
4.Bölüm: Sessiz Karanlık.
Evimde bir yabancı ile ilk kez kalıyordum, kalbimdeki taşlar hâlâ yerli yerinde dururken bu adamın evimde kalması o ağırlığı daha da arttırıyordu. Nedenini bilmediğim bir ışık gibiydi, oysa ki o saatler önce tanıdığım bir yabancıydı neden bu kadar umutlu gelmeye başladı, hissiyatlarımın güçlülüğünü biliyordum. Ona güvenim yoktu ama o güveni istiyordum. Sırtımı bu yaşıma kadar kimseye yaslamadım, şimdi ise yabancı birine yaslamak ve ona güvenmek çok tuhaf ve zor olurdu.
Gece çökmüş yıldızlar şehrin ışığından gizlice bakıyor gibiydiler. Gökyüzünde sayısı az olan ama parıltısını kaybetmeyen yıldızlara baktım. Yıldızları saymaya başlasam ben biterim onlar bitmezdi. Kapımı kilitlenmiş salonda yatan adamdan uzak duruyordum. Yalan yoktu; korkuyordum. Korkunun sebebi omuydu yoksa bilmediğim gerçeklermiydi. Ben aileme dair hiç bir bilgi bilmiyordum, bana söylenen sadece: annem, babam ve abimin ben bebekken öldükleriydi. Sorgulamadın, nasıl oldu nasıl bitti merak etmedim, ama sordum. O yıllara ait yayın evlerinin gazetelerini aradım hiç bir şekilde bulamayınca aramayı kestim. Peki ya o adamın önüme koyduğu gazete nereden çıkmıştı? Yıllardır saklamışmıydı o bunu.
Zihnimi yormak istemiyordum bu düşünceleri def edip kendimi yatağa sokmuştum. Gözlerim. Usulca kapanmaya başlamıştı.
*****
"Ankara'dan geldin yani?" Soruma mırıltı ile cevap vermişti.
Onun yönü kendi arabasına benim yönüm ise benim arabama gitmişti, duraklayıp ona baktım. Tuhaf biriydi, normal bir insanın seviyesinde değildi.
Uyandığımda salonda oturmuş bir kaç sigara içmişti, kahvaltı yapmadan evden çıkmak istedi, bana pek bir şey anlatmadı, anlatması gereken çok şey vardı ama o şuanlık susmayı seçmişti.
"Sana mesaj atarım." diyip arabasına yöneldi.
"Hedefinin ne olduğunu anlatmaszan seninle bu işte zor anlaşırız." diye yanıtlamıştım az önce nazik çıkan ses tonum şuan sertti.
Kısık gözlerle baktı bana, gözleri bende bir şekilde arabasına binip gitmişti. Kaşlarım onun gidişi ile çatılaşırken ağzım yarım açık bir şekilde bakmak zorunda kaldım. Bu adam benim sinir ayarlarımı yükseltiyordu. Derdi neydi bilmiyorum ama huyu buysa eğer oda benim huysuz yanlarımı çekmek zorunda kalacaktı.
Onu boş verip hukuk bürosuna hiç bir şey olmamış gibi gitmem lazımdı. Şuan bu olayları normal bulup hayatıma devam etmem lazımdı. Ama bunu yapmak istemiyordum, bu sefer roller değişmişti o beni nasıl takip ettiyse bende onu takip edecektim. İçimdeki hırçın kadının şuan ortaya çıkması iyi değildi, ama bunu umursamak istemedim, içimde belirsiz alev gibi yanan okların yüreğimin her bir yerine sertçe vurulması nefes almamı zorlaştırıyordu.
Arabama binip gittiği yöne doğru ilerledim. Parmaklarım direksiyonda melodi gibi çarpışıyordu, sanki karanlık bir çukura düşmüşte o çukurun dibinde öylece çırpınıyor gibiydim. Ne hissettiğim hakkımda hiç bir bilgim yoktu, zihnimde delice sorular dönerken neden benden bunlar saklandı diye soruyordum kendime. Zafer amca benim öz amcamdı, bana bu dendi ve bunu böyle kabul etmiştim. Bana karşı olan sevgi ve merhameti o kadar gerçekti ki şimdi onun yalan mı yoksa gerçek mi olduğunu bile bilmiyordum. Onunla konuşmam lazımdı bana açıklama yapmak zorundaydı, gerçekleri biliyorsa eğer neden benden sakladı neden beni gerçeklikten esir tuttu. Bu düşüncelere inanmak istemiyordum. Canımı haddinden fazla acıtırdı.
Ben sessizce düşünceler içerisinde boğulurken tenha sokaklara girdiğimi fark ettim, Kuzgun'un sabahın sekizi de neden burada bulunmak istediğini bilmiyordum bana herhangi bir bilgi vermemişti, arabasını fark ettiğimde arabadan inip o yöne doğru ilerledim, ayağımda bordu düşük topuklu bir ayakkabı üzerimde ise dar bir siyah gömlek bulunuyordu, İspanyol paça pantolonumdan tutup ıslak olan yeri geçip arabaya yaklaştım. Yüzümde belirsiz bir ifade vardı, arabanın içine baktığında yoktu başımı kaldırıp sağıma ve soluma baktım yine yoktu, sağ tarafa ilerleyip etrafa bakındım ama hiç beklemediği bir şey olmuştu; kolumun sertçe çekilmesi sonucu ağzımda küçük bir inilti çıkmıştı. Gözlerim fal taşı gibi açılırken ellerim dengemi korumak için kolumu çeken adamın cüssesine dayandı. Bakışlarım havaya kalkınca onun çatık ve sert bakışları ile kala kaldım. Yüzü etini içine çekmiş gibiydi geriye sadece sert kemik yapısı kalmıştı.
Bana sorar gözlerle baktı. Başını öne eğip göz kırptı, "Gidersin sandım ama beni takip ediyormuşsun?" dedim gözleri gözlerime sertçe bakarken, "Hayırdır?"
Bir adım geri çekilip ellerimi onun bedeninden çektim ama kolumu kurtaramadım Kuzgun etrafa göz atıp beni duvar kenarına çekip konuşmamı bekledi.
"Bak öyle bana bir şeyler anlatmaszan her şey gizli olacak. Benide bilgilendirmen lazım."
Kuzgun dudaklarımı ıslatıp nefes vermişti ama onun vermiş olduğu nefes benim dört beş nefesime eş değerdi. Kolumu yavaşça bırakacağını sandım ama bırakmadı sadece dokunuşunu hafifletmişti.
"Bunu bilmen gerekmiyor, abini bulana kadar git davalarında ilgilen."
Kaşlarım istemsizce çatılaşırken kolumu serçe çektim ve konuştum, "Bu da benim davam Kuzgun." dedim sertliğimi öne koyarak.
"Sınırını bil Avukat."
"Şuan benim sınırım sensin Kuzgun."
Bunu dememi beklemiyor gibiydi. Bakışları yüzümde gezinirken geriye çekilip benden uzaklaştı. Sol elini beline atıp eğilip yüzüme baktı. "Sınırı aşma." dedi ve ayak sesinin geldiği yöne doğru baktı.
Ortaya bir tane adam çıkmıştı, Kuzgun'a ve bana baktı. Adam boğazını temizleyip elindeki kağıda önce baktı sonra da cebine attı. Üzerinde siyah bir tişört ve siyah bir pantolon vardı boyu benden de Kuzgun'dan da kısaydı
"Saat gece sekizde burada bulunun." demişti adam.
"Ben onu istiyorum, o varsa varım yoksa-"
"Burada olacaktır." demişti adam Kuzgun'un lafını kesip konuşurken.
Kuzgun başını salladı adam arkasını dönüp geldiği yöne doğru ilerledi. Yine tenha sokakta tek kalmıştık. Ve hâlâ amacının ne olduğunu öğrenmiş değildim.
"Dinliyorum."
"Yürüyorsun." dedi kolumdan tutup lafımı keserken.
Beni arabasına kadar götürdü, eli kolumu incitmemeye özen gösterir gibiydi bunu hissetmemek zor değildi.
"Derdin ne senin kadın. Burası sana göre değil, ben senin gidebileceğin yer götürürüm zaten ama burası-"
"Kuzgun bana sesini yükseltme."
Kollarını birden iki yana açıp şaşkınca baktı, "Sesim olması gerektiği gibi, kısık." Dedim yüzüme eğilip konuşurken.
Ela gözleri güneşte parlamaya başlıyordu ve bu benim gözümü yakıyor gibiydi. Alev almış olan gözlerini ilk defa bu kadar net görüyordum, geriye çekildim yine uzun olduğu için boynum ağrıyordu artık.
"Neresi burası?" dedim.
"Dövüş alanı, şuan sakin ama gece bu kadar sakin olacağını düşünmüyorum. Abinin burada dövüştüğü hakkında bir bilgim var."
Omuzlarım düşmüştü kalbime bir ok daha atılmıştı, benim kanından benim canımdan olan abim... Onun yaşaması bana ne katardı, belki o da benim öldüğümü zannediyordur.
Başımı öne eğilip zar zor yutkundum. Sessizliğimi bozdum, "Sırada ne var?"
"Senin daha çok hırslanman." dedi bana üsten bakarak.
Anlamamıştım açıklamasını bekledim.
"Zafer amcanla konuş gerçekleri öğrendiğini ve Kuzgun'un senin hayatında olduğunu söyledi, o sana anlatması gereken ne varsa anlatsın." Gözlerim kısık bir şekilde baktı ona dudaklarım birbirinden uzaklaşmıştı ama konuşmak için değil içimde takılı kalan nefesi verebilmek için.
Arkamı döndüm cidden de yap dediği şeyi yapmaya gittim omuzlarım Elzem olmuştu: Dicle durmuştum. Hiç bir zaman yıkık bir görüntü vermedim hayatımdaki insanlara şimdide öyle olmuştu Kuzgun'a yıkık ve korkulu bir Elzem göstermedim. Arabamın kapısını açıp son kez bakmak istedim ona ama yoktu, boş verdim. Arabama binip iş yerime doğru sürmeye başladım. Başım hâlâ dikti eğmedim boynumu, eğmemde.
Kuzgun'un bana olan tavrı hâlâ aklımdan çıkmıyordu, bana güveniyor gibiydi öyle hissetmiştim. Ona karşı olan bakış açım git gide değişecekti bunu şimdiden belli etmişti.
İş yerime geldiğimde arabadan inmiştim, kolumdaki saate baktığımda sekiz buçuğu buluyordu. Arabadan inip çantamı koluma takmıştım, bir kaç merdiven aşıp kapıya yöneldim. Hiç kimseyle muhatap olmadan odama yöneldim. Masama geçip çantamdan telefonumu çıkardım şuan Kuzgun'un bana dediği şeyi yapıyordum, Zafer amcamı arıyordum.
Bekledim, bir kaç saniyenin ardından açmıştı telefonu.
"Kızım." demişti o neşeli sesi hiç değişmedi, yabancı gelmedi bu ses bana. Oysa yabancı gelmesi lazımdı.
"Müsait misin amca?" dedim sesim bir anlık titremişti ama boğazımı temizleyip derin bir nefes vermiştim. Elim kulağımdaki küpelere gitmişti.
"Noldu bir sorun mu var?" Sesinde merak ve korku işitmiştim.
"Yaman Durkan'dan bahset bana, neyim oluyor. Abim yaşıyor mu?" Sorular dilimden sertçe çıkmıştı, korkuyu yine geriye itmiştim, bana haksızlık mı yapılıyordu. Gerçekler benden mi kaçıyordu yoksa onları saklayan insanlar mı vardı.
Konuşmadı, sessiz kaldı. Derin bir nefes aldığını duydum telefonun diğer ucundan.
"Kuzgun geldi. Bana her şeyi anlatacağını söyledi."
"Kuzgun mu?" demişti.
Sanki onu tanıyor gibiydi, tepkisi ağırdı, suskunluğu gitmiş bana sorular sormaya başladı, "Seninle mi şuan? Abin hakkında ne dedi?"
"Ben sordum! Sen cevapla. Ne biliyorsun amca? Senin ve benim aramda bir kan bağı var mı yok mu, Yaman denilen o adam benim öz amcam mı?"
"Evet, ben sadece onun elinden seni korumak için bunu yaptım, seni de yok edebilirdi. Büyükbaban seni bana emanet etti, Kenan Gönük seni bana emanet etmişti, teyzen öldükten sonra seni kaybedemezdi. Yıllardır bu an için bekledi deden. Kuzgun... O abini buldu mu?"
Konuştukça başımın içi alev alıyordu. Gözlerim yaşlar akıtmak istedi ama buna izin vermedim. Boğazımdaki düğümü ateşlere verip yok ettim.
"Hayır... Bunca yıl derken."
"Büyükbaban kendi elleriyle bir ateş yaratmıştı, vicdansız derdi hep ona, Yaman... Yaman kendi ailesinin katili sana bunları söyleyemezdim, her şeyin bir zamanı vardı kızım. O zaman, şimdi, Kuzgun denilen o adam ona güven."
"Yaman babamı ve annemi mi öldürdü." Bunu sorarken boğazım yandı, ellerim titriyordu kulaklarım daha fazlasına dayanamıyordu. Gerçekler acı veriri derdim alaycı bir şekilde, ama bu kadar olacağını hiç düşünmedim.
"Seni bile... O tüm gücün elinde olmasını isteyen bir çocuktu, daha küçük yaşta ölümü konuşan bir çocuktan bahsediyorum sana."
Beni bile...
Tutamadım omuzlarım düştü, gözümden bir damla yaş aktı, daha nasıl tutabilirdim.
Başımı iki yana sallayıp telefonu kapatıp ayağa kalktım. Ağlamalarım daha da şiddetlenirken başımı önü eğdikçe eğdim. Ellerin masama gitmişti, yaslanacak tek yer orasıydı.
Kaçamazdım, hiç bir şekilde kaderimden ve geçmişimden kaçamazdım. Kaderi değiştirmek insanın gayretine kalmış bir şeydi, ama bu kader değil bu insanı oturduğu yerden acılar içinde inlemesine sebep olacak bir şeydi. İçimde ahlar vardı çığlık çığlığa çıkan sesleri bir ben duyuyordum. Karanlıkta kalmış gibiydim, dört bir yandan acılı sesler duyuyordum bu feryat seslerini ben çıkarıyordum.
Kapının çalınması tüm dikkatimin dağılmasına neden olmuştu, arkamı dönüp göz yaşlarımı silmeye başladım. Saçlarımı geriye atıp eski benliğime geri dönmeye çalıştım ama makyajım bozulması yüzümün kızarması buna engeldi.
"Elzem?" demişti tanıdık bir ses. Semih'ti bu. "Neyin var senin?"
Arkamı dönüp yüzüne baktım. Burnunu çekip yüzüne baktım. Kaşları çatık bir şekilde üzerime yürümeye başladı.
"Yok bir şeyim."
"Var bir şeyin. Noldu konuş... Benim yüzümden mi ağlıyorsun yoksa." Son cümlesi karşısında başımı dikleştirip kaşlarımı havaya kaldırıp baktım.
Onun için ağlayacak değildim, ayrılalı bir ay oldu şimdi mi ağlayacağım.
"Bak eğer-"
"Senin için mi? Ben değil sen beni kaybettin, sen ağla be... Benim başka derdim var boş ver sen." diyerek başımdan saldım onu. Elime çantamı alıp telefonu içine koydum.
Modu düşmüş gibi bir kaç adım geri gitti, dudaklarını büzüp tamam der gibi başını salladı.
Semih benim eski sevgilim aramızda yaşanan olayları iş yerine yansıtmamaya çalışıyordum, Medeni bir şekilde hayatımdan çıktı ama sebebi hâlâ bellisizdi. Benden ayrılmak istemesinin sebebinin ne olduğunu bilmiyorum ona göre anlaşamıyorduk yapamıyorduk. Ya da klasik erkek yalanı yapamıyorum sıkıntılarım var demeyi tercih etmişti. İstenmediğim yerde durmazdım onunda gönlünde bulunmazdım.
"Elzem, ben senin daima yanında olurum, eğer bir sıkıntın varsa ben buradayım." Yeşil gözleri yüzümü arsızca incelerken çatık kaşlarım yine sertçe bakmaya başlamıştı.
"Senin gölgen de güneşten bile korunmam." Son kez yüzüne bakıp odamdan çıkıp lavabonun yolunu tuttum.
Kısa koridorun sonunda bulunan lavaboya girip aynanın karşısına geçtim. Kendime baktım, uzunca. Her şeyden habersiz yaşamak ve benimde geçmişte bir zaman ölüme mahkûm edileceğimi öğrenmek... Bunlar bana ağırlık veriyordu, ama ben bunca yıldır yıkılmadım, bu yaşıma kadar tatmış olduğum hiç bir acı beni yıkmamıştı, beni benden koparmamıştı. Korkularımı geriye itmeyi çok küçük yaşta öğrenmiştim şimdi bunu unutacak değildim. Kalbime ne kadar ağırlık verse de zihnimi ne kadar dağıtsada ben o çocuğu bulacaktım, ben ağabeyimi bulacaktım.
Toparlanmıştım dağılan bir makyaj yoktu yüzümde can sıkıntısının vermiş olduğu o huysuz yüzde yoktu. Ben Elzem olarak devam ediyordum, sesli ve yaralı.
Çıkmıştım. Koridordan odama doğru ilerlerken Volkan ile karşılaştım, bana ciddi bir şekilde bakarken ben tebessüm edip selam vermiştim.
"Şu bana vermiş olduğun davaya baktım da." diyerek gidin söze.
"Miras için öldürülen bir adam." diyerek devam etti Volkan.
Başımı sallayıp gülümsedim, "Aynen öyle."
"Mahkeme tarihini sana mail olarak göndermiş olmam lazım baktın mı." Onun bu her işe yetişme yeteneğine hayrandım. Yüzümde ona karşı Derince bir minnettarlık oluştu.
"Teşekküre gerek yok akşam çocuklarla yemek sözüm var." demişti.
Hangi çocuklar bunlar?
Ne yemeği?
"Berat akşam yemeği için davet etti sende olacakmışsın... Öyle değil mi?" Gülümsedim onun bu cümlelerine.
Başımı sallayıp, "Tabii ki de? Ama ne karşılığında. Kesin bir işlerini gördün onların." dediğimde kahkaha atar gibi gülmüştü.
"Okul çıkışı arabaya ihtiyacı varmış Yiğit'in, malûm bilgisayar ayarlıyor kafelere o yüzden yoruluyormuş Berat'ta rica etti." demişti saf saf konuşarak. Cidden şu şeytanı parmakları arasında koşturan çocuklara mı inandın be Volkan.
"Çocukların evinde görüşürüz o zaman." dedim onun bu inanmış cümlelerine karşı.
Başını sallayıp ilerlemeye başlayacağı an geri döndü yüzüme bakıp: "Bir şey getirmem gerekiyor mu?"
"Sen gel yeter." demiştim dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsedim, arkamı dönüp ilerlemeye başladım.
Öz kardeşi olan ablaları tek tek bulup kolay gelsin deme isteği çok aklımdan. Cidden böyle şeylerle karşı karşıya kalan ablalar var mıdır?
Elim telefona gitti Berat'ın acı ama geçer adını koymuş olduğu gruba girip mesajımı göndermiştim, benim için sıkıntı değildi akşam burada yorulan o olacaktı.
"Akşam yemeğinde Volkan'a ne sunmayı düşünüyorsun Beratcım."
Gönderip odama çekildim çantamı masaya atıp koltuğuma oturdum. Mesaj geç gelmemişti.
Berat: Abla kızmadın mı?
Elzem: Yemekte ne var Berat Bey?
Yiğit: Şefliğini konuştur bence kızdı ama yemeğe bağlı yemek güzelse sakin kalmaya devam edecek değilse çok çok kötü azar yiyeceksin.
Berat: Mercimek çorbası, köfte ve kızarmış patates
Yiğit: Yuh lan gastronomi okuyorsun kardeşim!
Berat: İstek alıyorum şöyle sinir makinam.
Yiğit: Pilav yanına fırında tavuk yapsan nasıl olur kanzi!!!
Berat: Uçma be Yiğit'im.
Gruptan çıkmıştım bunların konuşmaları daha da uzayacaktı, onlar olmasa sıkıntılarımı kim yok edecekti. Onlar bilmez ama ben her sıkıntıda her canım acıldığında o eve onların yanına giderdim. Başa belaydılar dertleri de sıkıntıları da bitmezdi ama onları dinlemek zihnimi boşaltmama neden oluyordu. Belkide bu gecede her şeyi bir köşeye koyup çocuklarla yemeğe katılmalıydım.
Ondan hâlâ bir mesaj gelmemişti bana atacağını söylemişti, acaba şuan ne yapıyor? Ringe çıkacaktı, cidden bulmuşmuydu onu.
Odamın kapısını çalınmıştı, bu kesin Nevra'ydı. Gel komutunu verip geriye yaslandım.
"Napıyorsun bugün seni göremedim." demişti sarı saçları iki yana düşmüş dekolteli elbisesi ile deri sandalyelerden birine oturmuştu.
"Ya yorgundum başım ağrıyordu bende geç çıktım biraz, senide göremedim koridorda." Hiç bir şekilde kimseye bir şey anlatamazdım, Kuzgun'un dedikleri hâlâ kulağımda tekrar ediyordu. Kim olursa olsun sakin anlatma demişti.
"Sanmıyorum noldu bana anltabilirsin biliyorsun değil mi?" demişti elini elime uzatıp tutarken.
Başımı tebessüm ederek salladım, "Biliyorum, İnan bana hiç bir şeyim yok."
"Peki o zaman." deyip geri çekilmişti.
Her an yanımda olan Nevra'ya bile sessiz kalıyordum. Ortada bana anlatılan şeylerden umut kılıyordum kendime. Kuzgun sessizce gelip umut yaratıp öylece ortalıklarda dolaşıyordu.
"Bugün gelip bende kalsana, kız gecesi yapalım ne dersin?" Hevesini kırmak hiç istemezdim Nevra'nın ama çocuklara ve Volkan'a eşlik etmem gerekiyordu.
"Çok isterdim," demiştim canım sıkılmış gibi ve devam ettim, "Ama Berat ve Yiğit Volkan'ı akşam yemeğine davet etmişler. İstersen sende gel."
Gözlerini şaşkınca açıp baktım bana, bir dudağı yukarıya doğru kaymıştı, "Yeni aşklara yelken açıyorum diyorsun yani." Göz kırpıp oturduğu yerden omuzlarını sallayıp kahkaha attı.
Onun bu hareketine gülüp başımı iki yana sallayıp parmağım ile onu işaret edip; "Hayır hayır. Öyle bir şey yok. Şu adam zaten çaldı benim bir yılımı bir yılımı daha bir erkeğe veremem."
Nevra aynen aynen der gibi başını ve elini sallamıştı.
"Hayat şaşırtır aşkım, hiç beklenmedik bir yerden gelir sana ummadığın olaylar." Tekerlemesini söyleyip umutlu gözlerle baktı bana.
Cidden haklıydı, hiç ummadığım bir anda, bir adam ve onun bana anlatmış olduğu geçmişim... Öyle bir olaydı ki bu yüreğim hâlâ ağırlıklarla ve iniltilerle doluydu,
"Sen dalıp gidiyorsun bir şey var ama neyse elbet anlatacaksın zaten," Ayağa kalkmıştı. Elindeki telefona bakıp bana döndü. "Ben kaçıyorum, kız kıza bir gece yapalım harika bir film buldum kafamız dağılır." Öpücüğünü atıp odadan çıkmıştı.
Derin ve içli bir nefes verip saçlarımı geriye atıp telefonu açıp ekrana baktım neden ben almamıştım ki numarasını. Atmaz ki bana mesaj şimdi. Ne yapıyor orada acaba? Sorma sorma Elzem, kendi işin ile ilgilen. Telefonu ters çevirip davalara göz attım.
*****
İnsanoğlu ne günahından ne de acılarından kaçabilirdi, yaşatılan ve yaşatılmaya yakın olan acılar ve günahlar hiç bir zaman tarihini şaşırmazdı. Her şey saat ve yerinde güzeldir. Kader insana insan ise gayrete çabadır. Acıdan beslenen insan ile acılarından ders alan insan arasından dağlar kadar fark vardır, bir taraf yoluna devam ederken diğer taraf o yolun üstünden tekrar geçip herkesin ona vermiş olduğu kin ve nefretle yoluna devam eder. Bu: intikam ve öç olma duygusunu derinden etkiler ve besler.
Yiğit Berat'ın arkasından ilerleyip kafeye girmişti, gözlüğünü düzeltip etrafa bakmıştı Yiğit. Berat bu benim hayatımın aşkı dediği kızın çalışmış olduğu kafeye gelmişti, kaçıncı ciddi konuşması bu bilinmezdi ama bilinmeyen bir şey daha vardı belki de cidden hayatının aşkı ve geleceği bu kızdı.
Berat ödeme kısmına ilerleyip arkası dönük olan kıza sırıtarak baktı, Yiğit onun hemen yanında sırtını tahtadan yapılmış olan tezgaha verip bekleme moduna geçmişti.
"Bize iki espresso lütfen." dedi siyah gözleri pür dikkat kızdaydı.
Genç kız elindeki bezi bırakıp arkasını şaşkınca döndü, yüzünde hiç beklenmedik bir ifade vardı, gözleri fal taşı gibi açılmıştı, kaşları havaya kalkmış dudakları ise yarım açılmıştı.
Hızla Berat'a yaklaşıp, "Senin ne işin var burada?" diye sordu genç kız.
Berat rahat bir şekilde konuştu, "Kahve içmeye geldik." dedi eli ile Yiğit'in varlığını göstermeye çalışarak.
"Naber Sinem?"
Sinem, "İyidir vala Yiğitcim, sen?"
Yiğit, "Şükür işte koşturuyoruz."
Berat tek kaşı havada baktım Sinem'e, "Bana neden Beratcım demiyorsun?"
Sinem dik dik bakıp alaycı bir şekilde güldü.
"Sen gidip arabana başka kız atarken Yiğitcim benim gece çöpleri dışarıya atmama yardımcı oluyordu, it herif. Değil buradan."
Berta geriye hızla çıkıp iki elinize başına atıp, "Ne!" Diye isyan etti.
Sinem, "Bağırma gerizekalı!" diyerek elini havaya kaldırdı.
Berat olaylardan geri kalan Yiğit'e bakıp durdu. Başımı sallayıp onay istedi. Yiğit dudaklarını büzüp onun sessiz sorusunu cevaplamıştı.
"Ama öyle bir şey yok ki ayrıca araba benim değil ablamın, lütfen aşkım."
"Lan!" dedi Sinem öfkeyle. Konuşmayı kesmişti gelen müşterilere kahve çay dağıtırken Berat'ı görmezden gelmeye başladı.
"Yemin ederim olaylar öyle değil, kızlar yurda geç kalıyordu Allah belamı versin şuraya mezarım açılsın diyorum bak sadece bir erkek olarak centilmen olmaya çalıştım." diyerek kollarını tezgahın üzerine koyup Sinem'e pişman olmuş ve yıkılmış gözlerle bakarken.
"Americano alabilir miyim?" Olay dışı bir varlık konuşmuştu Berat konuşan adama dönüp baktı.
"Abicim dur şuan Americanonun sırası değil geleceğim gidiyor." diyerek konuştu Berat.
"Buyrun." Sinem at kuyruğu yapmış olduğu saçını sallayarak arkasını dönmüştü Berat'a.
Yiğit elindeki telefonu cebine atıp Berat'ın olayları nasıl toparlayacağın merakla bekliyordu.
"Berat rica ediyorum şuan sırası değil, kavga edecek günü seçerken benim çalışmadığım bir günü seç, seninle rahat tartışamıyorum." Sinem çalışan arkadaşlarına bakıp gülümsedi. Sakince işine devam etmeye başladı.
"Tamam o zaman ben seni beklerim, saat yedi buçukta çıkıyorsun bugün." Berat geriye çekilip meraklı gözlerle baktı, Sinem'in onun bu teklifini kabul edecek mi diye beklerken bir üst düzen çalışan Sinem'e yaklaşmıştı.
"Neler oluyor, burası tartışmaya açık bir alan mı sizce." demişti sakın sesi ile uyarırcasına.
"Hayır hayır," diyerek konuştu Berat, "Biz kahve alıp çıkıyoruz." Sinem'in işten atılmasından korkarak geriye çekilip müşteri konumuna geçmişti.
Sinem Berat'a ayak uydurup istediği kahveleri ona vermişti.
Sinem ters ters bakarken Berat kahveleri alıp çıkışa doğru ilerlerken sessizce Sinem'e doğru, "Ne zaman tartışırız?" diye sordu Berat.
Sinem göz devirip arkasını dönmüştü. Yiğit Berat'ın elindeki kahvesini alıp yürümeye devam etmişti.
Berat'ın sırıtışı yüzünde epey belli oluyordu. Yüzü arkaya gidip duruyordu, derince bir of çekip elindeki kahveden bir yudum almıştı. Hoşuna gidiyordu Sinem ile tartışmak. Onun bu sinirli hâlleri onun hoşuna gidiyordu. Berat'a göre aşk her duyguyu severek tatmaktı, kavganın en güzeli bile aşkla yaşamanmalıydı.
"Cidden mi lan?" Diye sordu Berat bir eli mavi kot pantolonunun cebinde dururken.
Yiğit yeşil gözler eşliğinde baktı. Sessizce, neyi diye sormuştu.
"Gece çalışmaları." demişti Berat.
Yiğit önüne dönüp, "Gece kafeden çıkarken rastlamıştım bende yardım ettim."
Berat başını sallayıp ilerlemeye devam etti. Kafenin ilerisinde bulunan parka gelmişlerdi, Berat'ın gözleri kafede bir şekilde banka oturmuşlardı.
Yiğit geriye yaslanıp etrafa baktı, şuan boş bir saat dilimi içerisindeydiler.
"Şu adamı görüyor musun?" diye sordu Yiğit.
"Gri eşofmanlı olan?" diye cevap verdi Berat.
Yiğit gözlerini kısıp, "Âşık olmuş ve acılı bir şekilde ayrılık yaşamış. O yüzden hayat onu spora yönlendirmiş."
Berat adamı inceleyip dudak büzerek başını salladı. "Derin acılar zordur be... Ama salmak lazım kardeşim, gönül bol bir yerdir, ayrıca yapacaksın kalbine bir mezar ki eskiyenleri oraya göm diye." Berat kendinden emin bir şekilde konuşup sırtını geriye yasladı. Sağ ayağını bacağının üstüne koyup etraftaki insanlara baktı.
"Bak mesela, diye lafa başladı parmağı ile çocuğunu salıncakta sallayan kadını işaret etti.
Yiğit Berat'ın eline sertçe vurup, "Oğlum ulu orta yerde işaret etme şu elalemi diye kaç kere uyardım." demişti isyan ederek, gören var mı yok mu diye etrafı tararken.
Berat boş vermiş bir şekilde konuştu, "Dur bir. Yüzü solmuş gözlerinden hayata karşı bir umut yokmuş gibi bakıyor. Elinde son model bir telefon çanta Zara'nın yeni modellerinden biri. Bu ne demek oluyor, yanlış kişiyle yapılan bir evliliğin çıkmaz yollarına giriş demek." Berat kadının hayatını tek bir bakış açısı ile Yiğit'e özet olarak önüne sunarken Yiğit kasları havada elini Berat'a uzatıp sıkmıştı.
"Mantık evliliği." demişti Yiğit.
Berat Yiğit sözüne karşı tiksinti ile baktı, "Hiç bizlik değil, hiç."
Yiğit parmağı ile onaylayıp kahvesinin son yudumunu içip etrafa baktı.
"Ben kaçıyorum. Akşam evde görüşürüz." Yiğit elindeki kahve bardağını çöpe atıp Berat'ın eline vurup yola ilerlemişti.
"Akşam yemeğinde görüşürüz." demişti rahatça otururken.
Berat kahvesini içip telefonunu eline aldı. Bardaki arkadaşının ona atmış olduğu mesajla karşılaştı, mesaja girip okudu.
Bara eleman lazım gelir misin?
Berat içinden mırıldanıp, mesajını yazmıştı.
İşim var gerek yok.
Ayağa kalkıp bardağını çöpe atıp ilerledi, telefonun internetini kapatıp çalıştığı yere doğru ilerledi. Gastronomi öğrencisiydi bir restoranda ya da yemek sunan yerlerde çalışması onun mesleği ve geleceği için daha iyi olurdu. Bara sadece boş durmamak ve eğlencesini girmişti, bir ay orada çalıştıktan sonra numarasını bıraktığı bir restorandan ona iş teklifi gelmişti. Seçimleri karakterine uygundu eğlenceliydi hayata olan bakış açısı daima pozitifti çıkardığı her tabakta sunduğu her yemekte onun bir rengi bulunurdu. Belinde Berat'ı Berat yapan diğer insanlardan farklı kılan: her daim her şeye pozitiflik bir bakış sunmasıdır.
*****
Ellerimin arasında duran dosyayı kapatıp ayağa kalktım çantamdan kırmızı ruju çıkarıp dudaklarıma çaldım, ellerimle saçlarımı düzeltip ruju çantama koyup ilerledim odamdan çıkıp asansöre doğru ilerledim. Alt kata inip çıkışa doğru ilerledim. Semih'in arkamdan geldiğini fark edince derin bir nefes verip otomatik kapıdan çıkıp arabama doğru ilerledim.
"Elzem." demişti Semih.
Bakmak istemedim ama karakterim buna izin vermedi, yüzüne bakıp sessizce evet diyip konuşmasını bekledim. Ellerini cebine koyup sarı saçlarını geriye doğru elleri ile itip konuştu.
"Aramızda ki buzlar hâlâ niye erimesi bilmiyorum ama inan bana seninle cidden bir ilişkiye devam etseydim hiç mutlu olamayacaktık."
Şaşkınca baktım ona, ne? Cidden hâlâ ona karşı duygularımın olduğunu falan mı düşünüyordu. Beni istemeyen birinin varlığı yanımda olsa bile onu hissetmeyecek bir kalbe sahibim ben. O kim ya?
Elimi uzatıp konuşmasını kestim, "Bir, bizim aramızda asla buzlar olmaz olursa ateş olur ki öylede. İki, ben sana karşı bir gram hissiyat hissetmiyorum, üç aramızda sadece iş arkadaş- hayır oda değil aramızda sadece aynı iş yerinde çalışan iki insan ilişkisi var o kadar. İyi günler dilerim sana ayıracak bir kaç saniyem dâhi yoktur. Kusura bakma Semihcim." Çantamı omzuma atıp arabamın kapısını açtım.
Semih, "Sana da iyi günler Elzem hanım."
Arabama binip sürmeye başladım, başımı geriye yaslayıp derin derin nefesler aldım. Aklım onda mı kalacaktı cidden. Hâlâ ona karşı duygularımın olduğunu mu düşünüyordu. Yoktu asla olamazdı.
Sessizce gelen araba yolculuğumun ardından çocukların evine varmıştım, arabayı park edip batan güneşe baktım. Derin bir nefes bırakıp eve doğru ilerledim. Merdivenleri çıkıp en üst kata vardım. Zili çalıp kapının açılmasını bekledim. Kapıyı Yiğit açmıştı. Elinde tabaklar ile beni karşılamıştı.
"Hoş geldin abla." diyip beşlik çakmıştı.
"Hoş buldum." diyerek eve girip kapıyı kapattım.
"Volkan geldi mi?" diye sordum topuklu ayakkabımı indirip bir köşeye koyarken.
Yiğit içeriden bağırıp, "Hayır." diye yanıtladı beni.
Berat elinde borcam tepsi ile salona geçiş yapmıştı. Lavaboya ilerleyip elimi yıkamıştım, bedenim burada ama aklım Kuzgun'daydı saat altıyı geçiyordu ve ondan hâlâ bir mesaj gelmiş değildi. Ne kadar düşünmemeye çalışsamda merak ediyordum, beni böyle meraklandırması hiç hoşuma gitmiyordu. Zihnim zaten alak bullak bir şekildeydi şimdi onun bu tek çalışırım ayakları benim zihnimi daha da bozuyordu.
Lavabodan çıkıp salona geçtim, Berat arkamdan küçük siyah tencereyi getirip sofraya koymuştu.
"Hoş geldin ablam." diyerek karşıladı beni.
"Hoş buldum, döktürmüşsün." Masa harika gözüküyordu, fırında tavuk, pilavı ve mercimek çorbası.
Ortalık git gide soğumaya başlıyordu sonbahar varlığını hissettiriyordu dökmüş olduğu yapraklardan gösteriyordu. Ağaçlar bile ona zarar veren yaprakları dökmeye başladı ben hâlâ içimde bana huzur vermeyen insanları çıkartmadım.
"Vah benin bu halime."
Berat, "Efendim abla?"
"Hi ne?"
Berat, "Bir şey dedin sanki."
"Yok yok demedim öyle ağzım oynadı." Kapının çalması ile Yiğit'in ben bakarım demesi bir oldu.
Derin bir nefes alıp göğüs kafesimin içinde sıkıntı ile uçuşan rüzgarları yok ettim. Volkan salona giriş yapınca bakışlarımı ona çevirdim, altında bej bir pantolun üstünde ise lacivert bir sweatshirt bulunuyordu.
"Hoş geldin." dedim tatlı tatlı bakarken ona.
"Hoş buldum, masa harika gözüküyor Berat yine döktürmüş." demişti gözleri Berat'ı ararken.
"Teşekkürler Volkan abi her zamanki ben." kumral saçlarını eli ile düzeltip sandalyeleri işaret edip, "Hadi ya yemeği soğutmayalım."
Volkan yanımdan geçip masaya geçerken ben gizlice Yiğit'e bakıp parmağım ile salonu işaret ettim. O ne demek istediğimi anlamış gibi sessizce gülmüştü. Salon toplu, ilk defa ortada bir cips poşeti, koltukların üzerinde yemek kırıntıları bulunmuyordu, kırlentler düzgünce düzülmüş bir şekilde duruyordu.
Yemeğe geçmiştik Berat yemekleri servis edip önümüze koyarken Yiğit kola servisi yapıyordu bana gelince önüme ayran koymuştu biliyordu gazlı içeceklere tahammülüm yoktu.
Berat eğitim hayatını ve yeni iş yerini anlatırken Volkan'da onlara öğütler verip duruyordu boşuna verme Volkan bir kulaktan girip diğerinden yol veriyorlardı, Berat susmuyor aşk hayatının gidişatının özetini ezberlemiş gibi anlatıyordu.
"Buse vardı sarışın oda çok genişti abi ya olmadı. Erkek çevresi sıkıntı değil ama sanki erkek arkadaş değilde flörtleri gibi takılıyordu. Bende yol verdim."
Yiğit, "O sana yol verdi gibi hatırlıyorum ben."
Berat, "Önemli olan kimin yol vermesi değil kendi min yola devam etmesi," diyip pilavından bir kaşık yiyip devam etti konuşmaya. "Geçen mesaj atmış yurda geç kalıyorum beni araban ile götürebilir misin. Bende dedim ki ben yurt şoförü müyüm dedim engelledi abi."
Yiğit küçük bir gülüş atıp Berat'a bakıp, "En son kızları topluca yurda götürdün ya kardeşim."
Berat boş boş bakıp göz devirdi. "Onlar benim exim değil ki Yiğit'im."
"Şuan hayatında var mı biri peki." Volkan onların bu sohbetini bayılarak dinliyordu, ikisinin arasında gizli çatışmayı görebilecek kadar büyüktü.
Berat alt dudağını ısırıp hayran kalmışlık içinde bir nefes alıp vermişti. Kaşlarım çatılmıştı gözlerim kısılmıştı.
Geniş geniş konuştu Berat, "Var. Sinem, Sinem'mim. Bir görsen kahverengi gözlerini kahve niyetine içerim, uzun saçlarını yorgan niyetine örterim."
"Yavaş." deme gereğinde bulundum ama yamuk bir gülüşle karşılık verme gereğinde bulundum, "Kaçıncı bu oğlum yapma."
"Hayır abla yemin ederim bu sefer ciddi." Berat Yiğit'e bakıp, "Konuşsana Yiğit'im."
Bakışlarım Yiğit'e kaydı, Yiğit başını sallayıp onayladı, "Aslan kardeşim benim kafe köşelerinde özür diliyordu kızları yurda bırakıp sevgilisi ile ilgilenmediği için..." Berat'ın lokması boğazında kalmıştı öksürüp şaşkınca Yiğit'e baktı. "Ama yok abla bu sefer cidden seviyor. Duygularını güzel kullanıyor."
Berat kolasından bir yudum alıp, "Yok abla bu sefer duygular sadece Sinem diye çığlık atıyor yemin ederim."
"Elindeki elmasa değer ver, verilen değer parlamaya müsait olur." Volkan'ın bakışları bana kayınca gülümsedim.
"Haklısın abi." diyerek onayladı Berat.
Akşam yemeği onların muhabbeti ile devam etmiş ve sonlanmıştı, aradan geçen zamanla Volkan'ın gitme saat gelmişti saat sekize geliyordu ayakkabısını giymiş kapıda benimle ve çocuklarla vedalaşmıştı. Volkan'ı yolcu ederken kapıyı kapatıp çocuklara baktım.
Berat bana sorar gözlerle baktı, "Volkan abi ile aranızda bir duygu durumu varmı."
"Bakış açım ne yazık ki seni yanıltmış Berocum, duygu yok arkadaşlık var." diyerek odama doğru yöneldim.
Berat arkadan, "Tamam ablam." demişti.
Yatağa oturup elimde telefonumu aldım yine mesaj yoktu, bu adam numaramı kaydetmedi mi acaba, almıştı oysa. Peki neden hâlâ mesaj yoktu. Başına bir iş mi geldi ki?
İçimde huysuzca dönüp dolaşan merak ve sorular içerisinde boğulurken ayağa kalktım, dolabımı açıp siyah kolu cropu ve siyah pantolonumu çıkardım. Dar pantolonun ve ceplerini düzeltip dar siyah cropu düzeltip deri ince montumu giyip elime telefonu aldım.
Odamdan çıkıp kapıya doğru ilerledim anahtarı çantamdan çıkarırken kapıya Yiğit gelmişti.
"Nereye abla gece gece?" demişti evladım tatlı sesiyle.
"Bir işim var geç gelebilir ya da hiç gelemem eve geçerim Berat'a da söyle."
Yiğit, "Çıktı o abla." dediğinde bakışlarım hemen Yiğit'i buldu bakışlarım ile sormuştum ona.
"Sinem kafede çalışıyor ya ona yardıma gitti." demişti.
Başımı sallayıp evden çıkmıştım. Kapının önünde duran arabaya binip daha önce onu takip ettiğim konuma doğru ilerlemeye başladım. Hafızama bu konuda güvenim tamdı, orayı ve yolunu tek sürüşü bulabilirdim. Bu gece ringe çıkacaktı belkide çıkmış ve başına bir şey gelmiştir bedenine ve gücüne söylenecek lafım yoktu lakin ring arenasında nasıl olduğunu bilmiyordum.
*****
Berat kafenin yol kenarında bulunan renkli lalelerden bir tanesini koparıp kafeye doğru ilerledi. Laleyi arkasına saklayıp kafeye girmişti. Müşteriler yavaştan dağılmaya başlarken yenileri gelmeye başlıyordu. Saat sekiz buçuğu buluyordu. Berat etrafa bakıp Sinem'i aradı. Elinde tepsi ile müşterilere kahve dağıtan Sinem'i görünce yüzünde tebessüm ve sessiz bir sevinç ile ilerlemişti yanına. Sinem arkasını dönüp ilerleyeceği an Berat'ın çehresi ile karşı karşıya kalmıştı.
Sakladığı sarı renkteki laleyi Sinem'e doğru uzatıp, "Şuanlık kabul eyle leydim."
Sinem tek kaşı havada bir şekilde baktı, dudaklarını birbirine bastırıp yalandan bir gülümseme ile. "Adam olma yolunda ilerliyorum part bir mi bu?"
"Hayır part iki. İlk partı senin hayatımı girişinde bitirdim." Yüzünde sırıtışı ile Sinem'in gözlerine baktı.
"Sonu var mı bunun yoksa yine bir hata ile tüm emeklerini yok mu edeceksin."
Berat kınayıcı bir bakış atıp başını iki yana salladı. "Asla." dedi ciddi bir ifadeye bürünerek.
Sinem derin bir nefes vermişti, tezgaha doğru ilerleyip tepsiyi indirip mavi bezi alıp boş olan masaya doğru ilerleyip masayı silmişti.
"Seni hangi rüzgar attı buraya?" dedi Sinem başını kaldırıp Berat'a bakarak.
"Sevgilimin mesai saattinde ona yardım etmeye geldim. Ve... Ve şu şu boşalan masayı ben siliyorum." Sinem'in elindeki özü ve spreyi alıp boşalan masaya doğru gidip bezle masayı özenerek silmişti.
Sinem yarım bir gülüş ile baktı Berat'a. Adımlarını tezgaha doğru ilerletip bardakları düzenlemişti. Berat Sinem'e doğru yaklaşıp gülümseyerek yüzüne baktı.
"Barıştık mı?" Berat yarım açık ağızla Sinem'e bakıp yüzünü inceledi, yüzünde yorgunluk sezmişti.
"Belki biraz sonra olabilir." Sinem omzunu havaya kaldırıp cilveli bir şekilde yanıt vermişti Berat'a.
"Leydim benim ne, ona da razıyım beklerim ben." Berat elindeki bezi bırakıp Sinem'in olduğu alana gelmeye başladı.
Arkadan bir üst çalışan olan Kerim Sinem'e seslenip, "Şu çöpleri atıp çıkabilirsin." demişti.
Berat Kerim'e ve Sinem'e bakıp durmuştu. Sinem başını sallayıp onayladı. Sinem arka tarafa ilerlerken Berat'a onunla gidiyordu. Siyah çöp poşetlerden ikisini alıp Berat'a baktı. Berat yaklaşıp geriye kalan üç poşeti alıp çöp onteynırına atmıştı.
"Sen dışarıda bekle ben çantamı ve montunu alıp geliyorum." Sinem ilerleyip içeriye girmişti Berat dışarıda bekleyip etrafa bakındı.
"Naber?" Tanıdık bir sesti bu arkasını dönüp baktı, bu Buse.
"Hayır." demişti sessiz bir şekilde. Başını iki yana sallayıp baktı, sarı saçları tepeden at kuyruğu yapmış bir şekilde duruyordu, kısa eteği ve pembe crop şeklinde olan montuna ellerini koymuştu.
"Sevgilim!" diye bağırdı Berat.
Buse şaşkınca ona baktı Berat'ın gözleri Sinem'i aradı. Sinem kafenin kapısından çıkarken Berat hâlâ onu arıyordu bir kaç adım geriye gidip arasının düzelme ihtimalini bozmamak için Buse'den uzak durmaya çalışıyordu. Sinem'in ilk gözüne çarpan şey Buse ve ondan uzak durmaya çalışan ve korkmuş olan Berat'tı.
"Şimdi sırası değil be kızım." İsyanları sessizce devam ediyordu gözleri Sinem'e kavuşunca ilerleyerek onun yanına gitmişti. "Gram konuşmadım." Berat'ın bir ter dökmediği kalmıştı.
Sinem onun bu tatlı ve tedirgin hâline gülmemek için direndi.
Buse Sinem'e bakıp yalandan bir gülümseme ile: "Merhaba." demişti.
Sinem başını sallayıp, "Sana da merhaba."
Buse durmadı ilerleyip kafeye girmişti. Berat hemen hiç beklemeden Sinem'in elini tutup ilerledi.
"Yemin ederim korktum, önüme öyle bir çıktı ki kalbim yerinden oynadı kitabıma." Berat başını yana yatırıp derin bir nefes aldı, bakışları Sinem'e gidince onun gülümseyen yüzü ile karşı karşıya kaldı.
Sinem Berat'ın elini sıkıca tutup diğer eli ile koluna dokunmuştu. Berat'ın yüzünde zafer gülüşü bulunuyordu.
"Hoşuna gitti di mi?" dedi Berat sıcak elleri vücuduna işleyerek.
"Hiç bu kadar hoşuma gitmemiştin." demişti Sinem gülümseyerek Berat'a bakarken.
Berat sesli bir şekilde gülüp dudaklarını Sinem'in saçlarına getirdi küçük bir öpücük kondurup geri çekildi.
"Part üç ne olacak peki?" Berat, parkın yolundan ilerlerken bakışları geceye karışan insanlara bakıyordu.
"Part üçü de bitirdin sıra dörtte." Sinem bundan keyif alır gibi gülmüştü.
Berat hâlâ anlamış değildi.
Sinem, "Sevgilisinden korkan adam işte, buda part üç olsun ve bitsin."
Berat aydınlanmış gibi başını havaya kaldırıp, "He!" diye ağır bir tepki vermişti. "Ama ben seni kaybetmekten korktum. Bu benim için en büyük korku olur."
Sinem bundan etkilenmişti başını yere eğip elini kolundan çekip montunun cebine koymuştu. Derin bir nefes verip evinin yoluna Berat ile ilerlemeye başlamıştı. Berat'ın rahat hissettiği yer onun yanıydı, o kadar kişi girmişti hayatına: tamam yaşı daha on dokuz olabilir ama çapkındı. Sinem'in acısımı ona yakındı yoksa ne hissettiği bildiği için mi ona bu kadar bağlı kalmış ve ayrı kalmaya dayanamıyordu. Sinem babasını beş yaşında kaybetmişti, annesi ile tek başına yaşıyordu. Hayatları az çok birbirine benziyordu çünkü Berat'a babasız büyümüş bir evlattı. Acıları birbirine benzeyen insanlar yaşadıkları duyguları hissedebiliyordu.
Bölüm sonu ile karşı karşıya kaldınız diğer bölüm yakında gelir umarım beğenmişsinizdir.
🍁🖤🔥
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |