
6.Bölüm/ Nefes sesi
Gözlerim kaydı, önünden çekilip kolu koluma değerken ondan uzaklaştım, ağabeyime yaklaşıp konuştum.
"Benim bir davam var onunla ilgilenmem lazım şuan. Sonra görüşürüz... Abi." dedim.
Elini koluma atıp, "Dikkat et." diyip bakışlarını benden çekip Kuzgun'a baktı. Kuzgun'un bakışları bendeydi kısık gözleri abime dönüp durdu.
Önüme döndüm ilerledim. Arabama doğru ilerlerken düne kadar karnımda sadece kelebekli makarna oluyor zannediyordum lakin abime kavuşma hissi içinde mutluluk hissini yaşıyordum, iliklerime kadar mutlu ve heyecanlıydım. Sadece duvarlara yaslanan sırtım şuan ona yaslı olacaktı, onunki de bana.
Arabamın kapısını açacağım an ileriden tenha sokağı inleten motorcu ile durdum. Oto yıkamaya girmişti ama boş verip arabama bindim.
Arabayı çalıştıracağım an Kuzgun'u bana arabaya doğru yaklaştığını gördüm, durup onu bekledim. Gözleri benim üzerimde bir şekilde gelip arabanın kapısını açıp bedenini arabaya sokup oturmuştu.
"Beni bir yerde indirebilirsin diye umuyorum." diyip bekledi.
Gözlerim giymiş olduğu gri eşofmana ve kısa kollu siyah tişörtüne takıldı.
"Sen buraya bu şekilde mi geldin?" diye sordum kaşlarım havada bir şekilde onun vereceği cevabı bekliyordu.
"Sevgili abiciğin dün gece beni evimden kaçırdı."
Onun bu cevabı ile başımı aşağı yukarı kabullenir gibi salladım. Önüme yavaşça dönüp arabayı çalıştırdım. Bulunduğumuz sokaktan çıkarken sessizliği bozan yine ben oldum.
"Kemerini tak lütfen beni tedirgin ediyorsun." Bakışlarım onda değildi ama kemerini takmadığının farkındaydım.
İkiletmedi kemerini takıp geriye daha da yaslandı, bulunmuş olduğu konum onun için hiç rahat değildi bunun farkında olmam normal değildi çünkü omuzları durmadan rahat bir konum arıyordu.
Sessizlik o varken tedirginlik demekti bana göre. Konuşmak istedim ama soracak sorum yoktu ya da vardır ama benim üzerime gelen bu tedirginlik hissi ile oluşan kaybolma akışı ortaya çıkmıştı.
Kırmızı ışıkta durmuştum, ellerim önüme gelen saç tellerine gitti geriye atıp elimi boynuma ve kafes girintime indirip yavaşça okşadım. Derin bir nefes verirken onun bakışlarının bende olduğunu fark ettim. Bakmadım dudaklarımı ıslatıp ışıklara baktım, sarı ve yeşil. Gaza basıp ilerlemeye devam ettim.
"Seni nereye bırakayım şimdi?" diye sordum sesim profesyonel bir şekilde normal hâlini alırken. "İstersen evine kadar bırakabilirim."
Eli arabanın konum göstergesine gitti konumu ayarlarken ben arabanın hızını yavaşlatıp açtığı konuma baktım.
Omzunun üzerinden ona baktığımda sert bakışları yolu tarıyordu düz burnu ve sert çenesi gözüme çarpmadı değildi, alt dudağımı yalayıp önüme baktım.
"Dün bana sınırlı gibiydin?" diye sordum yine içim sessizlikten kaçınmak isteyerek.
Kuzgun'un bana döndüğünü hissettim. Ona bakıyordum yola bakıyordum.
"Dün öyle oldu biraz."
"Neden ki? Yani yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Senden mesaj gelmedi bende sana korktum." diye kendimi net ve çekinmeyerek açıklarken.
"Herkes benim sessizliğimden korkar. Korkmaman normal."
Kaşlarım havaya kalktı dudaklarımı öne doğru büzüp başımı salladım. Kendini iyi tanımıyor olsa bu kadar net konuşamazdı. Kendi gücünün farkında birisiydi Kuzgun.
Sessizliğim çökmesine izin verdim. Ruhumda sert rüzgarların dinmesinin tek sebebi onun varlığıydı. Bu ne kadar tuhaf gelse de içimin sıkıntılarını dindiriyordu, sormadım soruşturmadım sessiz kaldım.
Konum uzağı göstermiyordu, 5 dakikalık bir mesafe kalmıştı. Onu hâlâ çözmüş değildim, onun hakkında herşeyi bilme isteğini dindirmek çok zordu. Kimseyi bu kadar iyi tanımak ve geçmişini araştırmak istemezdim üstüne üstlük bir Avukat olarak.
*****
Gülüşler hep gizli bir sığınak gibidir, o sığınağı bir tek gülüşü derin insanlar görebilir. Geçmişin acımasızlığı kahkahalar ile gizlenir. Acılarını dile getirenle derinliklerde saklayan insan arasında çok fark vardı.
"Sessiz ol lütfen ya!" Azarlarmış gibi konuştu Sinem. Eli ile Berat'ın omzundan itip merdivenlerden aşağı doğru yönlendirdi. "Annem seni görürse kızar demedim mi sana dışarıda bekle mesaj at girme içeriye diye."
Berat Sinem'in tedirgin ve öfkeli hallerine bakıp bir çıkar çıkarmaya çalıştı ama bulamadı gözleri onun yüzünde dolaştı, dolgun dudakları tedirgince ısırıp yukarıya evlerinin penceresine baktı.
Berat başını eğip Sinem'e göz kırpıp, "Noluyo? Ne bu haller. Ananla tanışacaktım."
"Şuan bunun sırası mı cidden Berat." Sinem Berat'a kaşlarını çatıp, "Anan ne be ayrıca? Bozuldu senin devreler yine."
"Tamam sakin olalım, sonra anneciğim ile tanışrım." demişti Berat kolunu Sinem'in omzuna atarak.
Sinem göz devirirken içindeki derin korkuyu def etmek istedi. Kendini Berat'ın yanında güvende hissediyormuş gibi geliyordu ona. Berat güven yuvası oda o yuvanın dış dünyadan korunan kedisi gibiydi. Sinem'in hissiyatları derindi gözleri Berat'ı bulunca göz bebekleri büyüyor ama bunu Berat belli etirmiyordu, şımarıp yüz almasını istemiyordu, çünkü şımarıp korkusuzca dilediğini yapıyordu ve bu erkeklerin temelinde bulunuyordu. Sinem erkekler hakkında çoğu bilgiyi biliyordu, nereden bildiği ise önemsizdi. Ölü bir babamdan geriye kalan yıkılmış bir anne ve ne kadar ışık bulunursa bulunsun ne kadar mum yakılırsa yakılsın, karanlıkta ve derin çamurlu çukurda kalmış bir kız çocuğu. Acıları kimse dindiremezdi, hayatlarına ne kadar insan alsalarda acı hep yerinde kalırdı. Kalır ve seyre dururdu.
"Yiğit'e kız mı ayarlasak." dedi durduk yere Berat.
Yağmur sonbaharın habercisi misali akıtmaya başladı, Berat Sinem'in başına montunun şapkasını geçirip gülümsedi. Sinem önüne dönüp asfaltı kenarında yürümeye devam etti.
"Romantik biriyim değil mi?" Berat'ın yüzünde zarif bir sırıtış vardı.
"Öylesin öylesin." Sinem Berat'ın elini tutup küçük bir kahkaha atmıştı.
"Herhalde, ciddiyim bu arada dörtlü date yaparız Yiğit'e ayarlayalım ha?" Berat hevesli bir şekilde Sinem'e ve yola bakıp duruyordu.
"Sanmıyorum Yiğit kendi hâlinde mutlu karışmasak daha iyi."
"Öyle mi diyorsun."
Sinem, "Bakarız ya aklıma ona uygun biri gelirse."
Berat Yiğit'ten habersiz hayal içinde sevinirken konuştu, "Ablam galiba Volkan abiyle çıkıyor gibi."
Sinem, "O kim?"
"Savcı, Volkan abi arabasını ödünç aldım sonra onu bizim eve yemeğe davet ettim."
"He, herhangi bir yakınlığa şahitlik etmediysen sus bence." Sinem haklılık içeisinde konuştu.
Berat dudak büzüp, "Semih'ten sonra toparlanmasını sağlayan bir yöntem var oda yeni birisinin ona değer vermesi," dedi ve devam etti, "İnsan değer kazandıkça geçmişini unutur."
Sinem Berat'a bir kaç saniye bakıp önüne döndü.
"Sanmıyorum, sadece bir dolaba oyuncağını gelen çocuklardan saklıyormuşta sonra onlar gidince tekrar o oyunca alıyormuşuz gibidir geçmiş."
Berat ağzını şaşkınlıkla açıp, "Bunu Twitter'a atıcam, aşkım ne bu söz dedenin günlüğü den falan mı?"
Sinem ağız büküp, "Çok mu komik bence gayet güzel bir benzetme."
Berat, "Senin şu iki dudak aranda çıkan bir küfür bile mükemmeldir benim için."
Sinem'in derin nefesleri sessizdi ama hissedilirdi, Berat ona göz ucuyla bakıp gülümsüyordu. Sinem kendi işine giderken Berat'ta kendi çalışmış olduğu lokantaya gidecekti. Aradan zaman geçmiş Sinem'in çalışmış olduğu yere varmıştı.
"Tamam hadi geç oldu git sen artık." Sinem kollarını Berat'a sarıp gözlerini kapatıp sanki güvenli bir sığınağa girmiş gibi derin bir nefes alıp vermişti.
"Seni çok ama çok seviyorum. Akşam gelip seni yine alırım olur mu?" Berat sarılmaya karşılık verirken Sinem'in uzun saçlarını okşayıp kokusunu içine çekmişti.
"Olur tamam."
Sinem kollarını çekip kafeye girmişti. Berat ellerini siyah kot pantolonunu içine koyup dinen yağmur eşliğinde ilerliyordu. Hava alnına düşen saç tellerini geriye doğru savururken karnındaki kelebeklerin artık uçuşuna alışmış ve bu hissi hep sadece huzur bulduğu yerde, Sinem'in yanına yaşasın istiyordu.
Berat küçüktü daha on sekiz yaşını bitirmemiş çapkın bir çocuktu, ama Sinem sanki ona büyü yapmıştı, ne yaptıysa en iyisini yapmıştı Berat'a göre. Aşık değildi her zaman aşkım geçici olduğunu hayatına giren bazı kişilerden görmüştü o Sinem'e sevdalanmıştı hem de en güzel şekilde.
Lokantanın sokağına varmıştı, ilerleyip arka kapıdan giriş yapmıştı, odaya girip üstünü değiştirip beyaz önlüğünü ve beyaz şapkasını takıp mutfağa girmişti. şefin elindeki kırmızı ete bakıp ilerledi.
"Şunları yaprak dilim yap, kerevizi rendele hazırla özel bir misafirimiz geliyor bugün diğer günlerden daha fazla tempo bekliyorum sizden. Hadi hadi." Şef gözleri kısık ve r şekilde herkesi kontrol ederken tavaya yağı döküp ince rendelenmiş havuçları içine dökmüştü.
Berat kırmızı eti yaprak misali kesip tahtanın üzerine koymuştu. Kerevizi rendeleyip bir tabağa koyarken ellerini mendille silip tavayı çıkarıp yağlamıştı.
Mutfağın odağında dış dünyayı unutuyordu, eline aldığı her sebze ve meyveyi dikkatle kullanıyordu, geleceği bunlardan ibaret olsun istiyordu mutfak ve restoran onun evi ve oraya neşelendiren de Sinem olsun istiyordu.
Yağ seslerinin tavada yankılanması, tahtada bıçağın sertliği tüm odak burasıydı, Berat'a göre burası bir tablodan farksızdı.
Tabakları hazırlarken şefin beklediği misafir gelmişti Berat servis alanına geçip tabağı tepsiye koyup ilerledi. Siyah ve haki yeşilin yoğunluğu ile kullanılmış bir restorandı burası. Masalar parlak siyah sandalyeler ise bordu ve haki yeşiliydi.
Vip masasına doğru ilerleyip oturan kadına ve adama baktı. Kadınnın gözleri masada duruyordu adam ise ona Kısık gözlerle bakıyordu.
"Konuşmayacak mısın?" Berat'ın kulakları adamım sözlerini işitiyordu, göz ucuyla adama baktığında inek gibi yalanmış saçları ve ince dudaklarına takıldı.
"Yemek yiyip gitmek istiyorum." Kadın görünümlü ama sesi genç bir kız gibi nazil ve narin çıkmıştı.
Berat kırmızı şarapları doldururken istemsizce konuşmalarına şahitlik ediyordu. İstemese bile umursamamaya çalışsa bile kulakları duyuyor ve işitiyordu.
"Bu ortaklık için çok güzel bir anlaşma olacak biliyorsun değildi. Evlilik herşeyi çözer."
Kadar başını kaldırıp derin bir nefes vermişti Berat'ın bunu duymam imkanı yoktu.
Berat boş verip kadına gitmeden önce son kez bakarken, kumlar saçları ve hoşnut olmayan bir yüz ifadesi ile karşı karşıya kalmıştı, kadının bebek gibi yüzüne çatık kaşları ile baktı. Evlilikten razı değildi Berat bunu anladı yine boş verip mutfak alanına ilerledi.
Bir adım arkadan gelen iş arkadaşı yanına yaklaşıp konuştu, "Ünlü iş adamının kızı, çok güzel değil mi?"
"Evliyim ben kardeşim." diyip elini iman dolu bir şekilde göğsüne götürdü.
"Helal kardeşime." diyerek omzuna vurmuştu.
Berat diğer masalara istek yemeklerini götürürken dışarının ve içlerinin arasındaki hava farkını hissetmişti, gelirken bedeni üşümüştü şimdi ise bedeni sıcaktı.
Aradan zaman geçiyor yemekler yapılıyor listelere tikler atılıyor, biten listeler çöpe giderken Berat yeni masa isteklerini hazırlıyor. Tabakları hazirlayıp peçeteyle kenarlarını temizleyip servis için eline aldı ilerleyip mutfaktan çıkıp servis edeceği masaya yöneldi.
"Afiyet olsun."
Tabakları bırakıp doğruldu geriye gidip ilerledi, etrafa bakınırken gözüne kadın çarptı adam elini zorla tutuyor gibiydi kadın elini sertçe çekerken Berat mutfak kapısına varmış öylece durup bakışlarını istemsizce de olsa içindeki hissiyatın etkisi ile kadının ve adamın üzerine bıraktı.
Kadının ayağa kalkıp çantasını elinde alması ile adamın onun kolundan tutması bir oldu. Kadın sertçe kolunu çekip hiç bir şey demeden ilerlemişti.
Berat boş bir ifade ile mutfağa girip işine odaklandı. Aralarında olan mesela her neyse onu ilgilendirmezdi, ama merakına yenik düşmüştü ve onları izlemişti. Kadının tedirgin bakışları adamım ise kendini beğenmiş tavrı ortamda dikkat çekilmeyecek gibi değildi.
*****
Uçan bir yaprağın görünümü insanlar için mükemmel bir doğa olayıdır, oysa uçan bir yaprak: solmuş ölüme rüzgarlar eşliğinde gidiyordur. Elindeki silahın mermisini kontrol edip silahı dolabında bulunan elbiselerin en altına koymuştu. Siyah pantolunun kemerini takıp siyah botlarını giyip çıkmıştı Kuzgun.
Arabası ile Gökalp'in yanına giderken, aklında o köşk vardı, oraya girmesi gerekti, içeriye muhbir sokmalıydı ama nasıl. Gökalp'in oraya girmesi hakkında bir kaç fikri vardı Kuzgun Yaman'ın ticari gemilerini bulması gerekti, her sonbaharın girişinde ticaret yaptığı bilgisine sahipti.
Koluna takmış olduğu saate bakıp, saat üçü buluyordu. Gökalp'im attığı konuma yaklaşmıştı, arabayı park edip inmişti, hava lnun kadar sert değildi, üşütmüyordu bedenini, üzerinde sadece siyah bir kazak bulunuyordu, bedenin istanbulun sert rüzgarlarından koruyordu. Parkın içerisinde bulunan insanlara bakmadı gözü sadece parkta oturan Gökalp'e değmişti.
Karşıdaki köşke baktı. Çok uzakta duruyordu ama göze batmayacak kadarda yakın gibiydi.
"Şu köşke girmenin yolu yok," dedi Gökalp yanına oturan Kuzgun'u beklemeden. "Ama içeriden birini düşman olarak salabilirsin."
Kuzgun köşkü inceledi. Bakışları zihniyle beraber o köşkte dolaştı. Gökalp derin derin dalmıştı evine. Herkes susmuş sadece köşkte onun ailesinin sesi vardı. Duvarları sanki koridorları gösteriyor gibiydi, uzakta değil hemen dizinin dibinde gibiydi bu köşk. Hiç gelmedi buraya , yanından bile geçmedi, geçemedi. Anıları kahkahaları aklına geldi annesinin onu kovaladığı koridorları bahçede hortumla annesine su tutuşunu, babasının onu sırtına alıp koşuşunu annesi ve babasının arasında uykuya dalışı. Oysa Gökalp bu anıların hepsini gömmüş bir daha da zihninde inlemelerine izin vermemişti. Ne bir kahkaha ne bir gülümseyen yüz, hiç bir şekilde zihnine getirmiyordu.
Gökalp sessizce inlerdi, derin bir kuyuda üstü kapalı bir şekilde inler, ahlar ama yinede göstermez, sessizliği onun en büyük acısına eşlik ediyordu. Bedeni yere düşmek için çok denedi ama içindeki uyunık çocuk buna bir türlü izin vermiyordu Gökalp ölümü bekleyen bir yaşantı gibiydi, yaralı bir küşün bir köşede gözlerinin kapanmasını beklemesi gibi. O cennetten çıkarılmış ve cehenneme sürüklenen bir çocuktu. Bunu kabul etti kendisi cehennemin çocuğu gibi cehennemden çıkmayan bir çocuk. Tek tek kayıplar yaşayan yüreğinde umut diye bir tanecik beslemeyen bir çocuktu o ve hâlâ da öyle.
Kuzgun onun bakışlarının farkındaydı, sessizliği bozmak ismedi geçmişi zihninde bir tiyatro misali oynamasına izin verdi, Gökalp'in gözleri ateş gibiydi kırpılmıyor tek hizası o köşktü. Başını önüne eğip yutkundu, doğrulup tekrar baktı, ama bu sefer konuştu, sessiliği yok etti, etmesi gerekti de.
"Yaman'ın bir kızı var. Bir de çok güvendiği bir adamı. Kızını hiç görmedim ne magazin dünyasında ne gerçek hayatta," Gökalp onlara dair bir anılma dâhi istemiyordu hayatında, onların oksijenden bile nefret edebilecek bir acı yaşatmışlardı ona. "Adamına kendi adı gibi güvenir, Dinçer onun her cumartesi günü huzurevine gittiğini söyledi."
Hafif bir gülüş ile, "Dinçer bunları nereden ezberlemiş, içlerine falan mı sızdı." diyerek alay etmişti Kuzgun.
"Biz beraber büyüdük, ondan başka kimseye anlatmadım onları. Küçüktüm bilemedim anlattım."
Kuzgun dudak büzüp başını salladı.
"O adama ulaşabilirsin yarın Durkan'ın üniversitede konuşması var, oraya git. İlk gözüne çarpan adamı olacak." Gökalp'in sesi düzdü. Konuşmayı kesip kollarını birleştirip köşkü ateş misali izliyordu.
"Peki ya o kızı. Ona ulaşırsam bize katkısı olamaz mı?"
"Babasını mı bize satacak, onun nasıl bir sikik olduğunu biliyor mu ki? Bilse bile satmaz babasını."
Kuzgun derin bir nefes verip, "Belki onunda hayatını sadece kendi çıkarları için kullanıyordur."
"Bunu nereden uydurdum. Öyle bir şey yapacağını düşünmüyorum."
"Ağır konuşacağım, kendi abisine kendi babasına kıyan bir adam neden kendi kızına kıyamasın ki?"
Gökalp alt dudağını yalayıp yüreğinde tutulu taşları atar gibi derin bir nefes vermişti.
"Olsa bile kızına nasıl ulaşacaksın."
"Her sokağın bir çıkışı vardır, her evin bir yolu olduğu gibi bununda bir yolu vardır Gökalp."
Kuzgun ayağa kalkıp etrafa baktı. "Savaşa hazır olduğumuzu ona mesaj olarak iletmemiz lazım."
Gökalp hâlâ köşke bakıyordu, beyaz duvarlar gözünde küçük gözüken pencereler ve teras kat oysa onun zihninde ne kadar büyüktü. Sessizce izlemeyi kesmesi gerekti. Ölümü beklemeyi bir köşeye atıp öldürmeden ölmemeyi seçmişti. Umut bazen bir seste olabilirdi: seste bir ışıktır.
Ayağa kalktı Gökalp Kuzgun ile neredeyse aynı boylardaydı, ellerini cebine atıp, "Başlayalım Kuzgun."
Kuzgun bunu bekler gibi dudağının bir köşesi zevkle yukarı kaydı. Başını bir kere sallayıp geriledi, arabasına doğru ilerleyip binmişti Gökalp'te izlemeyi kesip gelmiş olduğu motora yöneldi Kuzgun uzaklaşırken kendisi kaskını takıp motoruna bindi siyah motorunu çalıştırıp hızla gitmişti.
Ölümü bekleyenler, ölümü bekletenlerin yalandan var olan tahtlarından etmeden ölümün asfaltına bile yanaşmayacaklardı.
Kuzgun arabasının nereye süreceğini bilmiyordu, herşey yarından sonra başlayacaktı Yaman Durkan bir savaşa davet edilmiş ve bu savaşta kaybedenin kim olduğunu kimse bilmiyordu, ama Kuzgun'un girdiği her görevde her operasyonda bir şeyler kazanmadan asla geri dönmezdi, ipin ucunda ölüm olacağını bilse dâhi kazanmak için kanlı ipin üzerinde yürüdü o.
Kuzgun nasıl ne ara olduğunu bilmeden kendini hukuk bürosunda bulmuştu, aradan inip binaya doğru ilerledi. İçeriye girdiğinde yine o huysuz kadın ile karşı karşıya kaldı gözlüklerinin üstünden Kuzgun'a bakıp durdu.
"Umarım randevunuz vardır."
"Yok, geldiğimi söylersen beni alır."
Kadın Kuzgun'a küçümser gibi bakıp, "Pardon. Nesiniz siz altından adam mı?"
"Hayır gümüşten, odası ne tarafta."
"Naber Ayten. Benim bir kargom vardı gel mi?" kuzgun yanına gelen adama baktı üstünde bakınca adam kısa gibiydi ama değildi kuzgun ona göre sevdi.
"Geldi Semih Bey buyrun." Semih Ayten'in uzatmış olduğu küçük kutuyu alıp Kuzgun'a baktı.
"Siz kime gelmiştiniz."
"Siz ilgilendirir mi?" diye sakince sordu Kuzgun.
Semih gülümseyerek modunu düşürmemeye çalıştı, başını sallayıp, "Yardımcı olabilirim belki."
"Belkiler... Cut. Gerek yok." Bakışlarını Ayten'e çevirip, "Elzem'in odası?"
Ayten yine boş boş konuşurken kulakları bunları işitmedi başını merdiveni yönüne çevirip koridora baktı, ağır ve sert topuklu sesi ile tüm sesler kesilmişti, geriye çekilip koridoru bekledi. Merdivenlerden inen Elzem ile yerinde durdu. Saçlarının bir tutamı yana düşmüş dudağında kırmızı ruju kulağında ise sallanan parlak küpesi ile ışıl gibiydi. Ayten bir şeyler diyordu ama boş veriyordu. Sert ve boş bakışları Elzem'deydi.
Elzem onu fark edince durup sorar gözlerle baktı.
"Ay elzem hanım bu adam yine geldi, derdi nedir hiç bilmem, durmadan sizi görmek istediğini söylüyor." Ayten derin bir nefes alıp yerine oturmuştu.
"Sorun değil Ayten," Kuzgun'a yaklaşıp, Semih'e bakmadan konuştu. "Bir sorun mu var?"
"Buraya gelmek için bir sorun mu olması gerek."
Ayten lafını kesip, "Geçende gelmişti, tanışıyor musunuz?"
Elzem kaşlarını kaldırıp, "Daha önce derken?" diye sordu.
"Evet şu sizi randevunuz görmek isteyen size söylemiştim bu sabah."
Elzem başını sallayıp Kuzgun'a baktı.
"Beyefendi kim?" Semih olay dışı bir şekilde konuştu.
Elzem yalandan bir gülüş ile, "Bir arkadaş." diyerek bakışlarını göz devirerek çekip Kuzgun'a çevirdi. "Odama gidelim, Ayten bundan sonra Beyfendi gelirse onu odaya gönder lütfen."
Ayten başını sallayıp tebessüm içinde baktı Elzem'e
Elzem önden ilerleyip semih'i es geçip asansöre doğru ilerledi. Kuzgun bir adım arkasında ilerleyip bedenini istemsizce süzmüştü bunu fark edince yutkunup başını sertçe ve dikçe kaldırdı.
Asansöre binmişlerdi Elzem kendi katının düğmesine basıp geri çekildi.
"Neden geldin?"
"Abinle konuştum, sonra kendimi burada buldum."
Elzem başını sallayıp açılan kapıdan dışarı çıkmıştı, odasına girip koltuğa oturması için eli ile gösterdi. Kuzgun oturmuştu Elzem'de onun karşısına geçip bacak bacak üstüne atıp onu süzdü.
"Ne konuştunuz?" diye sordu Elzem bakışları Kuzgun'un ifadesiz duran yüzünde.
"Yaman hakkında bir şeyler. Bir kızı varmış, adını bilmiyoruz, magazin dünyasında adı geçmiyor sosyal medyada da öyle. Onun babası hakkında ne düşündüğünü bilmem gerek."
"Onu nasıl bulabilir ki?" elzem bakışlarını yere düşürüp bekledi, zihnini zorladı. "Eğer birini bulmak istiyorsan-"
"Takıldıkları yeri bilmeliyiz." diye devam ettirdi Kuzgun.
"Neden onu bulmak istiyorsun?" diye sordu Elzem gözleri yüzünü incelerken.
Kuzeni olduğu idrak edemiyordu Elzem. Başı dik gözleri ise öne düşünür gibi düşmüştü. Babasının yeğeni onun ise kuzeni. Derin bir nefes alıp kuzgun'a odaklandı.
"Eğer ki hislerim beni yine yanıltmaz ise... O kızı kendi çıkarı için elbet kullanacak. Belki de onuda kendi yaşamı için kullanmıştır."
"Şu devirde sosyal medya kullanan insan sayısı oldukça az. Belki ismini öğrenirsek sosyal medya hesabını buldurabilirim. Bunu yapacak birini tanıyorum."
Kuzgun düşünür gibi başını yere eğip eli ile çenesini sıvazladı. Çıkmaz yola giremezdi, yolları kendi inşa etmiş gibi düşünmek zorundaydı. Çok adam çok zarar demekti.
"Aklımda var bir şeyler."
Elzem kaşlarını çatıp bekledi, Kuzgun dudaklarını ıslatıp Elzem'in inceledi.
Kollarını dizlerine koyup, "Sabah yediden itibaren evinden çıkan giren tüm araçları takibe alacağız."
"Bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun?"
"Bu sabah gelen motorcuyu gördün mü?" Elzem başını iki yana sallayıp bekledi. "O çocuğu ve Dinçer'i oraya dikeceğim. Bundan sonra içinde gibi olacağım."
"Evin mi?"
Elzem'in sorusu ile gözlerini kısıp Elzem'in bedenin inceledi. Alt dudağını ıslatıp başını salladı. Elzem bu bakışın onun üzerinde sessiz bir etki yaratmasına şahitlik etmişti. Derin bir nefes verip başını salladı.
Kuzgun ayağa kalkıp Elzem'e baktı. "Şu aralar benden uzak durmaya çalış olur mu?"
Elzem bunu hiç beklemiyor gibi kaşlarımı çatıp yarım bir ağızla baktı ona. Hiç bir tepki vermeden durdu.
Kuzgun Elzem'e bakmadan odadan çıkarken eli giymiş olduğu boğazlı kazağa gitti, boynunu saran kazağı gevşetmeye çalıştı, alev olan Kuzgun'un bedenini alevler sarmıştı, yüzündeki kemikler yerinden çıkacak gibiydi, asansöre binip belini duvara verdi. Derin bir nefes alıp doğruldu. Buraya hiç gelmemesi gerekti ama gelmişti, bilmeden hissetmeden arabası onu buraya onun yanına getirmişti. Kuzgun kendi sertliğini kuşanıp açılan kapıdan dışarı çıkmıştı. Ayten ona suratsız bir şekilde bakarken yanından geçip gitti. Arabasına yönelip binmişti çatık kaşları yine yüzüne maske gibi konulmuştu. Kalbi karnına düşmüş orada ağırlıklar yaratıyor gibiydi. Bu hisside gömdü çünkü ne olduğunu bilmiyordu içinde yanan ateşin onun varlığı yüzünden mi yoksa kendi ateş oluşundan mıydı? Çok soru çok yara demekti.
Sessizliği kuşandı. Arabayı oto yıkamaya sürüp hukuk bürosundan uzaklaşmıştı. Kafa dağıtmak zorundaydı eline bir sigara aldı yaktı ve dumanın açık camdan dışarıya üfledi.
*****
Elimdeki çanta ile çıktım binadan. Semih'in beni tutup boş konuşmasını dinleyemezdim hızla arabama binip uzaklaştım. Kuzgun'un bu bana neden böyle davrandığını hâlâ anlamış değildim, tavrı yine aynı değişen bir şey yoktu, sert ve öfkeli biriydi o. Yardım istemez yarasını sarmama izin vermezdi. Bende o olacağım hissetmeden onu kendi bedenime kuşatacam, onun bana karşı olan bu değişen tavırları karşısında bende bundan sonra sert Avukat Elzem Yıldırım olacağım. Eşitlik her anlamda vardır bunda da olacak.
Arabayı eve doğru sürdüm üzerimi değişip çocuklara geçeceğim. Yine mod düşüklüğü karşısında kaldım bu adamın bana karşı olan tavrı yüzünden nasıl canım sıkılıyor anlam veremiyordum ama yapıyordu bir şeyler. Buna izin veren bendim ama bilmiyorum onu ben umut ışığım diye anıyordum... Belkide kırmızı sınırı aşmamam gerekti.
Zamanın ve trafiğin eşliğinde saat geçmişti, eve varmıştım, duşumu alıp mavi bol kot pantolonu mu ve lacivert kollu dar kazağını giydim. Nemli saçlarımı dağınık topuz yapıp takılarını taktım küçük yuvarlak sarı renkteki küpelerimi takıp güneş desenli kolyemi taktım. Koluma saatimi takıp kapıya doğru yöneldim, saat yediği bulmuştu bile. Ayağıma beyaz spor ayakkabıların geçirip bej rengi şişme montumu giyip elime telefonu ve anahtarı alıp çıkmıştım. Daireden hızla çıkıp arabaya bindim. Çocukların evine doğru sürmeye başladım. Cam yine açıktı rüzgar yüzüme doğru esiyordu ama rahatsız olmadım. Sessiz yaşayan özgür bir insan gibiydim.
Çocukların evine vardığımı fark etmiştim, aradan geçen zaman dilim ile arabadan inmiş evlerine varmış anahtar ile giriş katın kapısını açıp merdivenlerden çıkıp kapılarına doğru ilerledim. Kapıyı çalıp bekledim. Anahtarla açardım ama içerden kitli olduğunu biliyordum. Bir kez daha çaldım. En sonunda üstü çıplak bir şekilde kapıyı Berat açmıştı. Elinde bir soda ile duruyordu karşımda.
Kaşları havada ağzı ise yarım açık bir şekilde bakıyordu. Şaşkınlığı yüzüne işlemişti.
"Sende alıştın buraya." Kapıya dirseğin yaslayıp, "Hayırdır abla derdin ne?"
Göz devirmek zorunda kaldım içeriye girip ayakkabımı indirip salona ilerledim, arkamdan kapının kapanma sesi gelmişti. Salona geçip tekli koltuğa bedenimi bırakıp derin bir nefes verdim, elimi havaya kaldırıp bekledim. Yiğit kapağı açılmış olan elmalı sodayı elime tutturup iki tane uzun koltuktan birisine uzanıp elindeki Romeo ve Juliet romanını okumaya başladı.
Berat elinde bir not defteri ile karşımdaki koltuğa geçip oturdu.
Berat, "N'oldu sana yine?"
Yiğit, "Beklemedeyim, anlat."
Bir yudum elmalı soda içip boşta kalan elim otomatikmen kulağımdaki küpelere gitti dudak büzüp olay örgüsünü düzene sokmaya çalışıyordum ama olmuyordu nereden başladı, şuan nerede devam ediyor, istek ve amaç, bitmeyen düşünceler! Sakinim. Birden zihnimin en tenha köşesine girip oradan bir sırıtıp bir düşmanca bakması... Benim aklımı ve içimdeki organları allak bullak etmişti. Kuzgun'un tek bir hedefi vardı oda Dukan'ı yıkmak.
"Anlatacak dur." Berat'ın sesi tüm dikkatimi ve düşüncelerimi yerle bir etmişti.
Bakışlarım dalmış olduğu yerden kayıp onlara gitti.
"Diyelim ki... Bir yabancı durduk yere size çok iyi geliyor, ama neden iyi geldiğini bilmiyorsunuz ve gelmemesi gerek... Yani şöyle, şurada daha bir dakika önce yüzünü gördüğüm bir adam bana duvar olabiliyor. Ama sonra sertliği tüm modumu düşürüyor."
Berat, "Aşıksın." dediğinde şok içinde gözlerimi açıp doğruldum. Yok artık der gibi baktım. Değildim.
"Güvende hissettiriyor demek ki. Ama güvenmeni istemiyor, o yüzden nasıl davranacağını karşı tarafta bilmiyor." Yiğit Berat'a bakıp kaşlarını kaldırdı, doğrusu bu der gibi bakıyordu Berat'a.
"Tamam." Berat omuzlarını kaldırıp, "Aynı şey, durduk yere güvenemezsin. Bu da bir aşktır, örnek ben Sinem'e güveniyorum çünkü ona aşığım oda bana aşık." Sinem dediğinde gözlerinin içi parlıyordu yüzünde salakça bir sırıtış vardı.
Geriye yaslandım, Yiğit sayfayı çevirirken Berat hâlâ çıplak üstü ile eline telefonu alıp geriye yaslandı. Telefonumun bildirimi ile elime telefonu aldım.
Dengesiz, Acır ama geçer grubuna yeni kişi eklendi.
Yiğit ve benim bakışlarım birden Berat'a kaydı. Gruba girip baktım.
Yiğit, "Sinem mi bu?"
Berat, "Ta kendisi. Artık oda aileden biri."
dudak büzüp telefonu komedinin üzerine koydum. Berat'ın sonunda cidden birine bu kadar kalbi ile bağlanması beni duygusal bir etki içirisine almıştı. Onların mutluluğu benimde mutluluğum demekti.
Ayağa kalktım, elime telfonumu alıp kuru hissettiğim dudaklarımı ıslattım. Kolumdaki saate baktım, saat dokuz buçuğu gösteriyordu. Odama doğru hiç bir şey demeden ilerledim. Üstümü değiştirme gereğinde bulunmadan sadece küpelerimi indirip küçük masaya atıp yatağa uzandım. Gerçekler can yakardı bunu en iyi ben bilirdim. Bedenim sanki günlerce uykuya hasret gibiydi, yatağa girdim, yorganı üstüme çekip gözlerimin karanlığa kavuşmasına izin verdim.
*****
Havanın sertliği bedenine ne kadar çarpsada bunu hissetmiyordu Kuzgun. Motora binip kaskını takmıştı, Gökalp'in oto yıkamasından siyah motoru alıp köşke doğru gitmişti, beklediği yerden köşkü ve yanan ışıklarını seyre durmuştu. Karanlık onu da kendine benzetmiş ve herkesten sallamıştı. İlerledi ara gazını verip köşkün önünden geçmeye başladı, kapıda duran siyah takım elbiseli iki adama kaskın içinden baktı. Köşkün dört bir yolunu motorla gezdi. Arka yokuşu inen yolda bir bahçe kapısı vardı, gözü oraya takıldı motoru yavaşlatıp bakışlarını evin üst kısımlarında dolaşırdı. Köşelerde bulunan iki kamerayı fark edince etrafa bakındı. Motoru sürüp yoluna devam etti.
Tepeye çıkınca Gökalp'le oturmuş olduğu parka gelmişti.
Dinçer bankta oturmuş onu bekliyordu. Park alanından gelip motorun ayağını indirip motordan inmişti kaskını çıkarıp Dinçer'e baktı.
"Yarın seninle gelmemi ister misin?" diye sordu Dinçer düz ve nazik bir sesle.
Kuzgun başını iki yana sallayıp, "Ben hallederim. Sen şu adamın her cumartesi gittiği huzur evine git. Kadını izle bak konuş."
"Herkesin bir zaafı vardır, adamın zaafı annesi. Kimseyi ailesinden vurmam ama acımayana acımamayı öğretti hayat."
"Arkada bir bahçe kapısı var üstte iki kamera bulunuyor."
Dinçer, "Evin çoğu yerinde kamera vardır."
"İmha edebilen birini tanıyormusun."
Dinçer başını iki yana sallayıp sessiz kaldı.
"O acı ev burasımıymış?" dedi sessizce Dinçer.
Dinçer ve Gökalp arasında kan bağı yoktu, ama Dinçer Gökalp'in doğmamış kardeşi gibiydi. Aralarında derin bir bağ vardı, acıyı birlikte tatmış sokaklarda birlikte yürümüş her lafa birlikte kafa atmışlardı. Gökalp'in boş duvarlara dalışlarının tek nedeni bu evin içindeki insanlardı, acı nedir en iyi Gökalp bilirdi, herkesten farklı bir acı tatmış kimsenin bu acıyı yaşamasını dâhi istemezdi. Dinçer ona karşı sessiz bir zaafı vardı. Belkide Dinçer'in zaafı da çocukluk arkadaşı ve yoldaşı olan Gökalp'ti.
Kuzgun konuşmadı motora binip gitmişti. Dinçer'in düz bakışları bu köşkteydi sanki zihnini şeytan ele almış gibiydi. Gökalp'in bu mirastan geri kalması ve bir adım dâhi atıp hakkını almaması onun canını acıtıyordu. Kardeşinin hakkı olanı bir gün gelip alacağını biliyordu, bu hangi aşamada olursa olsun o günün bir gün geleceğini adı kadar emindi Dinçer.
Kuzgun evinin yolunu bulmuştu, motordan inip evine gitmişti, sigarasını yakıp dudakları arasına götürdü. Dolabını açıp kahverengi tohumdan ve sarı renkten yapılan siyah ipli kolyeyi alıp avuç içine koydu. Takması gerek miydi? Belkide takması gerekti. Gözleri derin derin bakıyordu kolyeye. Sanki tüm ışıklar sönmüş sadece o kolyenin iki tohumu parlıyor gibiydi.
*****
Geçmiş, şimdi ve gelecek. Zaman dilimi insanın zihnini ele almaya çalışan bir varlık gibidir, her şey geçmişle başlar derler, acı geçmişle yaşanır, oysa geçmiş bizim şimdiki zaman dilimizdir.
Kuzgun elindeki elma tabağı ile ilerliyordu, çatal ihtiyacında bulunmuyor küçük küçük dilimleri eli ile alıp giyiyordu.
"Çiçeğim, nerdesin?"
Bakışlarını sokağın sonundaki misket oynayan çocuklardan çekmişti. Başını yukarıya kaldırıp cama baktı, annesi camdan bakıyordu ona.
"Hadi gir içeriye."
Kuzgun sessizce elinde elma tabağı ile girmişti eve, üst katın çıkıp karşıdaki salona geçti.
Annesinin bavulunu hazırladığını görmüştü nereye gittiklerini oda bilmiyordu annesi hiç bir şey demiyor ve anlatmıyordu.
Annesi eğilip yüzünü baktı, o elaya vurgu gözlerini annesinin tebessüm dolu gözlerine dikti.
"Sana Bir hediyem var." demişti annesi Kuzgun elinden tutup kenarları tahta işlemeli olan koltuğa otutururken.
"Bana ne hediye vereceksin annecim?" demişti kaşları havada meraklı gözleri açık bir şekilde bakarken.
Kuzgun annesinin küçük bir sandık açtığını ve oradan siyah kalın bir ip çıkarını gördü. Sessizce izlemeye devam etti. İpin bir ucunu Kuzgun'a verip diğer ucunu kendisi tutmuştu. Kuzgun'in çocuksu parlayan gözleri annesinin onun izlemesine neden oldu.
"Annecim hadi." Neşe dolu sesi annesini ayırmaya yetmişti.
Sandığın içinden küçük bir tohum kadar olan kahverengi parlak bir tohum çıkardı. Tesbihlerin tanecikleri kadardı bu, kahverengi olanı Kuzgun'a vermişti, sarı olanı ise kendi tutmuştu.
"Şimdi onu ipin ucundan geçir." Kuzgun gülümse gülümse elindeki kahverengi tohumu geçirmişti ipin ucundan, "Bunu, bana ihtiyaç duyduğun her anında boynuna tak. Bu benim ve senin ışığın, bunu her taktığında sarı olan sana ışık kahverengi ise bir kapı olacak."
Kuzgun çocuksu tavrı ile onun kadar ela gözlü olan annesine baktı, beyaz tenine boş olan eli ile dokunup okşadı, başını yan yatırıp konuştu.
"Neden, sen benim yanımda olmayacak mısın?"
Annesi kolyeye sıkı bir düğüm atıp Kuzgun'un boynuna astı, beyaz tişörtünün içine saklayıp iki eli ile yanaklarını kavrayıp sıkmıştı.
"Sen benim her şeyim oldun, sen benim sevdiğimin hiç gördüğü en kıymetli varlıksın." Ellerini oğlunun bedenine sarıp kucağına almıştı. Küçük nedeni annesinin kolları arasında kaybolmuştu. Kuzgun hâlâ bir Kuzgun gibi bakıyordu. Gözleri kapandı, kendini en güvende hissetti kollara sarıldı.
Bölüm sonu buradan kendime bir hatırlatma.
Tek bir ses, bir ilerleyiş çoğulu getirir.
Yeterli susmayalım
🍁🔥🍁
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |