

5.Bölüm. Bul beni
Karanlığın içinde loş ışıkların ardında saklı yüzleri zor görüyordum. Kalabalığın arasından geçip elinde kağıt tutam adama doğru yaklaştım. Bana çarpan insanlara bakamıyordum, burası tüm değişik insanların toplandığı bir yer miydi? Burnuma alkol kokuları geliyordu içmeden de sarhoş olabilicek bir mekandı burası. Sesler konuşmalar çığlıklar got gide çoğalıyordu.
Gözlerim etrafı aradı ringe baktığımda öylece oturmuş bir adam vardı, başı öne eğik yüzünü kimseye göstermiyordu.
Benim aradığım kişi Kuzgun'du ona odaklanmam lazımdı, elinde kağıt tutan adama yaklaştım. İri yapılı pala bıyıklı bor adamdı.
"Bu gece ringe kimler çıkacak?" diye bağırdım duabilmesi için.
"Bahis mi yapacaksınız?" Sesi beni korkutmuştu bir adım gerileyip başımı salladım.
"Kuzgun ve Dinç." demişti.
"Ay yok onlar benim favorim değil." diyerek geriye çıktım ringe doğru yaklaşıp başı onay eğik olan adama baktım.
Kuzgun ringe çıkacaktı, demek ki buralarda bir yerdedir. Peki ya bu ringin köşesinde oturmuş olan adam kimdi, Dinç mi? Ağabeyim mi? Gökalp mi?
İçime giren huzursuzluk hissi ile karşı karşıya kalmıştım, kalabalığın ortasında bedenimi saran korku ile öylece durup orada bulunan adama baktım.
Bir an her şey sessizliğe kapıldı, kolumun tutulması bu sessizliğin kısa sürmesine neden oldu. Bedenim hiç bu kadar sarsılmamıştı. Beni kendine doğru çeken kişi ile korkuyla gerilemeye çalıştım ama tanıdık bir ses bunu kesmeme neden oldu.
"Başımı belası!" diye kükremişti dudaklarının arasından Kuzgun.
Beni kendine çekip elimden sıkıca kavrayıp bir köşeye götürmüştü. Bedenimi duvara dayayıp tüm gözlerin bana bakılmasını kesmişti. Başını öne eğip yüzünü yüzüme yaklaştırdı, gözleri alev gibi yanıyordu sebebi ben miydim?
"Şuana kadar hiç sözümü dinlemedin. Neden geldin buraya?" Sert sesi beni ürkütsede bunu ona göstermedim.
"Ne bekliyorsun, kaç saattir senden mesaj bekledim yazmadın, başına bir şey geldi sandım, korktum!" Sesim onun kadar yüksek çıkmamıştı ama denemiştim, yüzüne doğru bağırmıştım.
"Benim için korkma, kendin için kork. Nasıl bir görevin içinde olduğunu daha bilmiyorsun. Başlamadık bile... Sadece deniyoruz!" Dişlerinin arasından konuşup bana öfkeli gözlerle baktı.
Başımı öne eğip parmaklarımı birbirine geçirdim. Duvara girmek istiyordum şuan bana haddinden fazlaca yakındı. Başımı kaldırma gereğinde bulundum bana çatık kaşlar ve yarım açık ağızla bakıyordu.
Başını iki yana sallayıp doğruldu, etrafa bakınırken elimi kavrayıp sıkıca tutmuştu. Beni kendine yakın tutmuştu. Beni arkasına alıp herkesi ittirip yol açarken sırtı ile ban kalkan edinmişti, ringin en önüne gelmiş beni kalabalıktan bir köşeye oturturmuştu.
Eğilip yüzüme baktı. "Sakın ayağa kalkma, bu sefer dinle şu sözümü."
Başımı sallayıp onu izledim. Herkes çığlık içinde ringe çıkan Kuzgun'a ve ayağa kalkan Dinç'e bağırıyordu. Buradaki çoğu insan bahis için bulunuyordu. Elim istemsizce kalbime gitmişti. Onun hâlâ benim ağabeyim olup olmadığını bilmiyordum Kuzgun o kadar sert konuşmuştu ki ona soru bile sormaya çekindim. Dinç, başını kaldırıp çıplak üstü ile sakin bir havada Kuzgun'u bekledi. Sarı saçları ve net duran yüzü karşısında kalbim oynama başladı, bu atışlar haddinden fazla serttiler. Kuzgun üstündeki siyah tişörtü çıkarıp bir köşeye atmıştı. Bakışlarım ikisi arasında gidip gelmişti elim hâlâ kalbimin üzerinde duruyordu.
Kuzgun'un sırtını gevşetmesi gözümden kaçmamıştı iri biriydi ama bu kadar olacağını düşünmemiştim. Sanki özene bözene yapmış gibiydi bu vücudu. Derin bir nefes alıp dövüşün başladığını fark ettim. Dinç kafasını iki tarafa yatırıp boynunu esnetti. Etrafta oturan insanların zevkle izlediği bu maçı ben korku ile izliyordum. Burada dövüş içinde olan iki adamı da tanıyor olmam yüreğime korku ve endişe veriyordu.
Kuzgun'un kendi bedenini Dinç'ten koruması onun bu işte profesyonel olduğunu gösteriyordu. Dinç'i hiç ummadığı bir anda, Kuzgun yüzüne doğru yumruğu çakmıştı, yüzü yan düşünce bacağı ile karın bölgesine sertçe vurup onu geriye doğru göndermişti. Etrafa baktığımda çoğunun yüzü düşmüş öfke ile isyan içindeydiler. Kuzgun'u kimse tanımıyordu o burada yeniydi onun ismini duymadıkları için çoğu kişi bahsi kaybetmişti
Kuzgun'un yüzüne ne ara yumruk yediğini bilmeden ayağa kalktım kendini sanki bilerek geriye doğru çekmiş gibiydi. Bakışları bana çarptığında hiç ummadığı bir yerden darbe yedi, Dinç onun diz arkasına doğru ayağı ile vurmuştu ve bu onun dizinin yere değmesine neden olmuştu, bundan faydalanıp Kuzgun'un yüzüne bir yumruk daha atmıştı. Kuzgun'un yüzü bana dönmüş bir şekilde kaldı. Mimikleri oynamıyordu sanki canı hiç acımıyor, sanki bundan daha ağır bir darbe almıştı ve onun darbesi bu darbeleri yok sayıyor gibiydi.
Gözümün sebepsiz yere bulanıklaştığını hissettiğim, yaşların dolmasına izin vermedim ayakta durmuş Kuzgun'a bakıyordum. Kalkmıştı, gövdesini dikçe tutup Dinç'e doğru kendini koruyarak yaklaştırdı. Yumrukları boşta kalmıyordu, Dinç yüzüne yediği darbelerden korunmak için ellerini yüzünü doğru götürüp korunmuştu, Kuzgun onu bir köşede sıkıştırmış art arda darbeler yağdırıyordu. Hakemin ortaya atılması sonucu Kuzgun doğrulup etrafa baktı, göğüs kafesi nefesler içinde inip kalkarken bakışları Dinç'e döndü.
Hakem ikisinin elini tutup Kuzgun'in elini havaya kaldırmıştı. Ortamda yükselen derin sesler kalbimi titremişti. Bakışlarım etraftaki kalabalığa giderken elimin ne ara onun eli ile birleştiğini bilmeden bakışlarım yer değiştirmişti.
Dudağının kanadığını gördüğümde çatık kaşlarım düzlüğü kapalı olan dudaklarım ise açılmıştı. Elimden tutup beni ringin çıkış yönüne değildi dövüşçüler için ayrılmış olan odalara doğru götürdü. Geniş karanlık koridorun son kapısına doğru götürüp bir odaya sokmuştu.
"Seni buraya hiç yakıştırmıyorum." dedi şapkalı sweatshirtünü giyerken.
"Dudağın kanıyor."
Siyah derili, büyük komedinin üzerinden bir peçete alıp dudağına götürdü, umrunda bile değildi sadece alan kanı silip peçeteyi komedinin üzerine atmıştı.
"O muydu?" dediğimde bakışları bana döndü.
Başını iki yana sallayıp, kapıya döndü. Orada biri varmış gibi bakıyordu. Bekledi, beklerken kapı çalmıştı. Ağzında tek bir kelime çıkmadan kapı açılmıştı. İçeriye giren adamla bakışlarım anlamsızca değişti. Bu oydu dönüş arenasında bulunan adam, Dinç'ti bu.
Adam içeriye girdiğinde önce Kuzgun'a sonra bana baktı. Bakışları tekrardan Kuzgun'a dönünce. Takmış olduğu gözlüğü düzeltip ellerini önce birleştirip derin bir nefes vermişti.
"Kimsin sen?" diye sordu boyu ve endamına yakışan bir sesle.
Kuzgun'un yüzünü göremiyordum tek gördüğüm şey sırtı ve kızarmış olan eliydi.
"Kuzgun. Bana sen değil o lazım." Sert sesi bedenimi ele geçirirken ben hâlâ olayları çözmeye çalışıyordum ama her şey yerine giriyordu.
"Bana kod adın değil gerçek adın lazım." Adam arkasını dönüp kapıyı kapatmış sarı saçlarını geriye doğru parmakları ile tarayıp Kuzgun'a ciddi bir ima ile baktı.
Kuzgun başını yana yatırıp, "Kural bir görev bitene kadar adını anma."
Bakışlarım Kuzgun'a kaydı gerçek adı Kuzgun değil miydi? Tabii öyle olduğunu biliyordum, ama onu çözmek zordu.
Dinç başını sallayıp gözlerini bana çevirdi. Kısık gözlerle baktı bana.
"Elzem Yıldırım." dedi beni incelereken.
"Gökalp Gönük," dedi kuzgun sert sesiyle tüm dikkati üzerine alarak. "Bana o lazım."
"Sende ona lazımsın."
Dinç başını sallayıp konuştu, "O seni bulur. Dinçer ben," dedi kendisini tanıtı. "Senin neden burada olduğunu biliyor şimdilik hoşçakalın."
"Gökalp benim ağabeyim," dedim kendimi öne atıp Dinçer denilen adama sertçe ve sorar gözlerle bakarak. "Neden çıkmıyor karşıma, neden beni korumaya gelmiyor."
Dinçer gözleri ile beni delecek gibi incelerken dudaklarını ıslatıp başını iki yana yavaşça salladı.
"Ona sorarsın." dedi sakin bir sesle.
Sanki hiç bir şey olmamış gibi sanki beni yalnızlığa mahkûm etmemişler gibi.
"Onu o yaşta kim korusun?" Vermiş olduğu cevap benim sessizliğe boğulmama mahkûm etmiştir. Sessizce omuzlarımı düşürüp Dinçer denilen adamın gidişini seyrettim.
Kapı kapandığı an arkamda alınan nefesleri boynumda hissedebiliyordum. Gözlerimi kapatıp her şeyi bir kenara atıp düşen omuzlarımı dikçe kaldırdım. Arkamı dönüp bana bakan Kuzgun'a baktım. Bakışları ilk günkü gibi sabitti hiç bir tepki göstergesi göremiyordum.
Sessizliği bozup bozmama konusunda gidip geliyordum ona ne diyebilirim ki şuan ne sorabilirdim ki?
"Gidelim." demişti önden kapıyı açıp beni beklerken.
Çıkmıştım, bir adım arkamda duruyordu. Çıkışa doğru giderken etraftaki insanlar burayı kulübe çevirmiş delice dans edip ring arenasında bulunanları destekliyordu. Kalabalıktan uzaklaşmış tenha karanlık sokağı aydınlatan turuncu ışığın altında durmuştum.
"Ben arabamla geldim, onunla giderim." diyip İlerlemeye başladım
"Takipte olacağım." dediğinde durmuş ona omzunun üzerinden bakmıştım.
"Benim evimde mi kalacaksın?"
"Hayır."
İlerledim, durmadım arabamın bulunduğu yere doğru gittim. Arabama binip bir kaç saniye bekledim. Ellerim direksiyonda bir şekilde derin bir nefes aldım, yaşlarım akmadı yine izin vermedim. Gözüm ıslanmasına izin vermek istemiyordum. Derin bir nefes alırken arabamın yanına konan araba ile bakışlarım cama kaydı, buradaydı hemen yanımda. Geriye yaslandım arabayı çalıştırıp bulunduğum konumdan uzaklaştım. Hemen arkamdaydı, az önce hissettiğim yalnızlık hissi yok olup gitmişti.
Kimsin sen Kuzgun, neden bana tuhaf geliyorsun?
Alt dudağımı ısırıp inip kalkan göğüs kafesime elimi attım.
Yıldızlar bile sahiplenirdi, ben neden hâlâ yalnızlık içinde sessizce boğuluyorum? Yalnız olmadığımı benim kendime yetebildiğimi idrak ettiğim bir dönemde gerçeklerle yüzleşmek ve onlarla savaş içerisine girmek neden bu kadar canımı acıtıyordu.
Evime gelmiştim arabadan inip arkaya park eden Kuzgun'a baktım. Arabadan inip bana baktı, içeriye girmemi bekliyordu ama benim bakışlarım onun kanayan dudaklarına kaydı, kasının morardığını yeni fark etmiştim.
"Dudağın kanıyor," dedim sanki haberi yokmuş gibi. "İstersen gel silip yarabandı koyalım. Ayrıca kaşın morarmış."
"Gerek yok. Sen eve gir beni uğraştırma gece gece." Arabasına binip hiç düşünmeden sürmüştü, buradan uzaklaşırken ben onun bu tepkisi altında şaşkınca baka kaldım.
"Öküz adam," dedim hâlâ şaşkın bir şekilde. "Senin kaşına dudağına sıçsınlar!" dedim öfke dolu bir şekilde.
Şuna tüm hissettiğim duygular bir köşeye atılmıştı, bu adamın öküz olduğuna dair bir rapor olmalıydı
Söylene söylene evime girerken onun ne kadar haklı olduğunu yavaş yavaş idrak ediyordum. Adamın bir hedefi vardı bir görevi vardı, onu çok uğraştırıyordum. Onun dikkatini dağıtıyordum. Birbirimize olan o sınırı aşmamam lazımdı. Ondan uzak durmam, gerektiğinde ise yardım etmem lazımdı ben ise her şeye kendimi dâhi ediyordum.
Duşa kendimi atıp üzerimdeki tüm giysileri soyup beyaz sepete atıp ılık suyun altına girdim, uzun sürmeyen bir duş alıp çıkmıştım. Ilık su bedenime sarılmış ve kopmak bilmeyen sıkıntıları alırmış gibiydi. Kendimi havlu ile kurulayın saçlarımı aynanın karşısında makina ile kuruladım, hafif nemli bıraktığım saçım ile duştan çıplak bir şekilde çıkıp odama yöneldim. Siyah saten pijama takımını giyip mutfağa yöneldim, pizza ısıtırken telefonu elime almıştım.
Ekranı açtığımda gördüğüm yabancı bir numaradan gelmiş olan mesajı sessizce okudum.
Numaramı kaydet.
Bu oydu Kuzgun görüldü atıp WhatsApp grubuna girdim.
Acır ama geçer grubu.
Berat: Evine kadar bıraktım güzelimi.
Berat: Ama var ya Buse bir çıktı önüme ruhum havaya çıkıp indi yeminle.
Yiğit: İyi kurtarmışsın.
Gruptan çıkmıştım bunlar yine hayatın onlara deneyim olarak gösterdiği aşkı tanımlıyorlardı.
*****
Geceye karışan sigara dumanı rüzgarın etkisiyle özgürce uçuyordu, karanlığın eşliğinde sadece açık bir pencerenin bulunması ve oradan içeriye Sinem sarı ışıklar ayaklarının tamda önüne işliyordu.
Dert insanın bedenine yapışan bir yaz sıcağı gibidir, gitmesi için günlerin ayların gelmesi gerekti. Kuzgun kendi derdini bir sigara dumanı ile söndürebiliyordu. Dumanı her üflediğinde rahatladığını hissediyordu; belkide öyle hissetmek istediği için bunu yapıyordu kendine. İnsanoğlu ne yaparsa kendine yapar tabiri gerçektir: zamanı zaman elimizden çalar, her şey yerinde güzeldir tabiride yalandır, her şey erkenken güzeldir.
Kuzgun üzeri çıplak bir şekilde duruyordu, altında gri eşofmanla önündeki şekersiz çayı içiyordu, arada o hissetmeden kendi kendine dudakları nefesler veriyordu sanki derinlikte bir yerde ahlar çekiyordu da o hissetmiyordu.
Kapının çalması onun odağını değiştirmişti, kafasını geriye atıp parmak arasındaki sigarayı sıkıca tutmuştu. Kapı tekrardan bir iki kere tıklandı, zemin kattı evi ayağa kalkmak istedi, oturmuş olduğu tekli koltuktan doğrulup elindeki sigarayı küllüğe bırakıp yatağın üzerinde atılı olan kısa kolu tişörtünü giyip sırt kısmını düzeltti, sırtından zor geçiyordu ama beline rahatça geliyordu.
Kapıya yönelip kimin olduğuna bakmadan, umursamadan açmıştı.
Karşısında beliren bir bir adamla Kala kalmıştı öylece. Kim olduğunu tahmin ediyordu, uzun boylu iri yapılı kumrala yakın saçlarından farklı olan siyah çatık kasları olan bir adamdı, hafif sakalı duruşu ile estetik görünümlü bir yüze sahipti, saçları alnına düşmüş bakışları ise Kuzgun'a.
Kuzgun her zaman ki bakışlarını yüzünü işleyip dudaklarını ıslatıp bekledi.
Adam konuştu, "Beni arıyorsun?"
"Seni arıyorum." Kuzgun etrafa bakınırken adam konuştu.
Bu adam oydu Gökalp Gönük.
"Depoda konuşuruz. Takip et." demişti.
Kuzgun çatık kaşlar ile hâlâ bakıyordu, eve girip montunu ve yarım bırakmış olduğu sigara ve sigara paketini almıştı, ayağına spor beyaz ayakkabıları geçirip kapısını kapatmıştı Gökalp ile aynı hizaya gelip karşı yolun tarafında bulunan arabaya doğru ilerlediler.
Arabaya binerken sürücü koltuğunda bulunan Dinçer'e bakma gereğinde bulundu Kuzgun.
Dinçer sessizce arabayı kullanıp bulundukları konumdan uzaklaşıp; sessiz, tenha ve geniş bir sokağın sonunda bulunan oto yıkamaya giriş yapmıştı. Kuzgun arabanın durması ile arabadan inip ışıkları açılan oto yıkamaya baktı. Sağ tarafta yukarıya doğru çıkan demirden bir merdiven vardı başını yukarı kaldırdığında karşıda açık alana denk geldi. Balkon gibiydi ama pek bir şey gözükmüyordu. Orta yerin ilerisinde duran dört motora baktı. İki tanesi siyah biri beyaz diğeri ise lacivert tonlarında bir motordu. Geniş olan yere göz gezdirmeye devam etti, solda duvara modife edilmiş araba yıkama hortumu bulunuyordu, hem motorların sağ tarafında tamir aletleri gereçler ve bir yanında ise lavaboya açılan bir kapı.
Dinçer yukarıya çıkarken Gökalp muhtarların yanında bulunan koltuklardan birine oturup bakışlarını Kuzgun'a çevirdi.
"Ne istiyorsun Kuzgun?" diye sordu sakin ve yavaş bir ses tonuyla.
"Herşeyi biliyorsun, benim hedefim Yaman Durkan."
Bu adı aldığında Gökalp'in çene hatları sanki öfkeden titremiş gibiydi, bunu fark eden Kuzgun susmayı değil konuşmayı seçti. Bir kaç adım atıp çaprazında ki kahverengi kırmızı koltuğa oturdu, sırtını geriye yaslayıp konuştu.
"Benim bu görevde olduğum kulağına gelmiştir, kimden geldiği umrumda değil. Odak noktam Yaman ve onun devlete karşı işlediği derin suçlar."
"Ona dair hiç bir iz bulamazsın." demişti Gökalp kollarını dizine yaslayıp Kuzgun'a sertçe bakarken.
"Denemeden bilemezsin." diye cevap verdi Kuzgun.
Gökalp başını öne eğip derin bir nefes almıştı omuzlarını kaldırıp geriye doğru yaslandı.
"Yanında sakladığı bir adam var. Terörle ilgilenen bir Meksikalı, uyuşturucuya özendiren mal taşıyıp ihracat yapan biri. Meksika devleti o adamı Türkiye'den istiyor, ama ona ulaşabilmek zor. Yaman onu kendisiymiş gibi koruyor."
Gökalp kısık gözlerile baktı, "Ya kendisiyse, eğer saklıyorsa ona çok şey kazandırıyor demektir... Yaman yanında zor adam tutar. Kendi menfaatleri için herşeyi yapar, kimseyi bu kadar korumaz."
"Eğer mirasçı olarak çıkarsan-"
"Yapamam." diye lafını kesti Kuzgun'un Gökalp. "Benim o mirasa hakkım kalmadı."
"Sebep, onlar sana acımadı gözlerinin önünde ailenin ölümünü izlettikleri için kendini mi suçlu buluyorsun." Kuzgun acımasızca konuşuyordu.
Gökalp'in zaafı olan ailesiydi, Kuzgun bunu öğrenmiş ve acımadan vurgu yapıyordu.
"Bilemezsin."
"Arkamda neden bir kız çocuğu bıraktın. İntikam ateşinde yanıp tutuşmanı beklerken korkun ile karşı karşıya kalıyorum şuan."
Gökalp kasları çatık bir şekilde izledi. Ne demek istediğini bilmiyordu, Dinçer'in merdivenden inişi ile Kuzgun'un bakışı Dinçer'e kaydı.
"Üzgünüm." demişti Dinçer. "Güzay'ın yaşadığını söyleseydim sakinliğini koruyamazdın."
Burada bir tek Gökalp değil Kuzgun'da şaşırmıştı, insan hiç kendi kanından olan birinin yaşadığını bilmez mi? Gökalp bilmiyordu. Kuzgun çatık kaşları ve ifadesiz yüzü ile bakıyordu yüzünde kaşından başka bir yeri oynamamıştı. Hayat acımasızca canlarını acıtmaya devam ediyordu ama herşeyin bir sonu olduğu gibi bununda bir sonu vardı, dediğimiz gibi yaşanacak olaylar zamanın şaşmazdı.
Gökalp ayağa kalkıp Dinçer'e takılı kalan gözlerini sakin bir edada olan Kuzgun'a çevirdi.
"Korku ateşinde kimin için yanayım ben diye yıllarca düşünüyordum. Geride kimsem kalmadı..." Gökalp başını öne eğip derin bir nefes verdi.
Kuzgun ayağa kalkıp gerilen ortamın sessizliğini bozma gereğinde bulundu. "Ben bir askerim adım görev bitene kadar Kuzgun, aile saadetiniz beni ilgilendirmez. Benimle Yaman'ın o altın tahtını yok etmeye davet ediyorum."
Gökalp öfkeden kızarmış olan yüzü ve boynumda yerinden kopmaya yakın olan damarı ile Kuzgun'a baktı.
"Bana sadece ne yapmam gerektiğini ve neye ihtiyacın olduğunu söyle." Sesi boğazının en derininden çıkmıştı.
Kuzgun bunu bekler gibi başını dikçe tutup arkada bulunan Dinçer'e odaklanmadan konuştu.
"Yaman'ın devlet ve halk üzerindeki etkisini duymak istemese de illa ki duymuşsundur," Gökalp elleri arkada bir şekilde Kuzgun'u dinliyordu. "Devlet üzerinde oturmuş olan adamlara ne kadar para yedirdiğini halk bilmiyor. Bir tek bu değil o paraların ve servetinin nereden geldiğini dâhi bilmiyor."
"Seninde bilmediğin şeyler var," diye lafa girdi Dinçer. "Yurtdışı ticaretlerinin sadece masum olan yüzünü gösterdiğini asıl olanın insan kaçakçılığına da girdiğini kimse bilmiyor. Yaman Durkan'ın yani Gönük ailesine ait olan hastanenin morg bölümünde ailelerin izni olmadan kalp ve böbrek alımını gerçekleşiyor."
Kuzgun bunu bekliyor gibiydi, Yaman Durkan'ın daha nasıl bir pislik olduğunu bilmiyordu. Halkın gözünü boyamış bir iş adamı görünümüne sahip biriydi. İnsan oğlunun önüne ne biçimde değer koyarsan sana aynı değeri verir, sadece yabancı olman gerekiyor. Tanıdığının ne mal olduğunu bildiğin için değeri ölçü ile verebiliyorsun. Yaman ile halk arasında böyle bir bağ vardı, herkes onun yardım sever yüzünü biliyordu ve ona göre davranıyorlardı.
"Benim sadece bir kez de olsa Yaman Durkan'ın yüzünü canlı görmem gerek." Kuzgun kendinden emince konuşmuştu.
Gökalp'in bakışları Dinçer'e değdi. Dinçer dudaklarını ıslatıp, gözlüğünün üzerine düşen sarı saçlarını geriye atıp konuştu. "Yakında bir üniversiteye konuşma olarak konuk olacak." demişti.
Kuzgun kaslarını havaya kaldırıp dudak büzmüştü. Dinçer'in Gökalp'ten mi daha çok bilgisi vardı yoksa Gökalp konuşma taraftarı değil miydi?
"Hakimsin Yaman Durkan'a."
"Zorundalık. Gazete severim sana da öneririm Kuzgun."
"Güzay nerede kalıyor?" diye sordu bunu beklemeyen Kuzgun'a Gökalp.
"Adı Elzem, Avukat kendisi, Avukat Elzem Yıldırım," demişti isminin üzerine ekstra basarak. "Evine mi gitmek istiyorsun."
"Beni ona götür Kuzgun."
Kuzgun çatık kaşlarla kapıya doğru baktı, saat geç olmuş Elzem uyuyor mu yoksa dertlerine sessizlik eşliğinde derman mı buluyordu? Belki de şuan kafa bulmak için davaları ile ilgileniyor diye düşünüyordu Kuzgun. Ya da günün yorgunluğu ile kendini uykuya vermiştir.
"Güneşin doğuşunu bekle."
"Ben var olduğum sürece güneşi beklemedim, bana güneş hiç doğmadı. Şimdi beni ona götür." Kuzgun emir almaktan nefret ederdi, kendi timinde bile onun bir üst rütbesi en yakın arkadaşıydı.
Kendini geniş ve uzun koltuğa bırakıp uzanmıştı elini basının altına koyup gözlerini kapadı. "Sabah yedi uygundur benim için." demişti sessizce.
Gökalp Dinçer'e Dinçer Gökalp'e bakıp durdu, Dinçer kollarını havaya kaldırıp geriye doğru çekildi. Merdivenlerden yukarıda bulunan iki odadan birine girmişti. Gökalp kolundaki saate bakıp derin bir nefes aldı. Saat üçü buluyordu. Sessizce cebinden bir paket çıkarıp oda Kuzgun misali dertlerine yaktı. Bilmiyordu, belki de hâlâ o küçük Gökalp'ti, herşeyden habersiz masum bir çocuk vardır belki içinde, öylece oturmuş ölümü bekleyen bir çocuk.
*****
Sessizlik içinde boğulmak istemiyordum, yeteri kadar sorular çoğalmış ve sessizce o soruların bir ip gibi çözülmesini bekliyordum, ipin hangi ucunu tutarsan benim için çözüm yolu olurdu onu bile hâlâ bilmiyordum.
Telefonda yüksek sesle çalan Demet Akalın'dan afedersin benim kafamı dağıtmaya yetmiyordu ama dilimde dönen sözleri ile dikkatim bir ihtimal dağılıyor gibiydi.
"... Aramızda herşey bitti ayılalım diyen sen değil miydin?... Ben ağlarken utanmadan, arkanı dönüp giden sen değil miydin?..."
Başım otomatikmen öne ve geriye hafifçe şarkının ritmi ile oynatırken elim: amcasını öldürme suçu ile suçlanan müvekkilimin dosyalarına gitti.
"Hayırdır ne oldu pişman mısın? Bir gece ansızın kapımdasın..." Demet Akalın'ın bir zamanlar pop kraliçe olması aklıma geldikçe zamanı geriye sarmak istiyordum. Demet ablam şuan bir pop müziği yapsa piyasa sallanır mıydı?
Evet bahsettiğim de buydu müzik açıkken aklımda bulunan düşünceler yok oluyor hiç düşünmemem gereken en saçma olanakları ortaya atıyordum ve bunlar üzerinde teoriler kuruyordum.
Dosyayı tekrar okurken müvekkilimin arsa hakkında söylediği cümleyi tekrar okudum.
"Arsaya dedem küçük bir sandık gömmüş, arsa kime kalırsa o sandığı o alır, sandıkta dedemin ve nenemin biriktirdiği altınlar var.. Arsada dedemle ilgilenen amcama kalacaktı bu yüzden onu biri öldürdü ben değil. Ben arsayı bile istemiyorum."
Müvekkilimin babası yıllar önce bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti, üç erkek kardeşten biri trafik kazasında hayatının kaybetti geriye bir ölü amca ve sağ amca kalıyordu.
Olay yerine gittiğimde amca yani Kemal kendini öldürmüş bir vaziyette elinde bir bıçak vardı, bıçakta müvekkilimin parmak izi bulunuyordu ama bu iddiayı red ediyordu. Olayları baştan ele alıyorum ve şu çıkarı ortaya atıyorum: herşey gözümün önünde ve benim o küçük delili bulmam gerekti. Baskı ile herkes doğruları döker, aptallar hariç, çünkü en büyük kozu aptallar işler, ve onlar kendilerini aptal gösterip sessizce herkesin gördüğü bir köşeye çekilenlerdi.
Burada Kemal Bey'in erkek kardeşi olan Kazım Dursun Bey ise şunu diyor, "Ağabeyim böyle bir şey yapmaz, o namazında orucunda bir adam ne diye kendi canına kıysın... Ben olay yerinde değildim hanımla o saatte pazara gitmiştim, kanıtımda var pazarın girişinde ve çıkışında kamera var bakabilirsiniz."
Adam doğruyu söylüyordu, kameralara bakındı tam o saat diliminden bir yarım saat önce pazara giriyor ve neredeyse bir saatten fazla pazarda alışveriş yapılıyordu. Bu adamın bir parmağı varsa eğer sadece sözleri vardır, belkide uzaktan haber veriyordu öldüren kişiye.
Demet ablamın şarkılarının tek tek çalıp durmuştu son şarkı olan mucize de bitmişti şarkı kesilmiş ve o parça yankılanmaya başladı... Bende yoluma giderim.
Giderim Sezen abla giderim. Yüzümde hayır diye bağıran bir Elzem vardı şuan, elimi alnıma atıp gözlerimi kapatıp sırtımı dağılmış gibi koltuğun gerisine bıraktım. Bu şarkıyı genelde internetten a içip dinlerdim telefonda duygusal şarkılara yer vermezdim ama Semih kıçından ayrıldığım günden beri bu şarkılara yer veriyordum, aslında bu sadece Semih için geçerli değildi, Bora içinde geçerliydi, belkide Furkan içinde olabilirdi Bora benim lisede ciddi ilişki kuramadığım şahıstı Furkan ise üniversitede ciddi diye düşünüp yol verdiğim ama vermek istemediğim bir Yunan tanrısıydı.
Ben bunları düşünürken diğer parça girmişti kanıma: biliyorsun. Sezen abla kadar yaralımıyım bilemem ama onu bu sesi damarımın içine girip orada bu parçaları söylüyor gibiydi.
"Sende benim kadar gerçekleri görüyorsun beraber olamayız benim gibi biliyorsun..."
"... Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun..." Elimi kalbime koyup öyle bir nefes verdim ki bu nefes evin perdelerini oynatmaya yeterdi sanırım.
Bende acılar içinde kıvranıyorum, aşk içinde bende doğmak istiyorum Sezen abla.
Elime telefonu alıp şarkıyı kapattım. Bu böyle olmazdı ben kendimi dertler ve yalnızlık içinde boğuyordum. Oysa dertleri ve sıkıntıları bir köşeye bir kırmızı ruj ile halleden ben, şimdi tedirginlik içinde o güzel dudaklarıma gece vakti bile ruj süremiyordum. Elzem olmaktan çıktım, o dağ ayısı dünyama girdi gireli yüzümde kan kırmızı ruju mu eksik ediyordum, gece ev mesaisinde bile ruj sürerim ben onu bırak maskelerim odamda ve banyoda Elzem diye çığlıklar atıyordu ve ben onların sesini istemsizce kısmıştım.
Dosyaları düzeltip ayağa kalktım dosyaları komodinin üzerinde bırakıp elimde telefon ile odama gittim. Şuan saat dört ve ben güzellik uykumu almış değildim. Sabah kesinlikle dokuzda uyanacaktım ve bu benim için problem yaratmazdı. Saatimi ayarlayıp yatağa girdim telefonumu sessize alıp sıkıntı bana gelmeden ben uykuya geldim. Gözlerim karanlığın en derinine dalmıştı. Uyku ağır basmıştı düşünceler uçurumdan okyanusa düşmüş ve gözden bir kaç saatliğine kaybolmuştu.
*****
Gün ışığına karşı elimde kahve ile duruyordum dosyaları elime alıp deri siyah çantamı dolaptan çıkarıp kırmızı ruju duraklarıma gelişi güzel ve estetik duracak şekilde sürüp üzerime hafif bir gloss çalıp elimde kahve, çanta ve telefon ile çıktım.
Telefondan gelen mesaj ile bakışlarım telefonun ekranına gitti.
Attığım konuma gelebilir misin?
Kuzgun'du bu, ona hâlâ içimde sebepsiz yere doluydu, attığı mesajın ardından bir konum geldi.
Acaba onu görmezden gelip benimde kendine göre işlerim ama yine de seninle ilgilenmeye çalışıyor imacını verebilir miydin. Kapıya yönelip dolabı açtım kahverengi parlak stiletto ayakkabımı ayağıma geçirip dalgaları saçlarımı iki yanıma hafifçe düşürüp saten ayakkabım ile aynı renkte olan dar kolları bol olan gömleğimin üstünün iliklerini düzeltip kolyemi öne vurgu yapmaya çalıştım.
Dışarının rüzgarlı olduğunu bildiğim için dizime kadar olan siyah kabanımı koluma atıp evden çıktım. Asansörden inip arabaya doğru yol aldım sürücü koltuğuna binip elimdeki herşeyi yan koltuğa bırakıp Kuzgun'a döndüm. Telefondan atığı konuma bakmadan mesaj attım.
Acil mi?
Mesajın gelmesini bekledim saniye dahi sürmemişti.
Acil, seni görmek istiyor.
Beni mi görmek istiyor? Kimden bahsettiğini anlamıştım yüzümdeki ifade değişmişti, kalbim tek bir mesajda yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Ruhum bedenimden ayrılmadan gözlerimi art arda kapatıp açtım. Attığı konumu arabaya yansıtıp sürmeye başladım. Dün gece hangi ipin ucunu çeksem diye düşünüyordum, belkide ipi ucunu çekmek yerine ipin bitişini bulmuşumdur.
Ellerim direksiyona sıkıca tutmuştu, attığı konumun yollarını aşarken onu gördüğümde neyle karşı karşıya kalacağımı dâhi bilmiyordum. Belki de iki yabancı gibi davranırdık birbirimize, belki de elimizden alınan yaşamı kan ve nefret içinde geri alırdık. Kuzgun bana hırslanda gel demişti şuan hırslı biri olarak gidiyordum. Çalınan hayatımı ve geçmişimi geri istiyordum. Adalet ile attığım her adımda Adalet ile alacaktım haklarımı.
Zamanın akışına küfürler savururken hiç bilmediğim tenha bir sokağa gelmiştim konum soğanın sonunu gösteriyordu, arabayı sürüp sonuna vardığımda tanıdığım bir beden ile karşı karşıya kaldım. Arabadan inip bana yaklaşan Adana yaklaştım. Durmuştu, çatık kaşları ve çehresine yapışıp kalan sert bakışları üzerimde gezindi. Elmacık kemiğinin oynadığına şahit olmuştum, ellerini gri eşofmanına koyup yüzünü inceledi, gözleri dudaklarımda durup konuştu.
"Özel bir gün mü?" sesi sessiz, kısıktı ve kalındı.
"Her gün böyleyim, ama sana bir türlü denk getiremedim."
Dudağın yukarı doğru kıvrılıp konuştu, "Bana özel yani bunlar." Gözleri hâlâ dudağımda ve boynumda arsızca asılı kalmıştı, boynumun açıkta kalmasının tek sebebi uzun olan boyu yüzündendi, başımı kaldırıp göz teması kurmam gerekiyordu sonuçta.
İki yana düşen saçlarım rüzgarın sertliği izle uçup açık olan dekoltemi açmıştı. Gözlerim hâlâ onun gözlerinde dururken onun gözleri bu sefer yine arsızca dekolteme gitti ama saniyelik bile değildi. Bakışları tekrar gözüme girdi. Saçları artık uzuyordu bunun yanı sıra şakaları ortaya çıkıyordu siyah saçları ile aynı renkti.
Derin bir nefes verip başını kaldırdı geldiğim sokağın sonuna baktı.
"Ne diyeceğim ben şimdi?" diye sordum.
Kuzgun, "İstediğini sor. Senden haberi yokmuş seni ölü olarak biliyormuş."
"O zaman ne konuşucam!"
"Sen Avukat olduğunu unuttun galiba."
Başımı bir kere sallayıp bekledim, önden ilerleyip oto yıkama yazan levhalı yere girip beni bekledi arkasından ilerleyip girdim. Karşımda motor ve koltuk takımı vardı, hemen merdivenlerden ini adama baktım, bu Dinçer'di. Arkasından inen biri daha vardı. Bu oydu.
Bakışlarım düzdü ve içine kapanık gibiydi. Bana bakan gözleri bedenimi süzüp bir adım arkamda duran Kuzgun'a baktı, tekrar beni bulduğunda boyunun neredeyse Kuzgun kadar olduğunu fark ettim. Yutkunurken başım dikçe doğruldu. Karşımda geçmişim vardı belkide geleceğim. Karşımda kanımdan canımdan biri vardı, ağabeyim. Ama ben onun varlığına alışık değildim.
Boynumda hissettiğim nefesle rahatlamıştım bunu nasıl becermişti bilmiyorum ama sadece varlığı yetmiyor nefesi ve kokusuda gerekmiş bana.
"Hemen kapının önünde olacağım, bir sigara yakıp geliyorum." diyip nefesiyle beraber kokusunuda alıp gitmişti. Ağabeyim Kuzgun'a bakıp durdu, Dinçer'de onun ardından çıkıp gitmişti.
"Elzem..." dedi tok ve kısık sesiyle. "Özür dilerim... Yapamadım, seni koruyamadım."
Başımı iki yana sallayıp, "Beni kimden koruyacaktın...?" Gözlerimin içi onun bu sesi ile ıslanmıştı ama akmasına yine izin vermedim.
"Emanetsin sen bana..." Başını iki yana sallayıp bana yaklaştı. "Ben seni ölü bildim." Gözleri benim aksime ıslanmıştı. Sanki içindeki çocuk konuşuyor gibiydi. Akan yaştan utanır gibi başını öne eğip elinin tersi ile sildi göz yaşını.
Gözlerine baktım içinde çığlıklar atan bir çocuk vardı, kolları arasında tutmuş olduğu bebek ile duruyordu orada. Karanlığa idam edilmiş, hakları elinden alınmış olması gereken konumda var olmayan bir çocuk vardı gözlerinde. O çocuğun gözleri kan içinde duruyordu. Bunu görebiliyordum, bunu hissedebiliyorum.
Durmadım göz yaşım sessizce aktı ona doğru yaklaşıp hiç kimseye güven içinde açmadığım ve sarmadığım kollarımı sardım. Kollarını beni herkesten gizler gibi sarmıştı, ağabeyim. Ben canımdan kanımdan olana kavuşmuştum.
"Ağabeyim..." dedim titreyen sesimle.
"Ailem..." dedi sessizce. "Bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Kanadını kestiler ama dikilmeyeceğini düşünüyorlar. O kanat benim artık, yuvam." Bu sözler o kadar umut vaat ediyordu ki güvenmemek elde değildi.
Saçlarıma buseler kondurup geri çekildi. Elleri yanağıma giderken bileklerinden güç aldım.
"Sadece bana yaslan küçük avukatım." Alnıma Buse kondurup tekrar sarıldı, kalbinin sesini duyuyordum o kadar hızlı atıyordu ki şuan yerinden çıksa şaşmazdım.
Herkes bir gün evine döner tabiri gerçek çıktı. Herkes hak ettiği yuvaya varır. Zafer amcam her hapşırmamda boşuna demiyordu bana hak ettiğin gibi yaşa evlat diye. Bende bir şeyleri hak ediyordum, bende anne babayı hak ediyordum ama onlara ulaşmanın ne kadar zor olduğunu çok küçük yaşta öğrendim. Şimdi ise ağabeyim vardı o bana anne ve baba olacaktı bunu biliyordum.
"Benim hiç bir şeyden haberim yoktu." dedim ondan ayrılıp göz yaşımı silip ona bakarak.
Elimden tutup beni koltuğa otuturup konuştu.
"Biliyorum, masum bir melek gibi girdim sen bizim ateşten yaratılan ailemize," Yüzümü incelerken kendini toparlar gibi elleri ile yüzünü sıvazladı. "Sen benim hayatımda masum olan tek kişisin. Bu görevin içinde olmanı istemiyorum Güzay."
Son kelimesine anlamadan kaşlarımı çattım.
Açıklama yapma gereğinde bulundu ağabeyim. "Annem sana Güzay ismini verdi. Hastanede sen benim kucağımdaydın, sonbaharda doğdun annemin en sevdiği mevsim sonbahar... Ona yakışan bir isim koydu."
"Sonbahar ayı." diye lafını kestim yere dalıp giden bakışlarım ile.
Başını salladı ağabeyim.
"İstersen Elzem'de derim ama-"
Lafını yine kestim, bu konuşma beni ağlatacaktı ki öylede oldu, "İstediğini de ağabeyim." dedim gözümden akan yaşı silerken.
Tüm odağımı içeriye giren Kuzgun'a çevirdim, elleri eşofmanından çıkarıp bana ve ağabeyime baktı.
Ağabeyim ayağa kalkıp Kuzgun'a yaklaştı. "Onu bu görevin içerisinde görmek istemiyorum."
"Onun görevi sadece sana kavuşmaktı." dedi kendinden emince konuşarak.
"Benimde hakkım," Ayağa kalkıp bir adım öne attım kendimi. "Onların yıkılışını izlemek benimde hakkım."
İkisi bir yandan, "Olmaz." demişti.
Bunu beklemeyen ben çatık kaşlar eşliğinde Kuzgun'a baktım.
"Neden. Sizin gibi güçlü değil diye mi?"
Kuzgun derin bir nefes alıp etrafa bakındı evet demekten kaçınıyor gibiydi.
Ağabeyim onun yerine konuştu. "Dediğim gibi sen benim hayatımda en masum kişisin. Seni o adamın varlığı ile kirletemem."
"O adamın varlığı bize zaten kirletmiş, sadece bunun farkına geç vardık o kadar." Sesim tok ve kendinden emindi.
Bu konuda ciddiyim, Yaman Durkan'ı batırmak ve dünyaya gerçek yüzünü sunmak benimde hakkımda.
"Karşında bir avukat var." dedim dik duruşumu öne vurarak.
"Bakma öyle küçük bir şey olduğuna ringe gece vakti insanların arasından beni bulmaya geldi. Onu aradığımda kardeşiyle sokak sokak olimpiyatçı gibi koşuyordu."
Kuzgun'a çatık ve saçma bir bakış attım, bakışlarım ne alaka der gibi baktı.
Gökalp, "Kardeşi derken?"
"Sen görüldüğü gibi bir adam değilsin, niye beni küçük kardeş gibi ispiyonluyorsun. Aşırı saçma bir muhabbet içerisindeyiz." dedim tek Kasım havada bir şekilde.
Dinçer'in içeriye girmesi sonucu ağabeyim soruyu tekrar sordu. "Kardeşin kim?" dedi sakin bir ses tonuyla.
"Büyüdüğüm yerin öksüz çocukları. Benimle büyüdüler abla oldum kardeş oldular." Dert oldular sıkıntı oldular demek vardı ama haklarını şuan yiyemem.
Başını iki yana sallayıp derin bir nefes verdi.
"Çınar hâlâ gelmedi." demişti Dinçer elindeki saat dilimini incelerken.
"5 dakikası var daha." dedi ağabeyim.
Dinçer ikisinin arasında düz bakışlı mimikleri nadiren oynayan ve bilgili gibi duruyordu, konuşarak çözüm bulan o adam Dinçer'di, kavga ile çözüm bulan ikisi Kuzgun ve ağabeyimdi.
Kimden bahsettiklerini ne ben ne de Kuzgun anlamıştı bakışları bana değdi. Tekrardan beni süzüp bir kaç adım atıp yaklaştı, yine havadan bakıp durdu. Ağabeyim bizi sorar gözlerle incelerken bakışlarını çevirip ellerini geride birleştirip bir kaç adım ilerledi. Gözlerim onun sert kehribanlarında dolaştı.
"Yanakların kızarmış. Her göz yaşında böyle mi oluyor bunlar." demişti sesinde değişiklik sezmiştim. İçimde bir şeyler yerinden kıpırdıyordu. Bu adam benim hayatımın düzenin değil içimdeki organların düzeyini de bozacak gibiydi.
Bölüm sonu umarım beğenmişsinizdir. Asıl olaylar bu bölümden sonra başlıyor. Geçmişin sayfaları tek tek açılacak.
🍁🔥🍁
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |