
9.Bölüm Gerçek ve Yalan
Sessizlik bir karanlık kadar insana korku yayarken akan su damlası insanın vücudunu titretip ürpertiyi bedene sarmaşık gibi sarardı. Kanın sudan farksız olmasının nedeni can alıp can vermesiydi.
İlk defa bir gece sessizlikle değil çığlıklarla geçiyordu, Gökalp yapmaması gerek bir şeyi yapmıştı, düşmanını kızını kendi safına çekmiş; ya da onu kaçırmış herkesin dediği farklıydı ama ortada bir gerçek vardı Gökalp Begüm'ü Yaman'ın cehenneminden almış kendi cehennemine sokmuştu.
Masum, yeşil gözler karanlıkta dolaşırken titreyen beden soğuktan donmak üzere; elleri yerdeki zeminde acizce ısı arıyordu. Begüm esen rüzgara isyan etmek öfkesi ile rüzgarı ezmek istiyordu.
Kapının açılması sonucu ortaya bir ışık yayılmıştı, titreyen ellerle ayağa kalktı, öfkesi korkusunu geriye alırken gözlerini kısmak ve üzerine doğru yavaş adımlar atan adamı görme yetkisi kaybetmek zorunda kaldı. Gözleri bulanık bir şekilde ezberlemek zorunda kaldığı o adama baktı.
"Senden korkmuyorum." diye bağırdı Begüm kollarını yorgunca bırakılırken.
Gökalp ellerini cebine atıp kısık gözlerle kumral saçların iki yana düşüşünü izledi, gözleri korku ile ona bakıyordu: Gökalp bunu fark etmekte zorlanmıyordu.
"Kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu Gökalp ifadesiz sesi ile.
"Yaman'ın kızıyım ben. Düşmanı mısın sen? Benim için kılını kıpırdatmaz." Başını iki yana akan göz yaşları ile salladı. Begüm bu sözleri söylerken o kadar zorlanmıştı ki sanki o değil küçük bir kız çocuğu konuşuyor gibiydi.
"Benim kim olduğumu biliyor musun?"
"Hayır! Hiç bir şey bilmiyorum... Beni öldüreceksen öldür... Ama lütfen elini tenime değdirme."
Gökalp alaycı bir şekilde gülüp başımı iki yana salladı, üzerindeki gömleğin yakaları epey açıktı, ellerini göğüsüne sürtüp boğazını sertçe temizledi.
"Elimi sesnin o iğrenç tenine dokunduracağımı düşündün cidden?"
Begüm titreyen çenesi ile sessiz kalmaya çalıştı, ellerini bacağına bastırıp başını öne eğdi, saçları ile yüzünü kapatmaya çalıştı, akan yaşlar rimeli göz altlarına resim gibi çizerken dudağındaki kırmızı ruj dudağının sağ tarafına yayılmıştı. Ayağımdaki topuklu onun o kadar canını acıtıyordu ki ah demeye bile korkuyordu.
"Senin baban benim cennetlerimi elimden aldı, ben onun çocuklarına karışacak değilim ama onlara Yaman'ın çocukları oldukları için bu dünyayı cehennem edeceğim." Gökalp ciddi bir şekilde konuştu bir adım atıp Begüm'ün karşısına geçti bir eli cebinde diğer eli Begüm'ün çenesini havaya kaldırıp, "Yaman amcama sürpriz yapalım mı Begüm..."
Begüm anlamsız bakışlarla ona bakmak zorunda kaldı gözleri tirtir titrerken gelen ışık Gökalp'in sağ yüzüne sertçe çarpıyor, Begüm kehriban gözlerden öyle bir ürpermişti ki Gökalp'in bunu görmeme imkanı dâhi yoktu.
Başını öne eğmek istedi kendini saklamak istedi ama başını bile oynatmaya korkuyordu, Gökalp parmağını çenesinden çekip, parmağını gömleğine silmişti. Geri çekilip tiksinir bakışlar ile düşmanın yaratmış olduğu kıza baktı.
"Benden ne istiyorsun?" Sesi o kadar sessiz çıkmıştı ki Gökalp eğilip kulağını ona doğru uzatmak zorunda kaldı. "Benden ne istiyorsun?"
"Senden babanın istiyorum. Sen benim bir sikime yaramazsın."
Begüm ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı, rimeli ellerine bulaşırken Gökalp çatık kaşlar ve sert yüz ifadesi ile baktı ona.
"Eğer ki emrim altında ilerlemez isen... Seni o cehenneme hatta o Emir'in koynuna kendi ellerim ile koyarım." Acımasızlık damarlarındaki kandan dolaşırken, Begüm'ün döktüğü bir göz yaşına bile tahammül edemiyordu.
Başını iki yana salladı, "Farkın yok..." dedi sesi korku ve ağlar içinde çıkmıştı.
"Beni o yarattı," Dedi düz ve sakin bir sesle. "Şimdi ise bedelini ödeyecek."
Gökalp geriye çekildi, kapı hâlâ açık kalmıştı, Begüm'ün elleri hâlâ yüzünde duruyordu. Bacağına sertçe çarpan bir kaç eşya ile irkilerej geriye çekildi, elleri yüzünden düştü önüne gelen bir kaç giysi ile afalladı.
"Giy şunları."
Gözleri korku ile Gökalp'teydi. Gökalp geri çekildi kapıyı kapatıp onu karanlıkta bıraktı. Küçük bir deponun demir kapısının sesi onun ağlamasına daha çok neden olmuştu. Elini vurmadı giysilere karanlık onu boğarken buranın köşkten bir farkının olmadığını şuan anlıyordu.
Yere oturdu, buz kesmiş kirli zemine yorgun bedenini serip gözlerini kapattı, yaşlar durmak bilmezken tırnakları zemini deşiyordu. Nefes almakta zorlandığını hissetti başını yukarıya dikip derin nefesler almaya çalıştı, inip kalkan göğüsüne elini atıp okşamaya çalıştı.
Gökalp yukarıya çıkıp oto yıkamanın koltuk kısmına ilerledi, orada ayakta duran Dinçer'e bakmak istemedi gözleri ilk başta Kuzgun'a değdi.
Dinçer, "Böyle bir pisliği yapmış olamazsın."
"Bir kaç gün misafirim olacak," dedi Gökalp Kuzgun'a bakıp konuşmak için ağzını açtığında Dinçer'in sözlerini havada asılı bırakırken, "Bu seninde benimde görevim, sen Meksikalı adamı alacaksın ve doğudaki terör örgütünün istihbaratını çökertecek, bende bana ait olan mirası ve Yaman'ın ölü bedenin alacağım."
Kuzgun sert ve net bakışlar ile baktı Gökalp'e, ela gözlerinde Sarılar yok olmuş toprağın en koyu hali ile ortada kalmıştı. "Benim kitabımda masumlara el sürülmez."
"Benim kitabımda ise yaşatılan duygu herkese yaşatılır."
Kuzgun, "Sadece Yaman'ın canını yakacaktın onun masumlarını değil.
Gökalp gülerken Dinçer elini bacağına vurup ya sabır çekmişti.
"Kızı öldürmeyeceğim, küçük bir oyun oynayacağız o kadar. Korkma, kitabının kurallarını çiğnemem." Gökalp ciddi halini kuşanırken Dinçer onun tam karşısına geçip ikisi arasında durup sorar gözlerle baktı
"Sikicem şimdi kuralınızı masumluğunuzu..." diyip elini havada sallamıştı. "Selma'nın onun elinde olduğunuzu bildiğiniz hâlde..."
"Ölüdü lan öldü! Kabul et artık," Gökalp sert bir sesle Dinçer'in yüzüne durmuştu. "Sal kızın ruhunu rahat uyusun toprakta lan!"
Dinçer anlık öfke ile Gökalp'in yakasına yapışıp sertçe kendine çekip konuştu, "Ben senmiyim lan! İçime bir kadın attım ondan başkasının adını anarmıyım?" Dişlerinin arasından öfke ile konuştu Dinçer.
Gökalp ellerini Dinçer'in ellerine atıp yakasını geri çekti, Dinçer'i omuzlarından iterken Kuzgun aralarındaki bu olaya sessizce şahitlik ediyordu
"Kız öleli bir ay oldu. Benide kendini de delirttin bu sevdayla. Oysa daha beş ay önce tanıştınız, ne çabuk lan ne çabuk..."
