
Merhabaaa
Öncelikle yeni kurguma hepiniz hoş geldiniz. Aslında bu kurgu hiç kafamda yoktu bu sabah öylesine oturduğum bir anda aklıma düştü. Bende durmadım tabi, işe koyuldum. Tüm günümü bu kitap için harcadım diye bilirim aslında ama olsun değer.
Öncelikle kitapa geçmeden önce uyarmak istediğim bazı şeyler var o yüzden hemen açıklamaya geçeyim.
1)Yazdığım hikaye Karadenizde geçeceği için bazı sahneler çoğunlukla şiveli olacak👍 Türk olmadığım için bazı küçük küçük yazım hataları olabilir 🤍
2) Hikayede şiddet içeren sahneler kan vs. çok ağır olmasada küfürler olabilir lütfen bunları bilerek okuyun.
3) Bol Bol yorum yapmayı unutmayınnnn🙉Buraya bir Yavuz Payidar bırakıyorum. (Çaktırmayın adı aşırı hoşuma gitti şimdiden)
O zaman hikayeye geçelimmm...
Keyifli okumalarrrr..
....

Hafif rüzgar arabanın penceresinden içeri giriyordu. Karadeniz'in güzel havası arabanın içinde tanıdık bir koku yaratırken Yavuz'un çatılan kaşları bir nebze olsun yumuşamıştı. Seviyordu memleketini, gerçi işler uzun zamandır onu doğduğu yerden ayırmıştı ama şimdi geri dönmenin mutluluğunu yüreğinde taşıyordu. Özlemişti ailesini, en çok da küçük kardeşini. Karadeniz'in havasını burun deliklerinden ciğerlerine doldururken kapattı kehribar harelerini birkaç saniyeliğine ardından geri açıp parmaklarını direksiyona vurarak keyifle izledi avcunun içi gibi bildiği yolu.
Yaylaların yanından geçerken çalışan işçiler takıldı gözlerine. Yazın çay toplamak için yaylaya çıkan işçiler kışıda toprağı gelecek yaza hazırlamak için çalışırdı.
"Yavuz abi gelmuş!" Arabasını gören çocuklardan biri çığlığı bastığında Yavuz'un dudakları arasından bir kıkırdama kaçtı. Onların yanından geçmeden önce durdurdu arabayı ve kafasını camdan çıkarıp heyecanla onu izleyen çocuklara baktı.
"Özlediniz mi benu?" Normalde şiveyle konuşmazdı. İstanbul'da yaşadığı zamanlar oranın diline daha hakim olmuştu. Yine de memleketinin şivesini severdi. Çocuklar koşarak arabanın yanına geldiğinde içlerinden biri ellerini arabanın açık olan cam kenarına yasladı.
"Özleduk!" Dedi Esat yüzünde ki neşeli gülümsemeyle. "Ne getirdun bize?"
"Ula siz beni hediye için mi bekleyisiz?" Şakacıktan bir öfkeyle konuştuğunda Esat mahçup bir şekilde baktı ona.
"Olur mu abi öyle şey? Hediye içun deyul tabi." Yavuz gülerek baktı onlara, amacı karşısında ki çocuğu utandırmak değildi ama seviyordu çocuklarla uğraşmayı. "Akşam evin önüne uğrayın, vereceğim hepinizin hediyelerini." Dediğinde Esat hızla salladı başını.
"Tamamdur! Görüşuriz akşama!" Yavuz gülümseyerek salladı başını. "Görüşürüz, koşun hadi iş başına sonra kontrol etmeye geleceğim!" Esat hiç itiraz etmeden koşarak döndü tarlaya. Yine takip etti peşine takılan çocuklar onu.
Gözleri birkaç saniye gezindi etrafta. Arabasını görür görmez yüzündeki sıcak tebessümle ona doğru gelen 50 yaşının üstündeki İdris'i farketti.
"Hoş gelmişsun uşağum!" İdris abinin sesini duyduğunda gülümsedi, Yavuz. İdris abi onun kırmızı çizgisiydi. Saygısı büyüktü bu adama. Arabanın kapısını açıp indi aşağı, ona doğru gelen İdris abinin elini tutup öpmek için eğildiğinde İdris gülümseyerek durdurdu onu.
"Saçmalamayisun!" Elinin birini Yavuz'un sırtına yerleştirip sıvazladı. "Nerelerdeydun bakalım, hiç uğramayisun aramasak sormasak selami sabahi keseysun." Bir taraftan Yavuz'a sarılıp bir taraftan da konuştu alayla.
Yavuz gözlerini kapatıp birkaç saniye sarıldı ona, ardından başını geri çekip gülümseyerek baktı babası gibi gördüğü adama. "İşler İdris amcam, biliyorsun sende." Omzunu indirip kaldırdı. "Elimden geldiğincen uğramaya çalışıyorum ama anca bu kadar oluyor işte."
"Konağa mi geçeyisun?" İdris amcanın sorusuyla gülümsedi Yavuz. "Gidip bir ailemizu görek!" Keyifli bir sesle konuştuğunda İdris amca güldü bıyık altı ve başını salladı. "Git uşağum git, anan dünden beru ha Karadeniz'in canini okudi!" Ellerini beline koyup Hafize hanımı taklit etti. "Oğlum celiyi, oğlum celiyi diye dolaşmaduği dükkan kalmadi!" Yavuz tutamadı kahkahasını daha fazla yüreğinde.
"Bilmez miyim.." dedi hayıflanır gibi, yalan yoktu çok özlemişti annesini. "Hadi Allah'a emanet amcam, gelirim ben yine." İdris başını sallayarak onayladı onu.
"Çaya beklerum!" Dediğinde Yavuz elini göğsüne koyup hafifçe eğdi başını. "Emrin olur." Dedi saygısını belirterek ve bindi arabasına.
Bu yaylalar babasına aitdi, sadece burası değil Karadeniz'in bir çok yeri babasına aitdi. Her şey önce Mahir Payidar'a sorulur, sonra eğer o kabul ederse işleme konulurdu. Bir çok yeraltı işlerini yöneten Mahir Payidar'dı. Yaptığı her işte tek bir iz bile bırakmaz, bir gölgeden farksız haraket ederdi. Yavuz severdi babasını, bazen sevgisini esirgese bile iyi bir babaydı Mahir. Kendince iyiydi.
Yavuz, arabasını tekrar çalıştırmadan önce bir kız sesi duydu. "Yavuz!" Diye bağırdı nefes nefese, Yavuz başını hafifçe camdan eğip baktığında sesinden tanıdı arabanın arkasından bağıran kızı.
İdil'di bu, Yavuz bilirdi bu kızın kendisinde gönlü olduğunu. Yalanı yoktu hoş kızdı, ama Yavuz'a göre bir kız kardeşden farkı yoktu. Hiç bir zaman o gözle bakmamıştı İdil'e umut vermemek içinde uzak gezmişti hep.
"Dönmüşsin." İdil son anda hızını durdurup başını eğerek Yavuz'a baktığında Yavuz küçük bir tebessüm ederek salladı başını. Arabanın peşinden ne kadar koşmuştu bilmiyordu ama İdil'in yanakları kızarmıştı. Ya soğuktandı, ya da heyecandan.
"Döndüm." Dedi Yavuz sesli bir nefesle. "Nasılsın?"
"Ben iyiyum." İdil bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırırken heyecanla izliyordu Yavuz'u. "Sen nasilsun? Nasi geçti işler İstanbul'da?"
"İyiydi." Dedi Yavuz başını ağır ağır sallayarak. "Her şey yolunda."
"İdul!" Kübra teyzenin sesi doldu kulaklara, kızının Yavuz'un arabasının dibine kadar girmesine kızdığı belliydi.
Hangi zihniyetde yaşıyor bu insanlar? Diye geçirdi Yavuz içinden. Belli ki burda tek değişmeyen şey hâlâ örf adetlerdi.
"Geliyim ana!" İdil hızla annesine döndü ardından tekrar aynı hızla Yavuz'a.
"Görüşüriz sonra." Dediğinde kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Yavuz'un gözlerine bile bakmak başını döndürüyordu.
"Görüşürüz." Dedi Yavuz, ve döndü önüne. Daha İdil'in gitmesini bile beklemeden bastı gaza. Umrunda değildi, bu kıza hiç ümit vermemişti. Kendi kafasında hayaller kuruyorsa bu onun suçu değildi.
Biraz sonra arabası kendi mahallelerine giriş etti. Koca konağın önüne parkettiği arabayla indi aşağı, kapıda duran iki koruma onu görür görmez gülümsedi ve iliklediler hızla ceketlerinin önünü.
"Durun ula durun." Yavuz arabadan inerken söylendi alayla. "Kanuni sultan suleyman gelmeyi ya, ne ilikleyisiniz önünuzi?" Korumalardan biri gülümserken elini başının arkasına atıp kaşıdı ensesini.
"Alışkanlık abi, kusura bakma." Yavuz sert adımlarını ileri atıp bir elini Zahir'in omzuna koyarak sıktı. "Nasılsınız bakayım?" Gözleri Zahir'le Süleyman arasında gidip geldi. İkiside birbirine bakıp gülümsedi.
"Bıraktığın gibi abi." Dedi Süleyman, diğer korumaların aksine, Süleyman İstanbulluydu. Şiveside hiç yoktu bu yüzden. Sadece istediği zaman şiveyle konuşurdu.
"İyi olun." Çenesin ucuyla gösterdi konağı. "İçerde mi bizimkiler?" Diye sorunca Zahir başını salladı.
"Şenlik varidur, Yavuz, içerude." Başıyla işaret etti konağı. "Hafize ana bir haftadir durmadan çalışayi oğlum gelecektur diye."
"Çaktırma abi." Süleyman fısıldadı. "Süründürdü bizi de." Devirdi gözlerini hafifçe. "Bir ara kafama sıksam nasıl olur diye düşünmedim değil, kusura bakma ama Hafize ana hiç çekilmeyi da!" Alayla konuşup şive yaparken güldü Yavuz ve işaret parmağını Süleyman'a doğru sallarken içeri yürüdü.
"Sultanım ne isterse o." İçeri girmeden önce söylendi alayla. "Gıkuni çıkaranun leşüni sererum bu kapiya!" Süleyman ve Zahir baktılar birbirlerine ardından güldüler ve konuştular aynı anda. "Yaparsin!"
Yavuz girdi içeri. Adımlarını attı çocukluğunu geçtiği bu konağa, gözlerinin önünde binlerce anı birikirken dudaklarını yumuşak bir tebessüm çekiştirdi.
Konağın geniş bahçesinde bir masa kurulmuştu. Tabi bu masayı kesin Yavuz'un sultanı biricik annesi hazırlamıştı. Abisi Cafer kapıya sırtını dönmüş dolmaları aşırırken Yavuz başını sağa sola salladı onu azarlar gibi. Sinsice yaklaştı arkasından, ve yanına varır varmaz ellerini vurdu birbirine.
"Yedi sülaleni-!" Cafer ağzı dolu bir şekilde elini kalbine koyarken Yavuz yürekten bir kahkahayla attı başını geri.
"Ya gör işte gör!" Dedi elini sallayarak. "Utanmaz mısın sen kardeşinin rıskını yemeye?"
"Ana!" Diye bağırdı Cafer. "Gel al ha bu deli oğlini başimda-" ağzı dolu konuşurken ani bir şokla döndü Yavuz'a doğru.
"Burda misun ula sen?" Yavuz devirdi gözlerini hafifçe. "Yok abi, japonyadan bir kopya mı yaptırıp gönderdim." Ellerini iki yan açıp döndü etrafında. "Nasıl güzel yaptırmış mıyım? Ara bir yağlayın ama beni gıcırdarım sonra çok ses yaparım uyutmam ha sizi."
Cafer ona hâlâ şok dolu gözlerle bakarken Yavuz buruşturdu yüzünü. "Lan niye estetik amelyatı yaptırmışım gibi bakıyorsun, burdayım işte."
"Ana!" Diye bağırdı Cafer. "Ha bu uşak hortladi!" Yavuz çattı kaşlarını. "Ula gerizekali, iyi musun sen? İki gittik istanbula mirasa konmak içun mezara mı koydun ha bizu?"
"Evet." Dedi Cafer alayla. "Mezar taşini bile almiştim." Yuttu ağzındakileri. "Bak çok yazuk oldi şimdu parama." Başını kaldırıp baktı kardeşine. "Sende vardur para, ateşlesene bir ikiyuz." Yavuz devirdi gözlerini. "Hiç değişmemişsin abi."
"Değişursam şerefsuzim demiş miydim?" Yavuz gülerek sarıldı abisine. "Demiştin abi, demiştin."
"Yavuz'im!" Annesi merdivenlerden inerken bağırdı. "Oy kurban olduğim dönmüş!" Cafer sıkıca sarıldı kardeşine ardından geri çekilip gülerek izledi merdivenlerden inen annesini.
"Yavaş anam yavaş." Yavuz ayrıldı abisinin kollarından ve annesine doğru yürüdü koşar adım. Annesi daha merdivenlerin ucuna varır varmaz sarıldı oğlunun boynuna. Yüzüne sayısız öpücükler bırakırken bir tarafdanda söyleniyordu.
"Kot kafali uşak!" Dedi Hafize ana dolu gözlerle. "İnsan hiç mi arayip sormaz da anasuni? Böyle mi büyüttim ben seni?"
"Anne her gün arıyordum." Yavuz bıkkın bir sesle söylendiğinde Hafize ana vurdu oğlunun omzuna hafifçe.
"Sus, anaya cevap verilmez." Ellerini koydu oğlunun yanaklarına okşadı. "Gideysun gurbet ellere anacuğuni birakayisun burda bi başina."
"Anam kocasiyla çok mutli." Diye söylendi Yavuz sinsice. "Anam kocasuni hep oğluna tercih edeyi." Hafize ana sesli bir nefesle çekti oğlunun kulağını.
"Şaka!" Dedi Yavuz sahte bir acıyla buruşturup yüzünü. "Valla'a şaka anacım!" Annesinin ellerini tutup üstüne sayısız öpücük bıraktı. "Ben hiç cevap verir miyim anacığıma?"
Hafize ana gülerek bıraktı oğlunun kulağını ve bir kez daha öptü yanağından. "Aaa." Diye bir ses çıktı Cafer'in ağzından. Radyoda çalan muziğin sesini artırdığında Yavuz gülerek baktı ona.
Ekran Ocaklı'nın Çayır biçiyom Çayır şarkısı herhalde şuan en alakasız yerde çalıyordu. "Bir dansunuzi alurum beyefendi." Cafer gömleğinin kollarını sıyırırken Yavuz devirdi gözlerini. "Abi, daha yeni girdim içeri farkındaysan."
"E da noldiii?" Cafer uzatarak kelimeleri mırıldandı. "Korktun mi?"
"Kim ula?" Yavuz çattı alayla kaşlarını. "Ben mi?" Çıkardı ceketini hızlıca üstünden. "Senden mi korkacağum ula, korkulacak bir yanin olsa neyse." Ceketini astı merdivenin korkuluklarına. "Gece çocuklarin rüyasina canavar diye girsen kedi sanup sevecekler ha senu."
"Mizah anlayuşunuzda göriyirim hâlâ yerunde." Cafer kaldırdı kollarını. "Meydanda görelum seni kot kafali."
Yavuz yüzünde bir sırıtışla dikildi abisinin karşısına ve kaldırdı kollarını. "Emrin olur."
"Ay oğlum." Dedi Hafize ana iki oğlunun karşılıklı oynamasını izlerken gülerek. "İzun verseydunda soluklanaydi ha bi çocik." Cafer kollarını ve ayaklarını haraket ettirirken göz ucuyla baktı annesine ve yürekten bir kahkaha attı. "Ben şimdi alacağim ha onun yorgunliğini anacuğum da sen hiç merak etma."
"Sen mu ben mu?" Dedi Yavuz ellerini kollarını haraket ettirip dans etmeye devam ederek. Abisini çaprazında bırakırken oynamaya da devam ediyordu. Gözlerinin içi ışıldarken özlemi ve hasreti yüreğinde hissediliyordu.
Yalanı yoktu özlemişti buraları. Kokusunu, havasını, suyunu, ama en önemlisi ailesinin bu neşesini özlemişti.
Dakikalarca devam etti bu oyun havası, bilen bilir karadenizin şarkıları uzun sürerdi. Yavuz ve Cafer birkaç adım da yaklaştılar birbirlerine. Başlarını öne eğerek şarkıya eşlik ettiler.
"Elalem sevda ettida ben ettumda noldida ben ettumda noldi!" Sesleri ve gülüşleri birbirlerine karışırken neşeleri tüm konağı sarmış gibiydi. Hafize ana onların bu haline gülerken Yavuz aylar sonra ilk kez kaybettiği huzuru bir nebze olsun bulmuş hissediyordu.
Aile başkaydı.
"İki dakkaya sarılir bunlar birbirlerunun boğazina." Yavuz babasının sesini duyarken kolları havada bir şekilde başını çevirdi sağa. Merdivenlerin başında duran babasını görünce yüzüne yumuşak bir tebessüm yayıldı. Cafer'de indirdi kollarını, masaya yürüyüp alçalttı şarkının sesini.
Yavuz nefes nefes indirdi kollarını yanına, kaç yaşına gelirse gelsin babasının önünde hep küçük bir çocuk gibi kıvranırdı. Gören olsa onun bir mafya olduğuna inanmazdı.
Babası ağır ağır indi merdivenleri ve açtı kollarını iki yana. "Oğlumuzun illa bize sarilmasi için ayağina mi gelmemuz lazum?" Yavuz koşar adım girdi babasının kolları arasına ve sarıldı ona sıkıca.
"Olur mu babam hiç öyle şey." Sıvazladı babasının sırtını, sıcaklığını hissetti zira pek sarılmazdı babasına. "Biliyorsun Cafer abimi, lafa tuttu beni."
"Ula kot kafali ne çabuk sataysin sen benu?" Cafer alayla sorduğunda Yavuz sırıtarak baktı ona. "Satilmaya çok musayitsun." Babasının kolları arasından çıkarken alayla düşünür gibi yaptı. "Bir milyon verseler saa acaba ne yaparsin o parayi çok merak edeyurim?"
"Yedi sulalemu satarum." Cafer hiç acımadan cevap verdiğinde Mahir göz ucuyla baktı oğluna onu uyarır gibi. "Hiç bakmayasun baba, seni bile tanumam."
"Beni bile mi?" Dedi Yavuz alayla, Cafer güldü. "Hangi aptal senun için bir milyon verecekse aciyorumda ha ona."
"Kimse kimseyi satmayi." Diye araya girdi Hafize ana. "Özlemim da gelir birazdan, nasi özledu seni bir bilsen. Git üstüni değiştur rahatla, birazdan döner okuldan!"
"Bende onu özledim anacım." Dedi Yavuz gülümseyerek ardından kapıya seslendi. "Süleyman sana zahmet çantamı getirir misin?"
Süleyman kafasını kapıdan içeri uzattı. "Abi rica etme ya, alışık değilim ben Vallah'a bak bünyem algılamıyor." Yavuz kaşlarını çattı.
"Çantami getur Süleyman!" Dediğinde Süleyman gülerek salladı başını. "İşte bu be! Allah'ına kurban hep böyle emr et abim!" Azar yemekten zevk alır gibi bir hali vardı. Yavuz salladı başını iki yana ve baktı babasına bir tebessümle.
"Yemekte görüşürüz babam." Mahir başını sallayarak onayladı oğlunu, pek konuşkan biride değildi zaten.
Yukarı çıkmadan önce annesi sıvazladı oğlunun omzunu. Yavuz eğildi ve annesinin alnına bir öpücük kondurup ardından çıktı üst kata. Gözleri Karadeniz'in manzarasında gezinirken dudaklarında yumuşak bir tebessüm vardı.
Sürekli şehir dışına çıkıyor, memleketine gelmeye vakit bulamıyordu, Yavuz. Babasının ona emanet ettiği işler yüzünden doğup büyüdüğü yerlerden ayrı düşmüştü. Ama ilk kez temenni dönüyordu, çünkü başka bir patron bulmuştular İstanbul'da ki şirket için.
Yavuz'da artık kendi memleketinde ki işlerle uğraşmak kararı almıştı. Yıllar önce o şirketi, Yavuz kendisi kurmuştu. Babasıda oğluna yardımcı olarak Karadeniz'deki işlerinin bir kısımını İstanbul'a yönlendirmiş oğlunun üstüne bırakmıştı. Ama Yavuz daha fazla oralarada kalmak istemediğinden, hasretinden geri dönmüştü. Yedi ay olmuştu memleketinden ayrı düşeli.
Yedi ay olmuştu Hafsa'yı görmeyeli.
Onun varlığından bile haberi olmayan bir kıza sevdalanmıştı. Onu hiç görmeyen, belki de sadece kendisinin adını duyan bir kıza sevdalanmıştı.
Hafsa Polatlı, Cihan'ın tek kızı. Yeni bir aşk değildi bu Yavuz için, sevdaydı. Ateşine düşdüğü bir sevdaydı. Hafsa, yedi senedir uzaktan uzağa taht kurmuştu kalbinde. Yedi senedir bir gün olsun aklından çıkmazdı o kız Yavuz'un. Kendi duygularına ihanet etmekten korkup başka kimseyle göz göze gelmeyecek hale getiren bir sevdaydı bu onu.
Yıllar önce mahallenin ortasında gördüğü kavgada aşık olmuştu o kıza. Bir erkeğin saçlarına yapışmış bağıra çağıra bir şeyler söylüyordu, hırçındı, cesurdu. Ama yüzünde öylesine saf bir güzellik vardı ki çalmıştı Yavuz'un kalbini.
O zamanlar kendisi 22 yaşlarında bir gençti. Hafsa ise 18-ne yeni basmış masum bir kız. Cesareti yoktu karşısına dikilmeye, ama uzaktan uzağa severdi onu. Hafsa'nın bilmediği aşkına ihanet etmekten korkardı hep, severdi. Vazgeçmezdi.
29 yaşındaydı şimdi. Hafsa ise 25. Beklemişti beklediği kadar. Çıkacaktı Hafsa'nın karşısına, izin verecekti varlığından haberi olmasına.
Belki Hafsa'da onu sevecekti. Deli gibi çarptı Yavuz'un kalbi. Hafsa'nın karşısına çıkacağını düşünmek bile yakıp kavuruyordu kalbini.
Görünmez olmayacaktı artık.


Ruhefza'ya cünha olmayacaktı daha fazla. Çıkacaktı karşısına, bu akşam yapacaktı bunu.
Dönmek için en büyük sebebide buydu zaten. Heyecandan titreyen ellerini yumruk yapıp açtı bir kere ve girdi odasına. Biraz sonra Süleyman'ın getirdiği çantadan çıkardığı kıyafetleri bıraktı yatağın üstüne.
Uzun yolcuğun ardından bir duşa ihtiyacı vardı. Hızlıca banyoya girdi. Kurtuldu üstünde ki kıyafetlerden ve duşunu aldı. Geri çıktığında belinden havluyu çıkarıp hızlıca üstünü giyindi.
Hafsa siyah rengini sevmezdi. Bu yüzden siyaha aşık adam genellikle beyaz giyerdi. Aldığı gömleği hızla üstüne geçirdi. İlikledi önünü. Altına giydiği siyah pantolonundan kemerini geçirdi ve kapattı önündeki tokayı. Gömleğinin kollarını bağladıktan sonra kahverengi saçlarını taradı. Kurutma gereği bile duymadı, sevmezdi saç kurutmayı.
Aynanın karşısında ki parfümü alıp üstüne sıktı. Seviyordu bu parfümün kokusunu, çünkü Hafsa yasemen seviyordu. Yıllarca o kız hakkında öğrenmediği tek bir şey bile yoktu. Bir sapık gibi görünmek istemiyordu, ama elinde değildi. Aşıktı.
Bu akşam yemeğinden sonra inecekti pazara, çünkü Hafsa genellikle aile akrabalarıyla pazarda çalışırdı. Gece saat 8-9 olmadan öncede dönmezdi eve. Akşam yemeğinden sonra gidip göre bilirdi Hafsa'yı.
Nefesini verip çıktı odasından. İndi aşağı, merdivenleri iner inmez 6 yaşında ki kız kardeşi koşup yapıştı bacağına. "Abi!" Diye bağırdı neşeyle. Yavuz gülerek eğildi tek dizinin üstüne, ve çekti küçük kardeşini sıkıca kollarına.
"Nasıl özlemişim." Diye fısıldadı Özlem'in sırtını sıvazlerken kokusunu içine çekerek. "Ben seni çok özledim biliyor musun?" Şiveyi bile daha doğru düzgün konuşamıyordu, Özlem. Yavuz genellikle şiveyle konuşmazdı. Özlem'in yedi ay öncesine kadar her günü Yavuz'la geçtiği için onun dilinden konuşmaya alışmıştı. "Hiç gelmiyorsun sen bizi görmeye!"
Yavuz çekti başını geri, Özlem'in ipek gibi saçlarını okşadı bir eliyle. "Özür dilerim, ama biliyorsun işleri var abinin." Eğilip öptü yanağından. "Barışalım mı? Hem sana hediye aldım ben." Dedi göz kırparak.
Özlem'in somurtan dudaklarına hızla bir tebessüm yayıldı. "Ne aldın!" Heyecanla sorduğunda Yavuz gösterdi başıyla kapıyı. "Gel bakalım." Dedi doğrulup küçük kardeşinin elini tutarak. Kapının önüne çıktıklarında Zahir'e baktı. "Zahir benim bagajda ki oyuncakları hazırlarsın. Çocuklar gelecek birazdan, dağıtırsın onlara."
Zahir başını sallayarak onayladı onu. "Emrin olur Yavuz'im." Yavuz arabanın arka kapısını açarken çattı kaşlarını. "Nerde Süleyman?" Diye sordu merakla. Zahir verdi nefesini hayıflanır gibi. "Hafize ana pazara yolladi." Güldü Yavuz ve arka koltuktan çıkardı bebek evini. "Anam salmayi da bu uşaği." Kapattı arabanın kapısını ve yürüdü Özlem'in yanına.
"Al bakalım." Özlem heyecanlı gözlerle abisinin ona uzattığı bebek evini aldı kollarına. "Teşekkür ederim abi!" Diye bağırdı neşeyle Yavuz eğildi aşağı ve işaret parmağıyla vurdu yanağına. "Alırım bir öpücüğünü." Dediğinde Özlem gülerek bastırdı dudaklarını abisinin yanağına. Ardından unuttu abisini ve kucağında tuttuğu bebek eviyle girdi konağa.
"Ana bak abim bana ne almış!" Heyecanla konuştu hâlâ sofrayı hazırlayan annesine kucağında ki oyuncağı gösterek. Hafize ana güldü ve salladı başını. "İyi yapmuş, teşekkur ettun mi abine?" Özlem salladı başını ve hızla koştu odasına.
"Yemek yiyeceğiz cimcime nereye!" Diye bağırdı Yavuz keyifle ama Özlem çoktan dalmıştı odasına. Hafize ana güldü ve elini salladı oğluna doğru. "Sonra yer o, gel sen buraya bakayum." Yavuz ağır ağır yürüdü annesinin yanına.
"Oğlunuza yemek mi hazırlıyorsunuz?" Bir elini yasladı masaya. "Kim o şanslı çocuk sultanım?" Hafize ana gülerek çattı kaşlarını. "Deli çocik." Masadan bir sarma alıp oğlunun dudaklarına doğru götürdü. Yavuz gülümseyerek dudaklarını araladı ve kabul etti annesinin ona uzattığı lokmayı. "Nasi tadi?" Diye sorduğunda Yavuz birkaç saniye çiğnedi ağzında ki lokmayı.
"hm.." diye bir mırıltı çıktı dudaklarından. "Tuzu mu az olmuş?" Hafize ana çatınca kaşlarını güldü Yavuz. "Harika olmuş, sen yaparsında olmaz mı hiç?" Hafize ana sesli bir nefesle hayıflandı. "Otur bakalum hadi." Dediğinde gülerek oturdu Yavuz ve masadan bir sarma daha alıp onu ağzına attı. Bir kolunu sandalyenin arkasına atıp yan yaslanarak oturduğunda abisi telefonla konuşarak girdi bahçeye.
"Hayirli olsun Cihan bey." Yüzünde bir tebessüm varken telefonda birilerini tebrik etmekle meşguldü. Yavuz Cihan ismini duyunca kaşlarını çatarak baktı abisine. Hayırdır der gibi kaldırdı tek kaşını, abisi işaret parmağını kaldırdı bir dakika der gibi ardından aynı elini beline koyup başını sallayarak konuştu.
"Geliruz tabi, ne diye gelmeyelum!" Gülümseyerek konuştu. "Allah'a emanet, İnşAllah...İnşAllah. geliruz tabi ayir yerimizu şimduden!" Birkaç saniye daha sürdü bu konuşma. Ardından kapattı telefonu ve kayıtsızca bıraktı masaya sarmalardan birini alıp ağzına attı. Yavuz başka bir sarma daha alıp atarken ağzına merakla izliyordu abisini.
"Ne olmiş oğlum?" Hafize ana sordu merakla, Cafer ağzında ki lokmayı çiğnerken gülümsedi.
"Cihan abi davet etti." Dedi yutarak ağzındakileri. "Hafsa'nin düğüni varmiş haftaya." Sözler ağzından çıkar çıkmaz Yavuz'un yuttuğu lokma takıldı boğazına.
"Ay oğlum!" Hafize ana endişeyle masadan bir bardak su alıp uzattı oğluna. "Yavuz!" Dedi Cafer'de aynı korkuyla, Yavuz boğazına takılan lokmayı yutamadığında elini göğsüne vurup birkaç kez öksürdü ve hızla annesinin elinden alıp içti suyu. "İyi musun?" Hafize ana Elini oğlunun sırtına hafifçe vururken Yavuz zar zor yuttu boğazındakileri.
Duyduklarının yanlış olması için yalvardı Allah'a içinden. Göğüs kafesi sıkışırken boş bakışları dolandı masada. Nefesi boğazına takılırken sanki bir saniye içinde vücudunda ki tüm kan çekildi. Titredi tüm vücudu, kendini ilk kez böylesine güçsüz hissetti.
"Hafsa?.." diye döküldü kelimeler kendinden habersiz, ve başını çevirip baktı abisine. "Cihan'ın kızı Hafsa?.." dediğinde Cafer çattı kaşlarını ve salladı başını.
"Evet." Bir elini kardeşinin omzuna koyup sıktı hafifçe. "İyi misun sen Yavuz'im?" Yavuz boğazına oturan yumruyla nefes alamadığını hissetti. Masadan destek alarak ayağa kalktı. Başını hafifçe iki yana sallarken arkasını döndü.
"İyiyim." Diye fısıldadı. "Dönerim birazdan.." sözler ağzından zorlukla çıkarken yürüdü merdivenlere ve bir ölüden farksız yukarı çıktı.
"Ne oldi şimdu buna?" Diye sordu Hafize ana kafası karışmış bir şekilde. Cafer kaldırıp indirdi omuzlarını. "Bilmeyurum ki ana." Dedi düşünceli bir sesle.
Yavuz yukarı kata çıktı. Odasına girer girmez sırtını kapıya yasladı. Bir elini şakaklarına koyarak ovuşturdu alnını. "Yanlış duydum." Dedi dudakları arasından çıkan korku dolu bir gülüşle. "Yanlış duydun Yavuz, saçmalama.." Göğüs kafesi hızla inip kalkarken masanın aynasından baktı kendine. Yüzünün rengi solmuştu, sıktığı çenesinden boynunda ki damarlar çıkmıştı ortaya. Gözlerinin içi kızarmıştı, ağlamaya hazırdı.
"Ruhefza'ya Cunha mı oldum ben şimdi?.."
***
Gelecek bölüm görüşürüz, Allah' emanet olunn💫❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |