
Biz 20 bin oldukk🥳
Bir şeyler başarmanın verdiği hiss öyle güzel bir duygu ki. Özellikle bu kitaba ve karakterlere öylesine bağlandım ki nasıl oldu bende anlamadım.💖
Hafsa ve Yavuz kafamda ve kalbimde öyle yer edinmiş ki kendilerine bir tık fazla bağlanmış olabilirim🥺 bir tek onlarda değil, kitapın tüm karakterlerine öyle çok bağlandım ki burası artık benim için kaçtığım bir yuva olmuş. Onların her saniyesinde her anında yanlarında olmak her acı ve sevinçlerini kendi içimde hissetmek hem buruk bir acıya sebep oluyor hemde neşemi körüklüyor.
Bu yolculukta yanımda olan herkese teşekkür ediyorum.💘 İyi ki varsınız💞
Kemerleri bağlayın, biraz kedere Katalancağız.🥲
(Kafa karışıklığı olmasın uyarayım, Hafsa'nın annesi susturucu silahla öldürüldü. Yani Hafsa'nın uyandığı kurşun sesi annesini öldüren silaha ait değildi Hafsa'yı uyandıran kurşun sesi dikkat dağıtmak için sıkılan bir silahtan çıktı.)


....
(model adı;mara lafontan)
*****
2008
Sonbahar ayları dışarıda hafif rüzgar vardı. Yakında kış gelecekti, ve Hafsa'nın çok sevdiği beyaz karlar yine gökyüzünden yere inecekti. Annesi ile kardan adam yapmayı severdi, abisi Tufan ne kadar yaptıkları kardan adamı mahvetse bile umrunda olmazdı. O anın her dakikasını severdi, Tufan'ın tekmeleyerek mahvettiği kardan topları bile. Çocuk hevesiyle o dakikalar çok kıymetliydi minik kalbi için. Sonuçta annesi ile vakit geçirmek onun için dünyalara bedeldi.
Bu gece yine annesinin güzel sesinden masal dinlemiş kapatmışdı gözlerini. Her gecesi böyle geçerdi, Tufan annesinin dizlerine yatarken Hafsa yastığına başını koyar Zümra güzel sesiyle çocuklarına masallar okurdu. Daha sonra Tufan uykuya dalardı, Hafsa'da uyuduktan sonra Zümra oğlunu odasına götürüp yatağına yatırır Hafsa'nın üstünü örter nefret ettiği kocasının yanına dönerdi.
Yine o gecelerden biriydi.
Hafsa annesinin güzel sesini duyduktan sonra dalmıştı uykuya. Derin bir uykusu yoktu, hiçbir zaman olmamıştı. Bir çok kez babasının gür sesiyle sıçrayarak yatağından kalkmış annesinin odasına koşmuştu. Bu evde onun için huzur yoktu. Düzenli nefes alış verişleri ve odanın duvarına asılan saatin tiktaklarından başka hiçbir ses yoktu odada.
Yorganına sıkıca tutunmuş dışarıdan gelen rüzgarını sesini dinleyerek uyuyordu. Taki o rüzgara bir kurşun sesi eşlik edene kadar, kurşun sesi bir bıçaktan farksız beynine battı sanki, gözleri korkuyla açılırken yattığı yataktan irkilerek uyanmıştı. Beynine saplanan acı kalbine erişirken kaşları şüpheyle çatılmışdı. Bu gece patlayan bir silah hayatının sonuna kadar ona işkence edecek kabuslar gösterecekti.
Küçük kalbi anında hızlı atmaya başlarken minik eli yastığını sıktı. Gözleri birkaç saniye dolandı odada, kurşun sesinin yankısı kısa saniye içinde tüm uykusunu yerle bir edip dağıtmıştı. Saat gece 2;15 yani daha sabah olmamıştı. Saati iyi bilen bir çocuktu. Rakamlarla arası iyiydi.
Başını yastıktan kaldırdığında kahverengi saçları omzuna doğru döküldü. Turkuaz hareleri uykudan ayılırken kırpıştırdı gözlerin ve itekledi hafifçe üstünde ki yorganı. Çıplak ayaklarını sarkıttı yataktan.
Sanki bir şeyler kopup gitmiş gibi hissediyordu ve, hissleri onu yanıltmıyordu.
Soğukla tezat oluşturan ayakları yere çarparken irkildi. Ama üşüdüğünü es geçerek kalktı yataktan. Bir elini yumruk yapmış bulanıklaşan gözlerini ovarken kapıya doğru yürüdü. Dışarıdan gelen o ses kabus gibi çökmüştü üstüne.
"Hanımım vurulmuş!" Evlerinde çalışan Ayşe teyzenin sesini duyduğunda çatıldı Hafsa'nın kaşları. Birkaç saniye çocuk aklıyla olanları anlamadı, ama içinde büyüyen korkuyu hissettiğinde elini kapı koluna koyarak açtı onu ve attı kendisini dışarı odadan. Onunla aynı anda sağ tarafındaki odadan çıkan abisiyle kesişti bakışları aynı kendisi kadar meraklı ve endişeli gözler taşıyan Tufan odadan çıkar çıkmaz küçük kız kardeşine baktı. Havadaki gerilim ikisininde tüylerini diken diken ederken korumaların birkaçı Zümra'nın odasına girip çıkıyordu.
"Hafsa." Dedi Tufan çatarak kaşlarını. "Duydun mu sende o sesi?" Fısıltıyla konuşuyordu.
"Duydum." Hafsa endişeyle konuştu. Çocuk aklı henüz olanlara anlam veremiyordu. "Herkes annemin odasına gidiyor." Dediğinde gözleri korku ve endişeyle ikinci katın terasında gezindi. Evleri çok büyük ve iki katlıydı, uzun koridorlar sağa ve sola doğru yollara ayrılıyordu.
Hafsa direkt olarak karşı tarafta ki odalara bakarken kaşları çatıkdı. Annesinin kapısı sona kadar açıktı. Gözlerinde derin bir merakla açık kapıya bakarken hiç vakit kaybetmeden koşar adım oraya yürüdü. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Aynı hızlı adımlarla arkadan onu takip eden abisi peşine takıldı.
Kapının önüne gelir gelmez burnuna dolan sigara kokusuyla buruşturdu yüzünü. Ciğerlerine akın eden bu koku kısa saniye içinde midesini bulandırmayı başarmıştı. Babası genelde pek sigara içmezdi, anneside içmezdi. Öyleyse bu sigara kokusunun bu kadar ağır olmasının sebebi neydi? Çıplak ayakları yerde yumuşak sesler bırakırken adımlarını ulaştığı kapıdan içeri götürdü. Gözleri ilk olarak yatakta uzanan annesine takıldı. Ona göre normaldi bu, annesi uyuyordu. Bir prensesten farksız başı yastıklara düşmüş saçlarının birkaç tutamı yüzüne dağılmış uyuyordu. Ama bir fark vardı ki annesinin al al olan yanakları bembeyazdı.
Bu görüntü karşısında Tufan ve Hafsa kısa bir an birbirlerine baktılar. Annelerinin yüzündeki huzurlu ifade silinip yok olmuştu. Ayşe onları farkeder farketmez hızla adımların çekti yatağın yanından. Kapıya yürüdü ve çocukların daha fazla içeri girmesine izin vermeden kapattı önlerini. Böyle bir manzaraya şahit olmalarına izin vermek istemedi.
"Çocuklar dışarı." Dediğinde sesi titriyordu. Hafsa ve Tufan aynı anda baktı evin hizmetlisine, tüm bu olanlar daha fazla kafa karıştırdı. Hiçbir şeyden haberleri yoktu. Onları uyandıran bir kurşun sesiydi, tüm bildikleri buydu. Ama artık Ayşe'nin gözlerinde biriken yaşlar iki çocuğunda içinde anlam verilmeyen bir acıya sebep olmuştu.
"Ayşe abla neler oluyor?" Hafsa endişe dolu bir sesle sorduğunda Ayşe gözyaşlarını zar zor tutuyordu.
"Dışarı, yok bir şey." Dediğinde bir elini Tufan'ın diğer elini Hafsa'nın sırtına koyarak onları geri çekilmeye zorladı.
"Ne demek yok bir şey?" Tufan'ın sesi küçük bir çocuğa kıyasla sert çıktı. Başını geri çevirerek Ayşe'yi görmeye çalıştı. "Bırak abla beni! Anneme bakacağım ben!" Tufan, babasının şiddetlerinin o farkındaydı. Bir çok kez şahit olduğu bu durum karşısında annesine bir şey olur korkusu vücudunu sarmıştı.
"Oğlum çıkın dışarı!" Ayşe yükseltti sesini birkaç damla yaş akarken gözlerinden. Zümra onun gözünde çok iyi bir kadındı, ve şimdi kanlar içinde bir yatakta yatıyor olması üstelik iki çocuğunun buna şahit olması ağır bir gerçekti onun için.
"Bıraksana abla!" Hafsa Ayşe'nin kolunun altından geçerek annesinin yatağının yanına koştu. Gözleri ilk olarak yatakta bulunan dört boş paket sigaraya takıldı. Odaya sinen sigara kokusu bu yüzdendi.
Midesini bulandıran kokuyu görmezden gelerek hızla tırmandı yatağa.
"Anne." Dediğinde tatlı bir sesle çağırmıştı onu. Ama annesinin gözleri bu kez minik kızına bakmak için açılmadı. Meraklı gözleri annesinin yüzünü tararken Ayşe acıya karışan öfkesine hakim olmak ister gibi Tufan'ı tutmaya çalışıyordu.
"Bırak abla!" Tufan yüksek bir sesle bağırdı ve o da Ayşe'nin elinden kurtularak Hafsa'nın yanına koştu. Yatağa tırmanırken elleriyle boş sigara paketlerini itti yere düşmesine neden oldu.
"Nolayi!" Babaannelerinin korku ve endişe dolu sesi duyuldu. Yaşlı kadın silah sesiyle uyanmış pijamalarıyla çıkmıştı yatağından. Odaya girdiğinde adımları kapı eşiğinde donup kaldı. Gözleri çarşafların kenarlarına bulanan kanları farkedince nefesi boğazına takıldı. Hafsa ve Tufan yatağın solunda oldukları için henüz yorganın altını ve çarşafların ucuna bulaşan kanı görmüş değildi. Babaanneleri Pamuk'un hareleri gelinin bembeyaz olan yüzü ile kesiştiğinde iliklerine kadar üşüdüğünü hissetti.
"Anne." Bu sefer ki ses Tufan'ın ağzından çıktı. Zümra'nın solmuş yüzünü görmek onların içine korku ve endişeyi çoktan düşürmüştü. Hafsa ellerini koydu dizlerinin üstüne ve şüpheli bir bakışla izledi annesini.
"Nesi var annemin?" Diye fısıldadı ve baktı abisine. Ona göre annesi derin bir uykudaydı, çocuk düşüncelerine daha fazlası izin vermiyordu. "Hasta mı? Yüzünün rengi solmuş." Tufan aynı merakla izledi annesini.
"Bilmem." Dediğinde sesinde anlam veremediği bir acı vardı. "Birkaç saat önce iyiydi, bu kadar çabuk hasta olmuş olamaz." Elini uzatıp hafifçe annesinin omzuna dokunarak sarsmak istedi onu. Avcunun içi annesinin omzunu bulduğu an soğukluk içini titretti.
Zümra'nın sıcacık olan teni bir ayazın ortasındaymış gibi soğuktu.
"Üşüyor." Baktı kız kardeşine. "Dokunsana! Buz gibi!" Tufan'ın endişe dolu sesi titrerken Hafsa yutkundu sertçe. Hızla elini kaldırıp Zümra'nın yüzüne yerleştirdi. Aynı soğukluk tüm vücudunun ürpermesine neden oldu Gözleri genişlerken korkuyla baktı abisine. "Çok soğuk!" Başını çevirdi kapıda duran babaannesine. Telaşlı ifadesine çoktan yaşlarla dolan gözleri eşlik etmişti. Hem Ayşe'nin hemde babaannesi Pamuk'un ağladığını gördü.
"Nine yorgan getirsene." Sesinde aciliyet vardı. Babaanne demek yerine genellikle nine demeyi tercih ederdiler. "Annem üşüyor!" Annesi üşümüyordu. Zümra o sıcak yatakta soğuk bir mezarın içindeydi.
Zümra hep soğuk bir mezarın içindeydi. Sadece üstüne toprak atılmadığı için, dudakları gülümsediği için kimse farketmemişti onu.
Ancak bugün farkedilmişti.
Zümra sadece öldüğü zaman farkedilmişti.
Pamuk hanımdan tek kelime gelmezken bir elini yaslamış kapıya ayakta durmaya çalışıyordu. Gözleri çok sevdiği gelinin üstünde kalırken bakışları donuklaşmıştı. Zümra ölmüştü. Nefes aldığına dair tek bir kanıt yoktu, üstündeki yorgan haraket bile etmiyordu. Gelini ölmüştü ve çocukları bunu anlayamayacak kadar küçüktü.
"Nine sana diyorum!" Diye sesini yükseltti Hafsa. Pamuk hanım bir elini kaldırıp dudakları arasından kaçan hıçkırığı bastırmak ister gibi kapattı ağzını. Gözleri yatakta cansız bedeniyle uzanan gelinine takılı kalmıştı. Torununun yalvaran ve acıyla sızlayan gözlerini farketmemişti. Hafsa bir şeyler söyleyip yardım istemeye bağırıp çağırmaya devam ederken Tufan hiç çekinmeden elini annesinin yorganına götürdü.
Bir iz aradı, gözlerinde binlerce soru işareti vardı. Belki de babası annesine vurmuştur diye düşündü, aklına gele bilecek en kötü şey buydu. Bir çok kez şahit olduğu bu durum artık onun canını sıkıyordu. Bir an önce büyümek istiyordu, büyümek istiyordu ki annesini korusun. Eli yorganı kavradı ve çekti aşağıya, ama gördüğü bu kez morluklar değildi.
Çizikler yoktu.
Morluklar yoktu.
Kabuk bağlayan yaralar yoktu.
Ama annesinin karnında bir kan gölü vardı. Korku sardı tüm vücudunu, eli refleks olarak bıraktı yorganı ve ağzından kaçan keskin nefes ciğerlerine battı.
"Hafsa.." Dediğinde sesinde korku vardı. Annesini bu durumda gördüğü için korkmadı. Annesini kaybetmekten korktu. Tufan'ın şoka girmiş sesi küçük kız kardeşinin kulaklarına ulaşır ulaşmaz Hafsa gözlerini çevirdi abisine.
"Ne var abi!" Dediğinde sesi öfke ve inat doluydu. "Üşüyor annem, yorgan getirsin!" Tufan'ın nefesi boğazına takılırken bakışları annesine yoğunlaşmıştı. Hafsa anlam veremeyen bir ifadeyle baktı ona, başını öne çevirip annesine baktı. Genişleyen irislerine korkuya sarılan hareleri eşlik etti. Boğazına oturan yumuruyu yutamadı.
Kan ölüm demekti. En azından annesinin anlattığı masallarda kan her kesin sonunu getirirdi. Siyah geceliğin üstü kırmızıya boyanmıştı, annesi kanlar içinde yatakta uyuyordu. Hafsa acıyla büktü kaşlarını.
Hayır uyumuyordu, ölmüştü.
Midesinin çalkalandığını hissettiğinde elleri yatağın çarşaflarına tutundu.
"Abi kan var." Sesi bastırılmış bir ızdırapla doluydu. "Abi annemin üstünde kan var!" Bir kabusdan uyanır gibi sesi yükseldi.
"Nine!" Diye bağırdı Tufan büyük bir telaşla. "Nine hastaneye götürelim!" Başını zar zor annesinin kanlı vücudundan ayırdığında gözleri dolmuştu. Daha önce annesi böyle ciddi yaralanmalar aldığında hastaneye giderdiler ve doktorlar onu iyi ederdi. "Bakmayın öyle!" Çaresiz yalvarışlarla haykırdı. "Bakma öyle! Ayşe teyze! Nine bir şey yapın!"
Çocuklara göre hâlâ bir umut vardı, çocuklar için hep bir umut vardı. Onları bu kadar masumda yapan hiç bitmeyen umutlarıydı zaten. Çocuklar umut ederdi, ama yaş çoğaldıkça o umutlar tek tek ölürdü. Yaşanan her şey o umutları teker teker çürütür yerine hiç bitmeyen acılar yüklerdi.
Hafsa dolu gözlerle dizleri üstünde hafifçe haraketlendi. Yaklaştı annesine. "Anne uyan." Dediğinde titredi sesi. Gerçek olamayacak bir yalana tutunur gibi çaresizdi bakışları. Gözlerinin ardını sızlatan gözyaşları akmasın diye derin bir savaş içindeydi. "Abi uyansın!" Bakışları deli gibi annesiyle abisi arasında gidip geldi.
"Anne uyan nolur!" Ellerini Zümra'nın omuzlarına yerleştirdiğinde arkada babaannesinin hıçkırık seslerini duydu.
Yapılacak bir şey yoktu, Zümra nefes bile almıyordu. Tufan dolu gözlerle başını eğdi aşağı ve annesinin nefesini dinlemeye çalıştı. Ama yoktu, her gece annesinin koynunda uyuyan çocuk bu gece onun sıcak nefesini teninde hissetmedi.
"Anne nefes al.." yalvaran sesine bir hıçkırık eşlik etti. Belki ağlarsa annesi uyanır diye, ama bir faydası yoktu. Zümra çocuklarının hıçkırklarını duyamaz, bir kez daha onları teselli edemez kollarına alamazdı.
"Nefes alsın!" Hafsa sarstı annesini. "Anne uyan!" Haykırışı boş odada yankılanıp kendi kulaklarına dolarken sekiz yaşındaydı. Ve o gün çaresizliğin ne olduğunu ilk elden tatmış, o zehrin kanına karışmasına izin vermişti. Dolu gözlerinden yaşlar yanaklarına akarken tüm gücünü sarf ediyor annesini durmadan sarsıyordu. Tufan'ın ağzından çıkan titrek nefeslere hıçkırıkları eşlik ediyordu. Artık ıslanan kirpikleri ve bulanıklaşan gözleri ona yolun sonunu gösteriyordu.
Pamuk, dolu gözlerle yerinden kıpırdamazken titreyen dizlerinin üstünde hafifçe eğilmişti aşağıya. Ayakta duracak gücü kendisinde hissetmiyordu artık. Çocukların feryatları odada yankılanırken Ramiz hızlı adımlarla çıktı merdivenleri ve ulaştı ikinci kata.
Gözleri ağlayan Pamuk hanıma takıldı, ardından hıçkırıklarını bastıran Ayşe'ye. Yutkundu sert bir şekilde, kanlar içinde o odada Zümra'yı bulan ilk Ramiz olmuştu. Üç saat olmuştu Zümra o yatakta cansız yatalı. Kimin vurduğundan haberi yoktu, odaya girdiğinde Zümra çoktan ölmüştü. Hastaneyi aramıştı, ama biliyordu hiçbir faydası olmadığını. Cihan'ı bekliyordu, Cihan ortalıkta yoktu. Gece yarısından önce yok olmuştu, ve Ramiz onu arayana kadar da ortalığa çıkmamıştı.
Ağır adımlarını zar zor götürdü kapıya. Kızaran gözlerini kapatıp açtı bir kez. Onun için görmesi kolay bir manzara değildi bu, Zümra her geçen gün Ramiz'in gözleri önünde tükenirken bugün can vermişti. Kalbine ağır gelen bir yüktü, taşıyamacağı kadar ağır bir yük. Zümra'yı koruyamamıştı. Boğazına oturan yumuru nefesini keserken adımlarını odaya sokmayı başardı. Dudakları arasından anında kaçan titrek nefesle Zümra'nın bembeyaz olan yüzüne baktı.
Sıktı çenesini ve çevirdi bakışlarını yatakta oturan iki çocuğa. Kendine göre Zümra'yı koruyamamıştı, ama onun çocuklarına gözü gibi bakacaktı. En azından Zümra'ya verdiği sözü tutacaktı. Çünki Zümra Ramiz'den bir söz almıştı. Sanki bir gün öleceğini bilir gibi çocuklarını korumasını istemişti. Ayakkabıları zar zor yere basarken düşmemek için zor durdu. Yaşlarla parlayan gözleri iki çocuğun sırtıyla bakıştı. Hafsa çekti burnunu, omzunun üstünden geriye baktığında Ramiz'i farketti.
"Ramiz Abi!" Bir umut dolu gözlerle izledi onu. Kimse yardım etmese bile, o ederdi. "Abi annemi hastaneye götürelim lütfen!" Dediğinde annesinin kolunu tuttu ve onu kaldırmaya çalıştı yataktan. Gücü yetmiyordu, ama çocuk aklıyla ona en mantıklı gelen şeyi yapıyordu. Bir taraftan akan gözyaşlarını kollarının tersiyle silerken aynı hızla annesinin buz gibi olan koluna yapışıyordu. Tek başına elinden bir şey gelmediğini farkedince yanında oturup gözyaşlarına boğulan abisine baktı.
"Abi yardım etsene!" Diye bağırdığında Tufan irkildi hafifçe, sanki kardeşine yardım edip annesini o yataktan kaldırırsa her şey düzelecekmiş gibi hisseti. Yapıştı annesinin koluna. Güçleri yetmese bile annelerini yataktan kaldırmak için çabalıyordular.
İki çocuğun çaresiz çabası Ramiz'in yüreğini kor benzeri yaktı. Dolan gözlerinden akan bir damla yaş kalbine çöken o yangını söndürmeye yetmedi. Kendisi bile dağınık bir haldeydi, kahverengi saçları yıpranmış, gömleğinin yakasının iki üç düğmesi kopmuştu. Gördüğü manzaradan dolayı kalbi acıyordu.
"Çocuklar.." Ramiz'in sesi büyük bir yorgunluk ve acıyla çıktı ağzından. Annesi ölen iki çocuğa ne söyleyecekti? Söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
"Ramiz abi lütfen!" Dedi Hafsa'nın çaresiz sesi. "Sen onu korursun! Daha öncede yaptın!" Sonlara doğru kısıldı sesi. "Yalvarırım yardım et...hastaneye götürelim.." Bir çare yalvarışları Ramiz'in aklında yankı bırakıyordu.
İstese bile yapamyacağı bir şeydi bu. Hayata gözlerini yuman bir kadını geri getirmeyi beceremezdi. Elinde olsa yapardı, ama her şey için çok geç kalmıştı.
"Abi lütfen.." Tufan dolu gözlerini çevirdi yatağın yanında omuzları çökmüş halde duran Ramiz'e. "Lütfen." Izdırap dolu bir sesle fısıldadı Tufan. Bunları duymak Ramiz'in kalbine bir öküz gibi otururken dolan gözlerini kapatıp açtı sıkıca. Bu manzaraya daha fazla şahit olamazdı, ve iki çocuğu bu kanlı yatakta bırakamazdı.
"Çıkıyoruz buradan." Dedi Ramiz ve çekti burnunu. Ağlamamak için kastı çenesini hızlı adımlarla yaklaştı yatağa. Hiç zorluk çekmeden bir kolunu Hafsa'nın bir kolunu Tufan'ın beline dolayarak iki çocuğuda zahmetsizce kaldırdı yataktan.
"Abi hayır!" Hafsa'nın çığlığı kulağına doldu. Küçük kız annesini bırakmak istemiyor gibi tüm gücüyle yapışmıştı koluna. Ramiz kaçmak ister gibi sert adımlarını attı kapıya doğru. "Ramiz abi gitmiyorum bırak beni!" Çaresiz bir erkek çocuğunun çığlıklarıyla bağırdı Tufan. Ayaklarını sallarken ikiside ellerini Ramiz'in sıkıca dolanan kollarına koyarak itmeye çalışıyordu.
"Anne!" Hafsa gözyaşları içinde kurtulmaya çalıştı. "Abi bırak.." dediğinde kapattı gözlerini sıkıca, Ramiz onları odadan çıkarır çıkarmaz Ayşe vakit kaybetmeden kapattı kapıyı.
O kapı kapandı, ve Zümra bir kez daha çocukları için gözlerini açamadı. O kapı bir daha hiç açılmadı.
Zümra öldü, ve o gece o odada iki çocuk daha can verdi.
2025.
***
Hafsa Polatlı.
İhanet duygusunu tatmış bir insandım. Acıtırdı insanın her zerresini, yavaş yavaş öldüren bir zehirden farksızdı. Öyle bir acıydı ki, panzehiri yoktu. İhanet insanı mahvederdi, sevgiyi öldürür yerine intikam hissini oluştururdu. Her geçen gün ateş gibi yakar insanın tenini cevapsız binlerce soru oluştururdu kafasında.
İhanet her zaman vardı. Ama ihanet bu sefer Yavuz'u gözlerimin önünde yakıyordu. Dediği her şey doğruysa, eğer Devran yaşıyorsa Mahir Bey hakkında düşündüğü her şey doğruydu. Öz oğullarını ateşe atmaktan çekinmeyen bir babaydı ve, belki de Yavuz'un da dediği gibi Devran'ın ölümünde ya da öldü gibi gösterilmesinde Mahir Bey'in de parmağı vardı.
O silah patladıktan sonra kurşun Kemal'in tam göğsüne denk gelmişti. Ölmüş müydü kalmış mıydı bilmiyordum, oğlunun adının Cengiz olduğunu telaşa kapılan annesinin sesinden anlamıştım. Oğluna yardım etmesi için söylenip duruyordu. Narin dönüp yanında kanlar içinde olan babasının yüzüne bile bakmıyordu. Tüm bunların aksine ahım üstüne der gibiydi. Ceylan'ın yüzünde tek bir korku ifadesi bile yoktu. Sessizdi ama gözleri sanki bu andan keyif alır gibi kısılmıştı. Kızları babaları için parmağını bile oynatmıyordu, onları yargılayamazdım. Kemal Ordulu'nun nasıl kötü bir insan olduğu ortada olan bir gerçekti.
Bunun aksine o kurşun sesi beynimde öyle bir etki yarattı ki nefesim boğazıma takıldı. Şu ana odaklanmayı o kadar çok istiyordum ki, ama yıllar önce beni uykumdan uyandıran bir kurşun sesiyken bunu yapmak bir hayli zordu benim için. Yavuz'un gözleri o kurşundan sonra babasının yüzüne odaklanmıştı. Harelerini soğukluk öyle bir sarmıştı ki bu bakışlar karşısında Mahir Bey bile bir şeyleri anlar gibi suçluluk duygusuna kapılmıştı. Birbirine tamamen yabancı, ama bir o kadar da yakın olan iki kişiydiler. Mahir Bey oğlunun tek bir bakışından bile kötü bir şeyler olduğunu anlıyordu.
Bu kadar iyi bir babayken, aynı anda kötü olmayı nasıl beceriyordu?
Cengiz babasını hızlı bir şekilde annesinin yardımlarıyla kaldırıp kapıya götürürken öfkeyle bağırdı. "Bittiniz oğlum siz!" Sesi kin barındırıyordu, ona göre tüm bu olanlar bir oyundu. Haksız değildi, oyunlar dönüyordu. Ama Kemal'i vurduran her kimse bunun Yavuz olduğundan şüpheliydim. Bu oyunu devam ettiren Yavuz değildi. Ordulu ailesi bahçeyi terkeder terketmez bir çok misafirler korku eşliğinde ayrılmıştı. Kimse burada daha fazla durmak istemedi, çünkü o silah tekrar patlar diye korkuyordular.
Bu isteyeceğim son şey olurdu, bakışlarım abim ile kesişince onunda sıktığı çenesiyle beni izlediğini farkettim. O gece kurşun sesi sadece beni değil, abimide uykusundan uyandırmıştı. Şu an bunu itiraf etmese bile aklında o gecenin anılarıyla boğuştuğuna emindim. Zerda hafifçe onun koluna tutunurken yanında olduğunu göstermek ister gibi bir hali vardı. Aynı şekilde Aziz abim bir elini Tufan'ın omzuna yaslamış endişeyle bir ona bir bana bakıyordu. Hafifçe Yavuz'un koluna tutunduğumda öfke dolu bakışlarını zar zor babasından ayırıp bana baktı. Beklediği manzara kesinlikle bu değildi, betim benzim atmış bir şekilde onun yanında dururken daldığı kabusdan uyanmış gibi yutkundu ve öfkesi silinip yok oldu.
"Hafsa'm." Vücudunu bana çevirip hafifçe titreyen vücuduma baktı. Ardından ellerini yanaklarıma yerleştirdiğinde rahat bir nefes verdim. Onu hissetmek bir nebze olsun hızla atan kalbimi dindirdi. İlk kez adımın yanına ona ait olduğumu bildiren bir harf eklerken bu nedensizce hoşuma gitti.
"İyi misin?" Sorusu yumuşak bir fısıltıyla kulaklarıma doldu. Usulca salladım başımı, kapatıp açtım gözlerimi ve derin bir nefes çektim ciğerlerime. Kendimi kontrol etmem gerekiyordu, hiç olmadık bir yerde panik atak geçirmek istemiyordum ki bu yıllarca uğraşıp zar zor atlattığım bir durumdu.
"İyiyim." Sesimi düz tutmaya çalışırken baktım onun gözlerine. Harelerini ayırmadı benden ve sanki tamamen iyi olduğumdan emin olmaya çalışır gibi izledi yüzümü. Rahatsızlığımı gizledim ondan, acılarımı ona yük etmek istemedim. Bir çok duyguyla savaşıyor ve onları benden gizliyordu. Aynı benim de ona yaptığım gibi.
"Neydu şimdu bu?" Hafize Hanım Özlem'i yanına çekmiş herhangi gelecek bir tehlikeden koruyor gibiydi. Yavuz sesli bir nefes verirken yavaşça ayırdı ellerini yüzümden. Önce başını omzunun üstüne çevirerek baktı geriye, ardından vücudunu haraket ettirerek ailesini izledi.
Artık sadece babasına değil, annesine bile güvenemiyormuş gibi bakıyordu.
Ailesine olan güveni bu gece tamamen yok olmuştu, Yavuz artık Kemal'in ona anlattığı her şeye inanıyordu. Babasının göz göre-göre onu bir ateşe attığına bile.
Derin bir nefes alarak omuzlarımı dikleştirdim. Cafer'e baktığımda harelerinde hayal kırıklığı sezdim. Ama Yavuz'un aksine o öfkeli değildi, o gece kaçırılıp işkence gördükten sonra bir çok şeyi anlamış kafasında ölçüp tartmışdı. Cafer en başından beri sadece babasına değil, annesine bile olan güvenini kaybetmiş gibiydi. Aynı kafa karışıklığına sahip olan Zahir ve Süleyman sessizce izliyordu olanları. Yavuz'un yaptığı her oyundan onların haberi vardı, burada dönen her şey bizzat onlarla birlikte kurulmuştu ve abimde bunun içindeydi.
Tek habersiz Aziz, ve Zerda'ydı. Bu duruma hiç karışmak istemiyor gibi sessizdiler.
Harika geçen bir gecenin sonu resmen kabusla sonuçlanmıştı. Bu gece Yavuz'la evlenirken onun planlarının başka şeyler olduğunun farkında bile değildim. Tamam benimle evlenmek isteyen oydu, ama bu evliliği bir şekilde gerçekleri yüze çıkarmak içinde kullanıyordu. Onu suçlayamazdım, bunca oyunun içinde benim bile midem bulanırken kendi kafasında nasıl bir savaşla karşı karşıya kaldığını bilmiyordum. Canı yanıyordu soğuklukla bunu gizliyordu. Gözleri yaşlarla dolmak istiyordu, ama onları içine akıtıyor canını yakan şeyleri bana belli etmiyordu.
"Ben size sorayım ana." Yavuz'un buzdan bile soğuk sesi zalimlik taşıyordu. "Neydi bu?" Tükürür gibi ağzından çıkan iki kelimeyle Mahir Bey kıstı gözlerini. Yavuz sabırsızca onların konuşmasını beklerken aslında cevabını bildiği soruları soruyordu.
"Ne diyisin Yavuz sen?" Babasıda aynı Yavuz kadar sert bir ifadeye büründü. "Geveleme ağzunda şu lafi." Yavuz'un burnundan alay dolu bir nefes kaçarken dudaklarına samimiyetsiz bir tebessüm yayıldı.
"Oradan bakınca geveliyor gibi mi duruyorum?" Öfkesi çoğalırken engel olamadı kendisine. "Siz benden daha iyi bilirsiniz ne olduğunu!" Gür sesi bahçede yankılandığında irkildim yerimde. Elimde olmadan yüksek seslerden korkardım. Burada kıyametin kopacağına emindim ve açıkça buna dayanacak kadar gücüm olduğunu sanmıyordum. Yine de Yavuz için buradan ayrılmayacaktım, onun için yanında olmam gerekiyorsa kalacaktım.
Benim aksime, o irkildiğimi farkedince çatılan kaşları bir nebze olsun yumuşadı. Sıkıntılı bir nefes verdi ve yanıma yürürken kimsenin yüzüne bakmadan aniden beni kollarına alarak ayaklarımı kesti yerden. "Salonda bekleyin." Dediğinde önüne bakarak kapıya yürüdü. "Konuşacağız." Sert sesiyle yutkunduğumda kollarımı refleks olarak düşmemek için onun boynuna doladım.
Ailesinden istediği bir rica değildi, aksine onlara emir verir gibi bir hali vardı. Her kes artık bunun kaçınılmaz bir son olduğunun farkındaydı. Bu gece kirli çamaşırlar ortaya dökülecekti ve kimse bu gece yaşanacak olaylardan kaçamayacaktı. Gözlerim son kez Zerda ile kesişince bana anlamayan bakışlar attı. Nefesimi verip gözlerimi beni kollarında taşıyan adama çevirdim.
Yavuz beni kollarında taşırken arka bahçeden avluya çıktı ve merdivenlere yürüdü. "Yavuz nereye?" Dediğimde bana bakmıyor direkt olarak hedefine odaklanmış gibi üst kata çıkıyordu.
"Odamıza." Kendi odasını artık ikimizin olarak algılıyordu. Hâlâ farkına varamadığım bir gerçekti bu ama ben Yavuz'un karısıydım.
"Ben odamıza çıkmak istemiyorum." Dedim ona bakarken. "Yanında olmak istiyorum." Sessiz bir nefesle çıktı terasa ve odamıza doğru yürüdü. "Yanımdasın zaten." Dedi gelişi güzel bir şekilde, sanki şu an bunula uğraşmak istemedi.
"Öyle değil!" Odanın kapısını dirseğiyle açarken içeri girdi ve ayağıyla tekmeleyerek kapattı. "Yavuz kime diyorum!" Beni dinlemeden yatağa yürüdü ve bıraktı. Kafası yerinde değildi. Sorularıma bile cevap vermiyordu. Hızla arkasını dönüp gitmek istediğinde koluna yapıştım adımlarını durdurdum.
"Yavuz.." Sesim cılız çıktı. Gözlerini kapatıp sakin olmak ister gibi bir nefes çekti ciğerlerine.
"Söyle." Yüzüme bile bakmadan önüne izliyordu. Sırtı hâlâ bana dönükken ben kolunu bırakmıyordum.
"İzin ver yanında olayım." Dediğimde birkaç saniye durdu öylece, ardından bir elini kaldırdı ve elime koyarak nazikce itti kolunun üstünden. Beni incitecek hiçbir şey yapmıyordu, öfkesi içinde kaynarken sırf benim için onu kontrol ediyordu.
"Sen benim yanımdasın, Hafsa." Fısıldadı kısık bir sesle ve omzunun üstünden baktı bana.
"Ama seni incitecek bir şey yaparsam." Yutkunduğunu hissettim. "O zaman seni kaybettiğimi sanarım, ve seni kaybetmek istemiyorum." Dikleştirdi omuzlarını. "Yüksek seslerden korkarsın sen, ve orada bir kıyamet kopacaksa buna şahit olmana izin veremem." Başını çevirdi önüne. "Sana söylemiştim." Ellerim iki yanıma inerken sessizce dinledim onu.
"Kim olacağımdan korkmuyorum, Hafsa." Sesi zorlukla çıktı. "Ama sana zarar vermek beni korkutuyor, o yüzden izin ver içimdeki o zalim adam her kimse senden uzak dursun." Yenilgi dolu bir nefes verdi. Bunları söylemek ona zor gelirken benden istediği şeyin ne kadar ağır olduğunun benden çok o biliyordu. "Bu gece Yavuz senden uzak dursun, Hafsa." Adımlarını kapıya götürdü.
"Bu gece, o canavarla hiç yüzleşme." Boğazıma oturan yumruyu yutamadığımda ellerim yatağın çarşaflarına tutundu ve onları hafifçe sıktı. Yavuz benden uzak durmak istedi, çünkü ne kadar yenileceğini içindeki öfkenin nasıl meydana çıkacağını bana izletmek istemedi. Ya da ben orda olursam hiç öfkelenemeyeceğinin farkındaydı. Her şeyi içine atacaktı.
Yavuz benim gözlerime baktığında içindeki canavar yok oluyor, yerine yumuşacık sevgi dolu bir insan geliyordu. Ama bu gece, Yavuz içindeki adamı meydana çıkarmak istedi. Onu gizlemedi, bu yüzden benden uzak durdu. Benden uzak duracak ve içinde ki o cehennem ateşinin ortaya çıkmasına izin verecekti.
******
Yavuz Payidar.
Her zerrem kor gibi yanarken nefesim boğazıma takılmıştı. Nefes alamıyordum, yaşamak buysa ben yaşadığımı bu gün hissetmiyordum. İşte bu yüzden Hafsa'yı kendimden uzak tutuyordum. Sevdam bana yaşadığımı hissetiriyordu, ama ben bu gece yaşamak istemiyordum. Bu gece o acıların içinde o zehirle savaşmak istiyordum. Hafsa'yı incitecek hiç bir şeye gönlüm el vermiyordu, geceyi benden uzakta odamızda geçirse daha iyi olurdu.
Bu gece yanılmadığımı anlamıştım. Abim hayattaydı. Cafer'i kaçıranlar her kimse hâlâ onu bile bulmuş değildim ama bir iz bir umut peşindeydim. Yıllarca dinmeyen şüphem o gün Cafer ve Tufan'ın başına gelenlerden sonra artık tamamen onaylanmıştı. Devran hayattaydı, ve bundan emin olmak için benim sadece son bir oyuna ihtiyacım vardı.
Onun canını alanlardan intikam almak istiyordu. Ama hayır, benim bilmediğim bir şeyler vardı. Benim abim kendi acısı için kimseyi harcamayacak kadar merhametliydi, belki yıllar onu değiştirmiş olabilirdi ama bu kadar ileri gideceği bir şeyler varsa bu savaş kendisi için değil, o gece bana emanet ettikleri her kimse onlar içindi. Benim abim kendisi için değil, emanetleri için savaş veriyordu.
Bu gece oynadığım oyunun onu ortaya çıkaracağına adım kadar emindim. Kemal Ordulu'yu bilerek buraya çağırmış çocukluğumun canavarıyla yüzleşmeyi göze almıştım. Kendini akıllı sanıyordu, düğün davetimi kabul etmeden önce evin her bir köşesine kendine ait korumalar koydurmuştu. Çünkü Devran'ın yaşadığından en az benim kadar o da şüphe ediyordu. İnsan düşmanını tanırdı, dört ay Kemal'in yanında geçirdiğim süre onun tüm akıl oyunlarını anlamama yardım etmişti.
Ve belki de Cafer'i o gece kaçıranlarda Kemal'in adamlarıydı ki bu sadece benim ürettiğim bir teoriyken olasılığı fazlasıyla yüksekti. İşte bu yüzden Kemal'in evin etrafına yerleştirdiği her korumayı bir bir kendi adamlarıma öldürtmüş Devran'nın savaşı için ona rahat bir olasılık sağlamıştım.
Yanılmamıştım.
Devran Kemal'den öylesine nefret ediyordu ki, onu öldürmek için her bir fırsatı kullanıyordu. Evine kapanan ve derin bir güvence altında yaşayan Kemal'in bu gece güvenlik kalkanı sarsılmıştı. O kalkanı ben kırmış, oyunu mat etmesi için Devran'a bir olasılık sağlamıştım. Ben bir Vezir'den farksız haraket ederken o da bir Şah gibi son noktayı koymuş ve benim tüm şüphelerimi doğru çıkarmıştı.
Bu gece Kemal'i öldürmeye çalışırken, yaşadığını bana açık açık göstermişti.
Ve bundan haberi bile yoktu.
Devran'ın yaşadığından eminsem, ailemin bana yalan söylediği artık ortadaydı. Ailem beni kandırmış, bir yalanın içinde büyütmüşdü. Bir kabusu bana peri masalı gibi yaşatmış acılarımı toprağın altına gömdürtmüşdü. Artık daha iyi anlıyordum, babamın neden abimin cinayetini ya da onun dediğiyle kazasının peşini bırakamamı bu kadar çok istediğini. Babam bu işin içindeydi ve ben artık sırtımı yasladığım o duvarın aslında bir zindan olduğunun farkındaydım. Şimdi sıra o zindanı parçalara ayırarak kırmaktaydı.
Salonun önüne vardığımda derin bir nefes aldım. Kalbimdeki acıyı görmezden gelirken öfkeden titreyen elimi kaldırıp kapı kolunu tuttum. Kendimi olacaklara hazırlarken onu açıp içeri adım attım. Gözlerime çarpan Tufan, Cafer ve babamken annemin burada olmadığını anladım. Özlem'de yoktu, muhtemelen onu bu kavgadan uzak tutmak için odasına götürmüşdü. Çünkü en az babam kadar o da her şeyin farkındaydı.
Babama öfkeliyken anneme karşı tamamen kırgındım.
Salona adım atarak kapattım kapıyı. Cafer ve Tufan yan yana oturmuş babamın sırtıyla bakışırken abiminde gözlerinde en az benim kadar öfke ve kin vardı. O her şeye en başından inanırken, ben yine bir umut belki yalandır diye avutmuşdum kendimi. Belki de ondandı bu kadar canımın yanışı.
Süleyman ve Zahir muhtemelen karışmak istememişti. Bu yüzden bahçede olduklarına adım kadar emindim. Babam yüzünü pencereye dönmüş dışarı bakarken duygusuz bakışlarım onu buldu. Odaya çöken sessizlik sinirlerimi geriyordu.
"Bir şey söylemeyecek misin?" Dediğimde sesimde acıya karışık öfke vardı. Patlamanın eşiğindeydim ve onu böyle kayıtsız görmek öfkemi körüklüyordu.
Böylesine soğuk ifadesi bana tek bir şeyi söylüyordu, o da benden önce Cafer'inde öfkeyle onunla kavga ettiğini ki zaten abimin yüzündeki ifadeden bu açıkca belliydi. Ellerim iki yanımda yumruk olduğunda adımlarımı salonun ortasına doğru götürdüm. Geniş sırtıyla bakışırken yüzüme bile bakmaması benimle alay ettiğini düşünmeme neden oluyordu.
"Sana diyorum!" Yükselttim sesimi. "Yüzüme bakacak cesaretin yok mu artık?" Başını omzunun üstüne çevirdi. Birkaç saniye konuşmadan göz ucuyla baktı bana.
"Neyi bilmek istiyisun?" Çenesini kasarken döndü bana. Sesi solgundu. "Abinun nasi öldüğüni mi?" Sorusu nefesimi boğazıma doladı. Yüzündeki düz ifadeyi gözlerindeki acıyk yalanlıyordu. Bu soruda söylemek istediği tek şey şuydu. Abimin nasıl öldüğünü biliyordu. Her şeyi biliyordu, ve bunca sene gizlemişti.
"Gerçekleri bilmek istiyorum baba." Sesim tehlikeli bir şekilde sakin çıkarken ona doğru birkaç adım attım. Baba kelimesi ilk kez dilimde acı bir tat bıraktı. "Devran'a ne oldu?" Öfkem beni ele geçirirken direnmek için bu kez savaşmadım. "Sen bize hangi yalanları hangi oyunları oynadın baba!" Bakışları gezindi yüzümde, ardından ellerini arkasında birleştirirken duyduğu pişmanlığı gizledi.
"Ben size oyun oynamadim." Sesi soğuktu. "Sizi korumaya çaluştum, ama siz her seferunde tehlukenun kucağina koşayisiniz!" Kıstım gözlerimi, kendini haklı çıkarmaya çalışması umutsuz bir acı ekti içime.
"Sen bizi mi koruyisin!" Cafer öfkeyle bağırdığında sesi bıçak misali havayı kesti. Gerginlik hepimizin yüzünde bir nebze olsun mevcutken babamın kayıtsız davranmak için verdiği savaş iliklerime kadar soğukluk eriştiriyordu vücuduma.
"Sen buna korumak mi diyisin baba?" Tekrarladı sorusunu. Nefret dolu bir ifadeyle ayağa kalktı. Tufan onu kolundan tutup geri oturttuğunda Cafer içinde kaynayan öfkesini kontrol edemiyordu. Bense kendimi bir katliam çıkaracak kadar nefret ve kin dolu hissediyordum. Tehlike saçan bakışlarımın arkasında yatan kırgınlık kendimden nefret etmemi sağlıyordu.
Babama sadece kin duymam gerekirken, nasıl oluyorda kalbim böylesine kırgın hissediyordu? Duygularım beni boğarken ne yapacağımı bilemeyecek kadar kaybetmiştim kendimi. Haksız değildim, babam beni bir yangının kor ateşlerine atmış kapıları yüzüme çarpmış bunca sene o cehennemin içinde beni hiç serbest bırakmamıştı.
"Sen bizi korumadın Mahir Payidar." Dişlerimi sıkaraken tam önünde durana kadar ileri adımladım. Bakışları bir miktar acıyla titreşti. "Sen bizi yaktın, her gün o ateşi biraz daha körükledin!" Sert çehresi sarsılırken ifadesini düz tutmaya çalışır gibi sesli bir nefes verdi.
Bu yüzleşme en az beni yaktığı kadar belki de onuda yakıyordu, ama artık umrumda değildi. Hayatımı böylesine mahveden bir adama acıyacak değildim. Acımak istemiyordum.
"Ben sizi koridim!" Çenesini sıkarken sert sesi kulaklarıma doldu. "Senun o abun olacak adamu uyardim! Devran'i ateşe atan ben değildim! Devran o ateşe kendu ayaklaruyla yürüdi!" Suçu kendi üstünden atmak için her yolu deniyordu.
Oğlun ölmüştü.
Bu kadar acımasız mıydın baba?
"Tutsaydın baba!" Diye haykırdığımda boğazım acıdı. Kendi sesim kulaklarıma dolarken kaşlarım büküldü acıyla. "İzin vermeseydin!" Nefesim onun yüzüne çarpana kadar yaklaştığımda öz babama saldırmamak için her bir zerremi zorluyordum. "Bir kez olsun!" Elimi kaldırıp işaret parmağımı ona doğrulttuğumda diğer parmaklarımı avcuma doğru kıvırdım.
"Bir kez olsun o kuyruğunu bacaklarına arasına kıstırıp kaçacağına, yanımızda dursan belki bunlar olmazdı!" Kelimelerim onu ne denli sarsıtıyordu bilmiyordum ama pişmanlığı artarken gözlerindeki acıda yükseliyordu. Acısını benden çıkarmak istediğinin farkındaydım, aynı benim de acımı ondan çıkarmak istediğim gibi.
Babama benzemekten korkacağım hiç aklıma gelmezdi, ama ben bugün babama benzemekten ne kadar korktuğumu anlamıştım. İnceldiği yerden kopsun istedim artık onu ne kadar inciteceğim umrumda değildi.
"Uzattuğum elu her seferunda geri iten sizdinuz!" Sarsılan ses tonu artık öfke taşıyordu. "Abinun yaptuği hatayi sende yaptun Yavuz!" Bir adım atarak yaklaştı bana. "Önüne geçmek isteduğumde durmadiysen suçlusi ben muyim?"
Benimle dalga mı geçiyordu? Çünkü bunca şeyin başka bir açıklaması olamazdı. Bir kez olsun bizi korumayan adam bugün suçu benim veya da abimin üstüne atabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. Yüzümd ki kan çekilirken öfke tüm zerreme akın etti.
"Ne hata yapmışım?" Dişlerim arasından sözler zorlukla çıktı. "Ne hata yapmışım baba? Ben ne hata yapmışım? Devran abim ne hata yapmış Allah aşkına söyle!"
"Devran'un sonini geturen bir kızdi! Senunkide ayni olmasin diye uğraşayirim!" Ağzından çıkan sözler kaşlarımın havalanmasına neden olurken yutkundum sertçe.
Bunu bana itiraf ettiği için yüzünü saran rahatsız ifadeyi farkettim. Sanki söylememesi gereken bir şeyi bana söylemiş gibi bakışları öfke ve pişmanlık taşıdı. Devran abimin hayatında bir kız mı vardı? Benim bundan haberim bile yoktu.
"Ne kızi?" Cafer'in öfkesinin yerini merak almıştı. Babam soruyu duyar duymaz bakışlarını benden ayırıp koltukta öne doğru eğilen Cafer'e dikti. Daha fazla konuşup konuşmaması gerektiğini düşünür gibi sustu birkaç saniye. Bizi neyin içine sokmuştular?
"Ne kızı?" Aynı soru benim de dudaklarım arasından firar ettiğinde sert ve endişe dolu bakışlarım babamın yüzünden ayrılmıyordu. Tufan susmayı seçerken aynı merak onunda harelerine erişmişti. Babam dikleştirdi omuzlarını ve bakışlarına yenilgi akın etti. Daha fazla saklayamayacağının o da farkındaydı.
"Narin." Dediğinde yüz ifadesi somuttu.
Narin?
Narin mi?
Yanlış duyduğumu sanarken çatıldı kaşlarım. Yüz ifadem bile titrerken ben duyduğum şeye anlam veremedim. Olduğum yerde donup kalırken irislerim genişledi ve kasılan yüz hatlarım gevşedi. Girdiğim şok bana tüm dünyayı unutturdu. Kehribar harelerimin arkasında binlerce duygu olduğuna emindim.
Abimin emaneti Narin miydi?
Aklımı kaçıracaktım.
"Ne demek Narin?" Soru titrek bir şekilde dudaklarım arasından döküldüğünde babam göz ucuyla baktı bana. Benden başka kimse konuşmuyordu, Cafer benimle aynı şokun içindeyken bir cevap bekliyordu.
Aklımı kaçıracak gibi hissediyordum, duyduğum her kelime her harf bana nasıl iğrenç bir oyunun içinde olduğumu hatırlatıyordu.
"Narin!" Babam sabırsız bir şekilde konuştu. "Narin Orduli! Abinun senu kurtarmak içun girduğu o cehennemde tanuştuği Narin!" Öz kontrolüm sarsılırken dudaklarım arasından kaçan titrek nefese engel olamadım. Bir adım geri çekildiğimde gözlerimi kırpıştırdım.
O gece Narin ablanın Devran abimi aradığını biliyordum. Devran'ı aramış, gelip beni çıkarması için ona yardım etmişti. Devran o gece beni kurtarmak için girdiği evde gördüğü Narin'e mi aşık olmuştu? Bir elimi saçımdan geçirdiğimde odada volta atmaya başladım. Kafam öylesine karıştı ki kendimi bir labirentin içinde hissettim.
Dediklerini algılamaya çalıştım. Aklım durmuş tüm sinirlerimin bozulduğunu hissetmiştim. Kendini bir oyunun içinde bulan beynim sanki patlayacak gibi zonklarken elimi saçımdan ayırdım ve çattım kaşlarımı.
"Ne alakası var!" Diye bağırdım iki elimle yüzümü ovuşturup dişlerim arasında. "Ne alakası var! Abimin Narin'le ne alakası var!" Sesim öfkeden ziyade çaresiz çıkarken tekrar babamın önünde durana kadar haraket ettim. "Ne alakası var.." kısılan sesimle sorduğumda babam yüzümü izledi.
"Devran Narin'i seveyidi." Bunu konuşmak ona zor geliyormuş gibi yüz hatları gerginleşti. "Kemal'de bunu öğrenduği an abinun hayatina son verdi! Duymak isteduğun bu miydi? Yıllarca kafamun etuni yeduğin her şey doğriydi! Abinun katuli Kemal Orduli! Aralarında ki aşkı öğrenduği an abinun hayatuna son verdi! Onu uyardim ama benu dinlemedi!" Gözlerimin ardını sızlatan acıyla her kelime kalbimi kesti. Ve ben o kan gölünün içinde boğuldum.
Kendi kanımın içinde boğuldum. Kendi içimde yaşattığım zehir beni öldürdü. Bunca yıl burnumun dibinde olanları görememiş, abimin emaneti olan Narin'e sahip çıkamamıştım. Suçluluk hissi bir tuğla gibi yüzüme çarparken kalbime saplanan acı giderek çoğaldı. Olduğum yerde sendelememek için zor dururken bakışlarım bir an olsun babamın yüzünü terketmedi. Aynı benim kadar şokta olan Cafer abim ağzı iki karış açılmış bir şekilde dolu gözlerle bakıyordu babama.
Aynı yaşlar benimde gözüme akın etmek isterken onlara direndim ve dikleştirdim başımı. "Sen ne yaptın?" Sordum duygusuz bir sesle. Babam gözlerime bakarken manidar sesimin ne demek istediğini çok iyi biliyordu. "Senin oğlun can çekişirken sen ne yaptın?" Tınımda saf nefret vardı. "İzledin." Dediğimde hiç şüphe etmedim duygularımdan.
"Aynı dört ay beni o cehennemde can çekişirken izlediğin gibi!" Her kelimede sesim yükselirken babamın sessiz ifadesi beni çıldırtıyordu. Belimdeki silahı çıkarıp kafasına sıkmamak için öyle zor duruyordum ki kendimi tutamadım ve iki elimi yakasına dolayarak onu kendime çektim. "Cevap ver!" Yüzüne doğru haykırdığımda dişlerimi sıkmaktan kırılacağını hissediyordum.
Öfkem beni mahvederdi, şu an o öfke içimde büyürken bir canavardan farksız göründüğüme adım kadar emindim. Boynumdaki damarlar çoktan belirgin hale gelmiş, kahverengi saçlarım alnıma dağılmıştı. Ellerim sıkıca babamın yakasına yapışırken ben bir gün ona böylesine kinle bakacağımı hiç düşünmezdim.
"Elumden gelenu yaptum." Dedi kısık sesiyle.
"Yapmadun!" Yüzüne doğru bağırdım. "Yapmadun! Sen hiç bişu yapamdun!" Titreyen sesime kayan şivem eşlik etti. Gözleri gözlerimi izlerken onun içini yakıp kavuran pişmanlık zerre umrumda değildi.
"Doğruydu değil mi?" Sesim nefret edeceğim bir şekilde cılız çıkmıştı. "Beni o cehenneme bırakanda sendin baba, beni o ateşin içine atanda sendin!" Kurduğum cümlelerin içinde boğulurken hayır demesi için sessizce yalvardım içimden.
"Benden de vazgeçtin değil mi?" Sarstım onu hafifçe. "Beni o karanlığa bile isteye bıraktın!" Hayır demedi. Aksine donuklaşan bakışları bana her şeyi itiraf etti. Babam beni bile isteye orada bırakmış Kemal'in dediği gibi benden vazgeçmişti.
Ve ben bugün bunu çok net anlamıştım.
"Doğruydu." Kendi sorumu kendim cevaplarken ellerim istemsizce gevşedi. "Beni bir can borcu için feda ettiğin doğruydu." Dudaklarım seğirdi. "Benden istediğini alamayınca sıra Devran'a mı geldi?" Sorum onu rahatsız etmiş gibi kaçırdı bakışlarını.
"Kaçırma bakışlarını!" Gözlerimin içine baksın istedim. "Bana bak!" Boğazımı yakacak bir sesle bağırdım. "Gözlerime bak! Beni ne hale getirdiğini gör baba!" Alaycı bir nefes kaçtı burnumdan. "Ya da bakma.." sesim fazla dargın çıktı. "Umrunda bile olmaz." Kıstım gözlerimi. Onu geri iterek bıraktım yakasını ve hafifçe sendelemesine neden oldum. "Benim ölüm senin önüne serilse baba, yine umrunda olmaz." Nefret tüm hücrelerime akın etti.
"Ne ölüne bundan sonra, ne ölüme." Tiksinti sesimi sararken babamın gözleri genişledi. Sert bir şekilde yutkunduğunu farkettim. İlk kez onun canını ne denli yaktığımı hissettim. Dikleştirdim başımı ve gözlerimde parlayan yaşları bir kenara ittim. "Ne ölüne gelirim baba, ne de seni mezarımda isterim." Sözler kendi kalbime bir yük gibi inerken titreyen sesimi es geçtim. "Bugünden sonra." Parmağımdaki yüzüğü kaba bir şekilde çıkarıp ayaklarının dibine fırlattığımda gözü seğirdi. Bana verdiği düğün hediyesini aile yadigarı olan yüzüğü yere fırlatmışdım. Babama her zaman saygı duyan ben, bugün ona olan tüm saygımı kaybetmiştim.
"Sen benim baba değilsin." Kollarımı açtım iki yana. "İğrenç oyunlarının sonuna geldik Mahir Payidar." Ona sırtımı dönüp kapıya yürüdüm. "Hadi EyvAllah."
Kalbime ektiği ateş bugün onuda yakmıştı. Benim babam bir caniydi, ve o cani benden çocukluğumu çalarken abimden aşkını çalmıştı. Abimin emaneti Narin'ken bunca sene ben onu bile koruyamamıştım. Kalbime ağır gelen suçluluk aklımda derin bir sızı yaratırken gözümden zorla akan bir damla yaşı silip hızla odaya doğru yürüdüm.
Bu evde ne ben kalacaktım, ne de karımın kalmasına izin verecektim. Bu konak bir zehirdi, ve o zehrin beni daha fazla yakmasına izin vermeyecektim.
Ne ölüme ne ölüne.
Ve babam bunun anlamını çok iyi biliyordu.
Ben onunla aynı mezarlığa bile gömülmek istemiyordum.
***
Hafsa Polatlı.
Üstümdeki gelinliği çıkarmayı başardıktan sonra yatakta oturmuş tırnaklarımın kenarını kemirmekle meşguldüm. Merak içimi kemiriyordu, ara sıra Yavuz'un boğuk bağırışlarını duyuyor ama cesaret edip odadan çıkamıyordum. Beni istememişti, ve bende oraya gidecek cesareti kendimde hissettmiyordum. Üstüme uzun kollu siyah dar bir tişört altına kot pantolon geçirdikten sonra sessizce bekliyordum.
Kesilen bağırış sesleri endişemi körüklüyordu. Yavuz babası ile hararetli bir tartışmanın içindeyken aniden oluşan bu sessizlik kafamı karıştırdı.
Sesli bir nefes kaçtı dudaklarım arasından. Kucağımdaki yastığa sarılıyken bir kolum diğer elimle kahküllerimi geri ittim. Dakikalar aktıkça sabrımı kaybediyordum. Tam yataktan kalkmak için haraketlenirken Yavuz kapıyı sert bir şekilde açıp içeri girdi.
Gözlerim ilk olarak yüzünü bulduğunda öfkesi ifadesine yansımıştı. Yüz hatları gerginken damarları daha belirgin hale gelmişti. Çenesini sıkıyor, öfkeli gözleri geceden bile daha karanlık bir şekilde etrafa ateş saçıyordu. Ciğerlerine aldığı nefesler sesliydi, sanki nefes almak bile ona zor geliyordu.
Gözlerinin beyazları kızarmıştı, ağlamamak için kendini kastığını anlamıştım. Kendinden habersiz pervasızca haraket ediyor gibiydi.
"Hadi." Dedi yanıma gelerek, yüzüme bile bakmadan kolumu tutup beni yataktan kaldırdığında olabildiği kadar nazik olmaya çalışıyordu. Öfkesini benim için dizginlerken her bir zerresini zorluyordu. Yavuz beklediğimden daha kötü bir haldeydi. Onu daha önce öfkeli görmüştüm, ama onu daha önce böylesine yorgun böylesine tükenmiş görmemiştim.
"Nereye!" Sözler ağzımdan hızlıca kaçarken yataktan kalkıp ona ayak uydurmaya çalıştım. Odadan çıkmadan önce kapının yanından montumu kapmış ve resmen terasa kadar beni peşinden sürüklemişti. Bu durumda onu kızdırmak istemediğim için hızlı adımlarına kıyasla küçük olan adımlarımla ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Neyse ki odadayken topukluları çıkarıp yerine rahat ayakkabılar giymiştim. Yoksa bu durumda çoktan takılıp düşmüş olurdum.
"Yavuz biraz yavaşlar mısın?" Ben onun hızına ayak uydurmakta zorluk çekerken sesli bir nefes verdi. Hızlı bir şekilde aşağı eğilip kolunu belimin altından geçirerek beni sırtına attığında yine ve yine baş aşağı durmuştum. Saçlarımı bir tokayla toplamış olsam bile birkaç tutam yüzüme geliyordu.
"Kendim yürürdüm, yavaşlamanı istemiştim beni taşımanı değil!" Homurdanarak konuştuğumda sesimi nazik tutmaya çalıştım.
"Sana kalırsak biz burdan çıkamayız, zira o küçük adımlarla bana yetişmen imkansız." Tüm öfkesine rağmen benimle konuşurken sesini düz tutmaya çalışıyordu. Başımı hafifçe kaldırdığımda Yavuz çoktan merdivenleri inmişti. Mahir Bey'in terasta durup aşağı baktığını gördüm. Yüzündeki ifade suçluluk taşıyordu. Beklediğimden daha büyük oyunlar dönüyordu. Yavuz'un hemen ardından onu takip eden Cafer'i gördüğümde o an anladım.
Evi terkediyordular değil mi? Aynı Yavuz kadar Cafer'de dağılmış bir durumdaydı. O Yavuz'dan daha kötüydü, dokunsan yıkılacak gibiyken adımları öfke doluydu. Her zaman ki alaycı ifadesinin yerini büyük bir hayal kırıklığı almıştı. Onun peşinden abim inerken bir hayli düşünceliydi. Orada olanlar onunda sinirini bozmuş gibi çenesi kasılırken Cafer'e endişe dolu bakışlar atıyordu.
Cafer, abim için çok değerliydi.
Gözlerim aşağı katta ki odalardan birine takılınca Hafize Hanım'ın perdeyi hafifçe çekip dışarıyı izlediğin gördüm. Acı dolu bakışlarıyla yanakları yaşlarla ıslanmıştı. Bu görüntü canımı yakarken yutkundum sertçe, Hafize Hanım Mahir Bey'le birlikte iki oğlunuda kaybediyordu. Ama çıkıp onları durdurmuyordu, onları durduracak masumluğa sahip değildi. Çünkü kocasının oyunlarına karısıda karışmıştı. O bir anneydi, ciğeri yanıyordu ama ağzını açıp tek kelime edemiyordu.
Hafize hanımın ne kadarını bilip ne kadarını bilmediğinden haberim yoktu. Ama bir yerlerde onunda bu işte parmağı vardı. Son olarak büyük bir kıskançlıkla mutfağın kapısına yaslanıp bize bakan İdil'e baktığımda gözlerimi kıstım.
Bu kız sürekli Yavuz'u izlerken, böyle bir durumda bile kıskançlığını gizlemiyordu. Onunla hiç uğraşmak istemedim. Sonunda Yavuz kapının eşiğinden dışarı adım attığında beni yere bıraktı. Zahir ve Süleyman aynı anda Yavuz'un iki yanında durduğunda ne yapacaklarını bilmez gibi önce birbirlerine sonra Yavuz'a baktılar.
"Abi?" Dedi Süleyman endişeli ve temkinli bir sesle Yavuz düz bir şekilde önüne bakarken az önce olanları idrak etmeye çalışıyormuş gibi bir hali vardı.
"Yavuz." Zahir elini Yavuz'un sırtına yasladığında başını ona doğru eğdi hafifçe. "İyi misun?"
"Gidiyoruz." Dedi sert bir sesle ve başını kaldırıp baktı onlara. "Bir daha dönmemek üzere." Dediğinde içime saplanan acıyı hissettim. Yavuz yalanlarla dolu bu yuvadan bugün vazgeçiyordu.
"Terk mi ediyorsun abi evi?" Süleyman hafif bir şokla sorarken Cafer cevap verdi. "Evi batsin." Sesi tiksinti doluydu. "Bir daha buraya adum atmayacağuz." Kendinden emin bir sesle kısıldı gözleri. "Siz istersenuz kalun, istersunuz gidun."
"Ne kalacağuz?" Dedi Zahir ve kaşlarını kaldırdı hayır der gibi. "Bizde geleyuriz." Süleyman hızla başını sallayarak onayladı onu. "Ben arabaları çalıştırayım." Dediğinde çoktan yokuş aşağı yürümeye başlamıştı.
Ne Süleyman ne de Zahir bizi yalnız bırakmadı. En başından belli bir gerçekti bu, onlar ne Yavuz'dan ne de Cafer'den vazgeçmiyordu. Patron çalışan ilişkisi değil dostluk ilişkisiydi.
"Hadi Cafer." Dedi abim bir kolunu Cafer'in omuzlarına atarak onu destekleyip. Onlar önden yürürken Yavuz'un önünde durdum ve yüzünü görmek için yaklaştım ona.
"Yavuz." Dediğimde vücudunu çevirdi yokuş aşağı ve yürümeye başladı. Yüzüne kazınan acıyı benden gizliyordu. Hızla takıldım peşine, onda ters giden bir şeyler vardı. Nefes almakta zorluk çeker gibi göğüs kafesi kalkıp inerken titriyordu. "Yavuz, noluyor?"
"Yok bir şey." Soğuk sesi omurgamdan aşağı bir ürperti gönderirken o kelimelerin ağzından ne denli bir zorlukla çıktığını anladım. Onun peşine takıldım, geri durmadım çünkü beti benzi atmışdı ve içimi saran endişe beni yiyip bitiriyordu.
Tekrar ağzımı açmak istedim, ama yerinde sendeleyip yanındaki duvara avuç içini yasladığında düşmekten son anda kurtulmuşdu. Boştaki elinde tuttuğu montum yeri bulduğunda onu tutacak gücü bile yokmuş gibiydi. "Yavuz!" Adı büyük bir endişe ve korkuyla dilimden döküldüğünde Yavuz zar zor ayakta duruyordu.
"Noluyor lan?" Abim dönüp arkaya baktığında ayakta zor duran Yavuz'u farketti. Cafer'de aynı hızla bize döndüğünde yüzünde derin bir endişe vardı. Süleyman ve Zahir arabaları çalıştırdığı için henüz farketmiş değildi.
"Yavuz!" Cafer endişeyle bağırıp koşar adım bize doğru geldiğinde Yavuz'un boştaki eli direkt olarak kalbine gitmişti.
Neler oluyordu?
Kalbi mi acıyordu?
Zar zor nefes alır gibi dudakları aralanırken koluna tutundum ve ona baktım. "Yavuz, ne oldu?" Sesim titrerken Cafer hızla Yavuz'un omuzlarına tutunup başını eğerek baktı ona.
"Yavuz?" Bir elini kaldırıp çenesini tuttu ve başını kaldırdı. "Noldi? İyi musun?" Yavuz sert bir şekilde yutkunduğunda Cafer çattı kaşlarını.
"Kalbin mu?" Dediğinde Yavuz tek bir kelime etmedi ama gözleri açıkça gösteriyordu. Acısı bu sefer yüzüne yansımıştı. "Hastaneye gideyiruz!" Cafer sert ve endişe dolu bir sesle Yavuz'un koluna girmek istediğinde Yavuz sesli bir nefes çekti içine.
"Hayır." Dedi kendini kontrol etmeye çalışır gibi. "Ne Hayur? Ya kalp krizi geçireyisen!" Cafer büyük bir öfkeyle konuştuğunda korku dolu gözlerle baktım ona.
"Ne?" Ağzımdan kaçan kısık çığlığa engel olamadım. "Ne kalp krizi? Ne diyorsun Cafer abi sen!" Bu kadar genç birinde kalp krizi olması imkansızdı, Cafer abi ne biliyordu? Yavuz daha önce kalp krizi geçirmiş olabilir miydi?
"İyiyim ben!" Yavuz sert bir sesle bizi ikna etmeye çalışırken abim kıstı gözlerini ve Yavuz'un avcunu duvardan ayırırken ona destek olmak ister gibi kolunu tuttu.
"Bu mu iyi halin?" Aynı endişe onunda gözlerinde mevcuttu. "Betin benzin atmış, ayakta duramıyorsun!" Başını arabalara çevirdi. "Süleyman, hastaneye gideceğiz!" Dediğinde ikiside Yavuz'u arabaya doğru götürüyordu.
"Gitmiyorum hastaneye!" Yavuz öfkeyle bağırırken bunun ona daha da zararlı olduğunun farkındaydım. Dolan gözlerim bir kenara iterek peşlerine düştüm endişeli gözlerim Yavuz'dan ayrılmıyordu.
"Noldi?" Dedi Zahir arabadan çıkarken merakla, aynı şekilde Süleyman'da açık kapıdan bir ayağını yere dayayıp merakla baktı bize.
"İyi değil." Dedi Tufan Zahir'in önünden geçip Süleyman'ın arabasının arka kapısını açarken.
"İyiyim ben!" Yavuz'un inatı devam ederken sesinde hâlâ acı mevcuttu. Vakit kaybetmeden ve israr etmeden arabaya oturduğunda bende yanına oturdum. Endişeli gözlerim onun yüzünü terketmezken Cafer hızla ön koltuğa geçti, Süleyman ayağını içeri çekip kapıyı kapattığında abimde Zahir'in arabasına oturdu.
"Hastaneye filan sürme." Dedi Yavuz nefesleri arasında. "Bağ evine sür." Başımı hızla salladım iki yana.
"Hastaneye gidelim." Dediğimde sesim bir hayli çaresiz çıktı. "İnat etme, lütfen." Durumu bu kadar ciddi olmasa ısrar etmezdim, ama önümde mahvolan bir Yavuz vardı. Üstelik Cafer'in verdiği ihtimal beni daha fazla korkutmuşdu.
Yavuz'a bir şey olur korkusu beni öldürüyordu. Birkaç saniye izledi yüzümü yalvaran ifademi farkedince bana daha fazla dayanamayacağını anladı ve çöktü omuzları hafifçe. Yorgun bakışları dikiz aynasından Süleyman'ı bulduğunda bir kez aç kapa yaparak gözlerini onayladı onu. Süleyman hızla vitesi çekti geriye ve ayağını bastı gaza. Benim gözlerim Yavuz'un yüzünü terketmeye cesaret edemezken ilk kez kehribar hareleri bu kadar yorgun ve savunmasızdı.
"Bakma bana öyle." Diye fısıldadı bana güvence vermeye çalışarak. Berbat bir durumdaydı ama yine kendisinden önce beni düşünüyordu. "Bir şey olmaz bana."
Cafer sabırsız bir nefes verirken Yavuz'un bu inatı onun sinirlerini bozar gibi endişeli bakışlarını dikiz aynasından çekti. Yavuz sessizce önüne bakarken alnında oluşan terleri farkediyordum. Hâlâ nefes almakta zorlanır gibi kesik kesikti ciğerlerine çektiği her hava. Bir elimi kaldırıp yanağına yerleştirdim, dokunuşuma hasret gibi kaç dakikadır zorlukla çıkan nefesi bu kez rahatlıkla kaçtı dudakları arasından. Ağırlaşmış göz kapakları arasından bana baktığında dolan gözlerimi izledi.
"Ağlayacak mısın?" Fısıldadı. Sanki bu onun canını daha çok yakıyormuş gibi harelerine acı erişti. Beni üzgün görmeye dayanmıyordu. "Ağlamayacağım." Sesimdeki titrekliği bastırırken gözlerim önünde mahvolan Yavuz'u görmek bende hıçkırarak ağlama isteği uyandırıyordu. En başından inanmak istemediği her şey doğruydu.
Yavuz yıkılmıştı, onu yıkan babasıydı. Ve bir insanı babası yıkarsa, bir daha toparlanması çok uzun zaman gerektirirdi ya da hiç geçmezdi. O acı her zaman insanın kalbinde yaşar, alıştırır, bir illet gibi çökerdi üstüne. Yavuz'un bugün babasıyla olan sınavı onu öyle çok etkilemişti ki o acı kalbine vurmuştu. Cafer'in şüphesi doğruysa önümde kalp krizi geçiriyor olabileceği düşüncesi nefesimi kesiyordu.
"Ağlama." Dedi kısık çıkan sesiyle, bir kolunu ağır ağır kaldırıp omuzlarıma doladığında beni kendine çekti. Gözlerimi kapatıp başımı göğsüne yasladım, içeride fazlasıyla hızlı atan kalbi sertçe yutkunmama neden oldu.
"Sen ağladığında bu kalbin hiç atası gelmiyor, Hafsa." Burnunu saçlarıma daldırıp kokumu içine çektiğinde benden güç alır gibiydi. "Sen ağladığında bu kalp tüm dünyayı yakıp yıkmak istiyor." Kolu bana dolanırken giderek yavaşlayan kalp atışları beni tenine karşı hissetmesi onu sakinleştiriyor gibiydi. Kokumu ciğerlerine çekerken parmakları güçsüz bir şekilde kahverengi saçlarımı okşuyordu. Tutunacağı hiçbir şey yokmuş gibi sığındığı, kendini güvende hissettiği yuvası sanki bendim.
Yavuz için ben hayattım, ben olmadan onun bir hayatı yokmuş gibiydi. Kendisi bunu bana açık açık söylemişti, ben ona yaşadığını hissetiriyordum. Ve artık aynı şey onun içinde geçerliydi, Yavuz'un kollarında ayazda kalan o kız çocuğu titremiyordu. Onun kollarında ısınıyor onun kalp atışlarını dinlemeyi seviyordu.
Ben Yavuz'a yaşadığını hissetirirken onun kalbinin sesleri bana umut oluyordu. Dinlediğim en güzel müzik, Yavuz'un kalp atışlarıydı.
Arabanın uğultusundan ve gözlerini kapatıp saçlarımın kokusunu içine çeken Yavuz'un kalp atışlarından başka hiçbir ses yoktu. O yıkılmışsa, bende toparlanmak istiyordu. Ve bende buna izin veriyordum, Yavuz istediği kadar bana sığınabilirdi çünkü artık benim de sığındığım yuva Yavuz'du.
******
2 saat sonra.
Geldiğimiz hastane yine Veli abinin çalıştığı hastaneydi. Biz dışarıda beklerken Yavuz'u odaya almış birkaç tahlil ve test yapmıştı. Yabancı olmadığımız için elinden geldiği kadar her şeyi hızlandırmaya çalışmıştı.
Cafer duvara yaslanmış sessizce önündeki duvarı izlerken bir hayli yorgundu. Uçurumun eşiğindeymiş gibi hissiszdi bakışları. Kara gözleri acısını gizlemiyor aklına sürekli akın eden ve onu bir hayli rahatsız eden düşüncelerinde boğuluyordu. Abim onun yanında duvara yaslanmış sessizce orada olduğunu belli ediyordu. İhtiyacı varsa, elini uzatmak için her zaman ordaydı.
Süleyman ve Zahir yan yana birleşik olan sandaleylere oturmuş düşünceli bir şekilde Veli abi içeriden çıksın diye bekliyordular. Ben içimi kemiren endişeyle aşağı yukarı volta atarken ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Mahir Bey'in yaptığı onca şey beni bile mahvederken Yavuz'un bu durumunu yadırgamıyordum. Ama beni geren rahatsız eden o illet duygu içimdeydi.
Yavuz'un kaldığı odanın kapısı açıldığında hızla başım oraya döndü. Bakışlarım büyük bir endişe ve korku taşırken adımlarımı Veli abiye doğru götürdüm. "İyi mi?" Dudaklarımdan dökülen soruyla Cafer ve abimde çoktan sırtını duvardan ayırıp yanımıza gelmişti. Süleyman oturduğu sandalyeden kalkarken ona Zahir eşlik etmişti.
"İyi." Dediğinde bakışları azarlar gibi Cafer'i buldu. "Eh be oğlum, ben size kaç kez diyeceğim şu çocuğu stresten uzak tutun diye?" Kaşlarım çatılırken gözlerim Cafer'le Veli abi arasında gidip geldi. Tufan abim ve ben aynı endişeli meraka sahipken Zahir ve Süleyman Cafer kadar tepkisizdi. Endişeden başka hiçbir ifade yoktu gözlerinde.
"Haklusun abi." Cafer sesli bir nefes verirken tınısında öfke vardı. "Ama gel gör ki stres peşumizi bırakmayi." Bugün olan her şey Yavuz'u fazlasıyla yıpratmış ve strese sokmuştu.
"Yavuz'un nesi var?" Dudaklarımdaki mühür çözülür gibi soru ağzımdan çıktı. Yavuz iyi değildi, Cafer'in ve Veli abinin onca iması bir şeyler olduğunu bana açıkça gösteriyordu. Veli abi rahatsız bir nefes vererek baktı bana.
"Kalp rahatsızlığı var." Ağzından çıkan üç kelimeyle gözlerimin şokla büyümesine engel olamadım. Üstüme bir kara bulut çökmüş gibi hissederken ciğerlerime çektiğim nefes boğazıma takıldı.
"Anlamadım?" Telaşla konuştum. "Yavuz kalp hastası mı?" İçimdeki korku sesime yansımıştı, Veli abi endişeli ifademe bakarken usulca başını iki yana salladı.
"Kalp hastası değil." Gözaltı bir bana bir Cafer'e baktı. "Ama kalbinde hasar var."
"Ne hasarı?" Gözlerim dolmuştu. "Bilmece gibi konuşmasanıza, nesi var Yavuz'un!" Sesimin hafifçe yükselmesine engel olamadım. Daha öncesine kadar Yavuz'u böylesine düşünceğim aklımın ucundan geçmezdi ama bugün farkediyordum ki ona zarar gelir düşüncesi göğsümün daralmasına neden oluyordu.
"Çocukken kalp krizi geçurmuşti." Cafer sıkıntılı bir şekilde baktı bana. "Ne kadarini bileysun bilmeyurim. Devran'un Yavuz'u o depodan çıkardıği gece Yavuz berbat bir durumdaydi." Bakışlarım bir miktar öfkeye sarılırken merakla bakıyordum Cafer'e. Yüzümdeki ifadeden her şeyden haberim olduğunu anlamıştı. Konuşmaya devam etmeden önce başını eğdi hafifçe ve baktı bana.
"Kalp krizi geçirmiştu, yedu yaşundayken." Tufan abim çattı kaşlarını. "Nasıl yani? Depodan kaçtıkları gece kalp krizi mi geçirdi?" Sorusundan artık az çok onunda bir şeyler anladığının farkındaydım Cafer ağır ağır salladı başını ve baktı Tufan'a.
"Bünyesi çok zayıfti." O zamanları düşünmek canını yakar gibi çenesi kasıldı. "Hiç bir çocuğin dayanamayacağu bir durumdaydi, dört ay nasul yaşadi tüm doktorlari şoka sokmuşti." Veli bey bilmiş bir bakış attı onlara.
"Biride bendim." Hepimizin üstünde gezindi bakışları. "O gece kalp krizi şikayetiyle hastaneye geldiklerinide Yavuz'u tedavi eden bendim. O gün bugündür kalbinde kalıcı bir hasar var, stres ve öfke tekrar kalp krizi geçirme ihtimalini körüklüyor. Sadece bunlar değil, çok fazla heyecan bile bazen kalp krizini tetikleye biliyor." Duyduğum her kelimeyle beynimin çalkalandığını hissettim.
Yavuz'un her an ölüm tehlikesi mi vardı?
Kulaklarımın duymak istemediği her kelime aklıma akın ederken dolu gözlerimden bir damla yaş aktı. Her an, her stres, her öfke, her heyecan onun için bir tehlikeydi. Bugün kalp krizi geçirebilirdi, hatta bu olasılığın eşiğine kadar yaklaşmıştı. Bunu düşünmek canımı yaktı, Yavuz bugün canından olabilirdi ve bunun sebebi babasının yıllarca oynadığı iğrenç oyunlar olurdu.
"Bak bu size son uyarım çocuklar." Veli abinin sesi büyük bir uyarı ve endişe taşıyordu. Aynı zamanda durumun ciddiyetini bize kanıtlamak için bir miktar sertlik barındırıyordu. "Yavuz'un durumu öyle geçiştirebileceğiniz bir olay değil, kalp krizi hafife alınacak bir durum değil." Gözleri Cafer'e baktı. "Ani bir stres bir öfke onu sizden alabilir." Cam misali havayı kesen sözleri hepimizin kalbine batıyordu.
Süleyman ve Zahir rahatsız bir nefes verirken tehlikenin farkındaydılar. Onlar da en az bizim kadar endişeliyken Cafer usulca salladı başını. "Tamam abi." Olayın ciddiyetinin farkına varmak beni tüketirken Cafer bu konuşmayı daha önce dinlemiş gibi kendine hakim olmaya çalıştı.
"Bırakın biraz dinlesin." Veli bey nefesini verdi ve dikleştirdi başını. "Ben odamda olacağım, bir şey gerekirse hemşirelere ya da bana ulaşabilirsiniz." Ardından bana baktı. "Sen gir kızım, seni görmek istedi." Hızlıca başımı salladım ve gözümden akan bir damla yaşı silerken diğerlerine baktım. Hepsi düşüncelere boğulmuş gibiyken gözlerim tekrar Yavuz'un kapısını buldu ve oraya adımladım.
Onun önünde güçsüz görünmek istemediğim için kolumun tersiyle hızla akan yaşları silip dolan gözlerimin yaşını almaya çalıştım. Burnumu çektim ve elimi kapıya koyup onu açarak adımımı içeri attım. Yavuz sessizce tavanla bakışıyordu, hastane havası onu boğuyor gibi yüz hatları gergindi. Kapının sesini duyar duymaz hareleri ayrıldı tavandan. Dönüp bana baktığında dudaklarım arasından titrek bir nefes kaçtı. Kapıyı kapatıp içeri adımladım.
"Gel Hafsa." Diye fısıldarken hafifçe doğruldu ve sırtını sedyenin başlığına yasladı. "Yorma kendini." Dediğimde sesimde endişe vardı. Adımlarımı içeri attığımda onun koluna takılı olan serumu izledim. Birkaç saniye gözlerim yorgun formunda gezindi.
Bana bakarken gözlerindeki yorgun ifadeyi sildi. Onu güneş benzeri gözlerinin arkasına gizledi ve dudaklarına yaramaz bir çocuğun tebessümünü yaydı. "Sanırım sonunda bozuk bir kalbim olduğunu öğrendin?" Sözleri omurgamdan aşağı bir ürperti gönderirken kırılgan bakışlarımı onun gözlerine diktim.
Kendini eksik hissediyordu, ve bunu yalana vurmaya çalışıyordu. Yavuz en başından beri kendini yetersiz hissetiğini bana açık açık belli ediyordu. Sırtındaki izlerin onu kötü gösterdiğini düşünüyordu, onun için döktüğüm gözyaşının gereksiz olduğunu sanıyordu. Şimdi kalbindeki hasarı alaya vuruyor, bunu görmezden gelirken beni rahatsız edip etmediğini ölçmeye çalışıyordu.
Yavuz kendini küçümsüyordu. Acılarını küçümsüyor, onları kendi içinde gömüyordu. Kimseye yük olmamak için uğraşırken herkesi kendi sırtına yük ediyordu. O herkesi taşıyordu, ama kimse Yavuz'un acılarını bir kez olsun görmek istemiyordu.
Çünkü Yavuz güçlüydü.
Hayır.
Yavuz sadece kaybolmuş bir çocuktu, ve kimse onun elini tutup evine götürmüyordu.
Gözlerimde sanki bir acıma bekledi. Yine benden ona acımamı istedi, Yavuz onu anlamamı değilde sanki ona acımamı isteyecek kadar çaresiz bir durumdaydı. Çünkü kendini değerli hissetmeyi sevmiyordu. Yavuz birileri için değerli olmayı sevmiyordu.
Dolan gözlerimden birkaç damla yaş akarken sedyeye doğru koşar adım yürüdüm ve kollarımı boynuna doladığımda bunu beklemiyormuş gibi elleri havada asılı kaldı. Bunu neden yaptım bende bilmiyordum, ama ona sadece sarılmak istedim. Yavuz'a sadece sarılmak istedim ki kendini yalnız hissetmesin.
O yalnız değildi.
Ben vardım.
"Hafsa?" Dedi anlam veremeyerek ve elleri sırtımı buldu. Bir elinin saçlarımı okşadığını hissettiğimde ona sıkıca sarıldım. Az önce Veli Bey'in söyledikleri miydi beni böylesine etkileyen yoksa Yavuz'un bakışlarımıydı bilmiyordum.
Bence her ikiside benim kalbimin harabeye dönmesinin sebebiydi.
"Ne oldu kaçak gelin?" Dediğinde sesinde hüzünlü bir alay vardı. "Korkma, ölmüyorum. Öyle kolay kurtulamazsın benden." Dediğinde başımı geri çektim ve hafifçe vurdum göğsüne.
"Dalga geçme!" Sesim biraz titrerken burnundan bir nefes vererek güldü ellerini kaldırıp yanaklarıma yerleştirdiğinde akan yaşları baş parmaklarıyla sildi.
"Ne demiştim ben sana?" Gözleri yüzümde gezindi uzun kirpiklerimin üstündeki yaşları silerken gözlerimi kapatmama neden oldu. "Ağlama dedim." Sesli bir nefes verdiğimde kuruyan dudaklarımı ıslattım ve ona baktım.
"Veli abi kalp krizi dedi." Sesimdeki acıyı duyduğunda bakışları yumuşadı. Yüz kasları gevşerken baş parmakları beni incitmekten korkar gibi yanaklarımı okşuyordu.
"Demişse demiş." Gülümsedi. "Bu kalp sen varken durmaz, Hafsa." Bir elini saçlarıma daldırdı ve okşadı. "Seni bırakacak göz var mı bende?" Dudaklarıma yayılan tebessümle baktım ona. Öne doğru eğilip kirpiklerimin üstüne öpücük kondurduğunda bana kalp krizi geçirteceğini zannettim.
"Gözyaşların akmasın, Hafsa." Fısıldadı derin bir sesle ve alnını alnıma yasladı. "Bu benim için en büyük işkence olur." Gözlerim kapanırken onun sıcak nefesi yüzüme çarptı. "Senin her bir gözyaşın benim kalbime kurşun gibi, bozuk kalbimi böylesine yıkmak istiyorsan o da senin vicdansızlığın olsun zalımın kızı."
"Olmasın." Fısıldadım ve gözlerimi açıp baktım ona. "Gerekirse o kurşunlar benim kalbime denk gelsin Yavuz, ama senin kalbin hiç durmasın." Sert bir şekilde yutkunduğunu sezdim. Onun için canımı vereceğimi söylüyordum, ve bu sadece sözlerden ibaret değildi. Ben Yavuz için canımdan geçerdim, çünkü artık kalbimin onsuz bir anlamı olmadığını anlamıştım.
Ben Yavuz'a aşık olduğumu anlamıştım.
Ama bunu kendime bile itiraf edemeyecek kadar güçsüzdüm.
"Senin kalbin durursa benim kalbimin atmasının pek anlamı kalmaz." Sert sözleri şefkat barındırıyordu. "Senin kalbin benim yuvam. O yuva yıkılırsa ben o tuğlaların altında ezilirim." Her bir zerresi benden güç alır gibi yanağımdaki elleri çekildi, onun boynuna sarıldığım için dizlerim üstünde sedyede duruyordum. Hiç çekinmeden ellerini aşağı indirip kollarını belime doladığında beni hafifçe kucağına doğru çekti. Ellerim göğsüne yaslanırken gözleri aşkla beni izledi.
Derin bakışları yüzümden ayrılmıyordu sevgisini benden gizlemeden gözlerimin içine bakıyordu. Bana sığınır gibi kokumu ciğerlerine dolduruyor hiç doymadan içi gider gibi bakarken elleri sırtımda kendinden habersiz hafifçe haraket ediyordu. Kalp atışlarım onun bakışları altında hızlanırken bu yakın teması beni heyecanlandırıyordu.
Bakışları dudaklarıma indi. Gözlerine erişen bir miktar arzuyla hafifçe kıpırdandı. Bu sefer geri çekilecek cesaret bende yoktu, ne öne doğru bir haraketde bulundum ne de geri çekildim. "Karım benim yuvam." Fısıldadı özlem dolu bir sesle ve yüzü yüzüme yaklaştığında bir santim aralık vardı artık dudaklarımızın arasında. Nefesi yüzüme çarparken ben her an buraya bayılacak gibi hissediyordum. "Ve o yuva beni terkederse, yaşayamam." Elimin altında onun hızlanan kalbini hissettim.
Heyecan bile ona yasaktı, şu an kalbi deli gibi çarpıyordu. Ama acıyan kalbini bir kenara itip her şeye rağmen beni öpmek istiyordu. Tam öne eğilip bunu yapacağı sırada çalan telefonu ortamı böldü. Öfke yüzüne akın ederken okkalı bir küfür savurdu ve elini cebine attı.
"Ne var Allah'ın cezaları." Söylene söylene telefonu çıkardığında kaşları çatıldı. Hayal kırıklığı yüzüne yansımıştı. Aynı hayal kırıklığı benimde içime yansımıştı ama hevesli görünmemek için bunu bir kenara attım. Herkes buradayken Yavuz'u arayan kimdi?
Ekranda gördüğü isim onu meraka soktu. Birkaç saniye sanki açıp açmaması gerektiğini kafasında düşündü. Ama acil bir şey olacağını düşünmüş olacak ki telefonu açıp kulağına tuttu.
"Ne var Koray?" Duyduğum yabancı isim kaşlarımı çatmama neden oldu. Dikkatle dinlerken Yavuz'a çok yakın olduğum için telefonun diğer ucundan gelen sesleri duydum.
"Abi acil İstanbul'a gelmen gerek." Yavuz anlam veremeyen bir ifadeyle önce bana baktı sonra gözleri sağa doğru kulağına tuttuğu telefona kaydı. "Ne saçmalıyorsun Koray? Beni bunun için mi aradın!" Böldüğü şeyin farkında bile olmayan Koray'a yüklüyordu öfkesini.
Gülmemek için dudağımı içeri kıvırdığımda merakla bekliyordum. "Öyle değil abi." Koray'ın sesi bir hayli mahçupdu. "Abi şirkette işler afedersin ama boka döndü." Rahatsız bir şekilde konuştu. "Eski patronun elinden almışlar şirketi. Ve yeni patronda seni burada istiyor." Yavuz'un yüz ifadesi kararırken çenesi kasıldı.
"Ne diyorsun Koray sen?" Öfke ayna misali sesine yansıyordu. "Ne demek şirketi elinizden aldılar? Ne fuşki yiyorsunuz lan siz orda!" Bilinçaltında belimi tutan eli sıkılaşırken daha bugün geçirdiği bir öfkeden sonra tekrar aynı şeyler olsun istemiyordum. Elim hafifçe göğsünde haraket ettiğinde ona sakin olmasını ister gibi bir bakış attım. Gözleri benimle kesişince mesajımı almış olacak ki sıkıntılı bir nefesle kapatıp açtı gözlerini.
"Kim?" Dişleri arasında sordu. "Kim aldı şirketi, nasıl başardınız siz bunu daha bir ay olmadı döneli!" O şirketin Yavuz için değerli olduğunu anlamak zor değildi.
"Abi, ben tanımıyorum." Koray fısıltıyla konuşuyor gibiydi. "Ama senin onu çok iyi tanıdığını söylüyor." Koray'ın manidar sesiyle kafam daha çok karıştı. Olayların benzerliği kafamı karıştırdı. Daha düne kadar babamın tüm şirketleri elinden alınırken şimdide Yavuz'un şirketini elinden almak isteyen kimdi?
Bizimle uğraşan birileri vardı.
Devran mıydı? Yavuz Devran'ın yaşadığından adı kadar emindi. Henüz onun ne tür bir oyun oynadığından haberdar değildim ama Devran'ın yaşadığını bana söylerken sesinde zerre şüphe yoktu. Ama Devran'sa bile babamla ne gibi bir derdi ola bilirdi?
Yavuz'un şirketini, hatta Mahir'in her şeyini elinden alırsa bunu anlardım. Ama benim babamın her şeyini neden elinden almak isterdi ki? Bu çok saçma olurdu. Yavuz şüpheyle Koray'ın ona anlattıklarını dinlerken aynı şüphe benimde içimde birikti.
Belli ki henüz oyunların sonuna gelmiş değildik, Mahir bey'in elinde tuttuğu her ip bir bir kopuyordu. Biz gerçeklerin üstünü açtık sanarken, her geçen gün bir yalanın üstü daha açılıyor yeni bir oyun daha başlıyordu.
***
....
BÖLÜM SONU.
Bir bölümün daha sonuna ulaşmayı başardık. Umarım hoşunuza gitmiştir bölümlerin biraz gecikiyor olabilir ama bildiğiniz üzere bölümlere aynı zaman'da her gün editlerde yaptığım için biraz da yoğun olduğum için durumlar böyle devam ediyor.❤️
Sağlıcakla kalın hoşçakalın belli ki ilerde İstanbula bir uçuşumuz var sshssjj
Allah'a emanet❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |