
Yeni bölüme Hoşgeldiniz canlarım.
Yorumlarınız ve oylamlarınız için hepinize şimdiden teşekkürler, keyifli okumalar🎀
Not; Duyurlarım bir çok okuyanıma gitmiyormuş, beni wattpad'dan takip edin böylece duyurları attığımda sizede bildiriş gelecektir💘💝
***
Yavuz Payidar.
Dün gece Hafsa hastane odalarından birinde uyuya kalınca onun odasının başına iki koruma dikerek ayrılmıştım hastaneden. Denize gelmiştim, Karadeniz'e. Benim yuvam Hafsa'ydı ama kendimi güvende hissettiğim bir yer varsa o da Karadeniz'in hırçın dalgalarıydı. Ayaklarım kayalıklardan hafifçe dışa sarkarken sırt üstü uzanmış gökyüzünü izliyordum.
Binlerce yıldız vardı, saysam vakit kaybı. Saymasam sonsuz. Yine de Hafsa'nın gözlerine bakmayı tercih ederim. Onlar daha güzel. Elimde tuttuğum içkiden bir yudum daha alırken dudağımın kenarından akmasını umursamadım. Koray beni aradıktan sonra öfkem beni ele geçirmişti. Kimdi benimle uğraşan? Devran yaşıyordu, bir yanım her olasılığı değerlendiriyor bunların içine abimide ekliyordu. Ama o neden benden şirketi alırdı ki? Çok saçma bir durumun içine girmiş gibiydim.
Mustafa iti hakkında bilgi toplamıştım, ama o gün oraya ziyarete gelen kimdi hâlâ ulaşmış değildik.
Burda olmamın sebebiyse, bilmiyordum. Ne zaman kaybolsam çocukken geldiğim yer bu Karadeniz'di. Yine burdaydım, elimdeki içkiyi yudumlarken babamın bana oynadığı oyunlar kafamı kurcalıyordu. Yarın gidiyordum, belki de biraz uzak kalsam iyi olurdu. Zaten bu Karadeniz'de özleyeceğim pek bir şey kalmamıştı. Bir tek Özlem vardı, onu babama bırakıp gitmek istediğim bir şey değildi. Artık aileme ne saygım vardı ne de zerre güvenim. Ama annem ordaydı, anneme kızgın değildim.
İnsan annesine kızar mı?
Ben anneme kızamazdım. Babam suçluydu, ama annemi hiç dinlememiştim. Dinlemek istemiyordum, kalbim yumuşasın istemiyordum. Bu yüzden habersiz gidecektim, ama Özlem'i ona emanet ettiğimi belirten bir mesaj göndermeyi ihmal etmeyecektim. Zaten tanıdığım bir sürü koruma ordayken içim bir nebze olsun rahatdı.
Gözlerim gezindi yıldızlarda ve sesli bir nefes çektim içime. "Az kay ula." Cafer'in sesini duyduğumda kaşlarım havalandı ağır ağır. Gözlerimi yukarı kaldırıp bana doğru gelen beş erkeği gördüğümde ofladım. Zahir ve Süleyman arkadan gelirken Tufan'da onların yanındaydı. Aziz yavaş adımlarla onları takip ederken muhtemelen Tufan'ın peşine takıldığını anlamak benim için zor değildi. İlk anlar Hafsa'ya olan samimiyeti beni deliye çevirsede daha sonra aralarındaki abi kardeş ilişkisi içimdeki her şüpheyi silip atmışdı.
"Ne işiniz var sizin burda?" Hafif sarhoş sesimle onlara defolun gidin desem daha kibar konuşmuş olurdum.
"Peşine takıldık." Dediğinde Tufan ağır bir iç çekişle oturdu kayalıklara ve bağdaş kurdu. Hepsinin elinde bir içki şişesi görmek gülmeme neden oldu.
"Şu içmesin." İşaret parmağımla Süleyman'ı gösterdim.
"İçmeyi o." Zahir bebeğini azarlar gibi konuştuğunda Süleyman somurtuyordu.
"İçki vermedi yine bu bana!" Süleyman'ın sitemiyle Zahir sağ tarafa benden biraz uzağa oturdu. Yüzünde keyif dolu bir sırıtış vardı. "Sen içunce ne halt yeduğun bellu olmayi." Süleyman somurtkan çocuklar gibi onun yanına otururken gözleri kısıktı.
"Gayet de aklım başımda benim." Dediğinde Aziz hariç hepimiz ona şüphe dolu bakışlar attık.
"Başunda mi?" Cafer alayla konuştu. "En son sarhoş olduğinde pantolonini kafana giymuştun kot kafali." İçkisinin kapağını açarken sırıttı. "Sokağun ortasunda dans edeyudin, ne çabuk unuttin?" Anılar aklıma akın ederken dudaklarımı çekiştiren tebessümle bir yudum daha aldım içkimden.
"Yaptı mı bunu gerçekten?" Aziz'in şoka karışık gülüşüyle Cafer'de güldü. "Görmen gerekeyudi, nasul da güzel kıvırtayidi." Zahir kahkahayı bastığında normalde gülmeyen adam bu duruma daha fazla dayanamamıştı. Aziz baktı birkaç saniye Süleyman'a ardından Cafer'e.
İkisinin eskisi kadar kötü anlaşmadığını farkettim. İlk başlar Cafer'in Tufan'ı resmen Aziz'den kıskandığının farkındaydım. Kim ne derse desin Tufan ve Cafer iki kardeşten öte gibiydi. Ama artık Aziz'e öyle pek öfkeli görünmüyordu.
"Bunu bir kere daha bana hatırlatırsanız kendimi şu denizde boğacağım!" Süleyman iri gözlerle baktı bize. "Abi eskidendi eskiden!" Tufan güldü.
"Sosyal medyayı acilen bırakman gerek kardeşim." Süleyman ağzının içinde bir şeyler geveleyerek avuçlarının içini geri yasladı. Ayaklarını öne uzatınca Aziz'in kucağına denk geldiği için ofladı Aziz.
"Çeksene şu koca ayaklarını üstümden!" Sitemiyle güldü Süleyman. Birilerini sinir etmek onun doğasında vardı.
"Böyle rahat." Aziz gözlerini kısıp ona bakınca sırıtışı soldu. Ayaklarını ağır ağır çekerken muhtemelen tek düşündüğü şuydu.
Bu arkadaş benim tüm kemiklerimi kırıp elime verir.
Aziz'in boş bir adam olmadığının farkındaydım. Hafsa uyumadan önce biraz sohbet etmiştik, bana Aziz ve Zerda ile olan birkaç anısını anlatmışdı. Zerda'yı nasıl bir kız kardeş gibi sevdiğini ve Aziz'in abilik şefkatinden bahsetmişti. Bir boksör olduğunu, bir sürü madalya kazandığını söylemişti. Boks severdim, ama izlemek canımı sıkardı. Ben daha çok kendim ringe çıkmaktan yanaydım.
Aziz gerçekten iri yapılı bir adamdı. Kenardan bakan biri için fazlasıyla korkutucu göründüğü açıktı. Benden daha uzun olduğu açık bir gerçekti ben 1.90 ken o benden uzun olduğuna göre herhalde iki metre vardı. Aynı şekilde Tufan'da 1.95 filan ya vardı ya yoktu.
O zamanlar hiç dikkat etmemiştim, ama gerçekten bir zamanlar tüm televizyonlar Türkiye birincisi olarak sürekli olarak Aziz'den bahsetmişti. Ardından yurt dışından gelen teklif için oraya taşındıklarını anlatmışdı. Aziz orada da boş durmamış yine birinciliği kapmıştı.
"Hafsa'yı hastanede mi bıraktın?" Tufan'ın sorusuyla baktım ona. Ardından tekrar gökyüzüne.
"Uyuyordu, kıyamadım. Güvende, kapısına adam koydum." Kayıtsız bir sesle konuşurken yanıma uzanan Cafer'i hissettim.
"Nasul?" Alaycı sesinin altında manidar bir acı vardı. "Çok mu koydi?" Bir elini başının altına koyarken göz ucuyla baktı bana.
"Babamı mı diyisin?" Sesli bir nefesle elimde tuttuğum içkinin etiket yazılarında gezdirdim gözlerimi. "Heç bilmeyurim." Sarhoşluktan şivem kaymıştı. "Koydi sanurum." Arkada içkisini yudumlayan Aziz konuştu.
"Koyar." Sıkıntılı bir sesi vardı. "En çok da baba mevzuları koyar." Yaşanmışlık sezdim sesinde. Ardından Tufan'da soluma uzandı o da bir yudum aldı içkisinden.
"Hepinizin mi babası hayatının içine etti lan?" Gözleri gezindi üstümüzde. "Normal bir ailesi olan yok mu şu boktan çukurda?"
"Bilmem." Süleyman kaldırıp indirdi omuzlarını. "Anam babam yok." Dediğinde zaten bildiğim hikayeyi hiç çekinmeden anlattı. "Bir ailemde yok aslında, ölsem kimsesizler mezarlığına yollarlar herhalde." Ölümden böyle alaycı bir tavırla bahsettiği an Zahir kafasının arkasına bir tokat geçirdi.
"Kapa ula çenenu." Kıstı gözlerini. "Ölecemuş, nereya öleyusin? Daha ömrümi yiyecesun."
"Benimkunide." Dediğimde Cafer güldü. "Benumkini yedu zaten." Diye devam ettirdi.
"Benimkinide yer mi?" Tufan yüzünü buruşturarak sorunca Süleyman alayla göz kırptı ona. Bu bakış kesinlikle benden kaçışın yok anlamına geliyordu. "İçine edecek! Defol lan!" Diye sitem etti Tufan, anında Süleyman'ın gözleri Aziz'e döndü.
"Seninkinde yemeyi düşünüyorum." Aziz alayla kaldırdı tek kaşını. "Bence yumruk yemeyi düşünüyorsun." Dediğinde Süleyman kırpıştırdı gözlerini.
"Tehdit ediliyorum!" Diye bağırdığında güldük aynı anda.
"Hakediyorsun." Dedi Tufan alayla.
"Normal aileler." Dedi Zahir isyan dolu bir nefesle ve gözleri bilmiş bir bakışa büründü. "Sanurum burasi o durak değul Tufan." Bir dizini kırıp dirseğini üstüne koydu. "Biz daha çok hayati boka dönenler filmu tadundayız." Pek cümle kurmayan Zahir ne zaman içki içse çenesi açılırdı.
"Yok mu ailen?" Aziz bu soruyu sorarken temkinliydi. Ama sanki bir aile lafıyla bile alay ediyordu. Yaşadığı acı bir şeyler olduğunu anlamak zor değildi.
"Yok." Zahir parmakları arasında tuttuğu içkiyi hafifçe salladı ileri geri. "Olmasun." Dediğinde bir hışımla içkiyi dudaklarına götürüp boğazını yakmak ister gibi birkaç yudum aldı. Acısını dindirmek için yaptığı şey kendine zarar verme isteğiydi.
"Niye olmasın?" Tufan sordu merakla gökyüzüne bakarken.
"Olunca canımı yakayiler." Sesi fazla bıkkındı. Onun hayatını bir ben bilirdim birde Süleyman. Cafer bile birini bilince diğerini bilmezdi.
Zahir'in çocukluğu bir cehennem kafesinde geçmişti. Babası annesini diri diri yakmış, üstelik bunu öz oğlunun gözleri önünde yapmıştı. Aynı gece Zahir o araba garajında bulduğu silahla öz babasa sıkmış. Annesini kurtarmak için binbir çaba göstermişti. Ancak yangınlar içinde kalan depo yüzünden bunu başaramamış ve annesi orada can vermişti. Hâlâ ellerinde duran yanık izleri ona cehennemi andıran geçmişinden bir hatıraydı. Uykularını kaçıran o yanık kokusu burnundan hiç gitmemişti.
Bunu bir gece sarhoş anında hıçkırarak ağlarken anlatmışdı. O gece yanında benden ve Süleyman'dan başkası yoktu. Annesinin ölüm yıl dönümü onun için en acı günlerden biriydi. O zaman geldiğinde kabuğuna çekilir nereye gittiğini kimseye söylemezdi.
Aynı şekilde Süleyman'ın Zahir'in aksine bir ailesi yoktu. Ailesinin kim olduğunu bilmiyordu, ne annesini tanırdı ne de babasını. 17 yaşımda karıştığım bir sokak kavgasında bana yardım eden Süleyman'la yollarımız böyle kesişmişti. Benden üç yaş küçük olan Süleyman o günden beri peşime takılmıştı desem yeriydi.
Üstüme akın eden beşten fazla kişiden kaçmak için bilmediğim sokaklara girdiğimde saklanmama yardım etmişti. Ama daha sonra kedi gibi peşime takılması asla beklediğim bir şey değildi.
"Sen kimsin, beni nasıl buldun?"
Dediğimde.
"Ben seni bulmadım ki, sen beni buldun. Ben bu sokakta yaşıyorum, benim sokağıma adım atan sendin. Sesleri duydum, yardıma mı ihtiyacın vardı abi? Bence vardı. Baksana bıçak taşıyorlar!"
Demişti.
Pek çene çalan bir çocuktu. Ama küçük bir kardeşim olmadığı için o gün bana abi demesi içimde bir şeyleri uyandırmıştı. Özlem o zamanlar yoktu, ve benim ilk küçük kardeşim aslında Süleyman'dı. O peşime takılmıştı, bende ona hiçbir zaman gitmesini söylememiştim. Üstünden geçen iki sene sonra Zahir'i yaralı bir şekilde kayalıklarda bulmuştuk. Zahir'i tanıdığımız yer aslında bu Karadeniz'di. O gün onu yaralayan kimdi bilmiyorduk, hâlâ da öğrenmiş değildik ama ölümün eşiğindeydi.
Zahir'i bulan Süleyman'dı. Onu hastaneye yetiştiren Cafer'le ben.
Gözlerini açtığı an ilk yaptığı ölümcül bakışlarını Süleyman'a göndermek olmuştu.
Yaralı olduğu için değil, hastaneye geç kaldığı içinde değil. Ölmediği için. Yastığı alıp Süleyman'a fırlattığında.
"Ula saa kim dedu benu kurtar diye!" Diye bağırdığını hatırlıyordum.
Zahir ölmeyi göze almış bir adamdı, bizimle tanışana kadar. Zahir'le aramda aynı Süleyman gibi üç yaş varken değişik olan tek şey şuydu, Zahir benden üç yaş büyüktü. Bu yüzden benim için bir abiden farksızdı.
"Ne yapacağuz?" Cafer alaycı sesine karışık sitemkar bir nefes verdi.
"Gideceğuz." Gelişi güzel bir şekilde fısıldarken anında hepsi bana baktı.
"Nereye?" Dedi Tufan merakla.
"İstanbul'a." İçinde son birkaç yudum kalan içkimi kafama diktim.
"Ne işimiz var İstanbul'da?" Aziz'in sorusuyla boşalan içkiyi kayalıklara bıraktım.
"Niye sorayisin?" Gökyüzünü izlerken tek kaşımı kaldırdım. "Gelecemusun?"
"Geleceğum." Dediğinde alaycı bir şekilde şive yaptı. "Kız kardeşimin kocasısın, ayrıca seni yalnız bırakmak istesem şu abin olacak hıyar Tufan'ıda peşine takar orası kesin." Cafer hızla doğruldu yerinde ve kınar gibi baktı Aziz'e.
"Tam senu seveceğum deyurim." Bakışlarına sahte şüphe erişti. "Sevgumun içune edeyusin Aziz." Dizleri üstünde hafifçe haraketlenip kendini soluma yani Tufan'ın yanına götürdü.
"Kalk ula." Dediğinde Tufan'ın ceketini çekiştirdi. Tufan bıkkın bir şekilde baktı ona.
"Uzanıyorum görmüyor musun?" Cafer onu çekiştirmeye devam edince kısık bir küfür savurdu ve doğrularak oturdu. Cafer bir kolunu Tufan'ın omuzlarına doladığında baktı Aziz'e.
"Bıraksanuza siz benum Tufimin peşuni?" Devirdi gözlerini. "O bacunda zati dolanayi Tufimun peşunde."
"Tufi ne lan?" Aziz buruşturdu yüzünü. "Zerda gayet haklı biliyor musun? Nikahına mı aldın lan sen bunu?" Aziz'in sorusuyla Tufan Cafer'i iteklemeye çalışıyordu.
"Lan uzak dursana benden!" Dediğinde sesine nükseden bir öfke vardı.
"Durmam." Dedi Cafer alayla. Süleyman onları izlerken gülmekle meşguldü.
"Aziz!" Diye bağırdı Tufan Cafer onun saçlarını darma dağın ederken. "Lan bırak! Aziz çek şu piçi üstümden!"
"Piç miç ayıp olayi." Cafer sırıtarak Tufan'ı bırakmayı redderken Tufan ne kadar çabalasada Cafer'in boynuna dolanan kolundan kurtulamamış öfkeden kırmızya dönmüş bir şekilde bakıyordu ona.
Dudaklarımda oluşan küçük bir tebessümle dinledim onların didişmelerini. Belki ailemi kaybettim sanıyordum, ama yanılıyordum. Benim gerçek ailem zaten yanımdaydı. Onlarsız bir hayat gerçekten düşüne bileceğim bir şey değildi. Zahir'in Süleyman'ın yeri bende ayrıydı. Aynı şekilde Tufan'da hayatımda bir yer edinirken Aziz'de bunu başarmaya başlamıştı.
Cafer desen, onsuz bir hayat benim için pek mümkün değildi.
Bir ailem vardı.
Bir karım vardı.
Ne zaman kaybolsam, gideceğim bir yuvam vardı.
*******
Hafsa Payidar
Havalanında durmuş uçağa binmek için sıra bekliyorduk. İki saatlik bir yolumuz vardı. Belki de hayatımızda bir dönüm noktası yaşayacaktık. Bugün Karadeniz'e yapacağımız kısa süreli bir veda için dün geceden biletleri almıştı, Yavuz. Koray bizi aradığı anda kan beynine sıçramış gibi ne doktor dinlemişti ne hemşire. İyi olduğuna Veli abiyi ikna ettikten sonra taburcu işlemlerini ileriye çekerek hastane çıkışını yaptırmıştı.
Ve böylece Veli abi birkaç ilaç yazarak Yavuz'un aksatmayacağınında sözünü alarak bizi yollamıştı. Yavuz eskiden kullandığı ilaçların uzun zamandır döngüsünü durdurmuştu. Bu yüzden yaşadığı en küçük sinir ve öfke bile onu böylesine bir duruma sürükleyecek kıvama getirmişti. Bu durum için ona kızmıyor değildim, ama çok zayıf bir hafızası olduğundan bana dün gece bahsetmişti. Veli abi ne kadar işleri hızlandırsada en geç bugün erkenden ayrılmıştık hastaneden bu yüzden sohbet etmek için vaktimiz olmuştu.
Küçük şeyleri hep unuturmuş, dün gece hastanede bana böyle söylemişti. Kağıtları nereye koyduğunu, bazen kalemlerini, bazen ceketini.
Bir keresinde telefonu elinde olduğu halde yarım saat onu aradığından bahsettiğinde kendimi tutamayıp gülmüştüm. Hafızası pek güçlü sayılmazdı, kötü anıları hep hatırlamış. Ama iyi anılara dair çok az şey taşırmış hafızası. Bu durum bir bakıma acıydı. Yavuz kötü olan her anıyı beynine kazımış onları ruhunun en derinlerine gömmüştü.
Ne kadar o acıları memleketinde yaşasa bile yurduna olan düşkünlüğü yerli yerindeydi. Yavuz Trabzon'u çok seviyordu. Duyduğu büyüdüğü yerin hastası gibiydi ve hiçbir kötü anı onu bu Karadeniz'den ayıramıyordu. Evet Yavuz Karadeniz'e aşık gibiydi. Birkaç kez onu denizi izlerken yakaladığımda nasıl derin derin baktığını görmüştüm.
Böylece sabah erkenden çıkmıştık, saat öğlen ikiye geliyordu. Yavuz erkenden İdris abiyi ziyaret etmişti, bu aralar biraz hasta hissettiği için adamcağızın kızı yanında kalıyordu. Bu yüzden de düğünümüze katılamamıştı ama özür dileklerini iletmişti. İdris abiyle görüşmeye gittiğinde beni de götürmüştü. Aslında topluca gitmiştik diye bilirdim.
Ben, Abim, Cafer, Zahir, Süleyman. Hatta Aziz ve Zerda bile peşimize takılmıştı, evet bunca olan şeyden sonra onlar yanımızdan ayrılmamıştı. Tufan'ı yalnız bırakmaya gönlü olmayan Zerda Aziz'ide peşinden sürüklemeyi başarmıştı. Aziz bu durumdan hiç rahatsız değildi, aksine bizim yanımızdaysa ona hava hoştu.
Benim bu şehirde görüşeceğim pek insan yoktu. Bir tek Ramiz abiyi görmeye gitmiş onunla hızlıca vedalaşmıştım. İstanbul'da ne kadar kalacağımızı bilmediğim için onunla görüşmem gerekiyordu. Benim için değerli olan sayılı kişilerdendi.
"Daha ne kadar bekleyeceğiz?" Çoktan sıkılan Süleyman bir oflamayla konuştu. Üstünde her zamankinin aksine rahat kahverengi uzun kollu tişört altında kot pantolon vardı. Gözlerine güneş gözlüğü takmıştı, hava bulutluyken ortalıkta pek bir güneş yoktu ama Süleyman farkını ortaya koymaktan çekinmiyordu.
"Tam yedu dakuka içunde bu soriyi 27-ci kez sordin, bir kez daha sorsan o gördüğin uçağun kanatuni saa sokacağum!" Zahir'in öfkeli sesi kulaklara doldu. Süleyman'ın çocuksu sabrı onu rahatsız ediyordu. Bunun aksine Süleyman onu sinir etmeye bayılır gibi başını eğdi hafifçe ve gözlükleri altından baktı ona.
"Sende utanmadın saydın mı?" Yaramaz bir çocuk edasıyla sırıttı. "Demek ki dinliyorsun, ama hiç cevap vermiyorsun. alınayirim Zahircuğum." Zahir sabır ister gibi burnundan bir nefes verip eliyle yüzünü ovuşturunca Süleyman bu durumdan hiç rahatsız değildi. Aynı onun gibi rahat ama resmiyetinden ödün vermeyen Zahir siyah gömlek altına siyah pantolon giymişti.
Süleyman renkli bir kişilikken Zahir onun tam tersiydi.
"Yol yakınken bu ikisini bıraksak mı acaba?" Abim kafasında oturmayan bir şeyler varmış gibi Zahir'le Süleyman'a baktı. "Ben bunların dırdırını çekmek istemiyorum, yemin ederim bu ikisi bir araya geldiğinde dünyanın en saçma kavgalarını izliyorum!"
Yavuz sesli bir nefesle baktı onlara. Hemen yanı başımda dururken dün geceden kalma bir hali var gibiydi. Yorgun olsada bunu bana belli etmeyi es geçiyordu. Ama sessizliğinden anlıyordum. Onda çok iyi bildiğim şeylerden biri de ne zaman kafasını kurcalayan bir şeyler olsa sessizleştiğiydi.
"Ne var abi ne kızıyorsunuz?" Süleyman kendini haklı çıkarmak ister gibi kıstı gözlerini. "Yarım saatir bekliyoruz, sıkıldım."
"Ulan bir tek sen mi bekliyorsun? Hepimiz bekliyoruz." Aziz abim hafif öfkeli sesiyle azarladı Süleyman'ı. Dün gece ne olmuştu bilmiyorum, ama Aziz'i bile aralarına kabul etmiş gibiydiler.
"İki dakika sussanız mı acaba?" Zerda bir taraftan sarı saçlarını örerken bir taraftan baktı onlara.
"Sıkılayi çocuklar." Dedi Cafer bavulun kulpuna yaslanarak. Zerda'nın sinirlerini bozmaya çalışır gibi haylaz bakışları vardı.
"Sıkılmasınlar." Dedi Zerda ve saçına takacak tokayı bileğinde bulamayınca Tufan'a baktı.
"Bileğindeki tokayı ver." Abim çattı kaşlarını. Ardından bileğindeki pembe tokaya baktı, geri Zerda'ya baktı.
"Vermem." Sanki ondan dünyanın en önemli şeyini alacakmış gibi kaşları çatılmışdı. Cafer şokla baktı ona.
"Lan!" Bir rüyadan uyanmış gibi bağırdığında yerimde irkildim. Ani bağırışlar beni istemsizce tetiklerdi bunu farkeden Yavuz sert bakışlarını çevirdi Cafer'e.
"Bağırma karımın yanında." İnce düşünceli bir adamdı, ve beni rahatsız edecek her şeyden kaçınırken başka birisinin bile beni rahatsız etmesine izin vermiyordu.
Hoşuma gidiyordu.
Cafer Yavuz'un uyarısını görmezden gelip Tufan'ın kolunu tutarak elini kaldırıp bileğine baktı. "Sakun baa bu tokanin şu sari yelloza ait olduğuni söyleme. Şuraya düşer bayulurum."
"Bana ait." Zerda yüzünde zafer gülüşüyle Cafer'e bakınca Cafer'in sahte kıskançlığı gözlerine erişti. Ardından aynı bakışlarını abime çevirince ihanete uğramış gibi bakması gülmemek için kendimi tutmama neden oldu.
"Püh sana!" Dediğinde abimin elini kaba bir şekilde itekledi. O toka Zerda'ya aitdi. Ve abim o tokayı dört sene bir kez olsun bileğinden çıkarmamıştı. Zerda'nın gittiği günden beri hatıra diye yanında taşıyordu.
"Ne yapacaktım? Senin tokanı filan mı takacaktım!" Abim öfkeyle tişörtünün kolunu düzeltirken Cafer ona kınar bakışlar attı.
"Benim tokam yokidur!" Resmen trip atar gibi kollarını göğsünde kenetledi. "Yine ve yine aldatulmiş hissedeyurim!"
"Üstelik o tokayı tam dört senedir takıyor." Zerda inadına yapar gibi abarta abarta söylenirken Cafer'in kıskançlığı bu sefer gerçekti.
"Bileyurim!" Öfkeyle konuştu. "O boktan tokayi dört senedur kıralacasu bileğunden çıkarmayi!"
"Zerda'nın tokası senin neden bileğinde lan?" Aziz'in abilik damarı tutunca Cafer'in gözleri ışıldadı. Bunu bir fırsata çevireceğini belli eder gibi dudakları sinsi bir sırtışla kıvrıldı.
"Doğri diyi." Keyfi bir anda yerine gelince adımlarını Aziz'in yanına götürdü ve dirseğini Aziz'in omzuna dayarken birkaç saniye çatıldı kaşları. Diğer elini kaldırıp işaret parmağıyla Aziz'in kol kasına dokununca buruşturdu yüzünü.
"Kasluda bir şeysun." Aziz'in kulağına eğildi. "Senun kız kardeşunun tokasi ne arayi elin oğlinde? Ağzuni burnuni kırsan şimdu haketmeyimi?"
Cafer'in oyununu anlamak zor değildi. Aziz'i, abimin üstüne salmaya çalışıyordu. Bu sahne karşısında Yavuz bile küçük bir sırıtışla onları izlerken ben gülmemek için yanağımın içini ısırdım.
"Cafer!" Abim dişleri arasında konuşurken sesi uyarı doluydu. İstediği son şey Aziz'in eline düşmekti. Cafer resmen intikamını alır gibi abimin üstüne oynuyordu.
"Hakediyor." Dedi Aziz ve ağır ağır bir kolunu sıvamaya başladığında Tufan abimin gözleri genişledi.
"Aha yeni bir film başlıyor." Süleyman iki elini yukarı kaldırdı ve film yönetmenleri gibi havada önce birleştirdi sonra gökyüzüne yazı yazar gibi ayırdı.
"Bir toka meselesi." Sesindeki ciddiyet beni güldürdü. "Zahir dedim sana o kadar patlamış mısır alalım diye! Bir kez olsun beni dinlemezsin!" Süleyman'nın patlamış mısır sevdası vardı.
"Kavga etmeyiler ki." Zahir bıkkın bir ifadeyle baktı abimin üstüne yürüyen Aziz'e. "Bir iku yumruk atacaktur kesun. Kavga sayulmaz."
"Yumruk mu?" Yutkundu abim. "Aziz yapmazsın sen, sonuçta kardeşiz biz."
"Sevdiğimden döveceğim gel." Aziz'in sesi tehlikeli bir tatlılık taşıyordu
"Tufan sende boksörsün." Zerda devirdi gözlerini ve sesli bir nefes verdi. "Neden her seferinde korkuyorsun ki?"
"Travması var onun lan." Aziz alayla konuştu. "Çocukkende karşıma ilk çıktığında tir tir titriyordu."
"Sende kolumu kırmıştın!" Abim öfkeye karışık bir sesle bağırdığında güldü Aziz.
"Şimdi de kafanı kıracağım." Abim geri geri adımlayıp Yavuz'un arkasına geçtiğinde resmen çocuk gibi Aziz'den saklanması Süleyman'la Cafer'e kahkaha attırdı. Arkasına saklanan abimi hisseden Yavuz ilk önce anlam veremedi. Ardından abimin ellerini omzunda hissedince yüzü sanki ona küfür etmişiz gibi bir hâl aldı.
"Napıyorsun lan!" Öfkeden ziyade kafası karışmış gibi sesini yükseldince abim başını öne uzatıp gözlerini kısarak baktı ona.
"Damat değil misin? Koru biraz beni!" Yavuz omuzlarını sirkeleyerek öfkeyle homurdandı.
"Bırak lan omuzlarımı! Çık erkek gibi dövüş ne saklanıyorsun arkama!" Ne kadar denese de omuzlarını bırakmadı abim. Kahkahamı bastırırken Yavuz'un şoka karışık öfkeli ifadesi gözüme çok tatlı geldi. Ne zaman öfkelense kaşları çatılıyor, dudakları düz bir çizgi halini alıyordu. Kısılan gözleri onu küçük bir erkek çocuğu gibi gösteriyordu.
"Çıkamaz." Dedi Aziz gülerek, gözlerinde muzip bir bakış vardı. "Çünki kafasını kıracağım ve o da bunu biliyor, ver lan kız kardeşimin tokasını!" Sonlara doğru sesi öfkeye büründü.
"Kafamı kırsanda vermem!" Diye savunmaya geçti abim. Zerda'nın tokasını bileğinden çıkaracağına Aziz'in onu dövmesine razıydı. Çünkü o tokayı kendisine ait görüyor gibiydi.
"Bittin oğlum sen!" Aziz abimin üstüne koşunca abim saklandığı yerden çıkıp hava alanının diğer ucuna koşmaya başladı. Yavuz sıkıntılı ifadesini hiç gizlemeden onların arkasından bakarken Cafer bu durumdan hiç rahatsız değil aksine sırıtmakla meşguldü.
"Ağzuna ağzuna vur Aziz!" Keyifle abimi kovalayan Aziz'in arkasından bağırdı. "Hatrum kalmasun bir iku yumrukta benum içun at!"
"Senin mahvedeceğim Cafer!" Abim koşarak havaalanının ucundan geri döndü. Önümüzden geçerken Cafer'i tehdit etmeyi ihmal etmemişti. Aynı süratle onun arkasından koşan Aziz'i Zerda gözlerini kısmış hâlâ örgüsünün ucunu tutarak izliyordu.
"Ay Yeter be!" Diye bir oflama çıkardı ve döndü bana. "Hafsa, sen versene bana toka." Dudaklarını büzüp sorduğunda gülerek çantama attığım tokalardan birini çıkarıp ona uzattım. Çocuk neşesiyle onu benden alarak saçlarının ucuna takarken artık abimi kovalayan Aziz pek umrunda değildi.
Dünya yansa umrunda olmazdı, Zerda güzel görünmeyi seven biriydi ve saçlarını örmek ona yakışıyordu. Yarım saati kendine balık sırtı örerek geçirmişti. Sonunda nefes nefese kalan abim pes edip hızını alarak durduğunda bizden epey bir uzaktaydı. Aziz'e kıyasla abim öyle hızlı koşuyordu ki onu yakalamak nerdeyse imkansız gibi bir şeydi. Abim soluklanınca Aziz ona anca yetişti ve bunu gören abim tabii ki yine koşmaya başladı.
"Biz bunlarun maskaraluklaruni izlemeye mecbur muyiz?" Zahir düz bir ifadeyle sorarken sesinin altında alay emaresi vardı.
"İstanbul uçağı biraz sonra kalkacaktır!" Duyuru yapılıp ardından robotik bir ses geniş alanda yankılanınca nefesimi verdim. Yavuz bakışlarını çevirdi bana.
"Hazır mısın?" Dediğinde gülerek baktım ona. "Başımıza ne gelecek bilmem, ama evet sanırım hazırım."
"Ben değilim!" Tufan'ı yakalayan Aziz onun bileğinden tokayı çıkarmaya çalışıyordu. "Bırak lan elimi!" Tokayı vermeye hiç niyeti yoktu. Ölümüne savaşır gibi Aziz'e öfke dolu bakışlar atıyordu.
"Ver tokayı!" Aziz ona sert bir sesle bağırınca Tufan kıstı gözlerini. "Rüyanda görürsün! Toka mı kalmadı? Ne istiyorsun benim tokamdan!"
"Senun mi?" Cafer gülerek sordu.
Süleyman'da katıldı ona. "Napacaksın abi? Saçlarını mı öreceksin sende?"
"Allah Allah!" Diye bir isyan döküldü abimin dudaklarında. "Kolumu kessende vermem!"
"Abartma Tufan!" Zerda şok dolu gözlerle abime bakınca abimin başı hızla ona döndü. Gözlerinde ki kararlılığı gördüm.
"Sana ait olan bir şeyi benden alamaz!" Abimin sözleriyle gözlerini kırpıştıran Zerda'yı gördüm. Hafif kızaran yanaklarını gizlemek ister gibi hızla başını gökyüzüne kaldırınca güldüm.
"Utandi." Cafer alayla söylendi. "Tufan, ne cevherler varmuş sende, saa da düşecek kız zati buydi. Bundan başkasu olamazdu."
"Olmasın zaten." Abim az öncekine kıyasla yumuşak bir sesle konuşunca Aziz kafasının arkasına bir tokat attı.
"Gözlerini oyarım o dilinide koparırım! İltifat edecek başka bir şey mi bulamıyorsun sen!" Dediğinde Tufan abim bıkkın bir nefesle kurtuldu onun elinden.
Kim ne derse desin, abimle Zerda birbirlerine aşıktı ve bu yüz metre öteden bile belli olan bir şeydi. Onları neşeyle izlerken belimin aşağısına yaslanan eli hissettim.
"Senin bu abin Zerda'ya mı yürüyor?" Yavuz'un nefesi kulağıma çarparken başımı çevirip baktım ona. "Kendisine sorsan bir şey hissetmiyorum der. Ama bence birbirlerine aşıklar." Fısıldar gibi sesimle konuşunca Zerda duysun istemedim. Çünkü duyarsa yine inkar etmeye başlayacaktı.
"Hm.." gırtlaktan çıkan bir mırıltıyla hafifçe yaklaştı yüzüme. "Aşktan anlıyor musun sen?" Bakışlarındaki haylazlık bir kez daha kalbimin sesini yükselterek karnımda kelebek hissi oluşturdu.
"Ordan bakınca anlamıyor gibi mi gözüküyorum?" Dediğimde yumuşak sesim fazla meraklı çıkmıştı. Çünkü bunu gerçekten merak ediyordum.
"Bu sesle konuştuğunda sana hiç karşı koyamıyorum biliyor musun?" Bakışlarında bir miktar arzu ve şefkat sezdiğimde yanaklarıma yayılan kızarıklığı şimdiden hissediyordum.
"Hangi ses?" Yine aynı ses tonuyla konuştuğumdan habersiz fısıldadığımda dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
"Bu ses." Yüzüme yakınlığı yutkunmama neden oldu. Dudaklarımı çekiştiren tebessüm onunda acılarını dindirir gibiydi. Eli belimi biraz daha sıktı.
Diğerlerinin uçağa doğru yürüdüğünü gördüğünde bunu fırsat olarak kullanıyordu. Onlar bavulların yerleşmesini izlerken biz biraz uzakta olduğumuz için ve ayrıca şu an birbirleriyle didişdikleri için pek umurlarında değildik.
"Aslında bana bir borcun var." İma dolu tınısı yutkunmama neden oldu.
"Ne borcu?" Dediğimde gerçekten sesindeki imayı anlayamadığım için kendimi aptal hissetmeye başlamıştım.
"Ne borcu?" Sözlerimi tekrarladı. Fısıldar gibi çıkan sesinden benimle dalga geçtiğini anlıyordum. Dudakları hafifçe kulağıma sürtünürken gözlerimi kırpıştırdım ve omrugamdan aşağı inen ürpertiyi hissettim.
"Dün gece Koray itinin bizi bölmediği zamana ait bir borç." Sözleri gözlerimin genişlemesine neden olurken o an neden bahsettiğini anladım.
Dün gece Koray sayesinde yarım kalan öpücüğümüzden bahsediyordu. Ben aval aval ona bakarken utanan ve şoka giren ifadem onu güldürüyordu. Benimle oynamaya bayılıyordu, böyle konularda ne kadar gerildiğimi biliyordu. Üstelik daha önce kimseyle böyle bir deneyim yaşamadığım için vücudumu saran utanç hissi daha fazlaydı. Tarık'la bile üç senelik bir ilişkim varken onunlada böyle bir deneyime hiç sahip olmamıştı. Açıkça iyiki de olmamıştım. Şu zamanda sadece midemin daha fazla bulanmasını sağlardı.
"Niye sustun?" Sesinde karanlık bir tını vardı. "Bir defter açıp borcun olsun diye yazmamı bekliyorsan yanılıyorsun." Beni hafifçe kendine çekti. "Zira ben borçlu kalmayı sevmem." Bakışları dudaklarıma inerken buna muhtaçmış gibiydi. "Bence sende sevmemelisin." Dediğinde kalp atışlarımı eminim duyuyordu. Çünkü yerinden çıkacakmış gibi atıyordu!
"Hadisenize!" Zerda'nın sesi yüzüme eğilmeye hazır olan Yavuz'u durdurduğunda gözlerini sıkıca kapattı. İçinden bildiği tüm küfürleri sayarmış gibi sesli ve hırıltı dolu bir nefesin burnundan kaçmasına izin verdi. Bir kez daha ortamın bölünmesi tüm sinirlerini gerer gibi yüz hatları gerginleşti. Gülmemek için nerdeyse dilimi ısırırken gözlerini açıp baktı bana.
"Şans senden yana zalımın kızı." Elimi tutup öfkeli bir sesle tekrarladı sabırsızca. "Şans senden yana." Baktı Zerda'ya. "Geliyoruz!" Dediğinde sesindeki rahatsızlık Zerda'nın kaşlarını çatmasına neden oldu. Bu halleri aşırı komiğime gitsede gülerek onu daha fazla kızdırmak istemedim ama yanımda somurtarak yürüyen adamın yüz hatları gözüme fazla çekici ve tatlı geliyordu.
Biraz sonra hepimiz koltuklarda yerimizi aldığımızda yerinde iki saatir rahatsız kıpırdanan Zahir sürekli sesli nefesler arasında oflayıp duruyordu. Yaklaşık 10 dakika geçmişti, herkes yerleştikten sonra uçak kalkmaya hazırdı ama Zahir pek rahatsızdı. Uçağın arka tarafı tamamen bize özeldi. Ön tarafı yolcu doluydu ama araya çekilmiş bir perde vardı. Tüm güvenlik önlemlerini almış yerlerimizde rahattık. Zahir hariç.
"Tüm yol boyu oflayacak mı bu?" Aziz abim dirseğini uçak koltuğunun kolçağına yaslanmış iki parmağını alnının ortasına bastırıyordu. Zahir'in sürekli durmaksızın devam eden sesli nefesleri sinirlerini bozuyordu.
"Uçaktan korkuyor." Dedi Süleyman gülerek.
Zahir öfkeyle baktı ona. "Korkmayirim!" Sesi fazlasıyla inkar doluydu, ama korktuğunu belli eden gerginliği üstündeydi.
"Korkmamış halin bu mu?" Abim tek kaşını kaldırıp başını sağa çevirerek yan yana oturan Zahir ve Süleyman'a baktı. "Gözlere bak gözlere." Salladı başını gülerek. "Kocaman olmuş!"
"Uğraşmasunuza ula." Cafer sahte bir savunma sesiyle konuştu. Zahir gerçekten Cafer'in onu savunduğunu sanarken bir nebze olsun rahatladı. "Herkes uçağu sevecek diye bişi yokidur. Korkayi garibum." Rahatlayan ifadesini anında öfke sarınca baktı Cafer'e.
"Allah belanu vermesun Cafer!"
Cafer gülerek başını yasladı geri. "Amin, Amin vermesun." İşaret parmağıyla kendini gösterirken burdan göremiyordum ama sırıttığına emindim. "Benum başuma bir şey gelur ise haruka bir takum arkadaşunuzi kaybedersunuz." Elini indirip göğsüne yasladı ve başını koltuktan dışarı uzatarak masum masum bakışlar attı bize. "Bensuz siz hiç bir halt edemezsunuz." Yavuz sesli bir nefes verdi ve tek kaşını kaldırarak baktı ona.
"Ego yığınısın, Cafer." Cafer kısarak gözlerini hafifçe koltuğunda geri döndü. "Ya sen nesun? Kenduni beğenmuş hanzo! Ayruca abi diyecesun baa."
"Aramızda bir sene var." Yavuz bıkkın bir sesle konuştu. Cafer'e ara bir abi desede genellikle kendi adıyla seslenirdi.
"Bir senede olsa, yine senden büyüğim. Abi diyecesun." Yavuz boş boş gözlerle ona bakarken Cafer devirdi gözlerini. "Neden baa böyle baktuğunda kafamu koparmak isteduğun düşünüyeruim acaba?"
"Çünkü istiyorum." Yavuz'un fazlasıyla soğuk sesi ve tehlikeli sırıtışı Cafer'i ürküttüğü için önüne döndü.
"Sen kesun seru katulsin." Baktı Zahir'e. "Görevuni ona mu verdun ula?" Fısıltıyla sorunca Aziz ve Zerda şokla Zahir'e baktı. Aynı şok benim de bakışlarıma erişince üçümüzde Zahir'e bakıyorduk.
"Seri katil mi lan bu?" Aziz gözlerini kırpıştırınca Yavuz'a baktım.
"Doğru mu bu?" Dediğimde benim aksime Yavuz'un ifadesi rahatdı. Bilmediğim daha neler vardı gerçekten merak etmiyor değildim.
"Seru katil değulum." Zahir'in düz sesi daha çok uçak yüzünden rahatsızdı. "Öylesun." Cafer'in inadıyla Zahir'in bıkkın nefesi doldu kulaklara.
"Öyleyum!" Öfkeli gözleri direkt Cafer'i nişan aldı. "Az daha konuşirisan listeme senude ekleyeceğum!" Bu durumdan hiç rahatsız olmayan Cafer ortalığı karıştırıp ardından hostesin getirdiği servis tepsisinden birkaç atıştırmalık ağzına attı.
"Harbi öyle misin?" Aziz yüzünden tek başına oturan abim merakla soldu. Hemen önümüzdeki koltultka sol tarafta oturuyordu. Bizde onun arkasındaki koltukta oturuyorduk. Zahir'in bıkkın nefesini duyduk.
"Ula her önüme gelenu öldürmeyurim!" Tek tek hepimize bakarak hafifçe haraket ettirdi başını. Benim fazla şüpheci bakışlarıma karşılık soğuktu bakışları.
"Niye gece kalkip hepunuzi öldürecekmişum gibu bakayisiniz ula?" Kesinlikle ben öyle baktığıma emindim. Zahir'de diğerleri kadar benim naif halimden haberdardı. Bakışlarını sırf benim için yumuşak tutmaya çalışırken abi şefkati sezdim harelerinde. "Özellukle saa zarar vermem." Bana güven veren sesi küçük kardeşiyle konuşur gibi yumuşaktı. Herkesin korktuğu bu adamında aslında içinde gizlediği büyük bir şefkat vardı. Ardından işaret parmağıyla Cafer'i gösterirken Yavuz'a baktı.
"Abin içun aynu şeyu söylemeyeceğum." Süleyaman'ın kahkahasını duydum.
"Sen önce bir yerinden kalkta, kıçın koltuğa yapışmış gibisin ve henüz uçak bile kalkmadı!" Bu durumdan fazlasıyla keyif aldığı belliydi.
"Haklusun kalkamayirim." Zahir gözlerini dikti Süleyman'a. "Belku diğerleruni öldüremem, ama senu gebertmek çok kolay olir!" Süleyman'ın gözleri genişlerken Zahir'in sağında oturduğunu daha yeni farketmiş gibi başını yukarı uzatıp baktı Tufan'a.
"Tufan! Geleyim mi lan yanına? Sesim çıkmaz!" Abim keyifle ellerini başının arkasına koyarken koltuğunda kıpırdandı ve ayaklarını yanındaki koltuğa uzattı. Sırtı uçağa yaslandı.
"Benim yanımda yer yok." Uyarı dolu bakışlar attım ona. "Abi doğru düzgün otursan, uçaktayız!" Uçak aniden haraketlenirse kesin yerinde sarsılırdı.
"Düşer mu ula uçak öyle?" Zahir'in sesindeki korku bizi güldürdü. "Bu böyle oturunca düşer mu uçak?" Hızla yaslandı arkasına ve kolçakları daha sıkı tuttu.
"Ayaklaruni bir yerlerune sok doğru düzgin otur!" Zerda'nın gülüşünü duydum kafasını arkaya çevirdi ve dirseğini koltuğun başına yasladı.
"Orda ben oturacaktım, pis ayaklarını bir kraliçenin yerine koymaya utanmıyor musun?"
Dediğinde abim devirdi gözlerini. "Kayısı çiçeğim abisini seçti." Sesindeki şefkat ve sahte küskünlük Zerda'nın yüzüne tebessüm yaydı. Zerda'nın isminin anlamı kayısı çiçeği demekti, abim bunu öğrendiği günden beri yani 12 yaşından beri Zerda'ya hep böyle seslenirdi. Kayısı çiçeği değilde sanki sen benimsin der gibi çiçeğim diye seslenirdi ve ne zaman bunu yapsa sesini saf şefkat sarardı.
"Çiçeğim miş!" Aziz Zerda'nın ensesinden tutarak onu yerine oturttu. "Sana kayısı ağacı monte ederim Tufan! Flört etme kardeşimle!" Aziz her ortamda onları bölüyordu, açıkça Zerda'dan başka kimsesi yoktu ve Aziz Zerda'dan hiçbir türlü vazgeçmek istemeyen bir abiydi.
"Çiçeğim lan." Abim ayaklarını çekerek yere bastı ve kıstı gözlerini. "Flörtde ederim kardeşinle, o istedikten sonra sen kimsin?" Meydan okuyan sesi Aziz'i öfkelendirdi ve dönüp baktı Zerda'ya.
"Sen bununla flört etmeye razı mısın?" Dediğinde sesi fazla ciddiydi. Zerda gülerek yaslandı arkasına.
"Benim flörtüm var zaten." Başlıyoruz yine. Abim öfkeden kırmızıya dönerken koltuktan kalkmamak için kolçağı kavradı. Aynı şekilde Aziz şokla bakıyordu Zerda'ya ama aynı şok kısa süre içinde öfkeye dönüştü.
Zerda yine onları kışkırtıyordu.
"Ulan çok garip!" Süleyman şokla söylendi. "Cafer niye çiçeğim lafına bir şey demedi?" Dediğinde Yavuz'un gülüşü kulaklarıma doldu. "
"Uyumuştur." Gerçekten başı kolçağa yaslanan çoktan uykuya dalan Cafer'i gördüğümde gülmemek için zor durdum.
"Uyudu mi?" Zahir yutkunarak baktı bize. "Ula bu nasul uyayi! Ben burda ecel terleru dökeyurim!" Süleyman yine hiç geri durmadan Zahir ile uğraşmaya başlayınca bir taraftan Aziz'le, abimi kışkırtmaya devam eden Zerda hiç susmuyordu. Cafer desen herhalde yedinci rüyasını görmekle meşguldü çünkü çok derin bir uykudaymış gibiydi.
Uçak havalanınca çoktan saat 5 olmuştu. Gözlerim camdan dışarıyı izlerken bulutların üstünde hissediyordum kendimi. Uçağa binmeyi severdim, yolculuk yapmayıda. Daha önce uçağa binmiştim ama bir yerlere gitmeyeli uzun yıllar olmuştu. Herkes çoktan uykuya dalmıştı. Zahir bile Süleyman'ın didişmelerine dayanamarak kendini uykuya bırakmıştı. Sağımda oturan Yavuz'a baktım. Hâlâ uyanık bir şekilde önündeki koltuğu izliyordu.
"Niye uyumuyorsun?" Dediğimde bakışlarını bana çevirdi. Sanki konuşmamı bekliyormuş gibi yüzünde bir tebessüm vardı. Bunca zamandır bir sohbet başlatmamı mı bekliyordu? Ya da sadece sesimi duymayı seviyordu.
"Uykum yok." Dediğinde bakışlarımı camdan tamamen çekerek gözlerimi ona çevirdim. "Bence senin uyku sorunların var." Hafif bir kıkırdamayla baktı bana.
"Doktorculuk mu oynuyoruz?" Kollarını birbirinden ayırırken sırtınıda koltuktan ayırdı.
"Dalga geçmesene Yavuz!" Kıstım gözlerimi. "Ben haklıyım, kaç kez gözlemledim seni geceleri hiç uyumuyorsun." Dediklerim üstüne sırıttı.
"Beni mi gözlemliyorsun sen?" Gözlerimi kırpıştırıp baktım ona.
"Takıldığın şey bu mu?" Dediğimde sırıttı. "
"Sensin." Anlam veremeyerek baktım ona.
"Anlamadım?"
"Takılıp kaldıpım sensin." Haylazlık dolu bakışlarına erişen o şefkati öyle çok özlemiştim ki. Yavuz'un her bakışını özlüyordum.
"Bir bilsen Hafsa.." ah eder gibi çıktı adım dudaklarından. "Bilmediğin öyle şeyler var ki." Elini kaldırıp bir tutam saçı itti kulağımın arkasına ve avuç içi yanağımı buldu. "Bu gözlerde bir ömür var, Hafsa." Turkuaz harelerime dalıp gitti. "Sende benim ömrüm var, yıllarım var. Bilmediklerin var." Elini yanağımdan aşağı sürerek nazikce çenemi kavrarken her bir kelimesinde kaybolduğumu hissettim. Kalbim bana bağırıyordu, onun ima ettiği onca şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Ama anlayamıyordum. Bunu daha öncede yapmıştı, ilk değildi. Bir çok kez böyle imalarda bulunmuştu.
Bende yılları vardı.
"Ne demek istiyorsun, Yavuz?" Sesim fazla cılız çıkınca ondan gerçekleri istedim. Yavuz benim için büyük bir gizemdi. Hem çok iyi bildiğim bir yol hemde kendimi kaybettiğim bir ev gibiydi.
"Beni görmüyorsun." Büyük bir itirafta bulunur gibi keskindi sesi. Baş parmağı gelişi güzel çenemi okşarken gözlerindeki duygular canımı yakacak kadar derin ve kendimi en şanslı kadınmışım gibi hissettirecek kadar sevgi doluydu. "Beni görmen için, ne yapmam gerekiyor, Hafsa?" Bu bir aşk itirafı mıydı?
Derin sesini bölemiyordum, ne onu inkar edecek cesaretim vardı ne de kabul edecek. Kaçmak istemedim. Sadece dinledim. "Hafsa." Dediğinde baktı dudaklarıma. "Kalbim sen diye bağırıyor." Ardından tekrar baktı gözlerime. "Ama bilmem gerek. Senin kalbin, benim adımı sesleniyor mu? Beni istiyor mu?"
Konuşamadım, çünkü ne diyeceğimi bilemedim. Benim kalbim yerinden çıkacak gibi atarken duygularımın ne olduğundan emin olamadım. Ona aşıktım. Kalbim bana bunu bağırıyordu. Ama aklım ne diyordu işte onu bilmiyordum.
"Yokum." Dediğinde sesi acı doluydu. Eli çenemi yavaşça terkederken bana zaman bile vermeden kendi sorusuna kendi cevap verdi. "Hâlâ beni görmüyorsun Hafsa. Senin kalbinde ben hiç yokum değil mi?" Sessizliğim onu öldürdü. Kararsızdım. Ona evet diyerek umut vermek istemiyordum, hayır diyerek kendi duygularımı öldürmek istemiyordum.
Başımı ağır ağır önüme çevirdiğimde sadece düşünmek istedim. Ona net bir cevap vermediğimde omuzları çöktü. Hafifçe kıpırdanıp arkasına yaslandı.
"Uyu, Hafsa." Küçük bir tebessüm etti. "Sen uyuduğunda, hayat daha güzel oluyor." Sesinde kırılmışlık vardı. "En azından uyuduğunda, sana bu kadar aciz bakmıyorum. En azından uyuduğunda o gözlerin bana böylesine kararsız bakmıyor. Sen uyduğunda, bakışların beni öldürmüyor."
Nefesim ciğerlerime batarken kapattım gözlerimi. Ona bir cevap verecektim, ama öncesinde kendi duygularımdan emin olacaktım. Ne onu üzmek istedim, ne de kendimi.
***
Hayal miydi gerçek mi bilmiyordum. Kendimi duyguların içinde boğulmuş hissederken hafif bir sallantı hissediyordum. Kulaklarıma hoş nefes alış verişler dolarken Yasemin çiçekleriyle dolu olan saksıları suluyordum. Kollarımda tuttuğum küçük bir erkek çocuğu vardı. Başını omzuma yaslamış kocaman gözleriyle suladığım çiçeklere bakıyordu. Saçlarıma taktığım kırmızı şalı tellerimin arkasından geçirerek bağlamıştım. Üstümde bem beyaz bir elbise vardı. Kucağımda ki çocuk kimdi?
"Pekiy bu!" Tatlı sesiyle işaret parmağını saksıya dikti. Ve ben gülerek baktım ona. "O da yasemen çiçeği annecim." Kollarımdaki çocuk benim oğlumdu. Annelik duygusu her hücremi sarmıştı. Kollarımda tuttuğum çocuk iri ve hehribar gözleriyle saksıları izliyordu.
"Oğlumuzda annesi kadar yaseminleri sevecek mi acaba?" Yavuz'un sesi kulaklarıma dolduğunda arkamı döndüm. Yüzümde bir tebessüm belirirken kapı pervazına yaslanıp kucağımdaki çocukla beni izleyen Yavuz'u gördüm. Ardından bakışlarım karnıma indi. Hamile miydim? Belki de öyleydi karnım zayıf vücuduma göre üç aylık hamileymişim gibiydi.
Mutlu bir aile vardı. Ben mutfağın en köşesinde durmuş pencerenin önünde çiçekleri sulayan kendimi izliyordum. Bana aşkla bakan Yavuz'un bakışları huzur doluydu. Kucağımdaki çocuk Yavuz'a ne kadarda benziyordu. İkimizin bir oğlu vardı.
Üç yaşlarında küçücük bir oğlu. Aynı babası gibi.
Yavuz omzunu kapıdan ayırıp yanımıza geldi. Adımları ağırdı sanki bu anın tadını çıkarır gibi bana ve oğluma bakıyordu. Ardından kucağımdaki oğlum kollarını ona uzatınca gülerek almıştı onu kucağına.
"Aslanım." Dediğinde alnına bir öpücük kondurdu. Bu görüntü kalbimi ısıtırken o mutlu aile tablosunu izledim. "Annen senide mi bu çiçekleri izlemeye mecbur bırakıyor?" Gülerek ona bakmıştım.
"Çocuğumu bana karşı doldurma." Yavuz'la ne kadar mutluydum öyle.
"Anney hep bunuy yapıyoy!" Kucağımdaki oğlum geri durmadan beni babasına şikayet ederken bakışlarım alıngan bir tavra bürünmüştü.
"Annen hep bu çiçeklerden ekiyor oğlum." Yavuz'un bakışları sahte bir kınama doluydu. "Tüm paramı bu çiçeklere yatırıyor zalımın kızı." Gülerek başımı geri attım ve elimdeki kabı bir kenara bıraktım.
"Yekta, annecim sen babana bakma." Kıstım gözlerimi. "Babana kalsa, hiçbir şeye para harcamayacak kadar cimri."
Oğlumun adı Yekta mı? Çok güzeldi.
"Bak bak bak.." Yavuz bir elini belime koyarak beni kendine çekti. Ellerimi göğsüne yasladım. "Ben miyim cimri? Asıl cimri sensin. Senden bir öpücük çalmak için kırk gün dil dökmek gerekiyor!" Ellerim nazlı bir şekilde onun gömleğiyle oynarken bakışlarım masumdu.
"Peşimden koşmayı seviyorsun." Yaklaştı yüzüme. "Kaçan kovalanır." Önümde gelişen mutlu resmi izledim. Huzur her zerreme akın etti, Yavuz'la mutluydum. Ama bunu bölen bir kurşun sesiydi. Ardından küçük Hafsa'nın çığlıkları kulaklarıma dolduğunda bir anda her şey kararmıştı. İçimi saran korkuyla rengarek olan resim siyahlara sarılmıştı. Üstüme baktığımda az önceki beyaz elbisemin siyaha boyandığını farkettim. Bir tek Yavuz'un üstünde bembeyaz kalan gömleğini farkettim. Bir silah sesi daha geldi. Mutlu tablo bir anda yok oldu.
Oğlumu kollarıma aldım. Ama Yavuz'un sırtına yayılan kan o küçük kız çocuğunun çığlıklarını giderek katlandırdı. Gözlerim önünde dizlerinin üstüne düşen Yavuz, kollarımda ağlayarak çığlıklar atan oğlum. Karnıma saplanan sancı. Ölümün ucunda olduğunu hissettiğim karnımda ki çocuğum. Kendimi izliyordum.
Kabusun içine çekiliyordum. Ne zaman ağladığımı farketmemiştim. Öyle gerçekçi geliyordu ki bu sahne. Yavuz ölüyordu ve ben çığlıklar içinde onun adını bağırıyordum. Onları kenardan izlerken enseme çarpan nefes korkuyu içime saldı.
"Kocanın mezarına saksılardaki çiçekleri gömeceksin." Gözlerim pencereye kaydı. Bir bir solarak çürüyen yaseminlere baktım. "O çiçekleri, Yavuz'un mezarına gömeceksin." Çığlıklarım çoğalırken dizlerimin üstüne çökmem az zaman almamıştı. Başımı çevirip o adamın kim olduğuna bakmak istedim erkek miydi kadın mıydı onu bile anlayamamıştım ama aniden sarsılarak uyandığımda başımın üstünde duran Yavuz'u farkettim.
O ana kadar kalbimin ne kadar hızlı attığını bile farketmemiştim. Yerimden resmen sıçrayarak uyandığımda boynumda biriken birkaç damla teri şimdiden hissediyordum. Gözlerim korkuyla genişlemiş nerde olduğumu anlamaya çalışıyordu. Gördüğüm bir rüyaydı. Hayır rüya değil, kabusdu. Bunun farkına vardığımda dudaklarım arasından titrek bir nefes kaçmıştı.
"Güzelim." Yavuz'un endişeli sesi telaş doluydu. Tek dizinin üstüne çökmüş bana bakarken dolan gözlerim onu buldu. Berbat bir durumda görünüyordum, Yavuz'un ne kadarlık bir süre adımı seslendiğinden haberim yoktu ama bu kabus beni mahvetmişti.
Yavuz gözlerimin önünde ölüyordu. Annemi öldüren kurşun, rüyamda Yavuz'uda öldürüyordu. Yanağıma süzülen bir damla yaş onun kalbine cam gibi battı. "Hafsa, ne oldu?" Hızla elinin tersiyle sildi akan yaşı. Kaşları hafifçe çatılmış gözlerini büyük bir merak sarmıştı. Bana ne olduğunu anlamamak onu öfkelendirmiş gibi çenesi hafifçe kasılmıştı. Olası herhangi bir durumda beni korkutmamak için sesini olabildiğince alçak tutmaya çalışıyordu.
"Kabus mu gördün?" Kaldırdı kaşlarını. "Söyle bana, ne oldu?" Sorusuyla titreyen vücudum bir nebze olsun rahatlamaya çalıştı. Usulca evet anlamında başımı sallarken henüz ağzımı açıp konuşacak cesareti bulamadım. Eskiden sık sık kabuslar görürdüm, annemin ölümünden sonra bu her gece oluyordu.
Ardından gittiğim terapiler ve aldığım ilaçlar panik atakları ve kabusları uzun süre uzak tutmuşdu benden. Ama şimdi, rüyamda o küçük Hafsa'nın çığlıklarını duymak. Kucağımdaki oğlum, Yavuz'la benim oğlum. Yutkundum. Ben daha onu kabul bile edemezken bu rüyada neyin nesiydi? Yavuz rüyamda ellerimden kayıp gidiyordu. Bunu düşünmek bile karnıma krampların girmesine neden oluyordu.
"Geçti." Dediğinde kalktı dizinin üstünden ve hafifçe eğilerek alnımı göğsüne yasladığında eli saçlarımda gezindi. Kokusuna ihtiyacım varmış gibi derin bir nefes çektim içime. "Ne gördün?" Sorusu merak doluydu.
"Ben.." sesimdeki titreklik yutkunmama neden oldu. "Bunun hakkında konuşmasak olur mu?" Sorumla bir an eli saçlarım arasında durdu. Bunu çok merak ettiğinin farkındaydım ama beni zorlamayacağınıda biliyordum. Gördüğüm rüyayı daha atlatamazken ona anlatabileceğimi sanmıyordum.
Tüm vücudum uyuşmuş gibiydi. Ayaklarımda güç bile yoktu.
"Olur." Dedi ve geri çekilerek başını eğip baktı bana. "Vardık Hafsa, hadi inelim." Sesindeki endişeyi ne kadar örtbas etmeye çalışsada gözlerine nükseden endişe yerli yerindeydi. Onun kollarına tutunarak ayağa kalktığımda bakışları keskinleşti.
"Titriyorsun." Başımı kaldırıp baktım onun gözlerine. İlk kez bir kabus beni böylesine tüketiyordu. Eskiden gördüğüm kabuslar da beni yorardı ama Yavuz'a bir şey olur düşüncesi her bir zerremi yenilgiye uğratmışdı.
"İyiyim." Dediğimde sesim ona güvence vermeye çalıştı. Buna hiç inanmadığını belli eden hareleri birkaç saniye taradı yüzümü. Ardından bir çırpıda kollarını bana sararak kucağına aldığında kırpıştırdım gözlerimi.
"Değilsin." Koltukların arasıyla yürürken insanlar olmasını umursamadan uçağın çıkışına yöneldi. "Bana hep yalan söylüyorsun, iyiyim diyorsun ama değilsin." Kollarım onun boynunu bulduğunda canlı olduğunu hissetmeye ihtiyacım vardı. Daha önce ona böylesine muhtaç korku dolu bakmadığımın farkındaydım.
"Sende aynı şeyi yapıyorsun." Kısık çıkan sesimle başını hafifçe eğerek baktı bana. "Ben karımı üzmemeye çalışıyorum." Uçağın merdivenlerini inerken bakışları yüzümü terketmiyordu.
"Bende kocamı üzmemeye çalışıyorum." Dediğimde dudağının kenarı yukarı doğru seğirdi.
"Pekte düşünür canım karım beni." Kıstım gözlerimi.
"Neden öyle dedin?" Somurtarak çattım kaşlarımı. "Düşünmüyor muyum ben seni?" Başını hafifçe geri çekerek baktı bana.
"Düşünüyor musun?" Sorusu kendi kaleme gol atmışım gibi hissetmeme neden oldu. Onun için böylesine korkmam sadece bir rüya yüzündendi. Ve bir rüya bile beni böylesine mahvediyorsa bence ben Yavuz'u sandığımdan daha fazla önemsiyordum.
Başımı hafifçe haraket ettirip onun göğsüne yerleştirdiğimde yumuşak bir nefesin dudakları arasından çıktığını hissettim. "Düşünüyorum." Dediğimde bana olan tutuşu sıkılaştı. Adımları yavaşlarken birkaç saniyeliğine dudaklarının saçlarıma baskı yaptığını hissettim.
Aramızdaki ilişki karma karışıktı. Ve bunu düzeltebilecek tek kişi bendim.
Didişme sesleri kulaklarıma dolduğunda başımı hafifçe kaldırdım Yavuz'un göğsünden. Geniş limuzinin yanında bavul kavgası eden Cafer ve Tufan'ı farkettim. Bende tam bunlar nerede diye düşünmeye başlamıştım. Demek yine ortalığı karıştırmakla meşguldüler.
Zahir bıkkın bir şekilde uykuyla onları izliyordu. Uçak yolculuğunun onu yorduğunu anlamak zor değildi. Birde bunların üstüne kavga izlemek sinirlerini bozuyordu. Zerda taksiye yaslanmış rimel sürmekle meşgulken bu duruma hiç şaşırmadım. Süleyman çatmış kaşlarını onu izliyordu.
"Siz kadınlar neden sürekli bu şeyleri sürüyorsunuz?" Meraklı bir çocuk gibiydi. Zerda devirdi gözlerini ve pudrasının kapağına yapıştırılmış olan aynayı kapattı.
"Siz erkekler ne anlarsınız?" Devirdi gözlerini. "Size kalsa kadınlar hiçbir şey yapmasın öyle otursun evinde." Süleyman çattı kaşlarını.
"Öyle bir şey demedim!" Kendini savunmaya geçince ona acımaya başlıyordum çünkü Zerda kadın haklarını öyle bir savunurdu ki Süleyman onun eline düşerse kurtulamazdı. Birkaç kez bu yüzden fiziksel kavgaya girmişliği bile vardı.
Zerda kendisini korumayı çok iyi bilen ve haklarını her zaman savunan bir kadındı bu yüzden ona saygım daha fazlaydı. Kız kardeşim abisi kadar olmasada tam bir dövüş ustasıydı.
"Arabayu ben süreceğum!" Cafer'in sesini duydum gülerek baktım onlara. Abimle didişmesini izlemek bile neşeliydi. Onları görmek en azından beni kabusun etkisinden biraz olsun çıkarmıştı.
"Bizim mesai başlıyor." Yavuz beni yere bırakırken hâlâ bir eli sırtıma yaslı ayakta durmamı destekliyordu.
"Sen mi süreceksin?" Abim çattı kaşlarını öfkeyle. "Sen araba süremiyorsun ki! Arabayı bar mekanı gibi kullanıyorsun şerefsiz!" Cafer bu durumdan rahatsız gibi ona bakarken eğildi öne doğru.
"Ben en azundan eğlenecek bir şeyler bulayirim, sen arabayi çok yavaş kullanayisin!" Cafer'in nasıl araba kullandığından haberim yoktu ama bir konuda haklıydı. Abim trafik kurallarına fazlasıyla dikkat eden birisiydi. Şu ana kadar hiçbir ceza yemişliği yoktu.
"Yavaş kullanmıyorum!" Sabrını kaybeder gibi sesini yükseltti. "Ben kurallara uyuyorum!"
"Kot kafali senun kurallara uyudiğin nerede görülmiş? Akşama kadar kafes kafes dolaşup milletun ağzuna yumruği çakarken heç terbiyeden konuşmayisin!" Abim bir çoğu kafes dövüşlerine katılmışdı. Para için değildi, kendisi için bunun bir terapi olduğunu söylüyordu. Onu kaç kez uyarsamda hep aynı şeyi yapıyordu, bir gün o kafeslerden birinde başına bir şey gelecek diye çok korkuyordum.
"Allah aşkına binin gidelim!" Aziz'in isyan dolu sesi kulaklarımıza dolduğunda Cafer'le abim aynı anda devirdiler gözlerini.
Yavuz döndü bana ve gülümsedi. "Biz şurda ki arabayla gideceğiz." Dediğinde çenesinin ucuyla beyaz bir arabayı işaret etti. "Bence ikimizinde biraz onlardan..." Dönüp siyah arabanın yanında didişen arkadaşlarımıza baktı. "Uzak durması daha iyi olur." Bunu söylerken sesinde sıkıntı vardı. Güldüm. Haklıydı, muhtemelen o araba eve varana kadar bir çok saçma kavgalara şahit olacaktı.
Bavullarımız onların arabasında kalırken biz ikimiz beyaz arabaya yürüdük. Yavuz sürücü koltuğunun yanındaki koltuğun kapısını açarak başıyla selam verdiğinde güldüm. "Centilmen günümüz demiyiz?" Bana bakarken gözlerinde bir çocuğun sinsiliği gezindi.
"Ben her zaman bu kadar centilmendim." Eliyle içeriyi gösterdi. "Sen bu harika adamı farkedemiyorsan suçlusu ben miyim?" Yine egosu okşanmaya başlamıştı. Yavuz bazen küçük bir çocuk gibi davranıyordu ve bu hali gözlerime çok tatlı geldiği için ona durmasını bile söylemiyordum.
Koltuğa yerleştiğimde hızla aşağı eğildi. Bir kolunu arabanın üstüne yaslayarak içeri uzanıp kemeri çekti ve onu üstümden geçirerek taktı. Güvenliğimden emin olduktan sonra başını çevirip baktı bana. Gözleri sevgiyle beni izlerken burnu nerdeyse burnuma sürtünüyordu. Birkaç saat önce bana sorduğu sorulara hâlâ bir cevap vermiş değildim. O kendi içinde kendi sorularına cevap vermiş benim onu istemediğime kanaat getirmişti.
Beni öpmek için her bir zerresi karıncalanıyordu. Ama bunu yapacak cesareti kendisinde bulamıyordu. Çünkü beni rahatsız edecek bir şey yapmaya hiç niyeti yoktu. Onun yerine yüzüme yakalaşarak dudaklarını yanağıma bastırdığında gözlerimi kırpıştırdım. Hafif çıkan sakalları yanağıma sürtünürken dudaklarımda seğiren bir tebessüm vardı. Kokumu içine çektiğini nefesinin sesinden anladım. Ardından çekti başını geri baktı gözlerime ve sesli bir nefes verdi.
"Bir gün beni öldüreceksin kaçak gelin." Yutkunduğuna şahit oldum. "Bir gün senin kokun beni öldürecek." Şu an bundan bahsetmesi bana sadece gördüğüm rüyayı hatırlattı. Bakışlarımı hüzün sararken baktım ona.
Baktım onun kehribar harelerine. Kendimi oraya kapatmak bir ömür onun kalbine hapis olmak istedim. "Benim kokum seni öldürmesin, seni yaşatsın istiyorum." Gülümsedi, ancak altında bir miktar çaresizlik belirdi.
"O zaman yaşat beni, Hafsa." Arabanın üstüne yasladığı elini çekerek yanağımı okşamak için haraket ettirdi. Parmak eklemleri yanağıma sürtündü. "Çünkü, ben artık senden başka tutunacak bir dal bulamıyorum. Hepsi kırıldı." Ailesinin ona olan ihanetinden bahsediyordu. Ve ben olmasam, Yavuz için hiçbir şeyin anlamı kalmazdı. Onu sevmemi istiyordu.
Ve bende onu bırakamazdım.
***
Saat akşam yediye geliyordu. Araba trafikte ilerkerken radyoda Hasta oldum Derdune şarkısı çalıyordu. Yavuz'un bu trafikten sıkıldığını belli eden vücut dili parmaklarını direksiyona vurmasına neden oluyordu. Dudağının altında şarkıyı kısık sesle mırıldandığını duyuyordum. Şarkılarla arası iyiydi çünkü bir çok şarkı bildiğinin farkındaydım.
Başını çevirip bana baktığında gülümseyen yüzüme izledi. "Ben nasi ayrilayumda senun gibu ferukten?" Dediğinde o da gülüyordu. Şarkının sözlerini tekrarlamasıyla kendimi tutamadım ve bastırdığım gülüş dudaklarım arasından kaçtı.
"Ne gülüyorsun zalımın kızı?" Yüzünde yumuşak bir tebessüm varken yeşil ışık yandı. Hızla bastı gaza ve sürmeye devam etti arabayı. "Hoşuna mı gidiyor beni böyle palyaço gibi görmek?"
"Ne var bunda? Şarkı söylüyorsun ayrıca sesinde güzel." Gülerek sırtını yasladı geri. Tam dinlemesem bile Yavuz'un diksiyonu gerçekten çok iyiydi.
"Öyle mi?" Sesine yansıyan alayı sezdim. "Sanırım bu sesimi sevdiğin anlamına geliyor?" Hemen de şımarıyordu.
"Muzisyen olabilirsin." Dediğimde onun oyununa katılarak bende alay ettim.
Önündeki yoldan döndü ve göz ucuyla baktı bana. "Millete şarkı söyleyeceğime sana söylemeyi tercih ederim."
Başımı çevirip baktım ona. "Neden miş o?" Gözlerine erişen keyif ve kurnaz bakışlarla süzdü beni.
"Söyleyeceğim şarkıları başka kimse haketmiyorda ondan." Bunları söylerken gayet rahattı. "Benim dudaklarım arasından çıkan tüm şarkılar sadece senin için." O kayıtsızca bunları söylerken beni ne denli etkilediğinin farkında değildi.
Yavuz her daim bana sadık kalmaya razıydı. Gözlerim parmağındaki yüzüğe kaydı. Ordaydı, ardından kendi elime baktım. Benim de yüzüğüm parmağımda yerini çoktan edinmişti. Yüzüme yayılan yumuşak bir tebessümle Yavuz'un neşeli ifadesini izledim. Sadece benim içindi, dudakları arasından çıkan her söz her kelime sadece benim için.
***
Araba bir evin bahçesine giriş ettiğinde gözlerim büyük malikaneyi taradı. Kocaman bir bahçesi vardı, bahçenin kenar tarafları yeşilliklerle ve ağaçlarla süslenmişti. Birkaç korumayı farkettiğimde Yavuz'un çoktan güvenlik önlemleri aldığını anlamak zor olmadı.
Geniş kapısı eve açılıyordu. Ondan önce kapının önüne çıkan birkaç merdiven vardı. Aynı şekilde kapınında önünde iki koruma vardı. Arabayı parkettiğinde kemerimi çözdüm. Yavuz arabadan inerken bende onu takip ederek açtım kapıyı. Arabadan inerek ayaklarımı bastım yere. Rüzgar saçlarımı geri iterken gözlerimi evin üstünde gezdirdim. Bir çok odasının olduğunu anlamak zor değildi, zaten bir süre birlikte yaşayacağımız için açıkça bu hiç sorun değildi.
Arka taraftan son anda kısılan şarkı sesi kulaklarıma doldu. Diğerleri arabadan inerken Süleyman midesini tutuyordu. Sürücü koltuğunda oturan Cafer gayet rahat bir şekilde kapıyı açıp indi aşağı. Bir ara onların izini kaybetmiştik ama evin yolunu bulmayı başarmıştılar.
Herkesin perişan bir hali vardı, abimin Cafer'e attığı öldürücü bakışlar bir şeyler olduğunu bize anlatıyordu.
"Sen manyak mısın!" Aziz'in öfke dolu sesi doldu kulaklara. Zerda bir elini yelpaze niyeti yüzüne doğru sallarken indi arabadan. "Kusacağım şimdi!"
"Ne oldu?" Meraklı bir sesle çıktı soru dudaklarım arasından. Cafer gülerek kapıyı sonuna kadar açtı ve kollarını kapının üstüne yerleştirdi. "Biraz hayatlaruna heyecan katacaktum, ama hiç biru heyecan yapmayi sevmeyi."
"Heyecan mı?" Abim çenesi düşmüş bir şekilde şokla baktı ona.
"Midem kalkayi!" Zahir oflayarak eve doğru yürürken bir eli midesine yaslıydı. Aynı şekilde Süleyman onu takip etti eve kadar. "Bir daha seninle aynı arabaya binmeyeceğim!" Çocuk gibi söylenirken ben hâlâ gözlerimi kırpıştırmakla meşguldüm.
"Cafer abi, ne yaptın sen?" Dediğimde sesimde onu suçlar bir tını ve şüphe vardı.
"Çok bişi yapmadum." Yanımda duran Yavuz bıkkın bir nefes verirken bakışları Cafer'in masum oyununa kanmıyordu.
"Arabayı duvara sürdü!" Aziz abartı bir sesle bağırınca öfkesi yüzünden belliydi.
"Ne yaptın!" Yavuz öfkeye yansıyan bir şokla Cafer'e bakarken aynı ifade kısa süre içinde benimde yüzüme yayıldı.
"Sürdüm." Sanki çok büyük bir şey başarmış gibi sırıtarak bize bakınca Zerda kolundaki çantayı onun kafasına geçirdi.
"Nefret ediyorum senden!" Diye bağırınca Cafer hızla omuzlarını kendine çekerek korunmaya çalıştı.
"Vurma lan!" Dediğinde defansa geçmişti. Gözleri kısık bir şekilde baktı Zerda'ya. "Siz böyle ödleksenuz ben napayum?"
"Seni öldürürüm Cafer!" Abim vakit kaybetmeden Cafer'in yakasına yapışarak onu arabaya yasladığında Aziz müdahile bile etmiyordu. Elinde olsa bir iki yumrukta o atacak gibiydi. Haksız sayılmazdılar.
"Arabayı tam olarak neden duvara sürdün? Çok merak ediyorum." Yavuz'un artık bu saçma durumlara alışmış gibi çıkan sesiyle bakışları ifadesizdi.
"Ben anlatayım!" Abim çenesini sıkarak bağırdı öfkeyle. "Bu piç olacak abinin tüm derdi benimle!"
"Sinirlerimi bozdi." Cafer kaldırıp indirdi omuzlarını. "Bende beraber ölelum dedum, fena mu ettum? Ne guzel yan yana gömülecektuk işte." Bir elini kaldırıp göğsüne yaslarken büktü kaşlarını sahte bir kederle. "Ölünce bile bizu düşüneyurim göreyu misun?"
"Elimde kalacaksın!" Abim bağırdığında Yavuz devirdi gözlerini.
"Ben bunlarla ne yapacağım?" Dediğinde bakışları bir hayli düşünceliydi. Gülerek baktım ona. Gerçekten bu altı kişiyle başımız beladaydı.
***
Yavuz Payidar
Arabadan indiğimde sadece birkaç haftadır uzak kaldığım şirketi izledim. Son günler içinde olan her şey aklıma gelince sesli bir nefes kaçtı dudaklarım arasından. Hafif rüzgar tenime çarparken üstümdeki ceketin ceplerine soktum ellerimi.
Öyle olaylar yaşanmıştı ki, şimdi durup düşünmek garip geliyordu. Hafsa ellerimden kayıp gitti sanarken karım olmuştu. O hâlâ ona sevdalı olduğumdan habersizken, benim kalbim bir tek onun için atmaya devam ediyordu. Sorularıma bir cevabı yoktu, ya da vardı. Sadece kalbimi kırmamak için susuyordu. Kırılacak bir kalp bırakmamıştı oysa bende.
"Duraca musun orada öle?" Cafer'in sesi kulaklarıma dolduğunda ayırdım bakışlarımı tabeladaki Payidar yazısından. Ellerimi çıkardım ceplerimden ve girişe doğru yürüdüm.
İçeri girer girmez danışman masasına yaslanıp elindeki dosyaları izleyen Koray'ı farkettim. Kahverengi saçları yine taranmamış özensizdi. Onun aksine üstünde mavi gömlek altında siyah pantolon vardı. Her zaman kendine dikkat etmeyen aptalın tekiydi. Ama zekası fazlasıyla kıvraktı. Onda sevdiğim özelliklerden biri de buydu. 23 yaşında bir stajyerdi daha ama bana işlerimden fazlasıyla yardım ederken bu şirkette güvendiğim insanlardan biriydi.
Yinede bu dün gece benden çaldığı o öpücüğü açıklamıyordu!
"Koray!" Dediğimde hızla başı kalktı dosyalardan. Beni görünce yüzüne yayılan neşe gözlerimi devirmemek için zor durmama neden oldu. Koray temas bağımlısının tekiydi.
"Abi." Dediğinde ayrıldı masadan ve yanıma ilerledi. Babasını görmüş gibi bana sarılınca nefesimi verip bende ona sarıldım. Yalan söylemeye gerek yoktu, bu şirkete dair özlediğim tek şey belki de Koray'ın saçma sohbetleriydi.
"Nasılsın?" Dediğimde çekildi geri, salladı usulca başını mahçup bir tebessümle. "Ben iyiyim abi, seni sormalı nasılsın?"
"İyiyim." Dediğimde yüzümde küçük bir tebessüm vardı. Bir elim onun omzunu sıkarken geriye çekildim. Cafer sıkıntılı bir nefes verdi.
"Senu ve boş muhabbetleruni heç özlemedum." Dediğinde Koray gücenerek baktı ona. "Olsun abi." Fazla saftı. Onun tek sorunuda bu kadar saf olmasıydı.
Şakaları bile ciddiye alıyordu!
Bu yüzden onun yanında hiç şaka yapmıyordum. "Başlayiriz yine, ben hiç gelmeyecektum!" Cafer bıkkın bir nefesle elini Koray'ın omzuna atarak onu kendine çekip sarıldı. "Hiç sevmeyirim yinede seni." Dediğinde güldü Koray.
"Canın sağolsun abi." Aziz gözlerini kısarak baktı ona.
"İyilik meleği lan bu." Bu konuda haklıydı. Koray fazlasıyla masumdu.
Onlar Koray'la tanışırken ben adımlarımı merdivenlere götürdüm. Biraz sonra yokluğumu farkedip de peşime takılacaklarına zaten emindim. Yukarı kata çıkarken ellerinde dosya topuklularını yere çarparak yürüyen Sanem farketti beni. Yüzüne yayılan tebessümle gözleri ışıldarken yanıma yaklaştı. Şu an hiç sırası değildi.
"Yavuz?" Sesi samimiyet doluydu. Gereksiz samimiyet sevmiyordum. "Sanem." Dediğimde yüzüme sahte bir tebessüm yaymaya çalıştım. Pek başarılı olduğum söylenemez.
"Bir daha buralara dönmezsin sanmıştım." Gözleri üstümde gezinirken nefesimi vererek ağır ağır salladım başımı. Sanem'le eskiden kötü sayılmayan bir samimiyetimiz vardı ama bana çıkma teklifi ettiği gün bu samimiyeti bitirme kararı almıştım.
Sürekli olarak beni yemeklere davet etmesi, söylemekten nefret de etsem beni elde etmek için oynadığı birkaç oyundan sonra kendini iyice benden soyutmuşdu. Onunla konuşup bu durumu bildirdikten sonra benden uzak durması içinde nazik bir uyarıda bulunmuştum. Sanem bana aşık olacak bir kadın değildi, her hafta bu şirkette başka bir adamla takıldığına dair dedikodular kulağıma dolmuştu. Onun için ben sadece gönül eğlendireceği bir oyuncaktım, ve kimsenin kuklası olmaya niyetim yoktu.
"Hayat." Dedim nefesimi vererek ve çenemin ucuyla müdür odasını gösterdim. "İçeride mi müdür?"
"Senin haberin yok mu?" Dedi tek kaşını kaldırarak. "Müdür değişti, şirketinizi çalmışlar." Sesinin altındaki hafif kinayeyi duyduğumda bu durumla eğlendiğini anlamıştım.
"Sana takılacak yeni birileri çıkmış o zaman." Dedim yanından geçerken. "Gidip bakayım bari, senin kriterlerine uyuyor mu? En önemlisi zengin olsun değil mi?" Arkamdan öfkeyle baktığına emindim. "Kolunda altın saat görürsem sana haber uçururum." Odaya girmeden önce sinirden elinde sıktığı evrakları gördüm. Benimle alay eden oydu, yani bunu haketmişti. Onu bakmayı bırakarak kapıyı açıp içeri girdim. Karımdan başka bir kadına bakmaya pek meraklı değildim.
Adımlarımı odaya attığımda gözlerim masanın başında sırtı kapıya dönük dönen sandalyesinde oturan adamı farketti. Tek kaşım havalanırken içimi saran merakı gözlerimde gizledim. Sesli bir nefesle dikleştirdim omuzlarımı. Bakışlarım bir hayli temkinliydi. Cam duvardan şehri izliyordu, bir zamanlar bana ait olan o koltukta şimdi hiç tanımadığım bir yabancı oturuyordu.
Nasıl bir oyunun içinde olduğumu anlamaya çalışıyordum. Bir dirseğini koltuğun kolçağına yaslamış parmakları arasında çevirdiği akıl küpünü farkettim. Ne yapmaya çalışıyordu? Bana göz dağı vermek miydi niyeti? Nefesimi verdim ve açtım sonunda dudaklarımı.
"Kimsin sen?" İlk sorum bu oldu. Küpü çeviren parmakları durduğunda birkaç saniye sessizlik olmuştu. Bıkkın ifadem sessizce koltuğu izliyordu. Ardından bir ayağını yere bastırarak sandalyeyi çevirdiğinde yüzü görüş alanıma girdi. Tek kaşım havalanırken bana fazlasıyla tanıdık gelen simayı inceledim. Yıllardır görmediğim biri olduğu açıktı.
"İshak?" Adı dilimden döküldüğünde gözleri soğuklukla beni izliyordu. Bunun aksine dudaklarının kenarı yukarı kıvrılmış keyif dolu bir sırıtışa sarılmıştı.
İshak.
İshak Karahan.
Devran'ın can dostu dediği o adam. Yıllar önce aralarında çıkan bir kavga yüzünden sıkı dostluk bir gecede mahvolmuştu. O zamanlar iki dost gibi birbirlerinden uzak durmayan Devran ve İshak'ın sonunu bir kız getirmişti. İshak'ın canından çok sevdiği kız Devran'ın silahından çıkan bir kurşunla ölmüştü. En azından İshak buna inanıyordu. Bu gizlediğimiz bir gerçek değildi, bir restoranda çıkan çatışma Devran'ın kavgaya karışmasına neden olmuştu.
Asıl sorun şuydu, Devran hiçbir zaman İshak'ın sevgilisini yani Berna'yı öldürdüğünü kabul etmemişti. O kurşunun kendi silahından çıkmadığını söylerken ona inanmıştım. Abim silah kullanmakta çok iyiyken böylesine bir hataya hiçbir zaman yer vermezdi. Ama o geceden sonra İshak Devran'a düşman olmuştu. Abimin başına gelenlerden ilk onu sorumlu tutmuşdum, ama yanılmıştım. İshak abimden nefret ederdi, ama onu öldürerek ödüllendirmez işkence ederek cezalandırırdı.
İshak akıllı bir adamdı. Akıl oyunları oynar insanı hiç düşmeyeceği çukurlara düşürürdü. Seni manupile eder öyle bir inandırırdı ki onun kuyusuna çekilirdin. Ve sonra hamlesini yapar, seni taşların altında bırakırdı. Onunla bir oyuna gireceksen satranç oynamak aptallık olurdu. Seni mahveder, vezirini bile kendi tarafına çeker sana karşı gizli planlar kurardı.
Yüzüne gülümser, yanında olduğunu sanardın. Arkandan vurur, ama dostun olurdu. İshak iki taraflı oynayacak kadar güçlü bir adamdı. Ama bu oyunları bana sökmezdi, onunla daha öncede oyunlar oynamıştım. Ve sonuçları pek iyi olmamıştı. Abimin ölümünden beri karşıma çıkmamıştı. Ama bugün burda, tam karşımdaydı.
"Ne işin var senin burda?" Sesim düşmanlık taşıyordu. Zamanında onun yüzünden az ölümle burun buruna gelmemiştik. Devran'a olan kini yüzünden herkesi harcamaya çalışmıştı.
"Aşk olsun." Rahat bir şekilde geri yaslanırken koltuğa yayılmıştı. Gözleri aşağı yukarı üstümde gezinirken aklında ne gibi tilkiler döndüğünü düşünüyordum. Belli ki aynı şekilde o da bunu anlamaya çalışıyordu. "Eski dostlar, böyle mi karşılar birbirlerini?"
"Sen benim dostum değilsin." Sert bir şekilde ağzımdan çıkan her kelimeyle yüz ifadem somuttu. "Ne istiyorsun, ne işin var burda?" Dediğimde dilini birkaç kez damağına vurarak cıkcıkladı. Öne eğilerek dirseklerini masaya yasladığında parmakları arasında küpü evirip çevirmekle meşguldü.
"Eski defterleri açtım be Yavuz'um." Dediğinde sesi sahte bir sıcaklıkla doluydu. Sesli bir nefes verirken sanki gerçekten o günleri özlemiş gibi davranarak rolüne çoktan girmişti. "Bir dokuz sene kadar eski defterleri."
"Masal okuma." Dişlerim arasında konuşurken gözlerim öfkeyle izliyordu onun yüzünü. "Ne istiyorsun?"
"Devran'ı." Soruma hızlıca verdiği cevap kaşlarımın havalanmasına neden oldu. Devran'ın peşinde olan İshak mıydı? Gözlerimde titreşen hayreti kolayca gizledim. Ama aklımı kurcalayan onca şeye engel olamadım.
"Devran öldü." Net bir şekilde fısıldadığımda aslında tek istediğim onun tepkisini ölçmekti. Tek kaşını kaldırdı ve yavaşça salladı başını iki yana. Dudaklarına ağır ağır bir tebessüm yayıldı. "Öyle olmadı." Hareleri beni yalanlar gibi keskin bakışlar attı. "Ve sende bunu biliyorsun." Gülüşü solarken kıstı gözlerini ve baktı bana bıkkın bir tavırla.
"Ne saçmalıyorsun?" Tükürür gibi çıktı kelimeler ağzımdan. "Beni ayağına neden getirdin piç kurusu, ölü bir adamın nesini arıyorsun!" Oyunuma devam ederken duygularımdan ödün vermedim.
"Ölü değil." Üstüne bastırarak söylediği her kelimede çatıldı kaşları. "Eğer ölü olsaydı, sevgili karıcığınla yaptığın o düğünde Kemal'in her korumasının kafasına sıktırmazdın." Yaptığım her şeyi böylesine bir soğuklukla anlatması kaşlarımın havalanmasına neden oldu.
İshak akıllı bir adam olabilirdi. Ama benim oyunlarımı anlayacak kadar mı içimize girmişti? Neler oluyordu? Tüm bunları bilmesine imkan yoktu. Oyun oynamamın bir anlamı yoktu. İshak bir çok şeyin fazlasıyla farkındaydı. Yaptığım onca şeyin haberini ona kim uçurmuştu bilmiyorum, ama tüm bunları bilmesi nerdeyse imkansızın eşiğindeydi. Üstelik yaptığım oyundan arkadaşlarım dışında kimsenin haberi yoktu. Korumalarım bile o adamları neden öldürdüklerini bilmiyordu.
Neler oluyordu?
Aramızda hain mi vardı?
"Abin yaşıyor Yavuz." Elindeki akıl küpünün tüm renklerini eşit bir şekilde tamamlayarak onu sert bir şekilde masaya bıraktı. Masaya çarpan akıl küpünün sesi odaya dolduğunda elini çekti ve gözlerim o küpün üstünde takılıp kaldı. Duygusuz bakışlarım anında onun yüzüne kayarken o da bir hayli sabırsızdı. "Eğer onun yaşadığından şüphe etmeseydin, o gece böyle bir oyun çevirmezdin." Burnumdan verdiğim nefes yenilgi doluydu. Ona haklı olduğunu söylemek istemedim. Ama öyleydi.
"Yavuz?" Cafer içeri girince onun peşinden diğerleride takip etti. Benim gözlerim İshak'ı terketmezken Tufan ve Aziz'in peşinden Süleyman ve Zahir'de girmişti.
"Neler oluyor?" Dedi Tufan anlam veremeyen bakışlarını İshak'a yükleyerek. Sağımda yer alırken onun yanında Aziz ve Aziz'in yanında Cafer vardı. Sol tarafımda duran Süleyman onun da hemen yanında yer edinen Zahir'di. Bir başkası olsa bu manzara karşısında bir nebzede olsa korku hissederdi. Ama İshak onlardan biri değildi. Tüm bunların aksine keyfi gayet yerindeydi.
"Ne işu var bu itun burada?" Cafer'in sesine akın eden öfkeyi hissettim. O benim kadar sakin değildi, bende sakin sayılmazdım.
"Misafirlerimiz var." İshak'ın alaycı gözleri birbir hepsinin üstünde gezindi. Herkesden ziyade bakışları birkaç saniye Süleyman'ın üstünde oyalandığında kaşlarım çatıldı. Ne yapmaya çalışıyordu? Belki de oyunlarından birini oynuyordu. Süleyman'a bakarak üstüne bir suç yüklemeye çalışıyordu. Aklımda oluşan sorulardan habardardı. Onlardan biride İshak'a bu haberleri kimin uçurduğuydu. Süleyman olamazdı. Hiçbiri olamazdı. Benim arkadaşlarım bana ihanet etmezdi.
Ama İshak yine kendi taşlarını kullanmaya başlamıştı. Piyonlarını çoktan öne çıkartıyordu, kafamı karıştırmaya çalışıyordu. Ben bu oyunlara gelecek kadar delirmemiştim.
"Derdin ne?" Dediğimde sesim fazlasıyla duygusuz çıkmıştı. Nefret bile yoktu, İshak'a karşı tamamen duygusuzdum.
"Derdim Devran." Kaldırıp indirdi omuzlarını. "İstediğim o."
"Devran ne alâka ula?" Cafer tehlikeli bir tınıyla sordu ardından bana baktı. "Yavuz ne istiyi bu şerefsuz!" Sorunun cevabını herkes merak ediyordu. Tufan neler olduğunu anlamaya çalışırken her şeyden haberdar olan Süleyman ve Zahir yeterince sessizdi. Aziz anlamıyordu ama İshak'dan hiç hoşlanmadığını belli eden bakışları yüzündeydi.
"Her şeyi istiyorum." İshak öfkeye karışık bir sakinlikle konuştu. "Size ait ne varsa, abine ait ne varsa hepsini alacağım." Yüzünde ki alay silindi. "Onun benden her şeyimi aldığı gibi, bende ondan her şeyini alacağım." Çenem kasılırken içime yavaş yavaş akın eden öfkeyi hissettim.
"O senden hiçbir şeyini almadı." Sarf ettiğim sözler boşunaymış gibi bakıyordu bana. "Onun benden ne aldığını ikimizde çok iyi biliyoruz." Gözlerinde titreşen acıyı sezdim. Ona asla kaybettiği sevgilisi tarafından baskı yapacak bir adam değildim. Ama bunun suçunu benim abime yıkmayacaktı. İşte buna izin vermezdim.
"Sen inandığın yalanlara inanmaya devam ediyorsun. Acın gözünü kör etmiş, gerçekleri göremeyeceğin kadar çok." Soğuk bir tınıyla mırıldandım. "O gece olanlar abimin suçu değildi." Alaycı bir kahkahayla başını geri attığında gözlerim kısıldı. Sözlerimle dalga geçtiğini hiç gizlemiyordu. Her hücresi intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu.
"Senden hep aynı hikayeyi dinliyorum." Bakışları hissiz mavilerine yansımıyordu. "Abisinin dibinden ayrılmayan bir çocuktun, tabii ki onu koruyacaksın." Gelişi güzel salladı başını. "Ama ben bu hikayeyi dinlemekten sıkıldım, Yavuz." Sırtını iterek kalktı koltuktan ve masada duran birkaç dosyayı eline aldı. Harelerim onu terketmezken her hareketini gözlemliyordum.
"Bu sadece başlangıç." Kaşlarını kaldırarak elinde tuttuğu dosyaları havaya kaldırıp salladı. "Bu benim oyunumun başlangıçı." Sesine tehlike akın etti. Bakışlarına zafer bulaşmıştı.
"Sana ait olan." Gözleri üstümüzde gezindi. "Cafer'e ait olan, ve Devran'a ait olan her şeyi alacağım. Babana ait olanları aldım bile. Terkettiğin evinden hiç mi haberin yok?" Dudağının köşesi yukarıya kıvrıldığında ben öfkeyle onu izliyordum. Bile isteye damarlarıma basıyordu. Elindeki dosyayı bir başarı simgesi olarak görüyordu. Evimden bahsettiği an ellerimin iki yanımda yumruk olmasına engel olamamıştım.
Bir gecenin içinde ne yapmış olabilirdi ki? Bir gece değildi. İshak benden daha fazla şey biliyordu. Abimin yaşadığından benden önce haberdardı. Şüpheliydi, ve bu şüpheyi benim oyunlarım sayesinde gidermişti. Benden önce abimin peşine düşmüştü. İçimi saran öfke giderek çoğaldı.
Benim Devran'ı bulmam gerekiyordu. Düğün gecesinden sonra boş durmamıştım. Gerekli yerlerle görüşmüş, adamlarımı dört bir yana salmıştım. Ama hiçbir iz yoktu. Bırak Devran'ı bulmayı daha hangi şehirde olduğundan bile haberim yoktu. Ona dair elimde tek bir bilgi bile yokken nasıl bulabilirdim ki? Tek bir iz bile yoktu.
Kendini bana göstermiyordu. Alacağı intikam Narin içindi. Emanetlerinden biri Narin'di. Karadeniz'e döner dönmez görüşmem gereken tek kişi Narin'di. Ama onun öncesinde şirketimi İshak'dan alacaktım. Babamdan aldıkları umrumda değildi, ama bana ait olan bir şirketi benim iznim olmadan alamazdı. Bu şirketin temeli bana aitdi. Ona ait olan bir tapu olabilirdi, ama bende bir şirketi gelişi güzel bir müdürün eline bırakacak kadar aptal değildim. Şirketi devrettiğim müdür geçici bir müdürdü, istediğim zaman şirketi geri alabilirdim. Anlaşma bunun üstüne kurulmuştu.
Ve şimdi zaferini kutlayan İshak'ın o dosyalarda ki maddeleri okumadığına emindim. Çünkü şirketin geçici olarak yeni patrona yani Orhan'a verilmesini isteyen bendim. Bu protokolden Orhan'dan başka kimsenin haberi yoktu ve söylememesi için onu uyarmıştım. İshak'ın elinde tuttuğu dosyalar tamamen geçersiz belgelerdi. Çünkü geçici bir müdürün imzası pek işe yaramazdı. Şirketin temelinin bana ait olduğunu gösteren belgeler bendeydi.
Bir savaş istiyorsa alacaktı, şimdilik ona geçici hevesini kutlaması için zaman tanıyacaktım.
***
Hafsa Payidar
Koltukta oturmuş boş boş telefonunda gezinen Zerda'ya bakıyordum. Gözlerim kısıktı. Yaptığı tüm şey içeri girdiğimizden beri telefonuyla uğraşmaktı. Özlem burada olsa her şey daha eğlenceli olurdu, en azından sıkıldığımda benimle kekler yapıyor ya da sohbet ediyordu. Çocuk aklıyla fazlasıyla zekiydi ve ben sanırım onu özlüyordum.
Bir de şuna bak, yan bir şekilde tekli koltuğa oturmuş ayaklarını koltuğun kolçağından sarkıtarak telefonunda geziniyordu. "Ay Zerda." Dedim sesli bir nefesle. "Sıkılmadın mı artık? Bıraksana şu telefonu biraz sohbet edelim!"
"İşim var." Duyduğum tek şey dalgın bir şekilde bu kelimeyi tekrarlamasıydı. Boş gözlerle baktım ona, Yavuz ne zaman gelecekti acaba? Onu rahatsız etmek hiç istemiyordum ama burada Zerda'yla biraz daha durursam boğulacak gibiydim.
"Kiminle konuşuyorsun sen?" Dediğimde sesimde merak vardı. Kafasını telefona gömmüştü.
"Hakan'la." Kaşlarım çatıldı. "O kim?" Bıkkın bir nefes verdim. "Yine ne bela açacaksın başına?"
"Kanıta ihtiyacım var!" Dedi bana bakarak. Kırpıştırdım gözlerimi. Dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum. "Ne kanıtı Zerda?"
"Sonra abimle Tufan'a flörtüm var dediğimde inanmıyorlar." Keyifle kıpırdandı yerinde. "Bunlar benim kanıtlarım, bana inamadıklarında onlara bu mesajları göstereceğim." Çenem düşerken şok dolu gözlerle ona baktım.
"İnanamıyorum sana." Kınar gibi bir sesle fısıldadım. "İşin gücün yok abimle abini birbirine düşürmek için orda iki saatir muhtemelen hiç tanımadığın bir adamla mı konuşuyorsun?" Sırıtarak baktı bana. Arsızlığın bu kadarı.
"Evet." Eliyle sarı saçlarını geri itti. "Onlar benim hayat enerjim, biri olmadan diğeri olmaz. İkisini birbirlerine düşürmeliyim ki bana da eğlence çıksın." Sesli bir nefesle baktım ona. Zerda'nın bir çocuktan farkı yoktu.
"Zerda tanımadığın insanlarla böyle konuşman çok tehlikeli biliyorsun değil mi?" Dediğimde çenesinin ucu havaya kalktı. "Niye tehlikeliymiş? Asıl tehlike benim. Sıksın canımı bak nasıl hayatı cehennem ediyorum ona." Onunla uğraşmak anlamsızdı. Muhtemelen kafasını o telefondan kaldırmayacağının farkındaydım. Saate baktığımda akşam 10-a geldiğini farkettim. Yavuz gideli iki saat olmuştu.
Bıkkın bir nefesle başımı geri yasladım. Burada durmaya devam edersem sıkıntıdan patlardım. Birkaç saniye bakıştım tavanla ardından kucağımdaki yastığı atarak mutfağa gittiğimde Zerda konuşmaya öyle bir dalmıştı ki salondan çıktığımı bile farketmedi. Uzun koridoru takip edip geniş mutağa girdim. Ferhalığı yüzümde bir tebessüm hissetmeme neden oldu. Stres atmak için genellikle tatlı bir şeyler yapmayı severdim.
Ve bugün gördüğüm o rüyadan sonra yeterince stres atmaya ihtiyacım vardı. Kabusun etkisi hâlâ vücudumdaydı. Anlam veremediğim bir rüyaydı, ama son anda kulağıma fısıldanan o iki kelime kalbime korku tohumu ekmeyi başarmıştı. Beyaz dolapları açarak gerekli malzemeleri bulmaya başladım. Ardından buzdolabını açtım, tatlıdan önce yiyecek bir şeyler hazırlamak istedim. Gözlerime çarpan tereyağıyla aklıma Kuymak geldi. İdris abinin evinde Yavuz'un bana kuymak yedirmesi aklıma geldiğinde dudaklarıma tebessüm yayıldı.
Hızla uzanıp tere yağını aldım. Ardından mısır unu aradım ve tahmin ettiğim gibi evde vardı. Yavuz buraya gelmeden önce muhtamelen korumalarına alışveriş yapmaları için emir vermişti. Bir sofra kurmayı düşündüm, zaten hepimiz yeterince açtık. Yiyecek bir şeyler hazırlamaya başladım.
Ben mutfakta uğraşırken aradan kaç saat geçti bilmiyordum. Üstüme geçirdiğim mutfak önlüğüyle çoktan iki-üç çeşit yemek yapmıştım. Küçük tabaklara salatlık domates peynir doğrayarak masaya eklemiştim. Kuymak yapıp onuda masaya koyduktan sonra son olarak ekmekleri doğramakla meşguldüm.
"Karımın marifletlerine bak." Yavuz'un sesini duyduğumda başımı kaldırıp baktım ona. Gözleri masada gezinip ardından bana takılmıştı. Yüzünde derin bir tebessüm gözlerinde yorgunluğa karışık bir alay vardı. Şirkete gittiğini biliyordum şu patron işini halletmek için. Ama şu an ona soru sormak belki de iyi bir zaman değildi, o yüzden susmayı tercih etmiştim.
Yanaklarımdaki hafif kızarıklığı es geçerek gülümsedim. "Dönmüşsün." Dediğimde içeri adımladı ve masadan bir salatalık alıp ağzına atarak yanıma geldi. "Döndüm." Dediğinde arkama geçti. Kolları karnımın etrafına sarıldığında elimde haraket eden bıçak dondu. Ya da direkt olarak vücudum dondu diyebiliriz.
"Ne yapıyorsun, Yavuz?" Diye sorduğumda omzumun üstünden ona baktım. Gözlerinin kapandığını saçlarımın kokusunu ciğerlerine doldurduğunu farkettim. Soruma cevap vermeden önce beni göğsüne doğru yasladı. Bana böylesine yakınken sanki kaybetmekten korkar gibi kolları dolanmıştı belime. Sırtım onun göğsüne baskı yapıyordu. Başını aşağı eğerek burnunu boynuma yaklaştırdığında kanın yanaklarıma toplandığını hissettim.
"Karıma sarılıyorum." Sesi fazla derinden gelirken özlem doluydu. "Biz bu repliği daha öncede yaşamıştık." Fısıldadı alayla ve burnunu boynuma sürttü. Omurgamdan aşağı inen ürpertiyle yutkundum. Ama onu uzaklaştırmak için hiçbir girişimde bulunmadı.
"Hatırlıyorum." Dediğimde sessiz bir gülüş çıktı dudaklarından. Aynı gülüş benimde yüzüme tebessüm yaydı. Dudakları tenime sürtündü ve açıkta kalan omzuma bastırdığında tüm vücudumun titrediğini hissettim. Başımı hafifçe yana eğerek ona baktığımda ağırlamış gözlerle izliyordu beni. Kehribar hareleri fazlasıyla muhtaç bakıyordu. Burnu yanağıma sürtündüğünde kapattım gözlerimi.
Bana olan her teması kalbimi hızlandırıyordu. Onun kolları arasında kalmak istedim. Gözlerimi kapatıp sadece onu hissetmek istedim.
"Yavuz." Dediğimde sesim ilk kez kendi kulaklarıma böylesine sevgi dolu doldu. Bunu farkeden Yavuz'un bana olan tutuşu sıkılaştı. Dudakları kulağıma yaklaşırken fısıldadı. "Söyle." Yalvarma emaresi sezdim sesinde. Söyleyeceğim şeyin sanki ona farkındaydı, ve umutsuzca bunu benden duymak istiyordu.
Tüm sorularına benden bir cevap istiyordu. Onun cevapları bendeydi, Yavuz benim gözlerime baktığında böylesine hızlanan kalbim. Tek bir dokuşunda titreyen vücudum. Yüreğimin sevgiyle doluşu. Onun cevapsız kalan her sorusu haklıydı. Ben Yavuz'a aşıktım.
Büsbütün aşıktım. Hoşlantı değildi. Ben onun yanında onunla mutluydum. Neyi serbest bırakmıştım bilmiyorum, neyin kilidini açıyordum kimi kalbimden azad ediyordum bilmiyordum. Ama üstümden kocaman bir yükün kalktığını hissederken bu duyguları kabul etmek sanki kafamda çığlık çığlığa bağıran kız çocuğunun sesinide bastırıyordu.
"Seni seviyorum." İki kelime dudaklarımdan kaçtığı an Yavuz'un yutkunduğunu hissettim. Gözlerimi açacak cesaretim yoktu. Yüzünde ne tür bir ifade vardı bilmiyordum. Konuşmadı, bu sessizlik beni sağar etti. Aptallık edip ona böyle bir şeyi itiraf ettiğimi hissediyordum. Oda beni seviyordu değil mi? Yanaklarım daha çok ısındı. Ya sevmiyorsa? Kendimi rezil etmemiştim umarım. Neden sessizdi? Bana sorduğu sorulardan tek çıkardığım Yavuz'un bana aşık olduğuydu. Benimle konuşması gerekiyordu.
Tam gözlerimi açacağım sırada beklemediğim bir şey oldu. Aniden beni kendine doğru döndürdüğünde tezgaha yaslandığımı hissettim. Ardından ben daha gözlerimi bile açmadan dudaklarıma çarpan sıcaklık vücuduma şok dalgası gönderdi.
Beni öptü.
......
Merhabalar, ben sonunda bitirdim bölümü. Ay bu bölümü yazmak öyle güzeldi ki.
Özellikle didişme sahneleri, uçak sahnelerini yazarken öyle çok eğlendim ki.
Sizin en sevdiğiniz sahne hangisiydi??
Bence çok güzel bir bölüm oldu.
İshak karakterini nasıl buldunuz? Bir düşmana ihtiyacımız vardı güçlü bir düşmana sanırım şimdilik o İshak olacak.
İstanbul bize iyi gelecek gibi duruyor. Şimdilik ben kaçıyorum, kendinize çok çok iyi bakın gelecek bölümde görüşürüz.
Allah'a emanet.💘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |