
*Yaşın değil, yaşadıkların öğretir hayatı sana...
(Hakan Mengüç)
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Leyal'den:
•••••••••••••••
"Haldun ve Yekta da son olanlardan sonra çok üzgün ve pişmanlar. Yekta kaç kere yanıma geldi benim. Çok pişman gözüküyor. Babanın fenalaşmasına sebep olmuş o son telefon konuşmasını keşke yapmasaydım diyor sürekli. Senden özür bile dilemek istiyordu, konuşabildiniz mi siz?" Ender amcanın son dedikleri tüm vücudumu elektrik çarpmış gibi irkmişti beni.
Neler dönüyordu burada? Yekta fenalaşmasına sebep olacak kadar ne konuşmuştu ki babamla? Her şeyden önemlisi niye benim bunlardan haberim yoktu. Halime teyze, Ahsen, Mirza niye bana bir şey dememişlerdi.
Tüm beynim düşünme işlevini yitirirken ne diyeceğimi bilemiyordum. Hemen yanımda oturan Mirza'nın sertlenen nefes alış-verişleriyse bilmediğim daha çok şeyin olduğunun habercisi gibiydi...
Donuk düşüncelerim Mirza ve Ender amca arasında mekik dokurken ikisinin de rahatsızca yerinde kıpırdanışlarının haşırtıları doldurmuştu kulaklarımı. Galiba benim ortalıkta dönen şu konudan asla ama asla haberimin olmadığını anlamıştı Ender amca.
"Hayır, konuşmadık Yekta ile" diye mırıldandım sonunda kendimi toparlamayı başarırken. Fakat sesim düşünceli çıkmıştı.
"Bana müsaade artık çocuklar. Tüm belgesel işlemler de tamam zaten. Bir gelişme olursa haberleşiriz nasılsa." diyerek ayaklanan Ender amcayla sanki robotmuşum gibi direkt ben de ayağa kalktığımda oturduğum koltuğa tutunmuştum.
"Teşekkürler Ender amca, seni de yorduk buraya kadar." dediğimde sıkması için uzattığım elimi tutmuştu Ender amca.
"Ne demek kızım. Bir şey lazım olursa çekinmeden ara beni." dediğinde sıktığı elimi bırakmıştı. Bense sadece başımı olumlu anlamda sallamakla yetinmiştim.
"Gelin sizi geçireyim Ender amca." diyen Mirza'yla ben tekrar kalktığım koltuğa geri oturmuştum. Birkaç dakika sonraysa adım sesleri ve kapının kapanma seslerini duyunca ikisinin de odadan çıktığını anlamıştım.
Onların odadan çıkmasıyla derin bir nefes koy verdim. Ender amcanın dedikleri kulaklarımda çınlıyor, beynimde dönüp duruyordu. Ne konuşmuştu ki Yekta babamla? Babamın fenalaşmasına sebep olacak kadar, babamın ölümünde kendini suçlu bulacak kadar.
En önemlisiyse niye bana bunlardan bahsedilmemişti? Anlıyordum, belki de son zamanlarda yaşadıklarımın ağırlığı yüzündendi. Fakat babam ve hayatımla ilgili böylesi önemli bir detayı bilmem gerekiyordu. Bana söylemeleri gerekiyordu.
İç savaşımdan bunalırken derince ofladım. Mirza'nın bunca yaşadığımız şeyden sonra benden bir şeyler saklamasının düşüncesi bile kalbimde taş misali çörekleniyordu. Acımasızca tüm benliğimi sağa sola savuran hayat asla durmuyor, tam yeni yeni bir şeylere alıştım, bir şeyleri yoluna koymak için uğraşmaya başladım derken başka bir yerden yaralıyordu, çalışmadığım yerlerden yapıyordu sınavlarını hep.
Birkaç dakika düşüncelerimin derin sularında boğulduktan sonra kapının açılma sesi, hemen ardındansa tok adım sesleri bölmüştü odadaki sessizliği. Saniyeler sonraysa burnuma dolan tanıdık kokuyla Mirza'nın yanımdaki boşlukta oturduğunu anlamıştım.
"Ender amcanın dediklerinden haberiniz var mıydı?" dedim ölüm gibi gelişen sessizliği bölerek.
"Benim dışımda kimse bilmiyor. O gün babanın yanında sadece ben vardım." Söyledikleriyle kalbimde öküz oturmuş gibi bir ağırlık baş kaldırmıştı. Mirza'nın haftalardır bu konuyla ilgili bana hiçbir şey söylememesi garip hissettirmişti bana. O benim bunca yıllık arkadaşım, sırdaşım, en yakınımdı.
"Bana ne olduğunu tam anlamıyla anlatır mısın?" dedim buz gibi soğuk çıkan sesimle. Soğukluk tınılarını hissetmiş olmalı ki derince iç çekişi doldurmuştu kulaklarımı.
"Senin hastanede olduğun günlerde Yekta da gelmişti hastaneye. Fakat senin durumunu öğrendikten, daha doğrusu eksik öğrendikten sonra hiç kimseye bir şey demeden ortadan kayboldu." dediklerini sakince dinliyordum.
"Eksik öğrenmek derken? Nasıl yani?" diyerek sorgular tınılarla bölmüştüm lafını.
"Yani senin artık hiçbir zaman göremeyeceğini düşündü. Ameliyat olunduktan sonra gözlerinin tekrar görebileceğini bilmiyor." Sorumun yanıtıyla taşlar oturmuştu kafamda. Ben de günlerdir Yekta bozuntusundan hiç ses çıkmıyor diye düşünüp duruyordum. Bu vesileyle ne kadar şerefsiz bir insan olduğunu daha net anlamıştım.
"Anladım" demekle yetindim.
"Sonrasındaysa babanın fenalaştığı gün, Yekta babanı aradı. Biraz ileri-geri konuşmuş senin durumunla ilgili, ne dediğini ben de tam olarak bilmiyorum. O konuşmadan sonra Salih amca çok sinirlendi, küçücük bir süre sonraysa fenalaştı." Mirza'nın gergin tonlamalarla anlattıklarıyla gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı yanaklarım boyunca. Ah babam neler yaşattım sana? Nelerle sınandık? Hayat denilen kalleş döngü bir türlü rahat bırakmadı ikimizi de.
Canımın canı dediğim babamı son kez görmeme müsaade etmeyen şey Yekta olmuştu demek ki. Şerefsiz herif, seninle yüzleşeceğim günü iple çekeceğim.
Fakat beynimin ve kalbimin diğer bir köşesini yoran şeyse Mirza'nın bana bunları anlatmamasıydı. Çok kırılmış ve de üzülmüştüm. Böylesi büyük bir detayı atlaması, bana anlatmaması içimi kasvetin kaplamasına yetmişti. Aynı zamanda da sinirlendiriyordu bu durum beni. Kaç yıllık arkadaşımdı, ne olursa olsun ondan duymalıydım bu haberi. İlk zamanlar durumum yüzünden anlatmamış olsa da, sonradan anlatması gerekiyordu. Bunca yıllık arkadaşlığımızda alışılmadık durumdu bu bizim için.
"Niye bana anlatmadın tüm bu olanları?" uzun süreli sessizliği benim bolca hayal kırıklığı ve sinir barındıran sesim olmuştu. Beynimin içinde dönen şeyler omuzlarıma ağırlık yapıyordu. Sinirliydim. Çok sinirliydim hem de. Yekta'ya sinirliydim, kalleşlikleriyle beni sürekli deviren hayata sinirliydim. Mirza'ya sinirliydim, bana söylememesine, benden saklamasına sinirliydim.
"Niye sakladın benden Mirza? Böylesi önemli bir konuyu hem de." Mirza'nın sessiz kalışı üstüne sesimi yükseltmiştim istem dışı. Tüm vücudum elektrik çarpmış gibi zangır zangır titriyordu.
"Sana söylüyorum Mirza, niye yokmuş gibi davrandın bu kadar büyük bir konuyu? Niye bana söylemedin babamı son kez görmemi engelleyin şeyin o şerefsiz olduğunu? Neden anlatmadın bana onun yaptığı kalleşliği?" hem ağlıyordum, hem de bağırıyordum. Deli gibi ve yüksek sesle.
"Durumun Leyal, yaşadıkların. Derdinin üstüne dert eklemeye gönlüm razı gelmedi. Ameliyatların bitsin sonra söylerim diye düşündüm, bilemedim böyle olacağını güzelim." Mirza'nın sesi üzgün olduğu kadar da telaşlıydı. Yüksek sesle konuşuyor, onu anlamamı istiyordu. Onu anlamam hayal kırıklığıyla dolup taşan benliğime etki etmiyordu. Dört bir tarafımı saran sinir kıvılcımları yüksek bir hızla alev olma yolunda ilerliyordu. Bense buna engel olmuyordum. Daha doğrusu yaşadığım tepetaklaklık engel olmama asla izin vermiyordu.
"Durumum artık iyiye doğru gidiyor, babamla alakalı böylesi önemli ve büyük bir konuyu benden nasıl esirgersin aklım bir türlü almıyor?" sinirle bağırırken hızla ayağa fırlamıştım. Ellerim yaşadığı duyguların karmaşıklığı yüzünden buz gibiydi ve de deli gibi titriyordu.
"Güzelim, sakin olur musun lütfen. Otur şuraya sakinleş, konuşalım güzelce." Söylediği her kelime sesindeki endişe kırıntılarını ele veriyordu. Fakat ben sakinleşmek istemiyordum. Herkese ama herkese isyan etmek istiyordum. Bok çenesini tutamayan, ileri geri konuşarak babamı inciten Yekta'ya, tüm bu olanları benden saklayan Mirza'ya, tüm bu yaşananlara neden olan hayata... her şeyeydi benim isyanım.
"Sakin olmak istemiyorum. Babamı son kez göremedim ben, kokusunu soluyamadım, sesini duyamadım. Onun yüzünden, o şerefsiz, piç yüzünden. Sense Mirza Yakupoğlu böylesi büyük bir şeyi benden sakladın. Bilmem gerektiğini bile bile hem de." Damarlarımda akan tüm kanın donduğunu hissediyordum. Gözyaşlarımsa asla durmuyordu.
"Leyal, kötü bir niyetimin olmadığını biliyorsun. Sadece seni düşündüm ben. Ben de çok sinirliydim ve de üzgündüm bu durum için. Fakat beni durduran şey sadece senin sağlık sorunların oldu." Başımı hırsla olumsuz anlamda sallıyordum.
"İstemiyorummm." diye bağırdım avuçlarımı yumruk gibi sıkarken.
"Beni böyle düşünmeni istemiyorum Mirza. Benden bir şeyler saklayarak beni düşünme." dedim tek nefeste. Sesim artık iyice yükselmişti.
"Leyal, sakin olman gerekiyor. Lütfen güzelim. Sakinleşelim sonra konuşuruz. İkimizi de zor duruma sokacak şeyler yaşayalım istemiyorum. Hadi güzelim." ellerini kollarımda hissettiğimde hırsla onu gerisin geri itekledim.
"Bırak beni. İkimize de bilmem ama sen beni zor duruma sokacak şeyler yaptın. Sen arkadaşlığımıza gölge düşürdün. Sana her şeyden, herkesten çok güveniyordum ben." iç çekerek duraksadım. Çok koyu bir duygu yoğunluğu yaşıyordum. Daha çok sinir boşalmasıydı.
"Devam etme kurban olayım o laflarına. Yakma ciğerimi." Acı dolu fısıldayışları kulaklarımı dolduruyordu. Fakat ben duymuyordum. Daha doğrusu yaşadığım sinir, üzüntü, acı çok daha ağır bastığı için ne yaptığımın farkında değildim.
"Güvenimi sarstın Mirza. Kalmayacağım artık burada da." devam etmeme izin vermemişti.
"Sus Leyal, devam etme daha fazla. Yekta'nın yaptığı şeyin cezasını kesme bana. Hatam var biliyorum ama. Ben sadece seni düşündüm." O da sinirlenmişti artık. Sesinden bunu çok iyi anlamıştım.
"Yekta'nın hatasının cezasını sana kesmiyorum ben. Sen kendi hatanın bedeliyle uğraşıyorsun. " genzinden gelen hırıltılarla çok sinirlendiğini anlamıştım.
"O siktiğimin piçi yüzünden ne haldeyiz, benim de hatam var biliyorum. Ama yemin ederim biraz daha toparlan söyleyecektim sana. Haksızlık etme bana daha fazla, beni de anla." dediğinde başımı tekrar tekrar şiddetle olumsuz anlamda sallamıştım.
"Anlamak istemiyorum seni" diye bağırdım tüm gücümle, odaayı inletecek nitelikte. "Yazıklar olsun sana da, sana güvenen bana da." ufacık bir an duraksadım.
"Git Mirza, git." dedim en sonda.
"Leyal..." bir şeyler demek istese de ona engel oldum. Sesi üzgünlüğünün habercisiydi.
"Sana git dedim." bağırdığımda birkaç dakika sessizlik oluşmuştu odada. Bu sesszilikte Mirza'nın iç çekişleri doldurmuştu odayı. Dakikalar sonraysa tok adım sesleri ve kapının neredeyse kırılacak kadar sertçe çarpılma sesiyle Mirza'nın odadan çıkmasını anlamıştım.
Mirza odadan çıktıktan sonra artık kaç dakikadır tuttuğumu bile bilmediğim hıçkırıklarımı serbest bırakarak koltuğa çökmüştüm.
Ne kadar süre öylece ağladım bilmiyorum. Sonunda sert hıçkırıklarım dingin iç çekişlerine dönmüştü. Ağlamakla az da olsa rahatladığımı hissediyordum.
Sakinleştiğimi hissettiğimde aklıma doluşan düşüncelerle dişlerimi alt dudağıma geçirerek sertçe ısırmıştım. Mirza'yla bunca yıllık arkadaşlığımızda ilk kez böyle bir tartışma yaşamıştık. İlk kez birbirimize bağırmıştık.
Hatalıydı benim gözümde, zira her şeyi bana anlatmalıydı. Zaten yeterince acıya dayanan ruhum bunlara da dayanırdı. Dayanıyor da...
Fakat dakikalar geçtikçe sinirlerime yenik düşerek abarttığımı düşünmeye başlamıştım. Benim için canını bile vermeye hazır olan adama yazıklar olsun demiş, onu kovmuş, kırmıştım...
"Leyal... kuzum,, neler oluyor böyle?" kapının aralanması ardından Halime teyzemin tiz sesini duyunca ağlamam tekrar şiddetlenmişti.
"Niye ağlıyorsun sen? Mirza oğlum da çok sinirliydi, kapıyı çarparak gitti." dediğinde göğüsüme taş oturmuştu sanki. Taş hafif kalırdı hatta, bildiğin kocaman bir kaya vardı üstümde sanki.
"Halime teyzee..." dedim yüzümü çepeçevre saran gözyaşlarımın arasından.
"Ben kırdım galiba, üstüne çok gittim. Sakince oturup konuşalım dedi ama dinlemedim onu." hıçkırıklarımın arasından zar zor konuştuğumda Halime teyzenin elleri yanaklarımı kavramış, gözyaşlarımı silmeye başlamıştı.
"Neler oluyor kızım? anlat hele bir." dediği gibi derince iç çekmiş, ardından en başından her şeyi anlatmaya başlamıştım ona.
Yekta'nın yaptıklarını duyunca çok sinirlenmiş, küfürler edip durmuştu ona. Açıkçası bunca yıllık Halime teyzemi ilk kez bu kadar sinirli ve de küfür ederken görüyordum. Bu durumu biraz garipsesem de, olayların ağırlığı yüzünden normal karşılamam gerektiğinin de farkındaydım.
"Mirza oğlum sana anlatmamış diye mi bu kadar tartıştınız?" soru dolu sesiyle dediklerine karşı sadece başımı aşağı yukarı doğru sallamayı başarmıştım. Zira dermanım yoktu artık. Gücüm tükeniyordu. Yorulmuştum, çok yorulmuştum. İliklerime, kemiklerime kadar yorulmuştum. Gözlerim zaten tüm hayatımı zorlaştırıyordu, üstüne bir de bu tarz şeyler yaşıyordum.
"Beni iyi dinle güzel kızım." diyen Halime teyzeyle düşüncelerimin kör kuyularından çıkarak dikkatimi ona vermiştim.
"Mirza oğlumun bu olanları sana anlatması gerekiyordu haklısın. Ama anladığım kadarıyla yaşadığın şok ve üzüntüden dolayı verdiğin tepki biraz fazla olmuş. Mirza hep seni düşünüyor, seni ne kadar çok sevdiğini artık söylememe gerek yok. En zor zamanlarında hep yanında oldu ve olmaya da devam ediyor." Allah kahretmesin ki Halime teyze yerden göğe kadar haklıydı.
"Senden bunu saklamasındaki nedenin sağlık durumların olduğundan eminim. Normal şartlarda Mirza seni bu kadar etkileyeceğini bildiği böylesi bir konuyu seninle paylaşmadan durur muydu?" verdiği sorunun cevabını net bilmiyordum ama Mirza'nın her zaman kendinden önce sevdiklerini, beni, Ahsen'i düşündüğünü çok iyi biliyordum.
"O yüzden bunca yıllık anne yarın gibi Mirza oğlumla konuşup bu durumu çözmeni öneriyorum. O bu kadar ağır muameleyi hak etmedi güzel kızım." Haklıydı, o ona git dememi hak etmemişti. Hele bana yaptığı onca iyilikten sonra. Nankör gibi davranmıştım. Mirza'nın beni asla kırmayacağına güvenerek üstünde tepinmiştim onun.
"Yekta denilen şerefsize gelirsek, Allah'ından bulsun İnşallah. Sağlığına kavuş Allah'ın izniyle onun da hesabını sorarsın." Allah'ım sen bana yardım et, yardım et nolur. Nefes alamaz oldum artık, ağır geliyor omuzlarıma yüklenen bunca yük. Hafiflet nolur yükümü.
"Teşekkür ederim Halime teyze, iyi ki varsın." diyerek ona sarıldığımda o da bana sarılmıştı. İyi gelmişti onunla konuşmak, her zaman olduğu gibi.
"Gel hadi biraz bahçeye çıkalım, sen de hava almış olursun" yaptığı teklif cazip gelince başımı onaylar biçimde sallayarak beni kaldırmasına izin vermiştim.
Halime teyzenin bir eliyle koluma girerek diğer eliyle elimden kavramasıyla hareketlenmiştik odadan çıkmak üzere. Adımlarımız yavaştı.
Kapıyı açarak dışarı çıktığımızda merdivenler doğru dönmüştük.
"Merdivenleri ineceğiz şimdi, dikkatli olalım." diyen Halime teyzeyi burukça onaylamıştım. Zira aklıma Mirza'yla yaşadığımız merdivendeki anılarımız gelmişti. Burada olsaydı asla ama asla böyle inmeme izin vermezdi. İçimi tekrar burukluk kapladığında nefes almakta zorlanır olmuştum.
Bahçeye çıktığımızda Halime teyze beni bahçedeki kocaman iki kişilik salıncakta oturtmuş, ardından eve giderek şal getirmiş ve omuzlarıma bırakmıştı üşümemem için.
"Mirza nereye gittiğini söyledi mi?" diye sormuştum yarım saat kadar geçtikten sonra dayanamayarak. Deli gibi merak etmeye başlamıştım onu. Artık duyduğum şeylerin şokundan çıkıyordum yavaş yavaş. Yekta piçinin yaptığı şey yanına kar kalmamalıydı, ama önce onunla yüzleşmek için kendimi toparlamalı, sağlığıma kavuşmalıydım.
"Bilmiyorum kızım, bir şey demedi. Fakat onu ilk kez böylesi sinirli görüyordum. Sinirli olduğu kadar da üzgün gözüküyordu." dediğinde gözlerim tekrar doldu.
"Offf, ben nasıl konuşacağım onunla Halime teyze? Sinirle ve düşüncesizce çok kırdım onu. Hatalı biliyorum ama yaptıklarını da unutmamalıydım. Hatasının sebebi bile kendince yine beni düşünmesiydi." dediğimde Halime teyze saçlarımı okşamaya başlamıştı.
"Sıkma canını kınalı kuzum, Mirza kıyamaz sana. Sensiz dayanamaz da. Gelince konuşursunuz çözülür her şey." dediğinde içimden aminler demeyi ihmal etmemiştim...
Aradan geçen iki saatin ardından hava soğumuş,, akşam olmuştu. Fakat ben Halime teyzenin ısrarlarına rağmen kalkmamıştım oturduğum salıncaktan. Zira içim sıkılıyordu, eve, odalara sığamayacağımı çok iyi biliyordum. Halime teyzeyse evdeki birkaç işten ötürü eve geçmişti.
"Eve geçmedin, bari yemek ye deli kız. Akşam ilaçların var biliyorsun." Burnuma dolan domates çorbasının tanıdık kokusuyla bacaklarımın üstüne bırakılan tepsiyi hiss etmiştim.
"Peki," demekle yetindim. Daha sonraysa içine limon sıkılmış ve ufak ekmek parçacıkları da doğranmış çorbayı yemeğe başladım.
Yarım saat kadar sonra çorbayı içmeyi bitirmiştim. Halime teyze her zaman olduğu gibi tam sevdiğim kıvamda hazırlamıştı.
"Ellerine sağlık Sultanım." demiştim ağzımı peçeteyle silerken.
"Afiyet bal olsun güzelim. Tepsiyi bırakıp geri döndüğümde seni de eve geçirelim. Geç oldu ve hava iyice soğumaya başladı. Hasta olacaksın yoksa." dediklerine karşılık olarak sadece başımı olumlu anlamda sallamakla yetinmiştim.
Halime teyzenin gitmesinden saniyeler sonra bahçeyi dolduran arabanın sesini duymamla Mirza'nın geldiğini anlamam uzun sürmemişti.
Birkaç dakika sonraysa rüzgarın burnuma ulaştırdığı parfümünün kokusundan buraya ulaştığını anlayarak oturduğum sandalyeden ayağa kalkmıştım.
"Mirza," diye seslenmiştim hafif yüksek çıkan sesimle.
"Efendim." buz gibi soğuk çıkan sesiyle irkildiğimde kendimi toparlamam saniyelerimi almıştı. İlk kez bana bu kadar soğuk bir biçimde karşılık veriyordu.
"Konuşalım mı biraz?" diye demiştim umut dolu sesimle.
"Sonra konuşuruz. Şu an konuşmak istemiyorum" demişti, soğukluğundan taviz vermeyen sesiyle. Arada oluşan kısa süreli sessizliyi konuşmak için ısrar etmek isteyerek bölmek istediğimde bana engel olan şey yine o olmuştu.
"Hava soğudu içeri geç artık." Diyerek yanımdan uzaklaştığında üzgünce ne yapacağımı bilemez durumda kalmıştım. Kulaklarımı dolduran şeyse Halime teyzeye bir şeyler diyerek eve geçen adamın adım sesleri ve beni almak için gelen Halime teyzenin sesi olmuştu.
Bana çok kırıldığını anladığımda içimi hüzün kaplasa da, ne olursa olsun onunla konuşarak aramızı düzelteceğimi çok istediğimin de farkındaydım. Bu kadar kolay pes etmeyecek, kırdığım adamı, kırdığım yerlerden tekrar onarmaya çalışacaktım...
🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾🌾
12.12.2022-tarihinde 12. bölümü okuyacaksınız :))))) Biraz tesadüf biraz da yazar cilvesi oldu diyelim :)))
Neyse çok uzatmadan keyifli okumalar diliyorum size.
Bölümü her bölüm sıkılmadan okuyarak desteğini eksik etmeyen pile16 ' ya ithaf ediyorum.
Sağlıcakla kalın.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |