24. Bölüm

18. Bölüm

Eda A.
mektupb_1rsanattir

 

Bölüm şarkısı:

 

*Kara Üzüm Habbesi-İbrahim Tatlıses

 

*Şemmame-İbrahim Tatlıses

 

 

 

 

 

Halay kürdün yogasıdır

 

 

 

Aynadaki yansımama bakarken kendinden emin olmak istiyordum. İlk iki düğmesini açtığım pembe gömleğim ve altına giydiğim açık mavi kot pantolon iyi, yaşıma uygun ve bana yakışmıştı. Dalga dalga yüzümde dağılan saçlarım da güzeldi.

 

E hazırdım bence!

 

Banyodan çıkarken odada beni bekleyen Ferzan'ın yanına gittim. Ferzan kapıya, yani bana, bakarken gülümsemesi yüzündeydi. Bana olan bakışını seviyordum. Hem içi kıyılır gibi hemde sevgiyle bakan gözleri kendimi değerli hissettiriyordu.

 

Ona bakıp gülümsedim ve yanına yaklaşırken bir kere etrafımda döndüm.

 

"Nasıl olmuşum?" Dedim. Bana bakarken bakışları öyle güzeldi ki her gördüğümde kalbim delicesine atıyordu. Ve ne kadar zaman geçerse geçsin buna alışamıyordum. Benden izinsiz hızla çarpan kalbimi bir türlü terbuye edemiyordum.

 

"Çok kötü." Dedi gülerken. "Bu kadar güzel olursan ben ne yaparım?" Bakışları benim yüzümden indi ve düşünür gibi olup bana döndü. "Çok düşüncesiz bir karım var."

 

"Çok düşünceli bir kocam var." Dedim ve gülümsedim.

 

Bana tekrar baktı ve bu kez bakışları kıyamaz gibiydi. Sanki böyle be bileyim güzel demek yetersiz geliyordu artık. Aşık bakıyor demek bile az gibiydi. Bakışında güzel olan her şey vardı. Aşk, sevgi, şefkat, merhamet...

 

"Kocan kurban olsun sana." Derken bu sözleri bilinçle söylediği şüpheliydi. Sanki içinden düşünürken ağzından kaçırmıştı.

 

Ona gülümsedim ve kendimi tutamadan yanağına bir öpücük kondurdum. Sabah sabah çok tatlıydı.

 

Bana bakıp gülümserken sanki o daha fazlasını bana yapmak ister gibiydi ancak kendini tutuyordu.

 

"Hadi hadi okula geç kalacağız!" Dedim şakacı bir telaşla.

 

Bana bakıp tekrar gülümserken evden çıkışımız ve okula gelişimiz hızlı olmuştu. Tabii onun sınıfına hemen girmedim. Önce öğretmenler odasına girdik. Birkaç eşya alıp koyarken bazı öğretmenler benimle tanışmak için yanıma geldi.

 

Orta yaşlı bir bayan bana bakıp gülümsedi. "Merhabalar?" Derken samimiyetinden şüphem yoktu.

 

"Merhabalar!" Dedim bende neşeyle gülümserken.

 

"Ferzan bizi tanıştırmayacak mısın bu cici kızla?" Dedi bu kez Ferzan'ı iğneleyerek.

 

"Haklısın Seval hocam." Dedi Ferzan işini bitirip tamamen bize dönerek. Omzumdan tuttu ve sevil hanıma göstererek gülümsedi. "Zerya benim karım." Derken Seval hanım biraz şaşırdıancak mutlu da olsdu. Seval hanımı bana göstererek tanıttı. "Seval hanım, sosyal bilgiler öğretmeni."

 

"Çok memnun oldum Seval hanım." Dedim ona gülümseyerek elimi uzatırken.

 

Elini memnuniyetle bana uzattı ve samimiyetle sıktı. "Bende memnun oldum, Zerya Hanım." Dedi ve ikimize bakarak tekrar konuştu. "Allah ikinizi birbirinizden ayırmasın. Aranıza girecek kötü vesveselere izin vermesin inşallah." Dedi ve gülümseyerek derse geçeceğini söyleyedi ve eşyalarını alıp gitti.

 

Ferzan'a baktığımda o da bana işaret vererek öğretmenler odasının çıkışına ilerledi. Yanyana yürürken küçüklü büyüklü çocukların koşuşturduğu koridordan geçtik. En sonunda girişinde 8/E yazan bir sınıfa girmeyi başardık.

 

Sınıfa girdiğimizde hazirana girdiğimizden olsa gerek bayağı rahat havası veriyordu. Sınıfa ilk girdiğimizde çoğunluk öğrenci kafalarını derse koymuş ders çalışırken bazılarıysa kendi aralarında konuşuyordu.

 

Biz derse girdiğimizde bizi hemen fark etmediler. Ferzan tam ortaya gelince kulakları hafif kepçe olan bir çocuk kafasını kaldırdı ve Ferzan'a baktı.

 

"Ferzan hocam?" Dedi heyecanla gülerek.

 

Çocuğun söylediği sözle herkes ayağa kalkarken hepsinin yüzünde bir gülümseme oluştu. Beni görünce kepçe kulaklı çocuğun gözleri merakla ışıldadı.

 

"Günaydın." Dedi Ferzan gür bir sesle.

 

"Günaydın hocam!" Dedi tüm sınıf hep bir ağızdan.

 

"Oturun çocuklar." Derken gülümsüyordu gülüşüne kurban olduğum.

 

Hepsi sessizce otururken bense ne yapacağımı bilemiyordum. Ferzan beni öğretmen koltuğuna ilerleyip oturturken ona merakla bakan öğrencilere döndü.

 

"Nasılsınız çocuklar?" Diyen Ferzan o kadar güzel bakıyordu ki çocuklara. Bana baktığı gibi değil. Merhametle, şefkatle bakıyordu onlara.

 

"İyiyiz hocam, bu hanım kim?" Diyen çocuğun sesi tüm sınıfta yankılandı.

 

Ferzan ona bakıp gülümserken konuştu. "Karım." Dedi Ferzan.

 

"Merhaba çocuklar adım Zerya." Dedim gülümseyerek.

 

"Ben Yusuf!" Dedi kepçe kulaklı çocuk. Demek Ferzan'ın geçen bahsettiği çocuk buydu. Gerçi afacan bir tipi vardı.

 

"Bende Gülşah!" Dedi bir kızda ayaklanarak.

 

Hepsi birbirinden tatlıydı ancak belli bir kesim vardı ki, büyümüşte küçülmüş dedirten cinste bir kesimdi.

 

Dudaklarında bordoya yakın tonda ruj... Kolye küpeler...

 

Ben bile lisedeyken bu kadar süslenmezdim. Saygıda kusur etmiyorlardı ancak sadece günümüz öğrencilerini böyle görmek şaşırtıyordu.

 

Hepsiyle küçük bir tanışma gerçekleştirince Ferzan konuşmaya başladı.

 

"Biliyorsunuz, 2 hafta önce konuları bitirdik. Bu derste kalan son iki haftamızı güzel değerlendirmek için konu işlemeyeceğim. İsteyenler ders çalışabilir. İsteyenlerle sohbet edebiliriz." Derken oldukça çekiciydi. Öğretmen bir kocam olacağını pek zannetmezdim. Genelde Mardin'de petrol kaçakçılığı yapıldığından...

 

"Sohbet edelim!" Dedi çocuklar hepsi bir ağızdan.

 

Onlara gülümserken aralarından bir kız konuştu. "Hocam bize askerlik anılarınızı anlayacaktınız!" Dedi heyecanla.

 

Ferzan dişlerini göstererek gülümserken yandan nasıl yakışıklı göründüğünü bilmiyordu.

 

"Madem söz verdik anlatalım." Dedi Ferzan gülerek. Herkes ona pür dikkat bakarken bende oturduğum yerden onu izliyordum. Ferzan geldi ve masanın üzerine yarın şekilde oturdu.

 

"Benim askerliğim Bolu'da geçti. O zamanlar 2023 Mart ayları falandı." Derken gülümsüyordu. "3 sene önce olan depremi hatırlıyorsunuzdur?"

 

Herkes başıyla onaylarken bazılarının bakışı hüzünlendi. Biz depreme yakalanmamıştık ancak hissetmiştik. Diyarbakır'da bu depremi hisseden şehirlerden biriydi.

 

Şimdilerde bizim bile pek hatırlamadığımız deprem karşımda duran çocukların aklına neler getirmişti kim bilir?

 

"Ben askerliğe başladığım sıralar daha Aralık falandı. Yani daha yeni başlamıştım askerliğe." Dedi Ferzan. Artık gülmüyordu. "Annemler Şanlıurfa'daydı. Allah'a şükür onlara bir şey olmamıştı. Bazı aileler Bolu'ya gelmişti. Ancak bir anne kız vardı..."

 

O dudağına neredeyse bordo renginde ruj süren kızın dudağı titredi. Öyle bir titredi ki sanki yüreğim parçalandı. Kaybı vardı değil mi?

 

"Kadının dudağı patlamış, gözü mosmor... Kızda daha önce hiç şefkat görmemiş gibi korkuyordu. Kızın ismi Mehtap'dı. Daha 7-8 yaşlarındaydı." Dedi Ferzan gülümseyerek. Belli ki kızı seviyordu. "Annesi 28 yaşlarındaydı. Kendi bölüğümüzde herkes seferber çıkmıştı anne kıza. Devlet de yardım ediyordu ama bir eve sığınacak kadar değil."

 

Bana dönüp baktığında onu dikkatle dinlediğimin yeni farkına varıyordum.

 

"Herkes memleketinden olsun cebinden olsun para çıkarıp koymuştu. Ev almıştık onlara. Çevremiz bile onlara destek olmuştu." Dedi Ferzan ve sözleri şu şekilde bitirdi. "Askerliğim bittiğinde de okula başlamıştı Mehtap. Gözüm arkada kalmadı çünkü böyle komutanımız mehtab'ın annesi ile evlendi. Şu an sizden 4 yaş falan küçük. Bunu size anlatma sebebimi kaybettiklerinizi ve nereden geldiğinizi unutmayın. Hafta sonu gireceğiniz sınava hem kendiniz için hem de kaybettiklerinizi gururlandırmak için girin."

 

Gözlerim öğrencileri seyrederken hepsinin gözünde bir hırs gördüm. Bakışlarım arka sıralara giderken Yusuf'un gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Onun da bir kaybı var değil mi?

 

Yusuf ayağa kalkarak ferzan'a doğru ilerledi ve ferzan'a gülümseyerek sarıldı. Yusuf'un sarılması sınıftaki diğer öğrencilere cesaret verirken hepsi tek tek koşarak Ferzan'a sarıldı.

 

Ben de gözlerim dolu dolanlara bakarken gülümsemekle yetinebildim. Çünkü neredeyse 30 kişi Ferzan'a sarılmıştı ve bana ancak bakmak düşünüyordu. Benim aksime bu çocukların desteğe ihtiyacı var.

 

Ve benim kocamın bağrı çok genişti.

 

 

 

 

 

 

⚜️

 

 

"Baba biz gideceğimize annem gelsin?" Dedi Alpay dayanamayarak. "Ferzan Ağayla konuşsun, evimize gelsin."

 

Üst üste iki gündür uyumuyordu ve bu durumdan sıkılmıştı. Üniversitede derslerde bile uyuyordu. Pek okuma meraklısı olduğu söylenemez ancak derslerde uyumayı da pek sevmiyordu.

 

Babası annesini her gece görmeye gelince doğru düzgün gezemiyordu bile!

 

"Öyle deme lan! Bugün sevdiceğiyle görüşecek!" Derken Cihan'ın teknesinden kaçıyordu Cesur.

 

"Susun ulan, eşek sıpaları!" Dedi kızgınca Cihan. "Şimdi genç olsam sizden de dayanıklı olurum! Zamanı geldiğinde sizi de görürüm ben!"

 

Alpay işten çabuk imkansız olduğunu düşünürken Cihan ikisini umursamadan önündeki ağaca tırmanmaya başladı. Ağaca yaşına rağmen rahatlıkla tırmanırken Alpay ve Cesur birbirlerine bakıp ofladı.

 

Alpay da Cihan'ın arkasından ağaca tırmanırken Cihan ağaçtan duvara atlamak için kendini hazırladı.

 

Ancak Alpay onu tutup, "Baba anneme sorsana Samet'in kızı var ya Zeynep." Dedi.

 

"Ne olmuş ona?" Dedi Cihan ilgisiz bir sesle.

 

"Şu an finallere hazırlanıyorlar. Geceleri uyumuyordur. Eğer buz bahçedeyken bizi görürse birine söyler. Anneme odasını sorda ona göre evin etrafında bekleyelim."

 

Yalandı. Tek derdi Zeynep'in ağzını kapatmaktı. Tabii birazda eğlenmek.

 

Nedim'den o kadar nefret ediyordu ki kız kardeşiyle uğraşmak muhteşem bir şeydi. Hatta Rabia'yla konuşmaktansa Zeynep uğraşmayı yeğlerdi.

 

Bazen Nedim'in gıcık ederken bile bu kadar zevk almıyordu.

 

Cihan düşündü. Oğlu doğru söylüyordu. Samet'in kızı kötü bir faktördü. Onları ifşa ederse Nurşen için büyük sıkıntı olurdu.

 

"Tamam sorarım." Dedi Cihan ve duvara atladı.

 

Hızlıca etrafı kontrol ederek aşağıya atladı ve aynı çeviklikle eve doğru koştu. Nurşen'in penceresinin altına gelip hızlıca tırmanmaya başladı.

 

Odaya girmeyi başardığında yorgunluktan bitmişti. Anlından akan boncuk boncuk teri koluyla silip odaya baktı. Oda bomboştu.

 

Tuvalete gitmiştir diye düşünerek yatağa uzandı ve nefes alış verişini kontrol altına alamaya çalıştı.

 

Nurşen'se tuvaletten odadan giderken heyecanlıydı. Eski günlere geri dönmüş gibiydi.

 

Eskiden Cihan'la geceleri gizli gizli buluşur beraber uyurlardı. Ancak bu beraber uyuma ancak sabah namazından bir saat öncesine kadardı.

 

O zamanlar bile yakalanacağız telaşıyla doğru düzgün uyuyamayışları bile çok heyecanlıydı.

 

Odasına girince Cihan'ı yatakta uzanırken gördü. Başta kim olduğunu tanıyamadı ancak uzaktanda olsa vücut şeklinden tanıdı. Hemen kapıyı kapatıp kısık sesle konuştu.

 

"Cihan?" Dedi şaşkın bir sesle. Sesi oldukça kısıktı. Yeğenleriyle aynı kattaydı ancak yine de yerin kulağı vardı.

 

Cihan Nurşen'in sesini duyunca doğruldu. Nurşen'e gülümserken Nurşen gülümseyerek ona yürüdü. Onun yanına uzanırken başını Cihan'ın göğsüne yasladı.

 

"Bugün erken geldin?" Dedi Nurşen gülümsemeye devam ederken.

 

"Tu min bêriya te dike." (özletiyorsun demek ki.) Dedi Cihan da.

 

Nurşen gülümserken konuştu. "Alpay nasıl?" Dedi Nurşen. Oğluyla neredeyse bir haftadır görüşmüyordu.

 

"Bıkmış." Dedi Cihan.

 

"Neyden?" Dedi Nurşen anlamayarak.

 

"Dışarıda beklemekten." Dedi Cihan. "İnadı bırakıp evimize gelsen?"

 

Nurşen düşünmeden cevapladı. "Olmaz."

 

"Neden?" Dedi Cihan.

 

"Ben artık o konakta kalmak istemiyorum. Ben orayı evim olarak göremiyorum artık." Dedi Nurşen.

 

Sonra hastalıktan yataktan kalkamıyordu. Son günlerde herkesin nefretini üzerine çekmişti. Herkes ona bu şekilde davranırken üzülüyor ve bundan dolayı hastalanıyordu.

 

En azından o böyle yorumluyordu.

 

Elden ayaktan düşmüş gibiydi. Sürekli başı dönüyor ve ayakta duramıyordu. Hatta o kadar hastaydı ki yediği şeyleri kusup duruyordu. Öyle ki tuvalete bile bundan dolayı gitmişti.

 

Menopoza girmesinde cabasıydı. Neredeyse iki aydır adet olmuyordu. Bunu menopoza yoruyordu çünkü bu yaşta hamile olamazdı. Doktorların %3 ihtimali ona imkansız geliyordu.

 

Alpay doğduktan sonra geçirdiği kazadan sonra doktorlar çocuk sahibi olma ihtimalinin %3 olduğunu söylemişlerdi.

 

"Kabul yavrum. Çıkar gideriz, güzel bir ev alırız. Sen istediğin evi göster hele." Dedi Cihan kendinden emin bir sesle.

 

Nurşen gülümsedi. "Bu kez buradan küs gitmek istemiyorum. Bu yaşta gelinlik giyecek değilim ama babanın gönlünü almanı istiyorum." Dedi.

 

"Baban olur ancak abin olmaz." Dedi Cihan.

 

Nurşen hangi abisini kastettiğini bildiğinden bir şey demedi. Samet'ten özür dilemesine o izin vermezdi.

 

"Babamın ve Sinan'ın gönlünü yapsan yeter." Dedi Nurşen Cihan'ı onaylayarak.

 

"Yeter ki iste Yarın bu konağa gelip babanın gönlünü alacağım." Dedi Cihan.

 

"Bir de annenlere söyle Zerya'yı sakin geri istemesinler." Dedi Nurşen. "Evdeki herkes bizden nefret ediyor. Babamın gönlünü alacaksan başta Zerya tekrar buraya gelmeli."

 

"Onu ne kadar yapabilirim bilemiyorum." Dedi Cihan. "Annem Zerya'yı geri istiyor. Başlarda o da istemiyordu ama ne olduysa geri istiyor."

 

Medine bir gece kızının ona ellerini uzatması ve yardım istediği rüyalarla uyanmıştı. Kızını aslında hep yanında istemişti ancak kızının ona baktığı bakışlar soğuk ve yabancıydı. Onu istemiyordu. Kendine anne bildiği kadınla daha mutluydu.

 

Zerya üzülmesin diye onu geri istememişti ancak gördüğü bu rüyalar fikrini değiştirmesine sebep olmuştu.

 

Kimsenin haberi yoktu ama Medine kalp hastasıydı. Kendi bile bilmiyordu ancak hastalığı ağır ve geri dönülmez bir hâl alıyordu.

 

""Tamam. Elinden geleni yap, gelmiyorsa da her şey olacağına varır." Dedi Nurşen.

 

"Maçekê bide min." (Öpücük ver bakayım.) Dedi yanağını uzatarak Cihan.

 

"Bî dim." (Vereyim.) Dedi Nurşen cilveyle ve Cihan'ın yanağına kocaman bir öpücük kondurdu.

 

"Bu arada şu Samet'in kızı varya nerede odası?" Dedi Cihan.

 

"Neden ki?" Dedi Nurşen.

 

"Alpay ve Cesur dışarda ya. Bu kızda sınavlara giriyormuş. Geceleride çalışmaktan yatmıyormuş. Çocuklarda ona göre nöbet tutsun." Dedi hızlıca açıklayarak Cihan.

 

"Beni iki oda ilerimde. Bir odada Nedim kalıyor. Bir tanesi galiba Ferzan'ın odası diğer yanımda diye biliyorum." Dedi Nurşen.

 

Cihan başıyla onaylarken gözleri kapanmaya başlamıştı bile.

 

Onlar kendi aralarında konuştukları vakit Alpay ve Cesur'da yan yana etrafa bakıyorlardı.

 

Cesur konu açarak konuştu. "Ulan senin yüzünden yatamıyorum."

 

"Ben sanki çok yatıyorum ya!" Dedi Alpay'da.

 

"Beni buralara çekmesen şimdi uyuyordum!" Dedi Cesur. Şu saatte Alpay git dese gitmezdi ancak lafını da esirgemezdi.

 

"He sonrada Sena'yla yemeğe giderdin." Dedi Alpay göz devirerek. "Sen buraya bana yardıma geliyorsun!"

 

"Sikeceğim he!" Dedi sessiz bir isyanla Cesur.

 

Yarın Sena ile buluşması vardı ancak şu an burada Alpay'ın anasının nazını çekiyordu. Keşke Sena da onu odasına alsaydı. O zaman geceleri mışıl mışıl uyurdu. Ama Sena yapmazdı. Sena genelde ev etkinliklerini sevmezdi.

 

"Oğlum Sena zaten yazın tatile gidecekmiş!" Dedi Cesur dayanamayarak. "Zaten şunun şurasında kaç gün kaldı haziranın ortasına!"

 

Alpay kendince saçma buldu. Kadın milletine bu kadar yüz verilirse aldatılacağını düşünüyordu. Yollarını gözlemek, gidişine üzülmek onluk değildi.

 

Ancak gerçek aşkı bulunca anlayacaktı. Birkaç gün ilişkisinin aşk olduğunu zannediyordu. Daha feleğin sillesini yemediğinden her şeyi ona kolay geliyordu.

 

Belki de en beklemediği yerden gelirdi o sille, kim bilir...

 

 

 

 

 

 

⚜️

 

 

"Hadi Ferzan geç kalacaksın!" Dedim heyecanla.

 

"İki öpücük almazsam geç kalacağım doğru!" Dedi Ferzan da ve yanağımı işaret etti.

 

Onaylamaz bakışlar atarken gülümsemekten kendimi alamıyordum. Yanağımı öpmesi için ona uzatırken yüzünü yaklaştırdı ve derin bir öpücük kondurdu. Diğer yanağımı döndürürken hemen onu da öptü. Ancak bu kez daha farklı öptü. Böyle yanağımda şuan bile öpücüğünü hissedebiliyordum. Derin ve hasret giderir gibiydi öpücüğü.

 

Gerçi o da haklıydı. 1 haftadır doğru düzgün yanağımdan bile öpmüyordu. Sebebiyse adet olmamdı. Kendisiyse bu konu hakkında soru sormuyor doğru zamanı bekliyordu. Zaten aklı fikri sekste değildi.

 

Bu bir haftada belki doğru düzgün yakınlaşmamıştık ama o kadar çok etkinlik yapmıştık ki kalben birbirimize çok yaklaşmıştık.

 

Beni çok kez okuluna götürmüştü. Hatta bir ara spor olsun diye yürüyüşle bile gitmiştik okula. Zaten okulla evimiz arasında pek bir mesafe yoktu. 3 sokak ilerimizdeydi.

 

Beni şu bir haftada Diyarbakır'ın her bir köşesini tanımamı sağlamıştı. Hatta beraber çarşıya bile çıkmıştık. Evin meyze sebze ihtiyacını beraber karşılaşmıştık.

 

Şu bir haftada ne kadar eğlendiğimi bile bilemiyordum. Okula tek başıma gidebilecek kadar biliyordum bu mahalleyi artık. Kadriye ve Filiz teyze de sağ olsun Ferzan yokken beni yalnız bırakmıyorlardı. Diyarbakır beni kendine çekmiş, satıp sarmalamıştı.

 

"Mezuniyete gelmek istemediğine emin misin?" Dedi Ferzan.

 

"Eminim eminim merak etme sen!" Dedim.

 

İçine çok sinmemişti ama yine de onayladı. "Tamam o zaman. Bende zaten çok gece kalmam. Akşama görüşürüz!" Dedi ve hızlı adımlarla asansöre binip gitti. Malûm apartmanda 4. Katta olduğumuzdan merdivenden gidememişti.

 

Arkasından gülümserken kapıyı yavaşça kapadım. Şimdi koca evde tek başıma oturmak vardı. Moralimi düşürmeyerek mutfağa gittim

 

Mutfağa bakarken bile canım sıkılmıştı. Hem saat daha 12'ydi. bu saatte yemeğe başlasam e'de biterdi. Ferzan'sa saat 7 gibi gelecekti.

 

İçten içe canım sıkılırken şu an yapabileceğim en mantıklı şeyin oturtup televizyon izlemek olduğuna karar verdim.

 

Oflarken mutfaktan çıkıp salona gittim. Salondaki koltuğa uzanırken elime kumandayı aldım ve rasgele bir film açtım.

 

 

 

 

 

 

⚜️

 

Saate baktım. Saat 4'dü 48 geçiyordu. Bence artık çıkabilirdim. Elimdeki çantayı kolumdan omzuna tekrar takarken kapıyı çektim ve ayakkabılarımı giydim.

 

Kapıyı kilitledim ve asansöre bindim. Asansörden kendi yansımama bakarken gülümsedim. Güzel olmuşum!

 

Üzerimdeki pembe gömlek vücuduma yapışacak kadar dar ancak rahatsız etmeyecek kadar genişti. Altımdaki beyaz etekse çiçek süslemeliydi.

 

Şu bir haftada neredeyse her şey çok güzel geçmişti. Dedemin bana gönderdiği yüklü miktardaki parayla eksik gedik ne varsa alıyordum. Ama yanlış anlaşılmasın sürekli alışveriş yapmıyordum. Sadece buradaki eksiklerimi tamamlıyorum.

 

Apartmandan çıkmayı başarırken havanın güzelliği içine işlemişti. Hava hâlâ günlük güneşlikti ve öğlen gibi hissettiriyordu.

 

Okulun yolunu bildiğimden yürümeye başladım. Şu an nereye mi gidiyorum? Ferzan'a sürpriz yapmaya.

 

Mezuniyet dediğimde okulun bahçesinde gösteri gibi bir şey olacaktı. Bundan dolayı Ferzan eve bugün biraz daha geç gelecekti.

 

Ben de o sürpriz yapmak için okula gidiyordum. Şimdi ise neredeyse yolu yarılamış devamını getiriyordum.

 

Bu arada yarın da resmi nikahımız vardı Mardin'de. Annemlerden daha henüz bir haber alamadığımdan dolayı ne yapacağımızı kestiremiyorduk.

 

İnternette araştırdığıma göre il değişikliği de yapamıyorduk. Mardin'den gelecek haberi bekliyorduk.

 

Sonunda okulun girişine varırken güvenlik kulübesinin önünden geçip içeri girdim. Güvenlikçi kadın artık beni tanıyordu. Onun için sadece baş selamı verip geçmeme izin vermişti.

 

Okulun bahçesinden gelen sesler ritimli ve eğlenceliydi. Hatta sanırım halay sesiydi!

 

"Bejna yarê sorgulî! Deşt u Zozan xemilî, Agir dilêmin vemiî, de tü were bamin!"(Hey, canım dostum! Ovalar ve vadiler süslendi, ateş yakıldı ve sen eve geleceksin!)

 

Gülümseyerek okulun ön bahçesine doğru ilerledim. Doğrusunu söylemek gerekirse bir halay bekliyordum ancak bu kadar uzun bir halay beklemiyordum.

 

Ancak asıl hoşuma giden şey halay başıydı. Tercih şekilde elindeki beyaz mendili sallıyor coşkuyla yanındaki öğrencisi Yusuf ile halay çekiyordu. Doğru tahmin, halay başı Ferzan'dı.

 

Açıkçası ferzan'a halay çekerken ilk defa görüyorum. Düğünümüzde halay çekerken görmek çok nasip olmamıştı. Ama inşallah o da nasip olurdu.

 

Normalde efendi kendi halinde duran Ferzan şu an gömleğinin ilk üç düğmesi açık coşkuyla halay çekiyordu.

 

Ama o kadar çekici ve karizma duruyordu ki bakışlarımı ondan alamıyorum. Annemler doğru söylüyordu. Halay kürdün yogasıydı.

 

Gülümseyerek ona doğru ilerledim ve beni görmesini bekledim. Ancak o kadar halaya kendini kaptırmış gibi beni bile görmedi.

 

Önce öğretmenlerin hep beraber oturduğu masaya gittim. Tanıdığım tüm öğretmenlere selam verirken daha önce fark etmedim bir kadın gördüm.

 

Kadının bakışları çok.... rahatsız ediciydi. Böyle nasıl desem... İçindeki haset gözlerinden fışkırıyor gibiydi. Saçlarının kızıldıysa içindeki şeytanı vurguluyordu sanki. Bu kadın bana iyi bir hava vermiyordu. Hele yaydığı enerji berbattı. Şimdilik onu görmezden gelerek Ferzan'ın oturduğu sandalyeyi sordum.

 

"Şey Seval hanım Ferzan'ın oturduğu sandalye hangisi?" Dedim. O kızın kadının hala bana baktığını hissedebiliyorum ancak bu güzel günü mahvetmek de istemiyorum. Çünkü kadının bakışları pek iyimser değildi.

 

Seval Hoca ise muzip bir gülümseme ile konuştu. "Ferzan hocam daha hiç oturmadığı için onun sandalyesini ayırdık." Dedi Seval hanım. İşaret ettiği sandalyeye bakarken o kızıl kadının hemen yanı olduğunu görünce istemsizce rahatsız oldum.

 

Bu kadın neden kendi kadın öğretmen arkadaşlarının yanına oturmak yerine gelip FERZAN'IN yanına oturmuştu.

 

Tamam, olumsuz düşünmüyoruz. Belki de yer kalmamıştır. O da sonlarda gelmiştir.

 

Kendimden emin adımlarla sandalyeye doğru ilerledim ve tam Ferzan'ın oturacağı yere çantamı koydum.

 

Kadının bakışlarının bende olduğunu hissettiğim anda ona baktım. Kendince bana kötü bakışlar atıyordu ve bu sadece beni rahatsız ediyordu. Korkmamı istiyordu ancak beni sadece kışkırtıyordu.

 

Bakışlarımı ondan çekmeden sandalyenin önünde doğrularken kadın bakışlarını kaçırdı. Gözlerimi hafif kısarak ona baktım ve arkamı dönüp Ferzan'ın halay başı olduğu yere gittim.

 

"Wî wî wî

 

Wî wî wî Şemmo

 

Wî wî wî

 

Qurbana te me, Şemmo" (kurbanın olayım şemmo)

 

Şemmame çekeceklerini anladığında terzinin elini tuttum ve halay o an başladı.

 

Zurna sesleri gelirken bir adım ileri attım. Ferzan'a dönerken bana şaşkınca baktığını fark ettim. Şaşkın bakışları yavaşça gülümsemeye geçerken o da halaya tam uyum sağladı ve halayı çekmeye devam etti.

 

Zurnanın sesi, halay ve eğlence birleşince ortaya ter çıkıyordu. O kadar eğleniyordum ki kendimi fazlasıyla halaya kaptırmıştım. Ferzan'la el eleydim ve mendili ben sallıyordum.

 

"Tu nûrê nûranî(sen Nursun Nuransın)

 

Şemmamê bûkê (Şemame gelin)

 

Tu berf û baranî (karsın yağmursun)

 

Dotmamê bûkê"

 

Ritim adete kanıma işlerken halaya devam ettim. Şarkı sonsuzmuş gibi halay çekiyordum ve mutlulukla mendili sallıyordum.

 

"Wî wî wî

 

Wî wî wî Şemmo

 

Wî wî wî

 

Qurbana te me, Şemmo"

 

Ferzan bana bakarak şarkıya eşlik etti. "Qurbana te me, zeramın!" (Kurbanın olayım, altınım.) Diye bağırdı.

 

Öğrencilerin kıs kıs gülüşünü duyuyordum. Gülümseyerek Ferzan'a baktım.

 

"Tu dibêy xorto bigirî(Sen gelmedin, ben ne yapım ?)

 

Şemmamê zavê(damat)

 

Eybe fedî dikim(Ayıptır, utanıyorum)

 

Dotmamê zavê"

 

Şarkıya eşlik ederken bana sesli şekilde güldü. Şarkının ritmi değişirken bizde şemmame çekmeyi bıraktık.

 

Maşallah mezunlar boylu poslu olduğundan yanımızda asla sırıtmıyordu. Tabii Ferzan'ın boyu onlara göre 5 cm falan daha uzundu ama o kadar da olurdu yani. Benden uzun erkekler bile vardı.

 

Kızların ise maşallahı vardı. Hepsi tek tek çok güzel olmuştu. Sıradan bir halay çalmaya başladı ve bizde normal ritme geri döndük.

 

Mendili coşkuyla sallayıp Ferzan'a döndüm. Ona bakarken halay çekmeye devam ettik. Birleşen serçe parmaklarımızı havaya kaldırırken arkadan ıslık sesleri geldi.

 

Gülerken ıslıklar kesilmeden devam ediyordu. Bu çocuklar eğlenmeyi biliyordu. Ferzan'ın elini bıraktım ve ritimli şekilde alkışlamaya başladım. Ferzan da bana eşlik ederken tüm halay bir anda alkışlamaya başladı.

 

Heyecanla alkışlarken halayın ritmini kalbimde hissediyordum. Neredeyse bir türü tamamlamıştık.

 

Ben daha yorumlanmıştım ama Ferzan yorulmuştu. Onun kim bilir kaçıncı turuydu. Onun için halaydan çıkarken o da benim peşimden geldi. Beraber öğretmenlerin oturduğu yere geçerken tüm hocalar bizi alkışlamaya başladı. Hatta bana garipçe baka o kızıl kadın bile.

 

Yüzünde Ferzan'a bakarken bir mutluluk ve hayranlık vardı. Ferzan'ı arsızca inceliyor ve gülümsüyordu. Kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tutarken Seval Hoca konuştu.

 

"Vallahi helal olsun, Ferzan hocam! Öğrencileri yine coşturdunuz!" Dedi gülerek.

 

"Sizde gelseydiniz ya, Seval hocam?" Dedi nazik bir sesle Ferzan da.

 

"Gelecektik de bu halayı pek bilmiyoruz ki?" Dedi öğretmenlerden biri. Bu erkek hocanın ismi Rasim'di galiba. Saçları hafif kırlaşmış bu adam samimiyetinden şüphe ettirmiyordu.

 

"Siz gelin bize uyarısınız." Dedim gülerek.

 

"Çok naziksiniz!" Dedi Rasim bey ve o da güldü.

 

"E ayakta kaldınız! Geçin oturun!" Dedi bir anne sıcaklığıyla Seval hanım. Bu kadını seviyordum!

 

Ferzan masaya bakarken elini tuttum. "Gel Ferzan." Dedim. Bana bakıp gülümserken elimi sıkıca tuttu ve beni takip etti. Çantamı koyduğum sandalyeye yürürken kızıl kadının Ferzan'a baktığını görebiliyordum, ne utanmasız bir kadındı bu ya!

 

Çantanın olduğu yere yere otururken Ferzan da yanıma oturdu. Oturduğu gibi ikramlık masaya konulan suya uzanıp aldı ve suyu içti.

 

Şişenin kapağını kapatıp masaya koyarken soluklanmak için etrafa bakındı. Bense ona masaya döndüm ve şişeye uzandım ki bir el daha uzandı. Şişeyi tuttuğumda elin sahibine baktım. Elin sahibi kızıl kadındı?

 

Bunu yanlış anlamak istemiyordum ancak onun tarafında iki su şişesi varken ÖZELLİKLE bu suya uzanınca gözlerimi kısarak ona baktım. Bu kadının niyeti iyi değildi. Suyu gözlerinin içine baka baka içtim ve tamamen ona döndüm.

 

"Merhaba, hanım efendi?" Dedim yapay bir sesle. "Sanırım sizde öğretmensiniz, adınız ne?"

 

Sesimdeki yapmacıklık ve sahte gülüşüm bence onu sevmediğimi gayette iyi anlatıyordu.

 

"Doğru, ingilizce öğretmeniyim. Adım Seçil." Dedi ukala bir tavırla. "Sizin adınız neydi?"

 

"Zerya." Dedim aynı sahte gülümsemeyle. "Bu ismi unutmayın." Gülümserken bu kez kısık sesle, "Zira kocama olan bakışlarınızdan dolayı sık sık karşılaşacak gibiyiz."

 

Bakışlarımı olabildiğince sert sesimiyse kendimden emin şekilde tutuyordum. Bu hadsize haddini bildirmem gerektiği belliydi.

 

"Mamafih arzuladığınız sulara dikkat edin." Dedim sinsi bir sesle. "Sizi boğmasın."

 

Bakışlarında ki korkuyu yakaladım ancak o ukala tavır kırılmadı. Ondan uzaklaşarak Ferzan'a dönerken o da bana döndü.

 

Ona gülümserken içimdeki öfkeyi döndürmeyi başarmıştım. Bakışlarında huzur, mutluluk ve sevgi vardı. Bu kadar güzel bakarken nasıl öfkeli kalırdım ki?

 

Ondan bakışlarımı çekerken halaya döndüm. Bir ara roman açmışlardı ancak neredeyse bir şarkıda bitmişti.

 

Çantamı alıp içinden telefonumu çıkardım. Saat 7'yi geçiyordu.

 

Hangi ara bu kadar zaman geçmişti? Neredeyse 2 buçuk saat geçmişti.

 

Masadaki ikramlıklardan birini önüme çektim ve yemeye başladım. Kuru yemişleri yerken enerjim yerine geliyordu. Ferzan'a yaslanırken o da bu anı bekler gibi hemen kolunu omzuma attı.

 

Bir süre öğretmenlerin sohbetini, öğrencilerin halayını izledim. Ancak bir yerden sonra mezuniyet sıkıcılaşmaya başladı. Öğrenciler bile çektiği halaydan bıkmış gibiydi.

 

Ben ise onları izlerken aklıma bir fikir gelmişti. Ferzan'a yaslanmayı bırakıp ayağa kalktım. Ferzan elimi tutup beni durdururken nereye der gibi bakıyordu. Ona gülümserken elimi hafifçe çektim. O da bıraktı elimi. Bana güvenmeyi seçmişti.

 

Fazla hızlı olmayan adımlarla DJ'in olduğu o yüksek yere gittim. Merdivenlerden çıktım. Aman aman bir yüksekliği yoktu, 1-1,5 metre falandı. DJ'e doğru yürürken adam bile sıkılmaya başlamıştı. Bunu en çok somurtan yüzünden anlayabiliyordum. Ona doğru eğildim ve konuştum. "Kara Üzüm Habbesi, açar mısın?" Dedim.

 

Bana gözlüğün üstünden bakıp onayladı. O kadar sıkılmıştı ki pek umrunda değil gibiydi. Yanındaki mikrafonu elime aldım. Şans eserini bilemem ancak bizim üniversitede ki mikrafonlarla aynı markaydı.

 

DJ söylediğim gibi şarkıyı açarken bende mikrafonu açtım ve tam sahnenin ortasına geçtim.

 

"Ses!" Diye sesi kontrol edince tüm herkes bana baktı. Bir anda ıslıklar çalarken gülümsemeden edemedim.

 

Zurna sesleri ortama neşe katarken öğrenciler halaya devam ediyordu. Bazı kız öğrencilerin zılgıt çektiğini bile gördüm.

 

Mikrafonu elime aldım ve nakaratı söylemeye başladım. "Kara üzüm Habbesi!" Dedim ve hemen çocukları işaret ettim.

 

Onlarda gülerek hep hiry ağızdan, "Le le le canım!"

 

"Gönlüm sevmez herkesi!" Deyince onlara işaret etmeme gerek kalmadan hepsi bir ağızdan, "Esmersen güzelsin!" Dedi koroca.

 

"Olursa o kız olsun!" Dedim.

 

"Le le le canım!" Diyen coşkulu koro ise bana daha çok gaz veriyordu. Halay daha coşkulu bir hala almıştı. Ve kızların zılgıt sesi erkeklerin ıslık sesine karışıyordu.

 

"Esmerler hovardası!" Derken bende onlara eşlik ederek, "Esmersen güzelsin!" Dedim.

 

Şarkıyı koro olarak söylemeye devam ederken öğrencilere enerji gelmiş gibi daha da eğlenmeye başladılar. Bense arada bana bakan Ferzan'a arada öğrencilere bakarak şarkıyı söyledim.

 

Şarkı bittiğinde ise yoğun bir alkış ve ıslıkla uğurlandım. Cidden çok yorulmuştum. Kendi düğünümde bu kadar yorulur muydum bilmiyorum!

 

Masaya gidince Ferzan'a baktım ve konuştum. "Kalkalım mi artık?" Dedim gülümseyerek. Yorulduğunu inkar edemiyordum. Sayısız halay çekmiştim bir de üstüne şarkı söylemiştim.

 

Bana anlayış ve hayranlıkla bakarken başıyla onayladı ve diğer öğretmenlerle vedalaşarak ayağa kalktı.

 

Bense özellikle Seçil'e bakmadım. Bu gece tadımı kaçırmasına izin vermeyecektim.

 

Ferzan elimi tutarken beraber okulun çıkışına yürüdük. Saat 8'e geliyor olmalıydı. Hava kararmıştı bile.

 

Ferzan'a bakıp konuştum. "Yorgunluktan bittim!" Dedim.

 

"Çok mu yoruldun?" Dedi Ferzan gülerek.

 

"Sanırım ayaklarım şişti." Dedim üzgün bir sesle.

 

Tabii bunu diyince beni kucağına alıverdi. Hiçbir tepki vermeden boynuna sarıldım. Cidden çok yorulmuştum ve böyle bir anı asla kaçıramazdım. Hem kokusu, hem dokusunu hissederek ona sarılmak... tarif edilemez bir histi.

 

Sanırım arabaya varmış olacağız ki belimdeki eli yok oldu. Bir eli hala bacağımın altında beni tutuyordu. Arabanın açılma sesi geldi ve beni on koltuğa oturttu. Gözlerimi kapadığımın bile farkında değildim ve fark edince hemen açtım. Ferzan arabaya bindi ki arabayı çalıştırmadan kucağına oturdum.

 

Arada bir vuran cesaret sayesinde değildi bu. Bunun sebebi Seçil denen kadındı.

 

Bana şaşkınca bakarken ellerimi yanağına koydum. Baş parmağım yanağını yavaş yavaş okşarken bana pür dikkat bakıyordu.

 

Bense bakışlarını umursamadan yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Elimi boynuna götürdüm ve elimi sürterek açıkta kalan göğsüne.

 

Ellerim göğsünde durunca eli belime gitti ve beni kendine çekti. Öpmesi benim için şok edici değildi ama kalbim öyle atıyordu ki bunu tahmin etmiyormuşum gibi hissettiriyordu.

 

Dudaklarımız bir haftanın ardından hasret giderir gibi yavaş ve soluk alır gibiydi. Tadını çıkara çıkara birbirimizi öpüyor bu süreçte de eli her yerimde geziyordu. Benim ellerimse sadece yanaklarındaydı. Onunla bu öpüşmemiz tutkudan ziyade özlem giderir gibiydi.

 

Dudakları hem ölüm hemde yaşam gibi hissettiriyordu. Her öpüşte hem nefesim kesiliyor hemde soluklanıyor gibiydim.

 

Ancak oksijenle olan nefes alışım buna daha fazla izin vermeden dudaklarımı ondan ayırmama sebep oldu.

 

Bana soluk soluğa bakarken ellerim şiddetle inip kalkan göğsündeydi. Sağ elimin altındaki kalbi hızla çarparken benle yarışır vaziyetteydi. Ona gülümserken biraz daha sakinleşmiştim. Elim açık üç düğmenin en sonuna gitti. Son düğmeyi kapattım. Bana bakarken bakışlarında muzır bir ifade vardı.

 

"Biliyorum, çok sıcak olduğu için bunları açtın ancak açma." Dedim sakin ancak tehlikleli bir sesle. Son düğmeyi kapatırken dudakları ile aramda neredeyse yarım parmaklık mesafe vardı. "Zira ben kapatacağım." Derken tırnaklarımla çenesini okşadım.

 

Elini kalçamda hissettince kalbim yine heyecanla atmaya başladı. "Her seferinde böyle kapatacaksan?" Sesi yaramaz, yüz ifadesi muzipti.

 

"Hayır, aşkım. Bu en kibar uyarı şeklim." Dedim gülümseyerek.

 

Gülerken yanağıma öpücük kondurdu. Odaklanamıyordum. Kızmayacaktım ancak açmayacağının garantisini istiyordum.

 

"Bu kadar kıskanç olduğunu bilmiyordum." Dedi gülerek.

 

"Daha hiçbir şey görmedin, hayatım." Dedim gülümseyerek.

 

"Görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum." Dedi gülerek. Bende ona gülerken ona sarıldım. En güzelinden o da bana sarıldı ve günü bu şekilde kapattık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Selamlar Herkese!

 

Bugün ilk olarak İstanbul'a geçmiş olsun diliyorum. Haberler olsun, sosyal medya olsun çoğu şeyi görüp işittik. Umarım hepiniz iyisinizdir. Lütfen bu süreçte kendinize iyi bakın! Deprem ülkemizin gerçeği olmakla beraber unutmayalım ki daha beterini 2 sene önce yaşadık. Beterin beteri var. Halimize şükredin ve kendinize de dikkat edin.

 

Bölümle ilgili konuşmak gerekirse yazım hatalari illahi olacaktır. Bunlar sonradan düzeltilecek. Erken atmak için düzenleyemedim. Aynı zamanda bu bölüm bur mezuniyet ve Nurşen Cihan okudunuz. Bu arada şükürler olsun ki Seçil ve Zerya tanıştı.

 

Seçil'i uyarmasını bekliyor muydunuz?

 

Peki sizce ilerki bölümlerde neler olacak?

 

Bu arada Nurşen'in hastalığı ile ilgili tahminleriniz neler?

 

Bence herkes anlamıştır diye tahmin ediyorum😁

 

Bu haftalık benden bu kadar kendinize iyi bakın hoşça kalın 👋🏻 💋 🥰

 

 

Bölüm : 26.04.2025 21:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...