
Selamün Aleyküm Canlar💕
4 bin kelime ile ben geldim!
Mümkünse çooookça yorum okumak istiyorum, beni çok motive ediyor.
Her seferinde aynı ricayı okumak sizi yormuyordur umarım 🥹💐
Sizin yorumlarınızı okudukça daha bir istekle yazıyorum yeni bölümü, kesinlikle yazı yazmanın en sevdiğim yanlarından biri yorumlarınızı okuyup tepkilerinize ve hislerinize ortak olmak :D
İyi ki varsınız!
Keyifli Okumalar🎉
Yaşlı adam ağır ağır çıktığı merdivenleri yarılamıştı. Nefesi kendisini zorladığından mecburen durup nefeslendi. Az kalmıştı. Gecikme yapmadan iş vereninin odasına girecek ve elindeki belgeleri teslim edecekti. Duvardaki saat gözünü aldığında derin bir nefes aldı. Çeyrek geçe masamda olsun, demişti. Beş dakikası vardı. Kendini zorlayarak güç belâ kapının önüne geldi. Hiç vakit kaybetmeden tıklattığı kapı vuruşunun etkisiyle aralandı. Kapalı değildi.
"Gel Muallim gel."
"İçeri gir."
"Belgeleri getirdin mi?"
"Ver bakalım."
Elindekileri yavaşça masaya bıraktı, bir iki adım geriledi. İş vereni kağıt üzerinde bir şeyleri incelerken rahatsız edilmeyi sevmiyordu.
Kağıtları bir bir çevirmeye başladı çalışma masasında oturan adam. Bir yandan da kağıtlarda yazan isimleri mırıldanmaya başlamıştı. Bir iki kağıtta durdu, gözlerini kaldırıp "Muallim" dediği adamı süzdü ve işine kaldığı yerden devam etti.
"Okulun içindeki herkes burada, öyle değil mi?"
"İstediğiniz gibi."
Biraz daha karıştırdı kağıtları, açtığı bir sayfa dikkatini çekmiş olmalı ki öylece durup sayfayı baştan aşağı tekrar tekrar süzmüştü.
"Kanunen Özgür."
Anlayamadı adamcağız. Kanunen Özgür de ne demekti? Gerçi kağıtta gördüğü kişi için demişti değil mi? Belki de kim diye sormalıydı, Kanunen Özgür de kimdi?
"Okan Aktaş."
"Ününün en çok duyulduğu dönemde karantinaya mı alınmış?"
"Ukala tavrı biraz düzelir belki."
Kendisini anlamadığı her halinden belli olan adama baktı iş sahibi, bu içi boş bakışlar kendi kendine konuştuğunu hatırlatmıştı ona.
"Duymadın mı hiç Muallim? Kanunen Özgür ya da Kanunen Suçsuz diye bahsedilen birini?"
İlkin açıklamak istedi. Konuşmak için ağzını araladı fakat çok geçmeden geri kapattı çenesini. Vazgeçmiş olacak ki tuttuğu sayfayı geriye atıp yenisini incelemeye başlamıştı.
İçi acırcasına güldü.
"Duymadıysan da gerekli değil artık. Boşver. Yitip gidecek zaten."
Ses çıkarmadı Muallim. Karşısındaki adamı anlayamıyordu. Çok garip bir insandı iş vereni, nelere parlayıp nelere yumuşayacağı asla anlaşılmıyordu mesela; ne isteyip ne istemediği, hangi işi neden tercih ettiği, neden şu yaşına rağmen ısrarla kendisini yanında tutuğu?.. Akıl sır erdiremiyordu bir türlü. Ne kadar dengesiz bir karaktere sahipti öyle? Kendisine söylenmişti aslında en başından,
"Bu adam biraz garip. Yanına özellikle öğretmen istiyormuş, tercihen tarih ya da edebiyat öğretmeni."
"Senden önce de bir öğretmen varmış, dayanamayıp gitti diyorlar."
"İş davetiyesi mi aldın?"
"Yapmayın be Hocam, adam önünüze yem atmış. Yer misin yemez misin? Siz de oltanın ağzına gidiyorsunuz."
O zamanlar bu sözler çok manasız geliyordu kendisine. Şirket sahibi olup olmaması neyi değiştirirdi? Yanına bir öğretmen istiyorsa bu akıl danışacağı için olamaz mıydı? Hem paraya ihtiyacı vardı, sadece getir götür yapacağı bir işi neden kabul etmeyecekti ki? Tabiiki bu fırsatı geri çevirmeyecekti. Başına geleceklerden habersiz oltadaki yeme sıkı sıkı tutunmuştu aslında, sadece henüz farkında değildi.
İşe başlar başlamaz durumlar ve konuşmalar garipleşmeye başladı. İş vereni kendisine ismiyle hitap etmemişti hiç, hep Muallim demişti. Adını sormamıştı bile. Kendisinden de adını kullanmamasını istemişti.
"Efendim ya da patron gibi saçma şeyler de deme." demişti.
"Senin yaşın büyük, olmaz öyle."
"Hem bir öğretmenin ağzına yakışmaz bunlar."
"Ancak Beyim diyebilirsin. Yaşım senden küçük olmasına rağmen kullanabileceğin, hürmet içeren tek kelime."
Ve itiraz kabul etmemişti. Böylece Muallim ve Bey olarak saçma sapan bir tiyatro çevirmeye başladılar. Başta Beyim kelimesini çok garipsedi, iyelik ekini kaldırıp "Bey" diyecek oldu ama o zaman da evin hanımı gibi hissettirmişti bu sözcük. Tezden vazgeçti bu fikirden.
Aslında çalışan ve iş verenden bir farkları olmamıştı aylarca. Ne zaman ki Bey yeğeni için Muallim'in kızını istedi, o zaman bir de dünür oldular. Hataydı. Çok sonra farkına varmıştı bunun Muallim. İşler karışmış zengin zenginliğini ortaya sürüp sakıncalı işlere bulaşmıştı. Kendisi ise insanlığına düşen vazifeyi yapmıştı. İlk önce iş vereniyle konuşmuş laf anlatamayınca ilgili merciiye çekinmeden şikayet etmişti. Paranın gözü kör olsun, Bey işin içinden rahatça sıyrılmıştı. Üstelik çıkınca kendisini tehdit de etmemişti. Böylesi daha korkutucu oluyordu.
"Sen öğretmenliğini yaptın." demişti.
"Şaşırmadım."
"Bir dahakine daha çok çabala, ne zaman beni içeri attırırsın o zaman düşerim yakandan."
Demesi kolaydı ama Muallim'in vicdanı bu gibi olayların tekrarını kaldırmadı, istifa dilekçesi götürdü. Ayak işi yapmak hiç sıkıntı olmamıştı aslında, geliri iyiydi. Ama bu adamın vicdansızlığına ve dengesizliğine daha fazla dayanamıyordu.
Dilekçeyi görünce gülmüştü Bey,
"Kızın senin canından bir parça değil mi?" diye sormuştu. Bu soru ikisi için de yeterliydi. Bey dilekçeyi hiç görmemiş gibi davrandı, Muallim de bir daha dilekçe götürecek cesareti bulamadı. Hâlâ ne için işe alındığını ve neden istifasına izin verilmediğini anlayamıyordu. Bu yaşlı hâliyle hiçbir şeyi yerinde ve vakti zamanında yapamıyordu ama Bey şikayetçi gözükmüyordu bu durumdan. Ona yetişebileceği bir vakit verir buna rağmen yine geç kalırsa kızmak namına hiçbir şey demezdi. Onun nefes nefese odaya gelişini izler, geç de olsa verdiği işin yapıldığını görünce gülümserdi. Görevi ayak işi yapmaktan çok Bey'in can sıkıntısını gidermekti sanırsa. On iki yıl olmuştu. Koskoca on iki yıl... Böyle gelmişti böyle gidiyordu.
"Hastalığa tutulan kız gencecikmiş Muallim, içim acıdı doğrusu."
Yaşlı adam başını kaldırıp sayfaları incelemekten sıkılmayan iş verenine baktı. Neden hepsi ölecekmiş gibi konuşuyordu?
"Tedavi için içeri alınmadılar mı Beyim?"
"Hiç umut vadetmezsiniz?"
"Sen onların iyileşeceğine inanıyorsun yani?"
Bir sessizlik oldu. Bey doğrudan gözlerinin içine bakıyordu şimdi. Koyu yeşilleri vardı, yapay gibiydi lâkin görüntüsünün aksine yapay değildi. O kadar doygun bir yeşili vardı ki gözlerinin, öfkelendiğinde alev alacak olsa gözlerinden çıkacak alev yine yeşil olurdu. Herkese güzel gelen bu görüntü Muallim'in midesini bulandırıyordu.
"Sana iyileşeceklerine inanıyor musun diye sordum?"
Sinirlenince hiç çekilmiyordu bu Bey, onun tavırlarını çekmek için yaşı oldukça büyüktü. Aralarında 20 yaş vardı.
"Kızın ilaçlarını bizzat siz üretiyorsunuz." dedi çekinmeden.
"İyileşmelerini düşünmeme neden bu kadar şaşırdınız?"
Küçümser bir gülüş duyuldu odada, duyduğu ses kafasına vuruyordu sanki.
"Neden yaptım peki?"
"Anlayamadım Beyim?"
"Neden prototip olan bu ilacı ortaya çıkardım?"
"Ya da kızdan haberim dahi yokken elimde nasıl böyle bir ilaç çalışması vardı?"
Konuşamadı adamcağız. Bu sorunun cevabını biliyor olacak ki kendisine soruluyordu. Ama düşün düşün bulamıyordu bir türlü.
"Kardeşim." diye bir ses duydu. Bey cevap alamayacağını anlayınca açıklamaya girişmişti.
"Senin kızının kayınpederi aynı hastalıktan öldü."
"Onun zamanında yapılmasını istemiştim."
"Doğrudur Beyim."
Sözü hiç bölünmemişçesine devam etti. Yeşil gözlerine gölge düşürmüştü kirpikleri, 40 yaşına göre güzel yüzlü bir adamdı bu Bey. Ama yüzünde hoş olmayan bir şeyler vardı, dışarıdan bakmakla gözükmeyen şeyler... Rahatsız ediciydi.
"Bu ilacın üretimine girişen ben bile onların yaşayacağına inanmıyorken senin sağlam inancın gözlerimi yaşarttı doğrusu."
Yaşlı adam azar yemiş gibi hissediyordu. Ne zaman bitecekti bu konuşma? Dinlenmek istiyordu artık. Ama muhatabına almak zorunda kaldığı adamın diyecekleri daha bitmemişti.
"Muallim."
Tekrar küçümseyici bir gülüş
"Ben o kızı iyileştirmiyorum."
"Ağrılarını dindiriyorum sadece."
"İyileştirme niyetiyle bir ilaç geliştirilebilmesi için hastalığına bir tanının konulması gerekiyor ilk önce."
"Mücadele ettiği şey bedenine ne yapıyor ne yapmıyor bilmek gerek."
"Öyle gelişi güzel olmaz bu işler."
"Yani siz diyorsunuz ki.."
Sözünü kesti.
"Yani ben diyorum ki,"
"Ölene kadar gözlemleyebilmek için aldılar o kızı içeri."
"Ben araya girmesem Sağlık Bakanı olarak atadıkları o mezhebi geniş kızı çoktan öldürmüştü."
"Etrafındaki herkesle beraber."
"Karantinaya alalım düşüncesine bile masraf yapmak istemedi, merdiven altı bir yere koyacaktı çocukları. Muhtemelen karantinaya alındıktan bir iki gün sonra da başlarına kazara(!) bir iş gelirdi."
"Büyük bir yere aldırayım rahat ettireyim diye can verdim burada. Sen şahitsin."
"Sonra da okulu gösterdim. Daha halka duyurusu bile yapılmamıştı, dağ başındaydı ve istemeyecekleri kadar genişti."
"Karantinadan sonra masrafların 3'te 2'sini karşılayacağıma dair bir anlaşma imzalamış olmasaydım şu an orada duramazlardı."
"Onlardan sonra okulu yıkarlar mı Beyim?"
"Muhtemelen."
"Yenisini de biz inşa edeceğiz Muallim. Hisseleri sağlam tutmak lazım."
Daha fazla bu konu hakkında konuşmadı, önündeki kağıda dönmüştü.
"Vay vay!" dedi gülerek,
"Burada bir de Kahraman varmış."
Bir süre bakınıp sonra memnuniyetsizce söylendi.
"Bunun neden ana adı baba adı yazmıyor burada?"
"Çocuğun kimliği çoğu yerde engellenmiş Beyim, çok denedim lâkin doğduğu yeri ve anasını, babasını bulamadım."
"Bak sen,"
"Senden başkası da bulamamıştır değil mi Muallim?"
"Bulamamıştır Beyim, ismini verdiğiniz çalışanlarımız da inceledi. Hiçbir yerde açık bir kapı bırakmamışlar."
"İlginç." dedi Bey, kendi kendine söylenmeye başlamıştı yine,
"Hem ilginç hem şüpheli."
"Sen bunu araştırmaya devam et."
"Okan'ı da bir araştır bakalım, neden karantinaya alınmış. Eğer Betül denilen kız ile bir geçmişi varsa öğrenmeni istiyorum."
"Bir de karantinadan sorumlu memuru ara. Bir sıkıntı var mı yok mu öğren."
"Devlet mutfak ve temizlik malzemesi ihtiyaçlarını bugün karşılayacak, muhtemelen biliyordur fakat sen yine de bir söyle."
"Anlaşılmıştır Beyim."
"Çıkabilirsin."
Gelişinin aksine hızlı bir çıkışı vardı Muallim'in. Bu odayı ve bu muhabbetleri sevmiyordu. Huyunu suyunu çözemediği bir adamın karşısında eğilip bükülmekten sıkılmıştı. Bir katı yayan bir şekilde inip ardından asansöre bindi. Giriş katı her zaman daha ferah oluyordu. Telefonunu çıkarıp kayıtlı numarayı tuşladı. İlk çalışta açılmıştı.
"Buyur İrfan Abi?"
Nihayet kendi adını duymanın verdiği güzel hissiyatla tebessüm etti. Bu melun yerde adını duymak bile hacet haline geliyordu.
"Nasılsın yiğidim?"
"Nasıl mıyım?.."
"Karantina altında nasıl olunursa öyleyim abi."
"Ne oldu, bir şey mi oldu? Erken aradın."
"Bir sıkıntı var mı yok mu onu öğreneyim dedim oğul."
"Bir sıkıntı yok,"
"Merak etme."
"Mutfağın eksikleri devlet tarafından görülecekmiş yiğidim, bugün öğleden sonra kapıda olurlar."
"Kahvaltı için yapacağınız harcamayı da buraya ilet..."
"Biz onu hallettik İrfan abi."
"Nasıl hallettiniz oğlum? Cebinizden vermediniz değil mi?"
"Bir arkadaş ısmarlamak istedi."
"Kim ki bu? İlk günden."
"Burak Kahraman, bildin mi?"
Tebessüm etti istemeden Muallim, beklemiyordu böyle bir şeyi.
"Adını duymuştum."
"Ceddi de cömertse demek ki..."
"Demek ki."
Yiğit'ten bir süre ses kesildi.
"Abi," dedi sonra,
"Spariş verdiğimiz paketler gelmiş, kahvaltıya çağırıyorlar. Kapatmam lazım."
"Tamamdır oğlum."
"Allah'a emanet olun."
Telefon kapandı.
Uzakta bir silüet olarak gözüken motorculara baktı Yiğit, yanlarında 4-5 tane polis memuru vardı. Elindeki kimliği hızla arka cebine koydu ve bahçe kapısıyla okulun giriş kapısının arasındaki o koca mesafeyi kat etmeye başladı. Kapının ağzına kadar gidip getirilenleri içeri almış görevli polisler ile görüşmüştü. Hiçbirini tanımıyordu, içerideki durumu bildiklerini de düşünmüyordu. Bildikleri tek şey giriş çıkışın olmayacağı olmalıydı, bir de burası ile görevli kişinin kendisi olduğu. İçeri giren çıkan her şey not edildiğinden, girdi çıktı bilgisi için biraz hesap vermek durumunda kalmıştı. Neyse ki, motor kuryeler getirdiklerini kapının ağzına bırakmış ve polisle ilerlemeye başladıklarından beri bela kokusu aldıkları bu yerden olabildiğince hızlı bir şekilde uzaklaşmışlardı da bir de onlarla uğraşmak zorunda kalmamıştı.
Kayıt alma işi bittiğinde görev arkadaşları çok uzatmadan oradan ayrıldılar. Arkasını döndüğünde durumu sorgular bir sürü bakış ile karşılaşmıştı. Kapıda kalabalığı gören dışarı çıkmıştı belli ki.
"Ne oldu?"
"Neden öyle bakıyorsunuz?"
"Neden o kadar kalabalık geldiler?" demişti Sena,
"Polislerle beraber?"
Yiğit dönüp uzun uzun bunu soran kızın yüzüne baktı, ciddi miydi?
"Bir bölge karantina altına alındığında oraya tek bir görevlinin sahip çıkmasını bekleyemezsiniz."
Bunu dedikten sonra elindeki poşetlerden birini bıraktı ve işaret parmağını aşağıya doğru çevirip dairesel hareketler çizmeye başladı, bu yaptığı iş parmağının döndüğü alanın ortasında hayali bir dağ oluşmasına sebep olmuştu.
"Bir tepenin üzerindeyiz, zaten gelirken de fark etmişsinizdir, yol sürekli dönüyordu."
"İşte bu küçük dağın eteklerini çeviren bir ekip var. Özellikle şehre bağlanan yol üzeri noktalar daha sıkı denetim altında."
"Yani çıkabilmek için beni aşsanız da sizi aşağıda bekliyor olacaklar."
Eğilip bıraktığı poşeti tekrar eline aldı. Daha fazla konuşulmayacağını düşündüğünden poşetleri bahçe masasına bırakmak için aralarından geçti. Kapıdaki kalabalığı gördükleri için dışarı çıkanlar da dağılmış herkes işine gücüne dönmüştü.
Biri yaklaştı kendisine, diğerlerinin duyamayacağı kadar yakınına gelip fısıldayarak konuştu.
"Beraber mi yiyeceğiz?"
"Masaları birleştirdik ama ilk günden bu ne böyle demezler mi?"
Yiğit kendisine doğru fısıldayan kıza baktı, doktorun ne için endişe ettiğini anlamıştı ama ayrı yesinler istemiyordu. Zaten karantina psikolojisine girdiklerinde bu grubu idare etmesi oldukça zor olacaktı, daha ilk günden onları kendi içlerinde bireyselleştirmek istemiyordu.
Aynı şekilde sesini kısarak cevap verdi.
"Eğer şimdiden ayrı takılmaya teşvik edersem hergün hepsinin peşinden ayrı ayrı koşmam gerekir."
"Bir sebepten dolayı, kendilerini sakınıyormuş gibi de durmuyorlar."
"Bizden rahat takılıyorlar."
"Durumun ciddiyetini algılayamadılar belki de."
"O yüzden rahatsız olan kenara çekilir ama ben hep ölçülü bir şekilde bir arada olmaları için teşvik edeceğim."
Derin bir nefes verip üst üste dizilmiş karton kutulardan birine uzandı.
"Aksi takdirde bu büyük binanın içinde kimseye yetişemem."
"Hadi sen de yardım et de şuraya düzgün bir sofra kuralım."
"Betüller de mi burada yiyecek?"
"Masalar oldukça büyük, bir masayı biraz olsun ileri alırsak ihtiyaç duyduğumuz sosyal mesafe sağlanmış olur, beraber yememizde bir sakınca olmaz."
"Sanki doktor olan senmişsin gibi konuşuyorsun."
"Yanımdaki doktorun gönül işinden kendi işini yapamadığının bilincindeyim çünkü."
Esma derin bir nefes alıp gözlerini devirdi. Bu çocuğun kendisiyle uğraşmaktan başka işi yok muydu?
"Adam gibi konuşsan ölürsün değil mi?"
"Muhtemelen."
Elindeki karton kutulardan birini muhatabının ellerine tutuşturdu Yiğit, bir yandan geri kalan kutuları uygun bulduğu mesafe ile masaya diziyor bir yandan konuşuyordu.
"Git Ömer'e ver bunu."
"Hani beraber yiyecektik?"
Elindeki işi bırakıp kendisine dönen gözlerde yapay bir yorgunluk vardı şimdi.
"Ömer'in kız erkek karışık yenen bir yemeğe geleceğine inanıyorsun yani?" dedi söylenerek, sesinden sabır dilediğini sezince "Tamam tamam." demişti doktor.
"Lafını kendine sakla."
"Sen uzun süre çekilmiyorsun hiç."
"Ama yolun ucu Ömer'e çıkan her işi bana vermeye devam edersen bir gün gittiğim yoldan geri dönemeyeceğim."
"Bu gidişle namusunu koruyabilmek için ortadan kaldıracak beni."
"Ne güzel işte."
...Ne güzel işte?
"Allah nişanlına sabırlar versin Yiğit."
"Âmin."
Hiç takmıyordu bile. Konuşuyorken dönüp bakmıyordu. Burnundan soluyarak yanından ayrıldı Esma. Bu kadar ciddiyetsiz bir insan tanımamıştı ömrü boyunca. Amacı neydi de kendisini bir yem gibi Ömer'in önüne atıyordu? Tamam Ömer ile karşılaşmak için bahanesi olduğundan ses çıkarmıyordu hiç. Ama bir gün Esma patlamazsa Ömer mutlaka patlayacaktı.
Meslektaşının yerleşmek için seçtiğini düşündüğü odanın kapısını tıklattı. İçeriden adım sesleri gelince alev alan yüzü ile iki adım geri atmış Ömer ile tekrar hoş olmayan bir muhabbet yaşama korkusuna daha fazla orada duramamış kapının önüne fırlatırcasına bıraktığı paketi umursamadan ardını dönüp yürümeye başlamıştı. Peşinden açılan kapı tüylerini diken diken ederken buna aldırış etmeden ilerlemeye çalışıyordu. Ömer'in tam arkasında olduğu gerçeğini göz ardı edip adım atmaya devam etti. Ayakları geri geri gitmek istiyordu, gerisin geri gitmek, sıkı sıkı sarılmak... Neyse ki kapı çok geçmeden kapanmıştı da Esma girdiği boş stresten, nefsiyle verdiği savaştan yara almadan ve kimseyi yaralamadan (!) çıkmıştı.
Okulun kapısından içeri giren Yiğit kendisine bakmadan yanından geçti. Üst kata çıktı. Ne yapıyordu? Üst katta kalan var mıydı? Görmemişti hiç oraya çıkanı. Kim her seferinde kat çıkmakla uğraşırdı ki?
Bir on dakika bekledi. Ne gelen vardı ne giden...
Tam yönünü değiştirip odasına yönelmişti ki hoparlörlerden kulaklarını kanatacak bir sinyal sesi duyuldu. Kulaklarını kapatsa da beyninin içine giren ses üç saniye içinde kesilmiş Yiğit'in sesi duyulmuştu.
"Kahvaltı masasına geçmeniz önemle rica olunur."
O da haklıydı gerçi. Tek tek kapı mı tıklanırdı? Da bu resmi olmayan resmiyet nereden geliyordu? Ne komik bir anonstu öyle. Önemle rica olunur... Gülüşünü gizlemeden çıkışa yöneldi. Müsait bir zamanda bunun dalgasını mutlaka geçecekti. Hep o yapacak değildi ya.
Çok geçmeden masanın etrafı gelenlerle dolmuştu.
"Ayırdığımız masa Aktaşlara ait." dedi Esma,
"Orası hariç dilediğiniz yere geçebilirsiniz."
Emir geldiğinde tip tip masaya baktı. Bu çocuğa içten içe kızıyordu ama bir karantina sürecinde verilebilecek en sağlıklı tepkiler de sadece ondan geliyordu. Karantina altına alındıkları ilk gün ortak masa kurmuşlardı. Yiğit'in haklı sebepleri olsa da komik bir durumdu. Emir hariç itiraz edenin çıkmamasıydı garip olan. Sanki o hariç herkes sessizce intihar ediyordu. Sevgilisi de dahil. Durumun ölümcül olmasına aldırış etmeden nasıl sakin kalabiliyorlardı? Nasıl bu kadar rahatlardı? Hele Burak, Okan ile konuşabilmek için fırsat gözlüyor gibiydi.
"Ne güzel bir piknik masası (!)" dedi alayla Emir,
"Sevgiyi, saygıyı ve hastalığı paylaşmak için birebir."
Senâ kolundan çekiştirip dikkatini üzerine çektiğinde kısık sesle de olsa "Abartma" dediği duyuldu.
"Baksana sandalyeler birbirinden ne kadar ayrı konulmuş."
"Bir sıkıntı olmaz."
"Hem Betül de burada yemeyecekmiş."
Emir sadece sevgilisinin duyabileceği bir tona indirdi sesini, önlerindeki masada bulunan bütün gözlerin kendi üzerinde olmasını umursamıyordu.
"Onu iki yıl boyunca koynunda uyutan abisi burada Senâ, Betül'ün olmaması neyi değiştirir?"
"Ona en uzak yere oturursun o zaman Emir."
"Sürekli dikkatleri üzerine çekersen bir hedef hâline gelirsin."
"Daha omzun iyileşmedi."
"Şu s*ktiğim muhabbeti çevirip durma. İyileşir. Önemli bir şey değil."
Senâ düşüncesizce edilmiş küfrü hiç umursamadan sözüne devam etti, Emir sinirlenince ağzından firar eden uygunsuz kelimelere alışıktı.
"Lütfen. Sen kendin için endişelenmiyorsun ama ben Yiğit'e güvenmiyorum. Benim için şu masaya geçer misin?"
"Emin ol hastalıktan ölme riskin Yiğit'in elinden ölme riskinden daha düşük, hatta aradaki fark dağ gibi."
"Hadi lütfen. Daha fazla dikkat çekmeni istemiyorum."
Emir bir şey demese de kolundan çekiştire çekiştire masaya yaklaştırdı onu. Neyseki o daha fazla uzatmamıştı da herkes önüne dönebilmişti.
Oturdular. Herkes olduğu yere yerleşti. Yiğit ve Okan uzunlamasına birleştirdikleri masaların iki ucuna denk geliyordu. Ortada bir gerilim hattı vardı sanki. Kimsenin tek kelime etmemesi miydi bu ortamı oluşturan? Başta fiyat sormuşlar ikram olduğunu duyunca teşekkür edip susmuşlardı. Konuşulmayınca beraber yemek yemek ne kadar gerici bir şeye dönüşmüştü öyle? Üstelik masa tam gibi de durmuyordu.
Senâ da kendisiyle aynı fikirde olacak olmalı ki çekinerek de olsa Okan'a dönüp bir soru sormaya niyetlendi.
"Betül'ün..."
"Bir rahatsızlığı mı var? Neden gelmedi?"
"Livâ da yok." diyerek arka çıktı Esma. Onların böyle söylemde bulunması diğerlerinin de başlarını önlerinden kaldırıp masanın çevresine bakmalarına sebep olmuştu.
Ağzındaki lokmayı yutup gözlerini Senâ'ya çevirdi Okan,
"Kardeşim kız erkek karışık oturduğumuz için dahil olmak istemedi."
Duyduğu şeye gülmüştü doktor, göz devirme isteğini bastırıp "Kimin hastası?" diye söylendi. Sesi masanın başına kadar gitmemiştir diye umut ediyordu. Zira abisi kendisine bakıyordu şimdi.
"Anlayamadım?"
"Kendi kendime konuştum, önemli bir şey değil."
"Livâ nerede peki?"
"Eşim Betül ile ilgileniyor, muhtemelen birazdan gelir."
İkinci bir sessizlik oluşmak üzereyken "Doktor da burada değil." demişti Burak.
"Betül ile aynı sebepten dolayı burada değil." dedi Yiğit. Kestirip atmıştı resmen.
"Bu onların hassasiyet gösterdikleri bir konu mu?"
Yeşil gözleri duyduğu merakla canlanmış, içinde sakladığı, büyütemediği o küçük çocuğun gözleri ile bakar olmuştu. Yiğit Burak'ın öğrenmeye olan hevesini görünce yanındaki kızı dürttü.
"Ömer'i çağırsana, anlatsın."
Esma dönüp bir değişik baktı yüzüne, ne diye öyle saçma bir ifadeye bürünmüştü?
"Çağırayım?" dedi.
"O da yemek yiyor şu an Yiğit?"
"Üstelik bu ortama girmek istemediği için odasında duruyor?"
Yiğit boş gözlerle baktı kendisine. Gerçekten Ömer'in nerede olduğuyla ve ne yaptığıyla ilgilenmiyordu. Önem arzetmiyordu onun için. Oralı olmamıştı bile. Derin bir nefes verdi doktor, sanki aynı rahimden çıkmamışlardı. Sanki kardeşi değildi de elin günün yabancısıydı.
Burak'a döndü cevap verebilmek için.
"Haremlik selamlık dedikleri olay. Ben de pek akıl sır erdiremiyorum."
"Haremlik selamlık? Duymuştum aslında."
"Yemek yerken ayrı oturmaları mı?"
"Hayır."
"Herhangi bir ortamda kadın erkek karışık oturmak yerine müsait olan her fırsatta oturmaları ayırıyorlar."
"Sanki iki cinsi bir araya getirseler..." devam edecekken durdu, bu cümleyi kurmanın hiç yeri değildi şu anda.
"Her neyse."
...
"Ama Betül normal oturmalarda yanımızda duruyor."
Esma bu haklı itiraza bir süre cevap vermeyip Okan'a baktı. Açıklamayı onun yapmayacağının farkına varınca önüne dönüp sözüne devam etmişti.
"Mecburiyetten duruyor."
"Mecburiyetten mi?"
"Evet. Bize onu gözlemlememiz ve not almamız gerektiği söylendi değil mi? Sağlığı söz konusu. Bu gözlemlerin ne kadar gerekli olduğundan bahsetmiyorum bile. Fakat biz o sürekli odasındayken bunu yapamayız. O yüzden dün abisiyle durumu bizzat ben konuştum. Bu sabah yanımızda olmasının asli nedeni bu. Zaten fark ettiyseniz okul içinde olmasına rağmen dış kıyafetleriyle duruyor, baştan aşağı simsiyah giyiniyor ve pek konuşmuyor."
Tekrar bir sessizlik vuku bulduğunda durumun anlaşıldığını varsayıp önüne döndü fakat Burak hâlâ konuyu dinliyordu, kestirip atmak yerine düzgünce bitirmek istedi.
"Bir kere bir arkadaşının Ömer'e neden bu konuda bu kadar katı olduğunu sorduğunu duymuştum."
"Ne dedi?"
"Ayet okudu."
"Detayını ona sorman çok daha iyi olur."
Ortam yeniden sessizleşti. Cebindeki telefon titreyince dikkatini Burak'tan çekip telefonunu çıkardı cebinden. Mesaj gelmişti. Yiğit daha demin telefonu bu yüzden eline almış olmalıydı.
"Ayeti neden okumadın? Ezbere biliyordun."
Çaktırmadan hızlıca cevabını yazdı. Susması dikkatleri üzerine çekmiş gibi hissediyordu ama diyecek başka bir şeyi yoktu zaten. Çok merak ediyorsa gerisini Ömer'den öğrenebilirdi.
"İnsanların zaaflarımı bu kadar erken öğrenmesine gerek yok. Hayatımda doğru düzgün bir cüz Kuran okumadım. Ömer'i anlayabilmek için ayetlerin mealini ezberlemiş olmam bilinmese de olur."
Mesajını henüz bitirmişti ki bir ses daha çalındı kulaklarına.
"O zaman neden ayrı yemiyoruz?"
"Anlayamadım?"
Duyduğu sesle gözlerini Senâ'ya çevirirken onun ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Nereden çıkmıştı şimdi bu?
"Neden biz ayrı yiyelim?"
"Çünkü o ikisinin bizden ayrı yemek için kendilerince önemli sebepleri var ama bizim kız erkek ayrı yememek için hiçbir sebebimiz yok."
"Bir sebebe mi ihtiyacımız var beraber yemek yemek için?"
Bir süre bakıştılar, Senâ doktorun itirazının nedenini anlayamamıştı.
"Beraber yemek için sebep arıyorum demedim," dedi.
"Ayrı yememek için ortada bir sebep bulamadığımı söyledim."
"Livâ'nın da buna aksi bir şey diyeceğini düşünmüyorum. Şurada topu topu 4 kızız zaten."
"İşte. Toplam dokuz, sadece kızlar dört kişiyiz. Neden biri kız biri erkek, iki kişi için ortamı değiştirmek istediğini anlayamadım?"
"Her neyse." diye kestirip attı sonra, Senâ'nın cevap vermesini beklememişti.
"Ne diye tartışıyorsak, nasıl istiyorsanız öyle yapalım."
"Mantık aramamalıydım."
Fısıldayarak söylemişti en son cümleyi, muhatabı duyarsa iş çirkinleşirdi. İlk günden gürültü patırtı çıksın istemiyordu.
"Binanın işlerini de bölüşmemiz lazım."
Yiğit'in araya giren sesi bütün masanın dikkatini üzerine topladı, Okan da dahil. Zira kendisi az önce önlerindeki tartışmayla ilgilenen diğerlerinin aksine sanki ortamda hiç ses yokmuş gibi yemeğiyle meşgul olmuştu.
"Ne işi?"
"Temizlik ve yemek."
"Bize hazır yemek değil, malzeme sağlayacaklar."
"Yemek işini ve hâliyle temizliği halletmemiz gerekiyor."
"Madem kız erkek ayrı yemeye karar verdik," dedi Esma'ya bakarak
"O halde şöyle yapalım,"
"Bu işin sırasını da böyle koyalım."
"Gün gün temizlikler bir tarafın, yemekler diğer tarafın olsun."
"Size uyar mı?"
"Başka bir fikriniz varsa söyleyebilirsiniz, çekinmeyin."
"Bence herkese uyar." demişti başka bir kadın sesi, Okan'ın hemen arkasından gelmişti. Livâ elini eşinin omzuna koymuş, yönünü masaya dönmüş, konuşmaya dahil olmuştu. Yeni gelmiş olmalıydı. Yiğit hemen karşısındaki çifti süzdü sakince. Bu ikisi bir araya geldiğinde şaşırtıcı bir şekilde baskın bir enerji yayıyorlardı. Sanki avcıyken av konumuna düşürüyorlardı insanı, öylesine ezici bir his...
Tuttuğu nefesini verdi ve düşüncelerini dağıttı. İkinci bir onay alıp karar vermesi gerekiyordu.
"Herkes aynı fikirde mi?"
"Evet."
"Sonuçta bu işler yapılacak, en iyisi böyle sıraya koymak olur."
"Bize de uyar."
"O zaman ilk gün için erkeklere soruyorum, kızlar için bir sıkıntı teşkil edeceğini düşünmediğimden,"
"İlk yemek mi yapmak istersiniz temizlik mi?"
Burak bir süre Yiğit'in yüzüne baktı. Sonra dönüp kızların yüzlerine baktı birer birer.
"Midenizi seviyorsunuz değil mi?"
...
"Harika bir organ, bence sevmelisiniz."
"Lütfen istesek de onu bize emanet etmeyin. "
"Hepimiz yanarız."
Emir dönüp arkadaşının yüzüne baktı. Temizlik yapmak istiyordu belli ki.
"Binanın yapımı yeni bitmiş. Her taraf kir pas içinde. Temizlik daha zor olmaz mı?"
"Önce sağlık." dedi Burak azarlar gibi.
"Bu kadar erkeğin el atacağı bir yemeğin güzel olmasına imkan yok."
"Üstelik önümüzde daha iki öğün var."
"Mide fesadı geçirmek istemiyorum."
Haklı olabilirdi. Kısmen.
"Temizliği tam beceremesek de yine kabasını alır, ertesi gün için kızlara yardımcı oluruz."
"Yemek işinin içinden çıkamayız ama. Malzeme israfı olur başka bir şey değil."
Yiğit ikisinin konuşmasından bakışlarını çekip Okan'a yöneltti. Sabahtan beri sesi çıkmamıştı hiç.
"Sen ne düşünüyorsun?"
"Bana fark etmez. "
...
"Temizlik mi diyoruz o zaman?"
"Diyelim bakalım." diye söylendi Emir,
"Ben seni yerleri silerken göreceğim." diye alttan alttan Burak'a fragman vermeyi de ihmal etmemişti.
Yiğit bıyık altından gülen kızları görmezlikten gelip ayağa kalktı. İyi eğlence çıkmıştı onlara da tabii.
"Yemekten kalktıktan sonra bir yarım saat içinde koordine olmamız lazım."
"İşlerinizi erken halledin bahçede buluşalım."
Baş ile onaylandığını görüp masadan ayrılmaya niyetlendi. Esma konuşmaya başlamasaydı başarılı da olacaktı.
"Aktaşlar bize çok yardımcı olabilirdi."
"Ama malum olan durumdan dolayı yemek yapımına hiçbir şekilde karışmamaları gerekiyor. Temizliği de tek kullanımlık maske ve eldivenlerle yapmaları ve olabildiğince temastan kaçınmaları en doğrusu olur."
Bu işi hiç düşünmemişti Yiğit, gitmeden önce arkasını dönüp temizliğe başlamadan önce söylemeyi düşündüğü şeyi de söyledi.
"O zaman..." dedi gitmeden,
"Temizlik yaparken başımızda bir kızın durmasını rica edecektim."
Dönüp Livâ'ya baktı.
"Yemek yapımına yardımcı olamayacaksan, bize yardımcı olur musun?"
"Bana uyar her şekilde."
Esma tip tip baktı Yiğit'e,
"Adamlarınla yetinir misin lütfen? Zaten şurada dört kızız. Yemek yapamazsa da bulaşık yıkardı. Ne diye onu da alıyorsun?"
Gözleri kısılmıştı muhatabının, kendisini dalgaya alacağı zaman ya da Esma açıkça canını sıktığında böyle tepki veriyordu.
"İş yaptıracak değilim." diye tersledi.
"İhtiyaç duyarsak soru sorabilmemiz için yanımızda oturması gerekiyor. İsterse size yardımcı olmak için yine bulaşık yıkayabilir."
Doktor bu ses tonundan hoşlanmamıştı. Aynı şekilde karşılık verdi Yiğit'e, yeri geldimi susması gerektiğini bilmesi gerekiyordu.
"Annelerinizin size nasıl temiz iş yapılacağını göstermemesi onların hatası, tepemde istediğin kadar söylenebilirsin ama bu durumu değiştirmeyecek ne yazık ki."
"Şimdi izin verirsen masadan kalkacağım."
Daha fazla muhatap olmadan ayağa kalktı. Kendisine bakmalarını umursamadan okulun yolunu tutmuştu.
"Sorun değil." dedi Liva, Yiğit'in Esma'nın peşinden bakakaldığını görünce konuşma ihtiyacı hissetmişti.
"Aynı saate denk gelmediği müddetçe iki tarafa da yardımcı olabilirim."
Yiğit derin bir nefes verip önüne döndü. Liva'nın kendini konuşmaya itip araya girmesi bir an için tebessüm etmesine sebep olmuştu.
"İtiraz etmekte haklı aslında." dedi.
"Yemek yaparken zaten iki kişi kalacaklar, Betül ayakta zor duruyor. Ben de yardımcı olabilecek birini isteyince sinirlenip tersledi muhtemelen."
"Elimizdeki malzemeler oldukça kısıtlı, ben gelirken ne getirdiysem o var yanımızda. Deterjan olsun, bez, kova, vileda olsun, ihtiyaç duyduğumuz şeyler öğleden sonra gelecek ama o zamana kadar mutfağı temizlememiz gerekiyor ki öğlen yemeğine yetişebilelim. Betül çok çabuk güçten düştüğü için öğün atlamaması gerektiğini söylediler. "
"Özellikle eşyaları yerine yerleştirirken birinin bize nasıl düzenlememiz gerektiğini göstermesi lazım."
"O yüzden rica ettim ama eğer sizin için sıkıntı olacaksa..."
"Önemli değil." dedi tekrar Liva,
"Bulaşık yıkamak da size göz kulak olmak da o kadar yormayacaktır."
"Hallederim ben."
"Teşekkürler."
"Rica ederim."
...
Temizlik yapan Okan, Ömer, Yiğit, Burak ve Emir... Yazması da okuması da kulağa çok eğlenceli geliyor 👀
Ama nasıl bir şey ortaya çıkacak tahmin etmek çok zor.
Güzel ilerlediğini hissediyorum. İnşaAllah böyle devam eder.
Eveeet, buraya karakterlerle alakalı bir iki cümle alabilir miyiz kısaca? 10 bölüm oldu. Aşağı yukarı bir karakter profili oluşmuştur akıllarda diye düşünüyorum :)
Acaba siz karantina sakinleri ile alakalı neler düşünüyorsunuz? Eksik yönleri neler? Güçlü duran karakterler kimler?
Bir deee, kitapta biri ölecek olsa -daha böylesine bir gelişme için çok erken olsa da- sizce o gerçekten Betül mü olurdu? Yoksa başka birine mi veda ederdik?
Allah'a emanet olun!
Sağlıcakla Kalın!
Aliya Sancaktar🥀
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |