Nihayet sabah olmuştu. Geceleyin yağan yağmurun tek izleri büyük camlarda leke yapan su damlaları olabilirdi. Şimdi de hafif çiseliyordu ve Burak yağmuru izlemeye bayılırdı. Gözü camdan aşağı usulca akan su damlasına takıldı, düşünüyordu. Dün geceyi düşünüyordu usul usul, akan bu bir damla su ona Betül'ün gözyaşlarını hatırlatıyordu.3
Emir'i pansuman eden doktor erkek olanıydı. Ağzını bıçak açmamıştı pansuman boyunca, tıpkı ilk gördükleri zamanki gibi sessizdi. Bunun dikkat çekici bir nedeni olduğunu düşünmüştü Burak, sanki bu çocuk susma yemini etmiş gibiydi. Sadece pansumanı yapıp bitirdiğinde etrafında toplanan herkesin yüzüne şöyle bir bakmış ve tek bir cümle sarf etmişti.
"Ona itiraz ettiğiniz sürece sorun çıkaracaktır."
Bu dolaylı yoldan "Canınızın yanmasını istemiyorsanız dediklerinden dışarı çıkmayın" demekti. Yiğit'e arka çıkıyor gibi değildi sesi, çaresiz ve samimi bir uyarıydı. Sözcüklerini sıraya dizerken saklamaya uğraşmadığı bezmiş bir tonun kendini duyurması ise Yiğit ile geçirdiği ilk sefer olmadığını dilegetiriyordu. Kimseden bir ses çıkmadı o an. Ömer, Emir'i doğrultup ayağa kalktı. Kız olan doktor ileri atıldı bu sefer. Genç çocuk, kadın meslektaşı istemsizce yanına yaklaştığında başını aşağı eğmişti.
"Devletin görevlendirdiği bireyler olarak müdahale edebilmek isterdik." demişti Esma,
"Ama burada tüm yetki ona ait. Biz çıkan sıkıntaları bertaraf etmek, yaralanmaları tedavi edebilmek için buradayız."
Burak bu söylenilen sözleri kendi zihninde toparlamaya çalıştı. Dedikleri şey çok açıktı aslında
"Kanamayı sarabiliriz ama durduramayız, diyorsunuz yâni." diye mırıldanmıştı kendi kendine. Ömer bu etkileyici cümleye tebessüm ederek tokalaşabilmek adına elini uzattı. Burak uzatılan eli sıkmış gülümsemesine şaşırdığı çocuğa şaşkınlığını belli etmeden içten bir tebessüm sunmuştu. Aradan çok vakit geçmeden ve başka bir muhabbete girmeden Emir'in başında toplanan bir avuç insan dağılmış herkes koskoca okulda idarelik bir köşe bulabilmek için koridorlara ve merdivenlere yönelmişti.
Burak yaralı arkadaşını merdivenlerde süründürmek istemediği için omzunun altına girip koridor boyu yürütmek istedi. Emir silkelenip doğrulunca bir süre bakıştıkar, arkadaşı histerik bir şekilde gülüp fısıldadı,
"Omzum, ayağım değil. Yürüyebilirim."
İkazı alan Burak sesini çıkarmadan geri çekildi. O sırada yaşadığı stresten yüzü gerilmiş yengesiyle göz göze gelmişti.
"Endişe etme." dedi. Ne diyeceğini bilemez bir ifadeyle önüne dönüp yutkunmuştu.
"Biliyorum biz buraya nasıl düştük diyorsun yenge ama"
"Yiğit her ne kadar dengesiz gibi gözüküyorsa da bir polis üniformasına sahip, aklı başında biri olmalı. Eminim her şeyin mantıklı bir açıklaması vardır."
Durdu birden. Cümlelerinin samimi hissettirmediğinin farkına vardı, dediklerine kendisi bile inamıyordu çünkü. Bununla daha fazla uğraşmak istemedi. Çok yorucu bir gün geçirmişlerdi ve Burak daha fazla devam etmek istemiyordu.
Yanından geçtikleri kapıyı işaret etti başıyla, Senâ önden gidip kapıyı açınca Emir içeri girip bembeyaz yatağın bir köşesine oturdu. İçerideki iki kişiye baktı inançla
"Aynı şekilde çıkacağız. Ne bir eksik ne de bir fazla. Sapasağlam, turp gibi."
Hırsla omzuna döndü ve sargı bezine iğrenerek baktı.
"Bu," dedi işaret parmağını sargı bezine değdirerek,
Sessizlik oldu, ikisi de başıyla onaylamıştı sadece.
Burak bir süre bekledi, Senâ bir şey söylemek istercesine Emir'e döndüğünde bunu fırsat bilerek odadan çıkmaya yeltenmişti. Arkadaşının sorgulayan bakışları üzerinde gezindiğinde başını utançla aşağı eğdi.
"Yengem bu odada kalırken," dedi yutkunarak
"Siz sorun etmeseniz de ben rahatsız olurum."1
"O yüzden müsaadenizle ben çıkayım."
Küçük adımlarını hızlandırarak kızaran yüzünü gizlemek istedi. Emir, çok çabuk utandığı için kendisiyle dalga geçerdi hep, bazen kaçası gelirdi bu yüzden. Küçük bir çocuk gibi koşarcasına dışarı çıktı. Senâ durdurmak istedi onu, suçlu hissetmişti. Peşinden seslenecekken Emir tuttu bileğini.
"Burak'ın bu huyunu seviyorum." dedi tebessüm ederek
"İstediğin bahaneyi uydur ve içeri davet et ama o doğru olan şeyin buradan ayrılmak olduğuna inandığı sürece geri gelmeyecektir."
"Bunu bildiğimiz halde onu geri gelmesi için ikna etmeye çalışmak eziyet olur. Arkadaşıma eziyet etmek istemem."
Senâ derin bir nefes verip Emir'in gözlerine dikti gözlerini.
"Sınırını bu kadar iyi koruduğu için yanında rahat hissediyordum ama şimdi onu yerinden etmişim gibi hissediyorum."
"Yerinden etmiş gibi mi?" dedi Emir alayla,
"Burası senin yerin Senâ. Hele ki dışarıdaki erkeklere güvenemediğinden bu odadan çıkmayı reddeden ve normalde benimle aynı odada bile zor kalan sen için, burada kalmak tercihin olduysa burası kesinlikle senin yerin."
"Burak bunun farkına vardığından çıkıp gitti."
"İzin ver onun için doğru olan şey ne ise onu yapsın."
Böylece ikisi de bakışlarını kapıdan çekti. Öte yandan Burak içinde rahatlamış olmanın verdiği huzurla zihnini yine gürültücü düşencelerinin eline bırakmıştı. En uç köşedeki oda hangisi ise oraya yerleşecekti şimdilik. Tercihen iki üç penceresinin olmasını yeğlerdi. Adımları o kadar yavaş ve sessizdi ki düşünceleri kendisini delirtebilecek kadar gürültülü olmaya başlamışlardı. Düşünmemek için derin bir nefes alıp ellerini başına çıkardı, tam o esnada kulaklarına dolan bir ses ayaklarını olduğu yere çivelemişti.
"Neden bana öleceğimi söylemedin?"
Her zaman ağlarken duymuştu bu sesi... Ağlamıyordu bu sefer. Sesi kısılmıştı. Yalvarıyordu adeta. O kadar pürüzlü geliyordu ki sesi boğazının acıdığına yemin edebilirdi Burak.
"Canı ne kadar yanıyordur kim bilir?" diye düşündü istemsizce, birini öyle çaresiz görmek ve hiçbir şekilde müdahale edememek canını sıkıyordu. Abisi için de bir o kadar zor olmalıydı. Derin bir nefes aldı ve başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı.
"Kulağını kapıya daya bir de istersen." diye söylendi kendi kendine. Buradan ayrılmalıydı. Arkasını döndü. Tam gidecekken Okan'ın sesi durdurmuştu onu.
"Söylesem ne değişecekti?" Demişti. Yutkundu Burak, bu nasıl bir teselli cümlesiydi? Teselli cümlesi miydi gerçi? Hayır, hayır değildi. Okan nasıl acımadan söyleyebilmişti bunu ona?
"Sen hep 'İnsanı ölümden eceli korur.' demez misin Betül?"
Ecel, insana verilen sürenin sona ermesiydi, Allah (c.c)'nün Takdirinde belirlenen ölüm ânıydı. Ne demekti, insanı ölümden eceli korur?
Yutkundu Burak tekrardan. Mutluydu, kendi yaşantısının dışında düşünebilecek bir şeyi vardı artık. Bunu düşünmek canını da yakmıyordu hem, gece kendi hayatı onu uyutmadığında kaçacak bir kapısı vardı. O an odadan gelen sesleri dinlemenin yanlış olduğunu unuttu. Eğer düşünmeye değer bir iki şey daha duyarsa bugün ondan kârlısı yoktu. İstemeden kulak kabarttı yine.3
"Ecelin gelmediği müddetçe ölmeyeceksen şayet o zaman hastalığının burada rolü ne Betül? Neden sana böyle bir şey söyleyerek yaşama olan umudunu elinden alayım?"
"Bugün beklemediğin bir anda duyduğun için ağlamaktan gözlerinin şiştiği o cümle, doktorların varsayımı kardeşim, hani şu hastalığından emin bile olamayan doktorlardan bahsediyorum."
"Ben bunu duyduğumda dikkate almadım. Dikkate değer bir şey değil çünkü. Ecelin geldiğinde ve vakit tamam olduğunda Azrail gelip hasta mısın değil misin diye bakmayacak. Seni yine ayıracak bizden. Hastalığın bununla tek alakası senin rahat bir yaşam sürüp sürmemen. Ben de vakit tamam olana kadar senin rahat bir hayatın olsun için çabalıyorum."
"Belki de senden önce öleceğim. Bunları biz bilemeyiz. Ve ben Betül, ben bunları sana anlatacak, sana bu konuda akıl verecek en son kişiyim kardeşim."
"Kendine gel ve biraz mantıklı düşün, olur mu?"
Odanın içindeki sesler dinmişti ama Burak'ın zihni için aynı şey söylenemezdi. Hâliyle bu kadar düşüncenin arasından Okan'ın artık odadan çıkabileceği düşüncesi kendini duyuramamıştı. Arkasında kalan kapı açıldığında öylece ayakta durup yere bakan bir genç görecekti Okan. Neler düşünecekti kim bilir? Gerçi anlayacaktı. Akıllı biriydi çünkü...
Kapı çok geçmeden açıldı. Okan durmaması gereken bir yerde öylece duran genci görünce hiç tereddüt etmeden seslendi ve göz göze gelmelerini sağladı.
Yeşiller, kırmızı kehribarlar ile muhatap olmaya alışık değillerdi. Kaçmak istediler, yeniden yere düşürmek bakışlarını... Ama kapının önünde yakalanmışlardı bir kere. Lafı dolandırmanın anlamı yoktu.
"Sizi dinledim" dedi açık ve net. Burak'ın dürüstlüğü karşı tarafı şaşırtmıştı.
Okan konuşmanın gidişatını merak ediyordu. Kendilerini dinlemek Burak'a bir şey kazandırmazdı, tabii boyundan büyük işlere kalkışmadıysa. Ama şöyle bir bakınca Burak böyle bir ortamda bu tür işlere karışmak için fazla deneyimsiz gözüküyordu.
"Herkesten uzak bir oda istediğim için seçtiğim koridorun sonuna kadar yürüdüm, sesinizi işittim. Hiçbir şey anlamasam da ecel konuşmanız dikkatimi çekti."
İkisinin de yüzünde umursamaz bir ifade vardı şimdi. Burak zihnindeki fırtınaları başkası duyar diye korktuğu için yüzündeki bütün mimikleri dondurmuştu. Okan ise bu hastalıklı sessizliğin farkına varmış boş boş yüzüne baktığı çocuğa başıyla karşı kapıyı işaret etmişti.
"Yolun sonunda bir oda istiyorsan diğer koridorlara bakabilirsin. Çünkü karşıda gördüğün kapı da dolu."
Burak bir şey demeden başıyla onayladı ve geldiği yoldan geri dönmeye başladı. Kırmızı Kehribarlar aklından çıkmıyordu bir türlü, kandan akan nehirlere sahiptiler ve bu... Tüyler ürperticiydi.
Nihayetinde kat değiştirmeden uygun bir oda bulup kendini yatağa attı. Büyük camları vardı bu odanın ama dışarısı gözükmüyordu. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu çünkü, bugüne dair kötü giden ne varsa hepsini temizlemek için uğraşıyordu adeta... Tebessüm etti Burak, ne kalbine giden eline engel oldu ne de kapanan gözlerine. Hayatında bir şeyler değişiyordu ve sanırsa her şey daha yeni başlıyordu!..
*Şimdi usulca bölümün başına bakın :)
Yorumlarınızı merak ediyorum. Bu kitaba dair sahip olduğunuz ya da olacağınız bütün düşüncelerinizi merak ediyorum. Lütfen beni onlardan mahrum bırakmayın ;)
Okur Yorumları | Yorum Ekle |