
Bölüm 11
DUA
2 YIL ÖNCE
Teni kavuran kum her adımımda ayağımı ısırıyordu.Bir kaç adımımla ayağımda hissettiğim kavurucu kum taneleri yerini deniz suyunun tatlı okşayınlarına bıraktı.Etrafıma bakındığımda ıssız sahil beni kucakladı. Kulağıma mırıldanan dalga sesleri dışında etraf ürkütücü yalnızlığa sahipti ama umursamadım.
Olduğum yere çömeldim önce. Dalgalar az önceki okşayıklarını sert bir tokada bırakarak bacağıma vurdu.Üzerimde yeni aldığım leopar desenli bir bikini vardı.
Sahi ben neden leopar desenli bir bikini almıştım?
Hiç sevmezdim oysa leopar giymeyi.
Bunu daha sonra düşünmeye karar verdim ve dalgalar tenime çarparken kendimi tamamen kıyıya bırakarak boylu boyunca uzandım.İşte ihtiyacım olan şey buydu!
Kendimle yalnız kaldığımda düşünceler beynime hücum ederdi sürekli.Fakat bu sefer öyle olmadı. An çok huzurluydu.
öyle ki neden burda olduğumu, nasıl buraya geldiğimi bile düşünemiyor,idrak edemiyordum.
Deniz suyu saç tellerimin arasında dans ederken güneşle arama bir gölge girdi.Kaşlarım çatıldı ama gözlerimi aralama gereği duymadım.Gölgenin yüzüme biraz daha yaklaştığını anladım.Ardından bedenini bedenime sürterek kollarını iki yanıma açtı. Gölge artık üstümdeydi ve ben hâlâ gözlerimi aralama gereği duymuyor,bir tepki vermiyordum. Alnını alnıma bastırdı. Kokusu denizin kokusunu bastıracak kadar keskindi. Ve bu koku bana çok tanıdıktı.Kahve kokusunu andırıyor ve kendine has erkeksi kokusu teninde yıllarca mahkum olma isteği uyandırıyordu.
Alnıma bu sefer dudaklarını bastırdığında gülümseyerek gözlerimi açtım.
“Sonunda.”
“Özledin mi beni?” diye sordu. Gözlerindeki ifadede sorduğu sorunun cevabını oldukça merak ettiğini gösteriyordu.Oysa benim kalbimin hızla çırpınışı bu sorunun cevabını çoktan vermişti.
O yüzden cevap verme gereği duymadan başımı hafifçe kaldırarak dudağımı kulağına doğru ilerlettim.Yanaklarımız sürtündüğünde derin bir iç çektiğini fark ettim.Bende kokusunu içime çeke çeke yanağına öpücüğümü bıraktım.
Dalgalar vücudumuza önce büyük bir hırsla çarptı.Ardından deniz haykırdı;
“En büyük şahidi bendim bu aşkın.Hasretiniz hırçınlaştırır dalgalarımı.Özleminizden kururdu suyum.Benliğimi yitirdim döndüm çöle.Tek çare kavuşmanızdı eskiye dönmeme.”
Öyle özlemiştim ki Yiğit’i…
Nerdeydi?Kiminleydi?Ne zaman geldi?Ne zamandır yoktu?Ne zaman geri gidecekti?Bilmiyordum .Bildiğim tek şey özlemim devasaydı.Bu sebeple yanağına bıraktığım minik öpücük bana yetmemişti.O yüzden beklentiyle yüzüne yaklaştım.Memnuniyetle gülümseyip,beni öpmek için dudağını dudağıma deyirdi ama öpmedi.Gözlerimi yumdum beni öpmesini beklerken.Kokusunun uzaklaştığını hissettiğimde kaşlarımı çattım fakat gözlerimi aralayamadım.Buna gücüm yok gibiydi.
Kokusunun uzaklaşmasından sonra yüzüme akan salyalarla öğürdüm.Güneşle yüzüm arasında yine bir gölge belirmişti.Hırıltılı nefesler alan bu gölge korkmama sebep oluyordu.Korkum şiddetlendiğinde sonunda kendimde bulduğum güçle gözlerimi açtım ve tüm gücümle Yiğit sesimi duysun diye çığlık attım.
“Köpek!” Şiddetle nefes alıp veriyordum.Etrafıma baktığımda bir sahilde değil Saraçlar’ın Hediye ve bana kalmamız için vermiş olduğu odada olduğumuzu gördüm.
Rüyaymıştı hepsi!
Alnımdaki teri silerek nefesimi düzene sokmaya çalıştım.
Bu nasıl bir rüyaydı?Tüylerim diken diken olmuştu.Bilinç altım resmen benimle alay ediyordu.Kendime de kızmadan edememiştim.Neydi o hallerim?Yiğit’i öpmek için kudurmuştum resmen.
Sahi gerçekten onu hiç öpmek istemiş miydim?
Utançla yanak içimi dişledim.Öpmek şöyle dursun o gamzesine dokunmayı kesinlikle istiyordum.
Gördüğüm rüya beni terletmişti. Yatağın yanında duran yadigar çalar saatime baktığımda sabahın beşi olduğunu gördüm.Hediye yatağında yoktu.Banyonunda ışığı kapalıydı.Omuz silkerek yattığım yere geri uzandım.Koca kadın heryerde olabilirdi.Belkide imana gelip sabah namazına uyanmıştı.Olamaz mı? Gözlerimi yumarak uykunun kollarına tekrardan teslim oldum.Sabah yorucu bir gün beni bekliyordu.Malumunuz Banu Saraç’ın doğum günü partisi vardı.
~
Yazarın Anlatımıyla
Yusuf mutfak masasında oturmuş masa örtüsünün üzerindeki beyaz çizgileri sayıyordu.Uyku tutmamıştı her gece olduğu gibi.Yıldızı bir türlü barışamıyordu şu kara gecelerle.
Hediye’yi düşünerek mırıldandı:
“Binlerce kez beter olsun gece senin ışığın yoksa!”
“Şov yapma Romeo yat zıbar.”
Hediye’nin sesiyle birlikte telaşla ayaklandı.
“Hediye!?”
Hediye mutfağın ışığını yakarak Yusuf’a doğru ilerledi.Su içmek için gelmişti mutfağa ama buzdolabını pas geçmişti.Zira şuan çakma Romeoyla uğraşmak gibi daha önemli dertleri vardı.
Yusuf’ un bir adım önünde durduğunda şöyle bir süzdü O’nu. Üstünde siyah bir eşofman takımı vardı.Ayakları çıplaktı ve gözleri uykusuzluktan kızarmıştı. Siyah kısa saçları düzgün duruyordu. Sanki hiç yastığa değmemiş gibi. “ Sahi bu deli adam bu saatte burada ne yapıyordu?” diye geçirdi içinden Hediye.Sonra “Romeoculuk oynamaya gelmemiştir”diye de düşündü.
Neyse ki Yusuf daha fazla merakta bırakmayarak “Uyku tutmadı da oturuyordum öyle.” diye konuştu.
Ardından “sen ne yapıyorsun burda?” diye de Hediye’ ye sordu.
Hediye uzun kumral saçlarını tepeden dağınık topuzdan da daha da dağınık bir topuz yapmıştı.Üzerinde pembe bir pijama ve beyaz ince askılı atlet vardı. Hiç Hediye’nin bu halini görmediğini düşündü.Oldukça tatlı olduğunu içinden geçirerek bu tatlılığa daha fazla dayanamayacağını ve bir kaç gün içerisinde onu yiyebileceğini düşündü.
Hediye minik bir esnemenin ardından cevap verdi:
“Su içmeye geldim.”
Yusuf başıyla onaylayıp kalktığı masaya geri kuruldu.
Hediye ise suyunu da alıp Yusuf’un yanındaki sandalyeye yerleşti.
Bir kaç saniye sessiz kaldıktan sonra konuşan Hediye oldu.
“Neyin var Yusuf?”
Kısa bir iç çekti Yusuf. “ Senim yok” dedi deli cesaretiyle. Ardından ağzından çıkan cümleyi kulağı işitince kendisi de en az Hediye kadar şok oldu.
Hediye’nin şaşkınlıktan dudakları aralanmıştı.
Saf bir kız değildi Yusuf’un bir süredir ona olanı ilgisinin farkındaydı ama içinde tutmuştu hep.Bir adım alana kadar Elmas’a bile bahsetmeyi düşünmüyordu.Kendi de boş değildi ona karşı ama.Emindi bundan. Ama geçmişte yaşadığı hayal kırıklığı Yusuf’a yaklaşması için zorluyordu onu.
En önemliside ondan beklediği adımın tipi bu haldeyken,gecenin bu saatinde Saraçlar’ın mutfağında olacağını hiç düşünmezdi.
Şoku atlattıktan sonra her konuda her koşulda en az Elmas kadar onu derinden anlayan adamın gözlerine en az onun baktığı kadar içten baktı.
Bir an su almaya kalkmadığını ya da rüyada olabileceğini düşündü.Bundan ötürü mü bilinmez bir rahatlama geldi.Rüya olmayacak kadar gerçek olan güven içine yayıldığında elini masada olan Yusuf’un eline kenetledi.
Yusuf’un kızaran gözlerinin yerini kocaman bir ışıltı aldığında rüya olmaması için Allah’a yalvararak Hediye’nin dudağına minik bir buse bıraktı.
Ama Hediye için bu ikinci adım çok fazlaydı. bir an neye uğradığını şaşırarak panikleyip masada geriye gitmeye çalıştı ve su dolu bardağı Yusuf’un kucağına devirdi.
“Ay yandın mı?”
”Ne yanmas Hediye.Su bu.”
Hediye “doğru ya” diyerek ufak bir kahkaha attığında Yusuf’ta Hediye’nin gülüşüne eşlik etti.
“Ne yapacağım ben seninle?”
Hediye omuz silkti.O da bilmiyordu ne olacaklarını,ne yapacaklarını.
Bildikleri tek şey bu gece olanlar her ikisi içinde bir itiraftı ve bundan sonra aşka baş kaldırmak ikisinin altından kalkabilecekleri bir yük değildi.
*
YAZARIN ANLATIMIYLA
GÜNÜMÜZ
“Düşerdi ademoğlu;bazen ayağı takılır kör bir kuyuya, bazen uçurum kenarlarından kanlı dalgalara. Ama asıl boğan insanı kanlı dalgalar veyahut kuyudaki zehirli su değil,bilhassa zehiri kızılcık şerbetine dönüştüren yoldaşların yokluğu.
Yalnızlığa alıştıkça huzurun ıssız duvarlar olduğunu düşünürdü,fakat o duvarların enkazında kalmadan …
Ezim ezim ezilirken enkazda ruh,anlardı duvardan sırdaş olmayacağını.”
Tamda o enkazda kalmıştı Özgür.Biliyordu ıssız duvarların Yiğit’in yerini tutamayacağını. Ve ezelden biliyordu Yiğit’i bir yanaydı dünya bir yanaydı.
Tarih 27 Ekimi gösteriyordu. Saatin tam olarak kaç olduğunu bilmiyordu Özgür. Yası büyüktü. Vakit ikindiydi ama.Kirvesini kara toprak altına koyalı 1 yıl olmuştu.Gözünden akan sayısız yaş avuçları içinde sıktığı kara toprağa damlıyordu. Görünüşü bulanıklaştığında yüzünü ovaladı. Elindeki toprak yüzüne bulaşmıştı. Mezar taşına yasladı sonra başını. İlk defa bu kadar güçsüz ilk defa bu kadar çaresizdi.
“kirvem”diye ah etti.
“Bu gidişin adamlığa sığar mı aslanım.Geride bırakıp gitmek adamlığa sığar mı lan?”
Gözlerini yumdu.
“Ciğerimi yaktın Yiğit.Bunu da yaptın kirvem!”
Feryatları acı dolu bir iniltiye dönüşmüştü.Gözünden akan yaş avucunun içinde sıktığı kara toprağa damladı.
Ağladı saatlerce kardeşine.İçli içli ağladı kirvesine. Nasıl ağlanmazdı dostların yokluğuna?
Hani şarkıda da derdi ya…Bir kardeş selamında arar hale gelmişti dostunu. Kan bağı olmadan kardeşiydi. Can bağı olmadan canıydı.Bu hayatta yoldaşla ayrı yola düşmek kadar koyan ne vardı?
Titreyen eliyle cebindeki makası çıkardı ve Yiğit’in mezar taşının yanına bıraktı.
“Hani derdin ya ne zaman keseceksin şu saçını diye . Erkek adam bu kadar saç uzatır mı derdin?” Göz yaşlarına zıt kalan bir gülüşle konuşmaya devam etti Özgür.
“Bende sen küçük Yiğit’i kesince keserim derdim hani..Kirvem kesiyorum bak şimdi.En az senin kadar yakışıklı olacağım.”
Titreyen eliyle aldı makası.
“Bak bak nasıl yakışıklı oluyorum şimdi. Artık kızlar senin değil benim peşimde olacak Yiğit Bey.” dedi.
Zerre düşünmeden saçlarını kesmeye başladı sonra.Yere düşen her telde rahatlıyor saçlarının kökten kopması gerektiğini düşünerek daha da hırslanıyordu.
Omuzlarına gelen saçları kısacık kaldığında zaferle gülümsedi.Sonra Yiğit’in mezar toprağını okşayarak kaşlarını çattı. Yalandan sinirleniyormuş gibi yaparak “Sen hâlâ benden yakışıklısın?Nasıl oluyor abi bu?Kara toprak bile gölge düşüremedi şu karizmaya!”
Yiğit’in kahkası kulağında çınladığında ürperdiğini hissetti Özgür.
Başını gökyüzüne çevirerek el açtı Allah’a
“Allahım ben onun dostluğundan razıyım.Kardeşliğinden razıyım.İyi kalbine şahidim.Sen onun yanında yoluna güneş açacak insanları koy.Yalnız kalmasın kardeşim.O nun çocuk yanı çok korkar Allahım yalnızlıktan.”
Elini yüzüne sürterek duasını sonlandırdı.
BÖLÜM SONU
AĞLAYARAK YAZDIĞIM BİR BÖLÜM OLDU🥹
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |