
Yeni bölümden herkese merhabaa geçen bölümü öyle bir yerde bitirdiğim için zorbalandım sanırım sjsjjs
Sabırla bekeldiğiniz o bölüm geldi💯
Keyifli okumalarr 💞👑
****
....
Hafsa Payidar
Ya bir başlangıça adım atmışdım. Ya da bizi çukura sürükleyecek bir sona, Hangisiydi bilmiyordum. Hangi son bize yakışırdı ondanda emin değildim. Ama kalbimi daha fazla talan etmesine izin vermediğim o duygular bugün gün yüzüne çıkmak istemişti. Yavuz'un bana küçücük bir teması kalbimi yerinden çıkacakmış gibi çarptırıyordu. Böylesine güçlü bir duygunun basit bir hoşlantı olmadığına kanaat getirmiştim.
Duygularımı ona en olmayacak yerde itiraf etmiştim. Bir mutfakta yemek hazırlarken, üstümde yemek önlüğü. Çok saçma bir durumun içindeydik ama hâlâ dudaklarıma yumulan Yavuz'un geri durmaya hiç niyeti yokmuş gibiydi. Bir eli yanağıma yaslanmış kendini bana bastırırken gözlerim kapalı olduğu için ona bakacak cesarete sahip değildim. Sessizce veya da en becereksiz halimle ona karşılık verirken yanaklarımın kızardığına adım kadar emindim.
Tüm sevgisini özlemini bir öpücüğe aktarırken sanki yıllardır bana hasretmiş gibi geri çekilmek istemiyordu. Kaybettiğini bulmuştu, Yavuz'un kaybettiği bendim. Onun kaybettiği yol bendim. Ayrılmayacak gibiydi, sanki bir adım geri atarsa tüm dünya duracakta yaşam onun için sona erecekti. Kaç dakika bu devam etti bilmiyordum, ama geri çekildiğinde ikimizde nefes nefese kalmıştık. Alnı alnıma yaslanırken nefesini tuttuğunu hissettim. Kirpiklerim titreşirken dudaklarımın sızladı. Her hücrem sadece onu arzuluyordu ve onunda böyle hissettiğine emindim ki göğsüme dayanan göğsünden nerdeyse kalp atışlarını hissediyordum.
Çok hızlı atıyordu!
"Yavuz!" Dedim gözlerimi açarak, ve ona baktım. "Nefes al!" Kalbinde hasar olan bir adamken bu kadar heyecanın ardından birde nefesini mi tutuyordu? Delirmiş!
"Ne?" Dediğinde gözleri hafifçe açıldı. Dünyadan tamamen kopmuş gibi baktı birkaç saniye bana bir öpücük onu böylesine bir duruma mı sokmuştu?
"Nefes al diyorum!" Gözlerine bir miktar endişeyle bakarken sesimde ki titrekliği es geçtim.
"Nefes?" Nefesin ne olduğunu unutmuş olamazdı!
"Nefes al! Evet nefes, nefesini tutuyorsun!"
"Başlarım nefesine." Sesi çaresiz bir sitemle doluydu. Tekrar göz kapakları aşağı indi. "Her şeyi bana unutturuyorsun." Tuttuğu nefesi yavaşça burnundan verirken sesi bastırılmış duygularla doluydu. Nefes aldığını görmek benimde rahatlamama sebep olurken bir kez daha kapattım gözlerimi ve onun yüzüme çarpan nefeslerini hissettim.
"O kadar bekledim ki." Eli boynumun arkasına haraket etti parmaklarını saçlarımın arasına daldırdı. "Bunu o kadar çok bekledim ki Hafsa." Sesi bir hayli muhtaçtı. "İki dudağın arasından bu lafı duymak için, öyle çok bekledim ki." Dokunuşuna yaslanırken başımın hafifçe eline doğru eğilmesine engel olamadım. Ona mecburmuş gibi sızlıyordu her zerrem.
"Tekrar söyle." Titrek bir nefesle fısıldadı dudaklarıma doğru. "Tekrar söyle, bunu bana tekrar söyle." Ricadan çok sanki duymak zorundaymış gibi arzuyla kalınlaşmıştı sesi.
"Seni seviyorum." Duygularım saf bir sevgiyle dilimden dökülürken aynı kelimeleri tekrarlamaktan hiç çekinmedim.
Belimde ki tutuşu sıkılaşırken omuzlarının çöktüğünü hissettim. Her parçası bana yenilir gibi güçsüzleşmişti.
"Hafsa!" Abimin sesini duyduğumda irkildim hafifçe. Normalde böylesine telaşlı bir sesle beni çağırmadan önce iki kez düşünürdü çünkü hassaslığımdan haberdardı. Kaşlarım hafifçe çatılırken Yavuz'a baktım. Ciddi bir şey olmadığı sürece abim bana böylesine bir sesle seslenmezdi. Yavuz'un kollarından çıkmak istemiyordum ama neden abimin böylesine telaşlı olduğunada anlam veremiyordum.
Bakışlarım Yavuz'un yüzünde gezinirken onun bunu hiç umursamadığını farkettim. Gözleri kapalı tek kasını bile haraket ettirmeden duruyordu önümde. Benden ayrılmak istemediğini her saniye dahada sıkılaşan kolundan hissediyordum. Baş parmağı çene hattımı okşarken bu anın tadını çıkarır gibi sessizdi.
"Abim çağırıyor." Dediğimde gözleri aralandı. Bana bakarken hareleri bile ağırlaşmış gibiydi. "Duydum." Tek kelimesi bile öyle erkeksi ve arzu doluydu ki yutkundum. Gözüme daha çekici geliyordu böyle zamanlarda ve kalbimi yerinden çıkarmayı başarıyordu.
"Gidip bakalım." Haraketlenmek istediğimde bir ayağını haraket ettirip kesti önümü. "Gitmeyelim." Hareleri yüzümün her zerresinde dolanırken gözlerinin arkasında binlerce duygu vardı ama en önce geleni şefkat ve arzuydu.
"Ama ya önemliyse." Sesim fazla kısık çıkınca dilini damağına vurdu.
"Değildir." Elini saçlarımdan ayırıp kahküllerimi ağır bir haraketle geri itti.
"Ama sesi telaşlıydı." Nasıl bir tepki vereceğini bilmediğim için ses tonum fazlasıyla yumuşak çıkmıştı. Dudakları arasından çıkan çaresiz bir nefesle gözlerime baktı.
"Hafsa, seni seviyorum." Arkamda tezgah olmasaydı muhtamelen çoktan yere düşmüş olurdum. Çünkü ağzından çıkan iki kelimenin beni böylesine etkileyeceğini asla tahmin edemezdim.
Gözlerimi kırpıştırıp uzun kirpiklerim arasından ona baktım. Kaburgalarımın sıkıştığını ve kalbimin orda kıvrandığını hissettim. Tezgaha tutunmak için ellerimi kullanırken harelerinin içinde kayboldum. Karnımda oluşan düğüm hissi sadece yaşadığım şoktandı. Yavuz'un beni sevdiğini biliyordum ama onun dudakları arasından bunu duymak kendimi bulutların üstünde hissetmeme neden oldu.
"Bunu gözlerine bakarak söylemek benim için dünyalara bedel." Hevesi ve isteği yüzünden belliydi. "Sana böyle bakmak kalbimi durduracakmış gibi geliyor." Eli usulca iki yanımda geziniyordu. "Ama razıyım. Sana bakarken kalbim duracaksa, son gördüğüm senin gözlerin olacaksa razıyım." Bırak abimi, dünyayı bile unutmuş gibi onun gözlerinde kaybolurken kalbimin sesleri artık onun kulaklarına doluyordu.
Dudaklarıma onun içini ısıtan bir tebessüm yayıldığında gözlerime hayran bir bakışla bakıyordu. Bana en kıymetli şeymişim gibi, onun için en değerli insanmışım gibi bakıyordu.
"Hafsa!" Abim tekrar adımı seslenince büyülü rüyamdan uyandım. Israrla beni çağırması bir kez daha içime şüphe düşürdü. Yavuz'un burnunda verdiği öfkeli nefesi hissettim.
"Ne istiyor bu it?" Kaşlarının ortası çatılırken ses tonu abime kızgın çıktı. Gülerek baktım ona ve diktim gözlerimi gözlerine.
"İt deme abime." Dudakları bir sırıtışla kıvrılırken hafifçe haraketlenip kendini bana bastırdı. "Pekte değer verir abisine." Burnu burnuma sürtündü. Bir sevgi belirtisi olarak kapattım gözlerimi ve dudaklarım arasıdan tatlı bir gülüşün kaçmasına izin verdim. Bu sesi duymak ona merhemmiş gibi iç çekti.
"Hafsa dedim!" Abimin sesinden sonra ona Zerda eşlik etti. "Hafsa buraya gelin!"
Aynı rahatsızlık onunda tınısında mevcuttu. Yavuz bir adım geri atarak kendini zorladı ve uzaklaştı benden.
"Umarım dertleri önemli bir şeydir." Dediğinde sesi homurdanır gibiydi. "Yoksa onlara gerçek bir dert vermek zorunda kalacağım." Fazlasıyla ciddi çıkan sesi bana onun resmiyetinden bahsediyordu. Gülerek elini tuttuğumda parmaklarımı onun parmakları arasına geçirdim.
Gözleri ellerimize kaydığında bakışları yumuşadı. Ardından bana baktığında göğsü bir nefesle alçalıp indi. Sessiz bir tebessüm dudaklarına yayılırken benimle birlikte çıktı mutfaktan ve direkt olarak hedefine salonu aldı. Koridoru takip edip salonun kapısından içeri girdiğimizde ikimizinde aynı anda gözleri onların üstünde gezindi.
Zerda bir elinde telefonunun ekranını kapatmış tutarken diğer elinin tırnaklarını kemirmekle meşguldü. Abim elinde telefon bir şeylere bakarken kaşları çatılmış yüz hatları gerilmişti. Odada volta atarken ifadesi düşünceliydi. Zahir'in gözleri abimin haraketlerini takip ederken Süleyman'da onun yanında oturmuş sessizce kucağında ki yastığa sarılmış merakla bakıyordu abime.
Aziz'le Cafer sesini çıkarmıyor yan yana Zahir'le Süleyman'ın oturduğu koltuğun arkasında durmuş Tufan'ı izliyordular.
"Abi?" Dediğimde onların hoşnutsuz ifadesi benimde kalbimin hızlı atışını yavaş yavaş dindirdi. Yavuz'un hareleri odada volta atan abimi farkederken anlam veremeyen bir ifade vardı yüzünde.
Abim sesimi duyar duymaz kaldırdı başını. Adımları kesilirken hareleri şüphe ve sıkıntıya sarılmıştı. Elini kaldırıp ovuşturduğu çenesiyle dilinin altında bir küfür mırıldandığını duydum. Yüz ifadesi anlam veremediğim bir şekilde solmuştu.
"Abi ne oldu?" Dediğimde Yavuz'un elinden ayrılarak ona doğru yürüdüm. Kahverengi hareleri bir kez daha kesişti gözlerimle ve bu sefer kontağı kaybetmedi. Söyleyeceği şey sanki ona bir şaka veya rüya geliyormuş gibi inançsızdı ifadesi.
"Tarık." Dediğinde telefonu bana çevirdi. Ekranda gördüğüm resim vücudumun buz kesmesine neden oldu, Tarık'ın kanlar içinde soğuk bir betonda yattığını gördüm. Alnından sızan kan vardı. Vücudu bembeyazdı.
Öldüğü açıktı, yutkunarak hızla bakışlarımı resimden ayırıp abime baktım. Tamam Tarık'dan nefret ediyordum ama ölmesi isteyeceğim bir şey değildi. Ölmesini istemezdim, tek istediğim hayatımdan defolup gitmesiydi. İçimde ki insanlık duygusu başka birisi öldüğünde nasıl bir tepki vercekse şu anda öyle bir tepki veriyordu. Beni rahatsız eden alnından sızan kandı, kan görmeye tahammülüm yoktu.
"Ölmüş." Dediğinde sesi kısıktı. Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda gözlerimin bir kez daha resme kaymasına izin vermeden Yavuz'a baktım. Kaşları belli belirsiz havalanırken harelerine erişen duygu anlamsızlık ve şüpheydi. Birkaç saniye sessizliğin ardından adımlarını atarak yanımızda durdu. Uzanıp abimin elinde ki telefonu aldığında ekranda ki resme benim aksime hiç bir duygu barındırmadan baktı. Kaşlarını çatarak ekrana tıklıyıp resmi terkettiğinde muhtamelen numaraya bakıyordu.
"Kim gönderdi bunu?" Az önce ki sevgisi ve şefkati kaybolurken yerini duygusuz ifadelere bırakmıştı.
"Bilmiyoruz." Dedi Süleyman sesli bir nefesle ve dikleşti yerinde. "Bilinmeyen bir numara."
"Niye öldürsünler ki bunu?" Aziz'in sesi derin bir merak taşıyordu.
"İşte benimde merak ettiğim bu." Abim kısarak gözlerini baktı Yavuz'a. "Derdi bizimle, kim ne diye öldürsün bunu? Hadi diyelim babam yaptı da babamda öyle bir şeref yok." Babamın benim intikamımı aldığını varsaymak fazlasıyla saçma bir düşünceydi. Çünkü kendisi Tarık'ın beni terkettiğini duyar duymaz onun yerine beni öldürmeyi seçmişti.
"Katılayirim." Cafer baktı bize büzerek dudaklarını. "Belli ki tek duşmanumiz babalarumuz veya da İshak şerefsuz değul?" İshak kimdi? Olanları Yavuz'dan öğrenmem gerekecekti.
"Saçma." Dedi Zerda devirerek gözlerini. "Düşmanınız neden Tarık'ı öldürsün? Size ceza değil ödül olur bu."
Bir bakıma haklıydı. Burda bir çok kişi Tarık'ın ölmesini isterken bunlardan biride Yavuz'du. Tarık'ın ölmesine ne seviniyor ne de acımaya dair bir ifade gösteriyordu. Umrunda bile değildi. Elinde olsa Tarık'ı kendi elleriyle öldürürdü ki bu daha önce baş vurduğu bir şeydi. O yüzden şu an yaşananlar onu zerre olsun ilgilendirmiyordu.
"Seni hiç sevmeyirim ama doğru konuşayisin." Cafer onaylar gibi mırıltılar çıkarırken baktı bize. "Yani bize ceza değul ödul olsin diye mi öldürdüler bu itu? O zaman bilmeduğumuz bir dostumuz mi var?" Aziz tek kaşını kaldırarak baktı ona.
"Dostumuz mu?" Yeşil hareleri anlamsız baktı. "Kim? Var mı aklınıza gelen biri?"
"İmkansız." Dedi Yavuz sesi sıkıntı doluyken. "Çok anlamsız, öldürüp neden bize resmini göndersin?" Gözleri telefondan ayrılıp boşluğa dalarken aklında her ihtimalle boğuşuyordu.
"Amacı gözdağı vermekse sevdiğimiz değer verdiğimiz birine zarar verirdi." Bunu bir kenara iterek telefonu daha sıkı tuttu. "Bize yardım etmekse niyeti, neden bir tehdit mesajından farksız resmini kalkıpda bize göndersin? Neyin içindeyiz lan biz!" Bir hışımla arkasını dönüp elini saçından geçirirken nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu anlayamıyordu.
Tarık'ı öldürüp ardından bize resmini atan kişi kimdi aklımda tek bir seçenek bile yoktu. Düşmanımız neden böyle bir şey yapardı? Ya da kim neden bizim yolumuzdan Tarık'ı çekmek için öldürürdü? Benim intikamımı alacak kimse yoktu. Babam benim için elini kana bulamazdı. Ama bugün birileri Tarık'ı kurban ederek ya bize korku vermeye çalışıyordu ya da güvence. Gerçekten biz neyin içindeydik?
"Belki de biri size oyun oynuyor." Dedi Aziz tek tek gözlerini üstümüzde gezdirerek. "Kafanızı karıştırmaya çalışıyor, dost gibi görünmek isteyen bir düşmandır belki? Ya da tam tersi düşman gibi görünen bir dost?"
"Tebrukler Sherlock Holmes." Cafer dudaklarını açarak abartılı bir nefes verdi. "Şimdu söyle kim idur o dostani düşmanumuz?"
"Nerden bileyim!" Dedi Aziz kısarak gözlerini. "Ben sadece tahmin yürütüyorum."
"Numarayı araştıralım." Dedi Süleyman ve baktı Yavuz'a. "Belki kime ait olduğunu buluruz abi."
Yavuz birkaç saniye düşündükten sonra salladı başını. Telefon'u Süleyman'a uzattığında Süleyman elinden alarak kendi cebine koydu. En azından numaranın kime ait olduğunu bulursak bir ipucuya ulaşmış olurduk. Ama bu kadar dikkatsiz olacaklarını düşünmüyordum, o numarayı her kim aldıysa muhtamelen isminin geçmemesi için elinden geleni yapmıştı. Resmi gönderdikten sonra yüksek ihtimalle numarayı kırıp atmış bile ola bilirdi.
"Çok düşman var." Yavuz'un sesi sıkıntıyla doluyken kafasının karıştığı gözlerinin arkasında ki binlerce soru işaretinden belliydi. "Çok düşman var, kim yardım ediyor kim arkamızdan iş çeviriyor anlayamıyorum!" Gözleri boş boş dolandı odada.
"Babam yapmuş ola bilir mu?" Cafer merakla baktı Yavuz'a. "Son zamanlar Tarık süreklu olarak peşunuzde dolanayidi. Aradan kaldurmak içun yapmuş olmasun?"
"Babamın tek işi bizi ateşe atmak olur Cafer." Yavuz dikti gözlerini ona. "Yolumuza taş koymaktan başka bir bildiği yok onun. O yapmış olamaz." Mahir bey en başından beri Yavuz'u korumak adıyla bir sürü yalan yanlış işlere girmişti. Ve sonunda oğullarını kaybetmişti. Aynı Devran'ıda kaybettiği gibi.
Abim bana baktığında başımı salladım usulca iki yana. "Babam yapmış olamaz." Dediğimde bunu onayladığını sessiz bakışlarından anlıyordum. "O bizi korumak için kılını bile kıpırdatmaz, uzattığı el yardımdan ziyade insana zarar verir o olamaz." Zerda baktı bana ve başını hafifçe yatırdı omzuna.
"Sizin ailenizden biri ola bilir mi?" Dediğinde çattım kaşlarımı. Bu düşüne bileceğim bir olasılıktı ama gerçekleşmesi zordu. Tarık olaylarından önce genellikle pazarda yardım ettiğim aile akrabalarım vardı.
Ne zaman sıkılsam gider onlarla çalışır, bu yüzden babamdan sürekli azar yerdim. Bu kadar parası varken orda çalışmamın anlamsız olduğunu düşünürdü, ama benim derdim para değil sadece yardım etmekti. Neriman teyze vardı, babamın ablası ama babamda on yaş daha büyüktü. Babamın aksine fazlasıyla iyi bir kadındı, kocası Fazıl amca bir baba şefkatiyle severdi beni. Oğulları Fuat abi beni herkesden korur kollardı aynı abim gibi. Ama benim için birilerini öldürecek kadar ileri gitmezdi.
Anne tarafı akrabalarımla pek görüşmezdim, annemin ölümünden sonra Mardin'e ayak basmamıştım. Bir gün gider miydim bilmiyorum ama en son oraya annem yaşarken birkaç kez ziyarete gitmiştik. O konak sevdiğim bir yer değildi, katı kurallar ve fazlasıyla zulüm içeren bir konaktı. Teyzemi hiç acımadan düğünde terkedildiği için öldüren dedem Mardin'de pek sevilmezdi. Onun aksine teyzem ölmeden önce gayet başarılı bir kadındı. Eğer hayatta olsa o beni korurdu, annem hayatta olsa beni korurdu. Ama Mardin'de benim için intikam alacak kimse yoktu.
"Olamaz." Dedi abim Zerda'ya bakarak. Aynı benim gibi oda tüm ihtimalleri düşünerek bir bir kafasında elemişti. Bizim birbirimizden başka kimsemiz yoktu.
Düştüğümüz çukurda dahada dibe battığımız ortadaydı. Önce babamın şirketleri elinden alnmıştı, tüm mal varlığı bir bir elinden çıkıyordu. Ramiz abiden aldığım haberlere göre böyle giderse evini bile kaybedeceğinden bahsediyordu. Ardından Yavuz'un şirketini almak isteyen birileri çıkıyordu ortaya. Onun peşini hiç bırakmadan Tarık'ın ölümü gerçekleşiyor üstelik cansız bedeni bize bir mesaj olarak gönderiliyordu. Ya bizim aleyhimize ya da iyiliğimize işlenmiş bir cinayetdi ki bu durum fazlasıyla kafa karıştırcıydı.
O gece yaptığım yemeklerden herkes biraz yedikten sonra kendi odasına çekilmişti. Kimsenin iştahı kalmamıştı. Zerda hariç, Hakan'la buluşacağını söyleyip evden çıkınca ne kadar ısrar etsemde benim sözüme uymamış gizlice evden çıkarken birde bu durumu kimseye söylememem için beni uyarmıştı. Daha önce bunu bir çok kez yaptığı için ve beni yine oyunlarına karıştırdığı için o çocuksu bakışlarına karşı koyamamıştım. Zerda benim için değerliydi, çocukken bir anne şefkatiyle aldığım yaraları sararken bir keresinde babama benim için saldırdığını hatırlıyordum. Biraz deli doluydu ama fazlasıyla yumuşak bir kalbi vardı. Sert görünüşünün ardından kimsesiz bir çocuk vardı.
Zerda öz babasını sakat bırakan bir kızdı. Malesef onun babasınında benimkinden aşağı kalır bir yanı yoktu. Aziz'in evde olmadığı bir zamanda öz kızını başka bir adama satmaya çalışacak kadar aşağlık bir şerefsizdi. Yaşadığı acılardan kurtulmak isterken öz babasını bacağından bıçaklamıştı. Ama satmaya çalıştığı şerefsiz Zerda'yı kaçmadan önce yakalamış o gece cehennemi yaşatmıştı. Bir kızın masumluğunu çalmıştı. O günün ardından Aziz bir daha babasının evine adım atmamış kafes dövüşlerine başlayarak kız kardeşine bakmıştı.
Zerda benim hayatımda değeri olan nadir insanlardan biriydi. Aziz'de öyleydi.
Nefesimi vererek gözlerimi gezdirdim tavanda. Yavuz sonunda odaya girdiğinde gözlerim direkt onun formunda gezindi. Mutfakta kalıp biraz düşündükten sonra yanıma geleceğini söylemişti. Belli ki artık yanıma gelmeye karar vermişti. Bana bakıp küçük bir tebessüm ettiğinde adımlarının hedefi yataktı.
"Kay kız kenara." Dediğinde sesi alay doluydu. Yaşlı teyzeler gibi konuşması bazen aşırı komiğime gidiyordu. Gülerek kıpırdandım yerimde ve ona yer açtığımda kendini yatakta yanıma bıraktı bir kolunu omuzlarımın arkasından geçirerek beni göğsüne çekti. Parmaklarının saçlarımla oynadığını hissettiğimde başımı hafifçe kaldırıp onun yüzünü inceledim.
"Düşündün mü?" Sakin bir sesle sorduğumda burnundan verdiği sıcak nefes saçlarımda ki birkaç teli haraket ettirdi. "Düşündüm." Sesi boğuktu.
"Peki, ne buldun?" Başını hafifçe eğerek kıstı gözlerini. "Resimden öncesini soruyorsan, harika bir kızın dudaklarını buldum." Hızla elimle göğsüne tokat attığımda sesli bir gülüş kaçtı dudaklarından. "Ciddi ol Yavuz!" Şefkat dolu bir sesle onu uyardığımda ne kadar istesemde onunla sert bir tınıyla konuşamıyordum.
"Ciddi olayım." Boğazını temizledi ve sesini kalınlaştırdı. "Harika bir kızın dudaklarını buldum." Ciddiyeti beni güldürürken bir kez daha tokatladım göğsünü.
"Bak ikidir bana tokat atıyorsun zalımın kızı." Dediğinde sanki çok acımış gibi sağ eliyle ovuşturdu göğsünü. "Niye kıyıyorsun sen kocana? İnsan kocasına kıyar mı?"
"Ben kıyarım." Dedim omuz silkerek ve hafifçe haraket ederek dirseklerimi yatağa yasladım. Karnım üstünde uzanırken onun gözlerine baktım. "Ciddi olmazsan, vurmayada devam edeceğim." Dudakları kıvrıldı ve bir eliyle yüzümde ki saçları geri itti.
"Ciddi olacağım, karım isterde ben yapmaz mıyım?" Ardından nefesini verdi ve gözlerime bakarken mırıldandı. "Düşündüm Hafsa." Artık şaka yapmadığını sertliğe bürünen sesinden anladım. Kehribar gözleri fazlasıyla hissiz bakarken aslında o bakışların ardında duygularına savaş açtığını anlamak zor değildi.
"Düşündükce kafam allak bullak oldu." Ne kadar bunaldığını gözler önüne seren sesiyle kaşları havalandı. "Kim neden bunları yapıyor, planları ne.." birkaç saniye terketti gözleri gözlerimi ve eli dalgınca yaslandı yanağıma. "Bilmiyorum." Dediğinde sesli bir nefes kaçtı dudaklarından. Tekrar hareleri değdi harelerime. "Ama seni koruyacağım Hafsa." Dudaklarıma yayılan tebessümle ona baktığımda baş parmağı yanağımda gezindi. "Seni her şeyden koruyacağım." Başımı eğerek onun göğsüne yasladığımda bir kez daha parmakları saçlarımın arasında gezindi.
Yavuz varlığıyla beni rahatlatıyordu. O benim güvenli alanımdı. Sevdiğim adamdı. Kolları arasında beni kanatları altına alırken her zaman beni koruyacağına emindim. Tüm hayatım bir yalanda olsa, ben hep yıkılsamda bana elini uzatan hep Yavuz olacaktı. Ya da elini uzatmayacaktı, beni o meydanda ilk bulduğu zaman ki gibi kolları arasına alacak tüm belalardan uzak tutacaktı. Çünkü Yavuz beni korurdu. Ve ben onun yanında güvendeydim.
Ama Yavuz'u sevmemin nedeni bunlar değildi. Yani tabiki bunlarda vardı, ama benim için en önemlisi onun kalbiydi. Ne kadar çekici olduğu, ya da bana ne kadar yardım ettiği değildi. Bana olan bakışlarıydı beni kendine çeken, deli gibi atan kalbiydi. Bana baktığında ışıldayan gözleriydi, merhametiydi, aşkıydı, sevgisiydi, izleriydi. Ben Yavuz'un her zerresini seviyordum. Buna onun kendisinde sevmediği noktalar bile dahildi. En çokta yaralarını seviyordum, onları bir bir kendi ellerimle sarmak sevmek istiyordum.
Kalbinin atışlarını dinleyerek kapattım birkaç saniye gözleri. O huzuru tattım. Her zaman tatmak istediğim o huzuru. Ardından aklıma gelen şeyle aralandı kirpiklerim. Mutfakta yemek yaparken bir ara dışarı çıkıp korumalardan biri olan Uraz'a Yavuz'un ilaçlarını alması için Veli abinin yazdığı reçeteyi vermiştim. Oda alıp getirdikten sonra mutfağa bırakmıştı. Yavuz'dan önce odaya geldiğimde poşetdeki üç ilaca bakmıştım. İkisini gün içinde iki kez kullanması gerekirken birinide her gece uyumadan önce alması gerektiği yazıyordu.
Başımı göğsünden kaldırdığımda bundan rahatsız olmuş gibi çatıldı kaşları. "Ne oldu?" Dediğinde onun karnının üstünden uzanarak sağ tarafta ki çekmecenin içine bıraktığım poşeti almak için açtım çekmeceyi. Hızla küçük poşeti elime geçirip dizlerim üstünde onun karnının yanında oturdum.
"Ne o?" Merakla gözleri kısılırken gözlerimi kaldırdım onun yüzüne. "İlaçların, unutmuşsun almayı. Uraz'a aldırdım korumalardan biri." Yavuz Uraz'ı kapıya dikmiş, gitmeden öncede adama yengenin bir isteği varsa yerine getir yoksa hayır diyen o dilini keserim diyerek bir tehdite bulunarak öyle gitmişti şirkete.
"Ben o iti kapıya senin ihtiyaçların için diktim, benim değil." Homurdanan sesini duyduğumda kaldırdım tek kaşımı. "Ne güzel, bende o it olmayan korumaya sana ilaç almasını söyledim. Çünkü senin ihtiyaçların beni de ilgilendirir."
"İçmem ben onu." Dediğinde çıkardığım şuruba bakıyordu. Kaşları belli belirsiz sanki ona küfür ediyormuşum gibi çatılmışdı. "Ne demek 'içmem ben onu'." Dedim ağzımı eğerek onu taklit edip.
"Çocuk muyum Hafsa ben? Şurup mu kaldı!" Çocuğunu azarlar gibi kısıldı gözlerim. "Kalmış ki doktorda yazmış." Şurubun kapağını açarken gözlerimi ondan ayırmıyordum. "İçilecek bu ilaç." Üstünde kalbini güçlendirmesi için olduğu yazıyordu. Genelde böyle kalp hasarlarında kullanılan bir vitamin ilacı gibiydi.
"İçmeyeceğim." Kaşlarını hayır der gibi havaya kaldırdı. "Hiçbir güç o ilacı bana içiremez." Başımı eğerek omzuma doğru baktım ona. "Hiçbir güç?" Salladı başını kendinden emin bir şekilde. "Aynen öyle." Çektim omuzlarımı ve gayet rahat bir tavırla şurubu bıraktım poşete.
"Tamam." Oyun oynamaya başladım. "O zaman bir daha beni öpemezsin." Kurduğum cümleyle küçük çaplı bir kalp krizi geçirir gibi anında irisleri genişledi.
"Af buyur?" Göz ucuyla ona bakarken sırtımı yasladım yatak başlığına. "Duydun." Rahat tavrımdan hiç ödün vermezken kısıldı gözleri. Onu buna zorluyormuşum gibi çenesini sıkarak baktı bana.
Zorlamadım ki, iyiliğini düşündüm.
"Nefret edeyurim!" Diye bir isyan çıktı ağzından ve bir elini poşetin içine sokarak kabaca karıştırdı içini. Ağzının içinde küfürler mırıldanırken gülmemek için alt dudağımı içeri kıvırdım. "Bu ilaçdanda nefret edeyurim!" Kaşları çatılırken şivesinin kaydığının farkında bile değildi.
Somurtkan ifadesiyle küçük erkek çocukları gibiydi. Şurupu bularak onu çıkardı. "Ha senun o tilki bakuşlarundanda nefret edeyurim-" kapağı açarken durdu bir saniye. "Etmeyurim." İlacı poşetin içinden çıkardığı kaşığa döktü bundan ne kadar rahatsız olduğu yüz ifadesine yazılmıştı. Kaşığı dudaklarına götürerek buruşturdu yüzünü. Ama küçük tehditimle başa çıkamayacağı için resmen kaşığı bundan bir an önce kurtulmak ister gibi ağzına koydu. Boğazından geçtikden sonra sesli bir nefes verdi. "Senun bakuşlarundan nefret etmeyurim, ama bu huyumdan nefret edeyurim!" Gülümseyerek ona baktığımda kapattı ilacın kapağını ve onu kabaca fırlattı yatağın üstüne. Hiç vakit kaybetmeden yerinde haraketlenip üstüme çıktığında ellerini iki yanıma koydu. Beni yatağa sıkıştırdı.
"Şimdi ilacı içtiğime göre." Gözleri direkt dudaklarımı nişan aldı. "Karımıda öpe bilirim."
"Öyle bir anlaşma yaptığımızı hatırlamıyorum." Dediğimde sırıttı ve yüzüme doğru eğildi. "Ben hatılıyorum." Daha öncekine kıyasla daha az utanıyordum, ama bu hâlâ deli gibi çarpan kalbimi açıklamıyordu.
Ve aynı duyguları Yavuz'un gözlerinde seziyordum. Deli gibi atan kalbini kalbime karşılık hissediyordum.
Yavuz'un kalbi benim için çırpınıyordu.
****
Gece yarısı Yavuz'la birbirimize sarılmış uyurken devamlı çalan telefonumun sesi bıkkın bir homurtu çıkarmama nedem oldu. Yavuz'un kolları arasında yuvamda sıcacıkken zır zır öten telefonumu duvara fırlatmak fazlasıyla makul bir seçenekti. Yine de deli gibi görünmek istemiyordum, başımı hafifçe haraket ettirdiğimde Yavuz'un mırıltısı doldu kulaklarıma. Beni bırakmayı reddederek kolları biraz daha sıkılaşınca çenesi başımın üstüne yaslanmıştı.
"Yavuz, telefonum çalıyor." İnlemeye benzer bir sızlanmayla beni çekti göğsüne. "Çalar çalar susar." Hiç rahatsız değildi, aksine beni kollarında tutmak istiyor o telefonu benden çok sanki o duvara fırlatmak istiyordu.
"Senin bu genişliğinle ne yapacağım ben?" Uykulu sesimle konuşurken onun kolları arasından çıkmadım. Ama başımı hafifçe kaldırarak kolumu uzattım ve çekmecenin üstüne bıraktığım telefonu zar zor ulaşarak aldım. Ekranda Zerda'nın ismini görmek uykumu bir anda kaçırdı. Normalde böyle bir saatde beni aramazdı. Acaba kapıda mı kalmıştı? Yeşil tuşu yukarı kaldırıp telefonu kulağıma tutarken esnedim.
"Efendim Zerda?" Telefonun diğer ucunda duyduğum hıçkırık kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Zerda?" Sesime sarılan telaş tüm vücudumu çoktan ele geçirmeyi başarmıştı.
"Haf-sa.." sesi titiriyordu. Ölümün ucundaymış gibi konuşuyordu. Kalbim kasılırken hızla doğruldum yerimde ve bu sayede Yavuz'uda uyandırmış bulundum.
"Zerda, ne oldu?" Bir annenin telaşıyla konuştuğumun farkında değildim. Yavuz'un gevşek kolları karnımın etrafındayken yavaş yavaş uyanıyordu. "Ne olmuş?" Dediğinde sesi uykudan kalındı.
"Hakan." Ağlamaktan konuşamıyordu. Telefondan aniden gelen gür sesle birisinin kapıya vurduğu anladım. Ardından Zerda'nın hıçkırıkları hızlandı. "Ne Hakanı!" Dediğimde sesim telaşla yükseldi. "Ne oldu! Doğru dürüst anlat şunu! O sesler ne!"
"Hafsa bilmiyordum.." onu suçlamamdan korkar gibi ağlamaya devam ediyordu. "Hafsa, zorla getirdi..beni zorla getirdi ben istemedim.." içime akın eden korkunun her hücreme yayıldığını hissettim. Hislerim beni yanıltmamıştı, Zerda bu gece telefonda konuştuğu o yabancıyla buluşmuştu. Başı beladaydı, benim çıkardığım tek anlam buydu kesinlikle başı beladaydı.
"Nerdesin!" Dediğimde hızla yorganı attım üstümden. "Nerdesin bana yerini söyle!"
Arkadan gelen bir takırtı sesi daha duydum. Tekrar bir hıçkırık koptu dudaklarından. "Bilmiyorum!" Sesi çaresizlikle titriyordu. "Kendimi odaya kitledim, beni arabaya zorla bindirdi! Eve bırakacağını söyledi kabul etmeyincede zorla bindirdi! Bilmiyorum nerdeyim bilmiyorum!" Elimi hızla saçımdan geçirirken yanımda kaşlarını çatıp beni izleyen Yavuz'a baktım. Yüz hatları endişeyle benden bir cevap bekliyordu.
"Tamam, bak sakin ol." Arkadan gelen sesler çoğalıyordu. Kapıyı açmaya çalıştığı belliydi. "Konum at! Çabuk bana konum at, kapıyı sakın açma." Titrek nefeslerini duyuyordum. Onu böyle bir duruma sokan şerefsizi kendi ellerimle boğmak istiyordum. Zerda'yı uyarmak zorunda kalmış olmaktan nefret ediyordum ama bu açık bir gerçekte ki kimseye güven yoktu. Özellikle sanaldan tanıdığın iki günlük insanların bazıları genellikle sadece senden faydalanmaya çalışırdı. Zerda onlardan birinin eline düşmüştü.
"Korkuyorum." Hıçkırıkları arasından ağzından çıkan tek kelime kalbimi kırdı. Gözlerimin dolduğunu hissettim. O evde yalnız resmen bir korku filminin içindeydi. O kapı açılırsa neler olacağını düşünmek bile istemiyordum.
"Bir şey olmayacak, bana konum gönder çabuk ol!" Dediğimde telefonun kapandığını duydum. Muhtamelen hızlı bir şekilde haraket ederek kapama tuşuna basmıştı.
"Hafsa, ne oldu cevap versene delirtme beni!" Yanımda oturan Yavuz endişeli gözlerle bana bakarken dolu gözlerimi ona çevirdim. Yataktan kalkarken yorganı itekledim.
"Zerda." Tek nefeste konuşurken telefonun ekranına baktım. "Zerda, biriyle görüşmüştü adam onu kaçırmış!" Yavuz kaşlarını çatarak kalktı yataktan ve önüme durdu.
"Ne görüşmesi?" İfadesi anında kararmıştı. "Ne diyorsun Hafsa sen, Zerda odasında değil mi?" Sesi şüphe ve hafif bir kızgınlık taşıyordu.
"Hayır." Artık bende kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım. Onun gitmesine hiç izin vermemeliydim. Evden çıktığını gizli tutarak başına böyle bir şey gelmesinde benimde payım vardı. Ama en büyük suç Hakan'ındı.
Onu eve gitmek istediğinde bırakmamış. Muhtamelen kendi sapkın zevkleri için kaçırmıştı. Biriyle görüşmek istemenin bedeli bu kadar büyük olmamalıydı. Zerda'nın oynamak istediği oyunlar sonunda onun hayatını mahvedecekti.
"Ne demek hayır?" Dedi Yavuz çatarak kaşlarını. O sırada telefonuma gelen konumla hızla başım aşağı eğildi. Zerda'nın numarasından gelen konuma tıkladığımda bir saatlik yol olduğunu farkettim. Hızla başımı kaldırıp Yavuz'a baktım.
"Konum." Telefonu ona uzattığımda elim titriyordu. Uzanıp elimden aldı telefonu ve gözlerini kısarak gönderdiği konuma baktı. Sesli bir nefes verirken gözleri beni azarlar gibi gezindi yüzümde. Kalbimi kırmamak için tek kelime bile etmedi ama hızlıca sandalyenin başından aldığı ceketle fırladı dışarı.
"Cafer!" Diye bağırdığını duydum bunu yaparken. Oraya tek gitmeyecek kadar olayların farkındaydı. Kimin evine gittiğini bilmiyordu.
Hızla peşinden çıktığımda Cafer'den önce abim çıktı odasından. "Yavuz?" Dediğinde sesinde endişe vardı. Sanki hiç uyumamış gibi üstünü bile değiştirmemişti. Bir şeyler olduğunu hissetmiş gibi bir ifade vardı yüzünde.
Yavuz onun yanından geçerken telefonu eline tutuşdurdu ardından hızla Cafer'in odasına yürüyüp tıklattı bir iki kez kapıyı. "Kalk!" Ardından hiç vakit kaybetmeden merdivenlere yöneldi seslere Aziz abimde uyanarak çıkmıştı odasından. Üstünde beyaz tişört altında eşofman varken yatağına girmişte oda uyuyamamış gibi ifadesizdi. Kaşları çatılmış neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Ne bu?" Dedi Tufan Yavuz'un arkasından bakarken merkalı gözlerle ardından bana baktı.
"Zerda." Ağzımdan çıkan tek kelime abimin gözlerine endişe ve korku eriştirdi. Sertçe yutkunduğunda gözleri telefona kaydı. Aynı şekilde Aziz'de hızlıca kapı eşiğinden çekildi ve Tufan'ın yanına yürüdü. Elinden telefonu kapıp konuma baktığında Cafer çoktan odadan çıkmış uykulu bir halde bakıyordu onlara.
"Ula kim öldi?" Ovuşturdu yüzünü. "Umarum benu boş bişu içun uyandurmaduniz?" Abim ağzının içinde bir küfür savurarak hızla merdivenleri indiğinde Aziz'de onu takip etti. Süleyman ve Zahir aynı anda odalarından çıktığında gözleri merdivenleri inen Aziz'e takıldı.
"Ne olayi bilmeyurim, ama bunlar süri gibu gideyulerse kesun bir şey varidur." Cafer söylene söylene onların peşine takıldığında Zahir'e baktı.
"Sen Hafsa'nun yanunda kal! Süleyman yüri! Gidelum bakalum neymuş bunlarun karun ağrusi!" Süleyman tek kelime etmeden onların peşine takılırken Zahir'in gözleri benimle kesişti soğuk gözlerinde merak vardı.
Dolu gözlerimle nefesimi verdim ve merdivenleri onların peşinden inerek takip ettim. Çoktan bahçeye çıkıpta arabasını çalıştıran abimin arkasından Yavuz kendi arabasına binmek için açtı kapıyı.
"Bende geleceğim!" Dediğimde Yavuz hızla başını kaldırıp baktı bana. "Sen heç bir yere gelmeyusin!" Öfkesini bastırmaya çalışırken işaret parmağıyla evi gösterdi. "Eve." Başımı sallarken iki yana kendimi suçlu çocuklar gibi hissettim. Bana kızdığının farkındaydım, ne kadar bunu gizlesede gözlerinde görüyordum.
"Hafsa eve! Zerda'yı bulacağum!" Sinirine rağmen bana güvence vermeye çalıştı. Birazcık yumuşadı bakışları. "Bir şey olmayacak, eve gir." Titreyen çenemi sıkarken yutkundum. Yavuz hızla arabasına binerken yanına Cafer oturdu arka koltuğa hızla Süleyman geçti. Tek istediğim Zerda'ya hiçbir şey olmamasıydı.
Zerda benim kız kardeşimdi. Ona bir zarar gelirse kendimi affedemezdim. Umarım hiçbir şey olmadan onu o cehennemden çıkarırdılar. Çünkü bu bir kadının başına gele bilecek en kötü durumken Zerda çocuksu duygularının peşine takılarak kendini bu ateşin içine itmişti. Burda tek suçlu Zerda değildi, bir kadını isteği dışında kaçıracak kadar şerefsiz olan Hakan'dı.
"Yenge." Dedi Zahir nefesini vererek. "Hadi, eve girelum." Sesi sakinken gözlerinde merak vardı.
Eve girmekten başka seçeneğim yoktu. Usulca başımı salladım ve onu içeri kadar takip ederken gözlerimde ki yaşları akmaması için orda tuttum.
***
Yavuz Payidar.
Önde ki arabayı takip ederken ellerim sıkıca direksiyonu kavramıştı. O gerizekalı kız ne yapmıştı bilmiyordum ama başını belaya soktuğu açıktı. Tam gaz ilerleyen arabayı takip ediyordum. Daha bu sabah Cafer Tufan'ın kural bekçisi olduğunu ima ederken şimdi Tufan arabayı öyle bir hızda kullanıyordu ki muhtamelen daha sonra büyük bir ceza çekiyle karışlacaktı. Tüm hızı kullanarak tek hedefine odaklanmıştı.
Zerda'nın evde olmadığından haberimiz yoktu. Çünkü sevgili karıcığım bize onun uyuduğunu söylemişti. Mutfakta onunla kısa bir sohbet ettiğimizde herkesin odasında olup olmadığını sormuştum. Oda bana evet demişti, Zerda onca korumayı nasıl atlatmışdı!
Kızdığım tek kişi Zerda veya Hafsa değildi. O it her kimse ne hakla bir kızı rızası olmadan kaçırırdı! Onu gördüğüm yerde yüzünde birkaç delik açmak çekineceğim bir iş olmayacaktı. Ne olursa olsun, gece yarısı evden ayrılmış olsa bile kimsenin bir kadına böyle bir şey yapma hakkı yoktu. Hele ki o kız benim korumam altındaysa o şerefsiz şimdiden kendi mezarını kazmaya başlamalıydı.
"Yavuz ne oldi? Anlatacak musun artuk?" Cafer'in sesini saran endişe gözlerinin benimle kesişmesini sağladı. Siyah gözleri bir hayli merak taşıyordu.
"Evet abi." Süleyman çattı kaşlarını. "Neler oluyor, nereye gidiyoruz biz?"
"Zerda'yı kaçırmışlar." Dediğimde Süleyman şok dolu gözlerle baktı bana. Cafer'in ağzından çıkan "ne!" Sesiyle çenesi düşmüş gibi izledi beni.
"Gece çıkmış evden!" Önümde ki yolu izlerken sesime akın eden öfkeye engel olamadım. "Başına bir iş gelmiş belli ki!"
"Ne demek çıkmuş! Delurdumi bu kız!" Cafer endişeyle ve öfkeyle konuşurken sesinde bir abinin koruması vardı. Ne kadar Zerda'yla didişsede aynı benim gibi onunda Zerda'yı bir kız kardeş gibi gördüğünün farkındaydım.
"Bilmeyurim!" Fazla öfkelenince kayan şivem bir kez daha kayınca sesli bir nefesle yüklendim gaza. Bilmiyordum, ama tek bildiğim o şerefsizin dalağını sökeceğimdi.
***
Yaklaşık bir saatin ardından Tufan'ın arabası iki yana açılmış demir kapılardan içeri girdi. Arabayı ani bir frenle park edip indiğinde peşinden takip eden ben oldum. Her hücremin öfkeyle kaynadığını hissederken Tufan çoktan arabayı terketmiş eve yürüyordu. Peşinden aynı endişe ve öfkeyle kıvranan Aziz arkasına takıldı. Hızla kapıyı açarak ayağımı yere basıp bende arabayı terkettiğimde Süleyman ve Cafer'de indiler aşağı.
"Aç lan!" Tufan elini kapıya çarpıp bağırırken evin girişine açılan kapılar kilitiliydi. "Zerda!" Diye bağırdığında sesine nükseden öfkeyi sezdim. Kahverengi hareleri delirmiş gibi kapıda dolanırken Zerda'ya zarar gelir düşüncesi onun her zerresini yakıp kavuruyordu.
"Zerda!" Aynı telaş Aziz'inde sesine yansımıştı. Birbirlerinden aşağı kalır yanları yoktu.
"Çekil." Dediğimde ceketimin iç cebine sakladığım silahı çıkardım. İkisi yana açıldı. Kapıya yürürken zaman kaybetmeden kilide doğru bir el ateş ettim. Anında gelen tıkırtıyla Tufan kapı kolunu aşağı çekti. Dişlerini sıkarken ittiği kapıdan içeri girdi. Peşinden Aziz takip ederken bizde geri durmadan takıldık.
Bu adam her kimse zengin züppenin teki olduğu belliydi. Yukarıdan gelen çığlıklar ve ağlama sesleri hepimizin öfkesini körükledi. Zerda'ya ait olan bu çığlıklar kanımı kaynatırken aklımın durduğunu hissettim.
O adamın hayatını cehenneme çevirecektim.
"Zerda!" Tufan endişeyle Zerda'nın adını bağırırken öfkeden ziyade sesini saran endişe ona bir şey olur korkusundandı. Ayaklarımızın tabanı merdivenlere çarparken koşarak yukarı çıkmıştık. Oraya nasıl vardık, içeri nasıl girdik bilmiyorum ama gördüğümüz manzara elinde bir bıçakla banyonun en köşesine kadar sinmiş bir kadındı.
En önemlisi o bir kadındı. Kıyılmayacak kadar narindi, ama maalesef etrafta ona kıyacak binlerce şerefsiz vardı.
Karşısında duran adam kendinde bile değilmiş gibiydi. Hafif sarhoş halinden ve çenesini sıkmasından sabrının sonunda olduğunu anlamıştık. Zerda elinde bir bıçakla kendini korumaya çalışırken her zerresi titriyordu. Gözyaşları rimeline karışarak yüzünü lekelemişti. Üstünde ki siyah elbisesinin göğsüne kadar yırtıldığını görmek hızla bakışlarımı başka Hakan'a çevirmeme neden oldu.
"Şerefsiz köpek!" Aziz'in ağzından çıkan haykırışla adamın boğazına sarılması bir oldu. Onu kendisine çevirerek yüzüne bir yumruk attığında küvetin kenarına çarpmasına neden oldu. Bu adamın bizim geldiğimizden haberi var mıydı yok muydu bilmiyordum. Kullandığı her neyse ona dünyayı tamamen unutturmuş gibiydi.
Aziz onu döverken durduracak tek haraketde bulunmadım. Kılımı bile kıpırdatmadım, o bunu yapmazsa ben yapacaktım. Ama çoktan yediği darbelerle ölümüne yaklaşan adam umrumda bile değildi. Aziz onu sağ bırakırsa, bu işi ben tamamlardım.
Süleyman yutkunup olanları izlerken yüzüne kazınan öfke ortadaydı. Cafer dayanamyıp Aziz'e eşlik ederek birkaç yumruk geçirdiğinde Tufan koşar adım Zerda'ya yürümüştü. Onu kolları arasına çekmeden önce ilk yaptığı şey ceketini çıkarıp üstüne sarması olmuştu. Zerda'nın elinde ki bıçak bir tıkırtıyla yeri bulduğunda içine gömdüğü hıçkırıklar gün yüzüne çıkmış küçük bir kız çocuğundan farksız Tufan'ın kollarına sığınmıştı.
"Geçti." Tufan'ın bunları söylerken sesinin titrediğini farkettim. Sevdiği kadın cehennemden geçmiş gibiydi. Onun yerinde olmak istemezdim, çünkü Tufan'ın Zerda'ya aşık olduğunu anlamak saklı bir gerçek değildi. Ve bir adamın sevdiği kadına dokunmak, onu bir canavara çevirirdi.
O canavar herkesin canını yakardı. Taki kadının acısı dinene kadar. Ben böyleydim, ve Tufan'ın aynı olduğunu anlamak benim için zor olmadı.
Belinden çıkardığı silahı kaldırdı. Bir eliyle Zerda'nın yüzünü göğsüne sakladı. Tetiğe bastığında Aziz'in yumruğu havada kaldı. Onu durdura bilirdim, ama yapmadım. Tetiğe bastı. Adını bile bilmediğim ve bir ismi bile haketmeyen o adamın alnında kurşun yarası açarak yaşamına son verdi.
Ve ben kılımı bile kıpırdatmadım. Aynı benim kadar soğukkanlılığını koruyan Tufan gözlerini kısmış cansız cesete bakıyordu. Korkmuyordu, o bir kafes dövüşçüsüydü öldürdüğü ilk insan değildi. Ani öfkeler insanı mahvederdi, ve Tufan bugün yine öfkesiyle haraket ederek sevdiği kadının canını yakan adamdan kendi yöntemiyle intikamını almıştı.
Bu kadar kan görmek Süleyman'ı rahatsız ederken sesli bir nefesle gözlerini Tufan'a çevirdi. Cafer bir Tufan'ın elinde tuttuğu silaha bir küvetin yanında yatan adama baktı, bu durumdan rahatsız olmadı aksine hakkettiğini düşündü. Aziz sesli bir nefesle hırsını almamış gibi adamın yüzüne tükürdüğünde gözleri kız kardeşine kaydı.
Bu gece olanlar burda kalacaktı.
Ama Zerda bu gece olanları asla unutamayacaktı.
****
Hafsa Payidar.
Koltukta oturmuş titreyen dizimle bakışıyordum. Alt dudağımı ısırmaktan kanatırken gerginliğim üstümdeydi.
"Yenge sakin ol." Zahir beni rahatlatmak ister gibi önümde ki koltukta oturmuştu. Aramızda sadece küçük bir cam sehpa vardı. Kollarını göğsünde kenetlemiş genellikle taşıdığı soğuk gözlerin aksine güven vermeye çalışır gibi bakıyordu bana. Sakin olmamı söylemek kolaydı ama ben sakin ola bilecek bir durumda değildi.
"Nasıl olayım?" İçeri girdiğimde sessizce ağladığım için titrekti sesim. "Ya bir şey olduysa, Zerda ürkektir Zahir göründüğü gibi biri değil o."
"Bi şey olmayacak." Zahir nefesini vererek baktı bana. "Duydin Yavuz'u saa söz verduyse tutacaktur." Haklıydı, Yavuz bana verdiği sözü tutardı. Ama geç kalmasından korkuyordum.
"Biliyorum." Dediğimde yüz ifademden bile Yavuz'a ne kadar çok güvendiğim açıktı. Ben ona ölümüne güveniyordum.
"Nasul oldu bu?" Zahir temkinli bir sesle sordu. "Her kes odasuna çekulmuşti, Zerda ne ara çıkti evden?" İşte benimde oyuna dahil olduğum kısım burasıydı. Kendimi daha fazla suçlu hissetmeme neden olan soruyla yutkundum.
"Telefondan tanıştığı bir çocukla buluşacağını söylemişti." Küçük çocuklar gibi parmaklarımla oynarken sesli bir nefes çıktı ağzımdan. "Böyle olacağını bilemedim, bilseydim izin vermezdim." Dediğimde gözlerimi Zahir'in yüzüne kaldırdım. Burnundan verdiği sıkıntılı nefesle harelerine hissizlik erişti. Küçük kardeşini azarlar gibi yüzümü izlemesi daha çok suçlu hissettirdi bana kendimi.
"Gerçekten bilmiyordum!" Dedim kendimi açıklamaya çalışarak. "Onu uyardım, ama daha öncede bunu bir çok kez yapmıştı -" dediğimde tek kaşı havalandı.
"Bir çok kez?" Kıstı gözlerini. "Ve sizce bu çok güvenlu bir şey mu?" Çatıldı kaşları ve yüz ifadesini saran öfkeyle sırtını ayırdı koltuktan. "Dışaruda bir süri it kopuk var, bu size mantuklu mi geldu?" Başını salladı iki yana. "Gecenun yarusında ne halt olduğunu bilmeduği bir herufle görüşmeye gider ise olacağu buydi!"
"Tüm suç Zerda'nın değil!" Dediğimde onun gibi bende hafifçe yükselttim sesimi. "Adam onu zorla götürmüş, gitmek istemediğini söylemiş ama bırakmamış!"
"Suçlu Zerda demeyirim!" Öfkesini kontrol altına almak ister gibi sıvazladı çenesini. "Suç Zerda'nun değul, ama insanlara güven yok." Haklıydı. Üstelik her gün yaşanan onca cinayetden sonra kimseye güven olmadığı açık açık gün yüzüne çıkarılmıştı.
Bir kadın artık içinde korku hissetmeden dışarıda bile dolaşamıyordu. Zerda basit bir yemeğe çıkmak isterken Hakan sadece ondan faydalanmak istemişti. Ve Zerda bunu kabul etmeyince yüksek ihtimalle istediğini zorla almaya çalışmıştı.
"Hafsa." Dedi Zahir sesini saran acıyla. "Zerda'yı suçlamayirim." Başımı kaldırıp ona baktığımda hissiz bakışlarında ilk kez bu kadar acı gördüm. "Ama benum hayatum böyle insanlarla geçtu." Yutkunduğumda ağzından çıkan her kelimenin yükünü hissettim. "Benum kiz kardeşum.." sözleri kullanmakta zorluk çeker gibi sıktı çenesini ve birkaç saniye kapattı gözlerini. "Ben kardeşumi böyle bir şerefsuz yüzünden kaybettum." Duyduklarım zihnimde yankı bırakırken nefesim kesildi.
Zahir'in hayatı cehennem olmalıydı.
"İnsanlar acımasuz Hafsa." Gardını indirmiş gibiydi. "İnsanlar, ne kadar yalvarursan yalvar saa kıyacak kadar acımasuz." Yüz ifadesinden bunu deneyimleyen bir insan olduğunu anlamıştım.
Zahir'in gözlerinde ki acı tarifsizdi. Kim bilir kimlere yalvarmıştı, kimlerden yardım dilemişti ama kimse ona elini uzatmamıştı. Belki de bu yüzdendi içinde sakladığı ve hissiz gözlerine gömdüğü sevgi. Bana nadiren attığı bakışlar abi şefkati taşıyordu, ve açıkcası bu gece ilk kez bana o bakışları uzun vadeli sunuyordu. Zahir Zerda'yıda benide bir kız kardeş gibi görüyordu. Ondandı böylesine öfkesi.
"Başın sağolsun.." Ağzımdan çıkan tek iki kelime buydu. Başka ne diyeceğimi bilmiyordum. Zerda abimle abisini birbirine düşürmek için yaptığı bu oyunla artık sadece kendi başını yakmıştı. Umarım bu ona bir ders olurdu, çünkü yaptığı şeyin ne kadar saçma olduğunu artık anlamak zorundaydı.
"Beni anlayisin değul mu?" Zahir'in ifadesinde merak vardı. Onu yanlış anlamamdan korkuyordu ama her şeyin aksine ben onu çok iyi anlıyordum.
"Anlıyorum." Dediğimde ciğerlerime derin bir nefes çektim. "Kardeşinin.." temkinli bir sesle konuşurken yüzünü izliyordum. "Adı neydi?" Ondan konuşmak canını yakmadı. Aksine ondan bahsetmek sanki yüreğini ısıtır gibi bir tebessüm etti.
"Kardelen." Daha önce pek rastladığım bir isim değildi. Yüzüne küçük bir tebessüm yayılırken Zahir yaslandı arkasına ve nefesini verdi. "Uzun saçlaru vardu, senun gibu." Dediğinde gözleri saçlarıma kaydı. Bir kez daha neden Zahir'in bana öyle baktığını anladım. Beni kardeşine benzetiyordu.
"Onu kaybettuğumde." İfadesi somuttu ve sesi solgun. "Tüm dünyayi kaybetmuşum gibu geldu." Yüzümü izledi. "Hâlâ öyle." Alaycı bir nefes kaçtı burnundan. "Herkesu kaybetmuşum." Acısını gizleme zahmetine girmedi. Bana acılarını anlatan bu adama giderek bağlandığımı farkettim.
Sadece Zahir değildi, Cafer, Süleyman, Yavuz benim hayatımda öyle bir yer edinmişti ki. Hayatımdan bir parça haline gelmiştiler. Benim ailemdiler, hepsi teker teker kalbimde yer edinmeyi başarmıştı. Ve Zahir bana baktığı o abi şefkatiyle kalbimi ısıtırken bende artık onu bir abi gibi gördüğümün farkındaydım.
"Kaybetmedin." Dediğimde tebessüm ettim ve başımı hafifçe eğdim omzuma. "Bir ailen var abi, biz varız. Eğer kabul edersen, ben varım." Ağzımdan çıkan abi kelimesi onu ne denli sarsıttıysa gözlerinin ardına saklanan yaşları görmek canımı acıttı. İfadesi soğuktu, ama harelerinde o yaşları görmeyi beklemiyordum.
Aramızda geçen sessiz bir bakışmanın ardından sert bir şekilde yutkundu ve kasılan vücudu yavaş yavaş gevşedi. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluşurken soğuk ifadesini ısıttı.
"Hep böyle abi diyeceksen bir köşede zırlayacağum." Duygularını alaya vurarak gizlediğini farkettiğimde gülerek başımı salladım. "Mendillerini hazırlasan iyi olur." Sözlerime karşılık güldüğünde gözlerinin içi ışıldadı. Kendini yalnız hissetmemliydi. Kocaman bir ailesi vardı. Süleyman bile başlı başına küçük bir çocuk gibi Zahir'in hayatında en önemli noktadaydı bundan adım kadar emindim.
Ön kapı açılınca içeri giren Yavuz'a takıldı gözlerim. Ardından onu takip eden diğerleriyken Aziz bir kolunu Zerda'nın omuzlarına dolamış onu içeri soktu. Yüzünde öfke vardı, ama o öfkeyi sanki kardeşi için bir kenara bırakmış gibiydi. Gördüğüm manzara kalbimi binlerce parçaya ayırdı. Zerda'yı titrerken ve abimin ceketine sığınmış bir şekilde görmek boğazımın kurumasına neden oldu. Hızla oturduğum koltuktan fırladığım gibi ona doğru koşup kollarımı boynuna doladığımda dudaklarım arasından kaçan sesli bir nefesle onunda kollarını bana sardığını hissettim.
"İyi misin?" Sesimde aciliyet vardı. Başımı hafifçe geri çekerek ellerimi yanaklarına koydum. Telaşlı bir anne gibi davrandığımın farkındaydım ama çocukluğumuzdan beri Zerda'yla ben birbirimize anne olmuştuk. İkimizde annesizdik yalnız iki kız çocuğu olduğumuz için birbirimize annelik yapmaya çalışmıştık.
Usulca başını sallarken hâlâ vücudu titriyordu. Onu bu halde görmek gözlerimin tekrar dolmasına neden oluyordu. "Ne oldu?" Dedim gözlerim diğerlerine kayarken. "Bir şey mi oldu?"
"Olmadı." Dedi Süleyman nefesini vererek gözleri Zerda'yı izlerken ifadesi yumuşaktı. "Yetiştik."
Zahir yanımıza ilerlerken çenesini kasmış Zerda'yı izliyordu. Bu görüntünün ona muhtamelen kendi kardeşini hatırlattığını bana az önce anlattığı onca şeyden anlamıştım. Nefesimi vererek Zerda'nın yüzüne yapışan birkaç teli geri çektim.
"Çok korkuttun beni!" Azarlar gibi çıkan sesimle dolu gözlerinden birkaç damla yaş aktı. Hareleri merdivenlere yürüyen abimi farketti. "Tufan." Dediğinde sesi titredi, abimin adımları bıçak misali kesilince gözlerim ona doğru kaydı. Tüm vücudu öfkeden kasılmıştı. Zerda'ya ne kadar kızgın olduğunu anlıyordum, en az Zerda kadar bana da kızgın olmalıydı. Ya da kırgın.
Abimin kesilen adımları tekrar haraket etti ve merdivenleri hızlıca çıkarak yukarı katta gözden kayboldu. Zerda'yla kavga ettiklerini anlamak benim için zor olmadı. Zerda onun bu tepkisizliği karşısında başını önüne eğince gözlerim Yavuz'a kaydı. Onunda ifadesi ilk kez bana böylesine duygusuz baktı. Bana daha sonra kızacağını ima eden bakışlarından kaçındım ve Zerda'ya baktım.
"Odasuna götür." Dediğinde Cafer ifadesi bir hayli yorgun ve ifadesizdi. "Yoruldi yeterunce." Dediğiyle hızla başımı salladım ve bir kolumu Zerda'nın omuzlarına dolayarak onu aldım Aziz abinin kollarından. Aziz öfkeden ziyade endişeyle kardeşine bakarken aynı dargınlık bana da vardı gözlerinde. Resmen her şeyi berbat etmiştik.
Abimin uzun bir süre yüzümüze bakmayacağının farkındaydım.
Zerda'yı merdivenlere götürerek onu yukarı kata çıkardım. Odasına girip kapıyı çarpan abimle ikimizde irkilmiştik. Ne kadar kızgın olduğunu gizleme gereği duymuyor ama herhangi yanlış bir şey yapmamak için bizden uzak duruyordu.
"Çok kızdı bana." Dedi Zerda titrek sesiyle ben onu odasına götürürken.
"Kızması sencede normal değil mi?" Dediğimde sesimin birazcık sert çıkmasına engel olamadım. Onu uyarmama rağmen beni dinlememesi benimde sinirlerimi germişti. Yine de ona kötü davranmak istemiyordum yeterince şey yaşamış dersinide almış gibiydi.
"Bilmiyordum ki." Sesi küçük bir kız çocuğu kadar savunamsız çıkarken titreyen vücuduyla sokuldu bana. "Sadece basit bir restorana gittik." Gözlerini kapatırken onu odasına soktum ve kapattım kapıyı bana anlatmasına izin verdim. "Yemek yedik, her şey güzeldi." İç çekiş dolu bir nefes verdi. "Sonra.." kapattı çenesini. Anlatmasına gerek yoktu, daha sonra ne olduğu ortadaydı. Nefesimi vererek onu yatağına götürüp oturttuğumda önünde dizlerimin üstüne eğildim.
"Sana bir şey yaptı mı?" Öfkemi bir kenara iterek bir elimle saçlarını okşadım. "Yapmadı." Gözleri yerde dolanırken kirpikleri ıslaktı. Ne kadar yorgun olduğunu yüz ifadesinden anlıyordum. Ondan daha fazlasını dinlemek isterdim, ama yapmadı diyorsa yapmamıştır. Yavuz verdiği sözü tutmuş Zerda'ya bir şey olmadan onu bulmuştu.
"Ama çok korktum." Dediğinde elleri yatağın üstünde ki çarşafı sıktı. "Hafsa ben o küçük kız çocuğuna dönüşmekten çok yoruldum." Sanki boğuluyormuş gibi bir hıçkırık kaçtı ağzından. Zerda çok güçlü görünen ama kapana kısıldığında ne yapacağını şaşıran bir kızdı. Gençken buna benzer bir olay yaşamıştı.
Ne zaman korksa, ne zaman ona bunu hatırlatacak bir olay yaşasa o küçücük kız çocuğuna dönüşüyordu. Babasının onu satmağa çalıştığı şerefsiz yüzünden buna benzer bir olaya maruz kalmış ve o zaman kurtulamamıştı. Yetişmiştik, ama bunun için geç kalmıştık.
O gece o adamın canını alan abimdi. İşlediği ilk cinayet oydu, silahla değil. Çıplak elleriyle her bir yumrukta her bir tekmede o adamın canını yavaş yavaş almıştı. Zerda'ya çektirdiği her acının intikamını almak ister gibi onu yumruklarıyla öldürmüştü. Nefesi kesilene kadar durmamış sonunda adamın nabzını kaybetmesine neden olmuştu.
Yine aynı şeyi mi yapmıştı ne olmuştu bilmiyordum. Ama şu an Zerda'ya bunu sormanın yeri değildi. Yeterince üzgün ve pişman gözüküyordu. Yatakta yanına oturup onu göğsüme çektiğimde saçlarını okşayarak rahatlamasına izin verdim. Kaç dakika göğsümde ağladı bilmiyorum, ama ardından sıcak bir duş almasına yardım edip onu bir çocuk gibi yatağına yatırıp üstünü giymesine yardım ederek uyutmuşdum. Çok yorulduğu için kısa süre içinde uykuya dalmıştı. Neler yaşadığını hayal bile edemiyordum, üstelik bunu daha önce yaşamışken geçmişin hayaletlerinin bu gün yine onun tepesine çöktüğünün farkındaydım.
Onu yatağına bırakıp üstünü örterek odadan çıktığımda nefesimi verdim ve kapattım kapıyı. Kapının yanında ki duvara yaslanarak nefeslerimi düzene sokarken kapattım gözlerimi. Bugün olanların stresi üstüme çökerken Zerda'ya bir şey olma ihtimali bir kez daha çöktü üstüme. Şu anda odasında uyuyor olması benim için en büyük hediyeydi. Dolan gözlerimi es geçerek göz kapaklarımı kaldırdığımda merdivenlerin ucunda duran Yavuz'u farkettim. İfadesiz bir şekilde birkaç saniye baktı bana ardından arkasını dönüp odaya gittiğinde alt dudağımı içeri kıvırdım.
Bana kızgındı.
Sırtımı duvardan ayırıp küçük adımlarla onun peşine takıldım. Odaya kadar onu takip ettim, bir şey desin diye bekledim ama o benim aksime odaya girip bana sırtını dönmeye inat ediyordu.
"Yavuz." Becere bildiğim en kısık sesle ona seslendiğimde ne diyeceğimi bile bilmiyordum.
"Uyu." Sesi fazla duygusuzken yatağın önünde ki koltuğa yürüyerek oraya oturdu. Bacaklarını hafifçe açıp başını geri atarak kapattı gözlerini.
"Kızgın mısın bana?" Önünde durup küçük çocuklar gibi ona bakarken nefesini verdi.
"Sence?"
"Kızgınsın."
"Öyleyim."
"Hep kızgın mı kalacaksın?"
"Bilmiyorum."
"Konuşmayacak mısın benimle?"
"Konuşsam anlıyor musun?"
"Bakmayacak mısın yüzüme?"
"Bakınca dayanamıyorum, git uyu." Kaşlarımı çattığımda çoktan somurtmaya başlamıştım.
"Kovuyorsun beni!" Dediğimde tek gözünü açıp somurtan yüzümü izledi. "Kovsam dışarı çık derim. Git yatakta uyu dedim hanımefendi."
"Sen gelmiyor musun?" Dediğimde tekrar kapattı gözünü. "Gelmiyorum, uyumayacağım."
"Niye uyumuyorsun?" Çenesini sıkarken sesli bir nefes verdi burnundan. "Seninle uyumak istiyorum ben!" Bana cevap bile vermezken omuzlarım çöktü. Kısarak gözlerimi izledim onun yüzünü. "Konuşsana." Dediğimde sesim fazla cılız çıktı.
"Neden söylemedin bana?" Öfkesini kontrol etmek ister gibi çıkan sesiyle başını kaldırdı ve gözlerini açarak baktı bana. Benden bir cevap bekliyordu bakışlarımı kaçırarak yutkunduğumda ona verecek bir cevapım yoktu.
"Böyle olacağını düşünmedim." Diyecek başka bir şeyim yoktu. Kendimi fazlasıyla suçlu ve çaresiz hissettim. "Neyini düşünmedin Hafsa?" Dişlerini sıkarak konuşurken gözlerini dikti yüzüme. "Dışarıda bir sürü düşman var." Her kelimede öfkesi ses tellerini zorluyordu. "Başına her an her şey gele bilirdi!" Hafif yükselen sesiyle gözlerimi yere diktim. "Ya yetişemeseydik, ne olurdu hiç düşündün mü?" Farkındaydım, ve bunu düşünmek beni mahvediyordu. "Bana yalan söyledin. Sana herkes odasına girdi mi dediğimde evet demiştin." Çenem hafifçe titrerken haklı olduğunu biliyordum. Ses tonunu her ne kadar sakin tutmaya çalışsada kasılan vücudundan öfkesini anlıyordum.
"Özür dilerim." Diye fısıldadığımda sesim titredi. Sıkıntılı bir nefes verdi burnundan. "Bana söylemen gerekirdi, birazcık daha geç kalsaydık olacaklar felaket olurdu! O zaman ne sen ne Zerda kendini affederdi ne de ben!" Sesi yükselince hafifçe irkilmekten kendimi alamadım. Yutkunduğumda onun önünde böyle davranmak hoşuma gitmiyordu ama elimde olan bir durum değildi. Haklı olması sesimi bastırıyordu, bu gece olacaklar hepimizi mahvedebilirdi.
Beni korkuttuğunu farkettiğinde bir eliyle ovuşturdu şakaklarını. "Git uyu." Yüzüme bakmıyordu, çünkü bunu yaparsa dayanamayacağının farkındaydı. Dolu gözlerle adımlarımı kapıya götürdüm.
"Nereye?" Dediğinde hafifçe omuz silktim. "Salona."
"Ne işin var salonda?" Sert bir sesle sormaya çalışsada tınısında merak vardı. "Orda uyuyacağım." Ayaklarımı isteksizce yerle sürüyerek kapıya ilerleyip onun önünde geçtiğimde bir el bileğimi kavradı. Beni geri çektiğini hissettim aynı kol belime dolandığında ben daha ne olduğunu anlamadan ayaklarım yerden kesildi. "Başımın belasısın Hafsa." Dediğinde sesi sıkıntı doluydu.
Onun kucağında olduğumu farkettim. Sertçe yutkunup kıpırdandım ve vücudumu ona çevirdim. Yüzü görüş alanıma girdiğinde kasılan çenesinin gevşediğini çatık kaşlarının yavaş yavaş normale döndüğünü gördüm. Duygularını bertaraf ederek bir kez daha bana karşı koyamamıştı.
"Nereye uyuyacakmışsın salonda?" Dediğinde sesinde hafif bir alay vardı.
"Beni istemedin." Sesim titrek çıkınca sesli bir nefes verdi ve bir elini kaldırarak ıslak kirpiklerimi nazikce sildi. "Öyle bir şey demedim." Sesi küçük bir çocuğa laf anlatır gibi sabırlıydı.
"Git uyu dedin." Tek kaşı havalandı. "Sende salonda uyuyacağım dedin." Başımı salladım. "Benimle uyumak istemiyorsan bende salonda uyurum." Avucunu yanağıma yaslarken iddali bir bakış attı bana. "Dene istersen, bak nasıl yakıyorum o salonu. Senin uyuyacağın tek yer benim yanım. Gözümün önünden ayırmam."
"Ama sen benimle uyumuyorsun." İfadesi yumuşarken sesli bir nefes verdi.
"Öfkelendiriyorsun beni, sonra o öfkeyi öyle bir silip atıyorsun ki bana ne yapıyorsun anlamıyorum Hafsa." Sesi fısıltıyla kulaklarıma dolarken eğildi yüzüme doğru. "Sana zarar gelmesin diye uğraşıyorum, kimse incinmesin diye uğraşıyorum." Onu anlamamı ister gibi bakıyordu yüzüme. "Hafsa, benim kimseyi kaybedecek gücüm kalmadı." Kendini daha fazla suçlu hissetmek istemiyordu. Ve ben bu gece tam olarak buna sebep olmuştum. Zerda'nın evden çıkmasına izin vererek hata yapmıştım çünkü ona zarar veren Hakan olmasaydı bile dışarıda bir sürü düşmanımız vardı. Yavuz bizi korumaya çalışırken biz o korumaları yıkıp geçmeye çalışıyorduk.
"Sana böyle hissettirdiğim için özür dilerim.." yumuşak bir tınıyla fısıldadığımda nefesini verdi ve bir kolunu bacaklarımın altına kaydırarak beni kollarına aldı. Kalktı koltuktan yatağa yürüyerek önce beni bıraktı sonra ayakkabılarını çıkararak yanıma girdi. Kolunu belime dolayarak beni göğsüne çekti. Küçük bir tebessüm edip ona sokulduğumda üstümden bir yükün kalktığını hissettim. Yavuz bana kızgın kalamıyordu, ve bende ona küs kalmayı sevmiyordum
"Oldu mu istediğin?" Dediğinde sessiz gülüşü sesine yansımıştı. Dudaklarım arasından küçük bir kahkaha kaçtı. "Oldu." Dudaklarını saçlarıma bastırdığını hissettim. Kokumu ciğerlerine doldururken kapattım gözlerimi ve bugünün stresini atmaya çalışarak biraz uyumak istedim.
"Bana yalan söyleme Hafsa." Fısıltıyla konuşsa bile sesinin altında büyük bir ciddiyet vardı. "Yalan dinlemekten nefret ederim, ve inan bana o yalanı bana çok sevdiğim birisi anlattığında çok canımı yakıyor." Yalanlar büyümüştü. Yalanların içinde yaşamıştı, babası ona oyunlar üstüne kurulmuş bir hayat sunmuştu.
"Söylemem." Çenesi başımın üstüne yaslandı. "Söz, sana bir daha asla yalan söylemem." Beni onayladığını belli eden bir iç çekiş dudakları arasından çıkarken onun kollarında uyumaya devam ettim. İkimizde bugün yeterince yorulmuştuk.
***
"Ben senin eğlence malzemen miyim!" Kulağıma dolan gür sesle göz kapaklarım titreşti. Perdenin altından odaya sızan güneşi farkettim. Bugün hava pek soğuk değil gibiydi. Gözlerim direkt olarak duvarda ki saate kaydı. 12-ye geldiğini farkettim. "Sen bu kadar aptal mısın Zerda!" Kaşlarım çatılırken abimin sesini duymak içime şüphe düşürdü. Hafifçe kıpırdandığımda aynı şekilde Yavuz'unda haraketlendiğini farkettim.
Abimle Zerda muhtamelen kavga ediyor olmalıydı. Çünkü abimin böylesine bağırmasının başka bir açıklaması olamazdı.
"Ne oluyor gene?" Yavuz uykulu sesiyle konuşurken gözlerini açmaya çalışıyordu. Hafifçe omuz silkerek ona baktım. Gür sesler durmadan devam ederken yorganı yavaşça itekleyerek Yavuz'un sıcak kollarından ayrılmak zorunda kaldım. Bunu yapar yapmaz homurdandı ve beni geri çekerek kolunu daha sıkı sardı karnıma.
"Yavuz." Dediğimde başını boynuma doğru yaslayarak sıcak nefesinin boynuma çarpmasına neden oldu. "Söyle güzelim." Sesi uykuyla fazla mayışmış gelirken bu hali onu daha yapışkan yapmıştı. "Abimler bağırıyor." Diye fısıldadığıma onaylar bir mırıltı çıkardı. "Duydum, abinin sesi fazla rahatsız edici biraz daha bağırmaya devam ederse aşağı inip o boğazını üzeceğim." Gayet rahat bir tavırla salladığı tehdit gözlerimi kırpıştırıp ona bakmama neden oldu.
"Abim hakkında öyle konuşma!" Dediğimde dudakları arasından yüreğimi eritecek bir gülüş kaçtı. "Seni benden ayıracak her şey hakkında konuşurum, konuşmakla kalmaz bizzat kendi ellerimle onlarla ilgilenirim." Gözlerimi kısarak baktım ona. "Bugün içine ne kaçtı senin?" Tek gözünü açıp baktı bana. "Sen varsın ya, başka ne kaçması gerekiyor?" Bu bana şeytan mı diyordu!
Elime geçirdiğim yastığı kafasına vurduğumda kahkahası kulağıma doldu. Güldüğünde gözlerinin kısılması, inci gibi dişlerinin gözükmesi, kaşlarının havalanması, ve göz kenarlarının kırışması onu daha çekici gösteriyordu. Bu adam her şeyiyle harikaydı ve ben ona kıyamayacak kadar zayıf.
"Sana vuruyorum, sende gülüyor musun?" Dediğimde sırıtarak baktı bana. Bileğimi kavrayıp beni kendine çektiğinde boşta ki elim onun göğsüne yaslandı. Gözlerimi onun gözlerine diktiğimde diğer eliyle kahküllerimi geri itti ve yüzümden aşağı sallanan bir tutam saçı parmağına dolayarak onu etrafında çevirdi.
"Sen vuracaksan gülerim." Dediğinde haylaz çocuklar gibiydi. "Senin elinden zehir olsa razıyım." Kendimi tutamayıp bende güldüğümde bir kez daha abimin sesi doldu kulaklara. Endişeyle başımı çevirip kapıya baktım. Yavuz bıkkın bir nefesle onayladı beni aşağı inmemizi sonunda kabul ederken çıktık aynı anda yataktan.
Kapıya yürüryerek onu açtık. Yavuz birkaç adım öndeyken bende peşinden onu takip ettim. Geniş omuzlarıyla bakışırken merdivenlere yürüdük. Aşağı indiğimizde Zerda ve abimin karşı karşıya durmuş salonun ortasında kavga ettiğini farketmek zor olmadı. Gözlerim abimin üstünde dolandı. Ellerine sarılı olan sargı bezlerini gördüğümüde yüreğim burkuldu. Uyumamıştı, dün gece girdiği o odadan çıkmış bulduğu ilk kafes dövüşüne katılmış ve tüm gece hırsını böyle almaya çalışmıştı. Üstünde sadece fermuarlı kapşönlüsü vardı, altında gri bir eşofman. Kahverengi saçları dağınıktı, ellerine sarılı olan sargı bezlerinin üstünde küçük kan damlaları vardı. Yüzünde birkaç yeni oluşan morluk.
Tüm gece durmadan acısını korkusunu dindirmek için dövüşmüştü. Ne zaman kaçmak istese bunu yapardı. Zerda onun önünde durmuş gözlerini yerde gezdirirken ağlamamak için zor duruyordu. Her gün özenle taradığı sarı saçları bugün gelişi güzel bir topuz yapılmıştı. Üstünde mavi bol bir kazak altında pantolon vardı. Keyfi yerinde değildi, ağlamaya hazır olduğu yeşil gözlerinden belliydi.
Aziz koltukta oturmuş başını geri atmış sessizdi. Kasılan yüz hatlarından Zerda'ya öfkeli olduğunu anlıyordum ama şimdilik bu görevi Tufan'a devretmiş gibiydi. Süleyman Cafer'in yanında oturmuş endişeli gözlerle olanları izlerken çıkan kavgadan ne kadar rahatsız olduğunun farkındaydım. Zahir şöminenin yanında omzunu duvara yaslamış olanları izliyordu.
"Böyle olsun istemedim." Dedi Zerda fazlasıyla kısık çıkan sesiyle.
"İstemedin?" Abim bunu sorarken sanki duyduğu en saçma cümleyi dinliyormuş gibi baktı Zerda'ya. "Sen benim duygularımı ayakların altına alıp ezmekten zevk alıyorsun." Dişlerini sıkarak söylediği her bir kelime tükürür gibi çıktı ağzından. Haklıydı, Zerda'nın çocukca oyunları en sonunda kendi başını yakmıştı. Tek isteği Tufan ve Aziz'i kıskandırıp birbirine düşürmekti. Ama sonunda olan kendisine olmuştu.
Yavuz sesli bir nefesle kolunu omuzlarıma doladı ve önünde gelişen sahneyi izlerken beni kendine çekti. Bende hiç çekinmeden ona yaslandım. Zerda başını kaldırıp baktı Tufan'a ve başını hızla salladı iki yana. "Öyle değil.." kendini açıklamak istiyor ama söyleyecek kelimeler bulamıyordu.
"Öyle!" Abim sesini yükselterek adımlarını Zerda'nın üstüne götürdü. Kendisinden bir hayli küçük olan Zerda'nın boyuna yetişmek için hafifçe eğildi. "Bilmiyor musun Zerda?" Yutkunarak sorduğu soruda sesi acı taşıyordu. "Sana aşık olduğumu görmüyor musun?" Gözlerim hafifçe genişlerken abimden bunu ben bile beklemiyordum.
Önümde gelişen sahne gerçek miydi? Çünkü yıllarca ben abimi ikna etmeye çalışırken o bu konuda kaçınmış benim saçmaladığımı söyleyip durmuştu. Şimdi Zerda'nın karşısında durmuş içinde daha fazla bastıramadığı duyguları itiraf ediyordu. Zerda'ya baktığımda yeşil irisilerinin genişlediğini farkettim. Dolu gözlerle abime bakıyordu. Tabiki farkındaydı, farkında olmasa kıskandırmak için bu kadar uğraşmazdı. Zerda patavatsız biriydi, ne zaman ne yapacağı belli olmayan abimin duygularını heves gören. Ama bugün abimin gözlerinde gördüğü onca acı ona bunun heves olmadığı kanıtlamıştı.
"Biliyorsun!" Zerda'nın sessizliğini kendisi cevapladı. "Nasıl köpek gibi peşinde koştuğumu görüyorsun! Eğleniyor musun Zerda?" Kıstı gözlerini. "Nasıl? Sonra oturup kahkahalarla gülüyor musun? Ki oda yapmadığın bir şey değil!" Her kelimesinde Zerda'nın nasıl sarsıldığını farkettim. Bu itiraf karşısında Aziz bile şaşırmamıştı. Çünkü oda farkındaydı. Abimin nasıl Zerda'ya çekildiğini, nasıl peşinde süründüğünün oda farkındaydı.
"Tufan-" Zerda gözyaşları içinde ağzını açtığında abim başını iki yana sallayarak susturdu onu. "Sakın! Sakın bana bilmiyordum deme Zerda, sakın beni böyle kandırma. Benimle oynama çünkü o oyunların sonunda sadece kendin zarar görüyorsun!" Bir elini öne uzatıp Zerda'nın kolunu kavradı onu kendisine çekerken kahverengi gözlerinde ızdırap vardı.
"Sen benim aşkımı zayıflık olarak görüyorsun." Zerda'nın canını yakmak ister gibi fısıldadığı her kelime karşısında ki kadının yutkunmasına neden oldu. "Sen beni hiç olarak görüyorsun, Zerda. Duygularımı bir oyuncak gibi elinde tutuyor ne zaman istesen ne zaman canın sıkılsa ellerine alarak oynuyorsun!" Bu sözler üstüne Zerda'nın dudakları arasından bir hıçkırık kaçtı.
"Niyetim o değildi." Titrek sesiyle konuştuğunda kapattı gözlerini. Zerda'nın bazen ne kadar düşüncesi olduğunun farkındaydım. Yaptığı şeylerin sonuçlarını düşünmez daha sonrasında fazlasıyla pişman olurdu. Tıpkı şimdide olduğu gibi.
"Senin niyetinin ne olduğu umrumda değil!" Abim onun yüzüne doğru bağırdığında kendi seside hafifçe titredi. "Senin oyunların sadece canımı yakıyor Zerda. Ama bitti." Kabaca bıraktı Zerda'nın kolunu ve bir adım geri attı. "Daha fazla beni oyuncağın yapmana izin vermeyeceğim." Hararetli kavganın sonunu hiç iyi bitirmiyordu. "Senden uzak duracağım Zerda." Bu sözleri üzerine Zerda genişleyen gözlerle baktı ona. Pınarları daha fazla yaşla savaştığında abimi kaybedecek olmanın onu ne denli korkuttuğunu gözlerinde gördüm.
"Sana benimle oynaman için izin verdim." Girdiği savaşta kaybeder gibiydi. "Ama o oyunda ben yenildim Zerda. Sen kazandın." Başını salladı ağır ağır iki yana. "Beni gör diye bekledim, görmekten ziyade duygularımın üstünden geçip gittin." Birkaç adım attı geri ve meydan okuyan bir ifade yayıldı yüzüne. Ama abimi biraz olsun tanıyorsam, canının ne çok yandığını biliyordum. "Ne kazandın bilmiyorum, umarım ödülünle mutlu olursun." Dudaklarına samimiyetden ziyade alaycı bir tebessüm yayıldı.
Zerda onun önünde küçülüp yok olurken dudaklarını aralamak istedi. Ama söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı için gözlerini yere indirdi ve sessizce ağlamaya devam etti. "Ben seninle savaşamıyorum Zerda." Omuzları yenilgiyle çöktü. Girdiği her savaştan, her dövüşte omuzları dik çıkan Tufan Polatlı bir tek Zerda'ya yeniliyordu.
Tufan bir tek kayısı çiçeğine yeniliyordu.
"Bu savaşı burda terkediyorum." Dedi, ardından topuğunun üstünde dönerek merdivenlere çıktığında Zerda dolu gözlerle onun arkasından baka kaldı. Abim Zerda'dan vazgeçtiğini iddia ediyordu ve bu Zerda'yı gözlerim önünde yakıp yıkıyordu. Bu oyunu kendisi başlatmışdı ve en sonunda abim onu o savaşın ortasında bırakarak geri çekilmiş kazanmasına izin vermişti.
Ama Zerda bu savaşı kazandığı için mutlu değildi.
O gün abimde Zerda'da odasından çıkmadı. Yavuz markete ekmek almaya giderken Cafer Süleyman ve ben sofrayı kurmakla meşguldük. Aziz tek kelime etmeden kafasını toplamak için dışarı çıkmıştı. Zahir masada oturmuş yaptığım poğaçaları yemekle meşguldü.
"Ne olacak dersunuz?" Cafer soruyu sorarken bir tarafdanda tabakları yerleştiriyordu. Süleyman menemen yaparken başını salladı iki yana.
"Abi fena kavga ettiler, barışacaklarını düşünmem." Dediğinde sesi bir hayli düşünceliydi.
"Abim Zerda'ya kıyamaz." Dedim nefesimi vererek ve dem alan çayı Zahir'in bardağına doldurdum. "Böyle konuşuyor ama, onu birazcık tanıyorsam içinde fırtınalar kopuyordur."
"Aşuk." Dedi Zahir ve teşekkürler der gibi başını salladı hafifçe. Çayından bir yudum alırken kaldırdı tek kaşını. "Kolay kolay vazgeçeceğunu düşünmeyurim, öfkeyle konuşti."
"Diyene bak." Cafer devirdi gözlerini. "Görende şirin içun dağlaru deldu sanacak. Sen ne anlarsun ula aşktan boş duvar gibi gezineyusin ortalukta." Zahir abi kendini herkese soğuk bir duvar gibi göstermişti, ama bence ondan daha fazlasıydı.
"Niye anlamayacakmış?" Dedim Cafer'e bakarak. "Bence Zahir abi tam aşk adamı." Dediğim söze Süleyman kendini tutamayıp kahkaha attı vücudunu bize çevirdiğinde kenardan sarı bir bez aldı bundan sonra olanlar ise Cafer'le bana kahkaha attırdı.
Sarı bezi saçlarına örttü. Kadın takliti yaparken bir elini beline koydu ve gözlerini kısarak baktı Zahir'e. "Ha bu odin aşktan hiç anlamayi." Kadın sesini taklit ederken Cafer abi kahkahalar atıyordu. Süleyman'ın yüz ifadesi anlatılmaz yaşanırdı. Zahir ona iri gözlerle bakarken çattı kaşlarını. "Ne bir restorana götürür benu ne bir dışari çıkarur! Tek bilduği halt ayaklaruni uzatup oturmak!" Farkettiğim tek şey şuydu Süleyman'dan çok güzel yaşlı bir teyze olurdu.
Hani binaların pencerelerinde durup milleti izleyen teyzeler olur ya Süleyman'ın onlardan hiçbir farkı yoktu.
"Süleyman, çok çirkun kari oldun. Senu asla almazdum." Zahir'in alaycı sesiyle gözümden akan yaşı sildim. Gülmekten karnım ağrıyordu Süleyman Zahir'in karısı gibi davrandıkca o kahkahalar çoğalıyordu.
"Sen benu beyenmeyusin!" Dediğinde elinde ki tahta kaşığı Zahir'in kafasına vurdu. Zahir anında başını tuttu ve gözlerini kısarak baktı ona. Süleyman yediği haltı farkedince hızla bıraktı kaşığı.
"Ula ayni kari gibi davranayusin!" Dedi Cafer gülerek ve gözleriyle Zahir'i işaret etti. "Kaç şimduda, kocan saa çok güzel dayak atacaktur."
"Ulan!" Dedi Süleyman birkaç adım geri gidip ve hızlıca saçına koyduğu sarı bezi çıkardı. "Nerde korunma hakları!" Zahir gözlerini kısarak baktı ona. "Korunma haklaruni bilmem, ama ben senu Zahir haklaruyla tanuşturacağum!"
"Zahir hakları mı?" Dedi Süleyman çatarak kaşlarını. "Zahir haklaru." Diye tekrarladı Zahir kendini ona öfkeyle bakarak ardından hızla ayağa kalktığında Süleyman yutkundu.
"Ben bu bakışı tanıyorum!" Dediğinde masanın etrafından dolaşarak çıkışa koştu koşmadan önce üstünde ki önlüğü çıkarıp geri fırlattı böylece onu hızla peşinden takip eden Zahir'in hızını biraz azalttı. Çünkü attığı önlük tam Zahir'in başına denk geldi. Ve bu onu daha çok kızdırdı.
"Gel buraya!" Gür sesiyle bağırıp onu kovaladığında ikiside mutfak kapısından çıkarak gözden kayboldu. Cafer ve ben gülerek birbirimize baktığımızda iki küçük çocuğu izler gibiydik.
Kimse kalmadığı için Cafer menemeni ocaktan aldı. Birkaç saniye sonra içeri Yavuz girerken kaşları çatıkdı. "Yine ne yaptı Süleyman? Kapıdan fırladı peşindende Zahir çıktı."
"Korunma haklaruni arayi." Dedi Cafer gülerek. Hızlıca başımı salladım. "Ama Zahir haklarına denk geldi." Diye devam ettirdiğimde Yavuz ikimizede en saçma şeyden bahsediyormuşuz gibi baktı.
"Hafsa Cafer'in yanında çok durma." Elinde ki ekmeği masaya bıraktı ve sandalye çekip oturdu. "İyice ona benzemeye başladın." Cafer gurur duyar gibi kabarttı göğsünü. "Ne güzel işte." Kolunu omuzlarıma attı ve abi edasıyla kaldırdı tek kaşını. "Kardeş kardeşune benzermuş." Yavuz hafif bir gülüşle bize bakarken ekmeğin ucundan koparıp onu menemene batırdı.
"Ben sana benzemiyorum. Kesin sen evlatlıksın." Cafer kıstı gözlerini ardından baktı bana. "Duyayimisin kocanu?" Hayıflanır gibi nefesini verdi. "Heç terbuyelu değul."
"Bilmez miyim.." dediğimde dilim ekmeklerden birini aldım ve üstüne reçel sürmeye başladım. "Utanmazın önde gideni." Cafer'le birlik olup Yavuz'u gömmeye başladığımızda keyifle izliyordu bizi.
"Ben her halimle harikayım." Dediğinde yine altta kalmaya niyeti yoktu. "Utanmaz halimle daha harikayım." Bardağına çay doldururken tek kaşını kaldırdı alayla. "Elimi sallasam ellisi."
"Kimmiş o ellisi?" Dediğimde gözlerimi kısarak baktım ona. Ellisi? Ben ona elide ellisinde gösterecektim. Cafer keyifle sırıtırken masadan bir börek alıp ağzına tıktı. Yavuz pot kırdığını farketmiş gibi gözlerini dikti bana. Ama sanki beni kışkırtmak ister gibi çaydanlığı bırakıp demide üstüne koydu. Bardağını işaret ve baş parmağı arasında tutarken geri yaslandı.
"Kim olacak?" Kaldırıp indirdi omuzlarını ve bir yudum aldı sıcak çayından. "Ben sadece gerçekleri konuşuyorum. Yani yakışıklıyım, şu endama duruşa baksana? Hangi kız düşmez bana?" Reçel sürdüğüm ekmeği Cafer'e uzattım çünkü iştahım kaçmıştı. Ben bu adamın o kahverengi saçlarını kendi ellerimle tek tek yolardım! Gözlerimi Yavuz'un pişkin suratından ayırmazken Cafer uzattığım ekmeği alıp sırıtarak izlediği sahne karşısında yemeye başladı.
"Hangi kızlar düşecekmiş sana?" Dedim elimde ki bıçağı sıkarken. Yavuz önce bıçağa baktı sonra bana gözlerimde ilk kez gördüğü kıskançlık ona keyif vermiş gibi masumca konuştu.
"Hangi kızlar düşerse düşsün." Çayını bıraktı masaya. "Ben karımdan başkasına düşmeye niyetli değilim." Bıçağı tutuşum hafifçe gevşerken beni bu kadar kolay ele almasına bu sefer izin vermeyecektim.
"Ama elimi sallasam ellisi dedin?" Sırıttı. "Öyle." Bıçağı daha sıkı kavradığımın farkında değildim. "Öyle filan değil!" Kıstım gözlerimi. "Başka kızları filan mı istiyorsun sen? İstiyorsan kapı orda!" Evet onu kovuyordum. Başka kadınlardan bahsedipde beni ezemezdi, bu basit bir şaka olsa bile izin vermezdim.
"Ne kapısı?" Dediğinde irisileri genişledi ve rahat tavrına hızla çeki düzen verdi. "Dış kapı." Dediğimde gayet rahatdım. Bıraktım elimde ki bıçağı ve kollarımı göğsümde kenetledim.
"Başka kız filan istemiyorum ben." Dediğinde süt dökmüş kediye dönmüştü. "Karım yeter bana."
"Elini sallasan ellisi-" sözümü kesti. "Hay elimi! Sallamıyorum elimi filan! Bana karım yeter, o eli sallayacağıma keser atarım daha iyi!" Demek ki Yavuz'un egolu tavırlarını söndüren tek şey onu kovacağım korkusuydu. Kapı orda dediğim anda suçlu çocuklar gibi egosu sönmüş iri gözlerle masum masum bakmıştı bana.
"Hanımci." Dedi Cafer alayla ve ona verdiğim ekmeği sonunda bitirdi. "Nerede eski Yavuz Payidar? Şimdu ki Yavuz oldi kedu kedu!"
"Nasıldı ki eski Yavuz?" Dediğimde Cafer sırıtarak baktı Yavuz'a. "Gecelere akayidi!"
"Ne!" Benim ağzımdan öfkeyle çıkan kelime Yavuz'un ağzından şokla çıkmıştı. Dudakları arasına götürüp çayından içtiği yudumu resmen geri püskürtmüşdü.
"Nerelere akayidi?" Dediğimde şivem kaydı ve Cafer abiyi taklit ettim. "Gecelere akayidi Hafsa! Görmen gerekeyidi bar bar dolanayidi!"
"Lan yapmadım öyle bir şey!" Şüpheli gözlerimle karşılaşan Yavuz iri gözlerle baktı bana. "Hafsa, gözünü seveyim yapmadım öyle bir şey!"
"Dolanayidi ya!" Dedi Cafer abi abarta abarta. "Her gece başka bir kız!"
"Sussana lan!" Yavuz eline geçirdiği kaşığı Cafer'e fırlattığında Cafer hızla başını yana eğdi ve keyifle ağzına bir zeytin attı.
"Senun bu masum kocan var ya bu masum kocan." Dedi Cafer, hızla salladım başımı içimde öfke kaynarken. Ben neden Yavuz'un maceralı hayatından haberdar değildim!
"Karadenuzun en çapkun erkeklerundendu!" Hızla başımı çevirdim Yavuz'a. Çaresiz kalmış bir adam gibi bakarken bana inanmamamı diliyor gibiydi. "Çapkın demek ha?" Kıstım gözlerimi. "Birde bar bar dolanıyordun!?" Sesli bir nefes kaçtı ağzından ve dudakları aralandı şokla.
"Ulan yapmadum deyurim!" Savunmaya geçti. "Yapmadum! Hiçbir yerde dolanmadum!"
"Kedu gibu dolanayudi! Kuyruğuni eve sokamayadik! O saruşun kız çok güzeldu neydu adu?" Dedi Cafer düşünür gibi çenesini sıvazlayarak.
"Sarışın kız?" Ben kahverengi saçlıydım. "Ne sarışını!" Yavuz'a öldürücü bakışlar atıyordum. Bu bakışlarım altında ürkütüğünü anlamak zor değildi.
"Yok sarışun filan!" Cafer eliyle kapattı ağzını ayıplar gibi. "Ne kadar ayip, utanmayimisin kıza yalan söylemeye? İnsan birazcuk azucuk açik sözlü olir." Başını azarlar gibi salladı iki yana ve baktı bana. "Gör kocanun yalanlaruni gör."
"Kocam filan değil o benim!" Dedim masadan kalkarak.
"Anlamadum?" Dedi Yavuz şokla. Cafer yalan mı söylüyordu emin değildim, ya gerçekse? Yavuz'u öldürürdüm! Benim takıldığım şey geçmişi değil, bana böyle harika bir gece hayatı olduğunu anlatmamasıydı!
"Seni geberteceğum Cafer!" Abisini tehdit ederek masadan kalkıp peşime takıldığında ben çoktan merdivenlere yürüyerek yukarı kata çıktım.
"Hafsa!" Peşimden koşması zerre umrumda değildi. Cafer'in dedikleri gerçekse burnundan fitir fitir getirecektim o ayrı bir mesele.
"Gelme peşimden." Trip atıyordum ve bence hakkımdı.
"Dursana!" Ben koridordan yürüyüp odamıza yol aldığımda peşimden hızlı adımlarla geliyordu. "Saa deyurim! İnanayimisin oğa!" Telaşı yüzünden eli ayağına dolanmış şivesi kaymıştı.
"Öyle içten anlatıyorsa demek ki doğru!" Odaya girip direkt olarak koltuğa gidip oturdum. Yüzüne bakmayacaktım ama böyle peşimden koşturması ve çaresiz sesi bana ciddi olduğunu kanıtlıyordu.
"Ne doğrusi!" Koltukta gelip yanıma oturduğunda kaşları çatıkdı. "Bar bar dolanmadım ben." Yanından kalktım ve cama doğru yürüdüm. Yavuz bana yalan söylemezdi bunu biliyordum ama Cafer'in aniden bahsettiği onca şey belki gerçektir duygusuyla bir anlık çökmüştü üstüme.
"Dolanmadıysan neden öyle dedi?" Vücudumu ona çevirirken gözlerim kısıktı. "Gece hayatın filan yok mu yani?"
"Ula yok yok!" Sabırsızca konuşunca başımı omzuma yatırdım. Birkaç saniye izledim yüzünü üstüne suç atılmış bir adam gibi izliyordu beni. Başkası görse onu mahkeme salonunda filan sanardı oysa sadece birkaç küçücük soru soruyordum.
"Madem yok, Cafer abi niye öyle dedi!" Önünden çekilip odanın içinde dolanırken burnundan verdiği öfkeli nefesi duydum. Ben daha ne olduğunu anlamadan yanıma geldi. Bir kolu belime sarıldığında beni birkez döndürdü ve yatağa düşmeme neden oldu.
Düşmenin etkisiyle gözlerimi kapattığımda elinin başımın arkasına denk geldiğini hissettim. Düşerken kafamı yatağın kenarına filan çarpmayayım diye önlemini almış ve beni altına sıkıştırmıştı. "Cafer halt etmuş." Yüzüme yakınken gözlerimin en derinine baktı.
"Kimse yok." İtiraza yer bırakmayan sesi fazlasıyla güven ve çaresizlik doluydu. "Benim bir hayatım yok, Hafsa. Bir tek sen varsın." Belimde ki kolunu ayırdı gözleri derin bir hayranlıkla beni izlerken parmakları usulca gezindi yanağımda. "Senden başka bir hayatım yoktu. Hiç olmadı, kalbim hep seni bekledi."
"Yok muydu yani?" Dediğimde sesimin cilveli çıkmasına güldü. Gözleri gezindi yüzümün her zerresinde. "Yoktu." Eli yanağıma yaslandı. "Kimse yok. Bir sen varsın zalımın kızı." Dudaklarıma yayılan tebessümle ona baktığımda oda gülümsedi ve çene çizgime bir öpücük kondurdu. Baş parmağı usulca yanağımda gezinirken kapattım gözlerimi ve rahat bir nefesin dudaklarım arasından çıkmasına izin verdim.
"Hazırlan hadi." Dedi ardından ve başını hafifçe kaldırıp baktı bana. "Seni dışarı çıkaracağım."
Kaşlarım havalandı heyecanla. "Nereye gideceğiz?" Hızlıca atladım lafa, Yavuz'la bir şeyler yapmak bir yerlere gitmek herhalde şu an bana en iyi gelecek şeylerden biri olurdu.
"Gidince görürsün." Dedi ve alnıma bir öpücük kondurdu güldü ardından. "Ama restoran filan değil, restoran fazla klişe." Güldüm ve kırıştırdım burnumu. "Nereye götüreceksin? Çay ocağına mı?"
"Tavla oynarız karımla, fena mı olur?" Muzip ses tonu ve ifadesi bana kahkaha attırdı. "Oynarız tabi, kocamı mı kıracağım?" Sözlerime karşılık eğlenen bir ifadeyle izledi beni.
Gideceğimiz yer neresiydi bilmem ama Yavuz'la olduktan sonra açıkcası pek umrumda değildi. Onun yanı zaten benim için mutluluktu.
***
Akşam saatlerine geliyordu. Gün içinde Yavuz birkaç işi olduğunu söyleyerek dışarı çıkmış akşam altıda döneceğini söylemişti. Şu an altı olmasına yarım saat kalmıştı. Lüks bir yere gitmeyeceğimiz için fazla özenmemiştim. Sade bir makyaj yapmıştım. Üstüme giydiğim beyaz ince kazağın uçlarını bordo rengi eteğimin için sokmuştum. Üstüme siyah bir ceket giymiş saçlarımın kenarlarından toplayarak arkasını açık bırakmıştım. Eteğin altına giydiğim siyah kilot çorapdı. Ayaklarıma hafif yüksekliği olan siyah botlarımı giymiştim.
Ben buraya geldiğimizden beri alışveriş yapmamıştım. Ama Yavuz bunu bile düşünmüş benim için bir sürü kıyafet sipariş vermişti. Sadece beni değil herkesi düşünmüştü. Şimdi aynanın karşısında kendime bakarken gözlerim arkada yatakta oturan Zerda'ya kaydı. Kedi gibi gelip yanıma sokulmuştu. Çocukkende böyleydi, ne zaman üzülse veya kırgın hissetse benim yanıma koşardı.
Fakat durumu feciydi.
Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Yeşil gözleri resmen rengini kaybetmiş gibi duygusuz ve hissizdi. Bir kolunun altına yerleştirdiği yastıkla sırtını yatak başlığına yaslamıştı. Düşünceli bir şekilde gözleri yatakta dolanıyordu. Abimle yaptığı o kavgadan sonra gözüme hiç iyi gözükmüyordu.
"Zerda." Dedim nefesimi vererek ve adımlarımı yatağa götürerek oturdum yanına. Elimi uzatıp elini avcumun içine aldığımda sesli bir nefesle kapattı gözlerini.
"Her şeyi mahvettim." Kısık bir sesle mırıldandı.
Onu nasıl teselli edeceğimi bu sefer bilmiyordum. Çünkü bir bakıma abim haklıydı. Zerda onun duygularını gördüğü halde hiç saymıştı. Abim ne durumdaydı bilmiyordum. Şu an bana da kızgın olduğuna emindim ama Yavuz'la gittiğimiz mekandan döndükten sonra gidip onunla konuşmam gerekecekti.
"Beni hiç affetmeyecek değil mi?" Dediğinde sesi titrekti. Dolu gözlerini açarak benden bir cevap bekliyordu.
"Affedecek." Dedim sakin bir tınıyla ve küçük bir tebessüm ettim. "Sadece biraz zamana ihtiyacı var." Kelimelerim boşaymış gibi başını salladı ağır ağır iki yana pişmanlığı yüzüne kazınmıştı.
"Affetmeyecek. Çok kırdım, haklı." Gözünden bir damla yaş aktı. "Onu kaybettim." Sesinde ki acı yüreğimi dağladı. Başımı hafifçe yana eğdim ve yatakta ona yaklaştım biraz. Yanında oturarak kolumu omuzlarına doladım ve sırtımı yatak başlığına yasladım. Zerda nefesini verdi ve başını bana yaslayarak kapattı gözlerini.
"Affetireceğim ama ona kendimi." Sesi fazlasıyla kararlıydı. "Tufan haklı Hafsa, duygularımdan kaçtım ama daha fazla kaçmayacağım." Başını hafifçe haraket ettirip yeşil gözlerini dikti bana. "Tufan'ı seviyorum, onu daha fazla üzmek istemiyorum. Beni affetmesini sağlayacağım."
Tufan'a olan aşkını mı kabul etmişti? Şu an evin içinde çığlık ata bilirdim! 14 yaşımdan beri ikisini ikna etmek için çabalayan çenem sonunda bu günlerede şahit olmuştu. Abim zaten bu sabah aşkını kabul etmişti. Şimdi Zerda gözlerimin en derinine bakarak bana abime karşı hisler beslediğini söylüyordu. Genişce gülümsedim ve heyecanla baktım ona.
"Kabul ediyorsun yani?" Dedim kaşlarım havalanırken. "Aşıksın abime?"
"Aşığım." Dediğinde nefesini verdi ve kuruyan dudaklarını ıslattı. "Affetireceğim kendimi ona! Benden öyle kolay kolay kurtulamaz." Gözlerinde ki kararlılık benimde içime cesaret ekledi. Zerda abimi ikna etmeye fazlasıyla hevesliydi. Ve bunu kafaya koyduysa yapacağına emindim. İstediğim tek şey artık birbirlerini daha fazla kırıp dökmeden barışmalarıydı. Çünkü ne Zerda ne de abim birbirlerinden ayrı duramıyordular. Ne zaman bunu yapsalar abim saatli bombaya dönüşüyor Zerda hepimizin başının etini yiyordu.
"Yardım ede bileceğim bir şey olursa haberim olsun." Dediğimde gülümsedi ve kollarını bana doladı küçük çocuklar gibi. "Varsın ya, o yeter. Teşekkür ederim Hafsa. Yanımda olduğun için." Dudaklarımda içi ısıtan bir tebessüm belirdiğinde Zerda'nın sarı saçlarına bir öpücük kondurdum. Yeri geldiğinde o bana anne şefkati gösterirdi bazende ben ona. Tıpkı şu anda olduğu gibi.
Aradan geçen yarım saatden sonra çoktan aşağı inmiştim. Ben merdivenleri inerken kapıdan içeri giren Yavuz'un adımları duraksadı. Gözleri boydan boya gezindi üstümde. Gülümsediğinde ortaya çıkan gamze çukurları şuraya düşüp bayılmama neden ola bilirdi.
Üstünde beyaz ince bir gömlek vardı. Altına giydiği siyah kolsuz yelekin düğmeleri kapalıydı. Onunda üstünden kalçasından biraz aşağı inen siyah bir ceket giymişti. Yeleğiyle aynı renkte bir pantolon vardı üstünde. Kahverengi saçlarını eliyle yana taramıştı. Yüzünde yeni çıkmaya başlayan hafif sakallarına dokunmamıştı.
"Karım yine bugün yüreğime indirmeyi düşünüyor." Dedi alayla ve yanıma yürüdü. Ben son basamağıda indiğinde kolunu belime doladı. "Söylesene yavrum, çok fazla değil mi böylesine güzellik hasarlı bir kalp için?" Yine haylazlığı üstündeydi. Gülerek devirdim gözlerimi ve baktım onun yakışıklı yüzüne.
"Fazla mı?" Dediğimde burnundan verdiği nefesi sahte bir hayıflanma taşıyordu. "Hemde ne fazla, kalbim duracak şurda." Kıstı gözlerini acı çeker gibi. "Nasıl gönlün el veriyor beni böyle zulüm içinde bırakmaya?" Abarta abarta söylediği her kelimeye karşılık güldüm.
"Zulüm mü ediyorum ben sana?" Dediğimde başını eğdi ve dudaklarını boynuma bastırdı. Tüm vücudumun titrediğini hissettim. Ellerim onun omuzlarına tutunduğunda gözlerimi kırpıştırdım. Dudakları tenime dokunduğunda her zerremi yakıyormuş gibi hissediyordum.
"Hemde ne zulüm." Diye fısıldadığında ses tonu hafifçe kalınlaştı. "Öldürüyorsun beni." Hafif çaplı şok üstümden silinirken küçük bir tebessüm ettim. Başını hafifçe geri çekmeden önce bir süre daha öptü orda biz iz bıraktığına emindim.
"Çıkalım mı?" Dedi gözlerime bakarak. Usulca salladım başımı ve onayladım onu. Biraz uzaklaşmak belki de ikimizede iyi gelirdi.
"Çıkalım." Başıyla beni onayladı ve kapıya doğru götürdü. Birlikte dışarı çıktık ve bahçede ki siyah arabaya bindik. Korumalar yerli yerindeydi, hâlâ aklım almıyordu. Zerda onca korumayı nasıl da atlaltıp çıkmıştı. Ama çocukluğundan beri böyle şeylerde ustaydı. Her delikten çıkmayı başarırdı, kilitleri kırmak gibi bir özelliği vardı.
Siyah arabaya yaklaştığımızda Yavuz benim için kapıyı açtı. Bende oturdum, geçen seferde yaptığı gibi kemerimi o takınca sanki bu onun için bir alışkanlık haline gelmişti. Benimle ilgilenmeyi seviyordu. Gülümseyerek önüme baktığımda vakit kaybetmeden arabanın önünden dolandı ve sürücü koltuğuna yerleşti. Kapıyı kapatarak ayağını gaza yerleştirdi. Kemerini taktı ardından arabadan hiç çıkarmadığı anahtarları çevirerek bahçeden çıkmaya hazırlandı.
Nereye götüreceğini çok merak etsemde sormadım. Onu sorularımla sıkıpda hevesini kaçırmak istemedim. Fazlasıyla neşeli ve huzurlu görünüyordu huzurunu hiç bozmadan yol boyu onu izledim. Her geçen saniye kendimi ona çekilirken buldum. Bu adam her şeyiyle beni kendine bağlamayı başarmıştı.
Dakikalar sonra fazla uzak olmayan bir yere vardık. Yaklaşık yarım saatlik bir yolun ardından gayet sıcak bir mekanın önünde durdu araba. Gözlerim mekana kaydı, tahta tableya göz attım ardından geniş bahçeye. Dışarıdan baktığında restorana benzeri bir yerde ama hayır içeride Delalım şarkısı çalıyordu. Yüzüme yayılan geniş tebessümle Yavuz'a döndüm.
"Sıra gecesi!" Dediğimde gülerek salladı başını. "Sıra gecesine mi getirdin beni??" Neşeli çocuklar gibiydim. Oldum olası böyle etkinlikleri çok sevmiştim ama daha önce hiç sıra gecesine katılmamıştım.
"Getirdim." Dedi çocuk heyecanıma gülerek. Ardından indi arabadan benim heyecanım onada bulaşmış gibiydi. Kapıyı açarak inmeme yardım ettiğinde hızla ayaklarımı bastım yere ve indim.
"Böyle sevineceğini tahmin etsem seni daha önce getirirdim." Kıpır kıpır halime bakarken ben güldüm ve elini tuttum. "Demek ki benim hakkımda bilmediğin daha çok şey var."
"Ama öğreneceğim." Dedi kendinden emin bir sesle. "Senin hakkında ne var ne yok hepsini öğreneceğim." Gülümseyerek ona baktığımda eli elimi daha sıkı tuttu ve mekana doğru yürüdü. Yaklaştıkca şarkı seside yükseliyordu. Geniş kapıdan geçip içeri girdiğimizde gözlerim ortamda gezindi. Burda ki bir çoğu insanın Urfalı olduğunu anlamak zor değildi. Birkaç erkek mekanın diğer ucunda yerde oturmuş çiğ köfte yoğuruyordu. Başka bir tarafda kadınlar ellerini birbirine vurarak şarkıya eşlik ediyordu. Mekanın bir başka ucunda şarkı ekipi koltuklarda oturmuş resmen canlı konser veriyor gibiydiler.
Burası harikaydı. Yerler halılarla süslenmişti. Duvarlara asılan nazar boncukları vardı. Küçük küçük masalar vardı. Birkaç kişi yemek yiyor sohbet ediyor bazıları parmaklarını birbirine geçirmiş halay çekiyordular.
"Yavuz!" Orta yaşlı bir adam bize seslendiğinde bakışlarımı oraya döndü. Göbekli 50 yaşlarında saçlarına ak düşmüş bir adamdı. Uzun sakalları vardı. Üstünde mavi gömlek altında siyah pantolon varken gömleğinin üstünden siyah kolsuz bir yelek giymişti.
"Bahri abi!" Yavuz saygı dolu bir sesle bize gelen adama doğru yürüdü. Bende onunla beraber yürüdüğümde yüzümde ki tebessümle etrafa göz atıyordum. "Hoşgelmişsiniz." Adamın şivesinden Urfalı olduğunu anlamıştım. İstanbul'da böyle bir mekan açtığı herhalinden belliydi. Muhtemelen burası ona aitdi ve Yavuz'da onu tanıyordu.
Yavuz eğilip Bahri bey'in elini öpmek istediğinde Bahri bey ona izin vermedi. Hızlıca sarıldılar birbirlerine. "Gittin sanardım." Yüzünde içi ısıtan bir tebessüm vardı. "Çocuklar haber ettiydi geldiğini." Yavuz samimi bir şekilde başını sallarken bana baktı.
"Döndüm kısa bir süreliğine." Elini elimden ayırarak belime yerleştirdi. "Bu sefer karımla geleyim dedim."
"Evlendin mi?" Bahri bey şok içinde bir bana bir Yavuz'a baktığında ben küçük bir tebessüm ettim adama. Nedense böyle durumlarda biraz utanmaktan kendimi alamazdım.
"Öyle, biraz acele oldu." Dediğinde gülmemek için tuttum kendimi. Biraz mı? Fazlasıyla acele olmuştu.
"Neydi acelen bu kadar, bir davet etseydin?" Bahri bey alayla Yavuz'a takılırken Yavuz mahçup bir şekilde nefesini verdi.
"Kusura bakma abi." Gülümseyerek eli belimi biraz daha sıkı tuttu ve çattı kaşlarını hafifçe. "Aile arasında bir düğündü kimseye haber vermeye vaktimiz olmadı." Aile arasında mı? Yalancı. Herkesi tehdit ederek getirmişdi düğüne.
"Takılıyorum." Bahri bey gülümserken çenesinin ucuyla gösterdi masayı. "Geçin hele, bende çocukları gönderecem şimdi." Yavuz salladı başını ve beni masaya doğru götürürken eli belimden ayrılmadı.
"Burası çok güzel." Hayranlıkla sesim dudaklarım arasından çıktığında Yavuz benim için bir sandalye çekti. Çoktan vardığımız masaya oturdum ve oda vakit kaybetmeden önüme geçip oturdu.
"Öyledir." Ön kollarını masaya yaslarken gözleri yüzümdeydi. "İstanbul'da sevdiğim en güzel mekanlardan biri." Işıldayan gözlerim onu bulduğunda beni mutlu görmek onuda gururlandırıyor gibiydi.
"Sık sık gelir misin buraya?" Sorumla usulca salladı başını. "Eskiden çok gelirdim. Bahri abiyle dertleşirdik" Gözlerim bizim masaya yemekler hazırlatan Bahri abiye kaydı ardından Yavuz'a.
"Dert ortağın yani?" Dediğimde usulca salladı başını. "Öyle, birinin derdi düşürdü beni buralara." Dediğinde kaşlarım havalandı. Birinin derdi mi? Kimin derdi? Gözlerim bir kaç saniye ona boş boş bakarken duyduğum şeyi algılamaya çalıştım.
"Kimin derdi?" Soru ağzımdan benden habersiz kaçarken Yavuz bize doğru gelen garsona baktı. Ardından sesli bir nefes verdi garson yemekleri masaya bırakırken rakıyı bırakmasına izin vermedi. "Bunları götür, iki portakal suyu getir." Dediğinde ben merakla onu izliyordum. Normalde içki sevmezdim. Bunuda biliyordu değil mi? Yoksa geldiği gibi o içkileri geri göndermezdi.
"İçmeyecek misin?" Dediğimde sırıttı. "Canım karımla portakal suyu içmek istedi." Bakışlarım yumuşarken bunu benim için yaptığını anladım. Üstelik portakal suyunu çok severdim.
"Peki.." dediğimde Yavuz çoktan masaya gelen kebaplardan birini alıp benim tabağıma koymuştu. "Kimin derdi, söylemeyecek misin?" Benim aklım hâlâ ordayken Yavuz alttan alttan sırıtıyordu. Hayvan herif resmen beni merakta bırakmaya bayılıyordu!
"Bir kızın derdi." Gözlerimi kırpıştırarak ona baktığımda tüm iştahımın kaçtığını hissettim. Yavuz'un daha öncesinde aşık olduğu bir kız mı vardı? Onun derdinden böyle mekanlara mı düşmüştü? İçimi saran kıskançlık hissi kalbime acı gönderdi.
"Hangi kızın?" Dediğimde hareleri benimle kesişti. Yumuşayan bakışlarının altında yılların özlemi ve acısı vardı. O kız için ne kadarda acı çekmişti öyle..bunu gözlerinde görüyordum. O kız her kimse Yavuz onu gerçekten sevmişti değil mi? Beni öyle seviyor muydu acaba? Kalbimin kırıldığını hissediyordum.
"Çok mu seviyordun onu?" Sesimin sessiz çıkması yumuşak bir tebessüm belirtti yüzünde. "Çok." İçi gider gibi mırıldandığında tüm dünyanın rengi soldu benim için. Yavuz'un başka bir kız hakkında böylesine içli içli konuşması beni resmen yerden yere vurdu.
"Hâlâ.. seviyor musun?" Korkarak sorduğum soruya karşılık gözlerimin en derinine baktı. Sanki bana bir şeyler anlatmak istedi. Kendisi susuyordu, ama gözleri büyük bir keder ve acıyla bağırıp çağırıyordu.
"Hâlâ seviyorum." Dingin çıkan bir sesle kapattı gözlerini ve birkaç saniye sonra geri açtı. "Hâlâ kalbim onun için atıyor." Tüm dünyamın başıma yıkıldığını hissettim. Boğazıma takılan nefes gözlerimin ardını yakmaya başladı. Bende onun için bir heves miydim? Bana bunları anlatmak için mi bir sıra gecesine getirmişti? Canım çok yanıyordu.
"Ne diyorsun Yavuz?" Sesim hafifçe titrerken baktım ona. "Gerçekleri söylüyorum. Kalbim hâlâ onun için çırpınıyor." Her kelimesi yüreğime yumruk gibi inerken parmaklarımı avuç içlerime doğru kıvırdım.
"Başka birisini seviyorsan neden bana beni sevdiğini söyledin?" Sesimin hafif öfkeli çıkmasına engel olamadım. "Beni buraya bunun için mi getirdin? Ne bu? Ayrılık konuşması mı!" Elimde değildi. Daha bu sabaha kadar beni sevdiğini söylerken şimdi başka bir kadından gözlerimin içine bakarak nasıl bahsede bilirdi.
"Başka birisini sevdiğimi hiç söylemedim." Sesi çaresizlik taşıyordu. Hafifçe eğildi öne doğru ve baktı gözlerime. Kehribar hareleri bana çığlıklar atıyordu. Susmuyordu. "Ne demek istiyorsun?"
"Gör beni Hafsa." Fazlasıyla cılız çıkan sesi yutkunmama neden oldu. Gözlerinin hafifçe ışıldaması göz pınarlarını zorlayan gözyaşlarındandı. "Beni bir aylık bir adam olarak değil, yedi senelik bir adam olarak gör." Sözlerini önce algılayamadım. Ama sonra yavaş yavaş çöken omuzlarım bana onun ne demek istediğini anlatmaya başladı. Usulca aklıma kazınan her kelimeyi ölçüp tarttım. İşte o an dünya durmuş gibi hissettim.
O kız bendim.
Yavuz'a kör olan, onu görmeyen kız bendim.
Bu gerçeğin farkına varmak yüzüme bir tokat gibi çarptı.
Yedi sene.
Koca yedi sene.
Şoku tüm vücuduma yayıldı. Dudaklarım hafifçe aralanırken karşımda ki adama ilk kez böylesine derin baktım. Ben ona ulaştığımı sanarken, onu tanıdığımı sanarken aslında Yavuz'u tanıdığım ilk yer bu mekandı. Gerçek Yavuz'u ben bugün bu mekanda ilk kez tanıdım.
"Benim?..." Kelime ağzımdan öyle sessiz çıktı ki ben bile duyamadım. Yavuz gözlerimden gözlerini ayırmazken ağır ağır salladı başını.
"Sensin. Hep sendin." Artık her şey daha anlamlı gelmeye başlamıştı.
Neden beni daha tanımadan öylesine yardım ettiği. Neden bana öyle baktığı, ilk zamanlar beni şoka sokan iyilikleri. Güzel sözleri, derin bakışları. Şefkat sandığım aşkı. Ben onun aşkını bunca zaman şefkat zannetmiştim. Nerdeyse ağlayacaktım. Önümde ki adama böylesine acı mı vermiştim? Ben onu sevdiğimi sadece son bir iki haftada idrak ederken o yedi sene her gün beni mi sevmişti? Bu çaresizliğin ismiydi.
Çaresizlik Yavuz'du.
Ve ona bu çaresizliği yaşatan bendim.
Üstünden koca bir yük kalkmış gibi bana bakan adam utanmasa bunca insanın içinde ağlayacak gibiydi. Benim de ondan aşağı kalır yanım yoktu. Acı çekiyordum. Yavuz onca sene benden habersiz beni sevmişti. Ondan diyordu yedi sene.
"Bana söylemedin." Sesim fazla titrek çıkınca dudaklarından sessiz bir gülüş kaçtı. Nefesini vererek gözlerini masada gezdirdi.
"Öyle yaktın ki kalbimi, söyleyecek cesaretim yoktu Hafsa." Bu sefer yüzüme bakmaya cesaret edemedi. Başı önüne eğilmiş kolları masaya dayalıyken sesi binlerce duyguya boğulmuştu.
"Neden çıkmadın karşıma?" Yavuz'a parası için aşık değildim. Yüzü veya da sahip oldukları içinde aşık değildim. Ben Yavuz'a Yavuz olduğu için aşıktım. Kalbine aşıktım. İçinde taşıdığı o canavara bile aşıktım. Daha ne olduğunu, nasıl bir vahşiliğe sahip olduğundan haberdar olmadığım o canavara bile.
"İstanbuldan döndüm, senin için." O günleri düşünür gibi sanki aynı heves çöktü yüzüne. "Çıkacaktım karşına, düğün haberini alana kadar." O gün ne kadar acı çektiğini anladım. Çünkü hevesi silinip yok oldu, acı üstüne bir kabustan farksız çöktü. Gözlerini kaldırdı Turkuaz harelerime ve ben o an yerin dibine girmek istedim.
Yavuz'un en büyük acısı bendim. Daha önce bana babasını anlatırken bile canı bu kadar yanmamıştı. Bana o soğuk depodan bahsederken bile böylesine titrememişti. Ama düğün haberim onun üstüne öyle bir çökmüştü ki acısı tazeydi. O gün beni kaybede bilirdi, ve bu ihtimal ona fazlaydı. "Ama burdasın." Dediğinde o acıyı gömerek baktı yüzüme. Ardından gözleri gezindi her zerremde. Sanki burda olduğuma, onun yanında olduğuma ikna etti kendini.
"O gün senden vazgeçtim. Ve senden vazgeçtiğim an öyle bir güzellikle çıktın ki karşıma." Gözlerim dolarken yüzünü izledim. Bana hayran dolu bakışlarında kaybolup gittim. "Yedi seneye değdi, Hafsa." Elini uzattı ve masanın üstünde ki elimin üstüne koyduğunda dudaklarım arasından sessiz bir nefes kaçtı.
"Seni beklemeye değdi." Gülümsedi. "Değil yedi sene, tüm ömrümü versem senin için değer."
Gözümden akan bir damla yaşla ona baktım. Benim için ne kadar çok şeye katlamıştı. Oysa ben bunlardan haberdar bile değildim.
Yavuz benim için görünmezdi.
Ve ben bunca sene ona kör olmuştum.
Daha fazla olmayacaktım. Yavuz'u bir daha o acı içinde kıvrandırmayacaktım.
Bundan sonra ona bakış açım bir hayli değişti. Yavuz beni geçici bir heves olarak değil, yıllarca ömrünü adadığı kadın olarak görüyordu. Kalbimi ısıtan bir cümleydi bu.
O gece mekanda harika bir gece geçirdik. Yemek yedik, sohbet ettik. İlk kez o an gerçek bir karı kocaymışız gibi hissettim. Öyleydik. Yavuz ve ben gerçek bir evlilik yapmıştık, mutluyduk. Ve aşıktık.
Yüzümü güldürmeye çalışıyordu. Ve bunu başarıyordu. Bana dünyanın en mutlu kadınıymışım gibi hissettiriyordu. Ve ben dünyanın en mutlu kadınıydım. Yavuz gibi bir adama sahip olduğum için.
Halay çektik, hemde dakikalarca. Şarkılara eşlik ettik. Sırf ben seviyorum diye dört bardak portakal suyunu rakı içer gibi içtik. Yavuz benimle çocuk olmayı seviyordu. Kaybettiği gençliğini bulur gibi her bana baktığında gözlerinin içi gülüyordu. Bense içimde bir yerlere gömdüğüm o ürkek kız çocuğunun onun kollarında umudu bulmasına izin veriyordum.
Yemekleri bitirmiş portakal sularımız yudumlarken beşinci bardağı içiyorduk. Kesin sonrasında midemiz bozulacaktı ama pek umrumuzda değil gibiydi. Şarkılar değişti ve Akşam olur karanlığa kalırsın şarkısı çaldığında gözlerim şarkının çalındığı kısıma kaydı. Bu şarkıyı ne zaman duysam beni geçmişe götürürdü. Annemin en sevdiği şarkıydı, ve çocukken bunu bize sürekli söylerdi. Annemin sesi çok güzeldi, kendini bana her yerde hatırlatan kadın bu gece bir sıra gecesinde hatırlatmayı seçmiş gibiydi. Şarkıyı dinlerken dudaklarıma yayılan özlem dolu tebessüm annemin kokusunu bir kez daha burnuma getirdi.
"Ne oldu?" Yavuz'un sorusuyla ona baktım. Bardağımı masaya bıraktım ve küçük bir çocuktan farksız kalkıp indi omuzlarım.
"Annemin en sevdiği şarkıydı." Gözlerim bir kez daha ekipe kaydı, ardından Yavuz'a. "Ben çocukken, çok söylerdi." Annemden Yavuz'a pek bahsetmezdim. Ama öldürüldüğünü bilmeyen yoktu eminim bunu Yavuz'da biliyordu.
Birkaç saniye gözleri izledi yaşlı gözlerimi. Ardından hafifçe haraketlendi sandalyesinde. Dirseğini sandalyenin başına yasladı ve hafif yana olacak şekilde oturdu. Beklemediğim bir şey yaptı. Benim için şarkıyı söylemeye başladı.
"Akşam olur karanlığa kalırsın.." ilk kez onun dilinden böylesine uzun bir şarkı dinleyecektim. Ama türkü söylerken sesinin ne kadar hoş olduğunu duymak beni biraz şaşırttı. Sesi sandığımdan bile daha iyiydi. "Derin derin sevdalara dalarsın..oy gelin gelin..sevdalı gelin. Öldürdün beni." Sözleri bana hitaben dudaklarından çıkarken güldüm hafifçe ve bir elimle saçlarımı ittim geri. Arkama yaslanıp onu dinlerken bu sefer içi gider gibi bakan bendim.
"Beni koyup yad ellere varırsın..sana zulüm bana ölüm değil mi?" Gözlerini kapatıp hafifçe sesini yükseltiğinde kaptırdı kendini şarkıya. "Oy gelin gelin..sevdalı gelin öldürdün beni." Ağırca açıldı gözleri ve baktı gözlerime. "Oy gelin gelin..sevdalı gelin..öldürdün beni.." gözümden akan bir damla yaşı sildiğimde onu izlemeye devam ettim. Beni mutlu edecek her şeyi yapıyordu.
"Kaçak gelin." Dedi sitem eder gibi ve elini uzatarak sildi gözümden akan yaşı. "Ağlamandan nefret ediyorum." Eli yanağımda kalırken gülümsedim ve dokunuşuna yaslandım.
Ardından mekanda yükselen alkışları duyduk. O ana kadar herkesin bizi izlediğinin farkında bile değildik. Yavuz'un biraz utanarak hafifçe başını sallayıp alkışları kabul ettiğini farkettiğimde güldüm.
"Utandın!" Kıstı gözlerini ve baktı bana. Parmağını saçıma dolayıp onu acıtmayacak bir şekilde alayla çekiştirdi. "Kocanın yediği her haltı yüzüne mi vuracaksın?" Güldüm ve itekledim elini. "Yapacağım!" Beni azarlar gibi başını salladı iki yana ardından etrafa bir göz attı kolunda ki saate baktı.
"Dönelim mi?" Yeterince geç olmuştu. "Olur." Dedim masadan kalkarak.
Yavuz Bahri abiyle vedalaştı. Adamcağız tüm gece gönlümüzü hoş tutmak için her şeyi yapmıştı. Çıkmadan önce hesapı ödedik Bahri abi ne kadar kabul etmesede Yavuz zorla kabul ettirmişti. Beraber çıktık mekanda. Elim onun elini sıkıca tutarken kendimi hiç hissetmediğim kadar huzurlu hissediyordum. Park yerine yürürken gökyüzünde beliren yıldızları izledim.
Umarım annem bunu görüyordur. Çünkü ben çok mutluydum, aynı onunda istediği gibi. Sevdiğim adamla çok mutluydum.
"Yavuz." Dedim elimi elinden çekerek ve ona sırnaşarak girdim koluna. "Söyle güzelim." Dediğinde kolunu omzumlarıma sardı ve beni göğsüne yakın tuttu.
"Kendimize bir ev alalım mı?" Dediğimde kaşları havalandı. Başını eğerek baktı bana. "Bize ait bir ev mi?" Hızlıca salladım başımı. "İkimize ait bir ev." Bu fikir hoşuna gitmiş gibi mırıltılar çıkardı.
"Sana ve bana ait bir ev." Dediğinde sanki bunu çoktan düşünüyormuş gibiydi. "Alalım Hafsa, senin istediğin gibi olsun. Mobilayaları sen seç, rengini bile sen seç. Odaları senin istediğin renge boyayalım. Karım ne isterse o olsun."
"Mavi renge boyayalım duvarları!" Dedim hevesle. Çocuk hevesime güldü ve tek kaşını kaldırdı alayla. "Çocuklarımızın odası ne renk olsun?" Gözlerim genişlerken kızaran yanaklarımla baktım ona.
"Çocuklarımız?" Hızla salladı başını. "Öyle. Çocuklarımız, çocuklarımız olmayacak mı?"
Gördüğüm rüyayı hatırladığımda pat diye çıktı isim ağzımdan. "Yekta olsun." Baktı yüzüme. "Ne Yekta olsun?" Anlamadı. Öyle pat diye söylersem anlamaz tabi! "Çocuğumuzun adı diyorum, Yekta olsun." Sırıtarak durdurdu adımlarını. Bir adım atarak geçti önüme. "Yekta." İsmi dilinde yuvarladı ve usulca salladı başını. "Yekta olsun."
"Ama nerden geldi aklına?" Dediğinde gülümsedim. "Rüyamda gördüm." Kaşları havalandı. Ardından dudaklarına haylaz bir sırıtış yayıldı. "Bak şu işe, rüyalarında ki Yavuz benden daha mutlu!" Kahkahayla başımı geri attım ve ellerimi onun omuzlarına koyarak kollarımı boynuna doladım.
"Bence bu Yavuz daha mutlu." Rüyamın sonu hiç iyi bitmemişti. "Rüyalarında ki Yavuz benden 2-0 önde karıcım, onu nasıl yapacağız? Şartları eşitlememiz lazım."
"Fırsatçı!" Dediğimde kolları belime dolandı. "Ben sadece karıma düşkün bir adamım."
"Sen bir fırsatçısın." Onu kınar gibi çıkan sesime karışılık sırıttı. "Belki öyleyim." Başını eğdi ve alnını alnıma yasladı. Burnundan verdiği nefes çarptı yüzüme. "Ve sana aşığım." Gülümsedim ve ona daha sıkı sarıldım. "Bende sana.." birkaç saniye kaldı öyle ardından başını çekerek geri baktı bana.
"Birkaç güne Karadeniz'e dönmemiz gerek." Onu dinledim dikkatle. "Narin'le konuşmam gerek, bu gece seni buraya getirdim Hafsa. Çünkü seninle güzel bir gün geçirmek istedim. Ama bundan sonrası nasıl olacak bilmiyorum." Konuşması az önce ki tavrına kıyasla bir hayli ciddiyet taşıyordu. "Tehlikedeyiz Hafsa, ve böyle bir günü bir daha ne zaman geçire biliriz bilmiyorum. Çok düşman var ve hepsi tahtımıza göz dikmiş durumda." Bir elini kaldırdı ve itti saçlarımı geri.
"Bizi güvende tutmam gerekecek. Savaşmam gerekecek." Gözlerimin en derinine baktı. "O evi alacağız sana söz veriyorum. Bir yuvamız olacak." Eli yanağıma yaslanırken küçük bir çocuğa anlatır gibiydi. "Ama bana biraz zaman ver." Gülümseyerek salladım başımı. Onu zorlayacak değildim, nasıl bir karmaşanın içinde olduğumuzun farkındaydım.
Ve ben bu yolda Yavuz'a sadece destek olacaktım.
"Güzel." Alnıma bir öpücük kondurmak için eğildi ve birkaç dakika dudaklarını tuttu orda. "Senin için her şeyi yaparım Hafsa." Sesi koruma iç güdüsüyle dolup taşmıştı. "Her şey senin için."
Beni güvende tutmak için son kanına kadar savaşırdı. Çünkü dün gece bana söylemişti, ne beni ne de başka birini kaybedecek gücü yoktu. Bu yüzden savaşacaktı, sonuna kadar direnecekti. Yavuz bizim için direnecekti ve ben elimden geldiği kadar onun yanında olacaktım.
Çünkü farkındaydım, Yavuz ben olmadan bu yolda devam edemezdi. Ve ben o yolda Yavuz olmazsa kaybederdim.
*****
Bölüm sonu.
Ağlayacağım shjahshs ay o mekan sahnesinde nerdeyse ağlayacaktım. Arkadaşlar Yavuz yedi senesini itiraf ederken neden ben üstümden koca bir yük kalkmış gibi hissediyorum acaba?
Bu adam hepimizi mahvediyor🤫
Fazla duygulanarak yazdığım bir bölüm oldu ve sonuna geldik gelecek bölümde tekrar burda görüşmek dileğiyle efenim.
Son olarak bir küçük uyarı, yine Whatsapp kanalımdan habersiz olan okuyanlarım var çünkü attığım uyarı bölümünü görmemişler sanırım.
Arkadaşlar Wattpad'dan link göndermek olmuyor, yapmak istediğimde arıza veriyor. Bu yüzden tiktok hesabımdan benimle iletişime geçe bilirsiniz ordan linki istediğinizde gönderiyorum.
Güncellemeleri ordan yapacağım. Bu yüzden takip ederseniz çok sevinirim.
Tiktok hesabım; Selinle_elfidame.
Şimdilik Allah'a emanet görüşürüz 💖💛
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |