

8.Bölüm Cehennemin Elleri
Yaman'ın bakışları kızına değmişti. Gece aya ay ise geceye kavuştuğu şu gecede huzur sessizce ortamı terk ediyordu. Yemek masasında derin bir sessizlik hâkim olmuştu.
"Otel açılımına gidiyorsun değil mi?"
"Hayır rahatsızım biraz."
Almira, "Yarına kadar iyileşmiş olursun tatlım." demişti ses tonuna annelik katmaya çalışırken.
"Belki bende bulunurum enişte." dedi Mahir elindeki peçete ile ağzını silerken.
"Tabii neden olmasın." demişti Yaman Begüm'ün tüm huzurunu kaçırıranran bir ses tonu ile.
Begüm Mahir'e ters ters bakarken, Yaman Begüm'e gülümser bir bakış atıp. "Toksun galiba, yemeğini yemiyorsun."
Begüm başını çekinirce sallayıp, "İzninle baba, odama çıkabilir miyim?" demişti.
"Tabii ki de babacığım." Yaman yüzünde o sahte ve yalan dolu gülümsemeyi eksik etmeden konuşmuştu.
Almira elini Yaman'ın elinin üstüne atıp okşamıştı, "Merak etme, oda ilk defa hayatına birini alıyor hayatım."
Yaman sırıtarak başını sallayıp yemeğine devam etmişti. Begüm tüm yükü ile merdivenleri çıkarken avucunda sanki onların kalplerini taşıyormuş gibi sıkıyor ve hisseder gibi ellerinin arasından kanlar akıyordu. Damarlarındaki kandan tiksinir olmuştu Begüm, gözlerinde şelaleler birikmişti ama onların önünde akmasına izin vermiyordu. Dört duvar hariç o yaşların akmasına izin vermezdi.
Odasına girdi üzerindekileri değiştirip eşofman ve siyah sweatshirtünü giydi Begüm. Kumral saçlarını geriye atıp camına yaklaştı, camın geniş köşesine oturup dışarıdan azda olsa gözüken denizi izledi. "Allah'ım beni ateşin içinden kurtar, beni başka bir ateşe yolla ama yinede bu ateşin içinden beni çıkar." Ellerini kalbinin üzerine koyup dizlerini kendine doğru çekip gözlerini kapadı.
Ateşin içinde yanan bir bedeni kim görebilirdi ki? O ormanda yanan masum bir çiçek gibiydi. Ne ses çıkarabiliyor ne de yerinden kıpırdaya biliyordu. Begüm yanan bir çiçek kadar masum ve mazlumdu.
Sessiz geçen gecenin eşiğinde kapısı açılmıştı, oturduğu yerden kalkıp Yaman Durkan'a baktı. Yaman yüzünde tebessüm ile kızına bakıyordu ama o tebessümün altında şeytanın ta kendisi bulunuyordu, kalbi taştan zihni ise acımasızca oynardı.
Kapıyı kapatıp bir kaç adım atmıştır Begüm'e karşı. Begüm titrek gözlerle baktı babasına. Yaman gömleğinin kollarını katlayıp Begüm'e yaklaştı.
"Benim emrin altında yaşıyorsun, ve öyle olmaya devam edecek benim güzel kızım," dedi sabit duran Begüm'ün saçlarını okşarken. "Emir bundan sonra senin eşin olacak öyle değil mi?"
"Baba ben onu..." Begüm cümlesini bitiremeden acı içinde inlemişti Yaman onun saçlarını çekip kendine doğru yaklaştırmıştı. Gözlerini kapatıp kızının saçını okşadı, "Sakin sakin. Bu acılar sana kim olduğunu hatırlatır." demişti dişlerinin arasından bir eli acımasızca saçlarından çekerken diğer eli ise yalan şefkati ile okşuyordu.
"Emir senin neyin benim güzel kızım?" diye sordu tekrardan ses tonunda hiç bir oynayış olmadan.
Yaman'ın sesi bedenin titretirken Begüm korku içinde gözlerini kapatıp elleriyle yüzünü kapatmıştı. Yüzüne vurulmasından korkuyordu, beyaz teninde onun o iğrenç ellerinin izi çıksın istemiyordu artık. Tenini kimseden saklamak istemiyordu, acı içinde yürümek acı içinde inlemek istemiyordu. Tek çare ona göre sessizlik ve itaatkârlıktı. Bir insanın kendine yapabileceği en korkunç ve en büyük hata buydu; boyun eğmek sessiz kalmak, ağzına: yabancı bir elin değmesi gibiydi bu.
Vurmuştu ama, yüzünü kapatmış olduğu ellerinin üzerine sertçe vurmuştu Yaman, tüm acımasızlığı ve tüm duygusuzluğu ile kızının karşısında duruyor ve ona acının en büyüğünü yaşatıyordu. Dışarıdan ne kadar mutlu bir aile gibi gözükse de bir de içeriden bakmak lazım, her mutluluğun altında çekilmiş bir cefa vardır.
"Lütfen... Ben senin kızın bana neden bunu yapıyorsun? Neden benim hayatımı mahvediyorsun?" Begüm'ün göz yaşları bu oda içinde akmaya başladı, şelale olan gözler sertlik içinde akmaya başladı. Sessizce inledi Begüm, ellerini yüzünden çekmeden ahlar çekmişti.
"Öylesin babacığım, öylesin... Şşş benim için bunu yap olur mu?" Yaman yere yığılan kızının belini okşayıp, "Sakin, niçin yaşadığını unutma."
Begüm gözlerini karanlığa bıraktı, gözlerindeki karanlık babasının karanlığından daha iyidir. Bir odaya hapis gibiydi, bu koca köşk ona o kadar sert batıyordu ki damarlarındaki kan sanki her geçen gün daha çok emiliyor gibiydi, daha çok daralıyor gibiydi.
"Yarın senin otelde olduğunu bileceğim. Anlaşıldı mı?"
İstemsizce ve korku dolu bir bedenle başını salladı. Evet onun için yaşıyordu, Begüm bir gün ölürse artık Yaman'ın hiç bir işine yaramayan bir eşya olmuş demektir.
Odadan çıktı Yaman, Begüm ellerini yere bastırmış sert zemine karşı direniyordu, saçları yüzünü kapatmış ıslanın yüzünü odanın duvarlarından saklıyordu. Yatağına çekildi ellerini dizlerine getirip Kendine doğru çekti. Kabuldü itaat etmek onun yaşamı için şarttı. Begüm de ölmeyi bekleyen biriydi, şuan abisi olmasa belki de ölmüştü... Belki de Begüm bu acılara dayanamayıp kendini ölümün ellerine acımasızca bırakmıştı.
"Beni cehenneme al Allah'ım yeterki beni buradan kurtar."
Yaman çalışma odasına çekilirken yukarıya doğru gelen Mahir ile durdu.
Kaşları havalanıp sorar gözlerle baktı, bir şey olmuştu. Mahir'in gözleri anlatıyordu, yüzündeki ifade şaşkın ve korku doluydu.
"N'oldu yine?" dedi dişlerinin arasından Yaman.
"Mail adresine bir video yollamışlar. Baktın mı enişte?" Mahir sessiz ve çekinir bir sesle konuştu.
Yaman tamda çalışma odasının kapısında duruyordu içeriye hızla girip bilgisayarını açtı. Bilgisayarında mail adresine gelen son mesajlara baktı.
"Konuş n'oldu?" dedi sakin bir ses tonuyla.
"Enişte şimdi... Bizim bu gemideki mallar ve silahlar." Mahir susmuştu Yaman elini kaldırıp onu susturmuştu.
Önüne gelen cehennem görünümlü görüntüyü izledi. Yaman ellerini masaya koyup videoyu siyah gözlerindeki yanan ateşle izledi. Göğüsü inip kalkmaya başlamıştı, öfkesini dışarı vurmak istemiyordu. Geminin bir yanı yanarken Yaman kızaran yüzle bilgisayarı sertçe kapattı.
"Nasıl oldu lan bu? Ben oraya kaç tane adam diktim. Gemi kalkana kadar orada o gemi başında duracaklardı. Nasıl olur lan bu?" Yaman ayağa kalkmıştı, sakinleşmeye çalıştı o asla öfkesi ile hareket etmezdi daima ilk önce sakin kalmaya çalışırdı. Yaman boylu boyunca uzun olan cama yaklaşıp dışarıya baktı, gözlerini kapatıp yukarıya dikti başını parmakları ile ritim tutup içinden geriye doğru saymaya başladı.
"Enişte, nasıl çıktı bilmiyorum tek bildiğim tümünün kül olduğu."
"Dışarı çık Mahir." dedi sakin bir sesle.
Mahir öfkesini yükseltmemek için dışarıya çıktı kapıyı kapatıp, merdivenlerden inerken uzun saçlarını parmakları arasından geriye atıp merdiven basamağında durdu, anlamsız bakışları yerde sabit dururken, "Kim bulaşıyor Yaman Durkan'a?" Sesini kendisi bile duymamıştı, sessizce merdivenlerden inerken odasına yöneldi.
Yaman camın dışından bakıp kulağındaki telefonun açılmasını bekledi. "Eğer bunu sen yaptıysan yakında bir ölü beden ellerin arasında olacak."
"Sana söyledim, sen ve senin işlerin benim umrumda değil Yaman Durkan. Eğer öyle bir şey olsaydı senden korkacak değilim delikanlı gibi çıkar önceden haber veririm böylesi daha zevk verici olur."
Telefonu kapattı Yaman Ercan'ın bu işte bir parmağı olsa önceden haber verir, onun mafyatik oyunları böyle yürürdü. Yıkacağı bir mekanın bir önceden haberini verirdi, düşmanlarının gidip seyre durmalarından ayrı bir zevk alıyordu Ercan.
Yaman elindeki telefonu sıkarken zihnini zorlamak zorunda kaldı, ona Kafa tutacak hiç kimse yoktu, aklının ucundan bir isim dâhi geçmiyordu, geçiremiyordu; kendini o kadar güçlü ve yıkılmaz görüyordu ki onun önünde herkes boyun eğer korku ile titrerlerdi. Yaman'ın herkese karşı bakış açısı buydu kendi tahtında kendi imparatorluğu ile herkese hüküm sürdüğünü düşünüyordu. Oysa o imparatorluğun tek Bir sahibi vardı oda Kenan Gönük, Kenan Gönük'ten Fırat Gönük'e ondan ise oğlu Gökalp Gönük'e. Kenan Yaman'ı herşeyden men etmişti. Yaman'ın vicdansızlığı ve zihnin kirliliğini biliyordu Kenan. Onu oradan hiç çıkarmamalıydı, Kenan'ın sözünü dinlemeliydi, bir merhamet bin cana mâl oldu.
*****
Ellerimdeki poşetleri arkamda duran iki delikanlıya verip topuklu sesinin ilettiği oto yıkamaya girmiştim. Güneş doğarken ben arkamda iki sarhoş gibi duran gençle abime gelmiştim, abimin merdivenlerden indiğini görünce ona doğru ilerleyip sarıldım. Arkadaki iki gencin bakışlarının ters ve kabullenir olmayan bakışlar olduğuna emindim.
"Benden ilerleyen zamanlarda sıkılacaksın." dedim gülümserken.
"Saçmalama ufaklık." dedi saçlarımı çocuk gibi okşarken.
Şikayet etmedim, tam tersi ilk defa böyle bir hisse karşı kendimi muhtaç gördüm, hoşuma gitmişti abime sahada sokuldum elimi beline atıp sıkıca sarıldım.
"Ne o ufaklık çok mu özledim abini?" dedi saçlarımı okşayıp öperken.
"Bu hissin ne olduğunu bilmiyorum ama çok güzel bir his olduğunu söyleyebilirim." dedim geri çekilip kolunu omzuma atan abim ile Berat ve Yiğit'e bakarken.
"Selamün aleyküm." dedi Berat elini uzatıp delikanlı gibi abimin elini sıkarken.
Yiğit onun tam tersiydi sakin ve memnun bir biçimde abimin elini sıkıp ters olmayan bir yüzle karşılık verdi.
"Yiğit." diyip kendini tanıttı.
"Gökalp."
Abimin bakışları tam karşısında siyahlar içinde duran Berat'a çarptı kaşları çatık gözleri ise kısıkça bakıyordu abime. "Berat."
Dinçer merdivenlerden inerken arkasından bir genç inip gelmişti, "Gökalp abi bu gece bırakıyon mu beni?"
"Bacım var ağzımı bozmayacağım." dedi abim yandan çocuğa bakarken.
"Kim bu?" diye sordum sessizce.
"Bu Furkan. Furkan buda kız kardeşim Günay." Günay... Bu benim gerçek ismimdi. Benim asıl kimliğim buydu; Günay Gönük.
"Elzem Yıldırım." diye düzelti Berat.
Ters ters Berat'a bakarken ortamın birbirine karşıtlığını herkesin kendi arasında bakıştığına şahitlik ediyordum şuan.
"Tamam öyle olsun. Elzem olsun." dedim abim gülümserken.
Gamzesi vardı, sağ yanağında bir gamze benim ise sol yanağımda nadiren gözüken bir gamze vardı, insanlar onu nadiren fark ederdi. Abimde öyle benim tam tersin olan bir gamze.
"Furkan mı dedin abi sen az önce."
