaşları çatılıp, "Merak etmiyorum."

 

 

Gökalp imali bir ifade ile, "Sanki kıskançlık sezdim."

 

 

Begüm başını iki yana sallayıp, "Hayır, abimsin. Seni ne diye kıskanayım. Sonuçta bir anlaşma uğruna evlendik." Begüm başını cama çevirip yanlarından geçip giden halk otobüsünü izledi.

 

 

Gökalp alt dudağını ısırıp başını iki yana salladı. "Kaç yaşındasın sen?" dedi avuç içi ile direksiyonu çevirirken.

 

 

"23." dedi gözleri Gökalp'in yan profilini inceledi, Gökalp kaşlarını havaya kaldırıp dudağını ısırmayı kesmişti. Yavaşça başını sallayıp iki saniyekiğine Begüm'e baktı. Yeşil gözleri meraklı bir çocuk gibi Gökalp'te bir şeyler arıyordu, Gökalp kehriban gözlerini Begüm'ün yüzünde gezindikten sonra önüne döndü.

 

 

"Ufaklık desem ayıp olmaz sana." dedi kalın sesinin ardında gizli bir alayla, omzunu silkip yüzüne yarım bir gülümseme kondurdu, Gökalp.

 

 

"Tamam bende sana abi derim, anlaştık mı?" Begüm neşeli ve çocuksu sesi ile konuştu. Gökalp küçük bir kahkaha atıp başını sallarken Begüm dudaklarını birbirine bastırıp güldü.

 

 

"Boş verelim, biri duyar işimi bozma."

 

 

"Ne o, zoruna mı gitti benden büyük olman?" Begüm yarım açık ağız ile bakıp eğlenirken Gökalp kaşlarını çatık ekşiyen yüzü ile baktı Begüm'e.

 

 

"Ne kadar büyük olduğumu görmedin daha." dedi, bakışları şişli dumanların sonunu izliyordu, yüzündeki kemiklerin belirginliği uzun ve sert bir yokuş gibiydi.

 

 

Begüm önüne dönüp geriye yaslandı, imalı sözler yavaş yavaş algılamaya başlarken avuç içinin yangını hissetti, kollarını çapraz yapmış bir vaziyette dururken Gökalp tenha sokakta arabanın hızını azaltmıştı. Sokağın sonunda bulunan oto yıkamanın önüne arabasını park edip Begüm'e baktı. Begüm, oto yıkamanın ona bırakmış olduğu korkuyu tekrar zihninde canlandırmadan edemedi. Depoda tutulduğu an ve Gökalp'in ona sert tutumu gözlerinin önünde dönmeye başladı. Sessizce yutkunmuştu, lakin Gökalp'in ona baktığının farkında bile değildi, o yutkunmayı Gökalp görmüş ve istemsizcede olsa kaşlarını çatmıştı. Tedirgin olduğunu fark etti. Arabadan inip Begüm'ün kapısına yöneldi Begüm kapısını açmış arabadan inerken Gökalp tepesinde dikilmiş ona bakıyordu.

 

 

Tam ağzını açık konuşacağı an arkadan yükselen tanıdık ses ile yüzündeki tüm sorgu ifadesi yerle bir oldu. "Abi." demişti Elzem nazik ve kadınsı sesi ile.

 

 

Gökalp Begüm'e baktı Begüm ise tamda oto yıkamanın kapısının önünde duran Elzem'e baktı. Karşısında dikçe duran bir kadın vardı, kırmızı ruju bordo dar kazağı ve siyah İspanyol paça pantolonu ile duruyordu. Ayağındaki siyah bot topuklunun çıkardığı ses kalbi inletir gibiydi, Elzem etkisi desek yeridir.

 

 

*****

 

 

Gözlerim yan yana oturan abim ve Begüm'e gitti, aradan geçen zamanla çok fazla konuşmadan kendini ve kendimi birbirimize tanıttık. Sesi içine kaçmış bir çocuk gibi naif ve nazikti, hareketleri duruşu farklıydı, nasıl bir farklılık olduğunu bilmiyorum ama tek bildiğim şey; koskoca Yaman Durkan'ın kızı bu kadar çekingen biriydi.

 

 

"Abi çay bitti haberin olsun." Furkan'a baktım, ona baktıkça aklıma exim Furkan geliyordu. Allah'ın cezası.

 

 

"Git al o zaman oğlum." dedi abim.

 

 

"Abi sen kaçak çay içiyon. Onuda bir bizim bakkal beş ayda bir getiriyor."

 

 

"Oğlum başka yerden bul o zaman, zor mu?" dedi abim kaşlarını çatıp sert tavrını öne atarak.

 

 

"Tamam abi hallederim." Furkan dağınık olan saçlarını geriye doğru atarken bakışları Gökalp ve Begüm de dolaştığını gördüm, yüzüne küçük bir tebessüm kondu belli oluyordu; abimi abisi gibi seviyordu.

 

 

"Demek moda tasarımıyla ilgilenmek istiyorsun." dedim. Gerçekten istiyordu gözleri cümlelerine o kadar hâkimdi ki; isteğini dile getirdiğinde gözlerinde bir ışıltı gördüm. Yanıp sönen bir ışıltı, Yaman'ın tereddüt etmeden ateşe verdiği bir hayal.

 

 

"Evet. Ama öyle küçük bir merak." Bakışlarını kaçırdı, parmak uçları birbiriyle savaş içinde gibiydi, sağ bacağını titretip duruyordu, galiba benimde içime bir Dinçer analizi girdi.

 

 

Başımı salladım, gözlerim abimin sobaya doğru uzattığı kırlente gitti, kırlenti usulca ısıtıp Begüm'ün kucağına koydu. Yüzü sertti ama hareketlerinde inkâr edilemeyecek bir incelik vardı.

 

 

Begüm'ün orman kadar derin renkte olan yeşil gözleri, abimin yüzüne doğruldu, kısa bir bakışta binlerce kelime saklıydı. Ne teşekkür etti ne gülümsedi; sadece sustu. Ama sukunlukta bir şey vardı, dokunmaya korkulan bir his. Bunu görmemin nedeni Begüm'ün her şeyi ortaya döken bakışlarıydı.

 

 

"Belki merakını devam ettirebilirsin. Eğer cidden istiyorsan bir iş yeriyle hayallerini duyurabilirsin." dedim dudak büzüp cevap beklerken.

 

 

Gülümsedi, başını iki yana sallayıp, "Hayır. Adı üstünde bir hevesti işte."

 

 

Başımı sallamakla yetindim, Begüm kucağına konulan kırlenti karnına bastırınca bakışlarım benimle beraber ayaklanan abime baktım. İmali bir gülüşle göz kırpıp Begüm'e döndüm.

 

 

"Benim görüşüm burada biter, sonra görüşürüz." dedim.

 

 

Abim derin bir nefes verip, "Kuzgun nerede? Yine telefonlara cevap vermiyor."

 

 

Başımı iki yana sallayıp, dudak büzüp, "Bilmiyorum ki? Ben nereden bileyim?" Alt dudağımı ısırıp arkamı döndüm.

 

 

"Dikkat et." dedi ardımdan.

 

 

Arabama binip bulunduğum konumdan uzaklaşırken savcının mesaj attığını ve emniyete çağırdığını görmüştüm. Kuzgun'un şuan nerede olduğunu bilmiyordum. Sabahın erkenden gitmiştim. Elim benden habersiz küpelerime gidince oflayarak elimi çekip direksiyonu sertçe kavradım.

 

 

Emniyete vardığımda arabamı park edip inmiştim. Çantamı alıp koluma takarken topukluların sesi eminiyetin kapısını önünde yankı yapmaya başlamıştı, bu benim silah sesimdi, kimisi belindekinin sesini duyurur ben ise bastığım her adımda inleyen topuklumun sesini.

 

 

Bildiğim koridorları geçip savcının bulunduğu görüş odasına girdim. Karşımda gördüğüm tanımadığım bir kaç adamla yerimde durup savcı Volkan'a baktım.

 

 

"Avukat hanımda geldiğine göre ifadelerinizi alabilirim." Volkan bana iki gözünü bir saniyeliğine kırpıp durmamı bekledi. Koltukta oturan yaşlı kadına baktım, gözünde bir kaç damla yaş bulunuyordu lakin önemsemeden kapıyı kapatıp sırtımı duvara verdim, kollarımı birbirine kenetleyip bekledim. Şahsen savcının ne diyeceği ve tanımadığım bu şahısların kim olduğunu ne ifade dökeceklerini merakla bekledim.

 

 

Fosforlu siyah mont giymiş altında siyah pantolon giymiş olan adama baktım, bakışları herkesin üzerinde dönüp dururken bakışlarımız havada birbirini buldu, kahverengi gözlerini bir kaç saniye bende tuttuktan sonra konuşan savcıya döndü.

 

 

"Emel hanım, olanlar için üzgünüm lakin oğlunuzun ifadesi üzerine buradasınız."

 

 

"Yav bilmezmisin, daha çocuktur abisine kin beslemiştir bundan yararlanıp suçlar benim oğlumu." Kadın bir elini dizine vururken diğer eli ile elindeki peçete ile burnunu siliyordu.

 

 

"Mahallenizde uyuşturucu satılıyor, bunu bizzat okul çevrelerinde yapılıyor. Bu satış emniyetin kulağına geldi günden beridir mahallede dönüp dolaşıyoruz, bu işin içinde oğlunuzunda parmağı var deniliyor," Bakışları ayakta duran iki erkek ve genç kızda dolaştı. "Ve bunu iddaa eden kişi sizin küçük oğlunuz."

 

 

"Savcı Bey, ben kardeşimle kavga ettim oda intikamını bundan yararlanarak almış demek ki."

 

 

"Bu kavga ne kavgası ki çocuk bu kadar kinlendi?" Volkan yeşil gözlerini kısıp sırtını koltuğuna verdi. Parmakları masada nabız sesi çıkarır gibi kulağa geliyordu.

 

 

Adam elini havada sallayıp, "Okuldaki arkadaşlarıyla gezmeye gidecekti hafta sonu, işi duruken gezemezdi, ben tek başıma evi nasıl taşıyayım."

 

 

Kaşlarım çatıldı başımı yana yatırıp vermiş olduğu cevabı idrak etmeye çalıştım.

 

 

"Neden? Eğlenmesin mi oda, gezip tozmam hakkı değil mi?" dedim kendimi tutamayarak.

 

 

"Tabii gezsin bizde eşek gibi iki üç kuruş için ter dökek."

 

 

"Dökün, ne olacak siz ter dökün oda zamanı geldiğinde sizin için ter döksün. Daha çocuk bu ona nasıl yaklaşmanız gerektiğini bilmeniz gerekiyor."

 

 

Yaşta büyük olan anne; "Benim oğlum kayıp diye geldim buraya ben, o buraya gelsin istediği zaman gezsin onun getireceği para umrumda değil benim." Bu sözler büyük oğlunaydı.

 

 

"Sizin ifadenizi Selin alacak. Daha sonra gidebilirsiniz." Volkan önündeki düğmeye basıp iki üç saniye bekledi ardından açılan kapı ile bakışlarım kapıya çarptı. "Selin, gerisi sende."

 

 

Selin başını sallayıp çıkmıştı. Oda boşalınca tekli koltuğa oturup Volkan'a baktım. Bilgisayarda bir şeyler çıkarıyordu. Ardımda çalan kapıya gel komutunu verirken içeriye giren kişiye yan gözle baktım. Kerem'di.

 

 

"Şu videoyu izle. Parkın girişinden bir görüntü."

 

 

Bilgisayarı bana doğru çevirdi Volkan, Kerem geniş koltuğa oturup bekledi. Görüntüde iki öğrencinin eline küçük siyah poşet tutturan bir adam vardı, lakin şapkadan dolayı gözükmüyordu.

 

 

"Kim bu?"

 

 

Kerem, "Fiziksel olarak az önce çıkan adama benziyor lakin yüzü net olmadığı için buna kanaat veremiyorum."

 

 

"Adam yüzünü gizliyor baksanıza." Elimle kamerayı içimdeki tiksinti ile gösterdim, şahsen bu canilik ve hayat yok etmekten farksızdı.

 

 

"Okul müdürüyle konuştuk, okulun güvenliği, okul çevresinde böyle birileri görmedik dedi. Çoğunun fotoğrafını gösterdim." Kerem elindeki bir başka dosyayı masaya bırakırken.

 

 

"Delilsiz; karanlıkta iğne aramaya benzer." Başımı iki yana salladım. "Görüntüler ne zamana ait."

 

 

Kerem, "Bundan yaklaşık bir hafta önce okul çıkışı saat üç ila dört civarı."

 

 

"Okul çevresinde ve bu parka gitmemiz lazım, kendi gözlerimle görmem lazım." dedim bilgisayarı Volkan'a geri iade ederken.

 

 

"Bu çok derin bir mevzu, çocukların ve bir kelime dâhi söylemeyen bir mahalleyla karşı karşıyayız."

 

 

"Savcım okulun çevresine polis dikmemi isterseniz."

 

 

Volkan Kerem'in sözünü kesmişti, "Bunu yapmayacağız o zaman elimizdekiler yönünü başka tarafa çekecek. Okul çıkışına bugün gidin, çevreye sadece bugünlük sivil polisin dolaşmasına izin veriyorum. Bende mahkemeye gidip işlerimi halledicem."

 

 

Bakışlarım bir nevi ortağım olan Kerem'e döndü. Dudağının köşesiyle gülümseyip başını salladı. Ayaklanıp odadan çıkarken Kerem yanımda ilerliyordu. Kulağında telefonu ile konuşurken arabaya ilerleyip bindim. Yan koltuğa konulduğunda içimdeki huzursuzluk hissi ile derin bir nefes verdim.

 

 

"Söz konusu çocuklar olunca ne kadar hassa olduğunu biliyorum." Kerem'in derinlerden gelen sesi tüm dikkatimi ona vermişti.

 

 

"Herkesin hassa olması gereken bir konu, gelecek çocuklara; onları yaratmak ise ebeveynlerin ellerinde."

 

 

Anneliği bilmem, lakin bunu iki gençle büyüdüğüm için ablalık üzerinden hissedebiliyorum. Nasıl tepki verileceğini, nasıl yaklaşılacağını onlar öğretmiş. Onların dertleri bana ve onlara ders oluyordu; hayat dersi.

 

 

Arabayı çalıştırıp Kerem'in açtığı konuma sürmeye başlarken ardımda şehrin boğucu sisli bıraktım. Ön camda biriken yağmur damlaları kum tanesi kadar küçük ama bir o kadar da inatçıydı; her biri sanki gökyüzünün iç çekişiydi. Silecekleri çalıştırıp sessiz sokaklardan geçtim, şehrin inatçı yağmuru benim inatçı yüreğimle baş edebileceğini zannediyordu, lakin ben inadımı yaşamadığım, hissedemediğim duygulardan kazanmıştım. Yıllar sonra çıkıp gelen abim, ölü diye bildiğim ailemin aslında ölüme mahkum bırakılması... Bunlar benim yüreğimdeki duyguları yok mu eder yoksa o duyguları, içimde yıllarca bekleyen bir intikama mı dönüştürecekti.

 

 

 

Abimin geri dönüşü bir mucize gibi gözüküyordu lakin aslında; cehennemin kapısının yeniden aralanışıydı. Bu bilgiler günden güne içimdeki duyguları koparmaya yetiyordu, kopan şeylerden biride insan yanım olsun istemezdim çünkü ben her şeyi adaletin eline bırakan bir kadın oldum, dilerim ki beni kendilerine benzetmeye çalışmazlar, şahsen maskemi görmemiş düşmanlara maske göstermekten en çok korkan bendim.

 

 

Arabayı düzlük araziye park edip ileride bulunan parka doğru ilerledik. Parkın giriş bölümünde bulunan kameraya baktım. Kerem yanımda sivil bir şekilde beklerken eli karın bölgeme gitti, adımlarımı kesmek için bunu yapmıştı.

 

"Emel hanımın oğlu." dedi, şaşkın bakışlarım hemen baktığı yöne çevrildi.

 

 

Biz çıkalım neredeyse yarım saat olmuştu, bu adamın hızla burada olması beni epey şaşkınlığa uğratırken bakışlarım bu sefer elinde tutmuş olduğu kutulara gitti.

 

 

"Ne taşıyor o öyle."

 

 

"Bizi görmese iyi olur, eğer işte bir parmağı varsa mahallesine polislerin geldiğini düşünecek." Parkın çıkışına ilerleyip telli duvardan ilerlemeye başladım. "Market veya dükkan çalışanı olsa gerek."

 

 

Gözlerim hâlâ Rıfat adındaki o adamın üzerine dolaşıyordu, hızlı adımların küçük parkın sonuna vardığında göz mercanımda küçüldüğünü fark ettim. Gözden kaybolmaya başladığında bakışlarım yavaş adımlarla ilerlediğimiz asfalta durdu.

 

"Ne işle ilgileniyordu bu?" dedim yağan yağmura aldanış vermeden köşeye çekilerek.

 

 

Kerem cebindeki telefona çıkarıp bir şeyler yazıp, tekrardan cebine koydu. "Terzi dükkanında çalıştığını söylemişti." dedi. "Elinde çikolata kutuları var diye mi tartışıyoruz şuan."

 

 

"Galiba." dedim kaşlarımı çatıp düşünce içinde dururken. Cidden şuanda sadece elinde bir kaç çikolata kutusu var diye mi düşüncelere daldık.

 

 

En ufak bir görüntü bizi çıkışa çıkarırdı. O yüzden bu tartışma saçma gelmiyordu bana.

 

 

"Şu parkı boş verip okula gidelim, bizzat müdür ve güvenlikle görüşmek istiyorum. Bakalım onlar neler anlatacak."

 

 

"Tabii bayan leydi."

 

 

"Şunu deneyi kestiğini düşünmüştüm."

 

 

"O kostüm balosundan sonra mı? Asla." Kerem alaycı gülüşünü sergilerken ben göz devirmemek için direndim.

 

 

Kerem'le çoktandır tanışıyoruz, ben avukat olduktan sonra onunla bir çok davada iş birliği yaptık. Ve bu leydi olayı da geçmişe dayanıyor. Yapılan kostüm partisinde tam bir İngiliz leydisi gibi giyinmiştim, bu kostüm partisinde leydi olmamı zorlayan kişi Nevra'ydı, partiden sonra bir çok çıkma teklifi geldi, lakin Bora ve Furkan'ın bana vermiş olduğu etkiden hâlâ kopmuş değildim o sebepten çoğu teklifi reddetti iş odaklı bir kadın oldum.

 

 

Okulun kapısında duruken bize doğru gelen güvenliğe baktım. Kadındı, benden kısa ama yapılı biriydi.

 

 

"Buyurun kime baktınız." demişti gözleri ben ve Kerem de dolaşırken.

 

 

Kerem cebindeki polis rozetini gösterdi. Kadının ilk önce kaşları havaya sonra ise gözleri bize döndü. Tebessüm edip eliyle geçmemizi söyledi. İlerledim, yanı başında ilerleyen Kerem'e baktım.

 

 

Okula giriş yaptığımda öğrencilerin derste olduğunu görmüştük, müdür odası ikinci katta bulunuyordu zemin katta müdür yardımcısı vardı lakin kapı kapalı ve burada değildi.

 

 

Kapıyı çaldığında içeriden gel komuta gelmişti. Kapıyı açıp içeriye girdim. Karşımda gür bıyıklı beyaz tenli bir adam duruyordu, teni benim hayatımdanda temizdi.

 

 

"Buyrun komiser bey." demişti ayağa kalkıp göbeğini bize sunarak dikçe durmuştu.

 

 

Tatlı duruyordu, komedi filmlerinden fırlamış o müdür gibiydi.

 

 

"Merhaba hocam," dedi sesi ölçülü ve sakindi. "Bir konu hakkında sizden bilgi almaya ve bilgi paylaşmaya geldik." Ardımdan kapıyı kapatıp oturmam için koltuğu sessizce işaret etti; havada bir ciddilik kokusu yayılmaya başladı.

 

 

"Tabii polis bey, buyrun."

 

 

Kerem karşıma geçip otururken çaprazımızda oturan müdür yardımcısına baktık.

 

 

"Haberini var mı yok mu bilmiyorum ama, okulun dışında öğrencilerinize uyuşturucu satılıyor." Kerem ciddi bir sesle konuşurken bakışları müdürün yüzünü inceleyip duruyordu.

 

 

Müdürün yüzünden belli oluyordu, bundan haberi var gibiydi.

 

 

"Bilmem mi, Veli gelip okulda satılıyor dedi. Ortalığı velveleye verdi. Tüm sınıfları bir günde arattım, hiç bir öğrencimin üzerinde bu iğrenç maddeden bulunmadı. Bunların hepsi dışarıda dönen olaylar."

 

 

"Peki ilgileniyormusunuz?" dedim kaşlarımı havada sesim olduğundan daha ciddi ve netti.

 

 

"Evet. Evet, güvenlikçimiz kapının önünden asla ayrılmaz, okulun önü zaten açık bir alan, her yere bakıyor, bir tek okulun önünde değil sokağın başında sonunda bile bulunuyor." Belliydi, oda bu konuda çok endişeli ve tedirgindi, yüzünde belli belirsiz bir üzüntü vardı.

 

 

"Peki belli öğrencileriniz varmış. Gören varmış, onların ev adreslerini alabilirmiyiz."

 

 

Parmaklarım küpeler dans ederken dudaklarımı ıslatıp konuştum, "Okulun kantini ile kim ilgileniyor?"

 

 

"Hacer hanım ilgilenir, ayrıca okulun temizliğiylede yakından ilgilenen çalışanlarımızdan biridir." dedi müdür kaşlarını havaya kaldırıp bana bakmayı kesmeden benden konuşmamı bekledi.

 

 

"Peki bir tek o mu ilgileniyor."

 

 

"Hayır, teyzesinin kızı var, Ayuş hanım."

 

 

Başımı salladım, sessiz kaldım. Müdür bir kaç adres verip bizi uğurlarken okulun çevresinin ne kadar tehlikeli öğrencilerin ise ne kadar altın gibi çocuklar olduğunu söyledi. İlçe arası voleybol maçını kazanan okul olduğunu dile getirdi, öğrencilerinin çocuğunun ismini biliyor tek tek başarılarını sabaha kadar anlatabilecek gibi konuşuyordu.

 

 

Zilin çalmasını bekledik, arabanın içinde; Kerem yoldan geçen simitçiden bir iki simit almıştı. Ben yerken yavaşça döktüren yağmuru izliyordum içimdeki ateşin sönme ihtimali git gide azalıyordu. İhtimaller, kimi zaman fark edişle doğar, kabulleniş ile söner. Belki de hayat ihtimallerin en acımasız olanını seçmemiz için vardır.

 

*****

 

 

Gözlerinde ki ışıltı yokluğa düşmüş gibiydi, içinde karanlığın dibi gözükürken, derinlerde sessiz bir karanlık devam ederken ardında gizli bir ateş varlığını belli ediyordu. Serçe parmağından başlayıp başparmağına kadar ilerleyen o hafif sıkış avcunun içindeki tüm sükûneti parçaladı.

 

 

"Ne halt yiyorsun sen burada küçük kız?" dedi sessiz ama bir o kadar karanlık çıkan ses tonuyla.

 

 

Sinem elindeki tepsiyile beyninde tanıklık veren sese doğru şaşkınca ve ürkekçe döndü. Kuzgun ona bakan genç hâlâ çocuk olan kıza baktı. Gözlerinde ıslaklığın vermiş olduğu kızarıklık, dudaklarında ise küçük kanamadan oluşan bir yara vardı.

 

 

"Sen kendini buraya mı layık gördün." Sesinde istemsiz bir alay ve aşağılama vardı. Ama bu kesinlikle Sinem'i üzmek için değil, onu aydınlatmak için.

 

 

Yutkundu Sinem, göz kapakları titredi, gözleri ilk önce ayaklarına sonra ise tepeye Kuzgun'un cehresine döndü. Yüzü sertti kemikleri derisini delecek kadar öfkeli damarları serçe parmağı kadar kalın ve belirgindi.

 

 

Geride birleştirdi kuzgun ellerini, dikçe durup derin bir nefes verdi. "Hadi, hızlıca bahane uydur çünkü bu kokuda ben bile durmazken senin gibi küçük bir kızın durması beni epey şaşırtıyor."

 

 

"Abi senin ne işin var burada?" Bakışları yorgunca bakarken omuzları tedirgince havalanmıştı.

 

 

"Sorma cevapla." dedi sertliğini ne kadar geriye atmaya çalışsa da zordu. Sinem'in yüzünde ki yorgunluğu görüyordu, neden buradaydı, niçin ona uygun olmayan bu ortamda duruyordu.

 

 

Ortamdaki sarı ve kırmızı ışıkların yanıp sönmesi Kuzgun'un ağzında gevelemesine neden oluyordu, küfürler seslice çıkarsa Sinem'im zihni kirlenirdi bunu istemiyordu.

 

 

"Seni buradan almaya gelmedim, buraya; seni getirenleri şu mekanı başlarına yıkmaya geldim." Parmağı ile etrafı gözlerim kaşlarını çattı. "Anladın?"

 

 

"Siz hiç bir şey bilmiyorsunuz, buradan gidin. Sizin yardımınıza ihtiyacım yok. Lütfen." Arkasını döndü Sinem. Kuzgun onu durdurmadı, etrafa bakıp temizlik yapan adamalara baktı, yanından geçip giden garsonun durdurup yüzüne baktı.

 

 

Adam Kuzgun'un endamını süzüp gözlerini kırpıp konuşmasını istedi.

 

 

"Buranın sahibi kim?"

 

 

Garson adam gözlerini etrafta gezdirip dar koridordan geçen adamı parmağı ile işaret etti. "Orada."

 

 

"Eyvallah." dedi Kuzgun.

 

 

Garson adam giderken Kuzgun kolunu rahatça sallayarak ilerledi, dar koridorda telefon konuşan adama doğru ilerlerken İçinde hep varlığını sessizce gizleyen öfkeyi ortaya çıkardı, damarları kabardı, zihni boşaldı, yüreği ise saniyelik durmuş gibiydi. Telefonu cebine koyup arkasını dönüp boş koridorda ilerleyen adamın yakasından tutup kendine doğru çekti, adamı sertçe duvara itip iki yakasından tutup havaya kaldırdı, ayaklarını yerden kesip öfkeyle baktı. Adamın sırtı duvarda sütünüp Kuzgun'un hizasında dururken adam şaşkın ve korku içinde anlamsızca bakıyordu.

 

 

"N'oluyo lan!" dedi adam ellerini Kuzgun'un kalın bileğine atıp onu durdurmaya çalışırken.

 

 

"O kızın ne işi var lan burada?" dedi dişlerinin arasından kükreyerek.

 

 

"Hangi kız?" Adamın yüzü kızarmış kel kafasında belli belirsiz damarlar çıkmış.

 

 

Kuzgun ağzında biriken tükürükleri sertçe yutup öfkeyle gözlerini bir kaç saniye kapattı.

 

 

"Sinem'in burada ne işi var." Kelimeleri tane tane ve üzerine basa basa söylemişti.

 

 

Adam gözlerini kocaman açarken Kuzgun diğer taraftan gelen adama ayağa ile vurup havada tutmuş olduğu adamı sertçe bırakmıştı, adam yere düşüp dengesini kaybederken diğer taraftan gelen genç garsona eli ile durmasını söyledi, genç garson korkmuş gibi durup bekledi. "Canını yakarım." İki kelime yetmişti, genç adam geriye çekilip uzaklaştı.

 

 

"O kızın burada ne işi var?" Kuzgun yerden kalkan adamın üzerine doğru yürüdü. Adam geriye çekilirken Kuzgun ışığı geride bırakıp bedenini karanlık içinde adama sunuyordu.

 

 

"Sana ne lan, sana hesap mı verecem?"

 

 

Yüzüne alevler yayılmış gibiydi, gencecik bir kızın bu iğrenç yerde ne işi olurdu? İsteyerek gelmemişti, bu Sinem'in her hâlinden belli oluyordu. Kuzgun öfkeyle nefesini verip ayaklanmış olan adama sadece iki adım atıp yakasına tekrardan yapıştı, adama kafa atıp yere yığarken arkasında tanıdık bir sesle işine devam etti, o naif çocuksu ses onu durdurmaya yetmezdi. Onun öfkesi daima ağır basardı ve avuç içini kaynatırdı.

 

 

"Abi dur napıyorsun bırak onu." Sinem ellerini Kuzgun'un omzuna atıp geriye çekmeye çalıştı lakin hiç bir işey yaramış değildi. Kuzgun adamın kafasını duvara vurup iki avuç içini adamın iki yanağına bastırıp dişleri arasından baktı.

 

 

Sinem korkuyla geri çekildi çünkü adamın burnu kanıyor gözleri baygın gibi bakıyordu. Oysa sadece bir iki yumruk yemiş sayılırdı.

 

 

"Bu kız neden burada? Ne istiyorsun bu kızdan?"

 

 

"Abi annem için buradayım! Bırak o adamı."

 

 

Kuzgun bakışlarını adamdan Sinem'e çevirdi, omzunun üzerinden Sinem'e baktı, anne dediği yerde yüzündeki o çekilen etler yerine yavaşça yerleşmişti. Sessizce yutkunup adamın kafasını tekrar duvara vurarak bıraktı. Ayaklandığında dar koridorun sonundan gelen iki adama baktı.

 

 

Sinem'e eliyle geri çekilmesini işaret etti. İri bedeni ile zayıf adamlara doğru iki adım attı. Biri yumruğunu sıkıp vurmaya çalıştı ama Kuzgun o yumruğu eliyle tutup adamın karnını ortasına yumruğu geçirmişti, kolunu ters çevirip geriye doğru atarken diğeri üzerine koşarak geliyordu, Kuzgun koşan adamın omzundan tutup duvara attı, adamın omuzlarında tutup yer eğdirip dizi ile vurması için daha rahat bir konuma yerleştirdi, adamın kafasına dizi ile art arda vurup kek olan adamın üzerine attı.

 

 

"Çık," dedi Sinem'e doğru ilerleyip kolundan tutarken.

 

 

"Abi bilmiyorsun."

 

 

"Şşş." Susturmuştu.

 

 

Kuzgun çıkışa doğru ilerlerken kapıda duran adamlara bulaşmadan öfkesini yok ederek ilerledi. Yolun ilerisinde duran arabaya binip bulundukları konumdan uzaklaştı, Sinem ağlarken Kuzgun içinden ya sabır çekiyordu. Konuşmadı Sinem bir şeyler diyordu ama onu dinlemiyordu Kuzgun. Onun gibi genç bir kızın çocuğunun burada ne işi olurdu ki?

 

 

"Sus artık çocuğum, sus."

 

 

"Annemi öldürürler."

 

 

Susmadı ağlamaya ve yüzünü kapatmaya devam etti.

 

 

"Borçlumu annen? Hallederim ben onu, ağlama." Kuzgun çatık ve daralmış bir ifade ile yoluna bakmaya devam etti, güneş varlığını yavaş yavaş yok etmeye başlıyordu, gece insan oğlunun yorgunluğuna kavuşmaya yaklaşıyordu.

 

 

"Abi o kadar para, olmaz. Bıraktı çalışayım."

 

 

Kaşlarını çattı Kuzgun, "Sus ve eğitimine odaklan, ben o adama parayı vereceğim ama elinden bir şeylerini alacağım."

 

 

"Ne." Sinem hıçkırarak sormuştu, parmakları ile yaşlarını silip Kuzgun'a baktı.

 

 

"Ne ne? Eğitimine bak, o ananda...." Avuç içini çenesine geçirip derin bir nefes verdi.

 

 

Göğüs kafesi inip kalkarken derin bir nefes aldı Sinem, Kuzgun bu nefesi duyup ona göre küçük bir çocuktan farksız olan Sinem'e baktı. Yağmur arabaların teker izlerini silerken Kuzgun çalan telefonuna baktı, arayan kişinin Gökalp olduğunu gördü, telefonu açmadı, geriye yaslandı ve yoluna devam etti.

 

 

Sinem'in yaslanacak bir duvarı yoktu, yanında oturan Kuzgun onun için bir yabancıdan ibaretti, ama bu yabancılığı hissetmiyordu güven kalkanı o kadar sert kaplamıştı ki Sinem'i; hiç bir ateşli okun ona isabet etmeyeceğine emindi.

 

 

Yolları arkalarında bırakmışlardı, vardıkları evin kime ait olduğunu bilmiyordu, Sinem. Sırtını koltuktan çekip dikleşip etrafa baktı, tenha bir sokaktı; karanlık, ıssız ve tedirgin ediciydi. Evlerin ışığı ona hiç güven vermiyordu, bazı ışıklar aile sıcaklığını taşırdı, bir de sizi karanlığa çeken evlerin ışığı vardı; işte o ışık bu evlerde mevcuttu.

 

 

"İstersen Elzem'in yanına gidelim, yalnız kalmak istersin diye kendi evime getirdim."

 

 

Sinem başını salladı, "Annem nasıl?"

 

 

Kuzgun kaslarını çattı, derin bir nefes verdi. Sorduğu soruya cevap veremezdi çünkü annesini bile tanımıyordu.

 

 

"Hiç bir fikrim yok," dedi ve arabadan indi. İlerleyip Sinem'in kapısını açtı. "Anne de sorar mı sence?"

 

 

Sinem anlamsız bakışlarla baktı ona.

 

 

Kuzgun çenesini oynatıp, "Senin hatrını böyle sorar mı?"

 

 

Başını eğdi, arabadan inmiş buz kesen havada ellerini montunun cebine koydu. Bu soru ağır gelmişti, cevaplayamayacağı bu soru onun yüreğini incitti. Annesinin yüreğinde bıraktığı Kara leke o kadar belirgindi ki neyle gizlemeye çalışsa o iz o yara gizlenmezdi artık.

 

 

Kuzgun kapıyı anahtarla açtı, içeriye girip Sinem'e yol açtı, solana ilerleyip etrafa baktı, temizdi. Küçük odaya girip baktı. Sinem salondaydı. Bir anlığına bu eve en son ne zaman geldiğini düşünmeye başladı. Yatağın üzerindeki kıyafetlere baktı öylece bırakmıştı o kıyafeti. Odadan çıkıp salona ilerledi. Koltuğa oturmuş olan Sinem'e baktı.

 

 

"Evi yargılama," dedi parmağını kaldırıp kaşlarını havaya dikerek, "Yani böyle bir adamdan da villa bekleme." dedi ortamın havasını değiştirmek istediği her hâlinden belli oluyordu ama Sinem bu havayı bozmak yerine sessizce gülümsedi.

 

 

"Sorun değil abi. Evin yapısı değil sıcaklığı önemli." Sesi içine kaçmış gibiydi, ama duyuluyordu. Güçsüz bir bedene sahip ama güçlü bir yüreğe de sahipti. Annesi için kendi hayatını siper etmişti, annesi yaşasın diye, nefes almaya devam etsin diye. Belki de bir gün anne diyemeyecek diye korkan bir kız çocuğuydu oda.

 

 

Kuzgun konuşmak için ağzını araladı lakin çalan kapı ile durakladı, kimse çalmazdı onun kapısını, burada tanıdığı hiç kimse yoktu. Bekledi bir kaç saniye, Sinem onun yüzüne bakıyorum ise düşünceyle ardındaki kapıya. Aklına tek bir kişi geliyordu. İlerledi, kapıyı açıp çalan kişiye baktı. Berat'tı.

 

 

"Abi sen kim o demez misin?" dedi ellerini iki yana açarak.

 

 

"Demem kim o!" dedi birden atarlanarak Kuzgun. "Ne işin var lan senin burada?" Kuzgun sorgu dolu gözlerle baktı ona.

 

 

Berat önce karanlık sokağın sonunda yana turuncu ışığa sonra ise ışığı sırtına alan adama, Kuzgun'a baktı.

 

 

"Sen dedin ya gel birde akşam çalışırız diye." Berat gözlerini kocaman açıp baktı, şuan onca yolu tekrar döncürecek bir adamla konuşuyordu.

 

 

"He..." dedi, düşünmeye başladı Kuzgun, aslında evini toparlatıp depoya gideceklerdi, ama işler biraz değişiklik gösterdi. "Tamam şimdi son gel."

 

 

"Ne!" Berat iki elini yana açıp isyan etti, "Abi o kadar spor yapacaktık kas falan sen ne diye şimdi tüm işleri batırıyorsun?"

 

 

"Oğlum bi git sırası değil şimdi sonra, hadi, hadi."

 

 

"O kadar kız tavlayacaktık şu kaslarla. Bir daha sana güvenmem bunu bileğime yazıcam."

 

 

"Yaz yaz, sen bu gidişle anca yazarsın zaten." dedi içeride bulunan Sinem'in varlığını bilmeyen Berat'a vurgular yaparak konuşuyordu.

 

 

Arkada duran Sinem kuzgun'un uzun ve iri bedeni yüzünden gözükmüyordu ama arkada birinin olduğunu fark etmişti Berat. Başını sağa ve sola merakla yatırdı lakin cüsseli Kuzgun yüzünden hiç bir şey göremiyordu. Kuzgun Berat'ın bakışlarını fark etmiş yana çekilerek Sinem'i ona göstermişti. Sinem kızaran ve şişen dudaklarla baktı. Berat'ın içinde oynayan duygu karmaşıktı ama o duyguların aralarında en ağır kırgınlık ve öfkeydi, özlem geride kalıyordu.

 

 

Kahverenginin en koyu rengi olan kaşları birden çatıldı, bir adım gerileyip başını dikçe ve yavaşça kaldırdı.

 

 

Sinem ellerini önde birleştirmiş parmaklarıyla oynuyordu, Berat bakışlarını Kuzgun'a çevirip sorar gözlerle baktı, Kuzgun tek kaşı havada bir şekilde. Başını iki yana salladı. Birde açıklama mı yapacaktı buna diye isyan etti kendi kendine.

 

 

"Ne arıyorsun burada?" dedi sessiz ama duyulabilecek bir ses tonuyla sordu Berat.

 

 

"Sana mı soracak lan abisinin evine gelirken?" Kuzgun sert bakışlarını Berat'a çevirdi. Sinem'i sessizce koruma altına alırken Berat bir adım daha geriledi.

 

 

Soğukluk yok olmaya ortama ise sıcaklık konmaya başlamıştı, Berat soğuğu hissetmiyor Sinem üşüyen ellerine rağmen öylece sabitçe durmuştu. Kuzgun evine giren soğuk havaya isyan edip etmeyeceğine karar verememişti.

 

 

Kuzgun, "Girecek misin yoksa gidecek misin?"

 

 

Berat, "Girip ne yapacam ben." Ellerini cebine koyup bir adım daha geriledi, ince kaldırımın son basamağında gibiydi bir adım atsa gerileyip düşecekti.

 

 

"Ben gidiyorum işim var gelmem gece." Sinem'e söylüyordu bunu, Berat'ın burada kalmasını Kuzgun'da istiyordu ama bunu dile getiremiyordu. Eğer seviyorsa kalırdı sevmiyorsa içinde Sinem'e karşı hiç bir duygu yoksa kalmazdı burada.

 

 

Kuzgun eve girdi bir şeyler alıp çıkarken botlarını ayağına geçirip dışarıya çıktı onlar hâlâ birbirine bakarken Berat etrafa bakınıp çöken güneşin son ışığını gördü, önüne dönüp tekrar Sinem'e baktı, içinde delice sorular varlığını belli ederken Berat içinde kabaran hissi yok etmeye çalışıyordu. Kuzgun kapının kolunu tutup kapatacağı an Berat kapının kapanmasına engel oldu

 

 

"Yağmur çöker şimdi bir de onunla uğraşmak istemiyorum." dedi içeriye yavaş adımlarla girip Sinem'e bakmadan ayağındakileri indirdi. Kuzgun yüzünde ifadesizlikle kapıyı kapatıp gitmişti. Motorun sesi yükselip ortadan kaybolmuştu.

 

 

"Özür dilerim." Ağlamaklı sesiyle konuştu Sinem, Berat bunu beklemiyordu ayağındakileri çıkarıp bir köşeye koydu. Sinem'in ayakları ona gitmek başını güven dolu bir şekilde gövdesine dayamak istedi.

 

 

Berat yutkundu, kırgınlık hâlâ varlığını sabitçe tutuyordu ama içindeki duyguları yönetmesi gerekiyordu, hepsi çorba gibi birbirine karışmış ve karışmaya devam ediyordu Sinem kızaran gözlerini bir saniye dâhi Berat'tan ayırmadı, Berat dikleşip nemli saçlarını eliyle geriye atıp göğüsünü aldığı nefesle şişirdi.

 

 

Berat cebinde titreyen telefonu çıkarıp göz ucuyla baktı. Sinem bulanıklaşan gözleriyle başını bir kaç saniyeliğine eğip bekledi, içinde akmayı bekleyen yaşlar öylece bekledi. Berat telefonuna gelen bildirimle yüzünde değişen ifade kendini belli eden türdendi.

 

 

Telefonunu cebine atıp montunu indirdi, duvara monte edilmiş askılığı asıp uzun adımlarla Sinem'e yaklaşıp kollarını bedenine sardı, Sinem bunu beklemiyordu kapalı olan gözleri açıp bekledi, elleri yavaşça Berat'ın sırtını gitti, sarılıp gözlerini kapattı. Kendini bir denizin ortasında hissediyordu hiç bir ses duymuyor hiç bir dokunuş hissetmiyor gibiydi, bu; zihnini allak bullak düşüncelerin yarattığı hislerdi, yüreği bunları hak etmiyordu zihni kirli insanların görünümüyle dolmamalıydı.

 

 

"Senin düşünmen gereken tek bir kişi var, oda kendin," dedi bulanık sesiyle. "Oda geleceğin."

 

 

Daha sıkı sarıldı, "başını belaya sokmak istemedim." Kekeleyerek kurduğu cümleye Berat öfkeylenmiş gibi gözlerini sıkıca kapatıp burun deliklerini şişirecek bir nefes verdi.

 

 

Bir elini saçlarına atıp okşadı, saçlarını geriye doğru okşarken dudaklarını saçlarına bastırıp kokusunu içine çekti. Özlem ikisi arasında dönen bir ışık gibi parlaklığını daha da belirgin hale getirmeye devam ediyordu, her dokunuş her özlem bir ışığın yanmasına sebep oluyordu.

 

 

Berat konuşmak istiyordu, ama şuan tek yapması gerekenin susmak olduğunu Kuzgun ona telefon üzerinden yazmıştı. Detay vermeden olayı anlatmış ve sert davranmaması gerektiğini söylemişti.

 

 

"Bakalım yemek diye bir şey var şu evde?" Sinem'in elini tutup salona soktu. "Sen otur ben bir şeyler var mı diye kontrol edeyim."

 

 

Tebessüm etti Sinem, şu soğuk evde onu içini ısıtan ses ve ilgiyle gözlerindeki yorgunluk yok olup gidiyor gibiydi. İçindeki sert esen rüzgar Berat'ın ilgisi eşliğinde hafifliyor gibi.

 

 

Dakikalar birbirini takip etti, aradan bir yağmur yağıp geçmişti, gökgürültüsü varlığını belli edip yok olmuştu.

 

 

Sinem küçük yatakta uzanmış gözleri tamamen uykuyla kaplanmış gibi uyuyordu, Berat soğuk odanın kenarında bulunan dörtgen şeklindeki siyah renkteki elektrikli ısıtıcısının kablosunu prize takıp Sinem'e yaklaştırdı. Yüzüne değen saç parçasını parkları ile çekip kızaran yanaklarına baş parmağını sürttü, soğukluğu parmağına yayılınca kaşlarını çattı.

 

 

"Elimden kayıp gitmene izin veremem, gözlerin annem gibi bakarken buna izin veremem."

 

 

*****

 

 

 

Karanlık gözlerde daima kaybetmenin bir eşiğidir, ama karanlık onlar için gerçeklikti; karanlık çöktüğü an herkes ortaya çıkıp ışığı aramaya başlardı. Işığın yolunu bulmak için zifiri karanlık olan o asfalt üzerinde bulunan insanları hiçe sayacaklardı. Bunu kim yapardı? Neden yapardı?

 

 

"İki tarafta da bulunman çok zor," dedi Kuzgun sert çıkan ses tonu tamamen normal konuşmasıydı. "Yaman eğer senin iki taraf üzerinden bir çizgi çizdiğini öğrenirse ölümün saniyelik sürer."

 

 

Yankı dişlerinin arasından sessiz ama duyulabilecek bir ses çıkardı, ayağa kalktı ellerini takım elbisesinin cebine koydu ve bir adım öne atıp estetik gibi gözüken dudağını ıslattı, yüzünde bir ekşime oluştu, bu; dudağında ki küçük yaradan kaynaklıydı.

 

 

"Ölümden korkan kim, ölüm benden korksun da..." Parmağını havada sallayıp düşündü, "Bizim bu Yaman'ın evinin içerisindeki adam kim?"

 

 

"Orası bende, o benim görevim için var," dedi elindeki silahın üzerinde kuzgun işaretine baktı.

 

 

Yankı bakışlarını Kuzgun'a çevirdi. "Görevin Yaman'ı yıkmak değil mi?"

 

 

"Öyleydi. Ama şuan iki görevim var." Silahı beline koyup dudaklarını ıslattı. "Hak edene hak ettiği makamı vermek."

 

 

Sözleri ve cümleleri kimseydi diye düşünür oldu yankı, uzun boyu ve iri omuzlarını geriye doğru esnetip düşünmeye başladı. Yankı düşünürken koltukta elinde tarihi geçmiş bir gazete kağıdı okuyan Dinçer bu cümleye ait olan kişiyi biliyordu. Bu Elzem için yani Günay Gönük'e söylenen bir sözdü. Elzem içindi, hak ettiği yer Gönük yuvası ve soy ismiydi.

 

 

Dinçer'in yüzünde sessiz bir sırıtma oluştu, "Şimdi emri, emri mi ilerleyeceğiz. Senin komutunu bekleyin Yaman'ın varını yoğunu mi yok edeceğiz?" Dinçer sakin ve net kelimelerle sormuştu.

 

 

Kuzgun sadece başını sallamakla yetindi. "Eğer yılana ani saldırıda bulunursan yılan kuyruğuyla seni sarar. Buna gerek yok."

 

 

Kuzgun gözlerini etrafa gezdirdi, aradığı kişi Gökalp'ti. Nerede olduğunu bakışlarıyla Dinçer'e sordu.

 

 

"Karısıyla gitti." dedi.

 

 

Yankı dudak büzüp, "Cidden ailesini öldüren adamın kızıyla mı evlendi?" Dudaklarını büzdü Yankı, buna şaşırmıştı. Annesini, babasını ve varlığını yok eden adamın kızıyla evlenmişti. Gökalp Begüm'e karşı ne kadar nefret dolu olsa da Begüm masumluğuyla o nefreti yerle bir ediyordu.

 

 

"Bir nevi kızın hayatını kurtardı. Yaman vicdansızlığını çocukları üzerinde de kullanıyor." Dinçer elindeki gazeteye bakmayı kesip gözlüğünü düzeltti, bakışları ayakta sobanın yanındaydı.

 

 

"Ali'nin uyanışı..." dedi tüm dikkati üzerine çekerek Yankı. "Ali, babasını varlığıyla yakar."

 

 

"İstediğimde o." dedi, aldığı nefes burun deliğini genişletmişti, Kuzgun'un. "Daha çok düşman daha zor görev demektir."

 

 

Yüreğinde yangından başka bir şey yoktu, eğer yüreğine bir fırtına çökerse o zaman kaybetmiş demektir, o zaman elindeki tüm emek, attığı bütün adımlar yok olup silinirdi. Varlığı bir külden ibaret olurdu. Onun yüreğine barut atan ve yüreğini sıcak tutan bir neden vardı oda aşk, sevda. Onun sevdası belirsiz bir çocukluktu, gözlerinde hatta avuç içinde yıllarca tutmuş olduğu bir kurdeleyle devam etmişti. Habersizce taze tutmuştu.

 

 

Yankı gitmişti, Dinçer ayaklanmış Kuzgun'u bekliyordu Kuzgun bakışlarını Dinçer'e çevirip, "Bu kızın Yaman'ın elinde olduğunu sen söyledin, şimdi gelip Yaman'ın elinde değildi deme sakın." Ela gözleri kaybolmuş kehriban ve kahverengi ortaya çıkmıştı. "O kızın elindeki telefona gerekirse en özel eşyasına bak." Kuzgun ağzından çıkan cümleyle durup düşündü gözleri yerde dolaşıp doğru mu yoksa yanlış yere mi ilerliyordu diye düşüncelere daldı. Değildi, Selma'nın canı da tehlikede olabilirdi, bir eli sessizce onun üzerinde olmalı çünkü Yaman'ın eli Selma'nın üzerindeydi. Buna emindi.

 

 

"Yaman'ın araba garacı var. Onun yerinin konumu nerede?"

 

 

Dinçer kaşlarını çatıp dudaklarını ıslattı, başını dikçe kaldırıp mavi gözlerini Kuzgun'un elaya dönen gözlerine dikti. "Gökalp'in annesinin ve babasının öldürüldüğü yerde." Kuzgun şaşkınlığını gizlemeye çalıştı kaşları çatıktı düz bir hâl alınca derin bir nefes veremeden edemedi. Bu adam deliydi, rapora gerek yok varlığıyla bir kaç saat zaman geçerilse anlaşılırdı.

 

 

"Bu adamın kafası iyi değil." dedi. "Gökalp bunu biliyormu?"

 

 

Başını salladı sadece Dinçer. Sebepsizdir bedenini bir ateş bastı, sanki kaynar sular üzerinden akmış, bedenini buharlar sarmaşık gibi sarmıştı. Etrafında dönen ateşin varlığı ona ait değildi, Kuzgun bu kadar öfke dolu ve ateşler içinde yanan biri değildi. Yüreğine konan bağ çok derindi. O anne ve baba bir tek Gökalp'in annesi ve babası değildi, Elzem'in de anne ve babasıydı. Elzem onlarla büyüyememiş annelik hissini hissedememiş bir çocuktu, peşinden koşanı olmamış elinden tutanı, saçlarını okşayanı olmamış. Bu hislerin hiç birini tatmamasına rağmen nasıl bu kadar güçlü biri olabiliyordu nasıl bu kadar korumacı ve kendinden çok çevresine kol kanat açabiliyordu. Elzem güçlüydü, Elzem acıdan beslenen bir kadındı. Kuzgun bunu bu gece net bir şekilde anladı. O Günay Gönük'ten çok Elzem Yıldırım olmalıydı. Attığı her adımda ses çıkaran, bastığı her alanda doğruyu yanlışı ayırt eden bir kadındı. Ne kadar ruhunda çocuksu bir yan olsada gerektiğinde kadın olmayı ve sesini çıkarmayı bırakmıyordu.

 

 

"Furkan yukarıda zaten bende eve giderim bir bakarım."

 

 

Kuzgun başını sallayıp dışarıya çıktı, arabasına bindiğinde yağmurun yokluğunu sert bir fırtınanın koruduğuna bedeniyle şahitlik etmişti. Şuan gitmesi gerek bir yer vardı. Bu gece Elzem'in evine gidemeyeckti, görevinin en ateş alıcı yanları git gide gelmeye başlıyordu. Rüzgar ağaçların dallarını özgürce uçuruyordu. Arabaya sertçe çarpan rüzgar kulakta derin bir his yaşatıyordu.

 

 

Elleri direksiyonu kavrayıp gaza bastı. Rüzgâr yerdeki suyu emmiş gibiydi, arabanın altındaki buzlar çatırdayarak gecenin sessizliğini bozmuştu.

 

 

 

*****

 

 

Avuç içimi ısıtan bir tek elimdeki kahveydi, yüreğimde sert rüzgar dışarıda esen rüzgâr kadar sertti.

 

 

"Çetemisiniz siz?" Sesim çıkmadı sadece dudaklarım kıpırdadı. Ellerimdeki dosyayı kaldırıp bir köşeye koydum. Gece mesaisi burada bitmişti. Elimdeki kahveden bir yudum alıp geniş komodenenin üzerindeki dosyalara baktım.

 

 

Elimdeki kahvenin kulpunu sıkıca tuttum, kulaklarıma çöken zil sesiyle yüzümde bir tebessüm oluştu. Gelenin kim olduğunu bildiğimden elimdeki kahveyi hemen bıraktım.

 

 

Kapıya ilerleyip hemen açmıştım, lakin kapıda beliren beden ona ait değildi, Canan'dı bu.

 

 

İfadesiz bakışları önce bana sonra ise evimin içine bakındı.

 

 

"Kusura bakma evde öylece oturamıyorum." Başındaki şapkayı çıkardı kahverengi gözleri yorgunca bana bakıyordu.

 

 

Geçmesi için yana çekildim. Adımını attığı an kapıyı kapattım. İçeriye sızan sert rüzgarlar kötülüğün habercisi gibiydi, bedenim titremişti. Kollarımı kendimi sarıp ayakkabısını çıkaran Canan'a baktım. Dudağıma saniyelik iki yana ayrılmış solunun yolunu göstermiştim.

 

 

"Babamla konuştum bugün. Hapishanede bir adam var seninle konuşmak istiyormuş." Sesinde derin bir his vardı. Bunu hissetmem tonunun değişmesiydi.

 

 

Birden kurduğu cümle beni sarsmıştı çünkü her şey bir andan üst üste konuluyordu. İşler git gide derinlere inerken o derinliğin içinde merdivenin olmaması beni bir çıkmaza sokardı. Eğer o derinlikte batacaksam tek batmayacaktım.

 

 

Canan koltuğa oturmuş bana bakıyordu, onun çaprazında ki koltuğa oturdum. Kaşlarımı çatıp konuşmasını bekledim.

 

 

"Babam aradı, adam bizim konuştuklarımızı duymuş," Canan kaşları çatık düşünceli bir şekilde yere bakıyordu. "Ya babama bir şey yaparlarsa?"

 

 

Dudağımın kenarını kemirdim, Canan tedirgin ve endişe içinde bana bakarken başımı iki yana sallayıp, kollarımı dizlerime dayadım.

 

 

"Merak etme, adam benimle konuşmak için babanı kullandı. Babana hiç bir şey olmayacak," Ayağa kalktım. "Ben sana kahve yapayım."

 

 

Kaşları hâlâ çatık yüreği ise derin nefeslerle kalkıyordu. İlerledim mutfakta Canan kahve yapıp ilerledim, içimdeki düşünceler hâlâ devam ederken bu konunun Yaman ile ilgili olup olmadığını merak ediyordum. İhtimal çok yüksekti ya Yaman'ın bir adamıysa ya da Yaman'ın yıktığı bir acı daha mı? Sorular çoğalıyor, cevabını bulduğum her sorunun yerine yeni bir soru ekleniyordu.

 

 

Hızlı bir şekilde kahvesini yapıp önüne koymuştum, teşekkür eder gibi gülümseyip bakmıştı.

 

 

"Bu adam kimmiş yarın bakarız."

 

 

"Korkum yalnız kalmaktır. Babam nefes alsın diye hep sustum. Hep geri kaldım. Eğer şuan ona bir şey olursa sesimde faydasız yaşamam da."

 

 

"Öyle düşünme. Biz sesi sadece kendimiz için çıkarmayız, toplumun hakkı, çalınan can için bile ses çıkartırız, sessizlikte boğulmaktan korkmalısın." Bu cümlem onun çatık kaşlarının düzelmesine neden oldu. Başını sallayıp kahvesini geniş komodinin üzerinden aldı.

 

 

"Sende her şey çok yavaş ilerlemiyor mu?" Sorusuyla aldığım yudumu hızla yuttum. Başımı iki yana sallayıp dudak büzdüm. "Peki... Büro da ki Nevra senin neyin oluyor."

 

 

Nevra'nın ismini duyar duymaz tebessüm ettim. "Çocukluk arkadaşım." dedim.

 

 

"Semih sevgilisi mi?" Sorusuyla kaşlarım çatıldı. Başımı yana yatırıp yarım ağızla baktım. "Yakınlar ondan sordum. Sadece çalıştığım yerin insanlarını tanımak istiyorum o kadar."

 

 

"Hayır. Ama yakınlar yani... Normal olarak." Bu sorusu beni neden dürttü bilmiyordum. Ama içimde beliren kuşku bir anda yok oldu. Nevra benim dostumdu, arkadaşım ve sırdaşım.

 

 

"Evin çok tatlı."

 

 

Bakışlarım solunda dolaştı, kapalı televizyon duvardan asılı olan beyaz gülü sarmalayan yeşil yılan tablosu ve hemen yanında duvarın içine işlenmiş küçük çukurların arasında bulunan kitaplar... Aslında sade bir havaya sahipti ama içindeki dağınık duruş tüm havayı bozuyor olabilirdi. Duvardaki topla bana çok şeyi anımsatıyordu, o beyaz gül bendim ve beni sarmalayan şey çevremdeki kötülüktü. Beni ne kadar sarsa, boğsa ve nefessiz bıraksa da ben yinede ezilmiyor kendimden ödün vermiyordum. O tablo gözümde güçtü benim.

 

 

Zaman döngüsü bizi içine hapsetmişti, aradan geçen zamanla Canan salonda uyumuş bense odama ilerlemiştim. Kuzgun'dan gelen mesajla uyumam gerektiğini anlamıştım. Bu gece işi olduğunu ve gelemeyeceğini söylüyordu.

 

 

Uyumuştum. Gözlerime düşen karanlık perdeyle aydınlığı bekledim. Kurulan saat beni uyandıran tek şeydi. Gözlerim gecenin eşiğinde karanlığa güneşin aydınlığında ise ışığa varıyordu. Gece o kadar sessiz ve tedirgin geçmişti ki sanki yıllarca aynı yatakta yatmış bu sefer yabancı bir yatakta kalkmış gibiydim. Ama değildi, gerçek çok farklıydı, gerçek: Kuzgun'un sıkı kollarının yokluğu, sigara ve ağır kokan çay kokusunun burada olmayışıydı. Evet: sadece bir kaç gece onunla birlikte uyumuştum, onunla uyumak istememin nedeni kollarımın bu aralar zayıf oluşuydu. Sebebini tam anlamış değildim, ailemin çekmiş olduğu acılar mı yoksa gerçeklerin peşine düşmemenin vermiş olduğu pişmanlık mıydı?

 

 

Sonbahar güneşi adama girmeye başlıyordu, aydınlık yavaş yavaş varlığını belli ederken ben yatağımdan kalkmış yüzümü yıkamadan üzerimi giyinmeye başlamıştım. Altımda siyah dar bir kot pantolon vardı. Geniş baldırımın kısmını düzeltirken üzerime daha sıkı bir sütyen giydim, sütyenin üzerine giymiş olduğum dar bordo kısa kollu tişörtü pantolonun içine teptim, yüzümde hâlâ uykulu gözlerle duruyordu çünkü daha yüzümü kıyamadım. Şiş duran dudaklarıma kısık gözlerle baktım, boy aynasında kendimi düzenlerken göbeğime kadar gelen siyah bej çizgili kazağımı giydim. Odadan çıkarken lavaboya ilerledim. Rutin işlerimi halledip saçlarımı alttan at kuyruğu yapıp önlerde bir kaç perçem bıraktım.

 

 

"Günaydın." dedi mutfak kapısında elinde tostla duran Canan.

 

 

Duraklayıp ona baktım, saat altı buçuktu. Oda mı erken kalkıyordu? Boş verdim.

 

 

"Günaydın," dedim ardımdaki kapıyı kapatıp telefonumu almak için odama girdim. Telefonu alıp odamdan çıktım. Mutfağa girdiğimde elinde çay bardağı ile oturan Canan'a baktım. "Rahat uyudun mi?" dedim yüzümde doğal bir tebessüm varken.

 

 

"Evet, gayet güven dolu ve huzurlu bir geceydi." Alaycı bir şekilde kurduğu bir cümle gibi gelmedi bana. Cidden içtenlikle kurmuştu bu cümleyi.

 

 

"Sana da bir tost yaptım."

 

 

"Teşekkür ederim. Eline sağlık." Tost makinası arasındaki tostu peçeteyle alıp masaya oturdum.

 

 

Canan elindeki telefonu kapatıp yüzüme baktı.

 

 

"O adamla görüşeceksin değil mi?"

 

 

"Evet. Gidip bakalım kimmiş bu adam." Elimdeki tosttan bir dilim almıştım. Sade kaşarlı tosttu.

 

 

Sessizce tostumu bitirirken Canan çayından içmeye başladı. Aradangeçen zamanla ayağıma botlarını giymeye başlıyordım. Üzerime uzun siyah kabanımı geçirdim. Saat belki de yediye varmaya başlamıştı bile. Biz yolda zamanın akışı ile yarış içerisinde gibiydik. Canan yan koltukta sessizce yolları izlerken ben hâlâ o adamın kim olduğunu neden benimle görüşmek istediğini düşünüyordum.

 

 

"Yaman... Sence bizden haberi varmı?" Soruları çoktu, bunun farkına vararak içinde rahatsızlık ve kabine ağırlık veren taşı dindirmek amaçlı ne yanlış ne de doğru bir cümle kurdum.

 

 

"Yaman belkide Kuzgun'un varlığından bile haberi vardır, ama onun neler yapacağından haberi yok. İçini ferah tut. Yaman bizi bilse bile onu nasıl yok edeceğimizi bilemeyecek." Bakışlarım saniyelik derin bir nefes alan Canan'a gitti.

 

 

Önüme döndüğümde. "O adamı ölü görmek istiyorum, bunu isteyen bir avukat neler yaşamıştır..." Başını öne eğdiğini gördüm, kaşlarım havalandı alt dudağımı dişledim ve onun nasıl bir hırsta olduğunu bile bile sessizce başımı salladım.

 

 

Yaman'la aynı kanı paylaşmak ölümle burun buruna gelmek gibiydi. O şeytanın kanı benimle bir olamazdı. Onun ölüsünü bende görmek istiyordum, içimdeki ateşin ve kimsenin görmediği o korkuyu tek dindirecek şey onun ölü bedenine şahitlik etmek olacaktı. Adaletten şaşmayan bir kadın olarak bunu bende istiyordum. Yaman'a adaletin varlığı bile yasak olmalıydı.

 

 

Kendimi sessiz koridorun sonunda bulunan kapıda bulmuştum, Canan bir adım ardında durmuş bana duvar oluyordu, nedendir bilmiyorum ama ona olan güvenim çabucak varlığını belli etmişti. Başımı dikçe kaldırdım, görüş adasına giriş yaptığım an karşıdaki demir kapı açılmış içeriye kolları dövmeli boynunda net belli olmayan dövmeli bir adam varlığını belli etmişti, uzun boyu ve geniş omzuyla başını dikçe kaldırıp yüzüme baktı.

 

 

Oydu. Bakışları selam verir gibiydi.

 

 

İlerledim en köşeye geçtim ve otururken bile bakışlarımı o adamdan çekmedim. Karşıma geçti, Canan yanımdaki sandalyeye oturmuş kısa saçlarını geriye doğru atarak pür dikkatle bakıyordu, buna emindim.

 

 

"Elzem Gönük." dedi sessiz ve karanlık sesiyle.

 

 

Gözlerimi kıstım, başımı yana yatırıp kollarımı aramızdaki masanın üzerine dayadım.

 

 

"Bana neler anlatacaksın? Umarım zamanımı boşa harcamıyorsunuzdur." Sesimde korkuya yer yoktu.

 

 

Bakışları sadece bendeydi koyunun en sert hâli olan bakışları buz gibiydi, soğukluk bu kadar mı belli ederdi bilmiyordum ama bakışlarını bir tek ben mi böyle görüyordum; içinde bir karanlık var ve karanlık gözünün rengiyle donmuş gibiydi, buzun en açık rengiydi. Maviler de bir leke dâhi yokken bu adamın burada ne işi vardı diye sorup duruyordu dilim.

 

 

"Beni buradan çıkar."

 

 

Cümlesi haddinden fazla sert ve sessizdi.

 

 

"Ne?" diyebildim anlık bir şaşkınlık ifadesiyle.

 

 

"Yaman'ın o kadar masum olmadığını sende biliyorsun avukat hanım." Son iki cümlesi imali çıkmıştı. Esmer teni çekilmiş kemikleri ortaya dökmüştü, yanağı ağzının içine gömülmüş gibi ortada derin bir çukur bıraktı.

 

 

Kaşlarımı havaya diktim, öne doğru yüzümü yaklaştırıp, "Yaman'ın bana neler yaşattığını bilseniz kulağınızı kesmek istersiniz mahkûm Bey."

 

 

Güldü, sessizce gülüp başını öne eğdi, elleri masada sütünüp bana doğru yaklaştı bakışları gözlerime değdi. Elimi tuttuğu an gözlerimi fal taşı gibi açtım ama herhangi bir tepki vermedim, Canan yanımda dikleşip bana baktı. Hiç bir tepki vermeden onu izlemeye devam ettim avuç içime bir kağıt koyduğunu hissettiğim an kaşlarım çatık hâlini bıraktı ve normale döndü.

 

 

"O piçin bana da neler yaşadığını görmek istiyorsan bu adrese uğra Avukat Hanım."

 

 

"Kimsin sen be adam? Senin derdin ne?" Sessizce ve içten bir soruydu bu.

 

 

Başını iki yana salladı, eli hâlâ elimde dururken yavaşça geriye çektim elimi kağıdı avuç içimde bastırıp meraklı gözlerle ona baktım.

 

 

"Seni buraya o mu hapsetti?"

 

 

"Şunu bil Avukat Hanım. Yaman kendi yaptığı suçları insanların üzerine atmak için onları en büyük zaaflarıyla vurur. Benim tek zaafım var..." Sustu geriye çekildi.

 

 

Etrafta ayağa kalkıp giden insanlara yan gözle baktım. Önüme dönüp tekrardan karşımda adını dâhi bilmediğim adama baktım.

 

 

"Yaman işlediği bir suçu benim üzerime attı, atmaktan ziyade kabul etmek zorunda kaldım. Ben Gönük köşkünde çalışan bir annenin çocuğuyum, annem yıllardır sizin köşkünüzde çalıştı, ben o köşkün içinde büyüdüm. Ta ki Yaman gelene denk. Annem oradan yıllar sonra çıkmak istedi, o adamın varlığından rahatsız olduğu an çıktı oradan. Bende çıkacaktım ama Yaman'ın oyunundan kaçmadım. Kenan Gönük ortadan yok olduğundan beri o köşkün huzuru kalmadı, annem ben büyüdükten sonra çıktı ama..."

 

 

Şaşkındım, gerçekler daha saklanıyordu. Onları bir oyun gibi buluyordum. Her girdiğim işin ardından yeni bir iş çıkıyordu. Korkum ne kadar geride dursada ortaya çıkan ağır gerçekler ve bilgiler beni sarsıyor ve sessiz korkumu arttırıyordu.

 

 

"Kafamı allak bullak etme, gelmiş bana beni buradan çıkar diyorsun. Onu nasıl yapayım, kaç yıldır buradasın kim bilir ne suç attı da benden kapanmış bir davayı açmamı istiyorsun?" Dişlerimin arasından yüzüne doğru konuştum. Bu tavrın tamamen kafamın içinin doluşundan dolayıydı.

 

 

"Firar ettir o zaman. Bir şekilde çıkar, o adamın düşmanı ne kadar çok olursa o kadar hızlı yok olur!" Oda benim gibi yüzünü yüzüme yaklaştırdı, dişlerinin arasından sessiz ve soğuk bir tavırla konuşup durdu.

 

 

Kaşlarım çatıldı, bu istek bir avukattan istenmişti. Bu adamda ki hırs neydi, kaçmak nedir?

 

 

"Bir şekilde yap düşün, beni buradan çıkarmak zorundasın." Dudaklarını ıslatıp devam etti. "Gönük soyadını boşuna taşıyorsun Avukat." Ayaklandı. Çatık kaşlarla gerileyip arkasını döndü. Adımları bastığı yeri buza çevirirken ortadan kayboluşunu izledim.

 

 

"Bu adam babama bir şey yapar mı?"

 

 

"Canan lütfen sus." Kırıcı olmayan bir ses tonuyla ve bir o kadar sessiz bir fısıltıyla konuştum.

 

 

Canan ayaklandığı an benim zihnimin karanlık bir görüntüyle büründüğü andı. Ortalıkta ki sesler zihnimin karanlığı ile sessizleşti. Ayağa kalktım avuç içimde terleyen kağıdı daha çok sıktım.

 

 

Gönük soyadını boşuna taşıyorsun...

 

 

Bu söz zihnimde ötmeye devam ediyordu. Alt dudağımı karanlık bakışlarımla izledim. O soy isminin bana ait olduğunu şuan kabul etmek zorundaydım. Bu adamın sözleri neden bu kadar ağırdı bilmiyordum ama karanlık beni içine hapsetmeden ben karanlığa kendi ışığımı gömmeliydim, zamanı geldiği an o ışık benim için parlamalıydı. Bizim için parlamalıydı.

 

 

"Bu adamı buradan çıkaramayız."

 

 

Arabanın kapısını açıp bindim. Avuç içimde hâlâ duran kağıdı açıp baktım. Bir adres yazıyordu. Navigasyondan adresi açtığım an telefonumun titrediği andı. Navigasyonu açtım ve elime telefonumu aldım. Çalan Kuzgun'du ama şuan onunla konuşmak istemiyordum. Eğer konuşursam sesimden anlardı, buna gerek yoktu. Ama kısa bir mesaj atmam onun endişelenmemesi için bir önlemdi.

 

 

Şuan biraz işim var bitince hemen arayacağım.

 

 

Mesajı atıp telefonu çantamın içine teptim. Navigasyonun gösterdiği yolların üzerinden gidip avuç içime bir ateş gibi konan kağıdın içindeki adrese gidiyorduk.

 

 

"Endişeliyim..."

 

 

Sessizdim, Canan elindeki telefonu avuç içine vuruyordu. Ama ben hâlâ kurulan cümleyle sarsılmış gibi hissediyordum. Düşüncelerim gerçeklikle kapışıyordu ve ben o kapışmayı eli kolu bağlı bir şekilde izliyordum.

 

 

Canan konuşuyordu hatta sorular soruyordu ama ben sessizce onu dinliyor ve cevaplar veremiyordum.

 

 

"Çok kafa şişirmek istemiyorum ama konuşur musun?"

 

 

"Ne diyeyim?" dedim. "Babana zarar verecek biri değil. Bunu bil yeter."

 

 

Ağır ağır verdiği nefesi duymak benide nefes alıp vermeme neden oldu. Sokağın ortasında durmuştuk. Küçük elli santimlik boyunda olduğuna emin olduğum demirden kapıya baktım. Şansım yaver çıkmıştı, yağmur yok ama sisler vardı.

 

 

"Burası." dedim.

 

 

Arabadan inip kapıyı kapattım, çantamı omzuna asıp yanımdaki Canan ile ilerledim. Demir bahçeli kapıya baktım, ileride duran kahverengi kapıya kaydı bakışlarım, tamda demir kapının önünde duruyorduk. İlerde evin kapısı, bir adım önümde ise bahçenin kapısı duruyordu. Yan tarafa eğilip baktım, köpek kulübesi bulunuyordu üzerinde Hera yazıyordu. Burada bir köpek vardı ve içeriye girmemizi zorlayacak gibiydi. Demir kapının yan taraflarına baktım, duvarda bir zil aradığımda yukarıdan sarkan sarmaşıkların arasında bir zil ve ses komutu gördüm. Parmağımı zile bastırıp bekledim. Aradan neredeyse Bir dakika geçmişti ve ben zile en az dört beş kere bakmıştım.

 

 

"Kimsiniz?" dedi bir kadın sesi.

 

 

"Merhaba görüşebilme imkanımız var mı?" dedim en hoş ses tonumla.

 

 

"Kimsiniz? Neden görüşmek istiyorsunuz?" Kadının sesi oldukça sertti. Yapısından dolayı mı yoksa yabancılardan hoşlanmayan o teyzelerden birimiydi?

 

 

İçeride ki kadın beni tanıyor muydu? Eğer soyadımı dile getirirken belki buradan beni kovar ya da karşıma geçip hesap sorar. Hangisi mantıklıydı bilmiyorum. Ama dile getirmeye alışık olmadığım ve şuan bana korku veren soyadımı dile getirmek istedim.

 

 

Derin bir nefes aldım ve zile doğru yaklaştım. "Elzem..." Gerçek ismim Gönük'lerin bana vermiş olduğu ismi dile getirmek istedim. "Günay Gönük..." Kokuyla çıktı ağzından, bir adım gerileyip bekledim. Sessizlik bedenimi sardığı da bakışlarım sadece Canan'a gitti. Çünkü Canan bana sebepsizce güven veriyordu.

 

 

Elimi tutup gözlerini bir kaç saniye kırptı ve geri açtı. Bu teması beklemiyordum, bu temas oldukça içten ve samimiydi. Önüme döndüm. Parmaklarımı Canan'ın soğuk eline sarıp güç aldım. Karşımızdaki kapı açıldığı an bakışlarım daha dikkatli bakındı. Yaşlı bir kadındı. Beyaz saçları yukarıdan bağlanmıştı, yanakları çökmüş ama sırtı dimdik duruyordu.

 

 

Kadın sert bakışlarını geriye atmış kaşlarını havaya kaldırıp derin bir nefes vererek yaklaştı. Demir kapıyı açtığı an gözleri sadece bendeydi. Sanki tanımıştı beni, sanki ben olduğumu biliyormuş gibi derince bakıyordu yüzüme. Oysa beni hayatı boyunca ilk kez görüyordu nasıl tanırdı?

 

 

"Günay... Küçük bebeğim." Uzun boyu tamda benim boyuma geliyor gibiydi. Elleri yavaşça yanağıma gitti an tenim beybeyaz kesildi. "Benim küçük masum bebeğim." Kaşlarım daha da çatıldı. Şaşkınlık bedenimi dondururken Canan'ın elini çektiğini hissettim.

 

 

Bakışlarım kadının temiz mavi gözlerindeydi. Tıpkı oğlu gibi, ama diğer gözü griydi, buda görmediğini gösterirdi. İki eliyle yüzümü avuçladı ve göz yaşlarına hâkim olamadan konuşmaya devam etti.

 

 

"Yaşıyorsun... Caninin kötülüğü sana değmemiş." Kolları hızla bedenime kavuştu, bu his çok tuhaftı. Gözlerim kapıda beliren uzun siyah köpeğe kaydı cinsi neydi bilmiyordum ama büyüktü tam bir koruma köpeği gibiydi.

 

 

"Beni tanıyorsunuz?" Kadın benden ayrıldığı an yanağıma bir öpücük bıraktı daha sonra ellerimi kavrayıp ellerimin ikisine içten ve sıcak bir samimiyetle öptü. Özlemdi bu galiba.

 

 

"Gel gel içeriye geçin. Kimse görmesin seni, kimse incitmesin benim masum bebeğimi. Gel." Elimden tuttu beni içeriye çekti ve Canan'a baktı. "Kızım geç, geç hadi soğuk havada durmayın. Çabuk hadi. Hera çekil kızım çekil."

 

 

Tedirgin ve hızlı konuşması benide tedirgin etmişti. Kapıyı kapatmadan önce etrafa bakındı, ardından hızla kapıyı kattı. Geniş giriş kapısına baktı, iki merdiven aşıp ferahlık veren salona baktım. Beyaz koltuğa oturduğum an yanıma yanıma konan kadınla bakışlarım ona gitti.

 

 

Korku dolu bakıyordu ya da şaşkın. Emin değilim ama çok tuhaf bir olayın ortasındaydım.

 

 

"Yaşıyorsun..." Başını salladı. "O lanet adam sana dokunmadı mı?"

 

 

Başımı iki yana salladım. "Ben onun varlığından habersiz yaşadım." Gözüme neden ıslaklık vuruyordu bilmiyordum.

 

 

"Hepsine acılı ölüm vereceğim dedi. Ama sana..."

 

 

Elleri saçlarım gitti başımı okşayıp yaşaran gözlerle baktı.

 

 

"Sen nasıl geldin buraya. Nasıl buldun, neden geldin?" Beyaz kaşlarını havaya kaldırdı. Sanki gelişim onu şuan üzmüş gibiydi.

 

 

"Oğlun... Bana sizin adresinizi verdi." Bu cümle onun öfkeli bakışlar atmasına neden oldu. Düşünür gibi yerdeki halıya baktı. Göz kapakları titredi ellerini benden çekip tekrar yüzüme baktı.

 

 

"Onunla mı görüştün? Bunu nasıl yapar sana. Seni ölüme götürecek bu ahmak çocuk." Öfkeyle ellerini dizlerine sürttü. "Bir sen kalmışsın. Senide onu yedirmem."

 

 

"Ben mi?"

 

 

"Evet sen... Soyunu kendi elleriyle kuruttu o adam." Bakışları korku doluydu Yaman nasıl bir adamdı böyle. Herkese korku ve endişe vermekten başka bir işey yaramıyordu. "Tek başına o adamla savaşmak gibi bir düşüncen yok değil mi kızım, ha?"

 

 

Kaşları sorar gibi çatıldı. Başımı iki yana salladı. Kuzgun'dan bahsetmek yoktu. Onun adını hiç bir yerden dile getiremezdim.

 

 

"Hayır tek değilim, abim var."

 

 

Darbe yemişti bu tüm yüzünden ve şaşkınlığından belli oluyordu. İki elini ağzına hızla götürdü. Göğüs kafesi inip kalkarken başını öne eğdi ve ağlamaya başladı.

 

 

"Yaşıyor mu?" dedi ağlayan sesinin ardından. Başını kaldırdı kızaran Beyaz teniyle başını iki hızla iki yana salladı. "Sakın! Sakın o adamla savaşa girmeyin. Bak ölüm size rüzgar gibi değer yavrum. Yapmayın."

 

 

Başımı çatık kaşlarla iki yana salladım, yüzünde derin bir acının ifadesi sürüyor gibiydi. "Başladık bile."

 

 

Ayağa kalktı. Elimden hızla tutup beni sertçe köşede bulunan yuvarlak merdivene götürdü tamda giriş kapısını yanında duruyordu. Sessizce ona ayak uyduruyordum. Canan bir adım ardımda olaylardan ayrı bir şekilde bekliyordu. Beni kapalı bir odanın kapısına götürdü. İçeride yatan kadını sessizce parmağı ile işaret etti.

 

 

Ses tonu bir rüzgar kadar sessizdi. "Bu benim kızım. Şuan yaşadığına şükür ediyorum çünkü o ölmek istedi. Gözleri var ama kimse onun kör olduğunu bilmiyor. Benim yavrum bu odadan çıkmaz, çünkü tek gördüğü şey zifiri karanlık. Bunu senin öz amcan yaptı. Onu kör ettirdi."

 

 

Yatakta öylece uyuyan kadına baktım, üzerinde yeşil yorganı yüzünde ise masumluğun belirgin hâli duruyordu. Yaşlar benden habersizce altı. Girdiğimiz odadan tekrardan sessizce çıktık.

 

 

İnce koridorun sonunu aştık ve soluna vardık.

 

 

"Sen onun yanında yaşamadın. Onun vahşi bir kurttan farkı yoktur."

 

 

Bunlar beni korkutmak yerine daha da öfkelendiriyordu. Şuan karşımda duran bu kadın beni ondan uzak tutmak için dil döküyordu ama bu konuşma ve şahitlik ettiğim görüntü benim içimdeki ateşin üzerine barut dökmüştü. Yaman benim kanım değil Yaman benim ebedî düşmanım. Ve onun ölümü için yapamayacağım şey yoktu.

 

 

Karanlık bir perde gibi çöküp ışığı ardına alırken ben o karanlıkta kalmayı ve kendi ışığım da masumluğa acımayan her bir varlığı Yok etmek için ölümü göze almıştım. Karanlıkta kalmayacaktım, karanlığın kendisi olacaktım

 

*****

 

 

 

 

Özgürlük bir nefes kadar yakınken sessizliğe mahkûm edilenler için onu elinizin tersiyle itermiydiniz?

 

 

 

🌹🔥🍁

 

 

 

Instagram:lara.yakamoz

 

 

Bölüm : 07.11.2025 22:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...