Yeni Üyelik
keyboard_arrow_left keyboard_arrow_left14.
Bölüm
keyboard_arrow_right

Xv - Aelomora Lisanı

@rakuusha
Qsak 28/4M762, Ientra/Kütüphane

"Aslına bakarsan, tahmin ettiğimden kısa sürmüş." dedi, iğneleyici ve tebrik eder bir şekilde. Sinir ve adrenalinden dolayı nefes nefese kalmıştım. Konuşursam yanlış bir şey söyleyeceğimden emindim o yüzden sakinleşene kadar bekledim. Derin bir nefes aldım, elimdeki titremenin geçmesini bekledim. Ortada bulunan masanın yanındaki sandalyeye oturdum. Amarus da yavaşça karşıma oturdu. Artık sakindim.

"Neden kuzgun?" dedim. Onca hayvan arasından neden kuzgundu? Bir kuzgunun bir kütüphane ile ne alakası olabilirdi? Korkutucu bir görünüşe sahip bir kuştu. Fakat bir o kadar da gizemli görünüyordu. Belki de kütüphanenin gizli olması ile alakalıydı. Amarus duruşunu düzeltti, boğazını yumuşattı ve ciddi tavrını takındı. "Neden mi kuzgun? Kuzgun bilgeliğin sembolüdür. Birçok mitolojide 'Sırların Bekçisi' olarak anılır. Denilir ki; 'İçinde bütün bilgilerin bulunduğu bir kütüphane vardır. Bir insanın zihninin tüm gücünü ortaya çıkarabilecek bilgilere sahip bir kütüphane. Ancak o kütüphaneye bekçilik eden bir kuzgun vardır. Kuzgunun Tanrı tarafından bizzat gönderildiğine inanılır. O kütüphaneye her insan girebilir ancak her insan öğrenemez. Bir insan kapının önüne geldiğinde, kuzgun insanın yeterliliğini test eder. Eğer kuzgun başına konarsa, öğrenmeye layık değilsin demektir. Kütüphaneye adım attığın an bütün kitapların sayfaları bomboş hale gelir. Eğer omzuna konarsa öğrenmeye layıksın demektir. Kütüphanenin bütün bilgileri sana açılır. Ancak kütüphane, bir insanın açlığını ortaya çıkaracak kadar fazla bilgiye sahiptir. İçeride vakit geçirdikçe nefsin daha da acıkır ve bir süre sonra kütüphane senin bilgilerini senden almaya başlar. Geçen zamanın farkına bile varmazsın, çürüyen bedeninin. Bu da ikinci sınamadır.' O yüzden benim kütüphanemin girişini de bir kuzgun koruyor." diye anlattı. "Kütüphaneye girebilen olmuş mu?" diye sordum. "Girebilen bir sürü insan olmuş. Ancak önemli olan girmek değil, çıkmak." dedi. "Peki girip çıkabilen olmuş mu?" olarak değiştirdim sorumu. "İki kişi." dedi. O kadar bilgiye sahip bir insan kim olabilirdi acaba? Aklıma anında Amarus geldi. Aşırı derecede zekiydi ve nesneleri yoktan var ediyordu. "İkisinden biri sensin değil mi?" diye sordum şüpheli bir şekilde. "Evet evlat, benim." dedi. Suratında pişman olmuş gibi bir ifade vardı. "Nasıl çıkabildin?" diye sordum meraklı bir şekilde. "Tanrıya yalan söyledim." dedi. Ne demek istediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bir insan nasıl olur da tanrıya yalan söyleyebilirdi ki? Tekrar konuşmak için ağzımı açtım ama Amarus susmamı işaret etti. "Şimdilik konumuz bu değil, zamanı gelince anlayacaksın." dedi ve koltuğundan kalktı. "Peki." dedim ve üstelemedim. Ama içim içimi yiyordu. O kadar fazla boşluk vardı ki aklımda. Kütüphaneden çıkan ikinci kişi kimdi? Amarus nasıl Tanrıya yalan söylemişti? Amarus neden kütüphaneye girdiği için pişman gibi duruyordu? Neden kütüphaneye girmişti?

Bunların hepsini bir kenara bıraktım ve Amarus'un kütüphanesine neden girdiğimizi düşünmeye başladım. Amarus o sırada birkaç rafı inceliyordu. Bir kitabı arıyor gibiydi. "Neden buraya geldik?" diye sordum. "Öğrenmek için." dedi. "Neyi?" dedim. "Aelomora Lisanını." dedi. Hayatımda ilk defa duyduğum bir lisandı. Sanırım kronografı kullanırken konuştuğumuz lisandan bahsediyordu. Raftan bir tane kitap çıkardı ve üzerindeki tozları silmeye başladı. Kitap yıllardır orada gibiydi. Kitabı getirip masanın üzerine bıraktı. Çıkan toz bulutları öksürmeme sebep oldu. "Bu kitabı en son 50 yıl önce kullanmıştım." dedi ve karşıma oturdu. "Bugün Aelomora lisanını tam anlamıyla öğreneceksin. Seni Louma'ya göndermeden önce lisanı bildiğinden emin olmam gerek." dedi. "Neden?" diye sordum. "Olası tehlikelere karşı lisanı tam anlamıyla biliyor olman lazım. Orada yanında ben olmayacağım." dedi. Olası tehlikeler derken neyi kastediyordu? Sokakta takılıp düşmek ya da yolda yürürken üzerine sıçrayan suları kast etmediğinden emindim. "Olası tehlikelerden kastın ney?" diye sordum. "Bir kere zamanla oynadın mı, o da seninle oynar farkına bile varamazsın." dedi. Zamanla birçok kez oynamıştım. Açıkçası epey bir korktum.

"Şimdi, başlayalım." dedi ve kitabı açtı. "Nesneleri zaten biliyorsun değil mi?" diye sordu. Onaylar biçimde kafamı salladım. "Ekleri öğrenmelisin." dedi ve anlatmaya başladı. "Aelomora lisanı bizim lisanımıza çok benzer. Bir büyüyü kullanacağımızda adını söyleriz. Örneğin: 'Xly pho Nemus', kanın kumu demektir. Burada kullanılan 'pho' sahiplik eki anlamına gelir. Bizdeki hali ile '-nın, -nin' gibi. Ancak 'pho' sadece somut şeyler için kullanılır. Mesela elma derken kullanabiliriz, ama koku derken kullanamayız. Soyut nesneler içinse 'xho' kelimesini kullanırız. Nesnelerin hepsi somut olduğu için sürekli 'pho' yu kullanacağız. Herhangi bir sıkıntı var mı? Ya da bir zorluk?" diye sordu kafasını kaldırıp bana bakarken. Lisan gayet kolaydı. Bizim lisanımız ile hemen hemen aynıydı. "Herhangi bir problem yok anlayabiliyorum." dedim. Kitaba döndü ve konuşmaya devam etti. "Güzel, gelelim hal eklerine. 'Nem' kum demek, 'us' ise ona '-u' ekini veren hal eki. 'Nem' olarak kullandığımızda kum iken, 'Nemus' olarak kullandığımızda kumu oluyor. Ancak 'us' sadece '-u' ekini getirebilir. Yani demir ile kullandığımızda (Kahtus) ortaya 'demiru' gibi saçma bir kelime çıktığı için sonuna '-ı' ve '-i' eki getiren 'as' kelimesini kullanıyoruz. Kısacası demir ile kullanımda 'Kahtas' oluyor." bana döndü ve tekrar sordu "Herhangi bir sorun var mı?" "Yok, gayet kolay." dedim ve dinlemeye devam ettim. Gittikçe ilgimi çekiyordu. Tekrar kafasını kitaba çevirdi. "Son kısım ise ikili kullanım. Bazı durumlarda bir sıvı için iki tane toz kullanman gerekebilir. Bu gibi durumlarda, ve anlamına gelen 'lo' kelimesini kullanıyoruz. 'Xly lo Nem pho Kahtas'" Bana döndü ve sordu. "Ne demek istediğimi anlayabildin mi?" Kendi kendime düşünmeye başladım. Eğer 'Xly' kan, 'Nem' de kum demek ise, 'Xly lo Nem pho' kan ve kumun demek oluyordur. 'Kahtas' da demiri. Düşüncemin doğru olduğunu düşünerek tahminde bulundum "Kan ve kumun demiri mi demek oluyor?" Amarus gülümsedi ve "Aferin evlat, çabuk öğreniyorsun.

Nesnelerin isimlerini ve gerekli ekleri öğrendiğine göre artık Louma'ya gitmeye hazırsın ama önce biraz dinlen." dedi. Aklıma takılan birkaç sorunun daha cevabını almak istiyordum. "Nesne isimlerinden başka kelimeler var mı?" diye sordum merakla. "Elbette var, bu bir lisan sonuçta. Ama sana sadece işine yarayacak olanları öğrettim." diye cevapladı. "Ne gibi kelimeler var mesela?" diye sordum. Bir sürü şey öğrenme hissi vardı içimde. Birden bire zihnim açılmış gibiydi sanki. Amarus biraz homurdandı sonra konuşmaya başladı. "Mesela 'ae'. Zaman demek. Lisanın adının başındaki Ae de oradan geliyor zaten. 'Aelomora' zaman ve büyücü demek. 'mora' da büyücü oluyor." "Anladım." dedim. Amarus kitabı kapattı ve rafa koydu.

Amarus kapalı olan kütüphane kapısına doğru yürümeye başladı. Kapının yanına geldiğinde kapı açılmaya başladı. Ben de arkasından takip ettim. Salona girdiğimizde her şey farklı bir hal aldı. İçeride iğrenç bir koku vardı. Şömine ateşi sönmüştü. Etrafta tek tük örümcek ağları vardı. Raflarda, tezgahta, şöminede. Amarus kendi kendine sinirli bir şekilde konuşmaya başladı. "İşte bundan nefret ediyorum!" Daha 10 dakika önce her şey yerli yerindeydi. Nasıl olmuştu da birdenbire salon böyle bir hal almıştı? Tezgahın üzerinde duran meyve tabağına baktım ve bütün meyveler çürümüş, tabak böcekle dolup taşıyordu. Amarus böcek ve çürük meyve dolu tabağı eline aldı ve diğer elini tabağın üzerine getirdi. Bir yandan küfür ediyor bir yandan tabaktaki meyveleri eski hallerine getiriyordu. O anda bütün çarklar oturmaya başladı. Ientra'nın neden bu halde olduğunu anlamıştım.

Amarus'a seslendim "Usta!" Elini tabağın üzerinden çekti ve bana baktı. "Ne oldu evlat?" Suratımda korkunç bir ifade ile sordum "Kütüphanede ne kadar zaman geçirdik?" Taze meyve dolu tertemiz tabağı tezgahın üzerine bıraktı ve bana baktı "2 ay."
modal aç
modal aç
modal aç