7. Bölüm

7.Bölüm Genç isyankarlar

Lara Su
larasu

7.Bölüm Genç isyankarlar

Her anın bir başlangıcı yoktur, her an ilk dünyaya geliş ve o sesleri duymamızla başlar, kendi hayatımızı aslında kendimiz seçermişiz. Peki kendi yaşadıkları hayatını seçen insanlar neden seçmiştir: kendi hayatlarında acı çeken şikayet eden insanlar neden seçti hayatlarını. Belkide orada güzel bir an yakalamışlardır.

O an gelmişti aradan saatler geçti, kuzgun lacivertli tişörtü ile en arkada oturmuş öğrencilerin arasında öylece bir kaç saniye sonra adı anılacak ve salona giriş yapacak olan kişiyi bekliyordu.

İçinden geriye doğru saydı, karanlık arasında sahneden gelen ışıkla gölgesi bile gözükmüyordu. Öğrencilerden bir kaç tanesinin telefonu açıldı, sahneye çağırılan kişiyi çekmeye başladılar. Alkışlar havada birbirini tokatlarken kendini kollarını birleştirmiş başındaki şapka ile kısık gözlerle yıkacağı kişi, Yaman Durkan'ı izliyordu.

Yaman'ın yüzünde insanlara derin gelen bir gülümseme vardı, elini göğsüne atıp alkışlar karşısında hafif eğilmişti. Yaman gür saçlarına düşen akları geriye doğru savurdu, yanağı yaşının büyüklüğünden akmış gibiydi, ama hâlâ dinç ve herkese hoş gelen bir daddy görünümüne sahipti. Geniş omuzları orta boylu olmasını kapatıyordu, onu daha uzun gösteriyordu. Oturduğu yerde bacak bacak üstüne atıp parmaklarını birbirine geçirip sunucuya yani okulun önde gelen öğretmenlerinden birine baktı.

İnsanlar üzerindeki etkisi nasıl bu kadar güçlüydü? İnsanları nasıl bu kadar hipnotize edebilmişti? Akılda dereden akan su kadar sorular vardı ama odak sorular değil hedefti.

"Burada bulunduğum için size ve öğrencilerimizi çok teşekkür ederim. Geleceğimiz olan öğrenciler ve siz yetiştirmenlere Türkiye olarak minnettarlarımı dile getirmek isterim."

Öğretmen hanımın bu sözler karşısında gülümseyip, "Asıl biz sizin gibi birini burada ağırladığımız için çok mutluyuz. Burada bulunup bize katıldığınız için teşekkürler Yaman Bey."

Yaman'ın yüzünde bir kahkaha belirdi, öğrencilere dönüp parmağı ile, "Soruyu öğrenciler seçiyor galiba."

"Evet burada öğrencilerimiz soruları barınıyor, buradaki kağıtlardan seçip cevaplarsanız çok mumnun oluruz." Demişti öğretmen kadın saçlarını geriye atıp gülümserken.

Yaman'ın yüzünde hâlâ bir gülümseme vardı. Kuzgun'un çatık kaşları ve kısık gözleri Yaman'a dikmiş sabit bir bedenli izliyordu. Tepki vermiyordu bu da onun mesleği üzerindeki profesyoneliği olsa gerek.

"Başarımı tabii ki de anneme ve azmime veriyorum. Ben hiç bir zaman pes etmedim, geceyi gündüz ettim yinede hayatın yükünü asla sırtıma almamak için bir saniye bile göz kırpmadım." demişti yüzünde kendinden gurur duyar bir ifade vardı.

Kuzgun'un ifadesi yine aynıydı değişen bir şey yoktu. İçinde ki yangında aynıydı o yangına hâlâ odun atılmamış benzin serpilmemişti.

"İlham aldığım tek biri var oda kendim, hiç bir zaman diğer insanlara odak olarak görmedim, kimsenin hayatını oturupta araştırmadım. Oturup kendi geleceğimin notunu aldım."

Kuzgun'un gözleri daha da kısıldı. Karşısında yalan makinasını izlemeye devam etti. Gözleri etrafta dolanırken tanıdığı bir çehre ile kısık olan gözleri normal hâlini aldı. Bu o çocuktu, ön tarafta etrafın videosunu çekmek için başını kaldırdı ama karanlıkta kimsenin net çıkacağını düşünmüyordu Kuzgun. Çocuğun yüzündeki eğlence bakışları onun bakışlarını terse kaydırdı başını iki yana sallayıp Yaman'ı izlemeye devam etti. Gözleri arada Berat'a kayıyordu ama net görmüyordu onu hatta hiç görmüyordu sadece saçlarının ucunu görebiliyordu.

Tekrar bir kağıt seçti. kağıdı okurken gülmüştü.

"Ben olmak isteyen herkese dilerim ki benim vardığım yere varıp insanlığa katkı sağlarsanız. Çünkü toplum bir arada kaldıkça toplum olmuş olur."

Aradan zamanlar geçti, Kuzgun onun bu boş ve yalandan en çokta sahtecilikten tavsiyelerini dinlemekten sıkılmıştı. Cebindeki telefonu açıp ekrana baktı. Saat on ikiye geliyordu. Telefonu tekrardan cebine sokup geriye yaslandı. Şapkasını yüzüne düşürüp gözlerini kapadı sadece dinledi, boş görsel izlemekten sıkılmış kıçı yanıyor gibiydi.

Zaman dilimi o kadar hızlı akıyordu ki kulağına gelen cümle ile dikleşip şapkasını düzgünce takıp ayağa kalkan insanları izledi. Bakışları üst kısımdaki bir diğer çıkış kapısına yöneldi, ayağa kalkıp endamını belli etmemeye çalışarak kapıdaki adama baktı. Bol siyah bir kazak ve siyah bir takım elbise pantolonu. Bu o adamdı. En güvendiği adının baş harfinden son harfine kadar güvendiği adamdı bu, sıfır saçı ile kalın kaşları dağınık duruyordu, ince dudakları dolgun yanakları ile Yaman'ı izliyordu. Adı neydi bu adamın? Siktir etti adını önüne dönüp Yaman'ın ayakta saygı duruşunu izledi.

Yaman buradan çıkarken öğrenciler yavaştan dağılmıştı. Üst kattaki çıkış kapısından çıkan adama baktı, ilerledi Kuzgun adamın peşine normal biri gibi takılıp takibe aldı, gideceği yer Yaman'ın yanıydı bunu biliyordu Kuzgun.

Öyle oldu, geniş koridorun en alt kısmında gidip gelen kişilerin arasında üniversitenin baş öğretmeni ile görüşüyordu, öğretmen giderken Kuzgun durdu bir köşeye çekilip izledi. Adam Yaman'a yaklaşıp başını bir kere salladı. Yaman'ın yüzünde hâlâ o sahtelik duruyordu Kuzgun bunu çok iyi görebiliyordu. Geniş koridorun sağ ve sol tarafında bulunan küçük kitaplıkta bir tane kitap almıştı ne olduğuna bakmadı içini açıp inceler gibi baktı. Adımları olması gerektiğinden daha hızlıydı. Bedenini birine temas ettiğini hissetti. Yere düşen kitap ile ellerini havaya kaldırıp konuştu.

"Kusura bakmayın, dikkatım dağılmış." demişti Kuzgun yere düşen kitabı alıp profesyonel bir şekilde gülümseyip Yaman'ı izledi.

Yaman'ın yüzünde sadece herkese sunduğu bir gülümseme vardı. Görende bu adamın yüzünde gülümseme eksilmez zanneder.

"Sorun değil. Dikkatli olun duvarlara çarpmayın." Aptalca espirisine sadece gülmüştü Kuzgun.

"Peki." diyip kitabı ile ilerledi Yaman koridorun orta yerinde bulunan çıkış kapısından çıkıp arabasına doğru ilerlerken korumaların dört araba olmasına şaşırmamıştı Kuzgun.

"Sikik göt." dedi içinden sessizce.

İlerledi Kuzgun kapının önünde durup Yaman'ın uzaklaştığını gördü okulun hesabında paylaşılan fotoğraflar hakkında herkes konuşurken tanıdık bir sesle arkasını döndü Kuzgun. Ellerini cebine koyup düzenli olan şapkayı düzeltip Berat'ı izledi.

"Yav sal beni yok yok, Sinem görürse-"

"Benimle sevgiliydin sen." demişti sarışın kız saçlarının uçlarını pembeye boyatmış bu soğuk havada kısa bir etek giymişti, bedeni alışmış olsa gerek.

Kuzgun sessizce izleme devam etti.

"Sana da Sinem'e de başlarım o yokken ben vardım."

"Ya yürü git beni o mavi kafayla aldatmadan önce düşünseydin."

Kız bir adım geri çekildi, "Gerizekalı sen beni ona yakıştırdın ya. Sana daha uygun git bak dene dedin."

Berat başını öne doğru atıp konuştu, "Tamam işte seni denedim sende gittin. Bu benim hatam mı? Hayır."

"Aşşalık köpek hepiniz aynısınız." Kız tam tokat atacağı an Berat buna alışmış gibi bir saniye dahi sürmeden gövdesini geriye atıp kızın tokatından kurtulmuştu.

"Var hepimiz aynısınız, ne yani geldim diye kollarıma mı alayım. Cut bunu Sinemime yapmam ben." Berat başını dik tutup kendinden gurur duyar gibi kapıya doğru döndü.

Adımları sadece iki saniye sürmüştü, kapıda duran heybetli beden ile ona bakan Kuzgun'a takıldı. Geriye doğru adım atmadı ayakları yere yapışmış gibi kaldı. Gözleri fal taşı gibi açıldı, çantasını sıkıca tutup Kuzgun'un ifadesiz bakışları eşliğinde baktı. Kuzgun'un ona havad kalkık kaşlarla bakıyordu onun bu kadar çapkın olması dikkatini çekmişti.

Berat Bir adım geriledi. Kuzgun onun korktuğunu anlamış, koşacağını tahmin ettiği için durdu hareket etmedi, bu yüz ifadesi onu eğlendirmeye başlamıştı. Yüzünde bir sırıtış belirdi Kuzgun'un arsızca sırıtıyordu.

Kuzgun yavaşça bir kaç adım atıp Berat'ı izledi, Berat koşup giderken Kuzgun sessizce gülmüştü. Başını yan yatırıp öğrencilerin arasından uzaklaşan Berat'ı izledi. Elleri cebinde bir şekilde okuldan çıkarken arabasını kullanmadığını çok sıkla Gökalp'in motorlarından birini kullandığını fark etmişti. Şapkasını çıkarıp artçı koltuğunu açıp koymuştu. Kaskını takıp motora bindi. Etraftaki çoğu göz onun üzerine yönelmişti. Geçen genç kızların onu işaret ederken kuzgun bakışlarını yola çevirdi. Motoru çalıştırıp üniversiteden uzaklaştı.

Aklımda dönen soruları def etmişti yormak istemiyordu zihnini, zihnim tamda merkezinde sadece hedefi vardı oda, Yaman Durkan.

O adamın nasıl bir çöp olduğunu insanlığa nasıl gösterecekti bilmiyordu tek bildiği şey onun çöplerini yok etmek. Arada bir siyah çizgi vardı, o çizginin diğer tarafında Yaman ve çöpleri bulunuyordu onun yanına bulunan tüm mafya alemine göz atacaktı. Hepsini onun tarafına çekecekti. Gerekirse ailelerinden can alacak ama kazanmak için bu gerektirmez mi? Yaman'ın yaptığı gibi.

Kazanmak için düşmanına benzemen gerek. En az onun kadar acımasız olmam gerek.

Geç kalmamıştı trafiğin yoğunluğunu bu motor ile atlatıyordu. Dinçer'in attığı konuma doğru ilerlerken varış noktasına az bir zamna kaldığını gördü. Aradan dakikalar geçti. Geniş bir sokağın kenarında durdu. Huzurevi yazan yazıya baktı. Motoru çalıştırıp huzurevine girdi bahçeye motoru Park edip ilerledi. İleride lacivert motora yaslı olan Dinçer'e baktı. Elinde telefonu cebine koyup dikleşti Dinçer.

"Kadını almam için sadece küçük bir emir ver yeter."

Kuzgun başını sallayıp huzurevinin bahçesinde gözlerini tür attırdı.

"Sen git. O iş bende. Kadının yerine ne sen biliyor olacaksın ne bir başkası." Dinçer sakin bir Türkçe ile konuşuyordu ağzını hiç bozmuyor düzlükte giden bir kitap gibi konuşuyordu.

Kuzgun başını sallayıp onun işini kolaylaştıran onun kadar hırçın olan Dinçer'e baktı. Sessizce ilerlerken telefonun çaldığını fark etti.

İlerlediği yerde elini cebine daldırıp telefonunu aldı. Arayan numaraya baktı. Elzem.

Yüzünde belirsiz bir ifade ile motorunun yanında durup telefonu açıp kulağına götürdü.

"Buyur." dedi huysuz sesi ile Kuzgun.

"Buyur mu! Çocuğun karşısına ne diye çıkıyorsun sen ne adam. Çocuğu neden korkutuyorsun! Çıkıp adam gibi konuşsana Bir de sırıtmışsın... Kuzgun çocuk abla polise gidelim diyor."

Elzem'in ona bu kadar sert bağırması karşısında şaşırmıştı Kuzgun ama onun bu sinirli hâli yüzünü güldürmüştü.

"Bağırma bana." diye çıkıştı Kuzgun. "Ne diyeyim çocuğa ablanın şeylerini yıkmak için birlik içindeyiz korkma evladım ben sizdenim mi diyeyim. Suç senin bahsetseydin."

Elzem'den hızlı tepki gelmişti. "İşini düzgün yap Kuzgun, gerektiğinde görünmez bile ol." Elzem'in ona karşı kaba konuşması Kuzgun'u istemesede sanki duvardan duvara vurmuş gibiydi. Ona nazik ve kibar yaklaşan kadının, şimdi tüm sertliği ile karşı karşıya kalmıştı gelmişti Kuzgun.

Kaşları istemsizce çatılaşırken kapanan telefona baktı. İçinden Derince küfürler edip elindeki telefonu cebine koydu. İçine giren sıkıntıyı şuan sikip bir köşeye atmak istiyordu ama olmuyordu, neydi bu kadın böyle.

Neden onunla bu kadar öfke dolu konuştu, bir şey mi olmuştu iş yerinde diye düşünüp durdu Kuzgun. Motorunu yüksek hızla sürmeye başladı, soru olmadan cevap bulabilmiydi insan? Kuzgun kendine soru sormayı kesti ve cevaba doğru ilerledi.

 

*****

 

"Beyfendi az önce açığa koydu. Tedirginlik içinde ağzından kaçırdı sizde duydunuz hakim Bey. Kendisi babasını öldürmüş suçu da aile ile hiç görüşmeyen mirasa dahi elini atmaya müvekkilime atmaya çalıştılar. Delirimde var." Elimde kumanda ile televizyona yansıttığım fotoğrafa boş boş baktılar.

"Ölen adamın çocuğunun çalıştırdığı kasap, arkada bulunan satış yaptığı bıçaklar, ölüm gününden bir gün önce müvekkilim bu dükkanda bulunuyor ve bu adam." dedim oturan korku dolu yüzle bana bakan adamı işaret ettim. "Bu adam benim müvekkilime bıçaklara dokuma bilmesi için izin verdi..." İşte herşey burada bitti. Ben Elzem Yıldırım. Öfke ile kalkan zarar ile oturmayan Avukat Elzem Yıldırım.

Yine bir vakanın sonu yine en ufak bir gölgede bile göz rengi dudak yapısı aramaya çalıştım ve buldum. Saatler süren konuşma ile oradan çıktım, müvekkilimin suçsuz olduğunu ses tonundan biliyordum.

Ayağımdaki haki yeşili topuğu açık arkadan bağlamalı stiletto ayakkabımı giymiş altıma ise İspanyol koyu mavi bir pantolun üzerine dar bir tişört ile çıkışa yönelip arabama bindim. Çantamı yan koltuğa atıp sürmeye başladım, hukuk bürosu buraya yakındı arada sadece bir geniş sokaklar bulunuyordu o kadar. Varmam on dakikalarımı almamıştı arabayı park edip binaya giriş yaptım. Topuklu sesi koridoru inletirken bundan ne kadar haz aldığımı fark ettim. Ayten ayağa kalkıp.

"Elzem hanım o Beyfendi tekrardan geldi." dediğinde düşünüp durdum. Kuzgun mu?

"Şu dünkü olan değil mi?"

"Maalesef." dedi istemsizce göz devirirken.

"Bay kaba diyebilirsin ben izin veriyorum Aytencim." Ayten'e öpücük atarken kendisi bunu bekler gibi gözlerini açıp dudak büzüp.

"Yakışır." dedi başımı eğip alttan bana bakarken.

Gülümseyip ilerledim asansörü binip kendi katıma çıktım. Odama doğru gidip kapıya açtım. Karşıda onun oturmasını görmeyi beklerken öyle bir görüntü ile karşı karşıya kalmadım. İçeriye girip etrafa bakındım. Sağ taraftaki küçük kitaplıkta geziniyordu elleri ve gözleri. Bana bakmadı, hâlâ kitaplara bakıyordu kapıyı kapatıp bir kaç adım öne attım aramızda baya mesafe vardı benim sekiz adımım onun ise üç iki adımı kadar.

"Ne işim var burada? Bir sorun mu var?" Sesim olması gerektiği gibiydi, onun istediği gibi mesafeli ve haddini bilen.

Ellerini kitaplıktan çekip bana döndü dediğim gibi bir, iki ve üç adım attı sadece yaklaşıp tepeden bana baktı. Ama ben bir kaç adım gerileyip mesafeyi korudum.

"N'oldu Kuzgun?" dedim çatık kaşlar ve net bir yüzle.

Başını yan yatırıp ellerini geride birleştirip geniş omuzlarının ne kadar geniş ve heybetli olduğunu göstermek istercesine durdu. Karşımda benim iki katım desem az üç katım olan bir beden vardı.

Netliğim ve iradem sabitçe durdu. Ona olan mesafem ve güvenim yerli yerinde duruyordu haddimi aşmıyor onun görevine karışmıyor ve kırmızı çizgiyi aşmıyordum. Tam istediği gibi.

Ben ileri gittikçe daha da yaklaşıyordu bir adım daha attı. Durdum, geriye çekmedim kendimi kollarımı birleştirip yüzüne ifadesiz bir biçimde baktım. Buda onun istediği gibiydi.

"Çocuğu korkutmak istemedim. Ama bakışları komikti yerimden bile kıpırdamadım sadece çapkınlığına güldüm. Abartmış." Bunu beklemiyordum bedenim sarsılmışçasına bir sağa bir sola gitti. Bu neydi şimdi açıklamamı.

Bu benim umrumda değildi, boşluğuma denk geldi ve anlı öfke ile aradım, mahkemede o kadar işimin arasında birde aklım bunlarda oluyordu ve tüm dikkat problemi mi bozuyordu.

"Bana açıklama yapma, ben sana karşı nasıl kızımızı çizgimi koruyorsan sende bana karşı o çizgiyi Koru ve gerisinde dur." dedim çene hat kemikler yerinden oynamıştı, gözlerinin sarısı yok olmuş yerine kahverengiler almıştı. Bunu beklemediği her hâlinden belli oluyordu.

Gözlerim çenesine kaydı oradaki yaraya dokunma istediği gelmişti dikişleri belli oluyordu neden bir yara bu kadar hoş gözükür ki?

"Ben öyle bir şey mi dedim?" diye sordu sessiz sesi ile.

Başımı salladım sadece. Demişti galiba demediysede demiş kadar olmuştu.

Geriye çekilip koltuğuma yöneldim kolumdaki çantayı bmasaya bırakıp Kuzgun'a bakmak için başımı doğrultuğumda kapıyı açmış ve kendini dışarı atıp kapıyı kapatıp çıkmıştı.

Ellerimi msaraya koyup geriye yaslandım. İçimde yanan yangının sebebi oydu. Ben böyle bir yangın içinde savaşırken kendisi sert tavırları ile karşımda duruyor sıkıntılarıma sıkıntı katıyordu. Bunu kendime yapamazdım. Aramızda ki çekimi korumam lazımdı, bir tek benim ona karşı bu kadar güvenmem haddime fazlaydı, bana kalkan olmasın, bana duvarda olmasın bunu kabul ederek ondan önce yaşadığım yaşantımda devam edeceğim. Onun hedefi ailemi öldüren Yaman Durkan'dı benim hedefim ise ülkem için en doğru adaleti sağlamak.

Bilgisayarımı açıp tüm dikkatimi dağıtmak amaçlı dosyaları baştan sonra okumaya başladım, biten davayı tekrar okumak hangi Avukatın yapacağı bir iştir. Aşık yüzüm ile öylece bakıyordum ekrana.

Acır ama geçer grubundan bir mesaj.

Berat: Abla iyi misin?

Elzem: iyiyim Beratcım sen nasılsın?

Berat: Rabbime şükürler olsun abla yine ölmedik.

Sinem: Neden öyle konuştun sen şimdi?

Yiğit: Kötü bir kâbus görmüştür.

Berat: Yok az kalsın araba çarpıyordu. Sinemcim kostüm mü giyicez cidden?

Yiğit: ben giyerim Sinem yoksa yokum.

Berat: Joker ile Aylin olarak katılıyoruz değil mi canımın içi.

Elzem: Ne kostümü? Neler oluyor gençler?

Berat: Parti varsa abla oraya gideceğiz bu gece.

Elzem: Ne partisi bu?

Berat: Abla normal parti işte hadi görüşürüz.

Dengesiz çevrim dışı.

Yiğit çevrimdışı.

Sinem çevrimdışı.

Gruptan çıkıp telefonu masaya bıraktım, derin derin nefesler alırken parmaklarım yine kulağıma gitti, kulağımdaki küpeleri parmak uçlarımla oynatmıştım.

Nevra'nın şuan Antalya'dan gelmesini istiyordum, bana hiç bir etkisi olmayan o ritüellerini benim üzerimde denemesini istiyordum. Şuan sadece konuşması ve dedikodu anlatmasını istiyorum.

*****

Rüzgar insanın bedenine çarptıkça insan yaşama umudunu asla kaybetmeme, rüzgar bir harita gibi insana yine gösterir, umut her sokağın sonunda bulunur, her an her zaman dediğimiz gibi karanlıkta ışık yokken bile sesini çıkar: seste bir ışıktır.

Kuzgun önünde duran adamın bedenini izledi. Sandalyeye bağlanmış elleri ve ayakları titreyerek hareket ediyordu. Gözü kapalı yüzünden akan kanı izledi Kuzgun, Dinçer elini yıkayıp havlu ile silip Kuzgun'un bir adım arkasında durdu.

Gökalp başını geriye yaslayıp derin bir nefes verdi.

"Gemi ticareti hangi gemiyle yapılacak?"

"Siz kimsiniz?" Adamın titrek sesi depoda yankı yapıyordu, küçüktü depo penceresi bile yoktu.

"Öldür bence konuşmaz o." dedi arkadan Gökalp korku salar gibi.

"Ne istiyorsunuz benden?" Adam yine boşa konuştu. Korkusu titreyen ayak ve ellerinden belli oluyordu.

"Soru sorma geminin nosunu söyle. Hangi gemi?"

Adam konuşmuyordu başını öne eğip işkencelere boyun eğdi, cidden de güvendiği bir adammış. Kuzgun bundan etkilenmiş gibiydi, giymiş olduğu siyah atlete ellerini sürtüp elini yumruk yapıp adamın suratına sertçe vurmuştu, yumruğu sandalyeyi titretirken Gökalp ayağa kalkıp adama doğru yaklaştı.

Kuzgun sanki günün öfkesini adamın üzerinden atmak ister gibi adama yumruklar atıyor her yumruğu sayıyor gibiydi. Adama attıkları dayak sadece Yaman'a göstermek istedikleri bir kaç akıntı kandı. Düşmanınız en büyük zaafını kullandığınız andan itibaren avuç içinize çıkış haritası bile çizer.

"Beni benim zaaflarım ile öldürdünüz, senide senin zaafın ile vurmak istemem..." Bakışları Kuzgun'a değdi, terleyen yüzünü gözünce bakışlarını tekrar gözü kapalı kel olan adama çevirdi. "Annen parkta kızını oynatıyordu, boşluğumuza denk geldi."

Adam eğik olana başını kaldırıp karanlık içinde ışık ara gibi sağına soluna baktı.

"Lan! Lan yapma şerefsiz! Annem lan o!"

Gökalp kahka atmaya başlayınca adam sessizliğe boğuldu, delirmiş gibi kahkaha atarken ellerini iki yana açıp adama yaklaştı, avuç içine adamın iki kulak hizasını sertçe bastırıp konuştu.

"Benimde annem.... Bende çocuktu acımadınız lan." Dişlerinin arasından konuştu Gökalp, adam kim olduğunu anlamış gibi başını iki yana sallamaya başladı ama Gökalp tırnaklarını adamın boynuna geçirmiş adamın acı içinde çığlık atışını izliyordu.

"Yapma! Gökalp dur." dedi adam anlamıştı o küçük çocuğun kim olduğunu. "Benim hiç bir suçum yok. Yaman Bey'e hesap sor bırak beni, bırak annemi." Adamın sesi yerinden çıkacak gibi titriyordu. Ama nafile, bu titreyişler bu yakarışlar Gökalp'e istemiyordu acıma duygusunu unutmuş biri olarak karşısında duruyordu.

öfkesi yüzüne vuruyordu bedeni anne dedikçe titriyordu. İçindeki çocuk ağlıyor adam olan ise öfke ile gülüyordu. Anne eli özlemiş, anne sesi, anne yemeği, anne köftesi, anne azarı... Gökalp anneye ait olan herşeyi çok özlemişti.

"Benim annemi o adamlar bırakmadı ama, ellemeye devam ettiler benim canıma," Gökalp'in yüzünde gülümseme hâlâ duruyordu dikleşti kahkaha atıp Dinçer'e baktı. "Annemi bırak diyor... Sikik annemi bırak diyor." Ellerini dizine değdirip derin bir nefes verdi. Dağılmış saçları terlemiş olan alnına yapışmıştı. Elleri adamın kanı ile karışırken cebindeki kelebek bıçağını çıkarıp adamın elinin üzerine geçirmişti, depoda adamın çığlıkları yankı yaparken Kuzgun onun bu hâline şaşırmış ve içinde ona benzeyen bir yer oynamış gibiydi. Gözleri dünyanın en acımasız hayatlarına şahitlik etmişti ama bunun gibisini ilk defa görüyordu. Delirmiş gibi duran bir Gökalp vardı karşısında.

"Ben annemin yalvarışlarınız izledim, bileklerim zincire bağlı babamla annemin inlemelerini izledim lan!"

Gökalp geriye çekildi, Kuzgun'a bir kaç saniye bakıp gözlerini çekti, yere bakıp ilerledi, yavaş adımlarla çıkışa doğru gitti. Deponun demir kapısını açıp çıktı yukarıya doğru çıkan merdivenleri aşarken Kuzgun içindeki var olmayan merhameti kullanıp tüm acımasızlığı adamın üzerine gitmeye devam etti.

"Son kez cümle kuruyorum, yorma beni tekte dile getirmezsen annenin ölü bedenini bile bulamazsın." dediğinde adamın başı titremiş gibi oynadı. "Hangi gemi, hangi gün, saat kaçta?"

"Yarın, yarın ikinin son saatlerinde yola kalkacak, Yatkı gemi, geminin ismi Yatkı, herkes bilir. Saat beş buçukta."

Kuzgun adamın çenesini nazikçe tutup, "Aferin sana. Bak ne güzel iletişim kuruyoruz." Kuzgun arkadaki Dinçer'e bakıp başını bir kez salladı. Bakışları tamamen düşmanın sağ kolu olan adama dönünce başını sağa ve sola yatırıp esnetti ellerini çenesinden çekip, "Şimdi sana söyleyeceklerimi harfi harfine patronuna götürüyorsun."

Adamın gözleri hâlâ kapalıyken Kuzgun ona bakmayı kesmişti, bedeni alevler içinde yanarken şuan fırtına içinde uçmak ve yanan yüreğini dindirmek istiyordu, bunun niçin yandığını niçin sızladığını bilmiyordu. Gözleri bir anlığına maziye dalıp gitmişti. Belki de Gökalp'in anne demesini tıpkı bir çığlık gibi anılması yüzünden içinde bir yerin oynamasına neden oldu. Kalbi kana bastırılmış bir bez gibiydi.

*****

Rüzgar insanın bedenini delip geçerken içindeki sıkıntılarıda beraberinde götürse insanlar üzerinde bir dert kalmazdı, acılarını dert sayar insan. Belki de rüzgar sadece bedeni rahatlatmaya yarayan bir doğal olaydır. Çoğumuz bunu isterdik acılarımızıda beraberinde götürsün isteriz ama bu imkansız ötesi bir şey.

Ayağımdaki topuklunun sesi emniyetin koridorlarını inletiyordu. Nezarethanede ayakta duran gençlere baktı, yüzümde bozuk bir ifade vardı, hepsinin üzerinde saçma sapan kostümler dururken gözlerim aramam gereken gençleri aramaya kalkıştı, bulamadım kalabalık içinde yüzlerinde boyalarla ciltlerini mahveden gençlere durup öylece baktım, topuklunun tabanı yere çivilenmiş gibiydi. Hemen yanımda duran polis bana ve gençlere bakarken ben derin bir nefes alıp bu görüntüyü nasıl idrak edeceğimi düşündüm. İlerledi yavaş adımlarla nezaretin ard ardına düzülmüş kapılarının içini kontrol ederken tanıdık bir sesin geldiği yöne çevirdim başımı.

Görmez olaydım, gülmemek için kendimi buza çevirmek istedim ama nafile bu görüntü gençliğin hızlı kanını bana gösteriyordu. Hayır tamam, bende gençken protestolara katıldım, açlık grevi hariç ama bunların neye protesto ettiğini bilmiyorum, bilmememin nedeni ise burada bulunan çoğu kişinin başka bir amaçla burada bulunduğu belliydi. Elinde tesbih tutan dayının yanında oturan trans kadına baktım.

"Ablacım." dedi Berat.

Yanındaki kıza baktım kaşlarım çatık bir şekilde tanıdık gelen kıza baktım, sinemdi bu. Berat in yüzündeki joker tasarım erimiş gitmişti, Sinem'in de öyle. Yiğit Sinem'in yanında duruken hemen yanında duran kızı tanıyamadım.

"Bizi şöyle üçlü olarak çıkarsan."

"Dörtlü abla." diye düzelti Yiğit.

Berat dizayn olarak düzülmüş olan ekibe baktı, "Ha evet Hazal'da var abla."

"Merhaba." dedi düz bir sesle siyah saçlarının içinde sarılarda akarken Hazal denilen kız.

Başımı sallayıp çocuklara döndüm.

"Sizle sonra hesaplaşıcaz, gece gece şu uğraştığım işe bak sen, oğlum ben size her maşallah akıllaştılar dedikçe siz çarpılıyoraunuz. Sana da aşk olsun Sinem şu çocuk seninle adam oldu sonunda dedim senide kendine benzetmiş."

Sinem mahcup içinde bakarken, "Yok Elzem abla vala ben dedim ormana binalar dikeceklermiş ben onun için protesto var sandım."

"Vala ben Sinem öyle dedi diye gittim abla." dedi Berat Sinem'i dışa vurup kendini korumaya alırken.

Yiğit, "Ben eğlencesine gittim."

Hazal, "Ben hayvanlara dokunma eylemi var sandım."

Arkadan bir kadın yüksek sesle, "Ne hayvanı ne ormanı ayol beden benim bedenim istediğime dönüşür protestosu bu." Hayır kadın değil bu erkek.

"Abicim ben yemin ederim Ali Koç istifa diye gittim. Buralara geleceğini bilemedim."

Polis Bey, "Beşiktaş meydanında Ali Koş istifamı diyorsun sen." diye çıkıştı.

Daha fazla dayanamadım. Arkamı dönüp polise dörtlüyü gösterdim. "Avukat Elzem Yıldırım, velileriyim." diyip çıkarmalarını beklemeden emniyetten çıktım. Kapıda arabama yaslanıp başımı yukarıya kaldırdım, karanlık olan gökyüzündeki lacivertliğe baktım, derin bir nefes alıp verdim.

Nefeslerin içinde boğulduğumu hissediyordum artık. Nedeninin hâlâ ne olduğunu bilmiyordum, belki de bilmediğim yalanlar, bilmediğim geçmiş, bilmediğim acılar. Belki çok şey olabilir.

Arabama binip bekledim, derin nefesler almaya çalışkan aldığım nefesin beni daha çok boğduğunu hisseder oldum.

Kapının açılması ile bakışlarım yan koltuğa ve arka koltuğa kaydı. Berat yan koltuğa konuldu arka koltuğa oturan üç gence baktım.

Önüme döndüm ağzıma açmadan arabayı çalıştırıp emniyetten uzaklaştım.

Arabada sessizlik devam ederken kırmızı ışıkta durmuştum, arabadan müzik açıp sesi açmıştım.

Sezen abla ile içimden konuşmalar gerçekleşmesine bir kaç saniye kaldı. Ben de yoluma giderim çalarken gözlerim derin derin yola dalıyordu. kalbimin titremesine neden olan Sezen Aksu sesi ile başımı geriye yaslayıp oflar gibi nefes verip yolları ölçen arabam ile konuşan çocuklara ön aynadan baktım.

"Hayır ben dedim gidelim burası girecek birbirine." Sinem arkada camdan asık suratlı ile bakarken müzik değişmiş bilmek istemiyorum ama biliyorsun çalışıyordu.

Benim bu Sezen Aksu aşkım katıyordu. Listeyi kurcaladım, bir elim direksiyonda bir şekilde müzik ararken parmağım istemeden rastgele bir şarkıya basılı kaldı. Çaresizim açılmıştı.

"Hay böyle işin." derken arkadan korna çalan adama aynadan bakıp dikleştim.

Arkadaki Hazal'ın bakışları bana ve radyoya gitmişti. Başını iki yana sallayıp cama döndü.

Müziği tekrar değiştirip önüme gelen İrem Derici'den acemi balık sayesinde yüzüm gülmüştü.

Duyduklarımı büzüp başımı sallamaya başladım.

Arkadan hiç beklemediğim bir tepki geldi, "Çalma listen ne kadarda kabarık." diye söylenen Hazal'la durup ona aynadan bakmak zorunda kaldım.

"Spotify kullanmıyorum canım. MYT müziği tercih ederim." diyip göz devirmemek için gözlerimi zorla sabit tutup yolu izledim.

"O anlamda değil, zihnin her yöne gidiyor. Modunu düzelttir diye dinliyorsun ama daha da beter eder."

Seslice gülmek zorunda kaldım, omuz silkip, "Sen ne buyurursun?" dedim.

"Eder miyim eder miyim deli miyim afedermiyim..." Hazal'ın etrafa bakarken başını benim gibi hafif oynatıp şarkıyı diline getirmesi şoku ile kaşlarım çatılırken dudaklarım kıvrıldı.

"Artık seni bağlamaz benim hayatım." Sinem'in mırıltısı geldi kulağıma.

Kızlar arkadan müziğe eşlik etti, bunu hiç bekliyordum çünkü Hazal'ın tavrı hiç hoşuma gitmemişti, ama şarkıya eşlik edince düşüncelerim ters döndü.

Hazal şarkıyı sakince söylerken Sinem bunu bekler gibi ona eşlik etti bende durur muyum yanlarında devam ettim şarkıya. içimde ki düşünceleri def ettim, sadece Furkan'ın Bora'nın ve Semih'in kaybettiği Elzem'i müziğe bıraktım.

Sol elimi havaya kaldırıp saçlarımı geriye başımla savurdum. Sesi ful açıp bir Avukat gibi değildi piyasacı bir abla gibi oldum.

"Bükeceksin boynunu güller gibi sararıp acemi balık gibi ağlara dolanıp pişman da olsan, kapımda yatsan, tarih bile yazsan, kimin umrunda?"

Berat Yiğit'in bu ana katılması için, "Ne bakıyorsun beraber!" diye kendimden çıkmış gibi Berat'ı dürttüm.

"BENİ KALBİMDEN VURANLAR VAR YA?" dedim parmağımı oynatıp hesap sorar gibiydi, sesim yüksek çıkmıştı ama elimde değil.

"ALLAH'IN DAN BULSUNLAR!" diyerek çıkıştı Berat.

"Sürüne, sürüne, sürüne kapımı çalacak." Arabanın etraftaki insanların dikkatini çektiğinin farkındaydım, ama hayat kısa eğlen coş lafını Berat yüzünden çokça idrak etmek zorunda kaldım.

"KARŞIMA GEÇİP KIS KIS GÜLENLER VAR YA."

"GÜLÜŞÜNÜZ SOLSUN LAN!" Berat ellerini havada açmış isyankar içinde bağırırken şarkıyı bağıra bağıra söylemeye devam ediyordum eşlik eden Yiğit, Hazal ve Sinem'e teşekür etmek istiyordum.

"EDER MİYİM EDER MİYİM DELİ MİYİM AFEDER MİYİM İSMİNE BİR ÇİZGİ ATTIM."

Sessiz geçmesini istemedim, bunu hep dile getiririm sessizlikte boğulmaktansa çığlık attığım için beni deli sansınlar, buradaki gençlerde öyle sessizlik içinde boğulmaktansan ışığın yolunu sesleri ve ellerinde tuttukları pankartlarla bulmaya çalışıyorlardı, ışık her zaman vardır, yeterki bir adım atalım. Hepsinin içinde acı vardı, görmek zor değildi, hissetmek zordur. Ben gördüğüm için hissedebiliyordum, gözlerinin içi parlıyordu bu çocukların, Berat'ın fazla neşesi içindeki acıyı zihinen hatırlamamak içindir, Yiğit'in kendini yoğun bir programa sokması kafasındaki sesin dinmesini sağlıyordu, Sinem... O peki, onu hâlâ çözmüş değildim ama onun içinde de eksik bir yer vardı, yüreği kararmaya yakın bir çocuktu oda. Hazal'ın tavrı bana pek bir şey göstermedi, ya da ben dikkatle bakmadım.

Arabanın evime doğru gelmesi ile durdum, arabadan inip çocuklara baktım hepsi tek tek inerken konuşmak için bekledim.

"Şimdi, kızlar sizi evinize bırakmamı ister misiniz-" Sinem lafımı kesmişti öne atılıp konuştu.

"Hayır Elzem abla. Ben anneme bir arkadaşımda kalacağımı söyledim."

"Bende kalırsın yavrum." dedi geniş geniş Berat.

Elimle ağzının üzerine vurmak zorunda kaldım, sert mi vurdum acaba elini ağzına götürüp inlemişti. Boş verdim önüme dönüp Sinem'e baktım.

"Tamam sen geç şöyle." Gözlerim Hazal'a kaydı, "Sen?"

"Ben giderim evime." dedi arkasını dönüp gitmeye kalkışmıştı. Kollarını birbirine kenetleyip baktım.

"Gece gece dışarıdaki toplum sana acımaz. Kusura bakma ama açık olmam gerek, bugün bende kal."

Hazal durmuş önce bana bakıp sonra çocuklara baktı, göz devirme âdeti yüzüne işlemiş gibiydi. Elinde siyah çantayı beline atıp yavaş adımlarla yaklaştı.

Yiğit ve Berat bana bakarken, "koltuk kızların yer sizin." diyip arkamı döndüm kapıyı anahtar ile açıp bahçenin kapısına baktım, "Kapat şu kapıyı." dedim arkadan gelen Berat'a."

İçeriye girip asansöre yöneldik, bakışlarım Berat ve Sinem'in almış olan joker ve Aylin makyajları da dolandı. Başımı iki yana sallayıp.

"Hiç bakma öyle." dedi Berat, "Sende zamanında yapıyordun."

"Ben kendimi soytarıya çevirmiyorum ama." diyerek çıkmıştım Berat'a.

Asansörün kapısı açılınca çıkmıştım arkamdan geliyorlardı kapıyı açıp kendimi içeriye attım. Ayağımdaki topuklunun çıkarıp bir köşeye atarken blazer siyah ceketi çıkarıp odama yöneldim.

"Gel güzelim ben sana banyoyu göstereyim elimizi yüzümüzü yıkayalım."

"Uyandırdım beni." diyerek azarlamaya başlamıştı bile Sinem onu ben odama yönelirken onlar karşıdaki banyoda ellerini yüzlerini yıkıyorlardı.

Sinem ve Hazal'a uygun eşofman çıkarıp üst bulmaya çalıştım, iki tane sweatshirt çıkarıp lacivert yatağın üzerine attım.

"Sinem Hazal gelin."

Elimi beline atıp bekledim, Hazal kapıdan girerken Sinem elinde havlu ile Berat'la girdi.

"Siz şunları giyin. Ben mutfaktayım."

Berat ellerini Sinem'in omzundan çekip başını öne eğip çıktı, haddini yerinde bilen bir genç Berat'la karşı karşıya kaldım şuan.

"Gerek yoktu." diyecekti Hazal ama vardı.

"Var, protestonun kokusunu evime getirdiniz. Üstünüz kirli hadi." Odadan mutfağa yöneldim.

Yiğit su ısıtırken üçü bir aradaları bardaklara dökmüştü bile. "Senin bu üçü bir arada sevdan bitmedi."

"Ben sevdalandım mı en derinde büyütürüm, sessiz ve gizli." dedim gülerken. Masaya geçip oturdum. Camların perdesini çekip derin bir nefes verdim. "Size kızmıyorum, sadece kızıyor gibi yapıyorum çünkü ben bir anlatım.

Yiğit, "Sen bir annesin." dedim işi ile ilgilenip gülümserken.

Başımı sallayıp yere eğdim, dudaklarımı kemirirken ellerimi masaya koydum. Abim hakkında onların bilmesi gereken konular vardı. Bu görevin yüz metre dahi yakınında olmayacaklardı ama abimin yaşadığını bilmeleri gerek, sonradan öğrenmeleri onların benim üzerimdeki bakış açılarını değiştirmesinden korkuyordum.

"Yiğit, benim bir şey söylemem gerek."

Yiğit'in bakışları bana döndü. Başını sallayıp bekledi.

"Ben size çocukken benim bir abim varmış ama öldü dedim ya."

"Eee dirildi mi?" diyerek içeriye girdi Berat ıslak yüzü ile.

"Evet." dedim onun bu alaycı tavrına karşı.

İkisinin bakışları bana sorar gibi bakıyordu.

"Nasıl yani, abla bu olamaz." dedi Yiğit çaprazımdaki sandalyeye oturup yüzüme bakarken.

"Çok şeyi kaçırmışız. Nasıl olur abla bu. Sen bizimle büyüdün biz beraber büyüdük, olsa gelirdi, gelse görürdük."

"Bilmiyormuş, oda bilmiyor ondan da gizlemişler beni." dedim ikisinede bakarken.

Yiğit elimi tutup, "Abla bak belki değildir belki-" Sustu konuşmadı.

"Hayır, daha derin işler bunlar. Belkisi yok bunun abim yaşıyor, bilin istiyorum sadece." Yiğit'in elinin üzerine diğer elimi koyup, "Sizden ben hiç bir şey gizlemedim, gizlememde, bir kaç gün oldu zaten."

Berat ellerini alkışlar gibi birbirine vurup konuştu, "Demek bundan canın çok sıkkın."

Değil canımı nasıl sıkar benim abim, canımı sıkan şey hödük adam yüzünden. Dengesiz tavırları içinde binbir tavır taşıyan o adam yüzünden.

"Yok ondan değil," diyip tebessüm etmeye çalıştım, "Abimin varlığı bana duvar oluyor, inanın bana. Kendimi şu dünyada hiç bu kadar rahat hissetmemiştim."

Kabullenir gibi oldular sessizliğe çekilirken Berat konuştu, "Ne zaman tanışır bu abiyle." dedi çatık kaşları kabullenmeye zor erişiyor gibiydi.

Arkadan gelen Sinem ve Hazal ile sustular. Yiğit ayağa kalkıp kahveleri hazırlarken şekeri masaya bırakıp bardaklara kaşık koymuştu.

"Herkes kendi üçü bir arsasını karıştırsın şeker koymadım koyarsınız." Şekerliği alıp eli ile gösterirken. Berat karşıdaki masaya geçerken, Sinem onun yanına oturmuş, Hazal ise Yiğit'in yanına oturmuştu.

"Ailenle mi yaşıyorsun." diye sordum Hazal'a.

"Sadece annemle yaşıyorum oda bazen eve gece bir gibi gelir."

"Sebep."

"Çalışıyor çünkü." dedi bardağa koyduğu şekeri karıştırırken.

Başımı sallayıp kahvemden içtim, sessiz geçen gecenin ardından salonun geniş kapısına yaslanmış uyuyan genç isyankarlara baktım, Sinem ve Hazal koltukta uyurken onlar yerde uyuyorlardı, serili olan battaniyeyin üzerinde uyumalarına kıyamazdım normalde ama kızlar vardı işte biraz sırtları çeksin yeri.

Odama yöneldim elimdeki telefondan saati kontrol edip yatağa girdim. Saat gecenin üçü olmuştu. Abimi görmek istiyordum, çocuklarda görmek istiyordu ama şuan sırasımı yoksa bunu daha sonraya mı ertelesem bilemiyordum. Kuzgun'un bana gelip geçmişimi önüme süzdükten sonra def olup kendi başına iş çevirmesi ve ban asla bir şey anlatmaması sinirimi bozuyordu. İçimdeki yanan yangına benzin atıyordu sadece. Artık bana tek yaptığı şey tavır üzerine tavır değiştirmek ve yanan yüreğimi daha da yakmak. Onunla karşılaşmak istemiyordum, sebebini bilmiyorum sadece ondan uzak durmam gerektiği bir dürtü vardı içimde.

Sessizce yatağa uzandım saçlarımı geriye atarken, gözlerimi kapatıp yöne her gece yaptığım gibi karanlık ile buluşturdum.

******

Sesten değil atılan çığlıktan değil, söylenen sözlerden değil. Sessiz geçen gecelerden, sessiz geçen sokaklardan, sessiz olan her bir delikten korkun. Sessizlik insanı öldürür çığlık ise kurtarır.

Yaman'ın anlamsız bakışları koridorun sonuna ulaşmıştı. Sağa sapıp çıkışa çıktı. Kapıdan dışarıya çıktığında karşısında ölüden farksız olan, sağ kolu olan adama baktı. Sağ gözü şiş içinde morluklarla doluydu. Parmağı sol elinin paş parmağı kesik bir bez ile bastırılmıştı, yarıları bir şekilde dizlerinin üzerine çöktü. Kafasındaki kanama devam ederken. Yaman adam yaklaşıp boğa kadar öfke dolu nefesi ile baktı. Kulakları kızarmış anlındaki damar yerinden çıkacak gibi atıyordu.

"N'oldu lan!" diye adamlarına baktı.

Elini kaldırdı yaralı kişi, "Ölmek için yalvaracaksın Yaman Durkan," Nefesi zor yetiyordu bu yıkık ve yaralar içindeki bedenine. "Savaş başlıyor. Yıllar geçiyor, yeni acılar seni bekliyor." Kuzgun'un her bir kelimesini Yaman'a aktarıyordu. Yaralı bedeni yere çöktü. Dayanamadı yaşamaya.

Yaman'ın evinin önü kanlar içinde dolarken zihnimde dönen sözler göğsünün inip kalkmasına neden oluyordu nefesi bozulmuş gibi elini kalbine atıp yerdeki adamına baktı. Yaman'ın evinin önü kanlar içinde kokarken göz bebekleri titriyordu öfkesi bedenine sıçramış gibiydi. Gözlerini kapatıp başını yukarıya kaldırdı, kollarını serbest bırakıp derin bir nefes aldı. Geriye bir adım atıp.

Sakin sesin ardındaki öfke ile konuştu, "Götürün şunu."

Adamları yerde yatan cansız bedeni götürürken yaman evine girdi. Koridorların sonunda bulunan sağa ve sola giden merdivenlere yöneldi sol tarafa ilerleyip yukarıda çıktı. En üst kata çıkıp çalışma odasına yöneldi. Hiç bir şey olmamış gibi bedenini düzene sokup sandalyesine oturdu. Önündeki telefonu alıp numara çevirip kulağına götürdü.

"Bana Ercan'ı bul, arasın beni. Duydun mu hemen!" Dişlerinin arasından konuşup telefonu sertçe kapattı.

Kapının ardında duran Begüm alt kata inip odasına yöneldi, birinci katın son odasına ilerledi, odaya girip kapıyı sessizce kapattı.

Sandalyede oturan abisine yöneldi. "N'oldu böyle bilmiyorum abi. Aşağıda adam ölmüş bir şekilde yerde yatıyor." Begüm elini alnına atıp tedirgin bir şekilde abinin yatağına oturdu, gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi.

Abisinin sandalyesini kendisine doğru çevirip, "Bunu sence kim yaptı?" Abisine üzgünüce baktı. Ne konuşuyor ne de hareket edebiliyordu. Elleri sabitçe sandalyenin iki yanına konulmuş ayakları ise çıplak bir şekilde sandalyesinin ayak ucundaydı.

Begüm abisinin elini öpüp, "Sen merak etme ama bir şey olmayacak."

Abisi derin derin nefes alıp ellerini zorla titretmeye başlayınca. Begüm ayağa kalktı. "N'oluyo abi dur bir tamam sakin olur musun? Lütfen abi beni korkutuyorsun." Ellerini abisine sarıp sakinleştirmeye çalıştı. Abisinin kahverengi gözleri derince açılmış bir vaziyette öylece duvarı izliyordu.

"Tamam hiç bir şey olmayacak sen korkma." Begüm abisinin omzunu okşarken odaya çalışan kadın girmişti.

Saçlarını yukarıdan ağır bir topuz yapmış önlerine aklar düşen, beyaz önlük ile elinde tepsiyle içeriye girdi yaşta büyük bir kadın. "Ali Bey'in ilaçlarını getirdim." dediğinde Begüm yaklaşıp elindeki tepsiyi almıştı kadından.

"Teşekkürler Asya Hanım."

Kadın başını sallayıp geri çekilmişti.

"Yemeğini yiyip ilaçlarını içmem gerek. Lütfen zorluk çıkarma abi."

Yatağa oturup tepsiyi kucağına almıştı abinin sandalyesini yaklaştırıp boşta kalan eli ile abisini yüzünü okşadı. Çıkmış olan sakallarına baktı, "Bunları keselimde endamın ortaya çıksın Ali Bey." dedi abisinin yüzünü tebessüm dolu izlerken Begüm.

Abisi rahatlamış gibi nefesini düzlüğe çekerken Begüm yoğurtlu çorbayı abisine içirirken içeriye kapıyı çalmadan giren kadına omzunun üstünden bakıp önüne döndü.

"Bugün seni görmedim, kendini odaya hapis etmişsin."

"Senin yüzünü görmemek için kendimi kör edebilirim."

"Öyle konuşma... Baban duymasın. Asya hanım ne işe yarıyor, o yedirsin abine." Ne sarı ne de beyaz olan ikisinin ortasında boyalı olan saçlarını geriye iki eli ile savurup bir kaç adım yaklaşıp boş olan koltuğa oturdu.

"Abimle ilgilenmek benimde görevim." demişti Begüm ağır başlılığını ortaya koyarken.

"Aşağıdaki görüntü ne öyle? Kim yapmış?"

"Ben ne bileyim." diye çıkıştı Begüm yandan bakarak.

Kadın ayağa kalkıp odanın geniş camından dışarıya baktı. Kollarını birbirine geçirip, "Babam çok sinirli."

"O hep sinirli. Şimdi bizi rahat bırak." Kadın yeşil gözleri ile baktı Begüm'e. Yaklaşıp Begüm'ün yüzünü inceledi.

Bir şey demeden ilerleyip çıkmıştı odadan. Yaman'ın eşiydi bu kadın, ağır duruşu uzun boyu ve göze çarpan duruşu ile etkilemişti Yaman'ı.

"Bu kadının ölümü nasıl olacak çok merak ediyorum." diye çıkıştı yine Begüm.

Ali Begüm'e bakıp ifadesiz yüzü ile sadece boş boş bakıyordu. Ne eli oynuyor ne bedeni.

Yemeğini bitirmişti Begüm, abisinin ağzını silip ilacın kapağını açtı, ilacı abisinin ağzına yerleştirip suyunu içirmişti. "İlaçların bitmek üzerine yenilerini almalıyız." dedi çocuk bakar gibi bakıyordu abisine.

"Şu sakal ve saçlarını halledelim." dedi abisinin yanağına öpücük bırakıp elindeki tepsi ile odadan çıkarken.

En alt kata doğru ilerledi Begüm, geniş tahta kapıdan içeriye girdi mutfaktaki Asya Hanıma elindeki tepsiyi verip geri çekildi.

Babasının sesini duyunca arkasını dönüp köşkün çıkış kapısına doğru ilerledi Begüm. Babası arabasına binmiş gidiyordu. Elini kalbine atmıştı şu köşkte nefes aldığını hiç hissetmiyordu Begüm, kapının tam önünde kanlar donmak üzereyken adamların o kanı temizlediğini görüyordu, derin bir nefes alıp tiksinir bakışlarını donmuş kandan alıp etrafa çevirdi.

Babasının emri valileri, kendini herşeyden üstün görüşü, en çokta kendi çıkarları için çevresindeki insanları harcaması onun nasıl bir cani olduğunu gösteriyordu. Yaman acımasız ve sinsi biriydi bunu herkes bilirdi ama kimse dile getiremezdi, Yaman'ın sesi bile korku veriyordu insana, Begüm babasından uzak durması gerektiğini ondan ne kadar mesafeli olursa olsun onun yaşamı için en doğrusunun bu olduğunu biliyordu.

"Bakar mısın." dedi Begüm adamlardan bir tanesine elini sallayıp gelmesini söylerken. "Bana bir tane berberci ayarla gelsin."

"Emredersiniz Begüm Hanım."

Begüm kendi odasına ilerlerken cebindeki telefonun çalması ile adımlarını yavaşlatıp telefonun ekranına baktı, şuan ki sıkıntısının üzerine sıkıntı eklenmişti, telefonu sessize alıp odasına girdi.

"Şu adamı başıma bela ettin." diye çıkıştı odasında dolaşırken.

Bahçenin yedek çıkış kapısına yöneldi bakışları, çıkıp gitmek istiyordu ama şuan bunu yapamazdı, abisiyle ilgilenmesi gerekti, birde üstünü babasının ölen sağ kolu, evden habersiz çıkmak aklının ucundan bile geçmemeliydi.

Telefonun tekrar çalınması ile bakışlarını tekrardan ekrana çevirdi. "Yeter artık arama aptal." diyerek telefonunu yine sessize aldı.

Kapısının çalınması üzerine dikkati dağıldı Begüm'ün gel diyerek arkasını döndü. Açılan kapıdan içeriye genç kadın girmişti.

"Berberci geldi efendim."

Başını sallayıp odadan çıktı, "Abimin odasına gelsin." demişti üstü kata çıkıp koridorun son odasına yönelerek.

Kapısını açıp içeriyi girdi Begüm, yüzünde gülümser bir ifade ile abisinin karşısına geçip ona baktı. Kumral saçlarında gezdirin okşadı.

"Uzamış saçların, benim rengim gibi. Çok parlak çok güzeller. Kesmeye kıyamıyorum ama sen 17 yaşındaykende saçlarının hafif dağınık olmasını isterdim tabii yanlarıda alırdın."

Abisinin gözünün kısıldığını gördü Begüm, seslice gülüp konuştu.

"Doğru değil mi, bak seni çok iyi tanıyorum ben." Dedi abisinin saçlarını öperken.

Doğruldu Begüm kapı açılmıştı gel demesi üzerine içeriye genç çalışan ve bir adam girmişti. Uzun boylarında sarışın bir adam. Gözlerine baktı Begüm, bu muydu berberci dedi içinden.

Dinçer'di bu. Gözleri etrafı taradı sandalyede ona dönüp olan adama baktı. Kadının geriye çekilmesi üzerine bir kaç adım attı, çalışma genç kadın dışarıya çıkarken Begüm eli ile abisini işaret etti.

"Bu yakışıklı adamı biraz toplayalım." dedi abisinin omzuna dokunurken.

"Tabii." dedi Dinçer kadından bakışlarını kaçırıp Ali'ye yaklaşınca.

"Abimiz mi?" dedi Dinçer düz bir sesle.

"Evet abim." dedi gurur duyar gibiydi Begüm. "Lütfen yanları alıp hafif dağınık bir saç modeli yapın. Sakalları komple yok edin." demişti geriye çekilip sandalyeye otururken.

Dinçer adamın yüzünü incelerken, içinden küfürler yağdırmamak için kendini zor tutuyordu, buraya gelmeden önce Ali'ye saçma sapan hakaretlerde bulunmuştu, belkide oda bir kurbandır. Neden bu hâlde olduğunu bilmeden yargılara boğmuştu Ali'yi. Elinden gelirdi bu işler elindeki traş makinasını çalıştırıp sakallarını kesmeye başladı. Begüm çalan telefonunu neden komple kapatmıyor diye düşünmeye başladı, ama bu adamın gidipte Begüm'ü Yaman'a yani babasına şikayet etmesinden korkuyordu. Yavaşça ayağa kalktı balkonun kapısını açıp bir adım ileri gitti telefonu açıp kulağına götürdü.

"Ne istiyor. İşim varda açmıyorum telefonu."

"Ben aradığımda açacaksın."

"Hayır Emir efendi açmayacağım, sana dedim ben seninle evlenmek istemiyorum neden hâlâ ısrar ediyorsun." Begüm yutkunamadı bile sulu gözlerini havaya dikip bekledi boğazındaki düğümü çözmeye çalışan parmakları o düğümün altında eziliyor parmakları acı içinde kanıyordu ama sesini çıkaramıyordu.

"Güzelim yapma böyle, babacın çok kızar. Hem korkma ben sana zarar vermem. Yeni açacağımız otelin açılımına gel yoksa... Babanın canını çok sıkarız sonra olan sana olur hayatım." Adamın sesindeki tiksinti midesindeki kanların akmasına neden oluyordu, içinde bilmediği bir ağrı vardı, bu adam yüzünden içindeki sıkıntıların git gide bir dağ kadar olacağını biliyordu Begüm

"Seninle o otel açılımına gelmek istemiyorum. Seni istemiyorum söyle babama ben senin kızınla evlenmek istemiyorum... Ben seni zaten istemiyorum daha ne diye-"

"Kes sesini! Çocuk olmayı bırak artık yirmi üç yaşında bir kadınsın seninle mi uğraşıcam ben. Geleceksin o kadar." Telefonun kapanması üzerine saçlarını parmakları arasına geçirip geriye doğru savurmuştu Begüm.

Derin bir nefes aldı, göz yaşı tam uçta duruyordu tıpkı intihara kalkışan bir insanın uçta duruşu gibiydi. Ama izin vermedi. Başını yukarıya dikip maskesini kuşanıp abisinin yanında ilerledi.

"Bitmiş." dedi abisinin saçlarına ve açılan yüzüne bakarken.

"Elim hızlıdır." dedi Dinçer sakin bir ses tonuyla. Yerdeki malzemeleri toplayıp çantaya atarken.

"Genelde orta yaşlarda biri gelir." Sözünün devamını getiremedi Begüm. Abisi yine direniyordu. Ellerini zorla oynatmaya çalışıyordu.

Dinçer çatık kaşları ve sorar gözleri ile ona bakan Ali'ye baktı. Başını iki yana oynatmaya çalışıyor gibiydi. Yüzündeki kemikler sıkılmış yüzü kızarmıştı.

"Abi yapma lütfen sırası değil. Sakinleştirici ilaçları da bitmiş aslında." dedi mahcup bir şekilde Begüm.

Dinçer düşmanın evine sızmış bir kamera gibiydi, Ali'yi incelerken gözlerinin sanki onu tanıdığını anlamış gibi onun üzerinde dolaştı, tanımıyordu ama. Onu hiç görmedi kim olduğunu bile bilmiyordu neden bu kadar ağır bir tepki verdi ki. Yoksa oda mı babasına düşman bir evlattı.

"Anladım. Ben gideyim artık," dedi Dinçer adımlarını çıkışa doğru ilerletirken, "Dışarıya çıkarım, insanın ayağı zemine değmedikçe inatlaşmaz. Ayağa değil ama bedeni değsin." dediğinde Begüm adama baktı. Kaşları çatıldı.

"İndirelim mi?" diye sordu birden Begüm.

Dinçer bunu hiç beklemiyordu. Hedefi sadece içeriye girip etrafa göz atmakta. Burada onlara göre pek bir şey çıkmazdı.

başını yavaşça salladı. Begüm sakinleşen abisinin sandalyesini itip asansöre binerken Dinçer'in başı sabit gözleri ise yavaşça etrafı tarıyor gibiydi.

"Babam odasından çıkmasına izin vermez pek. Onun için daha iyi olduğunu söyler."

"Babanız yok galiba." dedi Dinçer Begüm'ün yeşil gözlerine bakarken.

"Evet." dedi önüne dönüp başını öne eğerken. "Çok çıkmaz dışarı odasına hapis bir ergen gibidir abim."

"Nerden biliyorsun? Belki çıkmak istiyor belki de insanların yüzünü incelemek analiz yapıp çıkarım yapmak istiyor. Ya da ne bileyim, bir ağacın yapraklarını izlemek ister. Ya da geçen insanların tarzlarını görmek ister."

"Bunları siz yapıyor musunuz." dedi Begüm şaşkınca.

"Bazen."

"Tuhaf ama güzel." dedi dudak büzerek kabullenmek isterken.

Asansör açılmış bahçeye doğru ilerlemişti Begüm. Dinçer sırtındaki çanta ile bahçeye girdi, etrafı incelerken ilerideki köşedeki bahçe kapısını gördü en köşede bir yabancı gibi duruyordu kapı. Bahçenin ortasında bir havuz vardı havuzun ortasında bir şiş yatak bulunuyordu.

"İndirelim mi?" diye sordu mahcup bir şekilde Begüm. Bakışları adamın yüzündeki olmayan mimiklerde dolandı. Bahçenin ötesinden gelen dört adama baktı nöbet tutan korumalardı bunlar.

Yaklaşıp Ali'nin koltuk altlarından tutup kaldırmaya çalıştı, Ali'nin heybetli bedenini görünce dudak büzüp onu çimlerin üzerine oturttu.

"Sana yaslansın." dedi Dinçer Ali'yi sabit tutarken.

Begüm oturup abisinin başını elleri arasına alıp göğsüne yatırdı. Geniş omuzları Begüm'ü devirmeye yetecekti ama Dinçer buna izin vermedi.

Ali Dinçer'e bakarken gözlerini teşekkür eder gibi kapatıp açmıştı. Dinçer bunu anlamıştı, içinde beliren küçük bir kırıntı ile yutkundu, başını sallayıp Begüm'e çaktırmadan Ali'yi inceledi. Yakışıklı bir adamdı, endamlı biriydi uzun boyu ve Beyfendi yüzü ile dikkatini çekmişti hiç Yaman'a benzemiyordu, Yaman'ın yüzünü görse tüküresi gelirdi ama bu öyle değildi babası değil gibiyidi. Belkide onunda babasının pisliklerinden haberi vardır ama sesini çıkaramıyordur.

"Benim haddim değil, isterseniz sesimide kestirebilirsiniz. Ama n'oldu ona?"

Begüm adamın yüzüne bakıp tebessüm eti. Gözlerini ondan çekip abisinin saçlarını okşamaya devam etti.

"19 yaşında bir trafik kazasında bu hâlâ geldi. Doktor iyileşir dedi umut verdi... Ama daha sonra bunun imkansız olduğunu söyledi."

Dinçer hâlâ Ali'ye bakıyordu. Ali'nin bu sözlere tepkisi bakışları ile analiz etmeye çalıştı; Ali'nin gözlerinde derin bir öfke vardı göz bebekleri büyümüştü. Sessiz öfke dedikleri bu olsa gerek, ne bir çıt sesi ne bir el hareketi. Dünyanın vermiş olduğu en büyük acı buydu belki, ne koşabiliyorsun ne dilindeki kelimeyi aktarabiliyorsun.

Aradan zaman geçti Ali gözlerini kapatıp derin derin nefesler alıyordu elleri zemine demişti, çimlerin üzerinde bacakları ve elleri yer çekimini hissedebiliyor gibiydi. Dinçer bekledi, şuan buradan def olup gitme isteğini yutmuştu. Bir eli Ali'yi sabit tutup Begüm'e yük olmamasını sağlarken diğer eli çimlerin üzerinde duruyordu. Bu iki kardeşin hâllerinin analizini yapamadı, ilk defa bir analizde zorlandı. Zorla evlendirilen bir kadın, ve bedeni elinden alınmış bir adam. Tek yaptığı çıkarım buydu. Acıma duygusunu yok etmek zorundaydı ama şuan çok zor durumdaydı. Gözleri kapalı abisinin saçlarını okşarken yüzündeki tedirginlik ve sıkıntıyı görmemek zor değildi; Begüm o dertleri saklayamıyordu henüz bunu yapabilecek bir güce sahip değildi.

*****

 

Umarım beğenmişsinizdir. Oyunuzu eksik etmeyin lütfen.

 

🍁🔥🍁

 

Bölüm : 13.08.2025 14:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...