3. Bölüm

3. Bölüm Işığım

Lara Su
larasu

Beklenmedik bir anda yana ışıklardan korkardı bu büyük ama içinde küçük bir kız çocuğu taşıyan bedenim. Oda bir anda yandı, bir anda çıktı. O aniden yanan umut ışığımdı.

 

3.Bölüm Işığım

Ayağımdaki topuklunun sesi koridoru inletiyordu. İfadesiz ve dikçe merdivenlere ilerleyip kendi katıma çıktım, sabah kahve içmemiş önce arabayı alıp sonra eve gidip rutinimi halledip öyle çıkmıştım evden. Sandalyeye oturup elimdeki dosya kağıdını çekmeceye koymuştum. Saçlarımı geriye atıp bilgisayarımı açtım. Kapının çalması ile gel komutu vermiş.

İçeriye kimin girdiğini bakmak için gözlerimi bilgisayardan çekip karşımdaki kişiye çevirdim.

"Helooo!" Nevra ve neşesi yerli yerindeydi. Elinde iki kahve ile üzerinde kırmızı dar bir elbise, yine formunda duruyordu.

"Günaydınlar Nevra Hanım." Dedim gülümseyerek. Şahsen sabah oradan oraya koşmuştum ve bu beni çokça yormuştu ve Nevra'nın elindeki kahvesi beni moda getirecekti.

"Hissediyorsun değil mi?" Dedi elindeki kahveyi önüme bırakıp işaret parmağını havada bir tur attırıp kısık gözlerle bakarak.

Kaşlarım havalandı şahsen hayır şuan sadece oturduğum için rahatlık hissediyordum.

"Ne gibi?" dedim anlamayarak.

Oflayıp göz devirmişti. "Güne sakin başladım. Ve bu iyi geçeceğine bir işaretti. Tabii gelipte eşimi aldattım ama boşanmak istemiyorum lütfen bizim boşanmamamız için çabalayın diyen biri çıkmazsa."

Boşanma avukatıydı Nevra, aslında her türlü avukatlık yapardı ama daha çok boşanma davaları ile ilgileniyordu. Benim gibi hapishane ağaları ile ilgilenmiyor.

"Sessiz ve huzurlu bir gün diliyorum."

"777 diyorum." demişti sözüme karşı.

"Başladım yine evren ve evrenin rakamlarına." Manifestle okulu bitirdiğine inanan, boynunun arkasına 777 dövmesi yapan, huzur taşını çantasından ayırmayan biri ile arkadaş olmak zor. Bazen evren ile iletişime geçtiğini bile söylüyordu.

"Sana verdiğim ametist taşını umarım takmışsındır." Kolye mi ona gösterip başımı salladım. Böyle bir hata yapamazdım. "Bizzat Brezilya'dan getirdim değerini bil. Berat'a da vereyim dedim benim taşlarım var dedi ama anlamadım ne dediğini." Göz devirip derin bir nefes aldım. Bu çocuk arlanmıyordu, kanı çekiyor heralde herkesi bir kendine bırakıyor nasıl yapıyorsa. "Ne taşı dedim senin bildiğin taşlardan değil, anlamazsın abla dedi." Dudak büzüp başını anlamamış gibi yana doğru salladı.

"Bildiğim taşlardan değil. Kızlardan bahsediyor." Gözlerimi tekrardan devirip sen arlanmazsın çocuk der gibi başımı salladım.

Nevra kaşlarını çatıp şaşkınca güldü. "Aa daha neler, gerçi şaşmamalı. Yiğit hiç öyle değil ya." Dedi tatlı çıkan sesi ile.

"Zıt kişilik işte ne güzel." Dedim bilgisayar ile oyalanırken ve kahvemden bir yudum alırken.

Nevra tırnaklarını masaya sıra halinde vurup derin bir nefes verdi. Nevra benim çocukluk arkadaşımdı, ilkokul, ortaokul ve liseyi aynı yerlerde okuduk. Ankara'dan İstanbul'a gelip birde üstüne aynı üniversiteyi tutturmuştuk. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Onun derdi olduğunda ben baş ucunda, benim derdim olduğunda o benim baş ucumda olurdu. Birbirimize olan inancımız ve kardeşliğimiz ile büyüdük. Her sıkıntı, her dert, her acı ve hayatın yükünü birlikte atlatmıştık. İlk aşklarımıza beraber lanetler okumuş, aldatıldığında çocuğu birlikte kafede rezil edip dövmüş ve kızdan ayrılmasına sebep olmuştuk. Biz yıkılmayız yıkarız derdi Nevra.

"Eee bugün pazartesi yapmasak mı bir şeyler."

"Yeni bir dava ile ilgileniyorum kuzum, Berat'ı al istersen." dedim.

"Yaa," Dedi yıkılmış gibi ama sonra hemen toparlayıp, "Ne davası."

"Bir cinayet, tam anlamış değilim şuan elime geldi hatta."

Eline kahvesini alıp ayağa kalktı, "Şuan eline geldiyse çok çok kolaylar gelsin beybim ben kaçar."

Öpücük atıp, "Tamamdır görüşürüz sonra." demiştim.

Nevra odadan çıkarken ben elime gelmiş olan dava ile ilgileniyordum. Savcının gönderdiği dosyayı inceleyip sanığın numarasını telefonuma kaydetmiştim. Bugün görüşmeye gelecekti. Cinayeti işleyenin o olduğunu söylüyorlardı ama müvekkilim olacak kişi yalanlıyordu. Zaten amcasına bunu neden yapsın ki?

Kapı yine çalmıştı gir komutunu yine vermiştim, içeriye giren savcı ile durakladım. Elindeki kağıda bakıyordu bana bakıp çaprazımdaki masaya oturdu.

"Gönderdiğim dosya geldi mi?"

"Evet savcım geldi de... Sizi bir gergin görüyorum." demiştim tek Kasım havada ona bakarken.

Kendine bakıp düşünür gibi dudak büzüp gözlerini bana çevirdi, "Her gün ki halim Avukat Hanım.

Giymiş olduğu lacivert gömleği düzeltip tekrar bana baktı, "Davayı sana vermek istemiyordum ama-"

"Neden acaba Savcım ben üstesinden gelirim, ben nelerin üstesinden geldim." Elimi göğüse vurup dikleştim.

Volkan gülerek başını öne eğdi. Aramızda yıllardır süren iş arkadaşlığı dışarda vurmuştu Volkan her anlamda bana yardımcı olan işimi ben hissetmeden kolaylaştıran biriydi.

"Yok ondan değil yeni bir davadan çıktım şimdi bir de bununla uğraşmanı istemiyordum, çünkü önceki davanı duydum. Hakan." Bu Hakan denilen adam cidden tehditleri ile meşhur olmuştu bizim yanımızda.

"Geçti gitti. Adam her gün tehdit edip duruyordu ama hiç bir eylemde bulunmuyordu, sadece göz dağı vermeye çalışıyordu. Ayrıca ne yapabilir ki?" Dev gibi bir adamı benim üzerime yollayabilirdi belki. "Ayrıca benim değil Nevra'nın ben sadece yandaşçı oldum."

"Orası doğru tabii," Volkan ayağa kalkıp elindeki kağıt ile birlikte ilerleyip, "Ben çıkıyorum dışarıda işim var bir şey ister misiniz Avukat Hanım."

Gülümseyerek, "Hayır teşekkürler."

Volkan odadan çıkarken ben yine bilgisayar başına konulmuştum. Neden bu adamı suçluyorlardı ki? Bunun ardında ya miras ya da aldatma ya da amcası bir şeylere tanıklık etmiş, görmüş ve korkudan onu öldürmüş olabilirlerdi. Genelde hep böyle olurdu. Bunun ardında da bunlardan biri vardır. Amcalar mirasın en büyük düşmanı sonuçta.

*****

Sigara yine bir derdi söndürecek gibiydi, Kuzgun bunu kendine inandırmıştı içtiği her sigara bir derttir onun için. Parmakları arasındaki sigarayı yine dudaklarına götürmüş derin bir yudum alıp havaya üflemişti durmanı. Avukatlık bürosuna gitmeden önce son kez bara gelmişti, kapıdan girip gözlerini bir tur etrafta attırıp tezgahın önüne geldi.

Kulağında kulaklık olan ve bardakları bezle silen yine dünkü adamdı.

Konuşmadı masaya iki kere sertçe vurup bekledi duymamıştı, etrafta azda olsa bir ses vardı adam takmış olduğu kulaklıkla zor duyardı. Kendi konumunda bir sağa bir sola ayaklarını oynatıp dans ediyordu. Kuzgun tek kaşı havada bir şekilde dikçe durup sigarasından bir yudum daha çekti. Bekledi öylece diğer tarafa geçmiyordu geçmekte istemiyordu. Hem sigarası biterdi hemde zamanı akıp giderdi ne kadar akacaksa zamanı.

Adam elindeki son bardağı indirip arkasını döndü irkilerek geriye doğru gitmişti, karşısında Kuzgun'u görmeyi beklemiyordu. Gözleri kocaman açılmış elleri hızla kulaklığına gitmişti çıkartıp doğrulup Kuzgun'a baktı. Kuzgun ona çatık kaşların arasından yüzüne işlemiş olan sert bakışlar atıyordu.

"Selamün aleyküm abi." dedi kaşları havalanıp derin bir nefes vererek.

"O çocuğun telefon numarasını yaz şuraya." Cebinden telefonunu çıkarıp önüne koymuştu.

Adam başını hızla sallayıp cebinden telefonun çıkardı, rakamları hızla tıklayıp gözlerini Kuzgun'a çevirdi. "Yazdım abi." Diyip elindeki telefonu cebine koymuştu.

Kuzgun beklemedi, yanlış olma ihtimali sıfırdı adamın gözünden böyle bir şey sezmemişti. Bardan çıkarken numarayı kaydedip arabasına ilerledi. Elindeki sigarayı külüğe bastırıp camları açmıştı. Buradaki işi bitmişti, numarayı kardeşi olduğu için almıştı, kadının onu yoracağını hissetmişti. O yüzden kardeşinin numarasını ne olur ne olmaz almıştı. Gideceği yer Hukuk bürosuydu. Saat biri geçiyordu gözlerini etrafa dikmeden yolundan şaşmadan ilerledi.

Trafiğe yine yakalansa bile ilk gün ki gibi değildi. Daha azdı. Aklında hâlâ sorular dönüyordu bunların tek cevabı ise o kadın, Elzem'di.

Bir saatin ardından gitmek istediği yere varmıştı arabasının ota parka park edip ilerleyerek çıkmıştı. Hukuk bürosunun kapısından içeriye girip etrafa baktı gözüne çarpan danışman ile ilerledi. Kadın tek kaşı hava bir şekilde on baktı.

"Avukat Elzem Yıldırım?" Tekte sormuştu Kuzgun.

"Randevunuz var mı?"

"Sebep?"

"Randevunuz yoksa alamıyorum efendim. Ha ayrıca alsam bile Elzem Hanım burada değil. Müvekkili ile çıktı."

Netti soruları Kuzgun'un. Bir de randevu eksikti başına. "Nerede?"

"Onu söyleyemem ve ayrıca bilmiyorum." Kadın iki elini çenesinin altında birleştirip yalandan bir gülüş ile karşılık vermişti. Sinir bozucu okul kadın müdürleri gibiydi saçları alttan topuz yapılmış gözünde ise gözlük bulunuyordu.

"Numarasını verin o zaman." dedi Kuzgun alma ihtimali yoktu oda biliyordu ama oyalanıyordu sadece.

Kadın şaşkınca kaşlarını havaya kaldırıp küçümser bir bakış attı, "Pardon. Her gelene numara mı vericez biz. Randevu almak için bu numarayı arayın." Kadın bir kart uzatmıştı ama Börü o kartı almamıştı.

Belli cidden de uğraştırıcı bir kadındı şimdiden yormuştu onu. Çenesini okşayıp kadına baktı, umursamazca Kuzgun'a bakıyordu. Kuzgun çatık kaşlarla geriye çekildi. Şimdi ne yapacaktı ne zaman gelirdi ki? Gelse bile randevusuz almıyorlar ve ayrıca niçin randevu alacaktı?

Almazdı bunun için uğraşmazdı Kuzgun. Elini sol çene hatına atıp geriye doğru okşadı. Ayrıca müvekkili ile dışarıda ne görüşecekti kos kocaman Hukuk bürosu onun neyine yetmiyordu ki? Börü soruları aklından def etmeye çalıştı. Etrafa bakınıp içinden bir küfürle girdiği kapıdan tekrar çıkmıştı.

Otoparka ilerleyip arabasına bindi. Arabayı Hukuk bürosunun önüne park edip beklemeye konuldu.

"Ben böyle işin ecdadını sikeyim. Bekle bekle nereye kadar!" Elini çenesine atıp tekrardan aşağıya doğru okşadı. Sakin kalması gerekiyordu sinire ve öfkeye gerek yoktu. Beklemek onun işiydi.

Zaman su gibi akıp yolunu bulurken Kuzgun bir bardak çay ve kahve içmişti. Neredeyse ikinci sigara paketine başlamıştı. Gözlerini bir saniye dâhi ayırmıyordu büronun önünden. Ne bir gelen giden vardı. Elzem hâlâ ortada yoktu. Yine ağzı durmuyor küfürler savuruyordu. Saat beşi bulmuştu artık kıçı ağrıyordu oturmaktan arabadan çıkmak isterdi ama geriye yaslanıp öylece beklemek daha makul geldi.

Derin bir nefes verirken gözüne çarpan gri arabadan inen kadına baktı. Kulağında telefon ile birşeyler konuşuyordu. Kuzgun dikleşip koltuğun ayarını yapıp çatık kaşları yerli yerinde bir şekilde bakmaya devam etti. Dizinin üstünde biten dar eteği üstüne kırmızı dar iplikli ve omuz ipinde bulunan küçük kurdele ile herkesin arasında dikkat çekiyordu, uzun dalgalı saçları geriye düşmüş havanın etkisi ile savruluyordu. Şık duruyordu, kadınsı duruşu yerli yerindeydi Elzem'in.

Kuzgun hâlâ çatık kaşlarla bekliyordu Hukuk bürosuna girmiyordu telefonda birine kızıyor gibiydi.

"Senin kafanı kırarım çocuk." Üçlü aramada Berat, Yiğit ve Elzem vardı.

"Allah aşkına abla bak kesin bu kız hayatımın aşkı bununla net evlenicem."

Yiğit, "Yalan. Geçen hafta net bu kız benim aşkım, evlenicem bununla diyordu."

"Eve gidiyorsun komşuyu ararım sorarım bak geldi mi gelmedi mi diye." Elzem kendi kendine parmağını kızar gibi sallıyordu.

Berat yıkılmış gibi, "Bari eve gelsin çay içsin."

"Ağzımı bozmak istemiyorum bozarsam kötü olur Berat. Okulda görüşüyorsan görüş bar lafı etme bana. Ayrıca öğrencisiniz siz hedefine odaklansanıza!" Elzem'i sinir ediyordu. Derslerinde başarılı biriydi Berat ama bu çocuksu halleri bitmiyordu.

Yiğit, "Bende diyorum, anlamıyor abla yorma kendini."

"Son kez söylüyorum, bar yok zaten o olaydan sonra bir daha barda çalışmak falan yok git kafe falan bul kendine ya da çok istiyorsan gel okul çıkışı bizim büroda kahveci çaycı ol!"

"Oha abart abla ya," İsyankar bir sesle konuşmuştu Berat ama Elzem haklıydı. "Ben zaten barda falan çalışmam artık. Kafe falan olur ama senin yanın kuru çöl gibi. Anca serap görürüm."

"Yani hayal kurarak kız görürüm diyor." Yiğit derin bir nefes vermişti.

Elzam başını iki yana sallayıp arabasına yaslandı, içli bir nefes verip, "Çocuk sen arlanmazsın, sen var ya sana ne söylesek anlamazsın, ben anlatmaktan yoruldum sen dinlemekten yorulmadın mı?"

"Vala çok yoruldum. Ayrıca evde oturup hayatının aşkını bulmak kadar salakça bir şey yok." Berta bunu Yiğit üzerinden söylemişti.

Yiğit ve Elzem iki yandan, "Kes!" Demişlerdi.

"Kestim." Sesinde biraz korkmuşluk vardı.

Kuzgun hâlâ gözünü ondan ayırmıyordu. Kiminle konuştuğunu bilmiyordu ama konuştuğu kişi onu sinir ediyor gibiydi. Uyarıcı hareketler yapıp duruyordu çünkü. Telefonu kapattı an ilerliyordu ki yanına gelen adamla durakladı Elzem, Kuzgun'da arabanın kapısını açıp ineceği an Elzem'in yanındaki adam ona bir şeyler söyleyip gitmişti. Uzun boylu tertipli birine benziyordu. Elzem'e bir kaç evrak vermişti Elzem Hukuk bürosuna girmeden arabasına binip çalıştırmıştı.

"Gelde küfür etme." dedi kendi kendine Kuzgun. Elzem'in kullandığı arabayı takip edip yine yollara karışmıştı.

Dikkat çekmeyerek arabanın arkasından ilerliyordu, zaman geçtikçe tenha sokaklara girmişti Elzem, Kuzgun arabanın mesafesini koruyarak takip ediyordu Elzem'i. Araba, geniş ve turuncu ışıkların yandığı şık bir sokağa girmişti apartmanlar ve sokaklar temizdi tam bir Avukatın evine yakışır bir sokak gibiydi. Kuzgun sokağı dönmedi arabanın yavaşlayın duraksadığını gördü. Elzem arabayı bir yere park ettiğinde oda hızla park edip arabadan inmişti. Bu sefer kaybedemezdi onu, çok yormuştu bu takip işi. Elzem bir daireye girmişti Kuzgun'un adımları uzun olduğu için hızla ulaşmıştı ona. Ama kapanan kapılar ile durakladı. Aklına ilk gelen şeyi yapmıştı, cama bir kaç kez vurup sola geçmişti. Topuklu ayakkabı sesini duyabiliryordu. Ona doğru yaklaşıyordu. Kapı usulca açılmıştı. Elzem bir adım çıkıp etrafa bakındı.

"Konuşmamız lazım Elzem Yıldırım."

Elzem korku ile arkasını dönüp Kuzgun'a baktı. Tedirgince geriye çekilip çatık kaşlar ile, "Kimsin?"

"Kuzgun."

*****

Bu oydu, beni arayan kişiydi, çatık kaşlar eşliğinde bakıyordu, Benimi takip etmişti? Farkına bile varmammıştım.

Korkumu geriye itip bir adım öne atılıp yüzüne dikçe baktım. Hakan denilen adamın bununla bir ilgisi yoktu başka bir şey vardı. Ama ne?

"Dinliyorum." dedim ifadesiz çıkan sesimle.

Gözleri gözlerimin derinini inceler gibi bakıyordu bir şey aradı ama derin bir nefes verip boş vermiş gibi yapıp konuştu. "Kaçmayacaksın yine değil mi?"

Başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım. Nereye gidebilirim ki.

Beni es geçip sokağın soluna doğru ilerledi. Kaşlarım usulca çatılmıştı elimle kolumu okşadım ve onu izlemeye başladım, içimde tedirginlik vardı ama korkuyu geriye itmiştim bir kere.

Bekledim, gözlerim gittiği yöne doğru bakıyordu. Çatık kaşları ve korkunç bakışları görülmeyecek gibi değildi. Ama sakinliğini ve rahatliğını görebiliyordum, ses tonu kalın ve bir o kadar sessizdi. Aradan iki, üç dakika geçmişti yaklaştığını gördüğümde duruşumu dikleştirip korkmadığımı gösterir gibi baktım ona. Elinde bir dosya ile karşımda durdu. Tek kaşım havada bir şekilde hem ona hem de elindeki bana doğru uzattığı dosyaya baktım.

"İncele, seni burada bekliyor olacağım." Elim yavaşça dosyaya gitti gözlerim hâlâ üzerindeydi. Geriye gidip dairemin kapısına yakın durdum. Omzumda ki çantayı sıkıca tutup dosyayı açtım. Adamın benden uzaklaştığını gördüm eline bir sigara alıp yakmıştı. Bir eli cebine diğer elinde ise sigara vardı.

Dosyanın içini açıp baktım, karşıma ilk benim fotoğrafım çıkmıştı. Kaşlarım daha da çatılırken incelemeye devam etmem gerektiğini hissettim. Gönük ailesi... Adı anılmaması gereken bir soyisimdi. Neden burada olduğunu biliyorum ama amacının ne olduğunu bilmiyordum. Derin bir nefes verip gözlerimi iki saniyeliğine kapatıp geri açtım. Bir fotoğraf daha vardı, ben ve ölen abim, beni kucağında tutmuştu bu fotoğrafın aynısı bende de vardı ama hiç açıp bakmazdım. Canım yanardı çünkü. Benim bir ailem vardı ama ölmüşlerdi, hayatları yarım kalmıştı, ölenle ölünmüyor tabiriyle yaşadım ben hep, teyzem beni hiç yalnız bırakmadı ben onların varlığını hiç hissetmedim, çünkü ne yüzlerini gördüm ne de onlardan geriye kalan bir iz.

Sayfayı çevirip tekrardan baktım. Bir fotoğraf daha vardı yüzünde maske siyahlar içinde duruyordu, sweatshirtun şapkası yüzünü tamamen kapatmıştı. Altında yazan bir yazı daha vardı. Gökalp Gönük. Elzem Yıldırım parantez içinde Gönük yazılıydı. Dosyayı kapatıp arkamı döndüm. İçimde beliren öfke kıvılcımını hissediyordum. Benden uzakta duruyordu elindeki sigara bitmiş duvana bastırıp söndürüyordu yere atıp bana döndü benim ona baktığımı görünce duraksayıp bir kaç saniye kıpırdamadan baktı. Hareket edip yanıma gelmişti. Kaşları yine çatıktı.

"Kimsin sen?" Dedim sesimde sinir vardı.

Benim ailem ölmüştü ben bunun bilinci ile yaşıyordum. Birileri benim ailemin canını yakmıştı annem, babam ve abim. Onlar öldürüldü. Şimdi saçma bir dosya ile karşıma çıkıyordu.

"Kuzgun." Bu sefer kaşları çatılan ben olmuştum.

"Kuzgun?" Dedim sorar bir bakışla.

Başını usulca salladı, "Evet."

Elimdeki dosyayı ona uzattım. "Benden uzak dur. Sana verecek bir bilgim yok, amacın ne bilmiyorum ama senin bildiğin bilgilerden başka bilgim yok." Lafımı kesmişti.

"Abini bulmak." demişti ve devam etmek için derin bir nefes bıraktı. "Gazeteci falan değilim, ya da bir can yakıcı serseride değilim. Sadece abini bulmam lazım."

Başımı yere eğip usulca sağa sola salladım. Ölen birini nasıl bulabilir ki?

"Abim yok benim." dedim.

"Hayatta. Ve bu görevde benimle birlikte olmak zorundasın." Gözleri emince konuşuyordu, dalga geçmiyor hâlinde geçecek gibi bir durumda yoktu.

"Görevin beni ilgilendirmiyor. Lütfen. Ölen birini arama, benden uzak dur.

"Ölmedi. Durkan senin soyismini yer yüzünden sildi." demişti ses tonu olması gerektiğinden fazla kısık ve sakindi.

Bu benim öfkemi artırıyordu sakin kalmaya çalışarak, "O meselelere girme. Silinmesi gerekiyordu silindi."

"Sebep? Aileni yıkanın o olmadığını nereden biliyorsun?" İfadem değişti. Ne demek istediğini bilmiyordum. Yaman Durkan babamın ortağıydı. Bildiğim buydu bundan başka bir bilgim yoktu. Miras konusuna gelince babam vefat edince her şey ortağına kaldı yani Yaman Durkan'a.

"Yaman Durkan'ın kim olduğunu biliyor musun?" Sesi net ve sakindi, profesyonelce konuşuyor hiç duraklamadan cevapları yapıştırıyordu.

"Babamın ortağı." dedim kendimden emin ve net bir şekilde

"Babanın kardeşi." Kaşlarım havaya kalkarken yüzümde saçma bir gülüş oluştu. Bir kaç adım geriye çekilip yüzüne sorar gözlerle baktım. "Abini bulman gerek."

Yoktu. Öldü o, bana öldüğü söylendi. Kimsem yoktu yaşamıyorlardı. Zafer Yıldırım benim amcamdı Yaman Durkan değil. "Bilmiyorsun. Zafer Yıldırım benim amcam."

"Bunu sana nasıl inandırdılar Avukat Hanım?" Kafamı karıştırıyordu, küçümser bakışı ve sözleri hiç hoşuma gitmiyordu.

Söylediği her bir kelime saçma geliyordu ama aklımda oluşan parçalar vardı. Onları hiç açmadım, sormadım. Sormamda. Bir adım atıp dibime geldi. Etrafa bakınıp, "Burada bunları konuşamayız."

Başımı geriye atıp yüzüne baktım. "Hiç konuşmayalım Kuzgun Bey." Adımlarım usulca geriledi yüzüme bakıyordu kaşları yine yerli yerindeydi, çatıktı. Dairenin kapısını açtım. Tam kapatacağım an konuştu.

"Al bunu." Göz ucuyla ona baktım arkam dönüktü ona, dosyayı bana uzatıyordu. "Abini bulmamız gerek," Uzattığı dosyaya baktım. Bunların hiç biri inandırıcı gelmiyordu. İçimde bir burukluk hissi oluşmuştu. Uzattığı dosyayı almak istemiyordum ama elim benden habersiz dosyaya usulca uzanıp almıştı. Nemlendirici sürmüş olduğum dudaklarımın kuruduğunu hissettim, dudaklarımı ıslatıp saniyelik yüzüne bakıp tekrardan elimdeki dosyaya baktım.

"Burada olacağım. Kapının tam önünde. Kabul ettiğinde gel. Kabul etmediğinde de gel." Yüzüne ifadesizce bakıp bekledim. Saniyelik bir bakış atıp arkasını dönüp gitti. Kapımda olacaktı, kabul etsem de etmesem de gidecektim. Haberi olsun diyedir.

Arkasından bakarken gözlerim elimdeki dosyaya kaydı. Bunlara inanmak istemiyordum yalan olduklarını biliyordum. Söylediği şeyler kulağa saçma ama bir ihtimalde olabilir miydi diyordu? Abimin öldüğünü biliyordum. Annem... Oda bir ölü babamda. Ben tek kalmıştım. Benim teyzem ve amcam vardı, ben ilk teyzemin sonra onun komşusunun elinde Nergiz teyzenin elinde büyüdüm.

Tanımadığım bir adam çıkıyor ve abini bulmamız lazım diyor. Bunun kadar saçma bir şey duymamıştım. Dosyayı önemsiz bir şekilde tutup asansöre ilerledim, daireme çıkıp kapıyı anahtar ile açıp evime girdim.

Anahtarılığı asıp, dosyayı da beyaz ayakkabılığın üzerine koymuştum. İçimde tedirginlik ile odama gittim. Üzerimdekilerden kurtulup uzun yeşil saten pijamalarımı üzerime geçirdim. Üstünü ilikleyerek mutfağa doğru ilerledim. Camlarla kaplı olan duvarın perdesini açıp karşıdaki parka baktım.

Adam kafama saçma sapan şeyler sokmuştu zihnim hiç bu kadar soruyla karşı karşıya kalmamıştı. Hiç bir şey söyleyemezdim, ben ölü bildiğim bir abiyi arayamazdım. Ölü birisini aramak dünyadaki en boş işti, bir umut olarak başlayacaktım buna belki, başlamak gibi bir niyetinde yoktu zaten. Bu benim gömülü olan acılarımı tekrardan çıkaracaktı.

İçime giren rahatsızlık hissi ile salona ilerledim. Elimdeki sıcak kahveyi kahverengi tonlarındaki komedinin üzerine bıraktım. Geriye yaslanıp elime telefonu alacağım an aklım dosyaya gitti. İç çekerek ayağa kalktım. Böyle bir şeye inanmak istemiyordum eğer bu gerçekse canımı derinden yakardı, hâlâ inanıp inanmama konusunda düşünüyordum.

Yutkundum önümdeki dosyaya bakıp elimi uzatarak aldım. Salona ilerleyip L koltuğa oturup dosyayı açtım. Karşımda ki fotoğrafa baktım battaniye sarılı bir bebeği kucağına almış bir erkek çocuğu, gülümsüyordu. Battaniyeyi iyice inceledi gözlerim hatta orada takılı kaldı. Bu benim çocukluk sandığımda olandandı. Sarı kırmızı çiçekli battaniye. Bu çocuk benim abim ama yaşıyor gerçeği hâlâ bir yalan gibiydi. Kalbimin üzerinde ki taş ağırlaştı, neden böyle oluyordu ki? Bir ihtimal inanmak istiyordum, onun varlığına, onun var oluşuna inanmak istiyordum.

Sayfayı çevirdim Yaman Durkan ve şirketten çıkış fotoğrafı bulunuyordu. Derince baktım onun fotoğrafına. Bana Nergiz abla onun babamın ortağı olduğunu söyledi elimdeki bilgiler bunlardı benim. Sayfayı tekrardan çevirdim. Eski bir gazete kağıdıydı yıpranmış ama okunur bir vaziyette.

Fırat Gönük bundan 24 yıl önce öldürülmüştü, eşi Mihriban Gönük tecavüze uğrayıp hayatını kaybetmişti, çıplak bedeni bir deponun içinde bulunmuştu, oğulları Gökalp Gönük dedesi ile cenaze törenine gelmişti.

Zihnim algılama yetkisini kaybediyordu, yüreğime yerleşen ağır taşlar kalbimi incitiyordu. Gözlerim şaşkınca incelemeye devem etmiştim.

Gönük ailesi artık yok, Gönük ailesi silinmişti. Soy isimleri tamamen kaldırılmış şirket, zincir fabrika ve bir çok yerin ismi değiştirildi.

Yaman Durkan. Fırat Gönük'ün kardeşi. Fırak Gönük ve Yaman Durkan arasında aile kavgası bulunuyor, Yaman Durkan, "Ben hiç Gönük soyismini taşımadım, ailemi seviyorum ama ben annemin soyismi ile büyüdüm öylede devam edeceğim. Gönük bize uğur getirmiyor." Yanıtını vermişti.

Göğüs kafesin haddinden fazla inip kalkıyordu, elimin titrediğini fark etmiştim, bu gazete yıllardır saklanmış gibiydi, sanki bir gün bana gelecek gibi öylece duruyormuş bir yerlerde. Ama ben aileme dair hiç bir iz bulamazken o adam nasıl bunları benim önüme dizebilirdi ki? Onca yıl sadece bir fotoğraf bulmak sadece bir yer aramak için elimden geleni yapmıştım, ama nafile hiç bir ize hiç bir ruha değmemişti bu ellerim.

Yere düşen fotoğrafı elimde aldım, dosyayı artık tutamıyordum, gözlerimde yaş yoktu, benim gözümden değil kalbimden akardı yaşlar.

Bu oydu abim... Mezar başında duruyordu. Arkasında bir kaç adam vardı.

Parmaklarım küçük çocuğa gitti, yüzünü fotoğrafın ardından fark etmeden okşamıştım. Yaşıyormuydu cidden benim abim. Peki nerede.

Fotoğrafı komedinin üzerine bırakıp ayağa kalktım aşağıda bekliyor muydu yoksa gitmiş miydi bilmiyordu. Derin bir nefes alıp anahtarı alıp çıktım. Asansöre ilerleyip aşağı indim. Dairenin kapısına yöneldim, arabaya yaslanmış bir şekilde havaya bakıyordu gözleri kapalıydı, elinde yine bir sigara vardı. Kendini sigara ile mi doyuruyordu bu adam.

Beni fark edince başını usulca düzeltip dikleşti, kaşları yine çatık bir şekilde bakıyordu. Yavaş adımlarla yaklaştı bana. Bir kaç basamak çıkıp elindeki sigarayı duvara bastırıp yanda bulunan çöpe doğru atıp derin bir nefes verdi.

"Bu kadar hızlı olacağını düşünmedim." dedi burnu havada bir şekilde.

"Onu nasıl bulacaksın?" dedim net bir sesle. "Eğer cidden yaşıyorsa nerede?"

Kuzgun denilen adam etrafı inceleyip, "Erkek kardeşin mi var?" diye sordu.

Kimden bahsettiğini anlamak zor değildi, bara gitmişti ve Berat'ı öğrenmişti.

"Konu dışı." Sesim sert ve net bir şekilde çıkıyordu.

"Senin hakkında her şeyi bilmem lazım, bir erkek kardeşin yok diyebiliyorum ama." Lafını kesmiştim.

"Öz değil, ama öz gibi. Karışık." Diye açıklamaya çalıştım.

"Öğrenci değil mi."

"Evet öğrenciler."

Tek kaşı havaya kalktı tek bir cümle içinde açıklarsam daha çok soru sormaya altı o yüzden tekte konuşmaya çalıştım, "Yiğit ve Berat benim büyüdüğüm apartmanda büyüdüler, ikisinde kuzenler annelerini bir yıl arada ile kaybedip anaannelerinde kaldılar. Bende o apartmanı satın aldım, onlarda orada öğrenci olarak kalıyorlar, yani onlarda hiçlik içinde büyüdüler." Kaslarım havalanıp yetti mi der gibi baktım.

"Ağabeyni bulmaya başlayabiliriz." diyip apartmandan içeriye girmişti. Arkasından ilerleyip baktım.

Asansöre binip beni bekledi daireme çıkıp kapıya yöneldim. Onu eve alıp almam konusunda hiç düşünmedim ama bu saatten sonra bunu düşünecek değildim.

Evime girip ban baktı. Ayakkabısını indirmiş bekliyordu. Elimde salonun yerini gösterip girmişti. İçimdeki rahatsızlık hissi hâlâ yerli yerinde duruyordu. Koltuğa oturup geri yaslandı. Bana değil salonu inceliyordu.

"Bana kendini tanıt Kuzgun," dedim tekli koltuğa yani karşısın geçip ona bakarak. "Adın cidden Kuzgun mu?"

Bakışları bana döndü. "Kuzgun derler, sende öyle de."

"Gerçek adım?" Kaşlarım sorar gibi havaya kalktı.

Bu soruyu umursamadı başka bir konu üzerinden konuşmaya başladı.

"Ağabeyin dövüşçü olarak takılıyor genelde bahislere çıkıyor. Bir kaç yerde oynuyor, ona ulaşmak zor. Tek bir çare var oda onun dilinden konuşmak." Ses tonu olması gerektiğinden fazla kalındı, dediğim gibi sessiz ama sertti.

Konuşmadım sadece dinledim. Rahatmıydı? Hayır.

"Onunla ringe çıkacağım." dedi gözleri komedinin üzerindeki kahveye giderken.

Tam soru soracağım an kahveyi alıp içmeye başladı. "Yenisini yapardım."

"Sıcak sevmiyorum." dedi yine sert ve sessizce.

"Sana nasıl güvene bilirim?" yüzünü kaldırıp bana baktı. Bakışları sertti, sanki bir düşmandı bu bakışlar bana. "Tipinde güven yoktur, içini bilmem ama dışın çok sert ve bu beni korumasız kılar." Kısık gözleri açıldı, gözlerinin renginin açıklığı fazlaca dikkatimi almıştı. Çenesinin altındaki yaraya kaydı gözlerim o hâlâ sessizce beni izlerken ben onda bir kusur aradım. Sert görünümü dışında bir şey yoktu, yarası bana kusurlu gelmedi.

Eli çenesine gitti, çenesinde ki yarayı sanki kapatmak ister gibi okşadı bakışlarım gözlerine değdi tekrardan boğazımı temizleyip konuşmasını bekledim.

"Bana güvenmekten başka çaren yok, çünkü benimde senden başka çarem yoktur." Böyle bir şey demesini beklemiyordum, açık konuşmak gerekirse benim hiç bir çarem yoktu haklıydı.

Pazılı bir labirent gibi olmaya başladı hayatım, her koridorda bir pazıl, her pazıl da bir sır saklı gibi.

"Ayrıca sert görünümüm seni korkutmasın, bu görev boyunca sana bu görünüm duvar olacak." Bu cümleyi de hiç beklemiyordum. Kaşlarımın arasında bir yarık oluştu, öylece baktım ona.

Başımı iki yana sallayıp, konuştum, "Bu görevin amacı sadece ağabeyimi bulmak mı."

Kahveden bir yudum daha almıştı, bana bakıp başını iki yana salladı.

"Yaman Durkan Meksika'nın en büyük çete lideri ile bir iş birliği içerisinde, Meksika devleti çeteyi çökertmek için elinden geleni yapıyor ama bir türlü bir sonuca varamıyor, Yaman paranın çoğunu yurtdışından kazanıyor ve öyle az para değil. Benim amacım Yaman'ın çökmüş olduğu Gönük ailesinin varislerini bulup Yaman'ı yok etmek, ve tabii Meksika'nın aradığı o adamı da bulmak."

"Senin görevin sadece ağabeyini bulup onunla yüzleşmek, çünkü gün yüzüne çıkmayı her daim red ediyor."

Çok fazla gelmişti bunlar bana elimle yavaşlaması için işaret ettim. Devlete çalışan bir adamdı bunu anlamak zor değildi. Lakin Yamanın devlete ne gibi bir zararı vardı.

"Senin aradığın şey Meksikalı adam, benim aradığım ağabey. Ağabey peki... Onun sana ne gibi bir katkısı olacak." Dilim ısırmak zorunda kaldım, benim canımdan biri hayattaydı ağabeyim cidden yaşıyorsa ve benim onu bulmam lazımsa... Pek ya o bulunmak istemiyorsa? Zihnim zorlanıyordu ama bu soruların cevabı Kuzgun'daydı.

"Gökalp Gönük'ün nasıl bir adam olduğunu ne ben biliyorum ne de sen, sadece bana verilen emirler gereğince mirasçı olarak Yaman'ı yıkması. Yaman Meksika'ya yüklü miktarda silah ve uyuşturucu taşıyor bunu sadece Türkiye üzerinden değil başka ülkeler üzerinden yapıp kâr elde ediyor. Bazı bilgilere göre terör adamlarını yurtdışına taşıdığıda öne sürülüyor ama bir bir iddia olarak kaldı bir kanıt ya da delil yok."

"Ben, inan bana bunları beklemiyordum... Birden çıktın ve bunları söylemen... Hem şaşırtıcı hemde korkutucu." Derin bir nefes alıp ellerimi saçlarımın arasına daldırdım, zihnim birden havada delice sorularla kaldı o soruların cevabını galiba bu adam yani Kuzgun'dan duymak zordu.

"Senden tek bir isteğim var. Bunu sadece ben ve sen bilelim. Kimseye hiç bir şey anlatma." demişti emin olmak için yüzümün ifadesini inceliyor gibiydi.

Başımı salladım, geriye yaslanıp yüreğime düşen ağırlıkla kendimi bıraktım.

Bunca yıl geçmişim yaşıyormuşta benim haberim yoktu. Soyisim yok olup gitmiş ama geriye sadece ben ve o kalmıştı, Gökalp Gönük ve ben. Her şey birden ağır gelmeye başladı ki oturmuş olduğum koltuğa sanki ben değilde o bana oturuyor gibiydi. Boğazımda dikenden teller yüreğimde boş bir çukur varmışta orada sert rüzgarlar dört duvara çarpıp beni acıtıyor gibiydi. Her şey bir yana karşımdaki adam bana sessizce kendiliğinden yana bir umut ışığı gibi gelmeye başladı, oysa düne kadar elinden kaçıyordum şimdi ise kendi ellerin ile kapıyı açmıştım ona... Sessizce yana Umut ışığım.

 

 

 

 

Canlarım oy vermeden gitmeyin lütfen. Öpüldünüz 😽

 

Bölüm : 18.07.2025 03:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...