"Ben onda annemi gördüm, neden hayatıma aldım sanıyorsun, annem gibi kaderi olmasın diye hayatına piç birisini almasın diye ben o kadını sevdim ve yaşadığını bile bile onu o piç adamın elinden kurtarıcam!" Sesi oto yıkamayı inletirken Gökalp başını iki yana sallayıp dudaklarını kemirmeye başlamıştı, "Ben senin gibi düşünemiyorum..." Parmağını Gökalp'un bedenine doğru çevirip; "Sen kahkahalar içinde ennenin babanın kucağında büyürken ben annemin her gece kanayan yerlerine şahitlik ettik, her gece o dolabın içinde çığlık seslerini dindirmek için kendi kendime şarkı söylerdim... Lan ben annemin bedenin parçalarını poşete koydum lan!" Öfke ile bedeni titrerken gözünden sessizce alan yaş ile geriye adımladı.
Gökalp gözlerini derince açarken Dinçer kardeşi saydığı Gökalp'e bakıp, "O kızın gözleri annemin gözleri o kızın sesi annemin sesi..." Başını iki yana salladı, "Annem kanserken bana denilen o piç onu doğradı..." Arkasını döndü, öfke ile depodan çıkarken Gökalp bakışlarını yere eğmiş dudaklarını sertçe birbirine bastırıp gözlerini kapadı.
Koltuğa attığı tekme ile geri çekildi, merdivenlere doğru ilerlerken Kuzgun olayların ve yaraların bu kadar derin olduğunu bilmeden sessizlikte kalması gerektiğini düşünüp, "Furkan'ı yollarım, odana çekilip kendine gel ve sakın kimseye zarar verme."
Gökalp arkasını dönüp merdivenlerden ilerlerken Kuzgun oto yıkamadan çıkıp eline telefonunu aldı, Furkan'ı arayıp telefonu kulağına götürdü.
"Oto yıkamaya gel. Kapıyı kapat ve Gökalp'e yaklaşma."
"Abi yine ne oldu."
"Ölmek istemiyorsan dediğimi yap."
Telefonu kapatıp gruptaki mesajlara baktı. Elzem sarhoşumydu? Kulüpte ne işi var bunu şimdi diye düşündü?
Boş verip telefonu cebine atacağı an telefonu çaldı.
Arayan Berat'tı.
"Ne var?"
"Abi senden bir şey isteye bilir miyim?"
"Hayır." diyip telefonu kapattı.
Sigara paketini çıkarıp içinden bir sigara alıp arabasını ilerledi, dudağına koyduğu sigarayı ateşe verirken telefonun titrediğini gördü avuç içindeki telefonun ekranına bakıp durdu.
"Abi Elzem ablanın kulüpte olduğunu biliyorsun, ben şuan Sinem'leyim Yiğit'te ortalarda yok rica etsem gidip onu sarhoş bir şekilde araba kullanmadan evine götürebilir misin."
"Genelde bu denli içmez belli derdi büyük, Nevra ablada orada ama oda alkolüdür, trafikte biraz deli oluyor."
"Sikerler şimdi böyle işi." diyip telefonu cebine atmıştı herhangi bir yanıt vermemişti Berat'a.
Boş vermek istedi ama elinde değildi. Başını tehlikeye atsın istemiyordu ağzındaki sigara ile Berat'tan konumu isteyip araba ile o konuma doğru ilerledi. Şu gecenin ikisinde birde Elzem'in nazını çekecekti. Onun kendisinden hoşlanmadığını, sevmediğini, tahammül edemediğini bile bile gidip onu oradan alıp yatağına koyacaktı. Kuzgun arada arabayı durdurup boş mu versen diye düşünüyordu. Ama edemezdi, şu gecenin sabahında sonra bir gözü ve bir eli onun üzerinde olmalıydı. Yaman'ın kendisinden haberi olup olmadığını hâlâ tam olarak emin olamamıştı. Yaman sinsi bir adamdı, belkide mal ayağına oynuyordur.
Arabasını durdurup mekana baktı dışarıda sigara için insanlara tiksinirce bakmak istedi ama mimikleri buna izin vermedi. Arabadan inip ilerledi. Dışarıda duran güvenlikçi onu durdurmak istedi ama Kuzgun'un iri ve uzun boyu bunun yanı sora sert ve acımasız bakışları adamı germişti. Adam geri çekilip geçmesi için yol vermişti. İçeriye girdiği an burnuna sert parfüm kokuları ve alkol kokuları çarpmıştı, sigara kokusuna alıştı o onu rahatsız etmemişti.
Gözleri etrafta dolaşırken pistteki insanlara takılı kaldı, aralarında kendini belli eden kadına uzaktan baskıyı elinde boş bir bardak gözleri ise kapalı bir biçimde bedenini dansa vermişti. Arkasında duran adama baktı adamın elleri Elzem'i beline gidip orada takılı kalmıştı.
Kuzgun'un boynunda sıcak bir esinti geçerken avuç içinin haddinden fazla ısındığını hissediyordu. Alt dudağını dişlerken adımları deprem yaratacakmış gibizemine sertçe çarpıyordu. Çarptığı bedenleri sarsarken yumruğu havaya kaldırıp adamın yanağına sertçe yapıştırmıştı. Adam yere yığılırken Elzem gözleri kapalı kulakları delip geçen müzik ile dans etmeye devam ediyordu, Kuzgun adamın yakasına yapışıp, "Elini sana yedirirdimde dua et toplum içindesin." İçinden buradakilere toplum mu denilir diye hakaretler yağdırmak vardı ama yuttu. Adama kafa atıp adamı bayıltırken doğrulup Elzem'i bacaklarından tutup sırtına almıştı.
"N'oluyo ya daha müzik kesilmediiii."
"Kestim ben o müziği kestim!" diye bağırdı Kuzgun öfke içinde.
"Kusucam."
"Hayır şimdi değil."
"Beyfendi böyle taşımayın ama göğüsünüze yatayım."
Kuzgun çatık kaşlar ve yarım açık ağızla başını iki yana salladı.
"Sıradan biri seni kucaklaya bilirim ki?" dedi sanki Elzem ciddiye alacakmış gibi.
"Yakışıklı bir beyefendi olur. O alabilir."
Arabaya doğru ilerleyip Elzem'i on koltuğa oturttu. Elzem direnmeye başlayınca elle ile Kuzgun'un göğüsüne vurdu, "Kuzgun sen misin ya?"
Kuzgun gözleri öfke ile kapatıp Elzem'in elelrini tutup bacağında sabit tutmaya çalıştı.
"Elzem dur eve gidicez." Gözlerini açıp Elzem'e bakıp sakinleşmesini sağlaya çalıştı ama nafile Elzem ağlar bir şekilde başını öne eğip öylece durdu.
"Kuzgun senin burada olmaman lazım. Beni sevmiyorsun neden geldin ki buraya, yine bağırıp terslicekmisin."
Kuzgun kaşlarını daha da çatıp ellerini yavaşça çekilip kemerini bağladı, "Leş gibi kokuyorsun."
"Al işte yine nefretler başladı." Elzem ellerini yüzüne atıp geriye doğru yaslandı.
"Senden nefret etmiyorum Elzem. Nereden çıkardın bunu şimdi?" Kuzgun başını iki yana isyan içinde sallayıp sürücü koltuğuna geçti.
"Kusucam."
Kuzgun tedirgince öne doğru eğilen Elzem'in omuzlarından tutup geriye çekti.
"Sakın bak kusma." Dedi elini alnına atıp başını havaya kaldırarak.
Öylece Elzem'e bakarken gözlerinin kapandığını gördü ellerini geri çekip arabanın motorunu çalıştırıp bulundukları konumdan uzaklaşıp Elzem'in evine doğru sürmeye başladı. Kuzgun arada yüzü sararmış olan Elzem'e bakıp duruyordu, Elzem ağzının içinden bir şeyler mırıldanıp konuşuyordu. Kuzgun daha çok gaza soğuk zemine teker izlerini bırakıp ilerliyordu.
Bakışları sertçe sokağa bakarken arabayı kapının önüne park edip hemen inmişti. Elzem'in tarafına geçip kapıyı açıp kemerini sökmüştü. Elzem'i kucağına alacağı an Elzem eli ile onu itip, "Ben kendim yürürüm hödük kralı."
Kuzgun şaşkın ve afallamış yüz ifadesi ile Elzem'i incelerken doğrulup kollarını birbirine kenetleyip Elzem'in arabadan inme çabalarını izledi.
Elzem'in gözleri yarı açık bir şekilde arabadan inerken nereye tutunacağını bilemeyip boş bir yere elini atmıştı, Kuzgun onu belinden tutup kucağına çocuk gibi yerleştirdi. Bir eli ile arabanın kapısını kapatıp diğer eli ile dairenin şifresini dövmeye başladı. Ezbere bilmesinin nedeni; Elzem'e ilk gelişinde içeriye giren bir kadının şifreyi girmesiyle hafızasına yer etmesi bir olmuştu.
İçeriye girdi asansöre doğru ilerleyip daireye çıktı, kapıyı Elzem'in cebinde duran telefonu ve anahtarı ile açtı.
Kucağında Elzem'le öylece durdu. Salona geçmedi lavaboyu aradı, bulmuştu. Elzem'i ayakta durdurup yere eğildi, ayağındaki topukluyu çıkarmaya çalıştı Kuzgun, Elzem elini Kuzgun'un başına atıp sabit durma çalıştı. Kuzgun'un ya sabırlar havada uçuşurken ayaklandı, musluğu açıp avucunu ıslatırken Elzem yarı ayık bir şekilde Kuzgun'a bakıp avuç içini su dolduran elini tutup yüzüne çarpmasına engel oldu. Elzem ağlamaya başlayınca kuzgun daha da şaşırmış ve anlamsız bakışları havada öylece asılı kalmıştı, Elzem başını Kuzgun'un geniş cüssesine bastırıp ona yaklaştı elleri ile yüzünü kapatıp kendini ondan saklarcasına durdu. Bunu yapması zor da değildi, koskoca adamdı, Elzem'in yüzünü görmek için epey eğilmesi gerekti. Elzem onun yanında Ufak bir çocuktan farksızdı.
"Beni erkekler neden sevmiyor? Neden beni aldatıyorlar Kuzgun... Semih'te bıraktı beni şerefsiz." dedi sesi daha çok çıkmaya başlarken.
"Çünkü seni hep erkekler sevmiş, bir adam çıkıpta gönlünü gönlüne katmamışki." Kuzgun'un bakışları ifadesizce Elzem'in saçlarında duruyordu yüzünü göremiyordum çünkü Kuzgun'u deli edecek şekilde göğüsüne bastırmıştı.
"Sende sevmiyorsun, bana çok güzel baktım iş yerimde sonra çok sert davrandın. Neden he neden!" Ellerini Kuzgun'un göğüsüne vururken Kuzgun hiç bir acı hissetmeden onu izledi. Şaşkındı çünkü cidden böyle mi düşünüyordu.
Alkolün etkisi ile her şeyi söyletebilirdi. Kuzgun onun kollarından tutup duvara doğru itip onu sabit tutarkan dağılmış olan rimeli yüzünü bir çocuğun yapmış olduğu resimden farksız kılıyordu.
"Bana karşı ilgin mi var senin?"
Elzem sulanmış olan gözlerini açıp yüzüne doğru eğilmiş olan Kuzgun'a baktı, tüm ışığı sırtına almıştı, Elzem'i karanlıkta bırakmıştı Kuzgun.
"Senin bana ilgin mi var adi herif."
"Sen benim içimde yaratmış olduğum elev tohumlarından haberin yok galiba."
"Senin benim içimdeki boşlukta yanan histen haberin varmı?"
Bunu beklemiyordu Kuzgun bedeni kıvılcım içinde yanarken bu cümle onu sarmış ve zihnini dağıtmıştı. Kalbinin atış hızı durmuş duvara dayadığı elleri soğuk duvarı yakarken gözleri alev almış gibi yanıyordu. Geriye çekildi Kuzgun dudaklarını kemirip havadan Elzem'e baktı, Elzem'in ona masum masum bakışına alışık değildi, genelde en sert bakışını kuşanıp ve ortama gerginlik dağıtırdı; Kuzgun'a göre buydu Elzem.
"Sarhoşsun, elini yüzünü yıka," Kolundan tutup musluğun başına getirmişti onu, kuzgun tekrardan musluğu açıp avuç içine dolan suyu Elzem'in yüzüne doğru fırlattı, "Ne değişik bir şeysin sen ya."
"Çek elini hödük, çık soyunucam." Sarhoş bedeni geriye doğru düşecekti ama kuzgun avuç içini bel boşluğuna bastırıp onu ayakta tutmaya çalıştı. Elleri ile Kuzgun'u itmeye çalıştı, Elzem'in dokunuşu bir rüzgar gibi değmişti ona yerinden bile oynamamıştı.
"Ayakta duramıyorsun, ne soyunması." diye çıkıştı Kuzgun.
"Önünde soyunurum o zaman." diyip giymiş olduğu kazağı üstünden çıkartmaya başladı, Kuzgun bakışlarını havaya dikip derin bir nefes verdi.
"Ne halt yersen ye kapıdayım. Şu başını bir yere çarpmamaya dikkat et." Geri çekildi Kuzgun kapıyı kapatıp ağzından küfürler yağdırıp ezbere bildiği mutfağa ilerledi. Kendine buzdolabından soğuk bir su şişesi çıkarıp bardak kullanma gereğinde bulunmadan dudaklarına götürmüştü.
Şişeyi bırakıp masanın üzerine duran dört kutu üçü bir aradaya baktı. "Dükkan mı soydum be kızım." diyip elindeki şişeyi tezgaha bırakıp bonyaya doğru ilerledi, kapısında durup bekledi.
Elzem üzerindekileri zar zor soyarken sütyenini çıkartamayıp başından yukarıya doğru çıkarıp bir köşeye fırlatmıştı, çıplak bedenin soğuk suya değdirip geri çekilmesi bir oldu. Yüzünü ekşitip suyun ayarları ile oynadı. Gözleri yarı açık yarı kapalı bir şekilde ılık olan suya kendini bırakıp ellerini yüzüne attı, yüzünü karanlığa bırakıp, sessizce bir şeyler mırıldandı kendisi bile ne dediğini anlamış değildi. Gözleri yorgun elleri gözlerinden beterce yorgundu, bedenine ve saçlarına zar zor sürtüyordu, şampuanı ne kadar koyduğunu bile bilmiyordu Elzem saçlarından bir türlü akıp gitmeyen köpükler ile kollarını yorgunca bıraktı.
Köpükler alkolün kokusunu bedeninden alıp süpürürken Kuzgun dışarıda hâlâ bekler bir şekilde duruyordu, kapının açıldığını fark edince sırtını dönüp bekledi, duymuş olduğu ayak yorgun inlemeler ile kaşları çatıldı, "Sakin dönme hödük."
"Hödük ne ya?" diye sordu iki elini yana açıp cevap ararken. "Ne hödüklüğümü gördün sen?"
Kapı kapanma sesi ile arkasını döndü Elzem banyonun karşısındaki odaya girip dolaba yönelirken Kuzgun bu sefer diğer kapıda; Elzem'in odasının kapısında beklemeye başladı.
Elzem üzerini giyerken siyah bol eşofmanını giymeden önce sağ bacağındaki yanık izine baktı, çocuksu sesi ile; "Çok çirkinsin." dedi kaşlarını çatıp oturduğu yerden giymeye çalışarak, şayet ayakta durmakta bile zorluk çekiyordu. Islak saçları ile kendini yatağa bıraktı. Odasının duvarını izledi, yüzü yorgun düşmüş kolları ve ayakları karıncalanıyordu.
Kaşlarını istemsizce çatıp kapıya doğru baktı. "Kuzgun... Hâlâ burada mısın?" Bekledi bir kaç saniyenin ardından zihnine işleyen o kalın ve ürkek ses kulaklarına gelmişti.
"Hâlâ buradayım... Elzem." Derin bir nefes vermişti Kuzgun kapıya dayalı bir şekilde gözleri kapalı banyadan çıkan buharlar eşliğinde duruyordu. Buram buram çilek kokusu geliyordu burnuna ve bu içindeki ateşe benzin serpmiş gibiydi.
"Ben sarhoşken hiç bir şeyi hatırlamam... Gelebilir misin?"
Kapı ani bir şekilde açılınca Elzem yorgun bedenini yataktan doğrultup oturur pozisyonuna geçti, kızaran gözlerle içeriye girip kapıya hafif aralık bırakan Kuzgun'a baktı. Kuzgun ona yaklaşıp ellerini cebine atıp ters duran yüzü ile baktı. Ters değildi bu onun genel olarak bulunan yüz ifadesiydi.
Elzem ıslak ip gibi ıslak bukleleri geriye atıp kucağına bir yastık almıştı.
Hıçkırmış gibi başını kaldırıp indirmişti, bembeyaz olan yüzü ile baktı Kuzgun'a, "Ben yarın hiç bir şey hatırlamayacağım kendimi çok iyi biliyorum." dedi en duygusal çöküş yaşayan ses tonu ile.
"Bana yarın Semih'in Nevra'yı öptüğünü söyler misin?"
Kuzgun başını yan yatırıp kaçık kaşlar ve yarım ağızla baktı, bunu beklemiyordu, Nevra onun arkadaşı bunu biliyordu Semih'i de tanıyordu. Bunu hiç beklemiyor gibiydi.
"Hayır. Neden siktir etmeyi bilmiyorsun?" diye sordu başı hâlâ yan yatmış bir şekilde, dili ise dudağının içinde daireler çizerken.
"Ben avukatım öyle kolay değil hödük." Sol eli ile gözünü okşayıp başını öne eğdi.
"Neden uyumuyorsun, hadi koy başını uyu." Bir adım atıp kucağındaki yastığı aldı Kuzgun. Elzem dudak büzmüş bir şekilde Kuzgun'a bakıp durdu.
Kuzgun gözleri Elzem'i dolgun dudaklarında takılı kalırken yastığı yatağın baş kısmına atmıştı. Elzem Kuzgun gözlerini rengini çizmek ister gibi bakıyordu. Gözleri kaydı düz duran burnuna gitti, daha sonra kız gibi pembe olan dudaklarına oradan ise çenesinde ki yaraya. Yara boynuna doğru ilerlemeden kesilmiş gibiydi. Elzem elini Kuzgun'a yaklaştırırken Kuzgun onun eline yüzünü yaklaştırıp çatık kaşlarla izledi onu. Elzem parmaklarını onun çenesine değdirip, derin bir nefes verdi.
"Buraya ne oldu? Ama dur! Yarın anlat unuturum ben."
Kuzgun sırıtıp başını yavaşça salladı. Hoşuna gitmişti yarasına kimse baksın istemez, kimse dokunsun istemez, ama onun merak etmesi onun dokunması tamamen özgürdü. Nedeni bilinmez ama Elzem... Elzem başka bakıyor başka davranıyor.
"Peki sen... Neden her sıkıntıda parmakların küpelerine gidiyor?" Sessizce sormuştu bir tek Elzem duysun ister gibi sessizce nefesi eşliğinde sormuştu.
Elzem küçük bir gülüş sesi çıkarıp avuç içini Kuzgun'u çenesine bastırıp, "Beni... Beni gövdene alır mısın? Yalnız uyutma beni."
Kuzgun giymiş giymiş olduğu deri ceketi kıpırdamadan indirip bir köşeye atmıştı, yatağın baş ucunda gözüne çarpan ışık ile odayı karanlığa verip, bunu bekler gibi kollarını Elzem'in koltuk altlarına atıp onu cüssesine çekti yatağa uzanıp Elzem'i geniş göğüsüne yatırıp üzerine yorganı örtmüştü, Elzem kendini yine onun yanında güvende hissederken, bir elini Kuzgun'un boynuna diğer elini ise omzuna atıp gözlerini kapattı. Kuzgun elini Elzem'in bacağına atıp kendine doğru daha çok çekerken Elzem küçük bir inilti ile Kuzgun'un boynuna doğru dudaklarını değdirip kokusunu sessizce içine çekti. Kuzgun bunu fark edip ıslak saçlarına ellerini bastırıp çilek kokusunu içine çekti. Yaşadığı şu hayatta ilk defa bu kadar temiz bir koku koklamıştı Kuzgun. Küçük beden onun kolları arasında kaybolup giderken Elzem bundan memnun bir şekilde başını Kuzgun'un boynuna sürttü.
Büyük elleri bel boşluğunda dolanıp okşamıştı, ince belini elleri arasına alıp sıkmamak için zor tuttu kendini Kuzgun.
Kapattı gözlerini sessiz geçen zamanın akışına uykusu, gözlerinin kapanmasını bekler gibi dalıp gitmişti. Bedenine değen kadın ile ilk defa uyumuştu Kuzgun. Yıllar sonra ilk defa bir kadınla uyumuştu.
*****
Dertler faklı acılar ise aynı olur, insan ne yaşarsa yaşasın acının tadı aynıdır, kalbe bir ağırlık çöker zihnin yanmaya, yüreğin çığlıklar atmaya başlar. Acının tarifini sıradan birinden alamayız, tatmış ve en derinde değildi en ön planda yaşayanlar anlatabilir.
"Yanılıyorsun çocuk." dedi koltukta oturan Kadriye denilen o orta yaşlardaki kadın.
"O sandığı sana kim verdi?" Dinçer her zamanki sakin ve sert bakışları ile duruyordu.
Arkasında duran orta boylarda adam ile kadına hüküm sürüyor gibi duruyordu ama öyle değildi. Zihninde inleyen bir kaç sorunun cevabını belki karşısında kadın biliyordur diye buradaydılar.
"Yaman sana ne verdi?"
"Yeter artık! Kim bu Yaman tanımıyorum evladın bırak beni gideyim uçağın kalkacak sabaha doğru." Kadın öfke ile bakıyordu Dinçer'e.
"Onu tanımadığın bir adamdan yaptın ve kızını kızın olarak değil dışarıda sıradan bir kız olarak görüyorsun... Bunlar doğru," Dinçer elleri geride üst üste birleşmiş bir şekilde durup konuşmaya devam etti. "Ben sokakta büyüdüm. Geçtiğin her sokakta benim adım geçmiştir... Seni öldürsem Kimin ne haberi olacak. O arabayı küle çevirsen bu sokaklardan geçen bir insan bile konuşup ölünü bulmalarına yardımcı olacaklarını olamazlar."
Kadın gözlerini fal taşı gibi açıp acımasızca konuşan gaddardan farksız olan adama baktı, elleri kalbine gitmişti.
"Sen ne manyak bir adam çıktın. Benim kızımın seninle ne işi olur." Kadın ayağa kalkmaya dâhi kokarken Dinçer kadının önüne bir sandalye çekip o sandalyeye oturmuştu.
"Yaman'ın peşindeyim, onu tanıyorum. Kendi kızını Yaman'a mı sattın," Kadın elini kaldırıp Dinçer'e vuracağı an Dinçer onun elini havada yakalıp öfke kurmak üzerine olan o gözlerle baktı. "Yaman'ın kadın ticareti yaptığını biliyorum. Sakın direnme, eğer konuşmazsan, yaşadığına dair bir şey söylemezsen..." Belindeki silahı çıkarıp tutmuş olduğu elin avuç içine doğru silahı dayadı.
"Yapma yanılıyorsun Yaman kim bilmiyorum." Kadın korku içinde geri çekilmeye çalıştı ama öfke bedeni esir almışken Dinçer ne yapabilirdi ki, Gökalp ile büyüdü ondan bir kaç pay biçimişti.
"Abi yaşlı kadın yapma istersen." dedi Merto lakaplı adam.
"Konuşuyor musun yoksa..."
"Yeter dedim çocuk haddini aştın..."
"Benim hapiste girme gibi bir korkum yok, yaşamak için bir amacımda yok, seni öldürürüm duydun mu bana sevgilimi ver!" Sesi evin içini inletirken kapalı camdan dışarıya baktı Merto, kapıda duran iki gence elini sallayıp etrafı kontrol etmelerini söyledi.
Dinçer Gökalp'i kuşanmış bir şekilde acımasızlık bedeninden akan yer misali kayıp giderken kadının avuç içine silah ile sıkmıştı. Kadın çığlık atarken Merto kolu dolu gözlerini açıp kadına yaklaşıp elini tedirgince ağzına attı. Dinçer oturduğu yerden kalktı.
"Konuşacak! Biliyorsun! Yaşam sebebi elimden alınmış acırmıyım ben lan!" Sesi dışarıya çıkıyordu, cama vurulan seslerle Merto koltukta kendine bir sağa bir sola sallamıştı, kadın yerinde durmak bilmezken içeriye giren dışarıda ki gençlerden biri elinde bir bez ile kadının kanayan elini sardı. "Sigara yakıp geliyorum o hafızanı zorla, geliyorum." Parmağı ile kadını gösterip odadan çıkmıştı.
"Tamam ablacım bende tamam mahalle doktoruyum ben sakin, sakin," dedi Merto kendinden emin bir şekilde. "Elimi yalama abla o eli kadın ağzı bile değmedi daha." Ekşiyen yüzü ile baktı etrafa Merto.
"Abi ben ilk yardım çantasını alıp geliyorum."
"Lan daha duruyon mu lan!"
Koşarak odadan çıkan genç Dinçer'e bakımdan ilk yardım kitini alıp salona geçti.
Dinçer dudak arasında duran sigara ile mutfakta ahşaptan sandalyeye oturup bekledi. Dudakları arasından derin bir duman alıp dalmış olduğu yere doğru püskürtü. Ne kalbi ne de Zihni yerinde duruyordu sanki bir ipe asılmışta gelen geçen yumruklar savuruyor gibiydi. Zihni kirli kalbi ise karanlığa mahkum edilmişti.
Sigarası bitti tekrar yaktı, bir tane daha yaktı aradan neredeyse yarım saat geçti, mutfak duman içinde kalırken Merto'nun onu çağırması ile ağzında sigara ile ayağa kalkıp salona geçti. Karşısında acı ile ağlayan ve inleyen kadın ile içinde bir vicdan oynaması aradı... Bekledi... Hayır yoktu.
"Konuş." dedi ağzındaki sigarayı parmak arasında alırken.
"Yaman bana sizden bahsetti. Ben pek bilmiyorum dedim, sadece Selma'nın sevgilini biliyorum dedim Gökalp'i anlat dedi," Başını iki yana ağlayan gözlerle salladı, "Bilmiyorum dedim. Tanımıyorum dedim. Bana para verdi o trafik kazası yalan Selma'yı senin onun safına gelmen için kullanacak dedi."
Elini havaya kaldırdı Dinçer. "Kadını otoya götürün. Gidiyoruz." Beklediği cevaplar bunlardı, bunların hepsini biliyordu Dinçer sadece sözlü olarak emin olmak istiyordu küçük bir söz ile her şeyi ortaya çıkarmıştı.
Dinçer Yaman'ın bir adım arkasında onu takip eden bir adamı gibiydi, her haltını biliyor, ne yapıp yapmayacağının analizini bile bir kağıt üzerine çizmişti; vicdan, merhamet, acıma duygusu, sevgi, aşk... Bunların hiç biri Yaman da yoktu. Kendi için herkesi yakan yaşamak için, var olmak ve tahtı için... Herkesi ölüme sürüklerdi o.
Arabasına bindi Dinçer. "Elime dikiş attın mı?"
"Evet abi hastaneden farksız bir muayene yaptık." Merto arabayı çalıştırıp bir kaç sokak arkada bulunan oto yıkamaya doğru sürdü.
Arkada elini avuç içinden ayırmayan kadına baktı Dinçer. Şuan acımadan kafasına sıkmak isteiyordu çünkü toplum içinde bunların adım atması arkalarında ateş tanecikleri bırakmakla birdi.
Sokaklar arkada kalırken oto yıkamanın tamda kapısında durdu Merto. Arabadan inip Kadriye'ye yöneldi, kolundan tutup onu çıkarken Dinçer Otonun kapısını açıp içeriye girdi. Oyunun ışıkları yanarken merdivenlerden siyah atletle inen Gökalp öfke ile Dinçer'e baktı.
"Ne bok yedin lan sen!" diyip eli ile Kadriye'ye gösterdi.
"Konuş." dedi Dinçer bakışları Gökalp'te kalırken.
"Ne konuş oğlum siklik yapmayın lan bu ne!" Öfkesi depoyu inletirken merdivenlerden Furkan inmişti.
"KONUŞ!" Öfke ile kadına baktı kadın acılı yüzü ile konuştu.
Dinçer'e anlattıklarını Gökalp'e de anlattı, Gökalp Yaman'ın ondan haberinin olduğunu ve kardeşi gibi beraber büyüdüğü Dinçer'i kendi safına çekip birbirine düşman kesilmelerini sağlayacaktı. Gökalp kan kusan gözlerle kadını dinliyor öfke ile inip kalkan göğüsü ile öylece yerine kenetli bir şekilde kalmıştı. Gökalp ölü bildiği kadının yaşaması şoku eşliğinde Dinçer'e mahçup kalmış gibi gözlerini ona değdirmiyor acı çeken kadına dalıp gitmiş gibi bakıyordu. Düşmanı çok güçlüydu kendi kanından olan düşmanı onu yıkacak ve sevdiklerinin onu tek tek bırakmasına şahitlik etmesini istiyordu, Yaman yine Yaman'dı geçmiş acıları tekrar Gökalp'e yaşayacağını düşünüyordu.
Gökalp öfke soluklarını bir köşeye bırakıp kadına baktı, "Yaman'a kızını mı sattın?" dedi Gökalp yaşça büyük kadına olan saygısını kaybederek.
Kadın titreyen başı ile yere bakıyordu.
"Bırakın bunu, polise gitti günün ardın gecesi kendini cehennemde bulur, tabii Yaman içinde geçerli." Merto geri çekilirken kadın hızlı adımlarla Otosan çıkmıştı.
Gökalp bakışlarını Dinçer'e çevirdi, "Nerede bu Kuzgun. Görevin başı o ama kendisi yok." dedi Dinçer hiç bir şey olmamış gibi davranırken.
Gökalp Dinçer'e yaklaşıp ona sarılmıştı bu sarılış sokakta dayak yedikten sonra birbirine sarılan iki çocuk sarılışıydı. Gökalp elini Dinçer'in sırtına vurup gözlerini kapadı. Dinçer kardeşine karşılık verip sarmıştı onu, "Her an her yerde sesninle kardeşim."
Gökalp güldü, "Her an her yerde seninle kardeşim." diye tekrar etti Gökalp.
Gözleri sulandı Gökalp'in kardeşinden dargın bir şekilde ayrılamıyordu bunu yapamıyorlardı. Ne olursa olsun beraber büyüdüler.
Furkan başını iki yana sallayıp uykulu gözlerle merdivenlerden düşe kalka çıktı. Merto arabayı alıp Otosan çıkarken Dinçer etrafa baktı.
Gökalp, "Kuzgun'a mesaj attın mı?"
Dinçer, "Uyuyor galiba. Begüm... Onun bir suçu yok ona zarar vermemeye çalış. Yap demiyorum çalış diyorum."
Gökalp kaşlarını yukarıya kaldırıp başını yavaşça salladı. Begüm'ü depoda bırakmıştı, şuan ne halde olduğunu pekte umrunda değil gibiydi.
Dinçer odasına çıkarken o oto yıkamanın yanında bulunan kapıyı açtı, aşağı doğru giden merdivenlerden inip kapıyı açtı. Karanlıkta aydınlanan yerle gözleri Begüm'ü aradı. Sırtını duvara vermiş kapalı gözleri ile uykuya dalmış gibiydi. Vermiş olduğu giysileri giymemiş bir köşeye savurmuştu. Kolları bedeninden düşmüş baygınca duruyordu.
"Ölmedin ya." Sesini kendisi bile duymamıştı Gökalp. Eğildi Begüm'ün dağılmış yüzünü inceledi saçları yüzüne dökülmüştü. Elini alnına attı.
Soğuktu, buz gibi bu yerde narin bedeni yıpranacak gibi duruyordu. Küçük elleri zemine ölü gibi değiyordu ayağındaki kanayan yere çarptı gözü. Çatık kaşlar ve ters yüzü ile ellerini Begüm'ün beline ve bacağına atmıştı, "Yapmam baba. Bırak beni."
"Şşş..." dedi göğüsüne yaslanan baş ile durdu.
"Tenim kirlendi." dedi korkar sesi kabus görüyor gibiydi.
Gökalp durup sadece dinledi. Bir adım atıp yavaş adımlarla merdivenlerden ilerledi. Dışarıya çıktığı an rüzgar sertçe bedenine vurmuştu. Begüm'ün saçlarını uçuşurken Gökalp kapıyı eli ile kapatıp oto yıkamaya ilerledi kapıyı kapattı ışıkları söndürüp merdivenlere ilerledi, tek bir ışık vardı oda dışarıdaki sokak lambasının turuncu ışığıydı.
İlerledi sağa dönüp küçük koridorda bulunan en son odaya girdi kapıyı kapatıp dağılmış yatağına baktı, Begüm'ü yatırıp üstüne yorganı baştan sağma bir şekilde atıp yatağın diğer tarafına geçti. Umursamadı, öfkesi hâlâ tazeydi, sadece Dinçer'e olan bağlılığı ve saygısı yüzünden Begüm'e bunu yapmıştı, yoksa sabahın ilk ışıklarında önüne bir pet şişe su atıp bulunduğu konumdan uzaklaşmayı düşünüyordu.
Sağ kolunu basının altına atıp gözleri kapattı. Sabahın ışıklarından bile onun için tehlikeli bir hâl almışken kendisinde ki rahatlık insana hayret veriyordu.
Herşey birbirine karıştı, Yaman'ın düşmanı çoğalırken çoğu ipin onun elinden geçtiğini öğrenmişlerdi, ortalık kan gölüne dönmek için geri sayımı başlatmışlardı. Bu sabahın ışıklarından sonra hiç bir şey, hiç Bir kimse masum olmayacaktı. Duygular havada uçuşurken eller bele gitmeliydi, ya can alacak ya da can vereceklerdi.
*****
Güneş yeni bir güne insanları uyundırırken Gökalp elindeki demli çay ile odaya girmişti. Yatakta gözlerini açmaya başlayan kadına aldanış vermeden üzerindeki siyah atleti çıkarıp siyah dolaptan yeni bir atlet çıkarmıştı, Begüm bulanık gözlerle Gökalp'i incelemeye başladı, onun varlığının gerçek olduğunu fark edince bulunduğu yataktan hızla doğrulup yorganı üzerine çekip bedenini ondan saklamaya çalıştı. Gökalp sırtı dönük bir şekilde üstünü giyindi, altındaki eşofmanı indirdiği an Begüm gözlerini korku ile kapatıp başını öne, gri renkli yorgana bastırdı.
Gökalp arkasını dönüp Begüm'e ifadesizce baktı, aldanmadı, siyah koyunu çıkarıp giymişti, dolapta Kemer ararken, "Ölmemişsin." dedi elinde aradığı kemeri alırken.
"Ne işim var burada?" diye sordu titreyen sesi sessizce çıkmıştı.
Gökalp kaşlarını çatıp gözlerini kıstı, kemerini takarken, "Depoda bulunma istersen sonraki gece orada kalabilirsin."
"Evet orada kalmak istiyorum." dedi başını kaldırıp şiş ve kızaran gözlerle Gökalp'e bakarken.
"Peki." dedi Gökalp siyah Kazak giyerken. "Şimdi kalk şu elini yüzünü yıka, sabah ödümü kopardı o yüzün."
Begüm başını öne eğip yorganı daha çok sıktı, korkuyordu ve bu adamın hâlâ kim olduğunu bilmiş değildi. Bedeni kasılmış gibiydi, gözleri alttan bir şekilde odayı taramıştı, odada bulunan geniş pencereden sızan sonbahar güneşi odaya renk katıyordu, Gökalp gibi sert renkler kullanılmıştı odada. Hiç oto yıkamada böyle bir oda bulunurmuydu, buradan bulunan herkes burayı evin bir odası gibi zannederdi ama değildi.
"Lavabo dışarıda, kalkta duş al, iğrenç gözüküyorsun." Gökalp açık ne net tavırları ile Begüm'ü aşağılar gibi konuşuyordu ama bir yandanda gerçekti, yüzü dağılmış saçları yıpranmış, bacakları ve ayakları depodan dolayı kirlenmişti.
Elleri hâlâ yorganı sıkarken ayaklarını sarkıtıp ayaklandı yorganı bırakıp elini göğsüne attı.
"Korkma çık dışarıya, ileride tek oda var."
"Duş almak istemiyorum." dedi sessiz çıkan sesi ile. Korkudan mıdır yoksa yapısından mıdır bilinmiyor ama sesi içine kaçmış gibi konuşuyordu Begüm.
"Sesini yükselt." dedi Gökalp ona durmuş tek kaşı hava bir şekilde bakarken.
"Duş almak istemiyorum." dedi Gökalp'e bakarak.
"Zorundasın yoksa ben aldırırım. Şu giysileri al hangisi kafa yatarsa giy." Gökalp siyah yün koltuğun üzerinde bulunan poşeti Begüm'e atıp arkasını döndü. Telefonun eline alıp Kuzgun'u arası hâlâ mesajlara yanıt vermemişti.
Kapının açıldığını duydu Begüm yavaş adımlar ile çıkarken Gökalp onun titreyen bedenine bakmadan edemedi. Önüne döndü kapıdan çıkıp Begüm'ün banyoya girdiğini gördü, ilerledi, yanından geçip merdivenlere doğru ilerledi. Yukarıdan aşağıya baktı.
"Hayırdır lan! Sen arabayı buraya getirirmiydin?"
"Abi ilk defa babam ak sür dedi dur gözünü seveyim bir fotoğrafını çekeyim." Mahalleden tanıdığı bir gençti bu Tofaş kırmızı arabanın yıkanış anlarını kameralara imrenler alıyordu. Gökalp yukarıda bulunan sandalyelerden birine oturup telefonundan bir numara çevirdi, Elzem'i aramıştı, telefonu kulağına götürüp bekledi. Açmamıştı, bir şey mi olmuştu. Dün kulüpte olduğunu grup mesajlarından öğrenmişti, şimdi ise telefonu çalıyor ama yanıt vermiyordu. Kuzgun'u aradı tekrardan dişleri dudaklarını kemirirken Furkan aşağıdan bağırarak ona sesleniyordu. Telefonu kapatıp cebine koydu. Ayaklanıyor yukarıdan aşağı baktı.
"Abi börek, poğaça, simit ve peynir var. Yer misin?" dedi elindeki poşeti göstererek.
"Bekle." dedi bakışları arabayı yıkayan Dinçer'e çarparken, "Şunun elinden al poşeti bitirmesin bana sabah sabah." Geri çekildi Gökalp. Açılan kapı ile bakışları Begüm'e gitti. Küçük koridora doğru ilerledi.
Giymiş olduğu bol mavi pantolon ve bol bej Kazak ile ıslak saçları geriye düşmüş damlalar akıyordu. Gökalp kollarını birbirine kenetleyip korku ile geriye çekilmeye dâhi çekinen Begüm'e baktı.
"Ayağına ayakkabı bulamadık," dedi umursamaz bir sesle, "Topuklunu giy, odanın kapısının önünde." Gözleri ile koridorun sonun göster, depoda kalmıştı ayakkabıları demek ki gidip getirmişti Gökalp. İlerledi Begüm, ellerini kazağın içine saklamaya çalışıyor gibiydi.
Gökalp merdivenlerden inip koltukların bulunduğu alana doğru ilerledi. Furkan elindeki telefonda bir şeyler kurcalarken Dinçer elini silip merdivenlerden inen Begüm'e baktı, Begüm biraz yaklaştıktan sonra bakışlarını Dinçer'e değdirmek zorunda kaldı. Gözleri derince açılıp tüm yeşilliklerini ortaya çıkardı, göğüs kafesi inip kalkarken yüzünde korkmuş gibi bir ifade vardı.
Dinçer başını öne eğip dudaklarını ıslattı. Derin bir nefes verip Begüm tekrardan baktı. Begüm koşar adım merdivenleri çıkarken Furkan, "Bu kim?" dedi şaşkınca. "Hanginizin abi bu?"
Gökalp yine ense köküne yapıştırırken Dinçer; "Acaba gidip ona ben senin kuzeninim senin baban şöyle böyle yaptı desen olur mu?"
Gökalp önüne serili olan peynirden yerken, "Belki." diyip geçiştirdi. Dinçer'in bakışları merdiven başına gitmişti.
"Yanında durmasını istiyorsan Yaman'ın yüzünü sunmak zorundasın."
"Bakarız dedim kardeşim." dedi dolu ağzın ile.
"Haber yok bu Yaman'dan." Dinçer hâlâ gözleri merdivenlerde duruyordu, derin bir nefes alıp ellerini mavi kotuna sokup kapıya doğru ilerledi.
"Siktir et Yaman'ı sesi çıkmadan huzurla bir kahvaltı edelim." Elinde çayı dudaklarına götürdü.
Dinçer sokağın ilerisine bakıp durdu, Kuzgun hâlâ ortalarda yoktu, mesaj attı aradı ama yanıtlar yoktu. Artık başlamasının zamanı gelmişti, Selma'nın artık yanında olması gerekti bir aydır onu arıyordu, bir aydın onun için en ufak bir ipucu arayıp duruyordu. Ve bulmuştuda, mektuplar herşeyi ortaya koymuştu şimdi tek bir şey kalmıştı oda Kuzgun'u bulmak ve ne yapması gerektiğini öğrenmekti. Bu görevin başı Kuzgun'du ondan habersiz bir adım atamazdı.
"Abi kadına bir şeyler versene. Yazık vala abi yesin iki üç lokma."
Gökalp yandan ona ağzında simitle baktı. "Lan oğlum o sarayda büyüdü lan, yermi bunları."
"Abi bu zenginliği herkes yiyemez." diye güldü Furkan.
Gökalp tebessüm içinde elini saçlarına atıp okşadı. "Kerata seni. Ver şunlardanda götüreyim." Gökalp ayağa kalktığı an Furkan tepsiye poğaça ve börek koyup yanına bir kaç peynir koymuştu, fazladan bardağa çay koyup içine küp şeker atıp karıştırmıştı.
Gökalp tepsiyi alıp Dinçer'e bakmadan demirden merdiven basamaklarına basıp çıkmıştı. Odaya yöneldiği an kapıyı çalmadan açmıştı. Yatağa oturmuş bacaklarını kendine doğru çekmiş kollarını bacaklarının üstüne koyup başını kollarına dayamıştı.
Başını kaldırıp Gökalp'e korkan gözlerle baktı elindeki tepsiye baktığında bakışlarını çevirip pencerenin gri perdelerine baktı.
Gökalp elinde tahtadan tepsi ile yatağa oturup Begüm'ün önüne indirdi. Titreyen ellerini gördüğünde bakışları yüzüne çevirdi, uzun kirpikleri yem yeşil gözleri sulanıyor gibiydi.
Gökalp avuç içini bacağına sürtüp önüne döndü, kapıya bakıp dudaklarını kemirdi. Nefret etmiyordu ama acı çeksin istiyordu, acı çektirmek istediğine göre nefret ediyor demekti. Karışık bir zihinle odada bulunuyordu.
"Şunları yersen neden burada olduğunu anlatabilirim."
Begüm bakışları hâlâ perdede duruyordu, başını iki yana sallayıp dudaklarını birbirine bastırdı.
"Benim kim olduğumu merak etmiyor musun?"
Yine başını iki yana salladı. Gökalp tek kaşı havada bir şekilde bakışlarını Begüm'e çevirdi.
"Baban benim ailemi öldürdü." dedi sesi yine sert hâlini alırken.
Begüm bakışlarını Gökalp'e çevirdi, önündeki tepsiye bakıp, dudağının içini dişledi. Bacaklarını indirip rahatça oturmuştu, Gökalp ona yakın duruyordu, Begüm geride durmaya çalışıyordu ama sırtı yeteri kadar yatağın başına değiyordu.
Gökalp onun eline baktı, eline simit alıp yerken titreyen eline sıcak çay bardağını alıp avuç içini ısıttı. Gökalp bakışlarını ondan kaçırıp, kapıya baktı. Odası geniş değildi, küçük ama yeterli bir alandı.
Sessiz geçen dakikaların ardında Gökalp hâlâ yatakta oturuyor ve Begüm'ün bitirmesini bekliyordu. Begüm elindeki çayı dudaklarına götürdüğü an bakışları Gökalp'e çevirmişti. Gökalp'in yan profiline çekinerek bakındı, tepsiye bitmek üzere, dibi kalmış olan çayı tepsiye bırakıp bakışlarını Gökalp'e tamamen dikip bekledi. Gökalp arkasını dönüp tepsiyi alıp kapısının yanında bulunan küçük komodinin üzerine koyup yönünü Begüm'e çevirdi. İçinde esen o alevli rüzgarı dindirmek için kendini zorladı, öfkesi mantığını eline alamazdı, alırsa çevresi yangına döner o yangında kendiside yanardı. İçindeki öfkeyi geriye attı. Sanki kalabildiği kadar, öfkesini dindirebildiği kadar, alvini söndürebildiği kadar söndürdü.
"Babanın nasıl biri olduğunu ve sana neler yaptığını bana anlatır mısın?" sesi dalgın ve sakindi, Begüm onun ilk defa sakin bir sesle dinlemişti.
"Ne duymak istiyorsun ki? Beni kendi çıkarları için büyütüğünü mü? Zorla evlendirmeye çalıştığını mı? Her gece odama gelip onun için yaşadığımı ve ona itaat etmek zorunda olduğumu söylediğini... Ne istiyorsun benden."
Gökalp bakışlarını başka yöne çevirip dudak büzüp başını bir saat omzuna bir sol omzuna düşürdü. Derin bir nefes verip Begüm'e baktı. Bunları yaşıyordu ve bunların yükü çok ağırdı.
"Ben babamdan saçımı okşamasını isterken o benim saçlarımı yoldu..." Başını iki yana sallayıp titreyen ve zorla konuşan ürkek sesi ile devam etti, "Beni öldürmekle tehdit edeceksin ve oda sana öldür onu diyecek." Begüm ıslanan gözlerine hâkim olamadı güçlü değildi, güçlü bir kadın olmamasına izin vermemişlerdi. Hayat ona daima yükler bırakmıştı doğduğu günden bugüne hep sessizliği içinde boğuldu, denizi büyüktü ama yüzmeyi kimse ona öğretmemişti.
Gökalp küçük bir gülümseme ile başımı iki yana salladı.
"Yanlış biliyorsun. Baban senin öz amcanı ve onun eşini oğlu önünde tecavüze uğrattı, o çocuk babasıyla annesinin çığlıklarını izledi. Sonunda adam öldürüldü, kadın yerde kendi kanı ile yıkanmış gibi duruyordu." Gökalp yutkundu, zordu ama kabul etmişti, zorlada olsa etmişti. Begüm'ün gözleri şaşkınlık ve masumluk içinde Gökalp'i dinliyordu başını iki yana sallamak istedi ama yapamadı. Gökalp dudaklarını yalayıp devam etmek zorunda kaldı. "O çocuğun zincirlerini çözüp gittiler, çocuk annesinin kanlı boynunda uyuyakaldı... Begüm senin baban kendi abisini öldürdü... O küçük çocuk benim."
Begüm bunu hiç beklemiyordu gözlerinde yaşlarla bakıyordu, donmuş yüzü ile afallamış bir biçimde Gökalp'e baktı. Gözünde yaşlar sessizce akarken elini kalbinin üzerine attı, başını iki yana sallayıp, "Yemin ederim bilmiyorum. O adamın pislik olduğunu biliyorum ama bu derecede değil... Lütfen yalan de, kandırıyorum seni de, alay ediyorum seninle de. Konuş..." Sesi titriyor elleri ise donmuş gibi bir kalbinde birine Gökalp'e dokunacak vaziyette havada kalmıştı.
Gökalp bir duygu yaşamadı, gözleri ne sulandı, yüzü ne mimik gösterdi, kaşları ise ne de çatıldı. Konuşmaya devam etti.
"Aşağıdaki Dinçer'in kanser olan sevgilisini aldı, benim üzerimden kardeşim gibi büyüyen Dinçer'i kendi tarafına çekmek için. Selma, Dinçer'in sevgilisi ve tek ailesi. Eğer benimle birlikte olursan, babanı yıkmama yardımcı olursan... İçindeki vicdan azabını dindirmek istiyorsan eğer..." Begüm lafını sessizce kesti, mahçup ve ıslak gözlerle baktı, içinde ağırlaşan yüreği ile o kadar kötü hissediyordu ki cidden o adamın kızı olup olmadığını sorgulamak bile istedi.
Eli hâlâ kalbinde duruyordu, yerinden çıkacak kadar hızlı atan kalbi ile Gökalp'e bakıyordu, "Ne yapacağız." dedi hiç beklemeden.
"Önce anını iyileştirmen gerek. Abini neden sakat bıraktı o adam. İsyan ettiği için mi?" Gökalp başını eğip Begüm'e daha derin baktı.
Begüm kaşlarını çatıp kendini geriye çekti başını iki yana salladı. "Abim trafik kazası sonucu bu hâlde."
Gökalp başını iki yana salladığı an Begüm cevabı almış gibi ellerini yüzüne atıp içinde zorla tuttuğu o sesli ağlamaları bırakmıştı.
"Hayır, hayır öyle bir şey olamaz. Bu kadar değil, bu kadar kötü olamaz, kendi oğlu o yapmaz!" diye isyan etti şiddetle ağlarken.
Gökalp önüne dönüp derin bir nefes verdi. Alt dudağını dişlerine geçirip bekledi.
"Abinin ilaçları onu daha kötüye götürecek türden ilaçlardı, sen o ilaçları yenilediğin gün Dinçer'di hastanedeydi, doktorun vereceği ilaçları kontrol etti... Çok detaya girmek istemiyorum, ama merak etme abin artık doğru ilaçları tüketecek. Ve biz o eve gittiğimiz zaman abinin yanına gidip ona hiç bir tepki vermemesini söyle, sessizce iyileşecek."
Gökalp yataktan kalktı, kapıyı açıp son kez Begüm'e bakıp, "Toparlan bundan sonra yaşamaya çalışacaksın."
Begüm ellerini yüzünden çekip kızaran yüzü ile baktı Gökalp'e. Gökalp odadan çıkıp merdivenlere doğru ilerledi. Yükler büyüdükçe artarken, o yükün altında ezilmemek için gösterilen çabada git gide çoğalıyordu. İnsanlar artık geceler kadar sessiz olmayacaktı. Bilinmeyen gerçekler, hayal edilemeyen vicdansızlıklar, kana bulanan odalar: bundan sonra bir su damlası bile onların gözünde kan damlası olacaktı. Korkuyu artık geriye zor atacaklardı.
*****
"Kuzgun geride durabilir misin?" Tedirgince elimdeki demli çay bardağını masaya bıraktım, ayakta dikilmiş olan Kuzgun'la bedenim ve ellerim hükümet kadınındaki Fehime gibiydim.
"Titretme elini." dediğinde şaşkınca sandalyeye oturan Kuzgun'a baktım. Alaycı bir tavırla bakıyordu bana.
"Neye gülüyorsun Kuzgun sen ya! Sinirimi bozup içme şu çayı." dedim karşısına geçip önümdeki kahveden içerken.
Bir kaç dakika önce ya da yarım saat önce onun boynunda ve üstünde uyandığım için tedirginlik içinde çığlık atmış ve kendimi yataktan yorgan ile düşürmüş ve o yorgana takılı kalıp ayağa bile kalkamamıştım. Dün geceye dair hiç bir şey hatırlamıyordum. Onun dediğine göre ben istemiş ve uyumuştum.
Şuna karşımda o sert duruşu değil benimle alay eden duşu vardı. Bu ne kadar zoruma gitse de onunla muhatap olmamak için yön camlarla kaplı olan duvara döndüm, camdan dışarıya bakıp günün aydınlığını izledim.
"Sen kendin istedin benim bir suçum yok."
Bakışlarım o kalın sesine döndü, gözleri elaya dönmüş yüz hatları ise etini içine çekip kemiklerini dışa bırakmıştı, yarasına dokunup okşadı, geniş omuzları sandalyeye sığmıyordu, odaklan Elzem! Boğazımı temizleyip dudaklarımı ıslattım.
"Sende kabul ettin yani, dünden hazır bir şekilde."
Dudak düzdü, "Evet."
"Evet mi! Ben şimdi hangi pozisyonlarda sana temaslar etmişimdir biliyor musun sen Kuzgun?" dedim öne eğilip sesimi git gide sessizliğe yönlendirirken. Utanır gibi elimi alnıma atıp ofadım.
"Merak etme, bebek gibi uyudun. Tek bir sorun var oda elini çenemden çekmemen onuda sorun edecek değilim." Kalın sesi tüm dikkatimi dağıtıyordu, bedenine ait o sesi ile bunları anlatırken yüzündeki sessiz sırıtış gözden kaçmamıştı.
"Başka ne dedim dün gece?" dedim omuzlarımı utanarak düşürürken. Alkolü bir Elzem düne dair hiç bir şey hatırlamazdı.
Önce biraz bekledi, dilini ağzında oynatırken gözlerini bana çevirdi ve yüzümü inceledi.
"Duymak istemezsin..." dedi tepkimi bekleyip, "Şaka şaka, korkma hiç bir şey söylemedin."
Sıkıntı içinde göz devirip kahvemi içmeye devam ettim. Telefonumu orada belli ki yere bir kaç kere düşürdüm koruma ekranında hafif çatlaklıklar bulunuyordu. Onu boş verip aklımın ucundan bile geçmeyen geceyi hatırlamaya çalıştım, hayır yoktu. Hiç bir şey hatırlayamıyordum. Dün duş almış ve onun kolları arasında uyumuştum. Kuzgun dünün habercisi gibi herşeyi bana anlatmıştı, ya da yalan dolan bir şekilde özet geçmişti
"Abim aramış sor ne istiyor diye?"
"Sonra konuşurum."
"Gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?" dedim ellerimi masaya vurarak.
Dudak büzüp düşündü. "Birazdan; evet." diyip çayından içti.
Ayaklandım önümdeki kahvenin son yudumunu sertçe içip mutfaktan çıktım. Odama yönelip dolabından kahverengi çantamı alıp içine ihtiyaçlarımı koydum; kırmızı ruj, gloss, şarj aleti ve ıslak mendil ile küçük boy aynam. Elimdeki telefonu çantaya fırlatıp odadan çıktım, kapıya doğru yöneldiğimde önüme çıkan Kuzgun ile durakladım. Kısık gözlerle dev cüssesi ile baktı bana. Yanından geçip omzunu koluna sürtüp çıkışa ilerledim. Askılıkta asılı olan kahverengi kabanımı giyip ayaklarıma deri kahverengi topuklu botları geçirip kapıyı açıp çıktım. Kuzgun arkamdan gelip benimle asansöre bindi.
"Çayını bitirseydin." dedim yanımda duran duvar kadar geniş adama.
"Bitti." dedi kısa ve net bir şekilde.
Dilim ağzımın içinde oynarken ona baktım omzuna geliyordum artık belkide giymiş olduğum topukludan kaynaklıdır, yoksa genelde omzuna dahi ulaşabilmek zordu. Bana bakacağı an önüme dönüp göz göze gelmekten kaçındım. Şuan içimde ağırlaşan duygu ile zar zor duruyordum. Boğazımda biriken sarmaşıklar beni boğuyordu.
Açılan kapı ile kendimi dışarı attım geniş koridoru tapuklu ile inletirken Kuzgun adımlarını bana göre ayarlanmış bir adım geride ilerliyordu.
Konuşmasına izin vermeden duran arabama doğru ilerlerdim, dün gece Nevra'nın arabası ile kulübe gittiğim için çok şanslı hissediyordum kendimi umarım bu şans saatlerce hatta günlerce devam eder.
"Elzem..." dedi Kuzgun kaldırımda durup ön kapıda Park halindeki arabanın kapısını açarken durdu ve bana baktı, "dikkatli ol olur mu?"
"Neden?" diye sordum gülerken.
Oda gülmüştü, "İçimden geldi. Öyle demek." Arabaya binmişti.
Ben açık olan kapımdan sürücü koltuğuna bindiğimde durgun bakışlar ile ön cama bakıp düşündüm, bu adam bana neden bu tuhaf duyguları sunuyordu.
Başımı iki yana salladım, derince açılmış olan gözlerle arabayı çalıştırdım. Yola çıktığımda arkadaki arabanın onun arabası olduğunu fark ede ede ilerliyordum. Benim küçük arabamın yanında onun Audi geniş arabası bizi anımsatır gibi duruyordu. Onada bu tür arabalar yakışırdı, sert ve iri.
İçimdeki duygular bir deniz kadar dalgalıydı, Kuzgun'dan ne kadar uzak durmaya çalışsamda aslında bu uzaklık git gide yakınlığa dönüyordu. Ben ondan kaçtıkça; o bana git dedikçe ben ona oda bana yakınlık gösteriyordu. Bu duygu Deniz kadar karmaşıktı ama rengi kadar da açıktı.
Umarım beğenmişsinizdir...
🌹🍁🔥
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |