10. Bölüm

10 BÖLÜM-HUZUR

Selin Eliz
selinelizben

Keyifli okumalar oylama ve yorumlar unutmayınn💞💞

 

....

 

 

 

Yavuz Payidar.

 

Akşam saatlerine geliyordu. Güneş ufuktan batarken ben sessiz bir şekilde direksiyonu kavramış arabayı konuma sürmekle meşguldüm. Bugün olanlardan sonra Hafsa'yı eve bırakmış direkt olarak Zahir'in bana attığı konuma doğru yol almıştım. Yarın düğünüm vardı, ama ben burda saçma sapan şeylerle uğraşıyordum.

 

Hayır, saçma sapan değildi. Kimdi bu Mustafa? Kim olduğunu sanıyordu! Hafsa o yurdu istiyorsa ben söke söke alırdım bu orospu çocuğu kim olduğunu sanıyordu? Her şeyi alıp neden bir tek annesinden kalma yurdu Hafsa'ya devr etmek istiyordu?

 

Cihan itinin söylediği tek kelimeye bile inanmıyordum. Hafsa'nın Tarık'la birlik olup böyle bir şey yapmayacağına adım kadar emindim. Bu işte bir parmağı var mı diye Kemal'i düşünüyordum ama onun olmasına imkan bile yoktu. Düğünüm olacağından bile muhtemelen hâlâ habersizdi. Hafsa'dan haberinin olması daha imkansız bir durumdu.

 

O zaman geriye tek bir şey kalıyordu, muhtemelen bu şerefsiz her kimse Cihan'ı tanıyordu. Hafsa'yı tanıyor olabilir miydi? Belki de Hafsa'da gözü vardı? Çenemin kasıldığını hissederken bu aptal düşünceler aklımı kurcaladı. İçime düşen kurtu bir türlü söküp atamıyordum.

 

Tüm bunları düşünerek kendi kafamda kurdum ve öfkemi körükledim. Elimde olan bir şey değildi, benden başka birisinin gözleri Hafsa'ya değecek diye ödüm kopuyordu. En önemlisi bir kez daha bir başkası benden önce onun gönlünde yer edinir diye korkuyordum.

 

Çünkü Hafsa'nın gönül kapıları benim yüzüme sert bir şekilde çarpmıştı. Ve ben hâlâ anahtarlarını bulamamış o soğuğun ayazında titriyordum.

 

Telefonu arabanın önüne tutturmuş son hız gaza basıyordum. Trafik ışıkları bile beni durdurmuyordu. Cevapsız sorularımın cevaplarını bulmamın tek yolu Cihan'ın şirketini devr alan şu itle konuşmaktı.

 

Sağ tarafımda Cafer otururken bir eliyle üstünden geçirdiği kemerin ipini sıkıyordu. Bu kadar hız yaptığımdan şikayetçi olduğunu yüzündeki dehşete düşmüş ifadeden anlıyordum. Sanki ona küfür etmişim gibi ara bir bana bakıyor ne zaman yavaşlayacağım diye bekliyordu. Onu buraya sürükleyen ben değildim, gittiğim her yerde peşime kuyruk gibi takılıyordu. Konumu bulduğumuzu öğrenir öğrenmez beni yalnız bırakmamış hastaneden taburcu olarak takılmıştı peşime.

 

Bize seçim hakkı bile sunmadan onun ardından arka koltuğa yerleşen Tufan şu an öfkeli gözlerle iki koltuğun arasından düz yolu izliyordu. En az benim kadar o da öfkeliydi, annesinden kalma yadigar bir yurdu kimin ele geçirdiğini merak ediyordu. Bu adam her kimse hepimizle çok güzel bir oyun oynuyordu.

 

"Ula yavaş sürsene şuni!" Cafer'in açıkça rahatsız olan sesini duyduğumda burnumdan sıkıntılı bir nefes verdim. Benim de merak ettiğim buydu.

 

Acaba ne zaman şikayet etmeye başlayacaktı?

 

"Yavaş filan sürme, mümkünse daha hızlı sür." Arkada oturan Tufan öfkeli bir sesle konuşunca Cafer yerine onu dinledim. Benim için en makul seçenek daha hızlı gitmekti.

 

"Gaz vermesene şuna!" Cafer onu azarlarken başını arkaya çevirdi. "Kaza yapup öteki dünyadamı yapuşacaksunuz adamın boğazuna anlamayirim ki!"

 

"Korkaksın lan sen." Dedi Tufan soğuk bir sesle. "Öleceksin diye ödün kopuyor."

 

"Kopayi tabi!" Diye yükseltti sesini. "Benum canum kıymetli!" Cafer savunmaya geçince Tufan sert bakışlarını çevirdi ona.

 

"Lan biz canımızı pazardan mı aldık?"

 

"Canıni bilmeyim." Cafer abartı bir sesle konuştu. "Ama beynini pazardan almışsin orasi kesin!" Tufan'ın ateş saçan gözleri Cafer'in yüzüne takılırken her zaman soğuk bakan harelerini bu sefer Cafer yüzünden büyük bir tehlike sarmıştı.

 

"Cafer bak zaten sana sinirliyim! Daha o gün olanları unutmadım seni şu arabadan dışarı atmadan önce kapa o çeneni!" Bu açık bir tehditti, ve çok ciddi duruyordu. Şu anda kafam bunları dinleyecek durumda değildi. Tüm sabrımı kaybetmeme ramak kalmıştı.

 

"O gün ne olmiş ki?" Cafer gayet masum bir ses tonuna bürününce Tufan geniş gözlerle baktı ona.

 

"Ulan ensemden tutup beni üç tane adamın ortasına attın!" Yapmadığına şüphe yoktu. Cafer'di bu kendi kıçını kurtarmak için beni bile satardı.

 

Tufan öfkeli ifadesini koruyup Cafer'e bakarken her an arka koltuktan öne atılıp onun boğazına yapışacakmış gibiydi. "Zaman kazandırayidim bize." Cafer buruşturdu yüzünü. "Saa da yaranılmayi, benum sayemde kurtuldik." Tüm bunları duymanın öfkesiyle Tufan elini yüzüne götürüp burun kemerini sıktı.

 

"Cafer biz kurtulmadık!" Kendine engel olmaya çalışıyordu. "Bizim üstümüzden geçip sonra da kapılarımızın önüne attılar!"

 

Cafer hızla salladı başını ve alayla yaslandı arkasına. "Haklısin, benum fikrumdi. En azundan kafamiza sıkmadilar değil mu? Önemli olan da bu." Kaşlarımı çatarak Cafer'e baktım.

 

"Senin fikrin miydi?" Dediğimde yüzümde hoşnutsuz bir ifade vardı.

 

"Evet, bizi kapunin önüne atun böylece vermek isteduğuniz mesaju sevguli babacuğum anlar dedum, onlarda öyle yaptiler." Anlattığı her şey çok normalmiş gibi konuşurken bazen Cafer'in beni ürküttüğünü farkettim. Kesinlikle beyninde bir sorun vardı. Kafamda oturamayan bir şeyler varmış gibi öz abime şüpheyle bakarken Cafer kıstı gözlerini.

 

"Ne bakayisin öyle ula?" Yüzünde eğlenen bir ifade belirdi. "Dayak yemek ölmekten daha iyu."

 

Benim abim neden böyleydi?

 

"Sen kafadan gidiksin oğlum!" Tufan sabırsızca söylendi. "Seni rötgene soksak olmayan beynin kafanda değil kıçında çıkar!" Cafer umursamaz bir tavırla devirdi gözlerini.

 

"Çok abartayisin." Keyfi gayet yerindeydi. "Bence baa teşekkür etmelusin, ben bu hakaretleri haketmeyirim." Ciddi bir ifadeyle bana baktı. Ona soğuk gözlerle baktığımın farkında değildi. "Haksuz muyim kardeşum? Ben daha güzel sözlere layuğum." Her kelimesinde direksiyona olan tutuşum sıkılaştı. Sabrımı sınıyordu. Tufan öne atılıp elini Cafer'in kafasına geçirdiğinde öfkesi içinde kaynıyordu.

 

"Sen bir boka layık değilsin! Allah'ın cezası!" Cafer dudakları arasından keskin bir nefes verirken Tufan'ın vurduğu yeri ovuşturdu.

 

"Ne vurayisin ula!" Diye sesini yükseltince öfkeyle döndüm onlara.

 

"Yeter!" Dikiz aynasından önce Tufan'a sonra yanımda oturan Cafer'e baktım. "Kapatın ikinizde çenenizi! Kavga edecekseniz çekiyorum sağa defolun gidin nerde ediyorsanız edin!" Ani patlamam onları rahatsız etti ama ikiside susarak önlerine döndüğünde sonunda rahat bir nefes verdim. Bakışlarımı hızla önüme çevirip arabaya yüklenmeye devam ettim. Tam da o an çalan telefonumun sesini duydum. Bakışlarım arabanın önüne takılı olan telefona kaydı.

 

Ekranda Süleyman'ın ismini gördüğümde önce olanlara anlam veremedim. Zaten arkadaki arabada onlar vardı ne diye beni arıyordular ki? Dikiz aynasından geri baktım ama zaten peşimde olduklarını farkedince şüphem arttı. Sağ elimi direksiyondan ayırarak arabanın önüne takılı olan telefona uzattım. Onu hızlı bir şekilde alarak kulağıma doğru götürüp açtım aramayı. Ben daha ağzımı açıp tek kelime edemeden Süleyman'ın sesini duydum.

 

"Abi durdursana arabayı!.." Boğuk seslerine hışırtılar eşlik etti. Gözlerim bir kez daha dikiz aynasından dışarıyı izledi. "Noluyor Süleyman?" Endişeyle ağzımdan çıkan iki kelimenin ardından Zahir'in sesini duydum.

 

"Seni geberteceğum!" Süleyman yine ne yapmıştı?

 

"Abi sağa çeksene ya!" Aciliyet dolu sesiyle öfkeli gözlerim yola kaydı. Kısa saniyeler içinde uygun bir yer bulunca arabayı sağa çektim ve frene bastım.

 

"Noldu?" Tufan'ın meraklı sesiyle beraber Cafer'in merak dolu gözleriyle karşılaştım. Ne olduğunu az çok tahmin ediyordum, omuzlarım bir teslimiyetle çökerken arkama yaslandım. Ben durunca refleks olarak Zahir'de durmak zorunda kaldı.

 

Soğuk bakışlarım dikiz aynasından arkayı izlerken aynı tahmin ettiğim gibi Süleyman arabadan indi ve hızla bizim arabaya doğru koştu. Göz bebeklerim onları takip ederken artık bile isteye beni sinir ettiklerini düşünmeye başlamıştım. Onun peşinden inip kovalayan Zahir'i izledim. Öfkem her an patlamaya hazırdı. Kendimi resmen dört tane çocuğun arasında sıkışıp kalmış hissediyordum.

 

"Ulan!" Zahir'in kapılardan dolayı boğuk gelen sesini duydum. Gür sesi sokakta yankılanırken öfkeyle avcumun içini yüzüme yaslayıp parmaklarımla alnımı ovuşturdum. "Bezdum ula senden!"

 

"Lan noluyor!" Tufan kapıyı açıp inerken sıkıntılı bir nefesle çözdüm kemerimi, yüzümde bana eşlik eden bıkkın ifadeyle indim arabadan. Zahir öfkeden deliye dönmüş bir şekilde Süleyman'ın yakasına yapışmış onu bizim arabaya yaslamıştı.

 

"Dürüst olalım dedik! Ne bu öfke!" Süleyman savunmacı bir sesle konuşurken Zahir onun yakasını daha sıkı kavradı. "Süleyman seni geberturum!" Tufan öfkeli gözlerle onlara bakarken ben gözlerimi kısmış bu aptal sohbetin nereye gideceğini dinliyordum.

 

"Lan ben içerude kaldum!" Cafer kapıyı açmak istiyordu, ama Zahir Süleymanı tam olarak onun kapısının önüne yasladığı için pek mümkün değildi.

 

Tüm sinirlerim gerilirken ellerim iki yanımda yumruk oldu. Bizim şu an şirkete varmamız gerekirken burda dört tane çocuğun kavgasını izliyordum. Sanki beni çıldırtmaya niyetli gibi süreyi uzatıyordular kafamı kurcalayan her bir soru içimdeki kıskançlık ateşini körüklüyordu ve onlar bunun farkında bile değildi.

 

Dördüde bir ağızdan konuşuyordular. Hiç susmaya niyetleri yoktu.

 

"Senin o şom ağzıni dağutacağum!" Zahir öfkeyle Süleyman'ın yüzüne kükrerken Süleyman irkildi yerinde ve kırpıştırdı gözlerini.

 

"Aslan mübarek." Küçük bir çocuk gibi izledi Zahir'i omuzlarını kendine çekerken. "Bıraksan mı acaba beni? Kan kardeşinide öldürmeyeceksin değil mi?"

 

"Öldüreceğum!" Zahir hiç çekinmeden konuştu. "Mezarinida kendim kazacağum!" Süleyman'ın gözleri Tufan'a kaydı.

 

"Biliyorum pek tanışmıyoruz." Zahir'in öfke dolu gözlerine bakarken yutkundu sertçe. "Ama yardım eder misin? Bu çok kötü bakıyor lan!"

 

"Lan çeksene kıçuni kapunin öninden!" Cafer büyük bir sitemle bağırdı. "Şu olayi kaçurduğuma inanamayirim! Gözlerumle görmem gerekiyi!" Şu anda ciddi miydi? Tek derdi bu muydu!

 

Tufan soğuk gözlerle onları izleyip tek adım atmazken Süleyman'ın Zahir'i çok fazla sinir edecek bir şeyler yaptığına emindim. Ama şu anda bunu sorgulayacak durumda değildim. Onların klasik haliydi, her zaman Süleyman Zahir'in sinirlerini bozar sonrasında dayak yememek için kaçacak delik arardı.

 

Cafer kapıyı açamayacağını farkedince düğmeye basarak arabanın üst penceresini açmaya çalışıyordu.

 

Göğüs kafesim hızla inip kalkarken kalan sabrımıda kaybetmiştim.

 

"Lan yeter!" Hüsran dolu bir bağırış dudaklarım arasından kaçınca dördününde bakışları bana döndü.

 

Cafer arabanın içinde olduğu gibi donup kalırken Tufan'da bağırmamla oflamıştı. Benim tehlikeyi andıran bakışlarım onların yüzünde gezindi. Öyleydi. Bu saatten sonra ciddi anlamda başları benimle dertteydi. Kaç saattir sinirlerimi bozdukları yetmezmiş gibi şimdi de çocuk gibi didişiyordular.

 

Adımlarımı hızla arabanın önünde dolaştırdım, öfkem adım seslerime yansıyordu. Tüm sabrımı sınayarak beni bu hale onlar getirmişti. Zahir'le Süleyman'ın arasına girdim ve kaba bir şekilde Zahir'in ellerini Süleyman'ın yakasından kurtardım. Süleyman bu yaptığımla rahat bir nefes vermişti.

 

"Yüri!" Dediğim gibi Zahir'in ensesini yakalayıp onu arabasına doğru götürdüm. Ayaklarını yere dayayıp bana direnmeye çalıştı. "Yavuz izun ver en azundan bir tane yumruk atayum! Bir tanecuk!" Öfkesi yerli yerindeydi. İsyanlarını görmezden gelerek bizden birkaç adımlık uzakta olan arabaya yürüdüm. Sürücü koltuğunun kapısını açarak onu zorla içeri ittim.

 

İçeri savrulan Zahir koltuğa yerleşti. Bana bakarak bir şeyler söylemek istediğinde onun konuşmasına bile izin vermedim.

 

"Arabadan inmeyisin!" Kapıyı sert bir şekilde yüzüne çarptığımda onun bu hallerine 32 diş sırıtan Süleyman'a baktım. Gözlerimdeki tehlikeyi farkedince hızla gülüşü soldu.

 

"Bin ula şuraya!" Adımlarımı üstüne götürdüm ve gömleğinin arkasından yakalayarak onu da aynı şekilde kendi arabamın kapısını açarak arka koltuğa ittim. "Abi ne kızıyorsu-" öfkeyle ona baktığımda kapattı çenesini ve bir çocuktan farksız yerleşti arka koltuğa.

 

Bakışlarım Tufan'ı bulunca onu iteklememe bile gerek kalmadan oturdu Süleyman'ın yanına. Kapıyı çarptım ve bakışlarım direkt olarak Cafer'in camını buldu. Çoktan kafasını telefonuna eğmiş sanki çok önemli bir şeye bakıyormuş gibi öfkemden saklandığını farkettiğimde kısık bir küfür savurdum ve arabanın önünden dolaşıp sürücü koltuğuna oturdum. Gözlerim hepsinin üstünde gezindi bir-bir, kimsenin gıkı çıkmıyordu.

 

İyi, böyle devam etsin.

 

"Ağzıni açanın sıkarum kafasuna!" Öfkem dinmemişti, onların çocuk hallerinin tüm sinirlerimi alt üst ettiği yetmezmiş gibi birde Mustafa denilen itin düşüncesi beni daha fazla geriyordu. Hızla kemerimi taktım ve bir daha koyuldum yola. Son uyarımdan sonra kimse tek ses etmemişti. Dakikalar sonra vardığımız şirketin önünde gözlerim tabela da gezindi. Burası Polatlılara aitken kısa süre içinde tabelaları bile söktürmüşdüler.

 

Kemerimi çözer çözmez açtım kapıyı, ayağım sert bir şekilde yere basarken gözlerim binada gezindi. O Mustafa denen itin hayatını cehenneme çevirecektim!

 

Benimle beraber Cafer, Süleyman, Tufan'da arabadan inerken arka arabadan Zahir'inde indiğini farkettim. Onlara zaman bile ayırmadan girişe yürüdüm ve girdim içeri. Birkaç kişinin konuşmaları, çalışanların etrafta dolaşması. Şu an bunlar pek umrumda değildi, adımlarımı direkt olarak danışmana götürdüm.

 

"Mustafa yılmaz." Dedim sert sesimle, çalışan genç kadın başını kaldırıp bana baktı. "Anlamadım?" Diye sordu kafası karışmış gibi zorla tebessüm ederek.

 

"Mustafa yılmaz dedim bacım, nesini anlamıyorsun?" Kadın bana aval aval bakarken peşimden gelen Cafer'in nefesini duydum. Sağımda o solumda Tufan dururken onun da bakışları benim kadar soğuk ve şüphe doluydu.

 

Süleyman Zahir'in yanına yaklaşmazken Zahir'in öfkesi hâlâ dinmiş gibi değildi.

 

"Sen onun kusurina bakma bacim Mustafa yilmaz diye birune bakayiriz biz, buranun patroniymiş görüşe bilir muyuz kendusuyle?" Kadının tek kaşı havalanırken gözleri üstümüzde gezindi.

 

"Mustafa bey bugün toplantıda, müsait olduğunu sanmıyorum." Diyerek bizi kibarca reddince öfkeyle baktım ona.

 

"Toplantı odası kaçıncı katta?" Sesim o kadar soğuktu ki kendimi tanıyamadım.

 

"Beyefendi toplantıda diyorum." Beni nazik bir tavırla uyarırken kıstım gözlerimi. Toplantısı umrumda değildi. "Oradan bakınca sağar mı benziyorum? Duydum! Toplantı odası nerede dedim!" Kadın sesli bir nefes verirken bıkkın bir ifadeyle baktı bana.

 

"Sizi içeri almam mümkün değil. Kurallar gereği bunu yapamam." Duygusuz gözlerle yüzünü izledim.

 

"Kuralların umrumda değil!" Sözlerimin ardından kadından bir cevap bile almadan ikinci kata çıktığımda gözlerim etraftaki odalarda gezindi.

 

"Beyefendi durun!" Kadının bağırışını duydum, muhtemelen biraz sonra tüm güvenliği buraya dökeceğine emindim ama açıkça umrumda değildi. Benim bu olayı bugün çözmem gerekiyordu. Yukarı çıkınca diğerleride peşime takılmıştı. Karşıma çıkan rastgele bir işçiyi yarı yolda durdurdum.

 

"Mustafa Yılmaz'ın toplantısı nerede?" Hızlı bir şekilde sorarken çalışan çattı kaşlarını. "Üçüncü katın 4-cü odasında." Cevap alır almaz koşar adım merdivenlere yürüdüm ve üçüncü kata çıktım.

 

"Yavuz biraz sakun mi olsan!" Zahir'in sesini duyduğumda onu görmezden geldim. Sanki kendisi millete işkence etmiyormuş gibi birde bana soğukkanlı olmamı söylüyordu. Zahir babamın sağ koluydu desen yeridir. Çoğu zaman bu kirli işlerde fazla soğukkanlı olduğu için insanları konuşturma yöntemlerini Zahir'in ellerine bırakırdı.

 

Dışarıdan soğuk görünen bu adam aslında tam bir tehlikeydi. Onun aksine Süleyman kan görse bayılırdı. Ama iyi nişancıydı. Sorun şu ki kimi öldürse sonrasında bayılıyordu.

 

Üçüncü kata varır varmaz gözlerim odalarda gezindi. Sonunda dördüncü odayı farkettiğimde keskin adımlarımı oraya götürdüm. Ellerim iki yanımda yumruk olurken kapıyı sert bir şekilde açarak girdim içeri. Bir toplantının ortasındaydılar, masanın başında beni farkeden 30 lu yaşlarındaki adamı gördüm. Siyah saçları geri taranmış bakışlarından kurnazlık akıyordu. Üstünde takım elbise vardı, iyi en azından biraz sonra parçalayacak bir şeyler bulmuştum.

 

"Beyefendi ne yapıyorsunuz?" Diye sitem ettiğinde diğerleride çoktan peşimden içeri dalmıştı.

 

"Mustafa hanginiz?" Soğuk gözlerim masada dolanınca tam olarak tahmin ettiğim gibi kurnaz bakışları bir miktar şüpheyle beni buldu. "Benim, ne istiyorsunuz?" Dediğinde donuk harelerim diğerlerine döndü.

 

"Dışarı çıkın." Rica değil, bu bir emirdi. Burada bir kavga çıkarsa başkalarına zarar vermeye hiç niyetim yoktu ama bu kurnaz adam için hislerim aynı değildi.

 

"Beyefendi." Uyaran bir ses tonuyla bana baktı. "Burası benim toplantı odam, dağda mı yaşıyorsunuz siz? İçeriye böyle dalabileceğinizi size düşündüren nedir?" Sabrımı sınamak istediği açıktı.

 

Elimi belime götürüp çıkardığım silahı havaya doğrulttum. Bir el ateş edip tavana sıktığımda masa başındaki insanlardan korku dolu çığlıklar duyuldu ve saniyeler içinde hepsi sandalyelerden kalkıp dışarı koştular. Mustafa denen adam sert bir şekilde yutkunarak boynundaki kravatı gevşetince gözleri elimde tuttuğum silahla kesişti.

 

"Ödleklere bak ula." Cafer keyifle söylenince hızla silahı indirdim aşağı. Gözlerimi adamdan ayırmazken kapının kolunu yakaladım ve onu çekip kapattım. Elim aşağı kaydı anahtarı iki kez çevirip kapıyı kitlerken gözlerim hedefimi terk etmiyordu.

 

Benim kadar Tufan'ında öfke saçan gözleri Mustafa'yı izliyordu. Zahir yanımda durmuş kısık gözlerle Mustafa'ya bakarken Süleyman kapının yanında yer alan masanın üstündeki küreyi işaret parmağıyla sağa doğru döndürüyordu. Yüzündeki umursamaz bakışla Mustafa'ya bakarken Cafer büyük bir keyifle bu durumu izliyordu. Sanki buraya sadece izlemeye gelmiş gibiydi.

 

Sert adımlarımı ileri götürdüm. Tedirgin bakışlarla beni izleyen adamın gözleri bir an olsun üstümden ayrılmadı. Tam önüne gelinceye kadar haraket ettim. Başımı eğip sandalyesinde oturan adamı dikkatle izledim. Kurnaz bakışları elimdeki silaha kayarken korktuğunu genişleyen irislerinden anlıyordum.

 

Avcumun içinde tuttuğum silahı sert bir şekilde masaya çarptım. Adem elması yukarı aşağı haraket ederken yutkundu ve elleri sandalyenin kenarlarına tutundu. Sanki refleks olarak olası bir durumda kaçmak istiyor gibiydi, sorun şu ki kaçacak hiçbir yeri yoktu.

 

"Sana tek bir soru soracağım." Elimi masanın üstüne bıraktığım silahtan çektim. Keskin bakışlarım ortamı geriyordu. "Atasoy yetiştirme yurdunu neden Hafsa'ya devr ediyorsun?" Bakışlarına bir miktar merak erişti. Sanki bunu zaten bekliyormuş gibi yüz ifadesini sıkıntı sardı. Bunun olacağını biliyordu, ama bunun olmasından daha çok korkuyor gibiydi.

 

"Ne demek istediğinizi anlamadım." Yalana baş vurdu. "Bak bak, anlamamış." Süleyman'ın küçümseyici sesini duyduk.

 

Başka alaycı bir yorum Cafer'den geldi.

"Kulaklarinda sorin varidur heralde, gitmeyun ula çocuğin üstüne."

 

"Duydun mu Zahir? Anlamamış." Süleyman tekrar konuşurken sırıtarak baktı Zahir'e Zahir gözlerini kısıp hızla bakışlarını çevirdi önüne.

 

"Konuşmayirim seninle." Öfkesi hâlâ dinmemişti. Süleyman devirdi gözlerini. "Sende ki kin devede yok!"

 

Bu durumu hiç ciddiye almıyordular. Bir tek ben ve Tufan'dı bu durumdan fazlasıyla rahatsız olan. Annesine ait bir şeyi başka bir adamın alması sinirlerini bir hayli bozuyordu

 

"Neyini anlamadın lan!" Tufan bağırdı ve birkaç adımla Mustafa'nın üstüne yürüdü.

 

"Anneme ait olan bir şeyi alıp sonra onu kız kardeşime devr etmek istiyorsun! Nesini anlamadın piç kurusu!" Kolumu Tufan'ın önüne kaldırarak durdurdum onu.

 

"Ben halledeceğim." Mustafa denilen bu piç kurusu benimdi, onun hesapını ben kesecektim ve bir başkasının buna karışmasını istemiyordum. Tufan burnunda öfkeli bir nefes verdi ama benimle hiçbir çatışmaya girmeden bir adım geri çekildi.

 

Bakışlarım bir kez daha rahatsızca kıpırdanan gözleri buldu. İçeri girdiğimizde büyük bir kurnazlıkla bana bakan harelerini artık korku ve tedirginlik sarıyordu.

 

"Bak." Elimi uzatıp omzuna koyduğumda hafifçe yüzüne doğru eğildim. "Sözümü ikiletmeyi sevmem. Sözümü iki edenleride sevmem. Ve sözümü iki edenler başlarına gelecek olanıda sevmez." Bu açık bir tehditti. Bana doğru düzgün bir cevap vermezse elimden kurtulamayacaktı. Çünkü artık fazla bir sabrım kalmamıştı.

 

Gözlerimin içine bakan Mustafa ciddiyetimin farkındaydı. Ve bende o ciddiyeti görmesini istiyordum. Çünki sinirlerimi geriyordu, ve ben o sabrın sonuna varırsam iğrenç bir adama dönüşürdüm. Dili dışarı fırladı ve gerginlikle kuruyan dudaklarını ıslattı. Vücut dili bir şeyler gizlediğini açıkça belli ediyordu, öğrenmeden durmayacaktım.

 

"Size söyledim." Sırtını geri yaslarken benden olabildiğince uzak durmaya çalıştı. "Ne söylediğinizi anlamıyorum!"

 

"Mustafa..bey!" Sesim yükselirken sonlara doğru zar zor yüzüme samimiyetsiz bir tebessüm yayıldı. "Mustafa bey, Mustafa bey.." ismini alaycı bir tehlikeyle tekrarladım. "Sana bir soru sordum, ama aldığım cevap pek hoşuma gitmiyor." Harelerimi kaldırdım ve odada gezdirdim. "Şimdi ben alsam şu silahı.." dişlerimi sıkarak baktım ona. "Senin pekmezini akıtsam şu masaya. Nasıl olur?"

 

"Çok ayıp olur." Süleyman keyifle söylenirken son bir kez daha döndürdü işaret parmağıyla küreyi ve ağır adımlar attı bize doğru. "Biz hiç öyle pis insanlar mıyız?"

 

Tufan kıstı gözlerini ve dilini vurdu damağına. "Hiç yani, kimsenin boynunu kırmayız mesela."

 

"Kimsenin parmaklarinida kesmeyuz." Zahir'de katıldı bize. Bu küçük oyundan keyif aldığını harelerindeki yaramaz bakıştan anlıyordum. "Baa bakmayun ula." Cafer ağır ağır salladı başını iki yana. "Ha tabi bir çatişmanun ortasuna atacaksaniz bizu, oni kendume siper ederum."

 

"Sen hiç merak etme kardeşim." Tufan alayla kollarını göğsünde kenetlerken başını hafifçe eğdi omzuna. "Senin yerine burnunuda kırarım ben, boşuna gitmedik o boks derslerine." Önümüzde giderek küçülüp yok olan Mustafa'nın korkusu bana bir şekilde keyif verdi.

 

Yine de istediğim cevapları henüz duymuş değildim. "Tabi biz öyle pis insanlar değiliz.." rahat bir tavırla kaldırdım tek kaşımı. "Ama istersen, olabiliriz." Eğildim yüzüne doğru ve fısıldadım. "İster misin?" Yutkundu ve ayaklarını sert bir şekilde bastırdı yere.

 

"Bilmiyorum hiçbir şey!" Yeter ama!

 

Omzuna koyduğum elimi boynunun arkasına kaydırdım ve saniyeler içinde kafasını öne iterek alnının masaya çarpmasına neden olduğumda acı içinde küçük bir çığlık attı. Kıvranırken eli hızla alnına gitti boynunun arkasındaki tutuşum gevşerken küfürler ederek başını çekti geri ve sandalyesinde kıvranmaya devam etti.

 

"Manyak adam!" Acı dolu bir feryatla alnını tuttuğunda elimi çektim ve omuzlarımı yuvarlayarak burnumu çektim. "Şimdi biliyor musun?" Kıstım gözlerimi. Alnı silahın arkasına denk geldiği için çok derin olmayan bir yara açılmştı. "Kırmızıda çok yakıştı."

 

"Yakışti." Dedi Cafer alayla. "Tuficiğim burninda birde yanaklarinda birkaç çalişma yaparsa daha iyu olabilir."

 

"Öyle deme ama." Dedi Süleyman elini Cafer'e doğru kaldırıp. "Zahirciğimizde tırnaklarını boyar kırmızıya." Tırnaklarını yerinden söker demek istediği açıktı.

 

"Seninle konuşmayirim." Dedi Zahir. "Ama fena fikur değul."

 

"He konuşmayirsin." Süleyman devirdi gözlerini.

 

"Haberim yok!" Mustafa'nın son bir isyanıyla Tufan daha fazla dayanamdı ve kaldırdı yumruğunu. O sırada gözleri genişleyen Mustafa hızla kaldırdı elini.

 

"Dur tamam!" Dedi aciliyetle. "Tamam! Allah'ın cezaları tamam!" Korkusu sonunda onu konuşturacaktı. Tufan eli havada tek kaşını kaldırmış bir cevap beklerken kahverengi saçlarından birkaç tutamı alnına doğru kaydı. Bakışlarında şüphe vardı.

 

"Patron kim bilmiyorum." Dedi Mustafa, yüzünde tüm bunları anlatmanın zorluğu ve pişmanlığı varken cebinden çıkardığı mendili alnına tuttu. "Bana benim ismimle yurt devredileceği söylendi, bende hayır demedim. Para teklif ettiler, kabul ettim. İşin arkasında kim var bilmiyorum, ben sadece bana söyleneni yaptım." Kaşlarım çatılırken sert gözlerim onu izledi.

 

Vücut dilinde herhangi bir yalan aradım, ama söylediklerinin hepsinde ciddiydi.

 

"Nasıl yani?" Dedi Süleyman anlam veremeyerek. Buna hiç inanmadığı belliydi. "İşin arkasında başkası mı var yani?"

 

"Biz bunca atar gideru boşa mi yaptik?" Dedi Cafer ensesini kaşıyarak. "Şu an havam sonmiş gibi hissedeyirim."

 

"Nasi eminsiniz? Belki yalan söyleyi?" Dedi Zahir gözlerini kısarak.

 

"Söylemiyor." Tufan duygusuz bir sesle indirdi kolunu. En az benim kadar o da vücut dilinden anlıyordu. Bu adamın gözlerinde gram yalan yoktu. Yani boşu boşuna kafasında kuran bendim, bu adam Hafsa'yı tanımıyordu bile ama işin arkasında bir başkası varsa o tanıyordu.

 

Bu iş sandığımdan daha büyüktü, tek bir kişi vardı. Ve o her kimse bize doğru adamlar yönlendiriyordu. Gözlerim Mustafa'yı buldu. "Sana yurdu kim devretti? Bana anlaşma dosyasını ver."

 

"Anlaşma dosyası bende değil!" Dedi sıkıntıyla. "İmzaları attıktan sonra dosyayı aldı benden, yüzünü görmedim. Araya birilerini soktu, ben dosyaları imzaladım o da geri götürdü." Kaşlarım havalandı. "Kimdi o adam? Adı neydi?"

 

"Tanımıyorum! Yemin ederim tüm bildiklerim bunlar!" Öfkeli bir nefes verdim ve avuç içimle yüzümü ovuşturdum. Her bir soru beni çıkmaz yollara sokuyordu.

 

"Zahir kamera kayıtlarına bakın! Alın şunu da yanınıza kimmiş o adam göstersin size!" Zahir başını sallayarak hızla Mustafa'nın koluna girdi ve onu kaldırdı ayağa. Dış kapıya dayanan güvenliklerin sesini duyduğumda Tufan Mustafa'ya baktı.

 

"Şikayetçiyim dersen, boynunu kırarım." Mustafa yutkundu sertçe ve öfkeye karışık bir ürkeklikle salladı başını.

 

Zahir ve Süleyman Mustafa'yı alıp kamera odasına çıkmıştı. Bu sırada bizde güvenlikleri geçiştirmeyi başarıp şirketin birinci katına inerek çıkışa yürümüştük. Aklımı binlerce soru kurcalıyordu, Mustafa değilse bu işin arkasında kim vardı çok merak etsem de şimdilik bir kenara bırakma kararı aldım. En azından Zahir ve Süleyman net bir şey bulana kadar.

 

Dışarı adım atar atmaz çalan telefonumun sesiyle elimi cebime attım. Çıkardığım telefondan Hafsa'nın ismini gördüğümde içimdeki öfke silinip tükendi. Arabaya yürürken aramayı cevaplayarak onu kulağıma götürdüm.

 

"Söyle yavrum." Onunla böyle konuşmaya artık alışmıştım. Ayrıca hiç şikayet etmiyordu.

 

"Yavuz neredesin? Hava kararıyor." Akşam olmaya başlamıştı. Cafer ve Tufan Zahir'in arabasını alırken bende kendi arabamın sürücü koltuğuna geçtim.

 

"Ne o hanımefendi?" Dedim alayla arabayı çalıştırırken. "Özledin mi şimdiden?"

 

Telefonun diğer ucunda ofladığını duydum. "Özlemedim sinir bozucu adam, merak ettim. Neler oldu anlatsana." Merakı kulaklarıma fazla tatlı geldi.

 

"Bir şey olmadı." Dedim rahatsız bir sesle. Hiçbir şey bulamamak olmanın öfkesi hâlâ içimdeydi. "Adam hiçbir şey bilmiyor, muhtemelen işin içinde bir başkası var." Birkaç saniye sessizlik olurken park yerinden çıkıyordum.

 

"Nasıl yani? Şirketi bana devr etmek isteyen Mustafa denen adam değil miymiş?" Sorusuyla başımı usulca salladım iki yana sanki o beni görüyormuş gibi. "Değilmiş, işin arkasında bir başkası var." Kısıldı gözlerim. "Ve bu şerefsiz köpek kim bilmiyorum!"

 

"Yavuz tamam öfkelenme." Yumuşak sesi beni sakin tutmaya çalıştı. "Sen neredesin? Ne zaman gelirsin?" Nefesimi vererek önümdeki yoldan dönerek ana yola çıktım. "Geliyorum, yoldayım."

 

"Geliyor muymuş??" Arkada Özlem'in merak dolu sesini duyduğumda küçük bir tebessüm ettim. "Özlem orada mı?" Dediğimde Hafsa'nın kısık gülüşünü duydum.

 

"Biz sana kurabiye yaptık." Yüzümdeki tebessüm genişlerken kalbimi saran şefkat duygusuna engel olamadım. "Bak bak.." dedim yumuşak bir alayla. "Sevginizide kattınız mı?" Gülüşünü duydum.

 

"Kattık." Dedi tatlı bir ses tonuyla. "En çokta Özlem kattı."

 

"Gelmiyor musun abi!" Özlem'in sabırsız sesini duyduğumda dudaklarım arasından sessiz bir kahkaha kaçtı. Bu iki kız bana tüm öfkemi unutturuyordu. Özellikle Hafsa bir şekilde tüm irademi sarsıyordu.

 

"Geliyorum." Dedim sesli bir nefesle. "İstediğiniz bir şey var mı?" Sevdiğim kadına bunu sormanın hayaliyle yanıp tutuşmuşdum bunca sene, ve hayallerim tek tek gerçek oluyordu.

 

"Bilmem." Dedi ardından tekrar konuştu. "Hafize Hanım, evde eksik bir şey var mı?" Dediğini duydum. Annemde muhtemelen yanlarındaydı. Bakışlarım derinleşirken kalbimi saran şefkat duygusu giderek çoğaldı.

 

"Yok varidur her şey!" Yumuşak ama nazikce reddeden sesini duyduğumda hisli bir tebessüm ettim. Nasıl bağırıyorsa sesi telefona kadar geliyordu.

 

"Duydum." Dedim Hafsa konuşmadan önce. "Senin istediğin bir şey var mı?" Hafsa'ya sorduğum soruyla şefkatli sesini duydum.

 

"Yok."

 

Gülümsedim tek kaşım havalanırken. "Pamuk şeker?" Dediğimde kahkahası kulağıma doldu.

 

"Ağlamıyorum ki." Kıstım gözlerimi.

 

"Sana pamuk şeker almam için ağlamana gerek yok ki, hatta hiç ağlamayacağını bilsem dünyanın tüm pamuk şekerlerini senin için alırdım."

 

"Paran yetmez." Dedi alayla, beni mi küçümsüyordu?

 

"Tek kelime daha edersen evin önüne bir kamyon dolusu pamuk şeker gönderirim ve cezanda onların hepsini yemek olur."

 

"Böyle ceza mı olur?" Dediğinde nefesimi verdim.

 

"Kıyamıyoruz, o da bizim zayıf kalbimizden." Birkaç saniye duraksadı ardından konuştuğunda sıcak bir ses tonuna büründü kelimeler.

 

"Kalbin o kadar zayıf mı ki senin?" Dediğinde buna inanmıyordu. Haklıydı, öyle masum bir kalbe sahip değildim.

 

"Değil, ama sana karşı güçsüz Hafsa, sana her zerrem yeniliyor." Sesimdeki derinlik onu duraklattı. Birkaç saniye sonra temizledi boğazını eli ayağına dolanmış gibi konuştu.

 

"Görüşürüz." Yüzüme kapanan telefonla dudağımın köşesi yukarıya doğru kıvrıldı. Kulağımda devam eden kapanma sinyalini daha fazla dinlemek istemediğim için ekranı kapatıp cebime attım telefonu. Bir şekilde Hafsa'yı heyecanlandırmayı başarıyordum. Ama onun duygularından bir türlü emin olamıyordum, ya da ona henüz itiraf edecek cesaretim yoktu. Anlamıyordu, ona aşık olduğumu tüm dünya anlarken sanki bir tek o göremiyordu.

 

Gönül karşısındakine kör olurdu, ben bir bahar akşamı eve dönerken gördüğüm kız yüzünden herkese körken Hafsa bana kördü.

 

****

 

Hafsa Polatlı.

 

Hafize hanım ve Özlem mutfakta kurabiyeleri süslerken terasa çıkmış dirseklerimi demirliklere yaslarken sessizce rüzgarı dinliyordum. Bana göre rüzgar çok şey anlatırdı, yağmur boşa yağmaz yere düşen her bir damla bir acıyı simgelerdi. Gökyüzündeki yıldızlar sevdiklerimiz için yanardı, ve ne zaman birini kaybetsek, ne zaman parılayan bir yıldız görsem çok özlediğim birinin beni düşündüğünü sanardım.

 

Çocuk aklıyla kurduğum bir hayaldi bu, ama yıllarca inanmaktan vazgeçmediğim bir gerçekti benim için. Ne zaman gökyüzünde titreyen bir yıldız ışığı görsem, bana annemi hatırlatırdı.

 

Kokusuna doyamadığım annemi. Çok garipti aslında, doya doya sarılmadığım annemin kokusu burnumdan bir türlü gitmiyordu. Belki de acısıydı kalbimde taze kalan. Katili bulanamamış, içimde asla kanamayı bırakmayan bir yara olmuştu benim için.

 

"Bir bahar akşamı.." Yavuz'un sesini duyduğumda bakışlarımı gökyüzünden çektim. Yıldızları izlemeye öyle odaklanmıştım ki onun geldiğinden bahçeye girdiğinden haberim bile yoktu.

 

"Sen diye öldüm ben.." Bir şarkı fısıldayarak yanıma yaklaşırken tebessüm ettim. Derin bakışları beni takip ederken kulaklarıma muzik gibi gelen bir tınıyla dikkati üstüne çekerek fısıldıyordu bu şarkıyı. Sözlerinin altında yatan bir gerçek varmış gibi beni izliyordu. Yüzüne tebessüm yayılırken yanımda durdu.

 

"Napıyorsun burda tek başına?" Nefesimi vererek dirseklerimi ayırdım demirliklerden ve ona baktım. "Hava almak istedim biraz." Rüzgar kahverengi saçlarımı yüzüme iterken hareleri rüzgarın yüzüme dağıttığı saçlarımı izledi.

 

Bir adım atıp yaklaştı bana, tam önümde durup aramızdaki mesafeyi kapatırken ellerinden birini kaldırarak yüzüme dağılan saçlarımı geriye ittirdi. Birkaç saat olmuştu onu görmeyeli, ama sanki bu süre zarfında bile beni özlemiş gibi bakışları yüzümü inceliyordu.

 

Kayıp bir ruhu arar gibi gözlerimin en derinine bakarken sanki neyi yitirdiğini kendisi bile bulamıyordu. Bir umut benim gözlerimde kaybettiği her neyse onu arıyor, ama hareleri yüzümün her zerresini izlesede istediği şeye bir türlü ulaşamıyordu. Sessizlik havayı bıçak misali keserken Yavuz'un kaybolduğu tek yer benim gözlerimdi.

 

Ardından bir elini üstündeki ceketin cebine attı. İçinden çıkardığı saç tokasını bana uzattığında bakışlarım eline indi. Üstünde sahte yasemin yaprakları olan tokayı uzattı bana doğru. "Sana aldım."

 

İçimi saran küçük çocuk heyecanına engel olamadım. Daha önce hediye almıştım, ama daha önce kimse bana toka almamıştı. İnsanlara göre benim isteklerim pahalı şeylerdi, ama küçücük bir hediye bile içimdeki çocuk heyecanını körüklüyordu. Yavuz daha önce kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıyordu. Beni anlıyordu. Uzanıp tokayı almak istediğimde güldü hafifçe.

 

"Vermem." Dilini damağına vurdu. "Önce oturacaksın şu koltuğa, saçlarını öreceğim." Dediğinde tokayı tuttuğu eliyle koltuğu gösterdi. Gözlerim terasta kapının yan tarafına koyulan minder koltuğa kayarken tebessüm ettim.

 

"Sen mi öreceksin?" Kıstı gözlerini alınmış gibi.

 

"Ne o? Beceremez miyim ben?" Baktım ona.

 

"Yok, benim kocam pek yetenekli onuda becerir." Ondan kocam diye bahsetmem aşırı hoşuna gitmiş olacak ki yüzüne muzip bir sırıtış yayıldı.

 

"Becerir tabi." Övündü kendisiyle. "Senin kocanın on parmağında yüz marifet." Kendimi tutamadım ve güldüm.

 

"On marifet olmasın o?" Bakışlarının yerini alçakgönüllü bir adamın bakışları aldı.

 

"On marifet bana az gelir be güzelim." Kaldırdı kaşlarını havaya. "Benim daha çok marifetlerim var."

 

Haylaz bir çocuk gibi bana baktı burnumdan sesli bir nefes verirken başımı salladım usulca iki yana onu azarlar gibi. "Ne yapacağız seninle sinir bozucu adam?" Kaldırıp indirdi omuzlarını.

 

"İster sev, ister öldür." Sırıttı. "İster başımı dizine koy saçlarımı okşa, hayır demem." Alaycı sesinin altında yatan bir gerçek vardı.

 

"Rüyanda görürsün." Dedim alayla, meydan okur gibi baktı bana.

 

"Öyle diyorsun?" Salladım başımı.

 

"Öyle diyorum." Devridi gözlerini hafifçe hevesi kırılmış çocuklar gibi.

 

"Zalımın kızı diye boşuna demiyorum.." Diye homurdandı dilinin altında, ardından koltuğa yürüdü ve yerleşti oraya. "Gel." Dediğinde itiraz etmeden yürüdüm yanına. Koltuğa oturduğumda sırtımı ona dönmediğim için kısıldı gözlerini.

 

"Hafsa, arkanı döner misin güzelim?" Uzun kirpiklerim arasından baktım ona. Güzelim kelimesi dilinden öyle hoş dökülüyordu ki tebessüm etmemek için zor durdum.

 

"Neden ki?" Dediğimde bıkkın bakışlarla beni izledi. Elini kaldırıp dudaklarını birbirine bastırırken gözleriyle elindeki tokayı işaret etti.

 

"Örecek misin gerçekten?" Açıkça bunu becerebilecek miydi emin değildim.

 

"Yok Hafsa, örmeyeceğim. Tokayıda öylesine aldık zaten." Derken benimle alay ediyordu.

 

"Ama hani örecektin!" Diye sitem ettiğimde sıktı çenesini.

 

"Hafsa dön sırtını delirtme beni!" Bir kez daha onunla yeterince uğraştığımı farkettim ve hızlıca ona sırtımı dönerek baktım önüme. Dudaklarımı çekiştiren gülüş sesli bir şekilde dışarı kaçınca Yavuz'un sıkıntılı nefesini duydum.

 

"Daha nazik bir kız kaçırmalıydım." Dedi beni azarlar gibi, bir taraftan da saçlarımı elleri arasında tutarak üç tutama ayırdığını hissettim.

 

Uzun parmakları ve damarlı elleri saçlarım arasında gezinirken beni incitmemeye özen gösteriyor çekiştirmemeye çalışıyordu. Birkaç saniye sanki sadece ezberlemeye çalışır gibi parmakları kaldı saçlarımın arasında ardından yavaşça örmeye başladı.

 

"Başka bir kız mı?" Dedim. "Yani benim yerime başka bir kızı mı tercih ederdin?"

 

"Senin yerine kimseyi tercih etmezdim, Hafsa." Acı bir sesle fısıldadı. "Bir sen ol." Zorlukla bir nefes çıktı dudakları arasından. "Kimseyi senin yerine istemezdim." Yüreğim bir kez daha göğsümü dövmeye başlarken yutkundum sert bir şekilde.

 

Yavuz her geçen gün her geçen saat beni biraz daha kendine bağlıyordu. Ve ben artık bir gün ondan gidebileceğimi düşünemiyordum. Bir gün ondan gidersem, yüreğim dayanabilecek miydi buna? Cevapsız kalan sorulardan nefret ederdim, ve maalesef bu sorunun cevabını almam için yaşamam gerekecekti.

 

"Yarın mı düğün?" Dediğimde Yavuz saç tutamlarını birbirinin altından ve üstünden geçirerek saçımı örüyordu.

 

"Yarın." Dediğinde mutlu gibiydi. "Hafsa." Dedi ve durdu, sanki devam etmek ona zor geldi. "Ben seni..mecbur bırakmıyorum değil mi?" Korkarak sorduğu soru kalbime ok sapladı.

 

Belki ilk günler bu benim için bir zorunluluktu. Yavuz ile evlenmek fikri ilk günler bana aşırı garip ve ürkütücü gelmişti. Babamdan kurtulmak için onun benimle evleneceğini söylediği ilk an içimde bir sürü duygularla savaşmama neden olmuştu. Ama zaman geçmişti, Yavuz kötü biri değildi. Ona karşı ne hissettiğimden emin değildim, kendimden emin değildim. Lakin bildiğim tek bir şey varsa o da Yavuz'un beni hiçbir şeye mecbur bırakmadığıydı.

 

Şu durumda bile bana rahatsız olup olmadığı soruyor, eğer hayır dersem beni bırakacağını ima ediyordu. Beni korumaktan vazgeçmeyecekti, ama benimle evlenmeden beni korumaya devam ederse sonunda tüm bunlar Yavuz'u canından edecekti. Eğer Yavuz'la evlenmezsem ve babam peşimize düşerse eninde sonunda Yavuz'un ölüm fermanına imza atacaktı.

 

"Bırakmıyorsun." Dedim net ve şefkatli sesimle. "Yavuz, sen iyi bir adamsın." Elleri saçlarımda bir an duraklarken başımı sola çevirerek omzumun üstünden ona baktım. "Beni hiçbir şeye mecbur bırakmıyorsun, iyiliğimiz için gerekli olan buysa ben razıyım."

 

Yüzündeki tebessümü sezdiğimde ağır ağır salladı başını. "Bunu bilmek güzel." Dedi tutamları birbirinin altından ve üstünden geçirirken. "Çünkü senin canını yakacak her hangi bir şey yapmak istemiyorum, Hafsa." Saçlarımı örmeyi bitirdiğinde tokayı kağıtın üstünden sökerek onu saçlarımın ucuna taktı.

 

Ördüğü saçlarımı omzumun üstünden öne iterek onu görmemi sağladı. Elimi kaldırıp Yavuz'un büyük bir özenle yaptığı örgüyü parmaklarım arasına aldığımda içimi saran çocuksu neşeyle hafifçe ona doğru döndüm ve tebessüm ettim. Kehribar hareleri hevesle ve birazda merakla bana bakarken neşeli tavrı ve yaptığı işle gurur duyar gibi attığı bakışları kalbimi hızlandırdı.

 

Yavuz belki de hayatın bana bahş ettiği bir hediyeydi.

 

O geceye kadar her şey iyi geçti, Yavuz Özlem'le yaptığımızı kurabiyeleri mideye indirip Hafize hanımın ısrarlarıyla yemek yemişti. Mahir bey ortalıkta yoktu. Cafer eve girer girmez odasına çekilmişti. Yaşanan olaylardan sonra annesinden ve babasından uzaktı. Yavuz her ne kadar sadece babasından şüphe etse bile Cafer sanki annesine bile güvenemez olmuştu.

 

Özlem yarın düğün olduğu için çoktan uykuya kaçarken bende gece yarısına az kalınca yatağa girmeyi başarmıştım. Sessizce sırtımı yatak başlığına yaslamış dizlerime kadar çektiğim yorganla elimdeki kitabı okuyordum. Yavuz sıkılmayayım diye Süleyman'a bir sürü kitap aldırıp onları masanın üstüne bırakmıştı. İçinden beğendiklerimden birini alıp dikkatimi tamamen oraya vermiştim.

 

Yavuz odanın banyosunu kullanırken gelen sus sesinden duş aldığını anlamak zor değildi. Birkaç saniye sonra kapanan su sesiyle dakikalar akıp geçti. Lavabonun kapısı açıldığında altında kahverengi bir eşofmanla çıktı içerden. Onun haricinde hiçbir şey giymiyordu, omuzlarına attığı havlunun sağ tarafıyla saçlarını kurulamakla meşguldü. Gözleri kısa bir an bana kayarken ben ona ilk kez bu kadar dikkat ettim.

 

Karın kasları fazlasıyla spor yaptığını belli ediyordu. Göğsünde duran birkaç damla suyla iyi kurulanmadığını anladım. Omuzları genişti, ve kol kasları karın kaslarına resmen kafa tutuyordu. Fit bir vücudu vardı, kendine baktığı açıktı. Yalan söylemeyecektim, insanı etkiliyordu. Yavuz tüm kadınları kendine aşık edebilecek kadar yakışıklı bir adamdı. Ama onu rahatsız eden bir şey vardı, o da sırtını mahveden izler. Hızla bu düşünceleri bir kenara ittim.

 

"Sevdin mi kitapları?" Dedi alayla, ve saçlarını kuruladığı havluyu omzundan alıp sandalyenin başına attı. Bir sapık gibi görünmemek için hızla çektim bakışlarımı vücudundan ve gözlerine diktim.

 

"Sevdim." Dedim, zaten kitaplara düşkün bir kızdım. "Teşekkür ederim." Elini gardropun kapağına atıp onu açtığında bana sırtını dönmek zorunda kaldı.

 

Bu konuyu ona sormak istiyordum. Ama nasıl bir tepki vereceğinden korkuyordum. Öfkelenir miydi? Ya da bu onu üzer miydi? Yavuz'u üzmek istemiyordum. Ama çok merak ediyordum. Arkasını döndüğü için sırtı daha net görüş alanıma girmişti. İzler vardı. Fazla, çok fazla. İnsanın bakarken bile içini ürperttiği bu izlere o nasıl dayanmıştı?

 

"Sırtındaki izler.." Pat diye ağzımdan çıkan sözlerle haraketleri bıçak misali kesildi. Birkaç saniye oluşan sessizlik ortamı gerdi. Alt dudağımı içeri kıvırırken yanlış bir şey söylemiş olmanın verdiği rahatsızlık karabasan gibi üstüme çöktü.

 

"Sırtımdaki." Dedi zorlukla, ama sanki değişen ifadesini saklamaya çalışır gibi tekrar gardrop da kıyafet aramaya başladı. "Sırtımdaki izler.." diye devam ederken sıkıntılı bir nefes verdi ve çıkardığı tişörtle gardropun kapısını kapattı.

 

"Kötü mü görünüyor, Hafsa?" Sesi savunmasızdı. Kırık cam parçaları onun sesindeydi, ve o cam parçaları benim kalbime battı. Yanlış bir şey düşünmesini istememiştim, ben ona şefkatle bakarken umarım o bunu acıma olarak görmüyordu.

 

"Hayır." Dedim hızlıca ve yorganı üstümden iterek kalktım yataktan. "Hayır Yavuz, kötü değil sana bunu düşündüren ne?" Diye sorduğumda bakışları bir an elinde tuttuğu tişörte kaydı ardından bana baktı.

 

"Bilmem." Kayıtsız davranmaya çalıştı. "Bu izleri gören herkesin gözlerinde acıma sezdim ben." İçimi burkan kelimeler aklımda bir boşluk hissi yarattı. Muhtemelen daha önce ona bunun kötü göründüğünü söyleyen insanlar olmuştu.

 

Belki başka birisinin gözlerinde feci durumda olan sırtı benim gözlerimde savunmasız bir çocuğun acılarıydı. Onun ki kadar olmasada benim de canım yanmıştı. Ama beni koruyan bir abim varken, Yavuz'u koruyacak kimse yok muydu? O cehennemde neler yaşamıştı ve bu izleri nasıl almıştı?

 

"Sana acımıyorum, Yavuz." Kısık bir sesle mırıldandığımda bakışları bir türlü gözlerimle kesişmiyordu.

 

Ona iğrenerek bakmamı istemiyordu.

 

"Yavuz." Mecburen bakışları gözlerimle buluştuğunda ilk kez bana acısını gösterdiğini hissettim. "Gözlerimde acıma yok." Elimi uzatıp elini tuttuğumda sertçe yutkundu. "Ama şefkat ararsan, o zaman gözlerime bakabilirsin. Ben senden asla tiksinmem."

 

Afallarken sanki korkusu biraz olsun dinmiş gibi izledi beni. Savunmasız bakışları kırılırken kalbinin acısını görmeme izin verdi. Ve ben orada karanlıkların içinde mahsur kalmış bir çocukla karşılaştım. Yardım bekleyen ve belki de ışıklarını kaybeden küçücük bir erkek çocuğu. O da benim gibi kayıptı, ve bulamadığı bir çocukluğu vardı.

 

"Yolunu kaybetmişsin." Diye fısıldadığımda acı dolu sessiz bir gülüş çıktı dudaklarından.

 

"Hiç bulamadım ki, Hafsa. Evimin yolunu hiç bulamamışım." Gözlerine bir miktar hissizlik erişti. "Belki de dönecek bir evim yok, ve kendimi kandırdığım onca yıl.." Bakışları sitem eder gibi odada gezindi.

 

"Belki de benim yuva sandığım hep bir mezardı." Babasına atıfta bulunur gibiydi. "Belki de babam beni yakmıştı, Hafsa. Evimi başıma yıkmıştı ve bende buna göz yummuştum." Parmakları arasındaki tişörtü bakışları kararırken sıkıca tuttu. "Çünkü ben artık dinlediğim her yalanın gerçek olmasından çok korkuyorum." Bir şeyler ima ediyordu, ama ben ne demek istediğini hiç anlamıyordum.

 

"Hangi yalanlar?" Dediğimde sesimdeki şüpheye engel olamadım. Bunca zamandır kafasını kurcalayan her şey artık ona ağır geliyormuş gibi sesli bir nefesle elini elimden ayırdı. Tişörtü geçirdi kafasından. Bir kez daha yaralarını gizledi benden.

 

"Kemal Ordulu." Sesindeki tiksintiyi gizlemeden konuşurken ben büyük bir ciddiyetle onu dinliyordum. "Bana bu izleri bir hediye olarak bırakan kişi, ve bana gerçekleri anlatan ilk insan." Giderek kafamın daha çok karıştığını hisettim ama onun sözünü kesmek istemediğim için bir miktar yumuşayan bakışlarla izledim Yavuz'un haraketlerini.

 

Sanki rahatsız gibi sürekli kıpırdanıyordu. Aklına geldikçe yüreğine ağır gelen her şey onu rahatsız etti. Yüz ifadesi bunu gayet net belli ederken çenesi kasıldı ve kaşları hafifçe çatıldı. "O adamla tam dört ay geçirdim, Hafsa." Sesi büyük bir öfke ve merak taşıyordu. "Koca dört ay boyunca benim babam nerdeydi?" Tükürür gibi konuşurken öfkesi katlanarak arttı. "Kafamı kurcalıyor." Bakışları önüne döndü. "O piç kurusunun bana söylediği her şey artık kafamı kurcalıyor." Sertçe yutkundum ve birkaç adım attım ona doğru.

 

Duyacaklarım bana ne kadar ağır gelecekti bilmiyordum, onun acılarını dinlemeye dayanabilir miydim? Dayanamazdım. Başka birisi olsa dayanamazdım, ama kalbim Yavuz'dan gelecek her şeye hazır gibiydi. Acılarada, sevinçlerede. Bu yüzden rahatsız bir ifadeyle yeri izleyen Yavuz'un önüne geçtim. Merak içimi kemirirken elini tuttuğumda sesli bir nefes kaçtı dudakları arasından kapattı gözlerini.

 

Ona biraz zaman tanıdım, benden önce kendi içinde bir şeyleri kabul etmeliydi. Neyle savaştığını bilmiyordum. Ama bu gece öğrenecektim. Tek bildiğim bu gece o yıkılacaktı ve ben, Hafsa. Onu toparlayacaktım. Çünkü merak ettiğim tek şey Yavuz'un acıları değildi. O, evdeki küçücük çocuğun ne kadar yara aldığıydı. O çocuğa daha önce kimse sarılmış mıydı?

 

Sarılmamıştı. Belki de Yavuz'a annesi bile sarılmamıştı. Çünkü hiçbir çocuk herkesin kendisinden tiksindiğini düşünerek büyümemeliydi. Daha önce kimse Yavuz'a onun yaralarıyla güzel olduğunu söylememişti. Çünkü hiç kimse onun yaralarına bakmamış, belki de bakışlarını kaçırmıştı. Hiç kimse onun kalbinin güzelliğini görmek istememişti. Sırtındaki yaralar Yavuz için acı olmuştu, onu acınası bakışlara maruz bırakmıştı.

 

Ve Yavuz yıllarca bu duyguyla büyümüştü. Bu yüzden yaralarını gizleme ihtiyacı duymuştu. Benim bile görmemi istemediği izler taşıyordu.

 

Sırtına yük olan acıları taşıyor, birde onların izleriyle uğraşıyordu.

 

"Sana ne söyledi Yavuz?" Dediğimde onu kendimle birlikte yatağa çektim. Ona zor gelen şeyler çenesinin bir kez daha kasılmasına neden oldu. Elmacık kemikleri daha belirgin hale gelirken nabzının hızlandığını boynunda atan damardan anladım.

 

Yatağın kenarına oturup bir dizimi kırarak altıma yerleştirdiğimde Yavuz'unda tam önüme yerleşmesini sağladım. Yatakta bağdaş kurarak önümde oturduğunda bakışları ellerimize takıldı. Sanki benden güç alır gibi elimdeki tutuşu sıkılaştığında kehribar gözlerini kaldırdı ve bakışlarına acı erişti.

 

"Benden vazgeçtiğini söyledi, Hafsa." Kelimeler ağzından zorlukla çıkarken sesine nefret erişti. "Dört ay, Allah'ın her günü yüzüme bakarak babamın beni can borcu için onun ellerine bıraktığını söyledi." Duyduklarım içimde şok etkisi bırakırken yüzüme yansıtmamak için her bir zerremi zorladım.

 

"Can borcu mu?" Kekeleyerek sorduğumda Yavuz gözlerini dikti gözlerime.

 

"İnanmadım Hafsa." Başını salladı iki yana. "Yemin olsun bir gün inanmadım, benim babam böyle bir şey yapmaz dedim." Sesindeki o güven kaybolmuş gibiydi. Babasına olan güveni yerle bir olmuştu. Ve bu yüzüne kazınan acıdan belliydi.

 

"Ama Cafer'i kaçırdıkları o gün." Öfke ses tellerini zorladı. "Hafsa, Devran'ın yerini sordular benim kanlar içinde arabadan çıkardığım.." kapattı gözlerini, sesi hafifçe titrerken boştaki eli yumruk haline geldi. Anılar zihninde tazeydi, bu yüzden konuşmasına engel oluyordu.

 

Ona güven vermek ister gibi elini sıktığımda benim de yüz ifademi acı sardı. Mahir bey bu kadar vicdansız bir adam olabilir miydi? Sırf can borcu için küçücük bir çocuğu düşmanın ellerine bırakmış olabilir miydi?

 

"Benim kanlar içinde o arabadan çıkardığım abimin ölüm haberi hastanede geldi." Sözler ona ağır gelirken bir daha susmamak için daha hızlı konuştu. "Ama ben abimin ölüsünü hiç görmedim, Hafsa." Dolan gözlerini büyük bir tiksinti ve şüphe duygusu sardı. Bu tiksinti içinde bulunduğumuz oyun yüzündendi, ve aynı tiksinti kısa süre içinde benim de içime erişti.

 

"Bana birilerini emanet etti, Hafsa." Sesi titrerken avcunun içini göğsüne doğru bastırdı. "O araba kazasından önce beni aradı, bana birilerini emanet etti." Sesinin titremesi göğsüme saplanan bir kurşun gibiydi. "Her şey o kadar bağlantılı ki." İsyan eder bir ses tonuyla çatıldı kaşları. "Hafsa, Devran babama güvenmedi. Babama güvenseydi onu arardı ama beni aradı!" Avuç içini vurdu hafifçe göğsüne. "Beni aradı, son nefesini belki de o telefonda verdi." Gözlerim hafifçe dolarken böylesine iğrenç bir durumun içinde olmak tüm vücuduma tiksinti yaydı.

 

"Sana kimi emanet etti?" Sesimin titremesini bastırmaya çalışırken bakışlarına çaresizlik erişti. "Bilmiyorum!" Başını salladı ağır ağır iki yana. "Bilmiyorum, yedi sene oldu Hafsa ama ben abimin emanetini hâlâ bulamadım.." Bu durumdan utanır gibi sesli bir nefes kaçtı burnundan.

 

"Babanın bu işte bir parmağı olabilir mi?" Öfkeli bir şekilde konuştum. "Yavuz, bu canice." Gözlerime bakarken en az benim kadar onunda iğrendiğini anladım.

 

"Bu canice Hafsa." Sesi bir oktav düşerken kıstı gözlerini. "Ve o cani benim babamsa, ne yapacağımı bilmiyorum.."

 

"Ama seni o kurtarmadı mı?" Anlayamadığım bir şeyler varmış gibi konuştum. "Seni Kemal'in elinden alan baban değil miydi?" Kaşlarını hayır der gibi kaldırdı yukarı doğru.

 

"Beni Devran çıkardı o çukurdan." Kaşlarım havalanırken Devran'ın kardeş sevgisi içimde buruk bir sıcaklık yarattı. Babasının yapamadığını o yapmıştı.

 

"Nasıl yaptı?" Dediğimde yüzüne tebessüm yayıldı.

 

"Narin diye bir kız vardı, Narin abla." Sevgisinin ve saygısının büyük olduğunu bakışlarından anladım. Uzun süredir anlattığı onca şeyden sonra ilk kez onu gülümseten bir şeyler vardı.

 

"Uzun zaman oldu onu görmeyeli." Bakışlarına yumuşaklık erişti. "Büyüdü tabi şimdi, 15-16 yaşında bir kız çocuğuydu o zamanlar." Baktı gözlerime. "Kemal'in getirdiği yemekleri yemezdim, bir tek onun merhameti yaşattı beni. Bazı geceler babasından gizlice yemek getirirdi bana." Yüzüme yayılan tebessümle Yavuz'a baktım. Bu kadın her kimse merhameti çok büyük olmalıydı.

 

Zaten en masum olanlarda çocuklar değil miydi?

 

"Devran'ı o aramış." O anları hatırlar gibi gözleri boşluğa daldı. "Gece yangın çıkarmış odada, tüm korumalar oraya toplanınca Devran abimi aldı içeri." Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı hafifçe. "Anahtarları çalmış babasından." Dediğinde kısık bir gülüş kaçtı aynı anda ikimizinde dudakları arasından. "Çok cesurdu." Hayranlık duyar gibi konuştu. "O olmasaydı, belki de ben çoktan bir toprağın altındaydım." Bakışlarına bir kez daha hissizlik erişti.

 

"Kafamı kurcalayanda bu Hafsa." Bakışları keskinleşti. "O gece Devran gelmeseydi, babam belki de hiç gelmeyecekti." Yutkundu. "Babam benden vazgeçmiş olabilirdi Hafsa, ama ben ölmeyince o kan davası durmadı.." durdu ve kendini söyleyeceklerine hazırladı.

 

"Belki de Kemal can borcunu alamayınca, babam bu sefer beni değil de abimi feda etti." Bu ihtimale fazlasıyla inandığı ses tonundan belliydi. Gözleri inkarlar sunuyor, kalbi susmaya çalışıyor ama aklı bu ihtimali büyük bir şüpheyle ölçüp tartıyordu.

 

"Ama neden?" Dedim. "Yavuz bir baba neden evladından vazgeçer ki?" Bu sefer istese bile yutkunamadı.

 

"Bir baba olabilir Hafsa." Sözleri soğuktu. "Ama bir ailesi var, ve daha fazla insan ölmesin diye belki de hepimiz ölmeyelim diye birimizi feda ederek durdurmak istedi kanı." Dudakları düz bir çizgi haline geldi. "O da bendim, ben işine yaramayınca muhtemelen Devran'ı feda etti." İnkar edeceğim bir gerçekti belki de bu.

 

İnanmak istemeyeceğim bir şeydi, çünkü Mahir Bey sert bir insan olsada onu kötü bir baba olarak hiç görmemiştim. En azından öz evladını bir ateşe atacak kadar zalim olacağı aklımın ucundan geçmezdi. Benim babam bizi hiç sevmemişti, ama Mahir Bey oğullarına sevgiyle bakarken onun için vazgeçmek bu kadar kolay olabilir miydi?

 

Bakışlarım sessizce ellerimizi izleyen Yavuz'la kesişince yüz ifadesine kazınan acıyı görmek içimi acıttı. Yavuz parçalara ayrılmış bir adamdı, ve babasının ihanetini düşünmek onun omuzlarına çöken bir yüktü. Baş parmağı elimin üstünde kayıtsızca haraket ederken düşüncelere dalmış gibiydi.

 

"Ailesini korumak için başka bir yol bulabilirdi." Dediğimde sesimde öfkeden ziyade kınama vardı. "Eğer tüm bunlar senin dediğin gibiyse Mahir Bey.." yutkundum ve sustum. Eğer tüm bunlar doğruysa kendi eliyle olmasa bile Mahir oğlunun katiliydi. Yavuz gözlerime bakarken içine sinen öfke ve kırılganlık acı doluydu. Kederliydi, çünkü öz babasının böyle bir şey yapmış olma düşüncesi onun içinde fırtınalara sebep oluyordu.

 

"Babam benden vazgeçmişti, Hafsa." Öfkesi dindi, yerini savunmasız bir ifade aldı. "Babam beni bir karanlığa bıraktı, bu benim yıllarca inkar ettiğim bir gerçekti. Kemal'in dediği her şey öyle doğru geliyor ki.." Her bir kelimenin üstüne bastırarak konuştu.

 

"İstese gelirdi, beni o evden çıkarmak babam için zor değildi. Ama seçtiği beni feda etmekti." Sesli bir nefesle dikleştirdi başını. "Allah beni korudu, babam bu sefer Devran'ı feda etti." Sıktı dişlerini. "Ama bilmediği bir şey vardı Hafsa.." ciddi bir ifadeyle izledi beni. "Belki de Allah abimi de korudu? Belki de benim abim bir yerlerde hâlâ hayatta." Bakışlarına şüphe erişti. "Ve belki de bir yerlerde, bir intikamla babamın sonunu getirmek istiyor." Aşırı mantıklı gelen kelimeleri sertçe yutkunmama neden oldu.

 

Dediği gibi Devran hayattaysa bu onu bir intikama sürüklemiş olabilirdi. Tanrı'nın ona verdiği ikinci şans, Devran'ın geri dönüşü olabilirdi. Yavuz'a emanet ettiği her kimse belki de onun için savaşıyordu Devran yaşıyorsa bile, kendisinin değil birilerinin intikamını alıyordu.

 

Ya da sadece kaybettiği gençliğinin acısını dindirmek istiyordu.

 

Bakışlarım Yavuz'u bulunca boştaki elimi kaldırarak yanağına yerleştirdim. Sanki bunu beklemiyormuş gibi birkaç saniyelik hayret dolu bakışlar erişti harelerine ama ardından burnundan yorgun bir nefes vererek yasladı yanağını avcumun içine.

 

"Orada ne yaşadın?" Kısık bir sesle konuşurken sesim usulca çıkmıştı dudaklarım arasından. Dudakları bir türlü açılmadı ama gözlerine erişen acı kısa süre içinde kalbime ateş düşürdü. Acı değildi sadece, aşağlanma vardı. Tiksinti, bir soğuğun ortasında tir tir titreyen erkek çocuğunun kalbini taşıyordu Yavuz. Küçülüyordu, kendi içinde giderek yok oluyordu.

 

"Üşümek istemiyorum, Hafsa." Dediğinde sesi titredi hafifçe. "Ama ısınamıyorum da." Sesi kısık bir hâl aldı. "Dizine yaslayıp saçlarını okşar mısın bu adamın?" Sözleri yüreğime bir yumruk gibi inerken kısa süre içinde dolan gözlerim onun çaresizliğine umut olmak istedi.

 

Cevap veremedim, çünkü sesimin titreyeceğine adım kadar emindim. Hafifçe kıpırdandım yerimde, bir elimi yatağa yaslarken dizlerimi sağa doğru kırdım. Yavuz önce gözlerime ardından dizlerime baktı. Tek kelime etmeden yavaşça kıpırdandı ve başını dizlerime yerleştirdiğinde dudakları arasından kaçan sesli nefese tüm acılarını sığdırdı. Ve sanki başı dizlerimle buluştuğu an içindeki her karanlık tek tek tekrar ışıldadı. Bir eli dizimi kucaklarken dudaklarıma yayılan buruk tebessümle sağ elimi kaldırıp usulca gezdirdim kahverengi saçlarının arasında.

 

Gözleri kapandığında dizlerini kendine çekti. Küçük bir çocuk gibi cenin pozisyonunda uzanırken bana sığındığını anladım.

 

"Üşüyor musun hâlâ?" Dediğimde burnunda garip bir ses çıkardı ve güldü hafifçe.

 

"Üşümüyorum Hafsa, senin yanında değil. Senin yanında tenim kor gibi yanıyor." Gözleri kapalıyken fısıldadı. "Ama sen yokken, soğuk kucaklıyor beni ve ben bundan nefret ediyorum." Sensiz yapamıyorum demek istiyordu.

 

"Ben varım Yavuz." Dedim güven veren sesimle. "Ben senin üşümene izin vermem." Sözlerimde doğruluk payı vardı, ve ilk kez kalbim sonsuza kadar Yavuz'un yanında kalmak istedi.

 

"Kaçak gelin." Dedi alaycı bir şefkatle. "Tutamayacağın sözler verme, taştan değilim kırılgan bir kalbim var." Yaramaz bir çocuk gibi konuşurken titrek bir nefesle güldüm.

 

"Tutamayacağım sözler vermem Yavuz." Saçlarını okşarken tebessüm ettim. "Beraber uyuyalım mı?" Kaşları havalanırken açıldı gözleri ve hafifçe kıpırdanırken sırt üstü yattı. Başı hâlâ dizlerimdeyken merakla baktı bana.

 

"Beraber mi uyuyalım?" Diye sordu sanki doğru duyup duymadığını anlamaya çalışır gibi. Salladım başımı.

 

"Evet, birlikte." Yüzünü inceledim. Alnına düşen birkaç tutam saçı geri iterken kehribar hareleri parmaklarımı takip etti. "İstemiyor musun?" Bir elini kaldırdı ve bileğimi yakaladı elimi dudaklarının üstüne götürüp avuç içime doğru dudaklarını bastırdığında gözlerim hafifçe genişledi.

 

Yavuz gözlerini kapatıp uzun uzadı avcumun içini öptü. Kokumu içine doldurduğunda kaşları hafifçe çatıkdı. Ardından açtı gözlerini avucumu dudaklarından ayırarak parmaklarını parmaklarımın içine geçirdiğinde dudaklarında yumuşak bir tebessüm vardı.

 

"Senden gelecek her şeye razıyım." Baktı gözlerime. "Hayır demek ne haddime."

 

Tebessüm ettiğimde kızaran yanaklarımı es geçtim. Boştaki elimle kahküllerimi geriye ittim ve çocuk heyecanıyla baktım ona. "Tamam o zaman." Hafifçe haraketlendim. "Işıkları kapatayım." Dediğimde elimi tutuşu sıkılaştı küçük bir telaş sezdim gözlerinde.

 

"Gece lambasını yak sonra ışıkları kapat." Kafa karışıklığıyla baktım ona, ben karanlıkta uyumayı severdim. Ama Yavuz'un yüzünde sanki bundan rahatsız olur gibi bir ifade vardı.

 

"Karanlığı sevmez misin?" Nefesini verdi.

 

"Bana hatırlattıklarını sevmem." Nefesim boğazıma takılırken ima dolu ses tonu sonunda onu anlamama yardımcı oldu. Çocukken geçtiği o cehennemde karanlığa mahkum olduğunu anlamak zor değildi.

 

"Karanlıktan korkuyor musun?" Gözlerimin en derinine bakarken hiç çekinmeden cevap verdi. "Korkarım."

 

Sesindeki kırılganlık apaçık ortadaydı. Yavuz benim yanımda kendini güçlü gösterecek kadar dayanıklı hissetmiyordu. İlk kez bu kadar savunmasızken bana güveniyor olması bir taraftan kalbimi ıstıyor diğer taraftan yaşadıkları canımı yakıyordu.

 

"Tamam." Dedim ve başı dizlerimden ayrılırken kalktım yataktan. Önce gece lambasını açtım, ardından kapının yanına yürüyerek düğmeyi aşağı ittim. Işıklar kapandığında lambanın loş ışığı odayı aydınlattı. Yavuz yorganı aşağı itekleyerek yerini aldı. Bende tırmandım yatağa ve imekleyerek onun yanına vardığımda yastığı düzelttim.

 

Başını geri yastıklara yasladığında kolunu kaldırdı. Göğsüne yaslanmamı istediğini anlamak zor değildi. Gülümsedim ve kolunun altına girerek başımı göğsüne yasladığımda kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissettim.

 

Kolu bana sıkıca sarılırken burnunu saçlarıma daldırdı. Kokumu içine doldururken yüzündeki tebessümü göremesem bile hissediyordum. Yıllardır kaybettiği bir şeyi bulmuş gibi bana sıkıca tutunurken bir kolumu karnının etrafına doladım ve yasemine karışık kokusunu içime doldurdum.

 

Yavuz güven veriyordu, çiçeklerle dolu bahçesi olan huzurlu bir evin umudunu yaşatıyordu bana. Çocukların oyun oynadığı, insanların birbirini sevdiği. Şefkati, sevgiyi en önemlisi insanlığı hissettiriyordu. Gerçek umudun ne olduğunu Yavuz bana gösteriyor yoluma ışık tutuyordu.

 

"Hafsa." Dediğinde sesi mayışmış gibiydi. Başımı göğsünde haraket ettirip ona baktığımda gözlerinin uykuyla ağırlaştığını hissettim. Onu gördüğüm andan beri ilk kez böylesine yorgun ve uyku dolu bakışlarla beni izliyordu.

 

"Efendim Yavuz?" Parmakları usulca saçlarımı okşarken tebessüm etti.

 

"Bana iyi geliyorsun zalımın kızı." Nefesi yüzüme çarptı. "Bana yaşadığımı hissettiriyorsun." Bakışlarıma ulaşan sevgiyle izledim onu. "Senden önce.." dedi ve düşündü birkaç saniye.

 

"Senden öncesi yok." Kıpırdandı ve vücudunu bana çevirdi. Kolu belimi sararken yaklaştırdı beni kendisine. "Senden önce ben yokmuşum, senden önce Yavuz yokmuş Hafsa." Giderek uykuya sarılan sesiyle öne doğru eğildi dudakları kulağıma yaklaşırken sıkıca sarıldı bana.

 

"Hafsa yoksa, Yavuz yokmuş." Çarpan kalbim onun kulaklarında duyuluyordu. Buna adım kadar emindim, içimi saran sevgiyi hissettim. Onun düzenli nefeslerini ve kalp atışlarını dinlerken kapattım gözlerimi.

 

Günlerdir uyumayan adam, benim kollarımda huzuru yakalamışken bende onun kollarında huzuru tattım.

 

********

 

Ertesi sabah.

 

Kulaklarıma dolan seslerle gözlerim açıldı. Pencereden içeriyi aydınlatan güneşle çattım kaşlarımı. Gözlerim odada gezinince dolabın kapağına asılan gelinliğimi farkettim.

 

Bugün düğün vardı.

 

Tüm bunları unutmuş olmanın verdiği şokla hızla doğruldum yatakta. Gözlerim duvardaki saate kaydığında saatin dokuza geldiğini farkettim. Yorganı itekledim, Yavuz yanımda değildi. Muhtemelen düğün hazırlıklarıyla uğraştığı için erkenden kalkmıştı.

 

Dün gece üstüme pijamalarımı bile giymediğim için kazak ve pantolonla kalktım yataktan. Adımlarımı kapıya götürüp saçlarımı arkada toplarken dirseğimle açtım kapıyı.

 

Dışarı çıkar çıkmaz etrafta dolaşan bir sürü çalışan, garsonlar hizmetçileri görmek beni şoka uğrattı.

 

Yavuz kraliyet düğünü mü yapıyordu?

 

Adımlarımı ileri götürürken kimseye çarpmamak için uğraşıyordum. Aşağı indiğimde arka bahçeye açılan kapıyı farkettim. Daha önce oraya hiç girmemiştim, çünkü buna hiç fırsatım olmamıştı.

 

"Hafsa kızim uyandun mi?" Hafize Hanım elinde tepsiyi taşırken telaşlı bir hali vardı. İdil ise kısık ve rahatsız gözlerle bana bakarken Hafize Hanım'a yardım ediyordu.

 

"Günaydın Hafize Hanım, Yavuz nerede?" Diye sorduğumda tebessüm etti. "Bahçede, seni bekleyidi o da. Git yanina bizum yapacak daha çok işumuz var."

 

Dediğinde tebessüm ederek başımı salladım. Özlem balonları şişiren korumaya yardım ederken bana baktı ve gülümsedi. "Günaydın Hafsa abla!" Diye bağırdığında gülümsedim.

 

"Günaydın." Diye cevap verdim ona, gülümseyerek elindeki balonla oynarken bende arka bahçenin kapısına baktım.

 

Adımlarımı oraya götürdüm, mutfağa girip çıkan herkes kapıya doğru yürüyüp arka bahçeye giriş ediyordu. Onların peşine takılarak içeri adımlarımı attım.

 

Gözlerim geniş bahçede gezindi buraya resmen bir ordu sığardı. Hayal ettiğimden daha büyük bir arka bahçeleri vardı. Bunun haricinde beni şoka uğratan dekarasyondu. O kadar güzel süslenmişti ki bu kadarını ben bile beklemiyordum. Davetlilerin oturması için sandalyeler, boylu boyunca uzanan masalar, üstüne örtülen beyaz masa örtüleri. Bahçenin dört bir yanına direklerde kurulmuş o direkler balonlar ve ışıklarla süslenmişti.

 

Baş tarafta imzaların atılması ve gelinle damatın oturması için kurulan bir masa.

 

Yavuz gerçekten kırk gün kırk gece düğün mü yapacaktı?

 

Hayranlık dolu bakışlarla etrafı incelerken köşede durup orta yaşlı bir adamla sohbet eden Yavuz'u farkettim. Henüz hazırlanmamıştı. Üstünde gelişi güzel giyindiği kahverengi gömlek altında siyah pantolon vardı. Belli ki önce hazırlıkları bitirmek istemişti.

 

"Ben niye çıktim ki buraya!" Cafer abinin isyan ve öfke dolu sesini duydum. Abim merdivenlerin ucunda durmuş dolandığı ışıklardan kurtulmaya çalışırken Zahir Cafer'in tırmandığı merdiveni tutuyordu. Süleyman desen elindeki çikolatayı yerken onları izliyordu.

 

"Çekiştirme!" Diye bağırdı Tufan abim. Dolandığı ışıklardan kurtulmaya çalışırken Cafer'de aynı ışıkların bir parçasını direğe bağlamakla meşguldü.

 

"Çıksana gerizekali şunlarin içunden! Çam ağaci gibu dolaşayisin!" Tufan abim öfke dolu gözlerini Cafer'in olduğu merdivenlere dikti. Hakarete uğramayı sevmeyen bir abim vardı.

 

"Kim alır diyorsun?" Süleyman kısık bir sesle sordu Zahir'e bakarak. "Ben Tufan diyorum." Zahir devirdi gözlerini.

 

"Şu durumi göz önüne alursak." Düşünür gibi çattı kaşlarını. "Tufan alir."

 

"Ne diyisiniz ula siz?" Cafer'in sorusuyla abim kaldırdı ayağını ve Cafer'in olduğu merdivene tekme attığında Zahir ellerini çekti geriye Cafer ağzından çıkan çığlıkla yeri boyladı.

 

Yerimde hafifçe irkilirken olanları şokla izledim. Cafer yere düşüp sırtını tuttuğunda sızlanıyordu. Abim zafer gülüşüyle onu izlerken kaldırdı kaşlarını.

 

"Nasi ula aşağida havalar?" Güldü şive yaparak. "İyi geliyi mi?" Cafer abi sırtını tutarken kısık gözleri arasında baktı abime.

 

"Çok iyu." Aniden ayağını doladı abimin ayağına ve onu sırt üstü yere düşürdü. "Sende çok yakışayisin yere." Abim ofladı ve yere düşerken buruşturdu yüzünü. Öfkeli gözleri kısa süre içinde Cafer'i buldu.

 

"Cafer abiyi yumruk manyağı yapacak gibi bakıyor..." Dedi Süleyman çikolatasından bir ısırık daha alarak. "Yumruk mi?" Zahir kaldırdı kaşlarını. "Boğacak." Dediğinde abim öfkeyle Cafer'in üstüne tırmandı ve ışıklı iplerin bir kısmını onun boğazına doladığında korkuyla oraya koştum.

 

"Abi!" Diye bağırdığımda abim öfkeyle Cafer'i boğmakla meşguldü.

 

"Yavuz!" Cafer yardım ister gibi bağırdı. "Ula abinu geberteyiler el atsana!"

 

Yavuz'a baktığımda sabrını kontrol etmeye çalışarak burun kemerini sıktı. "Abi!" Dedim ellerimi abimin omzuna koyarak ve onu geri çekmeye çalışarak.

 

"Bırak!" Abim öfkeyle Cafer'i sirkelerken konuştu. "Öldüreyimde hepimiz kurtulalım!" Bakışlarım Yavuz'a kaydı.

 

"Yardım etsene!" Dediğimde dudakları arasından bıkkın bir nefes kaçtı. Adımlarını bize doğru götürürken sanırım yanlış kişiden yardım istediğimi anladım.

 

Çünkü sabrı sınanmış bir Yavuz pek güvenilir değildi. "Kalk ula!" Abimi ensesinden yakalayarak Cafer'in üstünden kaldırıp geri ittiğinde abim öfkeyle geri sendeledi ve üstüne dolanan iplerden kurtuldu.

 

"Öldüreyidi beni!" Cafer isyan ederken Tufan abim hissiz gözlerle baktı ona. "İki kelime daha et! Bak ağzınla burnunun yerini nasıl değiştiriyorum!"

 

"Kalk abi!" Yavuz öfkeyle elini abisine uzatıp onu kabaca çekti ayağa. "Çocuk gibisiniz!" Azarlayan bir sesle bağırdı. "Yardım edin diye çağırdım sizi! Ortalığın içine edin diye değil!"

 

"Ben kardeşimi sana vermek istemiyorum ki!" Abim konuştu kınayan bir sesle. "Mecburiyetten yardım ediyoruz!" Çevirdi bakışlarını Cafer'e. "İnsanlıktan anlayan yok!"

 

"Haklisin." Cafer öfkeli bir alayla konuştu. "Anlamayirim, insan değulsin çünki!"

 

Tufan abim öne atılmak isteyince koluna yapıştım. "Abi yeter!" Azarlar bakışlarım izledi onu. "Kendine gel ne yapıyorsun Allah aşkına!"

 

"Yine kavga yine kavga." Duyduğum ses beni bozguna uğratırken hızla arkamı döndüm. Bahçenin girişinden bize doğru gelen Zerda ve Aziz'i gördüğümde içimi büyük bir şok sardı.

 

Yavuz kaşlarını çatarak bakışlarını bize doğru yürüyen iki kişiye çevirdi. Cafer, Yavuz'un ellerinden kurtulup tek kaşını kaldırırken Süleyman ve Zahir tanımadığı iki kişi karşısında alarma geçmişti.

 

Nerdeyse çocukluğumuzun geçtiği birlikte büyüdüğümüz iki kişi resmen bize doğru yürüyordu. Zerda ve Aziz ikisi abi kardeşdiler. Dört yıl önce Aziz'in kazandığı şampiyonluktan dolayı yurt dışından aldığı teklif sonrası Amerika'ya taşınmıştılar. Onları Tarık ile düğünüme davet etmiştim, ama gelememiştiler.

 

Muhtemelen olayları abim Zerda'ya aktardıktan sonra düğün için gelmiş olmalıydılar. Zerda kocaman ve neşeli gözlerle bize bakarken abim onu görünce tüm öfkesini silip atmışdı.

 

"Zerda?" Dediğimde bakışları beni buldu. Yeşil gözleri ışıldarken her zaman omuz hizasında tuttuğu saçları birazcık uzamıştı. Onları at kuyruğu yapmıştı ama birkaç tutamı yuvarlak yüzüne dökülüyordu.

 

"Zerda." Dedi Zerda hayıflanır gibi. "Koca bulunca mesajlarına dönmediğin Zerda!"

 

Dedikleriyle kırpıştırdım gözlerimi. Son zamanlar o kadar çok şey olmuştu ki zamanını bulupt Zerda'ya bir mesaj bile atamamıştım.

 

"Unutmadım!" Dediğimde yüzüme özlem ve neşeli bir tebessüm yayıldı. Onları çok özlemiştim. "Unutmadım, sadece zamanım yokt-" daha sözümü tamamlayamadan sarıldı bana ve elleri sırtımı sıvazlarken gözlerimin mutluluktan dolayı dolduğunu hissettim.

 

Kollarımı ona sararken kaybettiğim kız kardeşimi geri bulduğumu hissettim. Duygular içime akın etti. "Şaka yapıyorum." Dedi sevgi dolu bir sesle. "Çok özledim." Tebessüm ettim ve hafifçe geri çekilip ona baktım. Zerda benden birkaç yaş küçüktü, benim için bir kız kardeşten farksızdı.

 

"Bende çok özledim." Dediğimde sesim hafifçe titredi.

 

"Ben özlenmedim mi?" Abimin sözleriyle Zerda devirdi gözlerini.

 

"Özlenmedin haklısın." Birkaç adım attı alayla ona doğru. "Ama sanada sarılacağım kul hakkı kalmasın."

 

"Sağol ya." Abim alayla buruşturdu yüzünü. "Kul hakkı kalmasın sarıl bana."

 

Dediğinde Zerda'nın gülüşü kulaklarıma doldu. Öne doğru atılıp abimin boynuna sarıldığında Cafer'in kaşları havalandı. "Aldatildim." Dediğinde sesinde keyif vardı. "Kim derdu ki bir kız tufimi elimden alacak." Tufan ona soğuk bir bakış attı, ama ellerini Zerda'nın sırtına yerleştirerek sarıldı ona. Boyu küçük olan Zerda abimin kolları arasında resmen kayboluyordu.

 

Bakışlarım abi şefkatiyle bana bakan Aziz'i bulduğunda tebessüm ettim. Abim ve Aziz'in fazlasıyla güçlü bağları vardı. Çocukken gittiği boks kursunda Aziz'le tanışan abimin hikayesi böyle başlamıştı. İlk önce birbirlerine rakip iki küçük çocukken giderek iki kardeşten öte olmuşlardı.

 

Uzun yıllardır görüşmemenin verdiği özlem üstümüzdeydi. Aziz aynı abim gibi boksördü sadece abim bir süre sonra bu mesleği bırakıp sadece kafes dövüşlerine devam ederken Aziz büyük şapmiyonluklar kazanmıştı. Böylece zaman geçtikçe abim beni de Aziz ve Zerda'yla tanıştırmıştı. Ve Zerda benim için bir kız kardeşten daha öteydi. Çocuk yaşımda aldığım yaraları bir anne şefkatiyle o sarardı.

 

"Fare." Aziz'in alaycı sesini duyduğumda devirdim gözlerimi. Geçen zaman içinde sanki daha fazla anterman yapmış gibi kasları daha belirgin hale gelmişti. Üstüne giydiği siyah dar tişört bunu gayet belli ediyordu. Kemikli yüzü ve muhtamelen eliyle düzelttiği sarıya karışık kahverengi saçları biraz dağınıktı.

 

"Ayıp ama ya." Dedim çatarak kaşlarımı. "Bunca yıl sonra görmüşsün ilk dediğin fare mi?" Alayla baktı bana.

 

"Aynen öyle." Ardından kolunu omzuma atarak beni kendisine çektiğinde güldüm. Aziz benim için bir abiden farksızdı. Ama gözlerim ateş saçan Yavuz'la kesişince yutkundum.

 

Umarım bunu yanlış anlamazdı. "Hafsa, güzelim." Dediğinde yüzünde samimiyetsiz bir tebessüm belirdi.

 

Sinir bozucu adam, yanlış anlamıştı.

 

"Gelir misin buraya güzelim?" Aziz merakla Yavuz'a baktı. Ardından sırıttı.

 

"Damat bu mu?" Yavuz'un samimiyetsiz bakışları şu an hiç normal karşılanmayabilirdi ama neyse ki Zerda'da Aziz'de bu durumu alaya vurmaya hazır gibiydi.

 

Zerda abimden ayrılırken abimin bir eli hâlâ hafifçe Zerda'nın beline dayalıydı.

 

"Damat bu." Dedim Yavuz'a bakarken. Zerda kıstı gözlerini ve süzdü birkaç saniye Yavuz'u. "Daha iyisini bulabilirdin." Onu çok iyi tanıyordum, tek derdi ortalığı karıştırmaktı. Yavuz'un kaşları havalanırken rahatsız bir ifadeyle baktı Zerda'ya.

 

"Benden iyisini mi?" Egosu yine devreye giriyordu. "Ondan iyisunu mi?" Bu sefer ki soru Cafer'den geldi.

 

"Kusura bakma bacim." Cafer alayla baktı ona. "Bok bulursin."

 

"Cafer, doğru konuş." Abimin uyarı dolu sesiyle Cafer gözlerini çevirdi ona doğru.

 

"Ula sa nolayi? Kızi gördün bir devrelerin yandi." Abim soğuk gözlerle baktı ona.

 

"Cafer çeneni kapatmazsan seni o merdivenin tepesine koyarım tekrar iterim aşağıya!" Cafer abi hızla salladı başını. "Kırılan kemuklerimin parasunu ödeyecesen olir."

 

"Abi sen parayı alırsan kırılan kemiklerini tedavi ettirmezsin ki." Dedi Süleyman alayla.

 

"O parayi alir kırik sırtiyla dünya turina çikar." Zahir'in alaycı yorumu beni güldürürken Cafer göz ucuyla baktı Zahir'e.

 

"Ula anamdan daha iyi taniyisiniz beni." Dikleştirdi omuzlarını. "Parayı sevmek suçmudir?" Bana baktı. "Sen söyle Hafsa, suç mi?"

 

"Ne suçu Cafer abi." Dedim gülerek. "Para köpeğin olsun."

 

"Yaşa!" Cafer sırıttı ve baktı Yavuz'a. "Duydun karuni, para köpeğun olsin dedi." Yavuz kısık gözlerle kolunu omuzlarıma dolayan Aziz'e dik dik bakmakla meşguldü.

 

"Bu hep böyle dik dik bakar mı?" Aziz abi fısıltı dolu sesle sorduğunda sesli bir nefes verdim.

 

"Bir zararı yok." Kaşlarını çatarak baktı bana.

 

"Zararı yok mu? Beni kaynayan bir kazanın içine atmak istiyormuş gibi bakıyor." Dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Yapabilir."

 

"Kocanda senin kadar manyak!" Dediğinde kolunu omzumdan çekti. Dudaklarım arasından kaçan kahkahayla Yavuz'un yanına yürüdüm.

 

Yanına varır varmaz bir kolunu belime doladığında kıskançlığını gizleyemiyordu. Resmen beni kıskanıyordu ve bunu gizleme gereği bile duymuyordu.

 

"Kim bunlar?" Dediğinde sabırsızca cevap bekliyordu.

 

"Aziz'le Zerda işte." Dedim elimle onları göstererek. Yavuz çattı kaşlarını ve hafifçe yaklaştı yüzüme.

 

"Bende görüyorum Aziz'le Zerda." Diye vurguladı alaycı bir sesle. "Senin neyin oluyorlar, onu soruyorum."

 

"Arkadaşım." Bana donuk bakışlarla bakarken bıkkın bir nefes kaçtı burnundan. "Hangi arkadaşın? Ben bu arkadaşları daha önce hiç görmedim."

 

"Çünkü hiç tanışmadınız." Fazla masum bir ses tonuyla konuştuğumda bir çocuğa laf anlatır gibi konuşmaya başladı.

 

"Güzelim." Dediğinde çıldırmamak için zor duruyordu. "Tanışmadık, söylediğin için çok sağol tanışmadığımızı bende biliyorum. O yüzden soruyorum kim bunlar?" Kıstı gözlerini. "Özellikle şu beyzbol sopası kim?" Aziz'e beyzbol sopası mı dedi o? Gülmemek için alt dudağımı içeri kıvırdığımda Yavuz benden büyük bir ciddiyetle cevap bekliyordu.

 

"Aziz abi o." Dediğimde bakışları bir nebze olsun rahatlığa sarıldı. Aziz'e abi demem içindeki şüpheyi biraz olsun öldürdü. "Çocukluktan arkadaşız, kardeşim gibidir ikiside." Gözleri bir an Aziz'e kaydı ardından geri bana döndüğünde belimdeki tutuşu biraz daha yumuşadı. Aziz'in bana bir abi şefkatiyle bakıyor olması artık onun içindeki şüpheleri tamamen yok etmeye başlamıştı.

 

"Çocukluk arkadaşı yani.." dediğinde dudaklarımı çekiştiren tebessümle baktım ona. Yüzüne yaklaşmak için hafifçe kaldırdım başımı. "Kıskandın mı?" Dediğimde irisleri genişledi ve hızla çekti kolunu belimden.

 

"Neyini kıskanacağım." Güldü. "İşim gücüm mü yok?"

 

"Var mı?"

 

"Var."

 

"Nedir?"

 

"Düğünüme hazırlanacağım ben!"

 

"Benimle evleniyorsun."

 

"Biliyorum."

 

"Yani beni kıskanıyorsun."

 

"Kıskanmayirim!"

 

Dediğinde hızla kapıya dönerek oraya yürümeye başladı. Dudaklarım arasından kaçan kahkahayla onu takip ettim. Resmen benden kaçıyordu ama onu bu kadar kolay bırakmak bana göre bir şey değildi. Arkada didişen abimin ve Cafer'in sesini duysak bile şu an Yavuz benden kaçmaya bende onun peşine takılmaya odaklanmıştım.

 

"Kıskanıyor musun?" Diye onun sinirlerini bozmaya devam ettiğimde durdu aniden. Peşine takıldığım için hızımı alamadan sırtına çarptığımda duvara toslamış gibi hissettim.

 

"Tuğla mısın sen! Bu ne be!" Başımı geri çekip alnımı elimle ovuşturduğumda döndü bana ve devirdi gözlerini. "O küçük adımlarınla peşime takılırsan olacağı bu!"

 

"Ben nerden bileyim sırtın yerine duvar taşıdığını!" Öfkeyle baktım ona. "Ayrıca sende bende kaçıyorsun!"

 

"Ben hiçbir şeyden kaçmam." Dedi özgüven dolu bir sesle. "Ayrıca kovalayan sensin. Ben gayet normal bir hızda yürüyordum."

 

"Yürümek mi?" Kırpıştırdım gözlerimi. "Koşuyordun resmen!"

 

"Ula durduk yerde niye koşayım ben!" Dedi inatla. "Senden niye kaçayım? Kaçmak için bir sebebim yok."

 

"Kaçıyorsun!" Dedim kısarak gözlerimi. "Çünkü kıskandın ve kabul etmek istemiyorsun!"

 

"Kızım bozuk plak mısın sen?" Somurtkan ifademe bakarken omuzları çöktü hafifçe. Ardından sesli bir nefes verdi.

 

"Acıdı mı?" Gözleriyle alnımı işaret ederken bakışlarımı yukarı kaldırıp alnımı görmeye çalıştım. Ardından geri ona baktım, acımamıştı ama bu ona yalan söylemeyeceğim anlamına gelmezdi.

 

"Biraz." Dediğimde yumuşadı bakışları. Öne doğru bir adım attı bir eli başımın arkasını nazikce kavrarken dudaklarını alnıma bastırdı ve öptü beni. Ona olan tüm öfkem ve inatım bir anda silinip giderken dudaklarıma yumuşak bir tebessüm yayıldı.

 

Dudaklarını alnımdan ayırırken başını hafifçe eğerek baktı bana. Eli usulca saçlarım arasında dolanırken kendini beğenmiş bir tebessüm yayıldı dudaklarına.

 

"Seni susturmak bu kadar kolay mıydı?" Göz kırptı. "Öğrendiğim iyi oldu."

 

"Sinir bozucu bir adamsın!" Dedim ama sesim öfkeden çok şefkat barındırdı.

 

"Ve harika bir adamım." Dedi göğsünü kabartarak kendiyle övünüp.

 

Benim bu adamla başım dertdeydi.

 

*******

 

Üstüme giydiğim gelinlikle aynadan kendime baktım. Günler öncesinin anıları zihnimde tazeydi. İçime yayılan tiksinti ve ürpertiyle dudaklarım arasından sesli bir nefes kaçtı. O gün olanlar bende derin bir etki bırakmıştı büyük bir ders ve büyük bir acı olmuştu. Ama tek bir şey farklıydı, bu sefer beni mutsuz edecek bir adam yoktu.

 

Yüzümdeki sade makyaj tam istediğim gibiydi. Her ne kadar bu kadar hazırlık yapmak istemesemde Yavuz benden rica etmişti ve bende kabul etmiştim. Yine de kimsenin gelmeyeceğini düşünüyordum, en azından akrabalarımın geleceğinden şüphe ediyordum. Ama Yavuz'unda dediği gibi düğün daviyetesi seçmiştik. O bana sadece resimleri göstermiş ve bende içinden beğendiğimi ona söylemiştim.

 

Nefesimi verdim ve gelinliğimin eteğini düzeltirken gülümsedim. Zerda duvağı saçlarıma yerleştirirken alt dudağını büyük bir heyecanla ısırıyordu.

 

Üstünde siyah ince askılı bir elbise vardı. Aşağlara doğru daralan eteği dizlerinin biraz üstünde bitiyordu. Siyah kumaş ince belini sıkıca sarıyordu. Sarı saçlarını kıvırmış ve yüzüne güzelliğini vurgulayan bir makyaj yapmıştı. Göz kapaklarına sürdüğü mavi far ve çektiği eyelinerin etrafına düzdüğü küçük taşlar yeşil gözlerini ortaya çıkarıyordu.

 

"Ay ben ne zaman evleneceğim ya!" Diye bir isyan çıktı dudakları arasından ve sonunda adımlarını geri atıp ellerini beline koyarak baktı bana. "Şuna bak!" Aziz'e dönerek gösterdi beni. "Çok güzel!" Somurttu. "Abi evleneyim ya bende!" Sitemle konuşurken Aziz yaslandığı çekmeceden ayırdı kalçasını ve boş gözlerle baktı kardeşine.

 

Üstüne beyaz gömlek altına siyah bir pantolondan başka hiçbir şey giymemişti. Bu bile onu yeterince çekici göstermeye yetiyordu. Yalan yok Aziz abi her kadını kendine aşık edebilecek bir adamdı.

 

"Zerda." Aziz'in sert ifadesiyle Zerda kıstı gözlerini. "Ne var!" Abarta abarta konuştu ve döndü etrafında. "Fena mı olur? Bende gelinlik giysem! Kız kurusu mu olayım ben!"

 

"Ol!" Dedi Aziz uyaran bir sesle. "Kimseye vermiyorum ben kardeşimi."

 

"En sonunda turşumu kuracaksın!" Diye isyan etti Zerda. "Hem belki benim sevdiğim var, sen nerden biliyorsun?"

 

"Sevdiğin mi var?" Kapı pervazına yaslanan Tufan abim kasılan çenesiyle baktı Zerda'ya. O da kahverengi saçlarını taramış üstüne siyah gömlek ve siyah bir pantolon giymişti. Kısılan gözleri Zerda'yı süzmekle meşguldü.

 

"Kim ulan o?" Aziz'in sert sesini duyduğumda Zerda'ya uyaran bir bakış attım. Şu an hiç sırası değildi, resmen abimle Aziz abiyi kışkırtmaya çalışıyordu.

 

"Var tabi, kaçıracak beni konuştuk biz onunla." Zerda pişkin pişkin sırıtırken Tufan abim gözlerini kısarak ayırdı omzunu kapı pervazından.

 

"Kaçıracak?" Dediğinde sesindeki tehlikeyi duymak beni bile ürkütürken Zerda yarattığı gergin havadan gayet memnundu.

 

"Kaçıracak bir kafası olmayacak!" Diye sesini yükseltti Aziz. "Kim o orospu çocuğu!"

 

"Canına mı susadı bu seni kaçıracak piç kurusu?" Abim Zerda'ya doğru birkaç adım atarken elleri yumruk haline gelmişti. "Nereye kaçırıyor? Ellerini kırıp bir yerlerine sokarım görür o zaman kaçırmak neymiş!"

 

"Abi Allah aşkına!" Dedim aralarına girerek. "Zerda işte, kışkırtıyor sizi!"

 

"Yoo." Zerda keyifle saçlarını itti geri. "Çook ciddiyim."

 

"Zerda!" Aziz öfkeyle yürüdü kardeşine doğru. "Aklını mı kaçırdın kızım! Bunca yıl sonra katil mi edeceksin beni!"

 

"Sevmek günah mı ya!" Zerda yükseltti sesini. "Seviyorum işte!"

 

"Kimi seviyorsun!" Tufan bağırdığında Zerda alayla baktı ona. Ama cevap vermedi.

 

"Zerda delirtme beni!" Öfkeden gözü dönmüş gibi sesi yükselince abimi hafifçe itekledim geri. Aziz'de aynı öfkeyle Zerda'ya baktı ama neyse ki o kardeşini çok iyi tanıyordu. Ama abim için aynı şeyi söylemeyecektim, Zerda ile bir erkeğin aynı cümle içinde geçmesinden bile nefret ederdi.

 

"Abi kendine gelsene! Her seferinde kanıyorsunuz şu pişkin suratlının yalanlarına!" Öyle biri olmadığına adım kadar emindim, Zerda sürekli olay çıkarmaya bayıldığı için aklına gelen her oyunu masaya sunuyordu.

 

"Pişkin mi?" Zerda keyifle baktı bana ve büzdü pembe rujlu dudaklarını. "Çok kırıldım şimdi."

 

"Çıkın dışarı!" Dedim bir elimi Aziz'in bir elimi abimin sırtına koyarak. "Kış kış hadi! Gelinin odasında bu kadar durulmaz!" İkisini kapıya doğru iteklerken isteksiz adımlarla dışarı çıktılar. Dudaklarım arasından kaçan nefesle Zerda'ya baktım.

 

"İnanamıyorum yani sana." Dediğimde gülmeye başladı. "Ne bakıyorsun öyle? Onları kışkırtmaktan daha zevkli bir şey olamaz ki bu dünyada!"

 

"Bir gün kendi başını yakacaksın." Dediğimde kendimi tutamadım ve bende güldüm. "Sen düğüne mi geldin? Düğünümü mahvetmeye mi?"

 

"Düğününü mü?" Zerda güldü. "Hani sevmiyordun sen bu adamı? Hani aşık değildin? Bakıyorumda birileri düğünü için pek heyecanlı." Gözleri kızaran yanaklarımda gezinince yutkundum.

 

"Bakıyorum her şeyden de haberin var." Homurdanarak konuştuğumda kendini beğenmiş bir bakışla baktı bana.

 

"Tufan sağolsun canlı yayın kanalı gibi." Sırıttı. "Ne olay varsa hemen bana aktarıyor."

 

Haklıydı, abim resmen Zerda ile konuşmak için bahaneler üretirdi. Bu çocukluğumuzdan beri böyleydi, ne kadar Zerda'ya aşık olduğunu düşünsemde bu fikri hep reddederdi. Aynı şekilde Zerda'da bunu yapardı. Ama bu benim inanacağım bir şey değildi.

 

Daha sonra dakikalar saatlere karıştı. Saat dörte geliyordu. Giderek üstüme çöken heyecana bir türlü anlam veremedim. Ama kalbim öyle hızlı çarpıyordu ki yerinden çıkacakmış gibiydi. Dışarıdan gelen seslerle herkes resmen bir ağızdan konuşuyordu.

 

"Hadisene." Dedi Zerda kapıdan kafasını içeri uzatarak. "Orada mı atacaksın imzayı? Herkes gelini bekliyor sen hâlâ heyecandan gebermekle meşgulsün!"

 

Nefesimi verdim ve gelinliğimin eteklerini avuçlarımın içine topladım. Ayağımdaki topuklu ayakkabı tıngırtı çıkarırken adımlarımı kapıya götürüp çıktım odadan. Terasa adım atar atmaz konağın iki yanına genişce açılan kapılarını gördüm. Açıkça kendi akrabalarımdan bir kaçını görmek beni bozguna uğrattı. Yavuz dediğini yapmıştı, içeriye birer birer adımlarını atan akrabalarımın yüzünde neşeden ziyade daha çok çekingenlik görmek bende kafa karışıklığı yarattı.

 

"Ay Hafsa.." Zerda içi gider gibi fısıldarken bir elinin tersiyle duvağımı omzumun üstünden geri itti. "Peri kızı gibi oldun, hani çocukken okuduğum kitaplar vardı ya orda ki prenseslere benziyorsun." Sesinin titremesi beni güldürdü. "Ağlamayacaksın değil mi?"

 

"Ne ağlayacağım!" Dediğinde gözleri çoktan dolmuştu. "Hem benim gözyaşlarım akmayacak kadar değerli. Ben kimse için ağlamam."

 

"Kimsede seni ağlatmaz zaten." Abim bize doğru yürürken gözleri önce Zerda'ya sonra bana kaydı. Aklını rahatsız eden bir şeyler varmış gibi gözleri dolandı üstümde. Sanki zihnine o günün anıları akın eder gibi birkaç saniye baktı bana. Ama sonra o da benim gibi Yavuz'un kötü bir insan olmadığını düşündü. Abim her ne kadar Yavuz'dan haz etmediğini düşünse bile ona güveniyordu. Yavuz'un benim için yaptığı her şeye bizzat şahit olmuştu ve beni koruyacağına adı kadar emindi.

 

"Çok güzelsin." Diye mırıldandı ve yanıma gelip başını eğdi hafifçe. Gözlerimin içine bakarken tebessüm etti

 

"O it oğlu it canını sıkacak bir şey yaparsa ilk abine geliyorsun." Kaldırdı elini ve alnıma düşen kahküllerimi itekledi geriye. "Bende ağzını burnunu kırıyorum."

 

"Abi it demesene." Dedim gülerek. Abim devirdi gözlerini ve buruşturdu yüzünü. "Derim." Burnumu iki parmağı arasına sıkıştırıp çekiştirince somurtarak itekledim elini. "Yapmasana!" Keyif alır gibi güldü ve şefkat dolu bakışlarla izledi beni.

 

"Hadi inelim artık." Dedi Zerda çocuk heyecanıyla. Abim ortamızda durduğunda iki kolunu iki yanına uzattı.

 

"Hanımlar." Dediğinde güldü Zerda. "Üçümüzün aynı anda o merdivenlerden inebileceğine şüpheliyim."

 

"Haklısın." Dediğinde bir kolunu Zerda'nın beline dolayıp ayaklarını yerden kesti. Zerda şok dolu gözlerle birkaç saniye baktı abime ardından kıstı gözlerini.

 

"Beni çanta gibi taşımaktan vazgeç!" Diye isyan ettiğinde gülerek abimin boştaki koluna girdim. "Boyun çok küçük, ayrıca çok kolay seni taşımak." Tufan abimin sözleriyle Zerda öfkeyle baktı ona.

 

"Benim boyum küçük değil! Sen uzunsan ben ne yapayım?" Zerda'nın boyu benden bile küçüktü. İşte bu yüzden abimin veya Aziz abinin yanında küçük bir çocuk gibi kalıyordu. 1.59 ya vardı ya yoktu.

 

"Her boyu küçük kızın savunma yöntemi." Dedi abim Zerda'yı kolaylıkla bir kolunda taşırken.

 

"Her boyu küçük kızın savunma yönteminin bu olduğunu nereden biliyorsun sen?" Zerda'nın sorusuyla abim duraksadı birkaç saniye.

 

"Bu saçma sorular nerden aklına geliyor senin?" Dediğinde Zerda abimin omzunu tokatladı.

 

"Cevap vermedin!" Abim alayla önüne dönerken bana yandan bir bakış attı. "Arkadaşın beni kıskanıyor." Dediğinde güldüm ve Zerda'ya baktım.

 

"Bu sefer haklı." Zerda somurtkan çocuklar gibi çevirdi gözlerini bana. "O duvağını ayaklarım altına almadan önce kapa çeneni!"

 

Zerda abimin kolundan kurtulmaya çalışıp bir şeyler homurdanırken çoktan merdivenleri inmiştik. Abimin kolundan çıkmayı başarıp gelinliğimin eteklerini bıraktığımda gözlerim telefon konuşması yapan Yavuz'a takıldı. Aldığımız damatlık üstündeydi. Kahverengi saçları özenle yana doğru taranmış hafif çıkan sakalları özenle düzene sokulmuştu. Damat traşı olduğuna emindim. Zaten Cafer'le bu konu üstünde uzun bir süre kavgalarını dinlemiştim. Ve en sonunda Cafer onu peşinden sürüklemeyi başarmıştı.

 

Gözüme fazlasıyla çekici gelen adamı dikkatle izledim. Bakışlarıma ulaşan sıcaklığa harelerim arkasından geçen hafif şok eşlik etti. Fazlasıyla çekici görünüyordu.

 

Aziz abi ortalıkta yoktu. Ve Tufan abimde bizi yalnız bırakarak arka bahçeye yürürken Zerda'yıda kendisiyle götürmüştü.

 

Yavuz'un bakışları benimle kesişince sesi kesildi. Bakışlarını hayranlık sararken ağır ağır çekti telefonu kulağından. Kehribar gözleri üstümde aşağı yukarı dolandı. Her bir zerremi aklına kazırken nefesini tutmuş gibi dudakları hafifçe aralanmıştı. Hayranlığı gizleyemeceği bir derecedeydi. Adımlarını ileri götürdü ve tam önümde durunca bakışlarımı kaçırmamak için zor duruyordum.

 

Bana bu kadar güzel bakmak zorunda değildi.

 

"Yavuz." Dediğimde gözleri zar zor kesişti bakışlarımla. Ağzımı açıp konuşmak istediğimde dudakları arasından titrek bir nefes kaçtı.

 

"Yavuz mu kaldı?" Dediğinde yutkundum. "Yavuz'u öldürdün Hafsa." Burnundan kaçan nefesle harelerimde takılıp kaldı gözleri. "Her geçen gün biraz daha öldürüyorsun beni, nasıl yapacağız biz bu işi?" Sesi fısıltıdan biraz yüksekti. Boğazına takılan nefesi onu her geçen saniye boğuyordu. Ama onu bu hale getiren bendim, Yavuz benim güzelliğim karşısında kendini kaybediyordu. Bana kalırsa abartacak bir güzelliğim yoktu, ama Yavuz için öyle değildi.

 

"Geçici bir şeyi fazla abartmıyor musun?" Dediğimde ona giderek alışıyor olmak benim içimdeki duyguları birbirine düşürüyordu.

 

"Geçici mi?" Dedi sesinde ki kırılganlıkla. "Senin tek bir gözyaşına dünyayı yakarım Hafsa ben, öyle ki külleri beni bile boğar ama ben seni yine kurtarırım."

 

Her bir kelimesi karşısında bozguna uğradım. Yavuz'un bana olan bakışları kendimi dünyanın en güzel kadınıymışım gibi hissetmeme neden oluyordu.

 

"Kapa ula ağzuni, açik kalmiş!" Cafer'in sesini duyduğumuzda Yavuz temizledi boğazını ve bize doğru gelen Cafer'e baktı. Yüzünde alay ve keyif ifadesi vardı. Bakışları beni bulunca gülümsedi ve baktı Yavuz'a.

 

"İltifat etmeyi hic beceremeyurim." Tekrar baktı bana. "Ama deneyeceğum." Abi şefkatiyle izledi beni. "Güzel olmuşsun, Hafsa." Ardından gösterdi Yavuz'u. "Bu gördüğin kot kafali uzun bir süre diluni yutmiş gibi gözükeyi. O yüzden onun da yerine ben konuşacağum."

 

Keyifli ifadesini kurnazlık sardı. "Çok beğenmuş senu, delireymuş aşkundan. Tutin benu bayulacağum diyi." Yavuz soğuk bir ifadeyle baktı ona.

 

"Susacak mısın sen?" Dediğinde Cafer sırıttı.

 

"Ben susayim da, sen hiç konuşmayisin ki." Yavuz'un donuk bakışları karşısında devirdi gözlerini.

 

"İyu tamam!" Baktı bana. "Sen yinede dikkatli ol guzel kardeşum benum bu her an bayilacak gibi durayi." Gülmemek için kendimi zor tutarken öfkeyle Cafer'e bakan Yavuz'un heyecanlı bir çocuktan farkı yoktu.

 

"Geçelim mi?" Dediğinde kolunu bana uzattı. Bir an önce Cafer'den kurtulmak ister gibi bir hali vardı. Gülümsedim ve koluna girdiğimde sesli bir nefes kaçtı dudaklarım arasından.

 

"Bu arada Cafer haklı." Dedi bahçenin girişine yürürken kulağıma doğru. "Bayılırsam tutar mısın beni?"

 

"Yavuz ben seni nasıl tutayım?" Güldüm. "Çok ağırsın sen."

 

"İyi yük olmam ben sana zaten." Dedi masum çocuklar gibi. "Otururum öyle bir köşede, sen konuşma demedikcede konuşmam." Sırıttı. "Karımın sözünü dinleyen bir kocayım ben."

 

"Karınız çok şanslı." Dediğimde keyifle baktı bana.

 

"Bence ben daha şanslıyım." Yumuşayan bakışlarının arkasında sevgi parıltısı vardı. Yavuz ilk kez bana sıcak bir bakış veya da şefkat sunmadı.

 

Yavuz bana aşkla baktı.

 

Ya da hep öyle bakmıştı, ama ben bunu ilk kez farkediyordum. Yavuz bana aşkla bakıyordu, ve ilk kez tattığım bu duygu kalbimin hızlı atmasına sebep oldu. Çarpan kalbim kaburgalarımın içinde sıkıştı ve patlayacak gibi oldu. Hafif kızaran yanaklarım onun bakışları altında aşkı tattı, ve hiç vazgeçmek istemedi.

 

Adımlarımız bahçeye varır varmaz şok tüm vücudumu sardı. Tüm arkabalarım buradaydı, beklediğim bir şey değildi. Akrabalarımın ne kadar katı ve ciddi insanlar olduğunu bilirdim. Böyle bir olayda üstelik düğünde terkedilmiş bir kızın düğününe gelecek olmaları aklımın ucundan geçmezdi. Gözlerim Büyük bahçeyi taradı, çoktan masalara yerleşen misafirler kendi aralarında sohbet ediyordular. Arka bahçeden sokağa açılan bir kapı daha vardı, ordan gerekli son eşyaları taşıyan çalışanlar vardı

 

"Yavuz." Dediğimde sesimde hayret vardı. "Bunu nasıl başardın sen?" Gözleri gezindi bahçede ve kayıtsızca mırıldandı.

 

"Kolay oldu." Gözlerine keyifli bir tehlike erişti. "Akrabalarının canları pek kıymetli." Hızla başımı çevirdim ona. "Ne demek istiyorsun?" Şüphe dolu sesime karşılık başını salladı iki yana.

 

"Hiçbir şey." Adımlarını götürdü bahçenin başına kurulan masaya. "Sen düşünme şimdi bunları, keyfine bak." Kolunu çekti ve sandalyelerden birini çekerek oturmam için bana yardım etti. Kafamı kurcalayan onca soru vardı ama onun sözlerine uyarak oturdum sandalyeye.

 

Kendi sandalyesini çekerek yanıma oturduğunda havadaki gerginlik elle tutulur haldeydi. Düğündeydik, ve ben Yavuz ile evleniyordum. Kalbim yerinden çıkmadan bu iş bitse çok mutlu olurdum yoksa Yavuz yerine ben bayılacakmışım gibi geliyordu.

 

"İyi misin?" Dediğinde parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Başımı çevirip baktım ona ve tebessüm ettim. Ama beni geren bazı şeyler vardı, özellikle babamın gelecek olması daha rahatsız ediciydi.

 

"Babamı da davet ettin mi?" Dediğimde dilini vurdu damağına. "Davet etmedim, kovdum onu." Bakışlarımı saran şaşkınlıkla çatıldı kaşlarım.

 

"Kovdun mu?" Dediğimde keyfi gayet yerindeydi.

 

"Ne baban ne de üvey kaynanam olacak o tüy yumağı düğünümüze katılmayacak, Hafsa." Sözleri hem güven hemde babama karşı öfke barındırıyordu. "O adam buraya adımını atmayacak, güzel bir gününü mahvetmesine izin vermeyeceğim." İçimdeki gerginlik giderek yok olurken yüzümdeki tebessüm genişledi.

 

Yavuz beni rahatsız edecek her şeyi düşünmüş ve önüne engeller koymuştu.

 

"Teşekkür ederim." Diye fısıldadığımda gülümsedi ve bir elini kaldırıp yanağıma yerleştirerek okşadı. "Teşekkür etme Hafsa, seni mutlu etmek için her şeyi yaparım." Sevgisi derinleşirken izledi beni. "Sen bana emr et, ben yaparım."

 

Hafif dolan gözlerimi es geçtim ve yanağımı avcuna yasladığımda birkaç saniye kapattım gözlerimi. Ardından geri açtığımda sevgiyle baktım ona. Bakışları bir kez daha indi dudaklarıma, rujla boyanan dudaklarımda uzun bir süre takılı kaldıktan sonra nefesini verdi ve kaçırdı bakışlarını.

 

Eli yavaşça yanağımdan ayrılırken bende büyük bir zorlukla çevirdim bakışlarımı önüme.

 

Yaklaşık yarım saatin ardından bahçeye adım atan nikah memuruna takıldı gözlerim. Başıyla misafirlere selam verirken bizim masamıza doğru yürüdü.

 

 

Diğerleri bizim yanımızda duruyordu. Zerda abimin yanındayken sağında da Aziz vardı. Aynı şekilde Süleyman Cafer ve Zahir'de yan yanaydı.

 

"Son pişmanlık neye yarar şarkısını çaldıracak mıyız? İçimde kalır abi!" Süleyman'ın sızlanan sesine karşılık Zahir oflayarak baktı ona. "Kapa çenenu."

 

"Niye pişman oluyor lan?" Tufan abim kıstı gözlerini. "Kardeşimden güzelini mi bulacak?" Aziz onaylan bir bakışla baktı Tufan'a. "Bulmuşlar gül gibi kızı kalkmış konuşuyorlar birde." Zerda dikleştirdi omuzlarını. "Bence şarkıyı biz açmalıyız siz değil."

 

"Yenge hanım sen ikudur benum kardeşume laf edeyisin nesuni beğenmedun ula kardeşumun!" Cafer'in isyan dolu sesiyle Zerda baktı Yavuz'a. "Baştan sona kendisini beğenmedim."

 

"Zerda." Dedim uyaran bir sesle, Yavuz hiç bozulmamıştı. Aksine yaslandı arkasına ve elinde tuttuğu viskiden bir yudum aldı.

 

"Beğenmeyecek kadar dikkat etmişsin demek." Baktı bana. "Ben o kadar çirkin miyim karıcım?" Alaycı tınısı kulaklarıma dolduğumda derin bir nefes soludum. Buradaki altı kişi birbiriyle uğraşmaya bayılıyordu.

 

"Gördünüz mü? Karım ne kadar yakışıklı olduğumdan bahsediyor." Gözlerimi kısarak baktım ona.

 

"Ağzımı bile açmadım." Salladı başını.

 

"Biliyorum, ama gözlerinden anlıyorum. Hayran hayran izliyorsun beni, hayran olunmayacak adam değilim zaten."

 

"Senin kardeşinin piskolojisi bozuk." Dedi Aziz Cafer'e doğru fısıldarken.

 

"Sen az ötede dur!" Cafer kıskançlık dolu bakışlarla baktı Aziz'e. "Bir geldunuz Tufi mi çaldunuz zaten!"

 

"Cafer Tufan senin nikahlı kocan mı!" Zerda kızgın bir sesle sorduğunda Cafer kınar gibi baktı ona. "Kapa ula çenenu, sen yokken ben vardim!" Zerda ve Cafer resmen abim yüzünden didişirken Yavuz'un burnundan bıkkın bir nefes verdi.

 

"Başlıyorlar gene." Elindeki bardağı masaya bırakırken kirpikleri arasından baktı onlara.

 

"Cafer acaba sen mi kapatsan çeneni?" Abimin sorusuyla Cafer tek kaşını kaldırdı. "Şerefsize bak ula sen şu iku çok kıymetlu can dostuni bulduğundan beru bir dilun uzadi!"

 

Tufan abim devirdi gözlerini. Nikah memuru masaya yaklaşınca Yavuz kalktı ayağa ve elini sıkarak başıyla selam verdi ona. "Hoşgeldin Resul abi." Oturduğum yerden gözlerimi onlardan ayırdım ve nikah memuruna baktım. Orta yaşlı güler yüzlü bir adamdı. Küçük bir tebessümle bende ayağa kalktığımda gözlerim takıldı bahçeye.

 

Arka bahçeye giriş yapan Ramiz abiyi gördüğümde tebessüm ettim. Babamdan çok onu gördüğüm için mutluydum.

 

"Ramiz abiyi davet etmişsin." Dediğimde Yavuz nefesini verdi ve salladı usulca başını. "Tufan sizin için yaptığı onca şeyi anlattı, o adama çalışması hâlâ bozuyor sinirlerimi. Ama seni mutlu edecekse, yanında olsun istedim." Bu kadar ince düşünmesi kalbimi öylesine ıstıyordu ki Yavuz benim asla vazgeçemeyeceğim bir yuva gibiydi.

 

Yavuz nikah memurunu beklemesi için bir masaya yönlendirirken Ramiz abi yanıma geldi ve bir baba şefkatiyle baktı bana. Öz babamın vermediği şefkati benden esirgemeyen Ramiz abiydi. Kırklı yaşlarında olmasına rağmen nasıl bu kadar iyi baba sevgisini bana gösterdiğini anlamak benim için zordu. Sadece bana değil, Ramiz abi abimide aynı şefkatle sevmişti.

 

"Kızım." Dediğinde tebessüm ettim ve birkaç adım atarak yaklaştım ona. "Hoşgeldin Ramiz abi." Bir elini kaldırıp okşadı saçlarımı ve sıcak bakışlarla izledi beni. "Hoşbuldum." Dediğinde sesi kırılgandı, onca yıldır gözleri önünde büyüyen kız çocuğunun düğününe şahit olmanın verdiği burukluk ve mutluluk yüzüne yansımıştı.

 

"Güzel olmuşsun." Dedi elini yavaşça geri indirerek ve baktı gözlerime. Geçmişte gördüğü özlediği bir şeylere bakar gibi baktı gözlerime. "Annende sağ olsaydı keşke, görseydi seni böyle." Dediğinde buruk bir tebessüm çekiştirdi dudaklarımı ve nefesimi verdim.

 

Annem yaşasaydı şimdi burada olurdu, beni o hazırlar şarkılar eşliğinde benimle dans ederdi. Ama yoktu, onu benden almıştılar.

 

"Keşke abi." Titrek bir nefes verdim ve baktım ona. "Sağol abi, geldiğin için."

 

"Geleceğim tabi." Dedi neşeli bir sesle. "Kızım evleniyor, gelmeyepide ne yapacağım?"

 

"Benim de düğünümü sen yaparsın artık Ramiz abi, piç babamız arkamızda durmayınca tüm yükü omuzlarına yükleyeceğim kusura bakma." Tufan abimin hem alaycı hemde bir miktar öfke taşıyan sesiyle Ramiz abi baktı ona.

 

"Yapacağım tabi." Dediğinde sesinde gurur vardı. "Senin düğününü ben yapacağım!" Tufan güldü ve Zerda'nın yanından ayrılarak sarıldı Ramiz abiye. "Hay yaşa abim! Ama büyük bir düğün isterim ona göre!"

 

"Nereye evleniyorsun sen?" Zerda parmak uçlarına çıkarak Tufan'ın ensesini çekiştirdi ve onu geriye çekmeyi başardı. "Yok sana evlilik, ben evlenmiyorsam sende evlenemezsin!"

 

"Bıraksana kızım!" Abimin sahte öfke saçan sesinin altında bu durumdan keyif alan bir adam vardı. Ramiz abi çattı kaşlarını ve baktı bana.

 

"Zerda'yla Aziz.." gözlerini çevirdi onlara. "Siz ne zaman döndünüz çocukar?"

 

"İki gün oldu abi." Aziz tebessüm ederek cevap verdi. Ramiz abiye en az bizim kadar onlarında saygısı büyüktü. "Hem gelip bir memleketimizi görelim dedik, hemde küçük faremiz kiminle evleniyor merak ettik."

 

"Damadı hiç beğenmedim." Dedi Zerda kısık bir sesle. "Sen daha yakışklısın Ramiz abi, inan bana." Ramiz abi gülerek baktı ona.

 

"Deme öyle, iyi adamdır Yavuz." Baktı bana. "Seviyor senide bakışlarından belli, mutlu olursunuz İnşAllah." Bakışlarından belli?

 

Yavuz'un bana olan bakışlarını Ramiz abi aşk olarak isimlendiriyordu. Yavuz bana aşk dolu gözlerle bakıyordu, ve bu benim daha bugün farkettiğim bir şeydi.

 

Dediği gibi Yavuz beni seviyor muydu?

 

Sesli bir nefes verdim ve harelerimi Yavuz'un olduğu masaya çevirdim. Resul abiyle sohbet etmekle meşguldü. Uzun zamandır tandığı bir adam olmalıydı ki uzun uzadı sohbet ediyordular. Yüzüme yayılan tebessümle bakışlarımı çevirdim önüme. Sonunda kapıdan giriş yapan aileye takıldı gözlerim. Yavuz'un bakışları aynı benim gibi onları takip ederken mutluluk saçan yüzünü saran ifade omurgamdan aşağı bir ürpertinin inmesine sebep oldu.

 

Bakışlarını saran tiksinti öfke en önemlisi büyük nefretle karşı karşıya kaldığımda benim için anlamak zor olmadı. Gözlerim 50-li yaşlarının üstünde olan adamla kesişti. Zayıf bir adamdı, gözünün biri siyah göz bandıyla kapatılmışdı. Üstünde takım elbise varken bakışı insanın içine korku salıyordu. Beni inceliyordu. Yavuz'a onca şeyi yaşatan bu adamdı değil mi? İçimi saran mide bulantısı gözlerimin kısılmasına neden oldu. Küçücük bir çocuğa o kadar acıyı çektiren ve belki de Devran'ın katili olan bu adam olabilir miydi?

 

O yüzden Yavuz'un gözlerinde böylesine öfke ve tiksinti birikiyordu. Aynı adamın yanında ondan biraz genç görünen kadını farkettim. Muhtemelen karısı olmalıydı, sağ tarafında duran 25 yaşlarının üstündeki erkek muhtemelen oğlu olmalıydı. Ordulu ailesi hakkında pek bir bilgiye sahip değildim, tek bildiğim Payidar ailesiyle kan davasının içinde olduklarıydı.

 

Sol tarafında 30-lu yaşlarının üstünde görünen kadına çarptı gözlerim. Sarı saçları omzuna dökülürken üstünde yeşil tonlarında bir elbise vardı. Mavi gözleri büyük bir yorgunlukla gezindi bahçede, sanki buraya bile zorla getirilmiş gibiydi. Yılların yükünü taşıyan bir kadının bakışlarına sahipti, Yavuz'un dediği kadın Narin bu olabilir miydi?

 

Bakışlarım Yavuz'a kayınca yanılmadığımı anladım. Narin'e bakarken öfkeden ziyade bakışlarına saygı ulaştı. Düşündüklerim yanlış olamazdı Narin Ordulu o olmalıydı.

 

Onun yanında ailenin en gençi olan bir kız daha vardı. 20-li yaşlarının üstünde bakışlarında büyük bir tehlike vardı. Gencecik bir kıza kıyasla öyle cesur ve kendinden emin duruyordu ki ilk kez böylesine bir cesaret seziyordum. Babasına olan bakışları kin doluydu, ondan nefret ediyordu ve bunu belli etmekten bile çekinmiyordu. O bakışları çok iyi tanırdım, çünkü babasına nefretle bakan kızlardan biride bendim.

 

Ordulu'u ailesi Yavuz'un davetini geri çevirmemiş gelmekten geri durmamıştı. Ama benim beynimi kurcalayan onca şey vardı, Yavuz'un planı neydi?

 

"Ortalık karışmazsa iyi." Dedi Süleyman nefesini vererek.

 

"Sanmayirim." Cafer nefretle onları izlerken konuştu. "Düğünde olay çıkaracak kadar delu olamazlar."

 

"Kanlı değil miydi bunlar?" Ramiz abi sordu merakla. "Ne işi var şimdi burda?" Nefesimi vererek baktım ona kayıtsızca indirip kaldırdım omuzlarımı. Haberim yokmuş gibi geçiştirmek istedim.

 

Yavuz onları selamlamak için yanlarına doğru adımladığında bahçede büyük bir sessizlik vardı. Herkes büyük bir şok içindeyken her şeyden haberi olan ben bu durumu sadece merakla izliyordum.

 

"Hoşgeldin." Dediğinde ne Kemal'e ne de bir başkasına elini uzattı. Uzattığı el Narin'eydi. Narin baktı ona ve zorlukla bir tebessüm ederken elini öne uzatarak sıktı Yavuz'un elini. Yıllar sonra iki acı dolu insanın buluşması gibiydi tüm bunlar ve kalbime batan iğneler yutkunmama neden olmuştu.

 

Yavuz o soğukta dört ay geçirmiş, Narin o dört ay boyunca Yavuz'un yaşadığı her şeye şahit olmuştu. Şimdi Yavuz kocaman bir adamken, Narin yorgunluktan çöken bir kadına dönüşmüştü. Ama Yavuz'a baktığında bakışlarında abla şefkati vardı.

 

Sonunda elini yavaşça ayıran Narin oldu. Bakışları Hafize Hanım'ın yanında oturan Özlem'i bulunca boğazına takılan nefesini hissettim. Kaşlarım çatılırken Narin'in gözlerine erişen acıyı sezdim. Ağlamamak için zor duran bir hali vardı, peki neden öyle bakıyordu? Özlem ayaklarını sallarken oturduğu sandalyenin kenarlarına tutunmuştu. Bakışları büyük bir merakla bizi izlerken sonunda onu izleyen Narin'e baktı. Bir çocuk olduğu için gördüğü herkese gülümsüyordu. Ve Narin'e bakarak gülümsediğinde Narin dolan gözlerini hızla çevirdi Hafize Hanım'a.

 

Hafize Hanım bir an gözlerini Narin'in gözlerine dikti. Narin'in bakışlarında büyük bir dargınlık ve çaresizlik hissettim. Kafam allak bullak olurken Mahir Bey yerinden bile kıpırdamıyor dönüp Ordulu ailesinin yüzüne bile bakmıyordu. Yavuz Ordulu ailesinin önünden geçip giderek yanıma adımladı. Narin dışına hiç kimseyi selamlamadı.

 

Yanıma varır varmaz hafifçe tutundum koluna. "Yavuz, iyi misin?" Kemal'i önünde görmek onun için bu kadar kolay olmamalıydı. Gözleri gözlerimi bulduğunda ne kadar acı çektiğini anladım. Onları burada görmek onun için işkenceden farksızdı, Yavuz acı çekmeyi göze almıştı. Ama bu ne uğrunaydı işte onu bilmiyordum.

 

"Hazırsan atalım imzaları." Sorumu geçiştirdiğinde nefesimi verdim ve usulca evet anlamında salladım başımı.

 

Kısa süre içinde herkes yerlerine yerleşti. Zahir ve Cafer nikah şahidimiz olurken Tufan, Zerda, Aziz, Süleyman, kendileri için kurulan masaya oturmuşdular. Hepsi biraz şefkat ve birazda gururla bizi izlerken Resul bey masanın başında durdu.

 

"Siz Cihan kızı Hafsa Polatlı, Mahir oğlu Yavuz Payidar'ı kocalığa kabul ediyor musunuz?" Soru bana yöneltildiğinde bakışlarım Yavuz'a kaydı. O an birkaç saniyelikte olsa hayattan kopmuş gibi baktı bana ve tebessüm etti. Benden güç alan bir adamı yarı yolda bırakamazdım. Tebessüm ederek baktım nikah memuruna.

 

"Evet!" Dediğimde sesim beklediğimden biraz daha gür çıktı. Resul bey gülümseyerek salladı başını ve döndü Yavuz'a.

 

"Sen kerata." Dedi biraz alayla. "Cihan kızı Hafsa Polatlıyı karılığa kabul ediyor musun?" Yavuz baktı bana ve Resul Bey'in tuttuğu mikrafona doğru eğildi hafifçe. "Evet!" Dediğinde açıkça neşesini gizlemedi. Şu an tamamen benimle evleniyor olmanın verdiği mutluluğa odaklanmıştı. Ordulu ailesi umrunda bile değildi, onların önünde kendini güçsüz duruma sokacak hiçbir şey yapmıyordu.

 

Bir planı vardı, ve onları bu yüzden çağırmıştı. Alkış sesleri duyulduğunda Resul Bey kalemi bana uzattı.

 

"İmzalayın." Dediğinde hafif titreyen elimle tuttum kalemi ve kuruyan dudaklarımı ıslatarak kendi ismimin altına imzamı attım. Heyecan dört bir yanımı sararken kalemi Yavuz'a uzattım.

 

Kalemi benden alırken onunda elinin titrediğini farkettim. "Korkayimisin ula?" Cafer oturduğu masadan alayla konuşunca Yavuz'un elini ayağına dolaştırmaya niyetli gibiydi. Yavuz ona soğuk bir bakış attı, Hafize Hanım ağzından çıkan kısık nefesle bakışlarında şefkatle izliyordu oğlunu. Bir tarafı bu durum için neşeliyken bir tarafı büyük bir durgunluk taşıyordu. Mahir Bey zaten bu evliliği onaylamadığını belli eden soğuk bakışlarını üstümüzde tutuyordu.

 

Yavuz sonunda kendini kontrol ederek imzayı attığında dudaklarına geniş bir tebessüm yayıldı. Onun hemen ardından Cafer ve Zahir imzaladı. Yavuz, sanki evlendiğimizin yeni farkına varmış gibi baktı bana.

 

Resul abi nikah cüzdanın aldı ve kendi imzasınıda atarak onu kapatıp bana uzatırken birkaç saniye elinde tuttuğu küçük kırmızı deftere baktım. Ardından elimi çekingen bir şekilde öne uzatıp onu aldığımda bir kez daha kulaklarıma dolan alkış seslerine Cafer'in ve Aziz'in ıslıkları eşlik etti.

 

"Sanırım karımsın ha?" Dediğinde elini belime yasladı. Elimde tuttuğum cüzdana bakarken kalbim deli gibi atıyordu. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda öne eğildi ve dudaklarını alnıma bastırdı.

 

"Sanırım değil." Dediğimde gözlerimi kapattım. "Öyleyim Yavuz." Süleyman fotoğraflarımızı çekmekle meşgulken Yavuz dudaklarını ayırıp baktı bana ve bir eli usulca okşadı yanağımı.

 

"Öylesin." Dedi fısıldayarak.

 

Bu sefer yaptığımız oyunlardan değildi. Şaka değildi, gerçekti. Yavuz ve ben az önce kâğıda imza atarak evlenmiştik.

 

Ve benim düğünüm beklediğimden daha iyi bir şekilde sonuçlanmıştı. Yavuz sözünü tutmuşdu, hayalini kurduğum düğünü bana yaşatmıştı. İmzalardan sonra evlilik yüzüklerini takmıştık.

 

Çalan kemençe eşliğinde horon teperken kahkahalarımız havaya karışıyordu. Serçe parmağım Yavuz'un parmağına takılıyken en son ne zaman bu kadar eğlendiğimi hatırlıyor bile değildim. Çoktan sarhoş olan Zahir ve Süleyman horon teperken nerdeyse bayılacak gibiydiler. Abimle Cafer desen horon savaşına girmiş gibi ilk kim kaybedecek diye durmadan horon tepiyordular. Cafer'e kıyasla abim hiç yorulmuş değildi ama ikiside terlemişti.

 

Zerda ve Aziz kendi keyfinde yerde oturmuş ellerindeki içkileri kafalarına dikerken onları izliyordular. Düğün değil tımarhaneydi.

 

Yorulduğum için gülerek Yavuz'a yaslandığımda kolunu omuzlarıma dolayarak beni göğsüne çekti.

 

"Abin abimi yenecek gibi duruyor." Dediğinde sesinde keyif vardı. Dans etmekten yorulmuş gibiydi. Kahverengi saçları dağılmıştı gözlerinde derin bir mutluluk vardı.

 

"Abin çok zayıf." Dedim alayla.

 

Hafize hanım gülümseyerek bizi izlerken Özlem misafir çocuklarıyla oynuyordu. Ya da ara bir sandalyesine otururken merakla dans edenleri izliyordu. Ordulu ailesinde hiç bir hareket yoktu, oğluda babası kadar Payidar ailesinden nefret ediyor gibiydi.

 

"Gel ula buraya!" Cafer aniden Yavuz'un kolunu tutup onu yanlarına çekti. "Damat sensun, ben ne diye burda kıçumi heba edeyurim? Gelinin kız kardeşiyle birazda sen oyna." Dediğinde Yavuz meydan okuyan bir bakış attı abime.

 

Gülmemek için zor durdum. Cafer her an abimle uğraşmaya bayılıyordu. Genelde hani dizilerde derler ya gelinin kız kardeşi diye, ona atıfta bulunur gibi yine abimle uğraşıyordu.

 

"Damatın hevesini kursağında bırakmayalım." Dedi abim alayla. "Var mısın?" Yavuz kaldırdı kaşlarını ve sırıtttı.

 

"Ne zaman hayır dedim?" Zerda gülerek baktı onlara. "Bu gece içinizden biri yere yığılmadan durmayacaksınız değil mi?"

 

"Tufan'ı bilirsin rekabeti sever." Dedi Aziz abim alayla. "Kendisiyle dört saat durmadan dövüşmüşlüğümüz var."

 

"Yeni bir rekor gerekiyor o zaman." Yavuz hiç düşünmeden cevap verdi.

 

Onları izlerken gülerek oturdum sandalyeye, ellerimi çeneme yaslarken mutluluk içimden dolup taşıyordu. Huzur beni böylesine sarıp sarmalarken gözlerim abimle karşılıklı horon tepen Yavuz'u izliyordu. Hiç çekinmeden meydan okuyan bakışları abimin üstündeydi. Bu halleri gözüme aşırı komik geliyordu.

 

Danslar şarkılar derken gece yarısı çoktan çökmüştü. Takılar takılsın diye Yavuz'la yan yana dururken dağılan saçlarını düzeltti. Abimle dakikalarca girdiği savaşın ardından sonunda abim pes etmişti. Yavuz sayesinde abim uzun bir süre bacaklarıni hissetmeyecekti. Cafer desen horon tepmekten midesi bulanıyordu, Süleyman masanın kenarında uyuklarken Zahir'in ondan aşağı kalır yanı yoktu.

 

Neyse ki Zerda'nın içkiye karşı güçlü bir bağımlılığı vardı. Aziz desen yorgun bir şekilde Tufan'ın yanında oturuyordu.

 

Gelen her misafir takısını takarken en sonunda önümde duran kıza baktım. Ordulu ailesinin en küçük kızı elindeki kolyeyi bana takmak için uzandı. "Tebrik ederim." Diye bir fısıltı çıktı dudakları arasından. Kimse yapmadığı için takı takma işi ona kalmıştı.

 

"Bu arada kocan manyak." Dediğinde sesinde alay vardı. "Davetiyenin içine kurşun koymuş!" Şokla Yavuz'a baktığımda suçlu bir çocuk gibi kaçırdı bakışlarını.

 

"Yavuz! Sen milleti buraya böyle mi getirdin?" Dediğimde yüzünde seğiren kurnaz bir tebessüm vardı. "Ben sadece davet ettim, kurşunlar ayaklanmış daviyetiyelerin içine girmiş olsa gerek."

 

"Ablam size mutluluklar diledi." Dedi Yavuz'a bakarak. Yavuz baktı ona ve küçük bir tebessüm etti. "Sağolsun Ceylan." Karşımda duran kızın adı Ceylan'dı, Yavuz onu tanıyor olmalıydı.

 

"Abi!" Dedi Özlem'in sesi, Yavuz'un elini çekiştirirken Yavuz gülümseyerek baktı ona. Ceylan salladı usulca başını ve masasına geri dönerken bakışlarım Özlem'i buldu.

 

"Abisinin gülü." Aşağı eğilip Özlem'i kucağına alarak onu bir kolunda tuttu.

 

"Babam bunu sana vermemi istedi." Elindeki kutuyu uzattığında Yavuz çattı kaşlarını, merakla önce babasına sonra kutuya baktı. Sesli bir nefesle açtı kutuyu ve içindeki incelikle yapılan yüzüğü gördüğünde kaşları hafifçe havalandı.

 

Aynı merak benim de içime erişirken bakışlarım Mahir bey'i buldu. Ne kadar oğlunu tebrik etmesede düğün hediyesi vermişti. Mahir bey nasıl bir insandı anlamış değildim. Yavuz baktı birkaç saniye babasının gözlerine ardından usulca salladı başını hediyeyi kabul ettiğini belli eden küçük bir tebessümle.

 

Eğer Yavuz'un onca şüphesi doğru çıkarsa, yıkılacaktı.

 

"Sağol birtanem." Dedi Yavuz ve Özlem'in yanağından öperek onu bıraktı yere. Kutuyu açtı ve yüzüğü parmağına geçirirken boş kalan kutuyu attı ceketinin cebine.

 

Hafize hanım oturduğu sandalyeden kalkarak yanımıza geldi. Elindeki zinet kutusunu uzattı Yavuz'a.

 

"Tut bakayum şuni." Dediğinde Yavuz annesinin şefkat dolu gözlerini izledi. Gülerek tuttu kutuyu ve onu annesine doğru uzattı.

 

Hafize hanım kutuyu açarken içinden çıkardığı zarif bir o kadarda güzel olan bilekliği bana doğru uzattı. Refleks olarak elimi kaldırıp öne uzattığımda yüzümde yumuşak bir tebessüm vardı. "Hep mutli olun." Dedi fısıldayan sesiyle ve taktı bilekliği koluma ardından baktı Yavuz'a.

 

"Sende üzmeyesun kızumi." Yavuz kaldırdı kaşlarını yukarıya doğru. "Üzersem onu kırsınlar kafamı."

 

Gülümseyerek baktım Yavuz'a. Hafize hanım okşadı birkaç saniye saçlarımı ardından o da geri döndü masasına. Yavuz'un gözleri her Kemal'e kaydığında içinde biriken öfkeyi gizleme gereği duymuyordu. Kırk metre öteden bile ona olan nefreti gün yüzündeydi.

 

Her şey harika gidiyordu, taki aniden gelen kurşun sesine kadar. Korkuyla yerimde irkildiğimde içime düşen ateş her bir zerremi yaktı. Silah seslerinden nefret ederdim ve açıkça şu an bunu duymak isteyeceğim son şeydi. Bahçeden gelen çığlık sesleriyle herkes korku ve telaşa kapıldı. Nefesim boğazıma takılırken beni arkasına çeken Yavuz'u hissettim. Kemal'in acı dolu sesi bahçede yankılanınca başım hızla oraya döndü.

 

Gömleğine bulaşan kanı farkettim, gözlerim genişlerken aynı şekilde bakışlarım Yavuz'a kaydı. Yüzünde gram telaş yoktu, sanki zaten beklediği bir şey olmuş gibi bilmiş bir ifadeye sahipti.

 

Süleyman ve Zahir bile sanki bunu bekliyormuş gibi haraket dahi etmezken. Cafer'in bakışlarında bir miktar merak vardı. Olaylara tam hakim değilmiş gibiydi ama Yavuz'un bir oyunu olduğunun farkındaydı. Aziz Zerda'yı arkasına alırken Tufan abim tek kaşını kaldırdı en az Cafer kadar sakindi.

 

Anlaşılan burda neler olduğunun farkında olmayan bir tek bendim.

 

"Yavuz neler oluyor?" Dediğimde sesimde bir miktar korku ve tedirginlik vardı. Yavuz başını omzunun üstünden arkaya çevirip bana baktığında bakışlarında derin bir tehlike sezdim.

 

"Neler olduğunu bilmiyorum." Dedi soğuk bir sesle. "Ama bildiğim tek bir şey var Hafsa." Sesi kendisiyle boğuşur gibi acı doluydu.

 

"Devran yaşıyor."

 

.....

 

Evetttt, destan yazmışım sanırım. sjsja alışılmışın dışında bir şeyler yapmak her zaman iyidir.

 

Bölümü nasıl buldunuzz? Fikirlerinizi buraya bırakın 💅💞

 

Sonunda bölümü istediğim yere bağlayıp kafaları karıştırdıktan sonra rahat rahat dinlenmeye gide bilirim. Bölüm sonu canavarlarını seviyorum işte.

 

Hoşçakalın, merakta kalın.

 

Allah'a emanet olun gelecek bölüm görüşürüz❤️

 

 

Bölüm : 04.02.2025 15:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...