"Hayda... Başladık şimdi. Sana bir takma isim bulmak lazım, yoksa ablam geçmişe dönüp ahlar çekip yüz kere anlattığı exsini bize tekrar tekrar anlatmak için gece vakti kapımıza dayanacak." Yiğit'e derin ve sert gözlerle baktım şuan bunun sırası mıydı ki?
"Ne alaka."
"Ex mi?" Abim anlamsız bakışları ile bana bakarken ben başımı kaldırıp kolunun altından ona baktım.
Başımla boş ver der gibi yapıp önüme döndüm Yiğit'e kalkık kaşlarla baktım.
"Ex abi, eski sevgili demek gençler şimdi bu şekil kelimeler kullanıyor."
Abim bana tekrar dönüp, "Hadi ya." diyip dudak büzüp şaşırmış gibi başını sallayıp derin bir nefes verdi.
"HAS SİKTİR!" Berta'ın sesi oto yıkamada yankılanırken baktığı yöne tedirginlik içinde dönüp baktım arkamda kalan merdivenlerden inmiş olan Kuzgun ile öylece durup kaldım.
"N'oluyo ne?" diye çıkıştı Furkan.
Ben şaşkınlık ve ters bakışımın karışımı eşiğinde Kuzgun'a bakarken cidden böyle ansızın ortaya çıkışları beni deli edecekmiş gibiydi. Bunu daha öncede yapmıştı berta'ın önüne çıkıp onu korkutmuştu bu seferde sessizce arkadan yaklaşan bir kurt gibi gelmiş ve ortamı durduk gere germişti.
"Sus Berat." dedim dişlerim arasından ona bakarken.
"Abla ne susu. Bu adam kim ya!" dedi herkese bakıp bir tek kendisinin korku içinde gerildiğini fark edince Berat.
Kalbimin atışı arttı ama dinmesi uzun sürmedi bakışlarımı ona değdirmeden Berat'a baktım. "Korkma öldürmez seni." diye çıkıştım.
"Bir sorun mu var."
"Elzem'i ararken benden sokak sokak kaçmıştıda Berat'ın aklına o geldi galiba."
Berat gözleri fal taşı gibi açık bir adım öne atacaktı ama kıçı bunu yemedi yerinde durup parmağı ile Kuzgun'u işaret edip, "yoo okula geldin karşımda sapık gibi sırıttı ya!"
Kuzgun'un şuan bakışları bendeydi buna hissedebilmek zor değildi, ama bakmadım gözümün ucunu bile değdirmedim onun bendenine. Uzak tutmaya çalıştım gözlerimi tıpkı onun istediği gibi, tıpkı onun bana değişen tavırları gibi. Değişen hisleri gibi; belki de hisleride yoktur sadece bir görevim onun için belki görev için yakındır bana. İşte buna yenik düşmemek için değmiyordu gözlerim, ona alışmamak için, çünkü bir gün gideceğini biliyordum.
Önüme gelen geniş komedinin üzerindeki çay bardaklarına baktım, şuan tamda karşımda oturmasına rağmen ona değmiyordu bu aciz gözlerim. İzin vermiyordu içimdeki öfke dolu yalnızlık.
"Bu motorların hepsi sizin mi?" Yiğit nezaket kodu sesi ile sormuştu abime.
"Evet." dedi abim ağzına atmış olduğu poğaça ile.
"Yamaha ve Kawasaki... Hangisini hangisinden üstün tutarsın?" diye sordu muhabbeti en iyi yerden bulurken.
"Bana göre Yamaha."
"Kawasaki abi ya," Furkan başını yana yatırıp derin bir nefes vermişti. "Her zaman bunu tartışırım bak. Kawasaki tam kadınları etkiler gibi..." Abimin elinin tersi ile onun ensesine vurması ani olmuştu Furkan elini ensesine götürürken sanki buna alışmış gibi simit yemeye devam etti.
"Ya abi madem ablamı bulup abisine getirecektik o zaman ne diye bunu sakince dile getirmek yerine Elzem Yıldırım diye çıktım karşıma." Berat çayından bir yudum alırken Kuzgun'a alışmış gibi sakin ve her zaman ki ses tonu ile konuşmaya başlamıştı.
Göz devirmemin nedeni nedir diye sordum kendime kaşlarım çatıldı elimdeki çayı dudaklarıma götürüp bir yudum çektim. Gözlerim ona değmiyordu ama hissediyordum onun gözleri bana değiyordu.
"Sen ne önerirsin, ayrıca sorsam söyleyecek misin?" sesi tok ve düzdü her zmanaki sertli ile ortamı geriyordu işte.
Berat yanı başımda bir bana bir Kuzgun'a baktı.
"Doğru ben anlamı öyle kolay satmam." dedi bana tebessüm dolu bakan gözlerine karşı gülümseyerek baktım.
Önüme döndüm bacak bacak üstüne atmıştım geriye yaslanıp kendimi rahat bıraktım. Bakışlarım tavanlarda duvarlarda sağ tarafta duran iki üstü kapalı arabada gezindi ama ona asla değmedi.
"Ablamı nasıl buldun peki." dedi dolu ağzın ile Berat.
Bakışım Berat'ta takılı kaldı dönmüş gözlerle baktım ona, şuan bunları sorması normal değildi geçmiş... Bir kaç gün önce bana geçmiş gibiydi, hatırlatsın istemiyordum o ilk anı ilk ona güvendiğim zaman dilimini. Şuan ağzının üstüne vursam ne olabilirdi ki?
"Evine gittim. Evinde kaldım." Bu cümle kalbime o kadar ağır gelmişti ki sebebini bilmiyordum ama cümleyi kurarken sanki bizzat bana duyurmak ister gibi üzerine basa basa dile getirmişti.
"Oha. Aynı evde mi?" diye sordu sessizce Yiğit.
"Öyle değil evsiz gibi kapımda bekleyeceğine eve girsin dedim." diye çıkıştım ona bakmakla direnirken.
Abime bakma gereğinde bulundu gözlerim onun tepkisini ölçütüğümde boş boş baktığını gördüm hiç bir tepki vermemişti, sadece Kuzgun'u süzüp konuşan Berat'a döndü bakışları.
Ortama derin bir sessizlik çökerken konuşan yine Berat olmuştu şuan gençler burada olduğu için rahatça konuşamıyordum, abime sorular soramıyor Dinçer'den al haberi sağlayamıyordum.
"Vala size bakınca kendi bedenimden utanıyorum, çok afedersiniz hayvan gibisiniz."
"Etkilendiysen seni Dinçer'e bırakayım. Spor salonuna geç."
Berat heyecanla Dinçer'e bakarken gözleri Kuzgun'a kaydı, Kuzgun'a bakmıyordum Berat'ın bakışlarına bakıyordum gözlerini heyecanla açmış ve dikleşip, "Kuzgun abinin heybetinden istiyorum ben."
"O biraz zor." dedi Kuzgun soğuk sesi ve alaycı tavrı ile.
Berat dudak büzüp Dinçer'e baktı. "Sende iyisin ve abi." dedi başını yan yatırarak.
"Bence de. Sen Dinçer'le takıl hödükleşmeni istemem ablacım." Elim Berat'ın omzuna giderken. Bakışlarım en sert ve ters hâli ile ilk defa Kuzgun'a değerken.
Kolları dizlerinde bir şekilde başını kaldırıp bana kalkık kaşlar ve sorar gözlerle baktı, gözlerini kısıp yüzümü inceledi, gözlerimi çektim ayağa kalkıp çaprazında oturan abime baktım.
"Benim gitmem lazım. Evim senin evindir, ne zaman istersen gel." dedim sesim en masum ve çekingenlik hâli ile çıkarken.
Ayağa kalktı abim. Bana sarılıp saçlarımı yine çocuk gibi dağıtıp okşadı. Geri çekilip yüzüne bakarken, "ben evime alana kadar evsiz bir insanım." dedi bana bunu tekrar hatırlatmak istercesine.
Haklıydı onun evi ve soy ismini alması lazımdı, insan acıyla hırslanır acı ile büyür acı ile bedeni ve duyguları topluma karşı güçlükle ayakta durur.
"Ben kalayım?"
"Hayır, herkesin işi var seninde işin var."
Berat, "Yok işim benim bu gün izin günüm."
Yiğit, "Beni bir yol üstünde bırak abla."
Ayağa kalktı Yiğit, abime bakıp başını bir kez saygı ile sallayıp çıkışa doğru ilerledi.
"Kalsın ya benimle gezinir."
"Sen bunu al bunu elinin altında kalırsa hayatı kayar." dedi abim Berat'ın enseninden tutup ayağa kaldırıp kovarken.
"Yok be abi sende!" diye çıkıştı Furkan ama abimin bir bakışı ile susmuştu Furkan.
"Tamam abla sen ilerle ben geliyorum." Berat'a karşı başımı iki yana sallayıp çıkışa doğru ilerledim.
"Size alıştı, beklemiyordum ama alıştı." dedim durup abime bakarken.
"Umarım yabancılık çekmezler, beni merak içinde bırakma abicim, kendine dikkat et."
"Ben kaçar sonra yine uğrarım." Geriye çekilip oto yıkamadan çıktım.
Yiğit ön koltuğa binip beni beklerken Berat arkadan, "Allah amenatsin Kuzgun abim." dediğinde içinde rahatsız edici bir his oluştu. Uzun tırnaklarımı avuç içime bastırıp arabaya doğru ilerleyen Berat'a baktım.
"Ne halt yiyorsun sen?" diye sordum en ters ve en sessiz sesim ile ilerlerken.
Atabaya bindim Berat arkaya yaslanıp, "Abla vala hiç beklemiyordum, hepsi çok sempatik."
"Aynen öyle Beratcım hepsi çok tatlı adamlardır." İçimde ki en huysuz halim ile duruyordum.
Denizin içine düşmüşümde o denizin bolluğu etrafında bile kaçacak yerim yokmuş gibi hissediyordum, neden? Neden şuan bunu hissediyordum onu bile bilmiyordum. Kuzgun'un varlığı içimi sarsarken tavrımın bir çocuk gibi olduğunu düşünmeye başladım, zihnim ve kalbim el vermiş; beni oynatıyor gibiydi. Kalbim delice ağırlaşırken sebebi ona olan dargınlığım mı yoksa ona olan güvenimin artık olmaması gerektiğini kendime yedirememem mi. Bilmiyor ve bilmek istemiyordum çünkü zihnim artık kalbimle aynı hissiyat içinde ilerliyordu.
Arabanın teker izlerini geride bırakırken arabada geçen diyaloglara hâkim olamadığımı, içimdeki sıkıntının ne olduğunu çözemediğım bir ip düğümü gibi düşüncelere dalmıştım, çözemiyordum, o düğüm beni boğarken şuan ise neden kendime düşük yere sıkıntı çıkardığımı düşünmeye başladım. Başımı iki yana sallayıp oflarken Ekim alnıma oradan kayıp kulağımdaki küpelere gitti.
Birinin benim omuzlarımdan tutup elbise silkeler gibi beni silkelemesi lazımdı, Nevra'nın gelmesine saatler vardı. Bugün gelmesi gerekti cidden kesinlikle gelmesi gerekti. Kafayı bir şişede buluyorsa insan, bende o şişe olacak vaziyete gelene kadar içecektim.
"Ekledim." dedi Berat elini omzuna atıp beni yerimden düşürür gibi bir hisseyat verirken.
"Neyi ekledin?" diye sordum varış noktasına gelmişken.
Berat, "Abinleri."
"Neye ekledin..." diye sordum kaşlarım çatık bir şekilde beklerken.
"Acır ama geçer grubuna."
Bakışlarım ona ters bir şekilde çarparken, âni tepkinin saçma olacağını bildiğim için derin bir nefes alıp önüme döndüm. "İnin." dedim okula yakın bir yere durmuşken.
"Seni seviyorum ablacım." dediğini duydum Berat'ın.
Yiğit'te bir şeyler mırıldanmıştı ama ne dediğini dolu düşüncelerim yüzünden algılamakta zorluk çektim. Parmaklarım direksiyonda melodi gibi oynarken dikkatimi tamamen toplamaya çalışıp yola odaklandım.
*****
"Yani oğlu sakat?" diye sordu Kuzgun elindeki sigaradan bir duman çekerken.
"Trafik kazası sonucu olmuş." dedi elindeki gazetedeki bulmacayı kalem ile çizerken.
Kuzgun'un bakışları Gökalp'e değdi gözünde bir merhamet aradı ama bulamadı. O gözlerde merhamet bırakıldı mı ki Kuzgun orada merhamet arasın. Umursamaz tavırları ile geriye yaslanmış elindeki bıçakla mortakal söyüyordu Gökalp.
"Kız kardeşi, Begüm..." dedi Dinçer Gökalp'e bakıp bir tepki istercesine ona doğru kalemi fırlatırken. "Kızı zorla biriyle evlendiriyor, Emir adı, telefonda konuşunca dinlemek zorunda kaldım. Gece otel açılımı var istersen oteli bulabilirim."
"Bul orada olacağız," Kuzgun'un bakışları ters ters bakan Gökalp'teydi. "Düşmanım ve çevresi gözümün önünde olmalı."
"Bakmayın öyle ters ters," dedi düz bir sesle doğrulup kalemi Dinçer'e geri iyade ederken. "Ne o kızın ne de oğlunun suçu var de mi? Sizin bakış açınız bu... Birde benim üzerimden bakın benimde kız kardeşimin de bir suçu yoktu..." Ayağa kalktı Gökalp. "Benim tek düşmanım Yaman gerisi sikimde bile değil. Akşam otelde bulunalım."
Dinçer merdivenlerden çıkan arkadaşına bakarken, bakışları Kuzgun'a döndü. Kuzgun ayağa kalkıp çıkışa doğru ilerlerken Dinçer bu gidişlerin sessiz oluşundan rahatsız olmuş gibi derin bir nefes bırakıp ayağa kalktı.
"Ne diye uğraşıyorsam." Elindeki gazeteyi komodinin üzerine fırlatıp cebinden bir sigara çıkarıp dudak arasında götürmüştü.
Gökalp merdivenlerden inip dışarıya doğru ilerledi. Dinçer yarım açık bir ağızla, "Herşeyi benim mi hakketmem lazım. Sen de git sen de."
Gökalp duymuştu ama umursamadı. Telefonundaki bildirime girmişti, Berat onu bir grubun içine sokmuştu, "Acır ama geçer mi?" Seslice okumuştu grup ismini.
Dudaklarını ıslatıp telefonu cebine sokup ilerlemişti. Tenha sokakların arasından geçip kendini büyüdüğü sokaklara bırakmıştı. Yaman'ın vicdansızlığını en iyi Gökalp bilirdi. Kendi çocuklarına bile hayatı zindan eden bir adamla karşı karşıya kalmıştı Gökalp. Ne acıma ne merhamet, merhamet insanı güçsüz kılar. Gökalp'in bu güçsüzlüğe ihtiyacı yoktu.
Dinçer hâlâ söylenirken oto yıkamaya gelen bir araba ile bakışlarını bilgisayardan çekip siyah doğan görünümlü arabaya baktı.
Dinçer'in çatık kaşları bir an düz hâlini alırken ayağa kalkıp bir kaç adım yaklaştı, arabadan inen yaşta büyük bir kadın Dinçer'e en sert bakışı ile bakıyordu.
"Kadriye teyze?" diye sordu ona ters ters bakan kadına yaklaşıp ellerini saygı ile birleştirerek.
"Seni davar seni! Bok çukurunuz hâlâ batmadımı yoksa." kadın ellerini geride birleştirip yaşına göre dik duran bedeni ile baktı Dinçer'e.
"N'oldu Kadriye teyze?" dedi düz sesi saygı ile çıkarken.
Dinçer onun burada neden bulunduğunu bilmiyordu. Sessizce bekledi onu.
"Bana olan öfken benim umrumda değil, sana bir emanet vermeye geldim. Sonra gideceğim."
Dinçer başını eğip derin bir nefes verdi, "Ne emaneti?" diye sordu sakince.
"Benim sana öfkelenmem lazım senin değil, ha ben o kızın yanında olamadım ama sen oldun ve iyileşmesi..." Kadriye ona doğru bir adım atıp, yüzüne en ters bakışları ile baktı, "Ne kendini ne de beni suçla. Ölümün saati vakti şaşmaz."
"Ben ne sana ne de kendime öfkeliyim. Ben kadere öfkeliyim. Ayrıca ölmedi terk etti." Arkasını dönüp en ters bakışını kuşanıp ilerledi. Bilgisaya doğru giderken. "Selma'nın sana bir emaneti varmış." Arabanın kapısını açıp kapıya yaklaştı. "O ölmeden önce benimlede konuştu, ölürsem bunu kalbimin tek sahibine ver dedi." Kadının sesinde değişen bir dugu yoktu, sanki duygusuzmuş gibi konuşuyordu.
Dinçer bakışlarını kadına çevirip, "Ölü bedeni elimde değil mezarda öylece yatan tanımadığım bir beden var, ona öldü diyip durma. Ölmedi yaşıyor ama benimle değil."
"Yanılıyorsun, Selma senin kalbini zihnine kattı çocuk. Kendine gel ölü birine ölmedi diyemezsin."
Dinçer gözlüğünü çıkarıp öfke ile kadına baktı, sesi haddinden fazla çıkmıştı, "Benim sevgilim ölmedi, yaşıyor ama burada değil kim ne derse desin kalp doğruyu söyler... Nerede olursa olsun onu bulacağım. Ve sen... Senin onun için yaptığın en doğru şey onu bu dünyaya getirmek oldu." Parmağı ile kapıyı gösterip gitmesini istedi açmadı ağzını sesini daha fazla yükseltip kendinden geçmek istemedi. Gözleri bedeni kadar öfkeliydi. Bedeni gözleri kadar yanıyordu. Selma ölmedi, buna inanıyor kanser hastası bir kadın trafik kazası sonucu yanan bir arabanın içinden bedenini yarasından çoğu yanarken... Belki de kabullenmek istemiyordu Dinçer.
"Serçe parmağında ben yoktu, benim sevgilim yaşıyor." dedi öfke dolu gözlerini kapatıp zihnini sakinleştirmeye çalışarak.
"Al bunu." dedi Kadriye yere küçük bir sandık indirip arabasına binip bulunduğu yerden uzaklaşırken.
"Yedi cihan birleşse, gök yere yer göğü yükselse ben seni aramaktan vazgeçmiyeceğim, takı ölüm bana gelene denk.
Dinçer yere atılan küçük sandığa doğru ilerleyip iki eli ile alıp koltuğa yaklaştı, oturup geniş kpmodini yanına doğru çekip sandığın içini açtı.
Sandığı açtığı an içindeki yoğun kadınsı parfüm kokusu burnuna buram buram gelmişti, bu koku onun kokusuydu, gözlerini kapatıp Derince sandığın içinden buhar misali çıkan kokuyu kokladı.
Küçük bir sandıktı, içinden iki üç bilezik ve iki tane kolye çıkmıştı, bir kaç mektup sandığın içini yoğun gösteriyordu, mektupları alıp sandığı bir köşeye koydu.
Sevgilim, kavgası bitmeyen sevgilim. Hayatıma girdiğin andan itibaren içimdeki tüm boşlukları dolduran sevgilim. Eğer bir gün ölüm bana rastlarsa bilki senin sevgin ile bu dünyadan ruhum kaybolup gitmiştir. Sakın ola benim ardımdan göz yaşı dökme, ben senin her göz yaşına kurban olurum. Elin elime değdiği an herkes siliniyor, sen nasıl bir varlıksın ki; bana beni bile unutturuyorsun. Bunu okursan ben yokum demektir, varsamda bu mektubu kendi ellerim ile yakmışımdır.
Gözleri sadece öfke ile atıyordu bu mektubun yanması onun ise onun yanında olması gerekti, Dinçer dudaklarını birbirine bastırıp yutkunmuştu. Eli diğer mektuba giderken iki mektup arasındaki farka baktı, ilk okuduğu kağıt yeni yazılmış gibi hiç bir kırışıklık yokken diğer kağıt ise yıpranmış gibiydi.
Dinçer'im bunu okursan bilki tek okuyor ve ben cidden bana iyi gelmeyen bu dünyadan göçmüşümdür, eğer şuan benim için üzülüyorsan bilki sen yokken ben ölümü bekleyen bir kadın olarak yaşıyordum, benim sarışın yarim, orman gözlüm sakin benim hasretim ile bu dünyadan göçme. Sana hep kötüye dair mektuplar yazdım, ama ben zaten sonumu biliyordum, ölüm bana erken gelmesi tam tersi geç geldi.
İçindeki yangın git gide artarken elindeki mektubu tekrar tekrar okudu zihni mu kelimeler ile çoğalırken, anlam aramaya çalıştı, Dinçer zaki bir adamdı durduk yere bir şeyi kafasına takmaz ya da onun peşinden gitmez. Yaşamıyı son anda seven bir kadının ölüm ile karşı karşıya kalacağını sanmıyordu. Ölü diye gösterdikleri kadının serçe parmağında Bir ben yoktu ama Selma'nın beni vardı. Dinçer en ufak bir izde herşeyi beyninin içine sokan bir adamdı.
İki mektup arasında gidip geldi, son mektubu almıştı, oda yeni yazılmış mürekkebi bile yan yatmış almıştı. Kağıt sanki dün gibi taze ve temizdi.
Bunuda okudu Dinçer. Ama bir veda olarak değil bir delir olarak.
Umarım şuan çok mutlusundur sevgilim. Sana bu mektupları yazarken yatağımda uzanıyor ve dört duvar arasında tek başıma yaşadığım bu odada seni düşüne düşüne bu mektubu yazdığımı bilmeni isterim. Beni hatırlamak istediğinde o ilk götürdüğün balıkçıya git, ya da o ilk kavga ettiğimiz kafenin önü. Seni seviyorum Dinçer.
"Sikerler." dedi elindeki kağıtları sandığın içine atıp merdivenlere doğru ilerlerken.
Elini cebine atıp telefonunu çıkardı, aradığı kişi Kuzgun'du.
Kuzgun'un açması uzun oldu ama eninde sonunda açmıştı, Dinçer hem öfke hem de korku içinde konuştu, "Sana Selam'yı anlattım, Yaman'ın kadın ticareti yaptığını söyledim, Selma Yaman'ın Hastanesi'nde ölü bedeni ile kalmıştım ben... Ama yaşıyor. Yaman'ın bizden haberi olabilir."
"Teorik olarak konuşuyorsun, haberi zaten olacaktı." Kuzgun sorgulayıcı ve anlamsız sesi karşında Dinçer ellerini saçlarına atıp öfke ile odasındaki dolaba sertçe vurdu.
"San yaşıyor diyorum! Yaman'ın içine girmemiz lazım."
"Bu benim görevim... Yaşadığını nereden çıkardın?"
"Mesaj vermeye çalışmış elime mektupları geldi..." Durdu Dinçer. Sessilik bedenini esir alırken telefon kulağından alıp giden bir su gibi elleri arasında uzaklaşmıştı.
Telefonu kapatıp öfke ile soluklanarak bir numara çevirdi, "Merto, Doğan siyah araba, 17 HHS 3746 plakalı araba, kadını ve arabayı bulup bana getir. Bu maheleden o külüstür ile çıkmış olamaz."
Dinçer telefonu kapatırken, bu işi tek başına beline kuşağacağını anlamıştı, aradan sadece 1 ay geçmişti, daha onunal iki aydır beraberdi, beş aydırda peşinden koşuyordu, Selma onun hayatına aldığı ilk ve tek kadındı, Dinçer içinden geçen buhar taneciklerini tek tek etrafa saçarken Yaman'ın Gökalp ve Kuzgun'dan haberinin olup olmadığını öğrenmesi ve buna emin olması gerekti. Yaman'ın sessiz takipçisiydi. Sevdiği için her yeri kana boğacak bir adamdı Dinçer, sessiz ve kan dolu.
*****
Zamanın akışına yenik düşen saat dilimine tekrar karşı karşıya kalmıştım. Saat çökmüş gibi gecede çökmüştü, ellerimdeki iki adet çantab ile duruyordum Nevra lavaboya girmiş ben ise aynada dudağımda ki kırmızı ruja gloss sürüp sürmesem mi diye düşünüyordum.
Arkadan açılan kapı ile aynadan Nevra'ya baktım. Sarı saçlarını tekrar sarıya boyamış maşalayıp kulübe gelmişti giymiş olduğu kırmızı misi elbise ile her yeri yakacak gibi duruyordu.
"Ver aşkım teşekkür ederim."
"Her zamna Nevra Hanım."
Gloos süreceğim evet, kırmızı rujun üzerine azda olsa gloos geçirip Nevra'ya baktım, rimelini tazelerken bana baktı.
"Yakıyorsun."
"Yakıyoruz." diye düzelttim.
Önüme dönüp dekoltemin fazla açık olduğunu gördüm çatalım epeyce gözüküyordu, "Kapatma hoş duruyor." dedi Nevra gözü bende değil ayında, kendisideydi.
Lavaboya girip çıkan bayanlara aldanış etmeden İspanyol paça koyu mavi kot pantolonuma takmış olduğum kahverengi kemeri daha sıkı yapıp ince belime oturtmuştum, üstümdeki yakası epey açık kot pantolon kadar dar olan kazağı düzeltip Nevra'ya döndüm.
"Gidenlere ve gelenlere içelim." dedim Nevra'yı gaze getirircesine.
"Şerefe o zaman." Yüzünde eğlenir bir sırıtış vardı.
Lavabodan çıkıp dar koridoru aşıp kulübün tamda karşısına geçtik, barman alanına geçip iki sandalye kalmıştık. Barman önümüze bir votka koyup o havalı hareketlerini kuşanıp, elindeki şişelerle bir şeyler yapıyordu ama bunlar benim hiç hoşuma gidecek hareketler değildi insanların dikkatini çekmek için yapılan hiç bir hareket benim hoşuma gitmezdi.
Arkada çalan; insanın bedenini ele alan dj ile topluma bakmak zorunda kaldım. Dans edenler bedenlerini şarkıya acizce bırakmış gibiydi. Elimde votka bardağı ile bakışlarım önüme döndü. Bardağa bakıp ifadesiz ama çok şey anlatan gözlerim ile bardağı kafaya dikmiştim.
Tanıdık sessiz bana vermiş olduğu rahatslık hissi ile karşı karşıya kaldım. Bir kaç saniye bakışlarım boşça şişelerin üzerine takılı kaldı. Dilim ağzımın içinde oynarken gözlarim havaya kalkmış bir şekilde derin bir nefes verdim.
"Naber Elzem?"
Bakışlarım yalan dolan bir şekilde Semih'e değdi, "iyiyim senden naber?" dedim yüzümde cidden yalan bir gülümseme ve bunun yalan olduğunu gösteren o sert bakışlar ile.
"Ben iyiyim." dedi benden uzaklaşıp Nevra'nın yanına giderken.
Nevra'ya yaklaşıp, "Ne işi var?" dedi kısa ve net bir ses tonu ile vurgu yaparken.
"Aşkım ne olacak gelse, boş ver takılmana bak." dedi boş vermiş bir tavırla önündeki içkiyi içerken.
Göz devirip yönümü ters çevirip piste baktım.
Cebimde titreyen telefon ile yerimden düşecek gibi oldum, ard ardına gelen mesajlar ile elimi cebime atıp telefonun ekranını açtım.
Acır ama geçer grubundan mesajlar.
Berat: Elzem abla senin yedek acentaların nerede?
Berat: Acentalar dışında Yiğit sen neredesin, şuan benim dışarıda olmam gerek.
Berat: Abla biliyorum müsait değilsin ama ateş düşürücü ilaçların buzlukta değil nerede?
Berat: Abla şuan alkolü müsüs?
Elzem: Gevşek gevşek konuşma, buzdolabının en alt kısmında sizin sodalarınız doldurdu ya kapağı.
Berat: Senin için alıyorum ben o sodaları.
Yiğit: Ben geç gelirim yolumu gözlemesin o gözlerin.
Furkan: Elzem aba gulpte olacjtin bilsem bnde glidir
Elzem: Senide mi aldı bu dengesiz gruba. Her geleni alırsa burası meclis alanına döner.
Furkan: Abla bnde abnin krdesi syilrim.
Elzem: Tamam Furkancım sen benden daha sarhoş gibisin.
Furkan: Yok be abla bizde düzgün konuşmasını yazmasını biliriz ama elimizde dilimiz.kadar hızlı olmalı.
Berat: Benim çalıştığım yerde güzeldir Furkan seni oraya götürmemi istersen araman yeterli olur.
Yiğit: Son araman olur çünkü Sinem onu yok eder.
Furkan: Sni sevglinm vr.
Yiğit: Umarım senin yazılarını herkes anlıyordur Furkan kardeşim.
Furkan: Dinçer abm tkde anliyo!!!!!
Dinçer: Otonun kapısını kilitle ve odana geç motorlardan birinde eksik bir menzin analizi yaparsam beni sırılsıklam sokakta tür attırırım.
Furkan: :d
Gruptan yüzümde tebessüm ile çıkarken erkeklerin nasıl bu kadar erken bir zaman dilimi içinde anlaştıklarını bu yaşıma kadar hâlâ öğrenmiş değildim. Semih'in o gülüş sesine yan gözle bakıp durdum kafa bulmuş Nevra Semih'in omzuna vurup gülüyordu ne konuştukları hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu ama umursamadım. Nevra Semih ile arasını kötü tutacak değildi. Benim yüzümden iş arkadaşları ile arasını kötü tutarsa beni daha çok üzmüş olurdu çünkü bu tür hareketler lisede kalmıştı.
Önüme dönüp elimi kaldırıp bir viski istedim. Adam önüme bir bardak getirip indirilen dakikalar sürmeden ben içimdeki tüm yangına viskiler fırlatır gibi mideme viskiler atmıştım.
Saçlarımı geriye savurup piste dans etmeye başlayan ve bir yandan yorulan insanlara baktım, bir köşede duvarda birbirini yiyen bir çift diğer tarafta ise kavga eden üstleri başları dağılmış ergen görünümlü bir çift vardı. Bir ilişkide bir hata olduğu an tekrar yapılması yüksek derecede ki o hatayı karşı taraf arar; bir ilişkide en ufak güvensizlik ve inanç devrilişi tıpkı yan yatmış bir bina gibidir. Yıkılmaya yakın ve içine girmeye güvenmediğin yapı gibi.
Kaşlarım çatıldı, adam kızı öperken ellerini vücuduna sürtüyordu, diğer tarafta kavga eden çift ise, elelrini havada savuruyordu. Kimin haklı olduğunu bulmaya çalışan zihnim ve gözlerim kızın üzerine dolaştı, kızım dudağımda ki ruj dudağının etrafına yayılmış ama adamın dudaklarında bir ruj lekesi dâhi yoktu. Kadın özür dilemeye çalışmıyor, tam tersi üste çıkmaya çalışıyor, analiz: adam kızı daha önce aldatmış kız ise bunu umursamayıp burada başka biri ile takılmaya gelmiş. Olay büyümeden güvenlik gelip ikisininde dışarıya atarken bakışlarım başka yöne kaydı, dj koynundaki kadın ile etrafı coştururken havadaki renkler yüzüne sertçe vuruyordu, kafam yerini bulmaya başlarken bakışlarım Nevra'ya kaydı. Simeh ile fotoğraf çekilirken ben parmağımı kaldırıp bir tane daha viski istedim, ve bir tane daha. Bu beyin patlayana kadar içecektim. Çünkü içinde nelerin döndüğünü ben dâhi bilmiyordum.
*****
"Saat on yönünde duran adam fazla dikizliyor," Dinçer ellerini önce birleştirip etrafı kendi çapında analiz yaparken arkasını dönme gereğinde bulundu. "Beyler merdivenlerden inin Begüm Durkan, yeşil elbiseli. Beni görmese daha iyi."
Kuzgun gözlerini Begüm'e çevirip onu inceledi, masum bakışları herkesin üzerine korkarca dolaştı, Kuzgun en başa köşede herkesle selamlaşan Emir'e döndü. Jel dolu saçı ve bej rengi takımı ile otelin açılımına konuk ettiği sosyete misafirlerine gülüyor onlarla muhabbetler ediyordu. Begüm onun yanına yaklaşıp gülümser bir biçimde baktı Emir'e ve misafirlerine.
"Tanıştırayım, sözlüm Begüm, Begüm bunlarda işten arkadaşlarımız." dedi yüzünde hiç masum olmayan bir ifade dolaşırken.
"Memnun oldum efendim." Begüm en masum bakışı ile bakarken belinde hissettiği rahatsız edici bir elle irkilmek zorunda kaldı. Bakışları bir masaya kenetli kalırken ellerini dar uzun elbisesune bastırıp yanan avuç içini dindirmeye çalıştı.
Gözlerini etrafa çevirip insanlara baktı, mücevher yarışı içerisinde duran asıl kadınlar çoğunluğunun yanında duran yaşça büyük adamlar; burası onu boğarken sahtekarlığın tamda ortasında duruyor gibiydi. Etrafta yapmacık kahkahalar, tebrik edişler kendilerini altan övmeler; burası Begüm'e göre daracık bir odada kalmaktan farksızdı.
"Bir şeyler içmek ister misin tatlım?"
Begüm ona ters bakışları eşliğinde bakarken başını iki yana sallayıp bir adım geri çekilip gerilen vücudunu rahatlatmak istedi ama Emir buna izin vermemişti. Wlini beline sertçe bastırıp bedenini bedenini temas edecek şekilde yakın tuttu.
"Sana meyve suyu söylemem ister misin?"
Begüm sessizce derin bir nefes alıp gözlerini etrafına gezdirdi, etrafta gezen garsonlardan birirni durdurup elindeki meyve suyunu alıp dudaklarına götürdü, bir yudum içip Emir'e bakıp başını bir kez sallayıp elindeki meyve suyunu gösterdi.
"Afiyet olsun." dedi sırıtarak Emir.
Begüm elinin titrediğini fark etti ama sıkmış olduğu bardaktan ve elbisesinden dolabı bu görüntüyü kimseye yansıtmıyordu. Masaların üzerine koyular altın renkli uzun süs mumlarına baktı, garsonlar masa başında olan misafirlere yemek ikram ederken Begüm'ün tüm dalgınlığı Emir'un sesi ile dağıldı, "Benimle gelir misin?"
Begüm sorar gözlerle baktı. Kaşları çatıldı göğüs tiksinircesine inip kalktı.
"Korkma, konuşmamda yanımda olmanı istiyorum," Ellerini belinden çekip gözleri ile Begüm'ün çekinir ve masum yüzünü inceledi, Begüm ona sert ve korkarca bakıyordu, babasından farksız bir adam duruyordu karşısında. "Seni her an yanımda görmek istiyorum."
Tam bir adım geri çekileceği an Emir'in eli Begüm'ün eline gitmişti. Çekmek istedi elini Begüm, çekemedi bedeni güçsüzdü karşısında duran adam ondan kat ve kat daha güçlüydü. Bedenini acizce eğedi, kıyıya vurmuş bir balık gibi çırbınıyordu ama nafile, vazgeçti.
Dinçer Begüm'ün çırpınışlarını görebiliyordu, Gökalp masa başında suşi yerken kendi kendine söylendi, "Bu çubuklarla seneye doyarız."
"Seni sikerek doyururum Gökalp işine odaklan." diye isyan etti dişlerinin arasından Dinçer.
Kuzgun asansörden inip Dinçer'e doğru ilerledi, bakışları Emir ve Begüm'e çarpıp ilerledi.
"Tamam lan tamam." Oturduğu yerden kalkıp giymiş olduğu takımın siyah gömleğinin yakasını açıp geniş salonun etrafını dolaşarak çıkış merdivenlerine doğru ilerledi.
"Nereye gidiyorsun oğlum?" diye sordu Dinçer bakışları hâlâ sahneye çıkmak üzerine olan Emir ve Begüm de dolaşırken.
"Küçük bir işim var." diyip merdivenlerden aşağı doğru ilerledi.
Dinçe, "Bir şey olacak."
Kuzgun, "Biliyorum." dedi rahat bir tavırla.
"Buraya bizi nasıl soktun?"
"Orası bende kalsın." dedi kuzgun ela gözleri kahverengiye dönerken.
"Burada bulunduğunuz ve ailemin yükselişine şahitlik ettiğiniz için hepinize en içten teşekkürlerimi iletmek istiyorum." Alkışlar havada birbirini vururken Kuzgun ifadesiz bakışları ile bakıyordu siyah takım elbisenin siyah gömleğini geriye doğru açıp Dar gelen bu alanda elini boynuna atıp derin bir nefes vermişti, Emir konuşmasına devam ederken Dinçer'in gözleri Gökalp'i arıyordu: "Sevgili nişanlım burada benimle olduğun için sanda çok teşekkür etmek istiyorum."
Begüm'ün elinden öperken Begüm'ün yüzünde zar zor duran bir tebessüm vardı.
"Yakında olacak olan düğünümüzü burada yapmayı ve siz misafirlerimizi tekrardan burada bulunmanızı en içten isterim."
Elindeki mikrofonu garsona verip dudaklarını Begüm'ün yüzüne yaklaştırdı, "Artık sen ve ben olacağız sevgilim." Dudakları Begüm'e yaklaştı, kendini geriye atamadı bu rezaleti babası duyarsa olan Begüm'e olacaktı.
Emir gözlerini kapatıp mesafe dâhi kalmamış o dudaklardan uzak durmak zorunda kaldı, seslerin kulağına gelişi onu gereken bakışları açılmış ve etrafa bakınıyordu, elektirikler gitmiş Begüm bundan yaralanarak geriye çekildi, sahnenin arkasında çıkan turuncu ışıklara yönünü çevirdi Emir.
Begüm elini kalbine atım geriye doğru çekildi, karanlık içinde yana arka plan ile bağırışlar havada uçuştu. Begüm elini ağzına atıp geriye doğru ilerlediği an belinden tutulup sahneden sertçe indirilmişti. Ne olduğunu anlamadan ayakları yere değmeden elleri tanımadığı bir adamın göğüsünde durmuştu. Bakışları adamın yüzünü ararken yüzünü havaya dikip yana alevlerin yüzünü ortaya çıkarken o sert bakışlarla karşı karşıya kaldı.
"Dudakların o adamın dudaklarına değsin ister misin?"
Begüm şaşkınlık içinde gözlerini derince açarken ne yapacağını bilemeyip başını iki yana salladı, "Hayır." dedi titreyen sesi ile.
"Peki bu yanan ateşten beter olan o yuvaya geri dönmek ister misin?"
"Sen kimsin?"
"Cenetten çıkarıp cehenneme hapis ettiğiniz o çocuk."
Begüm anlamsız ve korku dolu gözleri ile bileğini tutulmuş olan adama baktı.
Bir seçenek sunmuştu bu yabancı adam ona. Kimdi bu? Babasının düşmanlarından birimiydi? Yoksa yalvarışlarının karşılığı mıydı bu adam.
"Babanın kollarını mı seçtin," Ellerini Begüm'den çekip, "Kabul."
"Kabul." dedi Begüm adamın karşısında dururken.
Gökalp gözlerini kısıp önce kadına sonra ile etrafa bakındı, alevler tepelenirken etrafta insanlar azalmış Emir insanlara emirler yağdırıyordu.
Bileğinden tutup merdivenlere yöneldi. Aşağıya doğru Begüm'ü sürükler gibi koşturup kalabalığın arasından sıyrılmaya çalıştı. İstediği şeye adım adım yaklaşırken Yaman'ın gözlerindeki o alevi görmek istiyordu, ailesinin kanını akıtan adamın yıkılışını görmek istiyordu. Kuzgun yanılmıştı; savaş asıl şimdi başladı.
*****
Oylarınızı vermeyi unutmayın
Instagram:larasu.yakamoz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |