
Yazar.
7 gün önce.
"Böyle devam edersen birkaç haftaya kalmaz ağrıların bile olmadan tamamen yürürsün. Artık değneklere bile gerek kalmaz." Doktor Levent yüzünde derin bir tebessümle önünde ki adamı izliyordu. İçinde gurur hissi giderek kabarıyordu. Sonuçta hastası uzun yıllar ardından istediğine ulaşmış iyileşmeye başlamıştı. Eskiden bir sandalyeye mahkum olan adam bugün burda büyük bir başarı elde ediyor adımlar atıyordu.
Elleri yürüyüş barının demirliklerine tutunmuş kendini adımlar atmaya zorlayan adam doktor konuşunca kaldırdı başını. Yüzüne yerleşen tebessümle birkaç kırışıklık belirdi yüzünde.
"Sağolasın doktor." Sesi minnet doluydu. Doktor Levent kendisine bu yolda epeyce yardımcı olmuş her adımda yalnız bırakmamıştı kendisini. Fizyoterapi odasının kapısı açıldı, ardından her gün duyduğu o 40-lı yaşlarında ki ses çınladı kulaklarında.
"Vay anam babam vay!" Duyduğu sesle elleri daha sıkı kavradı demirlikleri. Başını omzunun üstüne çevirip içeri giren adama baktı.
"Devran'ım!" İçeri giren adamın sesi büyük bir hayranlık ve şefkat barındırıyordu. "Yürümüyor koşuyorsun resmen bugünleride mi görecektik?" Devran dudakları arasından kaçan bir gülüşle birkaç adım daha attı yürüyüş bandının sonuna gelmek için. Doktor Levent'in yardımlarıyla tekerlekli sandalyeye oturduğunda hâlâ kemiklerinde derin bir sızı hissediyordu. Yürüye biliyordu aslında, ama çabuk yorulduğu için biraz daha zamana ihtiyacı vardı.
"Daha çok günler göreceksin." Sırtını yasladı geri ve sesli bir nefes verdi. Kahverengi hareleri önünde ki buz mavisi gözlerle kesişti. "Ne yaptın, halletin mi?" Dediğinde doktor Levent bunun özel bir konuşma olduğunun farkındaydı. Uzun yıllardır Devran'a yardımda etse her zaman böyle konularda iki arkadaşı yalnız bırakır sessizce terkederdi odayı. Yine aynı şeyi yaparak iki yakın dostu yalnız bıraktı.
"Halletim." Dedi adam ve nefesini vererek yasladı dirseğini koşu bandının demirine. "Yaşadığını çoktan anlamış. Terketmiş evi."
"Söylemiştim." Devran'ın sesi dalgın çıkarken gözleri boşluğu takip etti. Düşündü birkaç saniye ardından geri baktı mavi harelere. "Nasıldı?" Kardeşlerine duyduğu özlemi gizleyemedi. Gözlerine bir miktar acı erişti bunu gizlemeyede çalışsa yapamazdı. Karşısında ki adam onu öyle iyi tanıyordu ki biliyordu Devran'ın ne kadar acı çektiğini.
"Kavgadan sonra hastaneye yatırmışlar." Ağzından çıkan cümle Devran'ın yüreğine korku saldı. Yavuz'un düğününde başlattığı savaşın farkındaydı. Belki Yavuz bilmiyordu, ama Devran Yavuz'un oynadığı oyundan bile haberdardı.
Yavuz'un aksine Devran yedi senedir kardeşinin her bir hareketini izlerdi. Cafer'inde Yavuz'unda peşine birer adam takmış her saniyelerinden haberdardı. O gece o düğünde yaşananların bir tesadüf olmadığını biliyordu. Yavuz kendi katilini düğüne davet etmezdi. Kemal'i o düğüne çağırdıysa istediği bir şey vardı. Bir gerçek istiyordu, ve Devran o gerçeği göz göre göre kardeşinin kulağına fısıldamıştı. Bile isteye oynadığı oyunların ortaya çıkmasına izin vermiş o gece Kemal'in kalbine bir kurşun sıktırarak yaşadığını belli etmişti.
"Ne oldu?" Temkinli sesinin arkasında endişe vardı. Adam hızla sezdi bu endişeyi ve nefesini verdi.
"Sordurttum adamlara, hemşirelerden birine sorduk. Stres kalbini tetiklemiş." Bunları duymak Devran'ın kalbinde ki acıyı körükledi. Bir intikam istiyordu, ama bu yolda kardeşlerinden birine zarar gelmesini göze alamazdı. Yutkundu sertçe. Hafifçe irkildi yerinde ve tuttu nefesini. Yıllar önce kardeşi ilk kalp krizini Devran'ın kollarında geçirmişti. Yine aynı şey olur ihtimalindendi Devran'ın bu korkusu.
"Bir şey olmadı de.." hafif çaresizlik sesine yansırken adam salladı başını iki yana. "Olmamış, endişelenme." Güven vermeye çalışan bakışlarıyla dikti gözlerini Devran'ın gözlerine. Şimdiye kadar kardeşi gibi gördüğü bu adama hiç yalan söylemişti bundan sonrada asla söylemezdi.
Tuttuğu nefes kaçtı dudakları arasından. "Cafer nasıl?" Merakla sorduğunda adam nefesini verdi.
"Her zaman ki Cafer Devran'ım en son Tufan'la didişiyordu." Dediğinde güldü Devran. Cafer her zaman bildiği Cafer'di. Özlemişti ortancı kardeşinin zevzek şakalarını. O aileye ait özlediği iki kişi vardı. O ailenin iki masumu vardı.
"Hiç değişmiyor." Devran sesli bir nefes verirken gizleyemedi gözlerinde ki özlemi. Tekerlekli sandalyesini masanın yanına itti ve pet şişeyi aldı eline. Kapağını açtı su ihtiyacını gidermek için. "Atasoy çocuk yurdunu ne yaptınız?" Şişeyi kafasına dikerken adam ayırdı dirseğini demirden ve dikleştirdi başını.
"Henüz yok ortada bir şey." Kaldırıp indirdi omuzlarını. "Hafsa gelip almadı yetimhaneyi."
"Alacak." Devran kendinden fazla emindi. Yanılmıyordu, Hafsa şimdilik kafası karıştığı için durmuş ola bilirdi ama o kız dişli bir kızdı. Annesinden kalma bir yurdu geride bırakacak değildi. Ne o yapardı, ne de Tufan.
"Ama Yavuz benzetmiş Mustafa'yı." Dedi adam gülerek ve baktı Devran'a. "Alnında bir dikiş izi bırakacak gibi duruyor." Devran dudaklarına yayılan sırıtışa engel olamadı. "Kimin kardeşi." Bitirdiği küçük su şişesini çöp kutusuna fırlattı ve tam isabet içine düşmesine sebep oldu. "Çoktan çökmüştür milletin canına, karısına kim böyle bir iyilik yapıyor merak ediyor." Alayla yasladı başını geri. "Bizden bir hatıra olur Mustafa'ya, boşver." Adam gülerek salladı başını ve Devran'ın yüzünü izledi. Devran'ın sormak için kıvrandığı soruyu yüzüne kazınan meraktan anlıyordu. Canı yandığı için konuşamıyordu.
"Sormayacak mısın?" Kısık sesi merak doluydu. Devran yüreğini sızlatan acıyla yutkundu. Gözleri gezindi boş boş tavanda ardından harelerini indirdi adamın yüzüne. "Nasıl?"
"Kızın mı? Narin mi?" Devran kapattı gözlerini ve sıkıntıyla sıktı dişlerini. Kardeşi dediği bu adam her seferinde bu soruyu sormak zorunda mıydı? Açık yarasına tuz basıyor nerde duracağını bilmiyordu.
"İkiside." Dedi gözlerini açıp karşısında ki adama bakarak. Sesinde derin acı gözlerinde intikam ateşi vardı.
"Narin her zamanki gibi.." birkaç adım attı adam odanın içinde. "Özlem, biraz daha büyüdü." Devran dudaklarına yayılan küçük bir tebessüme engel olamadı.
Ayrı kaldığı kızından yedi sene önce haberdar olmuştu. Narin'in bir çocuğu olduğunu duyduğunda dünyalar onun olmuştu. Narin o kazadan bir hafta önce hamile olduğunu Devran'a söylemişti. Ama Devran'dan bir parçayı kaybetmek istememişti. Devran'da buna izin vermemişti. Sadece birazcık sabırlı olmasını istemişti. Ve eğer o kaza olmasaydı, iki gün sonra kaçacakları açık bir gerçekti. Ama o gece yaşanan kaza Devran'dan her şeyini almıştı.
Gözlerini açar açmaz ilk işi Kemal'in her hareketini izlemek ve kardeşlerinin peşine adam takmak olmuştu. Bu yardımları ona sağlayan gözlerinin içine baktığı ve şu an karşısına dikilen adamdı.
Devran öldü gibi gösterildiğinide sevdiği kadının karnında ki çocuk sadece iki haftalıkdı. Narin'in nasıl olduğunu Devran'a haber veren Kemal'in evine soktuğu korumalardan biriydi. Kazadan dokuz ay sonra o gece dünyaya gelen kız çocuğu başka bir adama ait değildi. Devran'ın kızıydı. Devran bundan adı kadar emindi. Narin'e kendisinden başka kimse dokunmamıştı.
Ama o gece dünyaya gelen kız çocuğunu Kemal evinde istememişti. Bir sene saklanan hamileliğin ardından bebek daha iki aylıkken Narin'in kollarından alınmış Payidar ailesinin kirli konağına verilmişti. Öz babasıyla Kemal kendi aralarında anlaşmış Devran'dan kalan son hatıraya sahip çıkmıştılar. Mahir ilk zamanlar Özlem'in kendi torunu olmadığını iddia etsede yapılan bir DNA testi sonucu gerçekler ortaya çıkmıştı. Devran sevdiği kadından hiç şüphe etmemişti, ama babası kendisinin aksine büyük bir şüphe taşımıştı. Daha sonra ortaya çıkan gerçeklerle torununu kendi evine almış. Kendi kızı gibi büyütmüştü.
Herkese bunu böyle yutturmuştu. Öz oğullarına bile. Mahir Payidar için bu zor olmamıştı. Abisinin katilini bulmak için deli gibi çalışan Yavuz babasını dinlememiş bu konuyla kafayı bozmuştu. İstanbul'a gitmişti. En iyi komserlerle görüşmüştü, dedektifler tutmuştu. Bu sırada İstanbul'da bir şirket kurmuştu. Bunu yaparken Cafer'ide peşine takmıştı. Zahir ve Süleyman'da hiç çekinmeden Yavuz'un peşine takılmıştı. Koca bir sene boyunca İstanbul'da yaşamıştılar.
Orda kendi şirketini kurmuş, bir sene içinde tadilatlarını bitirmişti.
İşte o sırada Özlem, Payidar konağına getirilmişti. Yavuz'la Cafer'e bu konu hakkında tek kelime edilmemişti. Devran'ın gizli aşkından habersiz olan iki kardeş bu yüzden hiçbir şüpheye kapılmamıştı. Sadece küçük kız kardeşlerini gördüklerinde büyük bir şok yaşamıştılar.
Bahaneyse şuydu. 'Şirketin tadiratlarıyla uğraştığınız için size bir şey söylemedik'. Çünkü böyle bir durumda Yavuz annesini yalnız bırakmaz Karadeniz'e dönerdi. Annesine düşkündü. Üstelik 50 yaşında bir kadının hamileliği bir hayli riskli olurdu. Sırf bu yüzden yalanı oğullarına yutturmak Payidar ailesi için zor olmamıştı.
Devran biliyordu. Yavuz kendisinin ölümünden sonra bir gün olsun durmamış abisinin katilini aramıştı. Katili Kemal'di. O gece frenlerinin kesilmesi tesadüf değildi. Can verdiği o araba kazasında hiçbir şey tesadüf değildi. O arabadan kendisini kanlar içinde çıkaran Yavuz'du. Zayıflayan nabzını ani yaşadığı şokla duyamayan Yavuz'du. Ama o gece can veren Devran değildi. O gece o hastanede can veren bir başkasıydı. O gece gözlerini açar açmaz doktordan bunu gizlemesini istemişti. Sakat kaldığını öğrendiği an ortaya çıkmanın bir anlamı yoktu onun için. İlk olarak mavi gözlerin sahipini aramıştı. Yardım istemişti. Ve kardeşi dediği adam onu geri çevirmemişti.
Çıkamazdı kimsenin karşısına. Zaten ilk bir sene sedyeye mahkum kalmıştı. Ama son altı senede içinde körüklenen intikam ateşi onu tekrar ayağa kalkmaya itmişti. Devran Payidar savaşmayı seçmişti. Çünkü ondan alınan sadece aşkı değildi, ondan kızının ilk adımları çalınmıştı. Ağzından çıkan ilk kelimeler çalınmıştı. Kızının kokusunu bile bilmiyordu. Nasıl kokuyordu acaba, hep bunu merak etmişti. Kızı nasıl korkuyordu acaba? Kesin annesi gibi. En azından Devran böyle avutmuştu kendini.
Hem aşkı için savaşıyordu. Hemde ondan çalınan hayalleri için. Kızı için. Durmayacaktı. Çünkü kimse bu saatden sonra onu durduramayacaktı.
"Al tüm şirketleri." Dediğinde sesi büyük bir kararlık taşıyordu. Nefesini verdi ve yaslandı arkasına. "Nadir'in istediğini yaptınız mı?" Nadir Devran'ın sırtını yasladığı ikinci kişiydi. İlki bu mavi gözlerin sahipiyken ikincisi 50 yaşlarına yaklaşan Nadir'di. Bir abi gibiydi Devran için. Ve Devran kadar oda bir intikam istiyordu.
"Tarık mı?" Dedi adam ve rahat bir tavırla burnundan kaçtı sesli bir nefes. "Sıktılar kafasına, biraz bekleyelim dedik resmi göndermek için."
"İyi yapmışsınız." Devran ağır ağır salladı başını ve kapattı gözlerini. "Fazla strese sokmayın, biraz bekleyin öyle gönderirsiniz." Gelişi güzel konuştu. "Gömün bir yere gitsin şerefsizi, zaten gereğinden fazla yaşadı." Sesinde pişmanlığın tınısı yoktu. Ona göre genç bir kızı nikah masasında bıraktığı için yeterince haketmişti bu cezayı.
"Biliyorum kızacaksın ama.." Önünde ki adam anlayan gözlerle izledi Devran'ı. "Emin misin Devran? Biliyorsun..anlıyorum intikam istiyorsun ama Yavuz'u harcamıyor musun?" Bu sorusu endişesindendi. Cafer'inde canı yanardı elbet ama tüm bu olaylara şahit olacak her şeyi dibine kadar araştıracak tek bir kişi varsa oda Yavuz'du. Bu adamın umutu inatı bir illet gibiydi. Yedi sene kim arardı ölmüş abisini? Cafer bile bundan vazgeçerken Yavuz hiçbir zaman vazgeçmemişti. Bu yolda Kemal'le karşılaşmayı göze almıştı. Çocukluğunun canavarını karşısına alıyordu, abisini bulmak için.
"Ben kimseyi harcamıyorum!" Devran öfkeli bir nefesle açtı sıkıca kapattığı gözlerini. "Bu oyunlarda en çok onun canı yanacak bu doğru! Ama ben kardeşimi harcamıyorum, canı yanacak çünkü inandığı her yalan bir bir gün yüzüne çıkıyor her şeyi öğrenmek için geç bile kaldı." Devran'ın kararlı gözlerini farkeden mavi hareler afalladı.
"Alın şirketleri." Üstüne bastırarak konuştu. "Her şeyi, babamın elinden her şeyi alın. Aynı şekilde bunların hepsi Kemal'ede uygulanacak. İkisinde adım adım mahvedeceğim! Her ikisinide diri diri yakacağım ve vicdanım bile sızlamayacak." Sert sesinde nefret vardı. "Onları azar azar mahvedeceğim, benim derdim kardeşlerimle değil, bu yolda ölmeyecekler. Yavuz'da Cafer'de iyi olacak." Dikleştirdi başını duygusuz gözlerle. "Ama o ikisi bana yaşattığını misliyle yaşayacak, ve en sonunda ikisi içinde kazdırdığım mezara girecekler."
Bu doğruydu. Devran iki mezar kazdırmıştı. Biri Kemal içindi, ve biride öz babası için. Bir gün ikisinide kendi elleriyle öldürecek, toprağın altına gömecekti.
İki can alacaktı.
Biri aşkı içindi.
Biri kızı için.
Bir kez daha kendisini gözden çıkaracaktı. Kendisi için değil, elinden alınan hayalleri ve umutları için bu kanı dökecekti.
****
Hafsa Polatlı
Salonda oturmuş kollarım göğsümde kenetliyken gözlerim önünde ki sahneyi izliyordum. İstanbul'da dört gün geçirmiştik. Dört günü elimizden geldiği kadar mutlu geçirmiştik. Çünkü bir daha o mutluluğu ne zaman yakalardık emin değildim. İstanbul'da olan her şeyi Yavuz bana bir bir anlatmıştı. İshak Karahan diye bir adamın ortaya çıktığını, Devran'ın eski düşmanı olduğunu ve Devran'ın yaşadığını öğrenir öğrenmez tepimize çöktüğünü anlatmıştı. Ama Karadeniz'e dönmeden önce İshak'ın elinden şirketi alarak kurduğu hayalleride başına yıkmıştı.
Yinede anladığım kadarıyla o adam duracak gibi değildi.
Yavuz'unda dediği gibi, düşmanlar çoktu.
Abimler döner dönmez kendilerine bir ev tutmuştu. Babamın yanına dönmek değildi niyeti. Ama bu kaç gündür Zerda'nın yüzüne bile bakmamıştı. Benimle buzları biraz eritsede Zerda'ya olan kırgınlığı yerli yerindeydi. Öfkesinden değilde aşkındandı tüm bu kırgınlığı ama Zerda ne kadar uğraşırsa uğraşsın abim affetmiyordu onu. Böylece Aziz'de Zerda'da Tufan'ın tuttuğu evde kalıyordu. Aziz kardeşine kıyamamış onu affetmişti ama abimin öfkesi yerli yerindeydi.
Karadeniz'e dönmeden önce İstanbul'u gezmiştik, kız kulesine gitmiştik. Gire bildiğimiz her restoran her kafede her parkta durmadan gezmiştik. Görülecek yerlere gitmiştik. Zamanın değerini bilerek geçirmiştik dört günü, çünkü ikimizde biliyorduk ki Karadeniz'e döndüğümüzde hayat bize cehennemden farksız olmayacaktı.
Ve yanılmamıştık. Karadeniz tüm belalarıyla bize kucak açmıştı. Ama Yavuz bu yükü sırtlıyor hiç düşünmeden kollarını üstüne gelecek onca yüke doğru açıyordu. Hayran olduğum şeylerden biride Yavuz'un böylesine güçlü oluşuydu belki de. Yaşadığı onca acıya rağmen hâlâ dimdik duruyor dizlerinin üstüne çökmüyordu. Yaşanan zorlukların hiçbiri onu yıkmıyordu. Canı yanıyorsa bile susuyordu. Dertlerini gizliyor bana bile kendini yük etmemek için direniyordu.
Oysa bilmiyordu, Yavuz benim için bir yük değildi. Gittiği her yerde kendini fazlalık gibi gördüğünü anlamıştım. Ve ona böyle hissettiren büyük ihtimalle ailesiydi. En acısıda buydu zaten, onun böyle hissetmesine sebep olan büyük ihtimalle babasıydı. Mahir Payidar öz oğullarını ateşe atarken hiç çekinmemişti. Çok garipti aslında, hem gözleri büyük bir pişmanlık taşıyordu hemde fazlasıyla büyük bir kibir. Gururu onu mahvediyordu. Her kesi kaybediyordu ama kibirinden ödün vermiyordu.
Karadeniz'e döndüğümüzde direkt olarak konağa geçmiştik. Özlem bizi görür görmez resmen koşarak boynumuza atlamıştı. Onu çok özlemiştik, belli ki oda bizi özlemişti çünkü akşam olmasa Yavuz ve Cafer'in dibinden hiç ayrılmazdı. Sadece bizi değil, Süleyman'la Zahir'i bile çok özlemişti. Bizimle biraz daha zaman geçirdikten sonra akşam olunca odasına gitmişti.
Şu anda olduğumuz ortamsa, karışıktı.
Büyük yemek masasının baş sandalyesini çekipde oraya oturan Mahir bey'den ses çıkmıyordu. Hafize hanım, o perişan bir haldeydi. Eski halinden eser yoktu.
Tek değişen şey sıcak bakışlarının artık soğuk bakmasıydı. Kocasına ne kadar öfkeli olduğunu siyah gözlerinde görüyordum. Kırgınlık ve öfke kocasına beslediği tek iki duygu bunlardı. Yavuz'la Cafer'i karşısında görünce kadın resmen daha fazla perişan olmuştu. Gözyaşlarını zar zor tutmuştu. Ama ne Cafer ne de Yavuz annelerine yaklaşmamıştı bile.
Masanın bir diğer ucunda sessizce oturan Hafize hanım sanki bu bir hafta içinde kilo vermişti. Gözleri fazlasıyla uykusuz ve yorgun bakıyordu. Bu işin, çirkin oyunların hangi kısımlarında vardı bilmiyordum. Ama oda masum değildi. Yine de ona üzülmeden edemiyordum. Yavuz'un annesine her baktığında nasıl param parça olduğunu görüyordum. Ama sanki aralarında dağlar varmış gibi koltuğunda kalkıpda annesine sarılmıyordu. Dargındı.
İdil'le Kübra hanım hâlâ burda yaşıyordu. Hafize hanımın bu halinden sonra ev işleri bile yapamadığına emindim. Muhtamelen ev işlerini onlar yapıyordu. O kız Yavuz'u görür görmez resmen utanmasa boynuna atlayacaktı ki bu durum fazlasıyla canımı sıkıyordu. Biraz daha böyle devam ederse bu konuya el atacağım kesindi.
"Aldılar mi şimdu her şeyi?" Cafer gözlerini babasına dikmiş duygusuz bir sesle sorarken sonunda sessizliği bozmuştu. Ne kadar kırgın ve dargın olduğunu gizlemiyordu. Her şeyi alaya vuran Cafer'de bu ailenin çocuğuydu. Ve benim farkettiğim tek şey şuydu, Cafer acılarını alaya vuruyor onları gizliyordu.
"Aldular." Mahir bey'inde sesi bir hayli soğuktu. Hiçbir duygu barındırmıyordu. Üzgün müydü? Kzıgın mı? Pişman mı? Yoksa yaptıklarıyla gurur mu duyuyordu? Bu adamı anlamak çok zordu.
Yavuz'da onun gibiydi. Gözlerine baktığında duygularını anlayamıyordum. Nefret ettiği adama ne kadarda benziyordu. Ve bu onun canını yakıyordu.
"Kim yapayi?" Cafer kıstı gözlerini. "Bilmeyumisin?"
"Nerden bileyum?" Babasının sesi bir hayli sert çıkınca gözleri yerde gezindi. "Bir bu konak kaldi, diğer her şeyu almuşlar."
"Banka heapları?" Yavuz fazlasıyla soğukluk içeren ses tonuyla sonunda dudaklarını araladığında Mahir bey dönüp ona bakmadan konuştu.
"Kapatmuşlar." Elinde ki her şeyi kaybetmişti. Bunun onu ne kadar öfkelendirdiğini açık bir şekilde görüyordum. Kaybettiği onca şeyden bahsetmek bile onun sinirlerini bozuyordu.
"İçeri giremezsin!" Dışarıdan duyduğumuz bağırışlarla başım dikleşti. Aynı şekilde hepimizin yüzüne meraklı bir ifade yayılırken Yavuz kalktı oturduğu sandalyeden.
"Çekil ulan önümden!" Kemal Ordulu'nun sesiydi bu. Bu adamın burda ne işi vardı?
"Ne olayi ula gene!" Cafer sitem dolu bir sesle kalktı ayağa. Kemal'in sesi Yavuz'un kulaklarına dolar dolmaz sertleşen ifadesini farkettim. İçinde ki öfke kaynar gibi nefret duygusu vücuduna akın etti. Sıktığı çenesiyle salondan dışarı götürmüştü adımlarını. Hızla yerimden kalktığımda peşlerine takılmadan edemedim. Benim ardımdan sandalyesinden kalkan Mahir bey Kemal'in sesini duyar duymaz aynı Yavuz kadar öfkeye bürünmüştü.
"Çık dışari!" Zahir'in öfkeden kasılan sesini duydum. Hep birlikte salondan çıktık. Yavuz'un gözleri bir an olsun avludan ayrılmazken merdivenlere yürüdü. Kemal'e olan öfkesini ve tiksintisini gizleme gereği duymuyordu.
"Ne işi var lan senin burda!" Yavuz'un gür sesi avluda yankılandı. Adımlarım onu takip ederken Cafer ve ben Yavuz'un arkasından aşağı indik. Hafize hanım terasta durmuş meraklı ve birazda endişeli gözlerle peşimizden bakarken aşağı inmemişti. Mahir Payidar ağır adımlarla bizi takip ettiğinde gözleri büyük bir tehlikeyle gezindi Kemal Ordulu'nun üstünde.
Ve Kemal Ordulu peşinde 10 dan fazla adamla gelmişti. Bu adamda ürkütücü bir şeyler vardı, yüz ifadesi öylesine ürkütücüydü ki canavardan farksız gibiydi. Tek gözünün olmaması, yanağından boynuna uzanan çizik izi ilk kez onu dikkatle incelemem için bana fırsat verdi. Griye ton çalan gözleri duygusuzdu. Sanki tüm duyguları yok olmuşta yerine sadece hissizlik yuva edinmişti. Bir çocuk için bu adam cehennem olurdu. Yavuz'un kabusları tam karşımda duruyordu. Oğlu Cengiz yanı başında yerini edinmişti. Oda babasının bir kopyası gibiydi.
Aynı hissiz bakışlar. Aynı dik omuzları, aynı yüz hatları hatta aynı göz renkleri. Oğlu babasının tıpa tıp aynısıydı. Bakışları aynı babası gibi ruhsuzdu. Bir ölümü anımastıyor sessizliğin hüküm sürmesine izin veriyordu. Gözleri bana çevirildi. Hareleri boydan boya üstümde dolaşınca kaşlarımın hafifçe çatılmasına engel olamadım. Neden bilmiyorum, ama bakışları beni rahatsız etti. Yavuz'un bıçak gibi keskin adımları Kemal'in önünde durdu. Buna sabrı yoktu, istediği son şey Kemal'le uğraşmaktı ve Kemal şu anda evinin avlusunda tam karşısında duruyordu.
"Benim burda ne aradığımı sen açıklayacaksın!" Sert sesi yankılandı boş bahçede. Ardından elini arkaya uzattı. Siyah giyinen korumalardan birisi hiç vakit kaybetmeden elinde ki kağıtları Kemal'in eline bırakırken Kemal kağıtları aldığı elini kaldırdı ve Yavuz'a uzattı. "Sen hangi cesaretle benim şirketlerimi, evlerimi alırsın!" Bu dedikleri Yavuz'un içine şaşkınlık düşürdü. Ne kaşları çatıldı, ne de yüzünde tek bir kas seğirdi. Onu sadece çok iyi tanıyan birisi içinde ki duygulardan haberdar ola bilirdi.
Ve ben anladım. Yavuz'un bu olanlardan haberi bile yoktu. O içine düşen şaşkınlığı çok usta bir şekilde gizledi. Dikleştirdi başını ve temkinli bakışlarını Kemal'in yüzünde tutarken elini uzatıp aldı dosya kağıtlarını. Onun kadar merak içinde olan Cafer birkaç adım ileri attı. Başını ileri getirerek Yavuz'un çoktan açıp okumaya başladığı kağıtlara uzattı. Yavuz'un gözleri bir bir her satırda gezindi. Adımlarımı ileri atmaktan kendimi alamadım. Merakıma yenik düşerek dosyalara göz attım. En altda Yavuz'un imzasını farkettim. Yavuz bunca şeyi ne ara yapmıştı? Hayır o yapmamıştı.
Belki de yine bu Devran'ın bize bir oyunuydu. Kemal'in tüm şirketlerini elinden alarak onları Yavuz almış gibi göstermiş ola bilir miydi? Yapmayacağı bir şey değildi. Farkettiğim tek şey şuydu, Devran uzaktan uzağada olsa intikamını alırken bir yandanda Yavuz'a yardım ediyordu.
Tüm şirketleri evleri ve Kemal'in tüm varlığını alarak Yavuz'a vermiş ola bilirdi. Benim gözümde bu fazlasıyla büyük bir olaslıktı. Ne kadarda benzerdi olaylar aslında, daha birkaç gün öncesine kadar benim babam böyle karşımıza dikilirken şimdide Kemal Ordulu karşımıza dikilmişti. Yavuz'a devredilen şirketleri anlardım. Ama anlamadığım şey babamla kimin uğraştığıydı.
"Belgeler sana yeni mi ulaştı?" Yavuz'un içinde ki şaşkınlık ifadesi silindi. Tüm bunların aksine dudaklarına konan keyif dolu sırıtış kafamı karıştırdı. Bunu Yavuz mu yapmıştı? İyide hangi ara? Her gün benim yanımdaydı, ne ara böyle bir işe kalkışmıştı?
"Seni bitiririm çocuk!" Kemal'in öfkeden titreyen sesiyle damarları ortaya çıkmıştı. Sinirinde genişleyen tek gözü ona fazlasıyla korkunç bir görünüm veriyordu. "Hangi hakla böyle bir şeye kalkışırsın!" Yavuz kaldırdı tek kaşını ve duygusuz bakışlarını dikti Kemal'in yüzüne.
"Niye şaşırıyorsun?" Tavrında büyük bir rahatlık vardı. "Sana söylemiştim, bir gün elinde ki her şeyi alıp seni bitireceğimi sana söylemiştim." Elinde ki kağıtları rulo haline getirerek ceketinin iç cebine sıkıştırdı. Benim gözlerim Yavuz'u izlerken şu an oyun mu oynadığını yoksa gerçekten Kemal'in tüm varlığını onun mu aldığını anlamaya çalışıyordum.
"Ve intikamın bu mu küçük Payidar?" Bu sözleri duymak Yavuz'un ifadesini donuklaştırdı. Son iki kelimenin onun ifadesine nasıl soğukluk eriştirdiğine şahit oldum. "Kırılan kemiklerinin acısını böyle mi alacaksın benden?" Yavuz'a yaptığı onca şeyle dalga geçiyordu. Nasıl mide bulandırıcı insanlardı bunlar? Küçük bir çocuğa yaşattığı cehennemle dalga geçiyordu. Bunu ulu orta bir yerde söylemekten hiç çekinmiyor aksine Yavuz'un direncini sarsıtmaya çalışıyordu. Nefret dolu gözlerimi Kemal'e dikmekten alı koyamadım kendimi.
"Böyle alacağım." Yavuz hiç ödün vermedi rahat tavrından. Kısa süre içinde dudaklarına şeytani bir sırıtış yayıldığında gözlerini bile kırpmıyordu. "Ve daha o kadar çok şey yapacağım ki.." tehdit dolu tınısı Kemal'in ifadesini sarstımadı. "Senin değil evlerini, şirketlerini, senin canını alacağım piç kurusu." Burnundan alaycı bir nefes verdi. "Daha bu ne ki? Bu iyi günlerin. Sefasını sür." Kemal ne kadar dirensede her kelimede kasılan çenesini genişleyen burun deliklerin farkettim. Öz kontrolü yavaş yavaş sarsılıyordu.
Ve sanki Yavuz'unda istediği tam olarak buydu. Karşısında ki adama zarar vermek istiyordu. İstediği intikamı almak istiyordu, her fırsatta Kemal'in canını yakmak istiyordu.
"Doğru konuş ulan babamla!" Cengiz araya girmek istediğinde Cafer onun önüne bir adım atarak kıstı gözlerini. "Geri bas!" Elini göğsüne koyup onu yerine iteklediğinde Yavuz'un aksine o öfkesini gizlemedi. "Bir adum daha atmayacasunuz!" İşaret parmağıyla gösterdi kapıyı. "Geldin, duydin, şimdu defolun gidun evumuzden!" Sert bir sesle konuşurken Kemal kısık gözlerini çevirdi ona.
"Senden emir mi alacağım orospu çocuğu?" Ettiği küfürün ardından Zahir'in yumruğu Kemal'in suratına çarmıştı. Cafer'e ettiği küfür onun sinirlerini bozmuştu. Yerimde irkildiğimde Cafer tek bir adım bile atmadan keyifle izlemişti önünde ki sahneyi.
"Hafsa yukarı çık." Yavuz kısa bir saniye bana baktığında sesinde ki ciddiyeti sezdim. Burda daha fazla kalmak istedim ama onun sözünü iki etmeden hızlı adımlarla merdivenlere yürüdüm. Mahir bey'in yanından geçerek yukarı kata çıktım ama bakışlarım terastan aşağıda olanları izlemeye devam etti.
"Sen kimsinde babama o elini kaldırıyorsun!" Cengiz'in öfkeden sert çıkan sesinin ardından yumruğu havaya kalktı. Zahir'in yüzüne yumruk atmak isterken Kemal'de yediği yumruğun etkisinden çıkarak başını dikleştirdi. Cengiz'in yumruğu Zahir'in yüzüne çarpmadan Zahir bir saniye içinde kavradı onun bileğini. Cengiz'i ters çevirerek göğsünü sırtına yasladığına bileğini öyle bir güçle büktü ki bir kemik sesi duyuldu. Ardından gelen acı dolu çığlıkla gözlerim genişledi. Zahir'in gerçekten acıması yoktu.
Hiç çekinmeden ona kalkan elin bileğini kırmıştı.
Cengiz acı içinde inlerken Zahir onu öne doğru itti ve dizlerinin üstüne düşmesine neden oldu. Gözleri duygusuz bakıyordu ama yaptığı şeyden sapkın bir zevk alıyor gibi gururluydu yüz ifadesi.
"Hayranım be sana!" Süleyman keyif dolu gözlerle bileğini tutan Cengiz'den Zahir'e kaydırdı gözlerini. "Diğer bileğinide kır, hiç çekinme!"
Cafer vurdu dilini damağına. "O kadar masrafa heç gerek yokidur. Tüm mal varluklaru çıkmuş zaten ellerunden. Yazuktur, hastane masraflaruni kim ödeyecedur sonra?" Ardından düşünür gibi yaptı birkaç saniye. Aklına her ne geldiye sırıttı ve elini cebine attı. Uzun bir uğraştan sonra cebinin en dibinde kalan kuruşu çıkararak Cengiz'in önüne fırlattığında Cengiz bu aşağlanmanın verdiği öfkeyle gözlerini dikti Cafer'in yüzüne.
"Katkumiz bulunsin." Gözleri parlıyordu haylaz bir tavırla. "Çok büyük bir yaturum bak o, kadurini bil."
"Kaldırın şunu!" Kemal'in sıkıntılı çıkan sesi dişlerinin arasından geliyordu. Korumalardan biri Cengiz'in koluna girerek onu ayağa kaldırdığında Kemal'in gözleri keyifle onu izleyen Yavuz'un yüzünden ayrılmıyordu.
"Yeter bu kadar!" Mahir bey sonunda sesini çıkararak birkaç adım attı ileri. "Çık evumden Kemal." Sesi itiraza yer bırakmazken soğuk gözleri Kemal'in yüzünü. Kemal az önce Zahir'in yumruk attığı yanağını ovuşturdu ardından gözlerini öfkeyle çevirdi Mahir bey'e.
"Benim burda olmamın tek sebebi oğlun!" Sesi büyük bir ima taşıyordu. "Sana oğullarını benden uzak tut dedikce onları hayatımın ortasına sokmaya devam ediyorsun!" Dediğinde Mahir bakışlarını birkaç saniye Yavuz'a çevirdi. Ardından geri Kemal'e baktı.
Aralarında geçen sessiz bakışma çok kısa sürdü. Ama sanki bu bile birbirlerini anlamaları için yeterli bir süreydi. Mahir bey'le Yavuz arasında ne tür bir ilişki vardı bazen anlayamıyordum. Çoktan terasta Hafize hanımın yanında yerimi almıştım. Kadın endişeli gözlerle aşağıda ki sahneyi izliyordu. Anne yüreği onun bu endişesini ikiye katlıyordu.
"Hafsa abla, neler oluyor?" Özlem'in sesini duyduğumda gözlerim oraya döndü. Küçük adımlarla bana yaklaştığında gözleri direkt olarak terastan aşağıya bakmıştı. Gözlerini kısarak izlemişti aşağıda ki sahneyi. "Kim bu amca?" Fazlasıyla merak dolu çıkan sesi nefesimi vermeme neden oldu. Küçük bir çocuğa nasıl bir cevap verecektim? Özlem altı yedi yaşlarında küçücük bir çocuktu. Ona ne diyecektim? Düşman mı? Bir çocuğa nasıl söylenirdi bu?
"Onlar.." dedim nefesimi vererek. Ve Özlem'in mas mavi gözlerini izledim. "Kötü insanlar Özlem." Özlem çattı kaşlarını ve başını geri çevirdi avluya. Gözlerinin ardında binlerce soru vardı, şüpheli bakışları dolanıyordu konağın avlusunda. "Onları daha önce hiç görmedum." Dediğinde afallar gibi çıktı nefes ağzından. "Abimler onları tanıyor, ama ben neden tanımıyorum? Ana niye hep benden bir şeyler gizleysunuz siz!" Dedi Özlem başını solunda duran annesine çevirerek. Şivesinin bozuk olduğunun farkındaydım. Ve bunun Yavuz yüzünden olduğunu düşünmeye başlamıştım. Özlem'in hem Cafer'le hemde Yavuz'la çokça zaman geçirdiğini biliyordum. Biri İstanbul biri Karadeniz ağzıyla konuşunca olacağı buydu. Hafize hanımın sertçe yutkunduğunda şahit oldum. Ardından dudaklarına zoraki bir tebessüm ekledi.
"Onlari tanumana gerek yok." Bir elini Özlem'in saçlarına koyarak okşadı. "Onlarun senun hayatunda bir yeru yok kızum."
Özlem somurtarak baktı ona. Çocuk aklıylada olsa neler olduğunu merak ediyordu. "Neden yokmuş? Bak abimlerin var! Demek ki benumde var!" İnatı aynı abisine benziyordu. Yavuz kadar inaçtıydı Özlem.
"O abinlerle onlarun arasunda. Sen bu işun dışundasun." Hafize hanım nazik gözlerle kızını izlerken sesi sertdi. "Odana dön, burda olmaman gerekur." Özlem kıstı gözlerini ve bir adım geri atarak çekildi. "İnanmayim ben artuk size." Özlem'in annesine karşı değişen tavrı kaşlarımı çatmama neden oldu. Eskiden olsa annesine babasına güvenle bakan kız çocuğunun tavrı öyle bir değişmişti ki bu beni bozguna uğratmadı desem yalan olur. Aynı Yavuz'la Cafer gibi bakışları şüphe doluydu. İyide Özlem hiçbir şey bilmiyorken neden annesine böyle bakıyordu?
"Süreklu yalan konuşuyorsunuz siz." Mavi gözlerinde meydan okuma vardı. "Abimlerde bu yüzden gitmişti değul mu? Yalan söylediniz bana zaten hep yalan konuşuyorsunuz." Hafize hanım çattı kaşlarını. O bile kızının değişen tavrını yadırgadı. Özlem hızla arkasını dönüp merdivenlere yürüdüğünse genişleyen gözlerle peşine takıldım. "Özlem dur!" Diye bağırdım arkasından. Eli silahlı insanların içinde olması isteyeceğim son şeydi. Ama o beni dinlememiş koşarak inmişti merdivenleri.
"Abi noluyor?" Gözleri küçük bir çocuğun aksine büyük bir kınamayla dolaşıyordu yabancı olarak tanıdığı insanların üstünde. Kabul edecektim, Özlem'in cesareti vardı ve o çocuksu cesarete hayrandım. "Özlem, yaklaşma." Dedim kolunu hafifçe tutup onu geri çekerek. Yavuz küçük kız kardeşinin sesini duyar duymaz başını geri çevirip bize bakmıştı. Aynı şekilde Cafer'inde ifadesine endişe erişmişti.
O an Kemal'in bakışlarının Özlem'e takıldığını farkettim. Onu inceler gibi hissiz bakışları gezindi üstünde. Boydan boya izledi Özlem'i en sonunda gözlerinin içine baktı. Orda ne gördüyse bilmiyorum ama geri çevirdi önüne bakışlarını. Onun aksine Cengiz kırılan bileğin tutarken yüzü acıyla buruşmuştu. Gözleri Özlem'i bulduğunda babasının aksine o gözlerinde ki hafif şaşkınlığı gizleyemedi. Birkaç saniye izledi küçük kız çocuğunu. Uzun uzun sarı saçlarına takılı kaldı gözleri. Ardında masmavi gözlerine indiğinde harelerine erişen duygusuzluğu sezdim. Aynı babası gibi oda çevirdi bakışlarını önüne. Benim dikkatimi çekense Cengiz'in harelerine erişen küçük pişmanlık parıltısıydı. Sanki bir el vicdanına dokunmuş gibiydi.
Tam olarak neler oluyordu?
"Yukarı." Yavuz'un sert sesinin aksine gözlerinde küçük bir endişe sezdim. Özlem'in burda olması ve peşinden benimde inmiş olmam onun tek endişesiydi. "Hadi Özlem." Dedim Özlem'i yanıma çekerek ama başını salladı iki yana salladı.
"Gitmiyorum!" Dirençli sesiyle kıstı gözlerini. "Sürekli benden bir şeyler gizleyiler. Sıkıldum! Ne oluyorsa bana da anlatsınlar!" Sitem ettiğinde Mahir bey başını bize çevirdi. "Özlem yukarı!" Sesi fazlasıyla gür çıkınca Özlem bakışlarını dikti babasına.
"Çıkmıyorum!" Geri adım atmaya hiç niyeti yoktu. "Sende yalancısın! Hepiniz yalancısınız!" Hareleri suçlayıcı bir bakışa bürünmüştü. "Sürekli bana yalan söylüyorsunuz!"
"Özlem yukarı çık!" Yavuz kendini tutamayıp sesini yükselttiğinde Özlem hafifçe irkildi yerinde. O bile Özlem'in değişen tavrını farketmişti. Onu korkuttuğu için kendine kızdı ama Özlem'den özür dilemedi. Şu an tek düşündüğü küçük kız kardeşinin iyiliğiydi, ve bunu sağlamak için bağırması gerekiyorsa yapmaktan çekinmedi.
"Özlem gel hadi." Dediğimde elini tutarak onu kendime çektim. Abisine dargın bakışlarını bana çevirdiğinde aşağı eğilip onu kucağıma aldım. Yavuz'a baktım. Beni başıyla onayladığında usulca bende salladım başımı ve bakışlarımı Kemal'in çerçevesinden ayırarak hızlı adımlarla çıktım merdivenleri. Özlem'e ne olmuştu bilmiyordum, ama ailesine karşı çıkan tavrı bir hayli dikkat çekmişti. Benim takıldığım tek şey bunlar değildi. Kemal'in ve oğlunun attığı o bakışlar neyin nesiydi? Kafam allak bullak olmuştu resmen.
Hafize hanımın yanından geçip Özlem'in odasına yürüdüm. Kapıyı açıp içeri girdim. Gözlerim gezindi odasında. Çoğunlukla bir çok şey mavi renkteydi. Sevmediğim bir renk değildi, aksine mavi rengini çok severdim. Nefesimi verdim ve kapıyı kapattım tüm kötülükleri dış dünyada bırakırken Özlem'in yatağına doğru yürüdüm ve onu oraya bıraktım. Yatağa oturur oturmaz kollarını kenetledi göğsünde ve somurtmasına devam etti. Sırf Yavuz ona bağırdı diye ne kadar kırıldığını anlamıştım.
"Özlem." Dediğimde elimi sarı saçlarına kaldırdım. Tellerini kulağının arkasına ittiğimde sesli bir nefes verdi ve bakışlarını kaldırdı bana. "Hep benden bir şeyler gizliyorlar." Ailesine öfkeden çok kırgın olduğunu anladım. "Hep böyle yapıyorlar, sanki bana bu aileden değilmişim gibi davranıyorlar." Omuzları çöktü. "Kendimi buraya ait hissetmiyorum."
"Öyle değil.." onu yatıştırmak ister gibi mırıldandım. Ayakkabılarımı çıkardım ve daha rahat bir pozisyona geçerek yatakta onun yanına oturdum. "Seni üzmek istemiyorlar." Dudaklarıma yerleşen küçük tebessümle baktım gözlerine. "Onlar senin ailen Özlem, seni incitmemeye çalışıyorlar."
"Ama bana bir yabancı gibi davranıyorlar." Dediğinde içimde tuttuğum nefesimi verdim yavaş yavaş. Bir yabancı gibi hissetmenin ne olduğunu bilirdim. Öz evimde, öz babamın yanında hep bir yabancı gibi hissetmiştim.
Maalesef bu konuda Özlem'i çok iyi anlıyordum.
"Büyükler bazen bunu yapar Özlem." Dedim bir elimle saçlarını okşayarak. "Büyükler bazen senin iyiliğin için susarlar." Özlem çatarak kaşlarını baktı bana.
"Ama o zaman canım daha çok yanmaz mu?" Gözlerini dikti gözlerime. "Benden gizledikleri her yalan sonrasında daha çok yakmaz mı canımı?" Küçük bir çocuğun ağzından bunları duymak yüreğimi burktu. Özlem haklıydı, bunca yalan onun canını daha sonra şimdi olduğundan daha fazla yakacaktı.
Hafize hanım ve Mahir bey Yavuz'a ve Cafer'e yaşatıklarının aynısını şimdide Özlem'e yapıyordular. Aynı yalanları ona söylüyor, onu oyunlarla dolu bir evin içinde büyütüyordular. Bunun sonu bir kez iyi bitmemişti, ne Devran'ın sonu iyi bitmişti ne de Yavuz'un ve şimdi aynı şey Özlem'ede yapılıyordu. Ona nasıl bir cevap vereceğimi bilemedim. Çünkü ne kadar haklı olduğunu anlamak içime çaresizlik duygusu yükledi.
"Yanar." Özlem gözlerime bakarken sesi titredi. "Ben gördüm, abim acı çekeyi Hafsa abla." Büzdü dudaklarını. "Ailemin ona söylediği yalanlar onun canını yakayise benimkinde yakacaktır." Göz pınarlarını zorlayan yaşlar vardı. "Oda öyle dedi.." titrek sesinde ki fısıltı kulaklarıma dolar dolmaz çatık kaşlarımla baktım ona. Kimden bahsediyordu?
"Kim öyle dedi?" Sesimde ki endişeyi bastırmaya çalışarak sordum. Ağzından kaçırdığı şeyi yeni farketmiş gibi yüz ifadesi gizlemeye çalıştığı bir telaşa büründü. "Kimse." Dediğinde bu sefer mavi gözleri gözlerimin içine bakmadı. Bakışlarını kaçırdı benden. İçime düşen endişeye engel olamadım. "Özlem kim öyle dedi? Kimle konuştun sen?" Sorularımı cevapsız bırakmaya niyetli gibi sustu. Ailesine karşı değişen tavrında bir şeyler vardı. Ve ben bunun sebebini bilmiyordum. Özlem'in ağzından son çıkan iki kelime beni merakta bırakmıştı.
"Kimseyle konuşmadım." Dedi savunmaya geçerek. "Çocuk değulum ya ben, görüyorum her şeyi." Alt dudağı hafifçe öne çıktı. "Yalan dinlemek istemiyim daha fazla." Bana yalan söylediğini vücut dilinden anlıyordum. Kötü bir gözlemci sayılmazdım, Özlem gözlerime baka baka bana yalan söylüyordu. Birileriyle konuşmuştu, belki de birileri onu görmeye gelmişti. İşte bu içime korku duygusu gönderdi.
Özlem'le kim konuşmuş ola bilirdi? Bunu her kim yaptıysa Özlem'in tehlikede olma ihtimali vardı. Karnıma bir bıçak saplanıyormuş gibi hissettim. Bizim canımızı yakmaya çalışanlar şimdide Özlem ile mi uğraşıyordu? Her gün daha da dibe battığımız açık bir gerçekti. Yüzümün rengi solarken Özlem'in elini tuttum. Diğer elimi nazikce çenesine yerleştirdim. Gözlerini benden kaçırmasına izin vermedim. "Özlem, kiminle konuştun?" Sertçe yutkunduğunu hissettim. Hareleri titreşirken gözleri dolu doluydu. Ne sakladığını giderek daha çok merak ediyor ve daha çok endişeleniyordum. Gözleri bir an çekmecenin üstünde ki resme kaydı. Gözlerim hiç çekinmeden onun baktığı yere döndüğünde çekmecenin üstünde tek bir resim farkettim.
Cafer'le Devran'ın Yavuz'u havaya kaldırdıkları bir resim vardı çekmecenin üstünde. Cafer ve Devran yan yana omuz omuza durmuştu. Yavuz bir kolunu Cafer'in bir kolunu Devran'nın boynuna dolamıştı. Ayakları yerden kesilirken onu havada tutan Cafer ve Devran'nın kollarıydı. Onu taşımaktan ne kadar zorlandıkları yüzlerine yazılmıştı. Cafer fotoğrafa somurtkan bir bakış atarken Yavuz'la Devran'ın keyfi gayet yerindeydi. Aklıma düşen şüphe boğazımın kurumasına neden oldu. Bakışlarımı çevirdim geri Özlem'e. Oda aynı şekilde çekti bakışlarını.
Devran Özlem'i görmeye gelmiş ola bilir miydi?
Sert bir şekilde yutkundum. Karnıma saplanan bıçak daha derine battı. Devran bunu yapmış ola bilir miydi? Neler oluyordu? Görmek istiyorsa neden Cafer abiyi değilde Yavuz'u değilde Özlem'i görmeye geliyordu? Kız kardeşi hiçbir şey bilmiyorken Devran Özlem'i kullanarak bize yaklaşıyor ola bilir miydi? Aklımı kaçıracak gibi hissettim. Neyin içinde olduğumuzu yine ve yine sorguladım. Ama tekrardan bana cevapsız sorular kucak açtı.
İğrenç bir durumdaydık değil mi? Tek bildiğim buydu.
Devran kötü müydü iyi mi? Yok ben delireceğim.
"Özlem-" tam ona soruyu soracakken dışarıdan gelen silah sesi korkuyla yerimde zıplamama neden oldu. Aynı korku Özlem'inde iliklerine işlemişti ki elimi tutuşu sıkılşatı. Nefes alış verişlerim hızlanırken o kurşun sesi aklıma ilk rüyamı getirdi. "Burda kal!" Özlem'e bakamdan hızla ayağa kalktım ve kapıya koştum. Odadan çıkar çıkmaz terasa yaklaştım hızımı almak için terasın demirliklerine tutundum. Gözlerim ilk olarak Yavuz'u bulduğunda Kemal'in kulağına bir şeyler fısıldadığını gördüm. Betim benzim atmış bir şekilde hızla merdivenlere koşmak istediğimde Yavuz'un sesini duydum.
"İnme!" Dediğinde yerimde irkilmek zorunda kaldım. Gözlerim büyük bir endişeyle onun vücudunda gezindi. Bir adım geri attı sanki bana iyi olduğunu göstermek ister gibi. Silahın aşağı doğrutulduğunu kimsenin vurulmadığını gördüm. Kalbime düşen yangın azar azar sönerken dolan gözlerim Yavuz'da takılı kalmıştı.
Onun gözleri Kemal'i terketmiyordu. Ama aşağı inmemi istemediğini kasılan her zerresinden anlıyordum.
****
Yavuz Payidar.
Hafsa Özlem'i yukarı çıkarır çıkarmaz içimde ki suçluluk duygusunu ittim bir kenara. Soğuk bakışlarım takıldı Kemal'in nefret ettiğim yüzüne. Elimde olsa kalan tek gözünüde ben çıkarırdım. Ama onunla bir savaş başlatmak şu anda uğraşmak istediğim bir şey değildi. Evimi basmıştı, bunun cezasını ona daha sonra keserdim.
Çünkü şu an Devran'ın ona kestiği ceza kendisini bir hayli kudurtmuşdu. Evet bundan hastalıklı bir adam gibi zevk alıyordum. Kemal'in kıvrandığını görmek bana sadece zevk veriyordu. Ondan bu mal mülkü alan ben değildim, ama bu benim isteğimdi. Bir gün bunu yapacağımı ona daha yedi yaşında kapatıldığım o zindanda söylemiştim.
Bende bıraktığı her izin intikamını ondan misliyle alacaktım. Öyle ki bu adamı kapatıp bir zindana bana yaşattıklarını senelerce yaşatsam vicdanım sızlamazdı. Onun yüzünden ben hep bir kafesin içinde hissetmiş, hiç özgür kalamamıştım. Hafsa'yı bulana kadar.
Hafsa benim kurtuluşum, hayatımdı.
Ama Kemal'in böyle kıvranmasının sebebi ben değildim. Bunu yapan ben değildim, bunu yapan Devran abimdi. Adım kadar emindim, Devran Kemal'in elinde ki her şeyi almış bana devr etmişti. Yedi senedir öldü sandığım abim öyle planlar kurmuştu ki beni bile hayret içinde bırakıyordu. Bir çıksaydı karşıma, bir kez çıksaydı karşıma içimde ki yangın bir nebze olsun son bulurdu. Görmüyor muydu böyle ne kadar canımın yandığını? İstediği bir intikamsa bunu birlikte ala bilirdik ama oda kendini benden gizleyerek aklımı karıştırmaya devam ediyordu. Yıllarca boş durmamıştı, toprağın altında sandığımız adam yıllarca her şirketle sıkı dostluklar kurmuş onları bir bir almıştı Kemal'in elinden.
"Çık evimden." Tehlikeli bir şekilde sakin çıkan sesim Kemal'de bir etki yaratmıyordu. Etki yaratması değildi zaten niyetim. Sözümü iki ederse onu bu evden zorla çıkaracağım belliydi. Ama bu yola baş vurmak istemedim. Evde değil, ailemin gözleri önünde değil.
"Hiçbir yere gitmiyorum! Sen paşa paşa geleceksin benden aldığın her şeyi bir bir geri vereceksin! Bunca yıl senin çocuksu heveslerine kalsın diye çalışıp kazanmadım ben onca şeyi!" Hissiz bir şekilde onu izlerken dudaklarıma yayılan sırıtışa engel olamadım. "Çocuksu heveslerim senin her şeyini aldı. Son kalan o donunuda almamı istemiyorsun defol git evimden orospu çocuğu!" Sonlara doğru öfkeye bürünen ses tonumla bir kaç adım attım ona doğru. "Kalan gözünüde ben çıkarmadan önce çık evimden!"
"Lan beni tehdit etmek senin neyine!" Bir elini kaldırıp gömleğimin yakasına doladığında beni kendisine çekmesine izin verdim. Boş gözlerle baktım onun yüzüne. Eskiden gözlerinin içine korkuyla bakan çocuğun cesareti bu sefer öyle güçlüydü ki sadece her şeyi alaya vuruyordu.
"Seni tehdit etmek en çok bana yakışır." Dediğimde fazlasıyla rahat tavrım onu çıldırtıyordu. Devran'ın yaptığı bu iş bana öylesine bir zevk veriyordu ki. Kemal'in gözünde ki o öfke tamda görmek istediğim şeydi. Çaresizdi, muhtaçtı. Ve benim iznim olmadan hiçbir şeyini geri alamazdı.
"Mahir!" Benden fayda göremeyince babama baş vurdu. "Söyle oğluna dediklerimi yapsın! Tıpış tıpış gelecek benimle atacak o imzaları yoksa sana yemin ederim tüm aileni mahvetmeden durmam!" Dudaklarım arasından sesli bir nefes verdim. Gülümsedim ve elimi kaldırıp koydum bileğine ardından onu öyle bir hızla ittim ki geri sendeledi. Gözleri büyük bir öfkeyle beni takip ederken dikleştirdim başımı.
"Gün olur Devran döner." Sesimde ki imayı duyduğu an gözlerine erişen hafif tedirginlik ve telaşı sezdim. İşte bu bir kez daha bana abimin başına gelenlerin Kemal yüzünden olduğunu kanıtladı.
Derisini üzecektim. Bir gün ben bu adamı kendi ellerimle öldürecektim.
"Yaptıkların yanına kâr mı kalacaktı Ordulu?" Dilimi damağıma vurdum. "Kaybedeceksin." Keyifle konuştum üstüne bastırarak. "Sadece evlerini değil, her şeyini. Her kesi." Tek kaşım havalandı. "Ve ben bunları öyle bir büyük bir zevkle izleyeceğim ki." Sözlerim onun içinde ki öfkeyi körüklüyordu. Kasılan omuzları ve sıktığı çenesi içinde ne tür bir savaş verdiğini açık açık önüme seriyordu. Nasıl kıvrandığını benden gizleyemiyordu. "Sen en sonunda herkesi kaybedeceksin, ve işte o gün o zindana sen gireceksin." Dediğimde öfke dolu bir haykırış çıktı dudakları arasından. Elini beline götürüp silahını çıkardığı an onu bana doğrulttu.
"Yavuz!" Cafer'in endişe dolu sesini duydum. Hızla önüme geçmek istedi bir kolu karnımın önünü sararken elimi koluna koydum. "Bırak bırak.." öne doğru bir adım attığımda Cafer'in endişeli ifadesi yüzümü terketmiyordu.
"Sıkacak mısın?" Onunla dalga geçmeye devam ettiğimde silahın emniyetini açdı. Duygusuz ifadem boydan boya onun üstünde gezindi. Cafer'i geride bırakıp bir adım daha attığımda Süleyman yutkundu. "Abi, yaklaşmasan?" Onu es geçtim. Benim kadar sakin kalan Zahir gözlerini Kemal'in yüzünden ayırmıyordu. Bu durumda babamın tepkisine bile bakmadım. Umrunda olmadığına zaten emindim. Kendisi daha önce canımı almaya çalışmış, en acısı beni dört ay boyunca Kemal'in ellerine bırakmıştı. Şu an benim için endişelenmezdi.
"Aldığın her şeyi geri vereceksin!" Gözlerimde keyifden başka bir şey yoktu. Nefreti bile bir kenara bırakmış onun yüzünün aldığı hâli izliyor bunun sefasını sürüyordum. "Vermeyeceğim ulan." Bir adım daha attığımda silahı göğsümün ortasına baskı yaptı. "Sık." Yüzümde meydan okuyan bir ifade varken dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. "Göster bana cesaretini."
"Yavuz!" Cafer uyarı dolu bir sesle bağırdığında nefesimi verdim. Bu durumdan açıkça korkmuyordum.
"Ben uzak durmaya çalıştıkca siz inatla beni buna mecbur bırakıyorsunuz!" Dediğinde elini tetiğe koydu. Acımadan basacağını biliyordum. Ondan önce davranıp bileğini aşağı eğdiğimde sıktığı kurşun soğuk zemine denk geldi. Duygusuz gözlerimle onun yüzünden birkaç santim uzaktım. Bana direnmeye çalıştığı için kasılan yüz ifadesine bende sahipitim. Tek gözü yüzümü büyük bir öfkeyle takip ederken gelen kapı sesi beni öfkemden uyandırdı. Adım sesleri geldiğinde başım kısa bir süreliğine merdivenlere kaydı.
Terasın demirliklerine tutunan ve yüzünün rengi solan karımı görmek içimi ürpetti. Silah seslerinden korkardı, sıkmasına hiç izin vermemeliydim. Oynadığım oyun sadece Hafsa'yı korkutmuşdu. Merdivenlere yürümek istediğini farkettiğimde hızlıca kaçtı kelime ağzımdan. "İnme!" Onu uyaran sesim hafif bir endişe taşıyordu. Gözlerim geri Kemal'i bulduğunda Hafsa'nın olduğu yerde durduğunu anladım.
"Bir kurşun daha sıkarsan.." kısık sesimle Kemal'in kulağına eğildim. "Sana yemin ederim tüm mal varlığını ateşe veririm, hepsini sana izletir sonra bu silahla kafana sıkarım."
Hafsa'yı bir kez daha korkutursa hayatı ona dar ederdim.
Kelimelerimin ciddiyetinin farkındaydı. Bir adım geri çekilip bileğini bıraktığımda Hafsa'ya iyi olduğumu göstermek istedim. Kemal'in gözü beni terketti. Terası takip ederken Hafsa'ya takıldı. Bir kaç saniye eğlenen bakışlarla ona bakıp ardından bana baktığında kaç dakikadır benden uzak duran öfkenin vücudumu sardığını hissetim
"Karını pek düşünüyorsun." Gözlerime erişen soğuklukla baktım ona. "Karımdan bahsetme cesaretini gösterme." Rahat bir tavırla silahını beline geri koydu. Dudaklarına bir sırıtış yayıldığında Hafsa'nın benim zayıf noktam olduğunu anladı. Kanımı kaynatan hisler vücudumda dolaşırken ellerim yumruk haline geldi.
"Demek senin canını yakacak bir şeyler bulduk ha?" Kaldırdı kaşlarını. "Küçük karın pek değerli değil mi?" Gel beni öldür diyordu. Yapardım.
Kimse bana müdahile bile edemden elimi boğazına doladım. Öyle bir hızla ileri haraket ettim ki arkasında duran koruma geri çekilmek zorunda kaldı. Sırtını duvara çarptığım gibi elim boğazını sıktı.
"Sakın aklından bile geçirme!" Nefesini kesecek kadar boğazını sert sıktığımda bana karşı hafifçe çırpındı. Gözleri korumalarından birine kaydığında hızla takım elbiseli adamlarından biri üstüme yürüdü. Kemal'in boğazını bırakma zahmetine bile girmeden boşta ki kolumun dirseğini korumanın çenesine geçirdim. Yediği darbenin etkisiyle sendelerken ben gözlerimi Kemal'in yüzünden ayırmadım.
"Hayatını karartırım!" Diye tısladım dişlerim arasında. Elimin altında haraket eden adem elmasını hissettim. "Bana bulaşırsan, seni öyle bir mahvederim ki seni diri diri mahvederim Kemal! Ölmek için yalvarırsın!" Kesilen nefesiyle bileğime asıldığında yaklaştım yüzüne. Tüm vücudum öfkeyle titrerken göğüs kafesim hızlı nefeslerle kalkıp indi. "Karımın adını bir daha ağzına alırsan, seni öyle çeşitli yollarla öldürürüm ki bağıra çağıra yardım istersin!" Kıstım gözlerimi. "Seni elimden kimse alamaz! Seni her gün biraz daha yakarım Kemal!" Yüzüne eğildim ve daha sert sıktım boğazımı. "O yüzden sakın karımın adını ağzına bile alma!" Sesim öfkeyle kalınlaşmıştı.
Sinirle itekledim onu geri ve zar zor çektim elimi boğazından. Öksürerek boğazını tuttuğunda derin nefesler çekti içine. Boğazında morluk bırakacağına emindim. Ve onun canını yakmayı umursamıyordum.
"Bunun.." nefesleri arasında zar zor konuşurken korumanın yardımıyla son anda dizlerinin üstüne düşmekten kurtuldu. "Bunun hesapını vereceksin Payidar." Bir eliyle boğazını ovuştururken sessiz bir şekilde fısıldadı. "Hepiniz, verecekseniz." Dediğinde gözleri tehlikeyle dolaştı her birimizin üstünde. Beni tehdit edemezdi, artık ondan korkan küçük çocuk değildim.
Korumaları Kemal'i evden çıkarana kadar boş gözlerim onu takip etti. Dışarı adım attığında kasılan vücudum bir nebze olsun yumuşadı. Peşinden bileğini tutarak Cengiz takip etti. Zahir hiç çekinmeden onun bileğini kırmıştı. Bazen bu adamın hareketlerini aşırı takdir ediyordum. Süleyman haklıydı aslında, keşke diğerinide kırsaydı. Bir daha ki sefere artık.
"Yavuz." Hafsa'nın endişeli sesini duyar duymaz ona baktım. Onların gittiğini görür görmez merdivenleri inerek yanıma gelmişti. Koşar adım önümde durduğunda nefesimi verdim. "İyi misin?" Diye sordu, gözleri vücudumda öyle bir endişeyle dolandı ki onu böyle korkuttuğum için kendime kızdım.
"İyiyim güzelim." Dudakları arasından yumuşak bir iç çekiş kaçtığında gözleri yüzümü taradı. "Manyaksın sen." Azarlayan tınısı beni güldürdü.
"Kocanı daha yeni mi tanıyorsun? Kırılıyorum." Bu kadın her şekilde öfkemi yerle bir ediyordu. Bir şekilde çocuksu yanımı ortaya çıkarıyor tüm hüznümü alıp götürüyordu.
Yumuşak bir tebessüm etti kollarını boynuma dolayıp bana sarıldığında gülümsedim. Elimi beline yasladım ve nefesimi verdim. "İyiyim." Diye fısıldadım. "Korkma artık." Bundan emin olmak ister gibi kokumu içine çektiğinde gözlerim babama kaydı. Gözlerinin arkasına gizlediği duygularla bizi izliyordu. Ama bir nebze olsun yumuşayan yüz hatları benden kaçmadı.
"Şov yapayisin ula sen." Cafer konuştu alayla. "Sırf bu kız saa sarulsun diye atlamaduysan o silahun önüne ne olayum." Dudaklarıma yayılan sırıtışla başımı geri çekip Hafsa'ya baktığımda oda gülüyordu. Sanki Cafer'in dediği komiğine gitmiş gibiydi. Ama gözleri hâlâ beni azarlıyordu.
"Bir daha yapma böyle şeyler." Hafifçe salladım başımı. Dediğini kabul ettim, ama yapardım. Kimse zarar görmesin diye gereken bir silahın önüne atlamaksa yapardım.
Gözlerim terasa kaydığında annemin orda olmadığını farkettim. Az önce ordaydı, ama şimdi yoktu. Yutkundum sertçe. Bir tarafım bana gidip onunla konuşmamı bağırıyordu. Diğer yanım oda suçlu diyordu. Babamın bakışları değil, ama annemin çöken yüz ifadesi canımı öyle çok yakıyordu ki. Kızamıyordum. Kırılıyor dökülüyordu ama ne fayda? Yine kendime kırılıyor yine kendimden nefret ediyordum.
Onca yalanlara inandım diye kendimden nefret ediyordum. Kendimi bana sevdiren Hafsa'ydı ve o yanımda olmadığı zamanlar ben aynada gördüğüm adamı sevemiyordum. O adamın yalnızlığını sevmiyordum. Kendine aciz bakışını, omuzlarını dik tutmaya çalışmasını sevmiyordum. Ve ne zaman Hafsa yanımda olsa, Yavuz yedi yaşından önce ki Yavuz gibi hissediyordu. Kayıtsız, hayatı seven. En azından aynada gördüğü adamdan tiksinmeyen yalanlarla bürünmeyen gülmeyi seven o çocuk gibi hissediyordu.
Biraz sonra Zahir ve Süleyman kapının önüne çıkıp eski görevlerine dönerek nöbet tutarken babam kendi odasına çekilmişti. Gecenin karanlığı üstüme çökerken beş günde özlediğim o Karadeniz'i doya doya izliyordum terasta. Dirseklerim demirliklere yaslanmış sessizce soğuk havayı dinliyordum. Hafsa duş alacağını söylemişti, her ne kadar yanında kalmak istesemde onu rahatsız etmek istemedim. Kafamı kurcalayan o kadar soruyla değil, gerçi Hafsa'da da garip bir şeyler vardı ama çözemedim. Sanki bana söylemek istediği bir şey varmış gibiydi ama susmuştu.
Gözlerim annemin odasına kaydığında nefesimi verdim. Gidip onunla konuş diye bağırıyordu kalbim. Eve girdikten beri yüzüne bile bakmamıştım.
"Yavuz?" İdil'in sesini duyduğumda başımı omzumun üstüne çevirdim. Nefesimi verip dikleştim yerimde.
"Evet?" Sesim düz çıkarken gelip yanımda durdu. "Karadenizi mi izleyisin?" Usulca salladım başımı ve gözlerimi çevirdim geri Karadeniz'e.
"Gördüğün üzere evet." Kaba konuşuyorsun Yavuz. Ama elimde değil.
"Üşümeyi misin? Hava soğuk." Hava soğuktu, üstümde ince bir gömlek varken bu soruyu sormasına şaşmamalı.
"Üşürsem, ısınacağım bir yer var oraya giderim." Vardı, karım vardı.
Dediğim şeyleri anlamış gibi yutkundu hafifçe. Onu kırıp dökmek değildi niyetim, ama bana böylesine umut dolu bakan gözlerinden benden hoşlandığını anlıyordum. Bu iş artık bana fazlasıyla saçma geliyordu. Evli olduğumu göre göre benden uzak durması gerekirken ne diye dibime kadar giriyordu? Sessizce Karadeniz'i izlerken tekrar konuştu.
"Hafsa yok mi?" Yeşil gözleri beni terketmezken kapattım birkaç saniye gözlerimi ardından açtım geri. "Odada."
"Sen niye yanunda değulsin?" Neden ilgilendiriyordu seni?
"Biraz kafamı toplamak istedim." Dedim somut bir ifadeyle.
"Ben bir şey soracağum." Yerinde kıvranır gibi elleriyle oynadı birkaç saniye. Ardından geri baktı bana. "Sizun evluluğunuz sahte mu?" Çattım kaşlarımı. Cidden bunu bana soruyor muydu? Hislerini gizlemiyor aksine bana yaklaşmaya çalışıyordu.
Duyduğunu biliyordum. Hafsa ile düğün alışverişine gitmeden önce konuşmuştuk. Ondan özür dilemiştim, sevdiği adam olamadığım için. Ama artık öyleydim, ben Hafsa'nın sevdiği adamdım. Zira o gün o sözleri söylerken yangın nasılda kül etmişti kalbimi. Gözyaşları akmak için zorlamıştı beni. Ama direnmiştim.
Hayat bir kez daha gösteriyordu bana. Değmişti.
"Bizim evliliğimiz fazlasıyla gerçek İdil." Dedim sert bir sesle. "Hafsa'ya aşığım." İdil'in açıkça bana aşık olduğunu sanmıyordum. Aşık bir insan böyle bakmazdı, İdil aşkla değil, sanki rekabetle bakıyordu. Ben onun için kazanmaya çalıştığı bir kuklaydım.
"Aşuksun?" Çatılan kaşlarında sesinin arkasına gizlediği kıskançlığı duydum. Hiç başarılı değildi. "Ama ben o gün duydim-"
"O gün ne duyduysan duydun." Vücudumu ona çevirdim ve kıstım gözlerimi. "Kafanda ne kuruyorsan unut İdil." Elimi kaldırdım ve parmağımı gösterdim. "Ben karımı seviyorum." Gözleri parmağımda ki yüzüğe takıldığında vermek istediğim mesajı gayet net bir şekilde anlamıştı. Öfkeden sıktığı çenesiyle yeşil gözlerini gözlerime dikti.
"Ondan özür dilemiştun." Gözleri canımı yakmak ister gibi dolandı yüzümde. "Ne çabuk aşuk oldi saa? Daha düne kadar yüzüne bile bakmayidi."
"Bakıyormuş demek ki." Haddini aştığını belirten bir sesle konuştum. Başım dikti ve ifadem soğuk. O an burnuma dolan kokuyu bana rüzgar getirdi. Hafsa'nın kokusunu burnumda hissetim. "Karımla ilişkim seni neden ilgilendiriyor?"
"Sadece sorayirim." Duygusuz gözlerle ona bakarken konuşmak istediğimde Hafsa'nın sesini duydum. "Sorma." Odadan çıkmış kollarını göğsünde kenetlemiş bir şekilde bize doğru yürüdü. Kokusu boşa dolmamıştı burnuma. Rüzgarın bana getirdiği koku gerçekti.
"Kocamla ilişkimden sana ne?" Yanımda durup koluma girdiğinde ona izin verdim.
"Öyle değul.." İdil açıklama yapmak ister gibi nefesini verdi. "Beni ilgilendirmeyi tabi, ama insan merak etmiyor değul. Tek ben değul ki? Tüm Karadeniz konuşayi Yavuz Payidar'ın nikahta terkedilen bir kızla evlenduğuni."
"Kes saçmalığı." Dediğimde sesimin hafif öfkeli çıkmasına engel olamadım. Hafsa'yı rahatsız etmeye çalıştığını belirten sinsi bakışları sinirlerimi bozdu.
"İnsanlardan bize ne?" Hafsa gayet rahat bir tavırla gülümsedi. "Ne konuşurlarsa konuşsunlar. Ben kocama aşığım." Tatlı tatlı konuşurken gözleri arkasında ki meydan okuyan bakış beni ona biraz daha aşık etti. "Şimdi izninle- ya da senden izin almaya hiç gerek yok kocamı alıyorum." Dediğinde beni yanına çekti. Gülmemek için zor dururken İdil'in öfkeden çıldıran ifadesini gördüm.
"Yürü." Dişleri arasında konuştuğunda alt dudağımı içeri kıvırdım. Öfkeli miydi o?
"Bana niye kızıyorsun?" Dediğimde kolumu çimdikledi. Çattım kaşlarımı ve ovuşturdum kolumu. "Ben ne yaptım? Yine şişirdin yanaklarını."
"Sen niye sohbet ediyorsun bu kızla?" Odamıza girdiğimizde çatık kaşlarıyla baktı bana. Sırıttım ve rahat adımlarla yürüdüm odada. "Sohbet etmedim ki, karıma nasıl aşık olduğumu anlattım." Başını omzuna eğerken kapattı kapıyı ve ellerini koydu beline. Gözlerini kısıp baktı bana.
"Karına nasıl aşık olduğunu anlatmak istiyorsan, gel bana anlat ona değil." Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı ve hızla salladım başımı dilimi damağıma vurdum. "Olmaz, bilmeli, sadece o değil tüm dünya bilmeli."
"Neyi bilmeli?" Dedi tek kaşını kaldırarak. Gözlerimde dolaşan alaycı bakışlara engel olamadım. "Seni ne çok sevdiğimi." Sözlerim ifadesini yumuşaltırken yanaklarına hafif bir kızarıklık yayıldı. Onu böyle görmek benide gülümsetti.
"Şimdi zalımın kızı.." dedim alayla ve yaklaştım ona. Aşağı eğilip bir kolumu bacaklarının altından geçirdim ardından diğer kolumuda belinin altından. Onu yatağa bıraktığım gibi dudakları arasından bir gülüş kaçtı. Bende gülerek üstüne çıktım. "Harbi çok mu aşıksın bana?" Dedim yüzüne eğilerek. Uzun kirpikleri arasından baktı bana ve kollarını sardı boynuma. Turkuaz hareleri yüzümün her zerresini izledi. Kokusu burnuma dolarken tam şu an kalbim duracak gibi hissettim.
"Evet." Fısıltıyla eli yanağımı buldu ve alnını alnıma yasladı. Gülümsedim ve burnununa küçük bir öpücük kondurdum bu yaptığım harakete karşılık kıkırdadı ve eli yanağımı okşadı.
"Kalbimi mahvediyorsun kalbimi." Alayla mırıldandım. "Bu kalp fazla dayanmaz sana." Burununu kırıştırdı ve baktı gözlerime.
"Boş konuşma." Cesaretine güldüm. "Konuşturanlar utansın hanımefendi."
Dudakları arasından çıkan kahkaha yüreğimi eritti. "Utansın bakalım beyefendi."
****
Sabah kalkar kalkmaz ilk işim şirkete uğramak olmuştu. Gerçi bu şirketin artık babamdan alındığını biliyordum. Ama müdür hâlâ değişmemişti. İçeri girmeme izin vermişti, böylece bende son zamanlar şirketin başına ne işler geldiğini araştırmak istemiştim. Hafsa'yı uykusundan hiç uyandırmamış saçlarına bir öpücük kondurup yanına küçük bir not bırakarak ayrılmıştım odadan. Oturduğum masada önümde ki bilgisayarda şirketin son zamanlar kaybettiği paraya, faizlere ve girdiğimiz borçlara bakıyordum.
Devran piyonlarını çok iyi yönetiyordu.
Cafer yanı başımda durmuş kafasını önüme uzatırken ofladım. "Çek kafanı bilgisayarın önünden!" Azarlar ses tonuma karşılık bir homurtu çıkardı ve hafifçe çekti başını geri.
"Sizin aramalardan bir şey çıkmadı." Dedi Aziz ve Süleyman'a baktı. "Dün gece ne olur ne olmaz diye bir daha araştırdım numarayı, arama kayıtlarına kadar girdim. Ama numaranın kime ait olduğuna dair hiçbir bilgi yok." Aziz'in iyi bir boksör değil aynı zamanda iyi bir hacker olduğunda öğrenmiştik. Aynı Süleyman gibi teknolojiyi alt üst ediyordu. Bizim için numarayı bir kez daha araştırmış ama hiçbir bilgiye ulaşamamıştı. Tarık'ı kimin öldürdüğü hâlâ gizli tutularak olduğu gibi kalmıştı. Aynı şekilde Hafsa'ya yurdu devreden kimdi bilmiyordum. Ama o yurdu Hafsa geri almalıydı, annesinden kalan bir hatırayı kaybetmesine izin veremezdim.
"Devran'ı anladık." Dedi Süleyman nefesini vererek. Masanın önünde ki sandalyeye oturmuş dirseği masaya yaslıyken eli çenesini sıvazlıyordu. "Ama ne Tarık'ı öldürenden ne de Cihan'ın şirketlerini alandan bir haber yok." Onu onaylar gibi Tufan ağır ağır salladı başını.
"Her şeyi kaybetmiş babam olacak piç. Biri büyük bir darbe vurmaktan çekinmemiş." Ellerini cebine sokarken sesi duygusuz bakışları hissizdi. Canı sıkkın gibiydi ve bunun Zerda'yla arasında olan mesele yüzünden olduğunu farketmek zor değildi. Bu aptal hâlâ kıza dargın mıydı? Dört gün olmuştu dört gün yüzüne bakmadan nasıl dayanıyordu? Tufan'ın kinine denk gelmek istemezdim. Aşırı..kindardı.
"Tarık'un öldürulmesunde olanlar, bence bir tesadüf değuldi." Zahir nefesini vererek ayırdı sırtını yaslandığı duvardan. "Vermek istedukleri göz dağu değuldi." Gözleri üstümüzde gezinirken hareleri bir şeyleri çözmeye çalışır gibiydi. "Biri yardum edeyi." Cafer bıkkın bir nefesle eliyle yüzünü ovuşturdu.
"Herkes başuma Sherlock Holmes oldi, biride çıkıp suçluyi gösterse dişimu kıracağum!" Yine şikayet etmeye başlamıştı. Bu onun gündelik haliydi o yüzden kafaya bile takmadım. Zahir'in dediklerine haklı olduğunu biliyordum. Dün gece uykum kaçtığı için saatlerce tavanı izlemiştim. Tarık'ın öldürülmesi bize bir tehdit değildi, çünkü o resmi bize gönderen her kimse Tarık'ın hiçbirimiz için değeri olmadığınıda gayet iyi biliyordu. Birisi bize yardım ediyordu. Devran mıydı bilmiyorum, bu bir ihtimaldi ama çok düşük bir ihtimaldi.
"Başka biri var." Zahir'in zihnimde ki düşünceleri okur gibi sakindi sesi. "Size değul, Hafsa'yla Tufan'a yardum etmek isteyen birileru var." Tufan tek kaşını kaldırırken Zahir'in dedikleri ona mantıklı gelmiş olacakki ifadesine merak ve kafa karışıklığı erişti.
"Kim?" Gözleri Zahir'e odaklandı. "Kimse bizim için böyle bir şey yapmaz Zahir. Bu fazlasıyla saçma bir ihtimal." Zahir'den önce Cafer konuştu. "Ama imkansuz değul." Başını dikleştirdi hafifçe. "Sizun bilmeduğuniz ama size yardum etmek isteyen birileri ola bilur."
"Ve bu daha saçma bir ihtimal." Dedi Aziz bakışları Tufan'a dönerken. "Öyle biri var mı kardeşim?" Onun dedikleriyle alay eden Tufan başını ağır ağır salladı iki yana. "Bizim bilmediğimiz birisinin olma ihtimali sıfır. Tabi ailemize artık hayaletler musallat oluyorsa orasını bilemem."
"Sizin hayalete ihtiyacınız yok ki." Arkama yaslanırken yüzümde rahatsız bir ifade vardı. "Babanla üvey kaynana yetiyor."
"Bazen çok doğru bir noktaya değiniyorsun damat bey." Tufan devirdi gözlerini hafifçe ve bir elini cebinden çıkardı. "Hafsa'nın kocası olmasan seveceğim senide sevemiyorum."
"Kardeşin seviyor." Dudaklarımda ki zafer sırıtışı onu öfkelendirmiş gibi kıstı gözlerini. "Fazla sevinme." Alayla kaldırdı tek kaşını. "Eninde sonunda terkedecek seni." Gözlerimde meydan okuyan bir bakış vardı. Burda bir çok kişi hâlâ evliliğimiz sahte sanıyordu. Sanmaya devam edebilirler. Kardeşini öpmüştüm ama haberi bile yoktu. Bu bana fazlasıyla keyif verirken Cafer sırıttı.
"Bence sen korkayisin." Bir elini yumruk yaparak yanında duran Tufan'ın omzuna şakacı bir yumruk attı. "Kardeşun kardeşume aşik olacak diye korkayisin." Aşıktı zaten. Tufan homurdanır gibi öfkeyle çattı kaşlarını ve itti Cafer'in elini.
"Korkacak bir şey yok." Diklenir gibi kaldırdı başını. "Benim kardeşim bu ayıya aşık olmaz."
Onun sözleri Aziz'le Süleyman'ı güldürürken Zahir'in bile ifadesinde eğlenir bir sima vardı. Tufan birbir gezdirdi gözlerini onların üstünde. Ardından otuz iki diş sırıtan bana baktığında utanmasa üstüme atlayacak gibiydi. "Sırıtma lan!" Masadan bir dosya alıp onu bana fırlattığında ayağımı yere bastırarak sandalyemi azıcık kenara kaydırdım. Dosya omzumun üstünden geçerek yere düştü.
"Senin kardeşin tamda bu ayıya aşık oldu." Dediğimde Cafer Tufan'ın bozulan ifadesine güldü. "Kalbine inecek ula öyle aniden söylenur mu?" Tufan tehlike saçan gözlerle bize bakarken ifadesi soğuktu. "Kardeşim sana aşık filan değil!"
"Sen benim kardeşumi niye sevmeyisin?" Cafer alay etmesine rağmen öyle ciddi bir ifadeye büründükü Süleyman keyifle onları izledi.
"Ben senin kardeşini sevmiyor değilim." Tufan sert bir sesle konuştu. "Mümkünse kardeşimin etrafında erkek görmeye hiç meraklı değilim."
"O zor abi." Süleyman rahat bir tavırla yaslandı geri. "Yavuz abi Hafsa'nın peşinden ayrılmıyor ki."
"Bir gün o ayaklarını kıracağım takip edemeyecek." Tehdidi beni güldürdü. Derdi benimle değildi farkındaydım. Her abi gibi kardeşini paylaşmak istemiyordu. Pekâlâ benimde Hafsa'dan uzak durmaya hiç niyetim yoktu.
"Ayaklaruni kırsan sürünerek gider bu." Cafer alayla konuşurken homurdanır gibi bir mırıltı çıktı burnumdan ve geri bakışlarım bilgisayara döndü.
"Yapar." Zahir düz bir ifadeyle bana bakarken gözlerinde alay vardı. "Yapmayacak gibi durmayi."
"Yaparım." Dediğimde sesim hem kurnaz hemde fazlasıyla ciddi çıkmıştı. Tufan'ın bana öldürücü bakışlar atması umrumda bile olmadı. Gözlerim dosyalarda gezinirken telefonuma gelen mesajla kaşlarım havalandı. Dikkatimi bilgisayardan çekilirken masanın üstüne bıraktığım telefonumu aldım. İsimsiz bir numara gördüğümde içime düşen hafif şüpheyle mesajın üstüne tıkladım.
"Ne o?" Cafer'in meraklı sesiyle omuz silktim. Gözlerim telefonuna gönderilen mesajda defalarca dolandı. Nefesim boğazıma takılırken gözlerime erişen endişeye saniyeler içinde öfke eşlik etti.
"Sana tekrar görüşeceğimizi söylemiştim, Yavuz. Sana göre İstanbul'da olanlar bir sonken bana göre bir başlangıçtı. Abini aradığını biliyorum, o zaman sana şunu söyleyeyim. Abine ulaşmak için benim sana kurduğum oyunlardan geçmen gerekecek. Abine zamanında yetiş, yetişmezsen olacaklar benim suçum değil. Abin elimde. Sana verdiğim süre dolacak, o süre zarfında sen gelmezsen abine bir kez daha elveda diyeceksin. Ve bu sefer ki cinayet bir kurtuluş olmayacak. Bu sefer abini kendi ellerinle gömeceksin.~İshak. K)
Elimde tuttuğum telefonla bakışırken saniyeler içinde rengimin solduğuna emindim. Cafer telefonu elimden tutup aldığında gözlerim boşluğa kaydı. Nefesim kesildi. Dişlerimi sıkarken endişe gözlerimi sardı. Devran'ı benden önce bulmuştu.
Devran ne zamandır onun elindeydi? Devran onun elindeyse bunca şeyi nasıl başarmıştı? Onun eline geçmeden önce yapmış olmalıydı.
"Nolayi lan!" Cafer'in öfkeli sesi kulaklarıma dolduğunda yutkundum. Bakışlarım zar zor ayrıldı boşluktan ve aldım Cafer'in elinden telefonu. "Ne?" Tufan kaşlarını çatarak sordu. "Ne yazıyor orda?" Süleyman'da ayağa kalkıp yanıma gelirken onun peşinden Zahir takip etti. İkiside başını uzatıp mesajı okurken aynı şekilde solumda duran Aziz'de gözlerini metinde gezdirdi.
"Noluyor lan gene?" Tufan sıktığı çenesiyle konuşurken benim gözlerim elimde tuttuğum telefondan ayrılmıyordu. Ne yapmaya çalışıyordu! Abimi benden önce nasıl bulmuştu! Bulduğum abimi bir kez kaybedemezdim.
Onu bir kez daha kaybedemezdim. Onun kanlar içinde kalan vücudunu bir kez daha kollarıma alamazdım.
İlkinin acısı daha geçmemişti. İkincisini nasıl kaldırırdım?
2018
Yavuz Payidar.
Futbol maçından çıkar çıkmaz yaptığım ilk iş yemek yiyip kendimi yatağa bırakmak olmuştu. Saat kaçta yatağa girmiştim bilmiyorum ama katıldığım futbol maçı saatler sürdüğü için baya yorulmuştum. İnatım inatdı benim ilk yarıda dört gol yiyince ikinci yarıda o dört golün ikisinide geri ödemiştim onlara ve maçı beş dört sonlandırmıştım. Ara bir mahallede böyle maçlar düzenlenirdi ve bende katılmayı severdim. Yedi yaşımdan öncesine sorsan bir gitar çalar çıkar çatı katına kendince tellere dokunur şarkılar söyler kendi kabuğuna çekilirdi. Çocukken gitar çalmayı severdim. Yedi yaşımdan sonraysa gitar görmek bana kabuslarımı getirirdi. Okulda ki bir gitar yarışmasına katılmak için gizlice evden çıktığımda o gece kaçırılmış ve hayatım boyunca yemediği kadar ağır dayaklar yemiştim.
O günden sonra elime bir daha gitar almamıştım. Alacağımıda sanmazdım. Zaten babam gitar çalmama her zaman karşıydı. Ona göre başına geçmem gereken bir şirket vardı. Ama yedi yaşımdan önce sahnelere çıkmak ister, şehir şehir gezerek konserler vermek isterdim. Çocukca aptalca bir hayaldi. En azından bana kabuslarımı hediye ettiği günden sonra benim için aptalca bir hayaldi.
Gitarla bir küslüğümüz vardı. Hiç barışamamıştım.
Bir kez daha döndüm yatağımda. Uykum vardı. Ama bir türlü uyku tutmuyordu. Böyle gecelerden nefret ediyordum. Yıllardır doğru dürüst uyuyamıyordum. Yastığımı alıp Devran abimin odasına giderdim, ama o evde değildi. Böyle uyuyamadığım geceler onun yanına giderdim saatlerce sohbet ederdik. Cafer desen ortalıklarda yoktu. Onun zaten nerde dolandığı belli değildi. Homurdandım ve sırtımı ayırdım yataktan. Oturur pozisyona geçerek elimi saçımdan geçirdiğimde sesli bir nefes kaçtı burnumdan. Gözlerim bir kez daha kaydı tavana ardından geri odamda gezindi.
Anlaşıldı. Bu gecede bana uyku yoktu. Çekmecenin üstünde ki sigara paketine uzandığımda çalan telefonumla tek kaşım havalandı. Sigarayı boşverip onun yanında duran telefonumu aldım. Gecenin karanlığından kamaşan gözlerimle kıstım göz kapaklarımı ve ekranda ki yazıyı okudum. Abim arıyordu, gece saat ikide neden beni arıyor onu anlamış değildim ama açtım telefonu.
"Hayırdır abi? Hissettin değil mi yine? Ne zaman geleceksin? Bak ben uyuyamıyorum ha bir azdan çıkacağım dışarı dalacağım anamla babamın odasına az kaldı!" Şirkete gittikten beri şiveyle konuşmuyordum. Ara bir kayan şivemi inat etmiştim düzeltiyordum. Babam ne zaman şirkete gitse benide peşine takıyordu.
"Yavuz.." kesik kesik çıkan nefesi kulaklarıma dolduğunda gözlerim daraldı. Keyifli ifademin yerini endişe sararken sesi kulağıma öyle kötü geldi ki sanki bir şeyler onu boğuyormuş gibiydi.
"Abi?" Telefona doğru konuştum merakla. "İyi misin sen?"
"Sana emanetler." Kulaklarıma dolan iki kelime omurgamdan aşağı bir ürperti gönderdi. "Kim?" Kekeleyerek konuştuğumda endişem sesime yayıldı. "Kim abi? Ne diyorsun ne emaneti? Ne saçmalıyorsun?" Sesime yansıyan kafa karışklığını oda duyuyordu. Ağır ağır alıp verdiği nefesler aklımı karıştırıyordu.
"Ölüyorum.." ağzından çıkan tek kelime vücuduma şok dalgası gönderdi. Nasıl bir hızla yorganı üstümden attım bilmiyorum ama çoktan ayağa kalkmıştım. "Ne ölmesi!" Korku sesime vurdu. "Abi ne diyorsun! Nerdesin sen!"
"Sana..emanetler." Boğazımı kesen nefesim göğsüme takılı kaldı. Korkudan genişleyen gözlerim sesimi titretti. "Kim bana emanet ula!" Bağırdım. "Ne oldi! Nerdesun abi Allah aşkuna nerdesun!" Elimi saçımdan geçirirken onun ağzından çıkan kelimeler beni delirtiyordu.
"Sana..emanetler." Aynı şeyi tekrarladığında saçıma daldırdığım elimi ayırdım saçlarımdan. Geri yanıma düşdüğünde yumruk oldu. "Kim baa emanet! Delrutme benu abi! Ne diyisin nerdesun!" Sessizlik hüküm sürdü. Başka bir ses gelmedi. Nefes alış verişler bile artık yoktu.
"Abi!" Bağırdım telefona doğru. Deli gibi gözlerim odada dolanırken kalbim öyle hızlı çarptı ki dudaklarım arasından korkuyla bir küfür kaçtı. Hızla çektim kulağımdan telefonu. Arama hâlâ devam ediyordu. Birkaç kez daha denedim ulaşmayı ama hayır ses yoktu. Hızla kapatma tuşuna bastım. Telefonumda takip uygulamasına girdim. Birkaç gün önce güvenlik amacı Cafer'in benim ve abimin telefona indirdiği uygulamadan birbirimizin nerde olduğunu göre biliyorduk. Hızlıca uygulama tıkladığımda Devran abimin nerde olduğunu anlamaya çalıştım. Bildiğim bir araziydi, ama orası bir hayli sessiz ve ıssızdı. Orayı çok iyi bilirdik. İçime düşen endişeyle hızla ceketimi kaptım ve ayakkabılarımı giydim. Koşarak çıktım odamdan ve aşağı indim.
Zahir'le Süleyman'ı aradı gözlerim. Ama onlar burda yoktu, dün çıkan çatışmada Süleyman'ın ayağı yaralandığı için hastanedeydiler ve Zahir'de onun yanında kalmayı seçmişti. Hızlıca merdivenlere yürüdüm. Aşağı indim. Kapıyı tutup açarak kendimi dışarı attım. Ceketimin cebinden anahtarları çıkardım ve arabanın kapısını açtım. Bu sırada abimi tekrar tekrar aramayı denedim ama açmadı. Hızlıca telefondan bir kez daha konuma baktım. Arabası haraket etmiyordu. Boğazıma bir bıçak dayalıymış gibi kısıtlıydı saniyeler. Vakit kaybetmeden vardığım arabaya oturdum ve anahtarları takarak çevirdim. Kapıyı kapatıp gaza yüklendiğimde aklım ve kalbim tek bir yere odaklandı.
Hızla çarpan kalbim öyle bir surette atıyordu ki hafifce içimde yayılan acı yüzümü buruşturmama neden oldu. Birkaç derin nefesler alıp verdim. Çocukluğumdan beri ne zaman strese girsem yavaş yavaş kalbimi saran acı bana geçmişin bıraktığı izlerden biriydi.
"Noluyor lan.." Kendi kendime söylenirken sesim öfke ve endişe taşıyordu. "Noluyor.." Ben bilmiyordum. Ama belki de yaşanan bunca şey bir çok acının başlangıcıydı. Ne kadar hızlı gidersem gideyim sadece bir saat içinde vardığım arazide durdurdum arabayı. Yolda gelirken ambulansı aramayı ihmal etmemişti. Bir elim sıkıca telefonu tutarken gözlerim gösterdiği konumu taradı. Yolun kenarından yükselen dumanlar adımlarımın bıçak gibi kesilmesine neden oldu. Tüm havayı kısa saniyeler içinde kasvet sardı. O dumanlar bana ulaşmıyordu bile, ama kafamın içinde bağıran ve konuşan sesler çoğaldı. Nefes alamadım. Nefes bile bana haram olmuştu.
Gözlerim yolun kenarında ki uçuruma kaydı. Gördüğüm araba abime aitdi. Param parça bir haldeydi. Dumanlar ondan çıkıyordu.
O arabanın içinde benim abim vardı.
Telefonu cebine soktuğum gibi ayaklarım yol kenarına koştu. "Abi!" Acı dolu bir haykırış dudaklarımı terkederken tüm vücudumun titrediğini hissettim. Yolun kenarından aşağı inmek için kaymam gerekiyordu. Üstümün başımın toz olmasını bile umursamadım. Fazla yüksek bir uçurum değildi yokuş aşağı iniyordu. Ellerimi toprağa yaslayarak hızlıca aşağı indiğimde dengemi zar zor sağladım. Her şey ola bilirdi. O araba patlaya bilirdi, yana bilirdi. Ve benim abim o arabanın içindeydi!
Dolan gözlerimle koşar adım dumanları çıkan arabaya koştum. Patlayacaksa bile bunu umursamadım. Dumanlar burnuma dolar dolmaz ciğerlerimde kalan hava beni boğdu. Öksürerek dirseğimin içini ağzıma tuttuğumda bir elimi kapıya yerleştirdim. Onu açmaya çalıştım ama açamadım. Sıkışmıştı.
"Açıl!" Bağırarak elimi cama vurdum. Hızla sürücü koltuğunun kapısına geçtim. Gözlerim abimi buldu. Hava yastığı patlamıştı ama o bile fayda etmemişti. Alnı kanlar içindeydi. Arabanın içinde resmen yana doğru uzanmıştı. Haraketsizdi. Gözleri kapalıydı. Arabanın ön kısmı tamamen ezilmişti. Yüzüne saplanan kollarına saplanan birkaç parça cam parçası vardı. O camlar sanki bir bir benim kalbime battı. "Abi!" Bağırarak kapıyı çekiştirdim. Oda sıkışmıştı. Açılmıyordu. Elimi kırık pencereden içeri soktum. Camların kolumu kesmesini umursamadım. Düğmelere bastım ama faydası olmadı.
Ayağımı kapıya yaslayıp açmaya çalıştığımda buda işe yaramadı. Ağzımda öfke dolu bir haykırış kaçtığında gözlerim deli gibi etrafta gezindi. Başımı ellerim arasına aldığımda nefes nefese kaldım. Her saniye kalbime saplanan acı artdı. O acı çoğladı. Şu an bir kalp krizi geçirmek isteyeceğim son şey bile olmazdı.
"Şimdi değil!" Kendimi kontrol etmeye çalıştım. "Şimdi olmaz!" Gözlerimi zorlayan acıyla yutkundum. Harelerim yerde ki demire takıldı. İçime yayılan bir parça umutla hızla ona doğru koştum. Ayağım takılıp dizlerimin üstüne düştüğümde nefesimi verdim. Avuç içlerim yere yaslanırken ağlamamak için kapattım gözlerimi
"Şimdi değil Yavuz.." kısık bir sesle konuştum. "Olmaz." Zar zor uzanıp yerde ki demiri aldığımda kalbimin acısını görmezden geldim. İlaçlarımı bile doğru düzgün kullanırken bu bile artık fayda etmiyordu. İlk kez o çocuk kadar çaresiz hissettim. Dizlerim üstünden zar zor kalktım ve arabaya geri döndüm.
"Dayan abim.." fısıltıyla çıktı kelimeler ağzımdan. Demiri kapıyla arabanın kapandığı kısıma soktum. Aşağı kaydırarak tüm gücümü kullandım. En sonunda bir tık sesiyle açılan kapı geri savruldu yerimde sendeledim. Hızlı nefeslerim arasında başımı aşağı eğdim.
"Abi!" Kollarımı arabanın içine sokup onu kendime çektim. Ağır vücudunu kaldırmak benim için biraz zor olsada onu bu arabadan çıkarmalıydım. Aniden gürleyen bulutlarla gözlerim gökyüzüne kaydı. Ardından başlayan yağmurla sesli bir nefes verdim. Dolu gözlerle abimi zar zor çektim o koltuktan. Bu durumda onu haraket ettirmemem gerekirdi. Ama araba patlarsa ikimizde burda can verirdik.
"Dayan!" Bir kolunu omzuma attım. Haraket etmiyordu. Bedeni ağırlamıştı. Ayakları yere basmıyordu. Kalbime saplanan acı çoğaldı çoğaldıkca gücüm azaldı. "Olmaz!" Bağırdım. Kendime bağırdım. Bir fayda etsin diye. O an güçlü kalmam gerekiyordu. Derin bir nefes çektim içime ve adımlarımı götürdüm ileri. Ayaklarına bile basmaya abimi o arabadan sürükleyerek çıkardım. Yeterince uzağa geldiğimizde onu yere bıraktım. Yanına çöktüğümde bir elim yere dayandı. Ardından bir patlama sesi kulaklarıma dolduğunda yerimde irkildim. Yağmur şiddetlendi. Biraz daha geç kalsaydım o arabada ikimizde yanacaktık. Gözlerim abime kaydı. Yağmur yüzünde ki kanı yıkıyordu. Hızla dizlerimin üstünde durdum başını kaldırıp bacağımın üstüne yerleştirdim.
"Abi." Titrek bir şekilde abi kelimesi dilimden döküldü. O an abi kelimesini ilk kez sevmedim. "Devran." Dedim ellerimi yanaklarına yaslayarak. "Bana bak lan!" Bir elim korkuyla boynuna kaydı. Nabzını kontrol ettim. Ama duyamadım. Nabzını duyamadım.
"Hayır, hayır, hayır." Çaresizlik vücudumu sardı. "Yapma lan!" Başımı aşağı eğdim. Kulağımı göğsüne bastırdığımda yüzüm acıyla buruşturdu. "Kalbin atmıyor abi!" Üstüme yağan yağmur kıyafetlerim sırıl sıklam etti. Kahverengi saçlarım alnıma yapıştı. Gözyaşları bu sefer aktı. Çünkü onlara direnecek gücüm yok oldu. "Abi." Elim üstünde ki kazağı sıktı. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Rengi solmuştu. "Kalbin niye atmıyor abi? Yapma bunu.." Onu sarstığımda onu değilde aslında kendimi uyandırmak istedim daldığım rüyadan.
"Ölme!" Nefesini kontrol ettim. Kalp atışlarını. Nabzını.
Hiçbiri yoktu. O gece anlamadım. O yağmur neden yağdı? Devran için miydi böylesine gökyüzünün ağlayışı? Benim için mi? Bilmiyordum. Tek bildiğim o yağmur damlaların altında üşüdüğümdü. Abimin gözleri açılmıyordu. Sesi yoktu, nefesi yoktu. Kalp atışları yoktu.
Bir vazgeçişti. Abim kollarımda can vermişti. Bunu anladığım an hayatın anlamı benim için bitti. O gece ben bir kez daha öldüğümü hissettim. Dudaklarım arasından çıkan hıçkırık bana kendi benliğimi unutturdu. Gözlerim kapandı ve başım aşağı düştü. Alnım abimin göğsüne yaslandığında o yağmur ikimizide o gece sırıl sıklam etti. Ben abimin cesediyle dakikalar geçirdim. Öldü sandım. Ölmüştü, belki de ölmüştü. Kalp atışları yoktu. Ama gözyaşlarım durmaksızın akarken ben daha önce hiç bu kadar ağlamadığımı hatırladım. Ben ilk kez böylesine içli ağladım. Kollarımda can veren abimin ölümü benim hayatımda o gece son verdi.
....
2025
Yavuz Payidar.
Ofisten kendimi dışarı attığımda hızlı adımlarla koridorda yürüdüm. O mesajın ardından İshak bir fotoğraf göndermişti. Ama cesaret edemedim. O fotoğrafa basıpta açmaya cesaret edemedim. Onun peşinden bir ses kaydı geldi.
"Abinin sesi, özlemişsindir Yavuz'um."
Ardından benimle alay eder gibi gönderilen o mesaj. Ama bunada cesaret edemedim. O sesi bile dinleyemedim. Diğerlerini ofiste bırakıp kaçmak ister gibi dışarı çıktığımda tek hissetiğim kalbimin sızlayışıydı. Yıllar önce yaşadığım o senaryo tekrar tekrar kafamda canlandı. Öldü sandığım abim yaşıyordu, o gece bana cehennemi yaşatan herkes susmuştu. Abim bile kendini benden gizlemiş, susmuştu. Şimdi tam onu buldum derken, bir kez daha ellerimden kayıyordu. Hayat beni delirtmek için her şeyi deniyordu. Elim boğazıma giderken bir elimi duvara yasladım. Hafsa içtim sanarken bu sabah yine ilaçlarımı içmemiştim. Sesli bir nefes kaçtı dudaklarım arasından ve kalbimde ki sızlayışı dindirmek ister gibi hızla elimi ceketimin cebine attım. Ani bir acı sezersem almam için yazmıştı doktor bu ilacı. Evden çıkmadan önce almayı unutmuştum, ama belli ki Hafsa dün gece bunu ceketimin cebine atmışdı.
Dolu gözlerimi es geçtim. Küçük bir tebessüm dudaklarımı sararken ilacın kapağını açtım ve birini ağzıma attım. Acıyan kalbimi yavaş yavaş kontrol altına almasına izin verdim.
Abime bir şey olmadan önce, onu İshak'ın ellerinden almam gerekiyordu ve bunu yapmak için oyanayacağı iğrenç oyunlara katılmam gerekiyorsa, yapacaktım.
Bu artık bir kan savaşına dönüyordu. Ve benim kanımın son damlasına kadar duracak gibi değildi.
****
Hafsa Payidar.
"Yavuz niye gelmedi?" Resmen çocuklar gibi somurtuyordum. Herkes eve dönmüştü gece olmuştu ama Yavuz yoktu. Zahir abi Özlem'e yemek yedirirken nefesini verdi.
"Hafsa kaç kere diyeceğum? Karadenize gitmuştur." Bana olanları anlatmışdı. İshak'ın attığı o mesaj beni bile korkuturken Yavuz'u fazlasıyla yaralamış olmalıydı.
"Neden benden hep kaçıyor?" Elimde değildi ama bu durum beni incitiyordu. Ne kadar istesemde Yavuz acılarını benden gizliyordu.
"Abim senden kaçmayi ki, kendinden kaçayi." Dedi Özlem. Bakışlarımı ona çevirdiğimde Zahir onu onaylar gibi bir bakış attı bana. Ardından Özlem'e döndü. "Sen nerden bileyisin bakayum buni?" Dediğinde kaşıkta ki çorbayı önce üfleyip sonra Özlem'e uzattı. "Bir keresinde Hafsa ablanın sorduğu soruyu bende abime sormuştum." Dedi kaşıkta ki çorbayı yutarken. "Oda bana böyle demişti."
Yutkundum sert bir şekilde. Bir bakıma haklıydı. Belki ben bunu her zaman farketmiyordum, ama Yavuz'un kaçtığı ben değildim. Yavuz kendinden kaçıyor kendisini kabul edemiyordu. Omuzlarım hafifçe çökerken ifademi üzüntü sardı. Bu ifadem Zahir'in rahatsız etmiş gibi kıstı gözlerini.
"Üzülme." Dedi yumuşak bir tınıyla. "Oğa zaman ver eninde sonunda kendusi saa gelecektur." Ona zaman vermek istiyordum. Ama benden kaçsın istemiyordum. Birlikte acılarının üstesinden gele bilirdik. Yalnız değildi. Usulca başımı salladım ve Özlem'e yemek yediren Zahir'i izledim. Özlem ne annesinin ne de babasının yüzüne bakıyordu. Dün bana dedikleri kafamı kurcalıyordu. Ona ne kadar sorsamda bana anlatmadı, sadece abime konuşurum diyerek susmuştu. Ama dün Yavuz Özlem'e bağırdığı için Özlem onada kırgındı. Yavuz'u tanırdım. Eve döner dönmez Özlem'in gönlünü almaya gelecekti bunu biliyordum.
Zahir ise büyük bir özenle Özlem'e yemek yediriyordu. Sanki o soğuk sert adam yok olmuşta yerine naif bir adam gelmişti. Düşünmüyor değildim, kız kardeşi yaşasaydı Zahir nasıl bir abi olurdu. Çok güzel bir abi olacağı açıktı. Bir çocuğa bakarken gözleri büyük bir umutla parlıyordu.
"Onunla çok iyi anlaşıyorsun." Dediğimde tebessüm etti. "Çocuklaru severum, en masum olan onlar." Haksız değildi.
"Bir gün bir çocuğun olsa çok şanslı olurdu abi." Dediğimde sözlerim kalbini ısıtmış gibi tebessüm etti. "İsterim." Gülümseyişi o soğuk tebessümlerin aksine çok sıcaktı. "Bir gün baba olmayi çok isterum, Hafsa. Ona hayati öğretmeyu yanunda olmayi çok isterum." Zahir o kadar iyi bir baba olurdu ki, çocuğunu çok severdi. Sözleri benim de içimi ısıtırken Özlem sırıttı.
"O zaman saa bir kız bulalum!" Parmaklarını kaldırdı. "Zarife var! Sonra komşuda Tuğçe var! Zeynep ablada var!"
Sözleri Zahir'ide benide güldürdü. "Sağol, ben bir kadunun benu seveceğuni hiç düşünmeyurim." Gülüşümü yüzümden silen kelimelerle kaşlarımı çattım.
"Abi o ne demek?" Kaldırıp indirdi omuzlarını hafifçe. "Soğuk duvarun tekuyim, kim ne yapsun benu?" Kaba olduğundan bahsediyordu. Tamam Zahir kendisini ilk gören insanların üstünde biraz korku bıraka bilirdi. Ama bana göre kalpsiz değildi.
"Soğuk değilsin abi duvarda değilsin. Gözlerine baktığında kalbini göremeyen insanlar varsa bu senin suçun değil." Dediklerimi düşünür gibi duraksadı birkaç saniye. "Bir kalbim olduğuni düşüneyi misin?" Diye sorduğunda kendini ne kadar duygusuz gördüğünü anladım.
"Var tabi." Süleyman mutfağa girerken elinde patlamış mısır kabı vardı. İçinden birkaç patlamış mısır alıp ağzına attığında Zahir'e baktı. "Ne olmuş senin kalbine? Kızlar kurban olsun sana!" Zahir kenardan ıslak bezi alıp Süleyman'ın sırtına geçirdiğinde Süleyman hızla kenara kaçtı ve öfkeyle buruşturdu yüzünü. "Sana iyilik bile yok! Kalpsiz gibi kal orda iyi! Taş yürek!" Dediğinde güldü Zahir.
"Kapa ula çenenu, gereksuz eleman." Süleyman devirdi gözlerini ve baktı bana. "Bu laftan anlamaz, hiçbir kız varmaz buna yenge boşa çeneni yorma." Dediğinde sesli bir nefes verdim. Onların çocuksu didişmeleri Özlem'i ve beni güldürdü. Mutfak macerasından sonra her kez odasına çekildi.
Gece saat 11-e geliyordu. Gözlerim camdan dışarıyı izlerken salondaydım. Hafize hanım odasından çıkmıyordu. Gidip onunla konuşamazdım. Onunla konuşması gereken Yavuz'du ben değildim. Mahir bey evde kendi ofisine çekilmiş sessizliğini korumuştu. Cafer mutfakta yemek yerken İdil'le Kübra hanımda muhtamelen kendi odalarındaydılar. Dün o kız yine ve yine Yavuz'a sırnaşmaya çalışmıştı. Derdi neydi bilmem ama Yavuz'da gözü olduğunu anlamıştım. Ve bu durumda içimde ki kıskançlığı körüklemişti. Yavuz'u kıskanıyordum, ve bu duruma resmen bayılıyordu.
Sonunda kapı açılıp içeri girdiğinde gözlerim ona takıldı. Burdan bakınca bile ne kadar yorgun olduğunu anladım. Camdan çekilip kapıya yürüdüm ve çıktım odadan aşağı kata inmek için merdivenleri kullandım. "Yavuz?" Dediğimde gözler beni buldu. Yorgun bakışlarını gizlerken gülümsedi.
"Yavrum?" Yanına gidip kollarımı boynuna doladığımda sesli bir nefes verdi burnundan. Kolları bana dolandığında tüm yorgunluğu son bulur gibi mırıltılar çıkardı.
"İyi misin?" Dediğimde boynuma bir öpücük kondurdu. Kokumu ciğerlerine doldurdu. "Şimdi çok iyiyim." Başını hafifçe geri çekip yüzümü izledi. Bir eli belimi terkederek yüzüme yaslandı. "Geç geldim biliyorum. Biraz kafamı toplamam gerekiyordu." Ona ne kadar kızmak istesemde başaramıyordum. Küçük bir tebessüm ettim.
"Sorun değil." Gözlerini izledim merakla. "Ama gerçekten iyi misin?"
"İyiyim." Gözleri aksini söylerken sesi fazlasıyla düzdü. "Sen yanımdayken iyiyim." Benden güç aldığını gizlemiyordu. Onu ayakta tutan bendim. Gözleri merdivenlere kaydı ve nefesini verdi.
"Özlem odasında mı?" Dediğinde sesinde hafif pişmanlık duydum. Usulca salladım başımı. "Odasında." Tebessüm etti ve elini ayırdı belimden. Ardından koluma koydu aşağı kaydırarak parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Tek kelime etmedi yine sessizdi. Sadece Özlem'in odasına giderken benide yanında götürdü. Yukarı kata çıktığımızda adımlarını Özlem'in odasına götürdü. Kapının önünde durdu ve onu açtı. Başını içeri uzattı.
"Özlem?" Sakin bir tınıyla sorarken Özlem mavi çarşaflarının arasında oturmuş elinde ki kitapı okuyordu. Yavuz'un sesini duyar duymaz başını kaldırıp bize baktı. İfadesinde ki hafif kırgınlığı gizlemedi.
"Evet?" Dediğinde Yavuz nefesini vererek odaya girdi. Beni de peşinden sürükledi. "Müsait misin abicim?" Suçunu biliyormuş gibi sesi küçük bir erkek çocuğuyla aynı çıkıyordu. Özlem elinde ki kitapı kapatırken gözleri birkaç saniye izledi Yavuz'u ardından sanki hiç tahammülü yokmuş gibi kaldırıp indirdi omuzlarını. Küçük oyuncu, bugün nerdeyse Yavuz ona bağırdı diye oturup ağlayacaktı.
"Müsaitim.." Yavuz usulca salladı başını. Kapıyı kapattı ve elini elimden ayırarak yatağa yürüdü. Özlem'in yatağının kenarına oturdu. Nasıl başlayacağını bilmez gibi nefesini verdi.
"Dün sana bağırdım.." dediğinde Özlem kaldırdı tek kaşını. "Bağırdın." İncinmişti ve bunu gizlemedi. Yavuz çocuk gibi kaçırdı bakışlarını. Gülmemek için zor durdum. Özlem cidden ne yaptığını çok iyi biliyordu, altı yaşında olmasına rağmen iyi bir manipülasyoncuydu. Onun yedi yaşında olduğunu sanıyordum, ama altı yaşındaydı. Zaten altı yedi yaşlarında bir çocuk olduğu bakıldığında bile anlaşılan bir gerçekti. Bugün evde yalnız kalınca onu daha yakından tanımıştım.
"Özür dilerim." Yavuz sonunda iki kelimeyi ağzından çıkarmayı başardı. İfadesi pişmanlık doluydu ve yorgundu. "Özür dilerim abicim, sana bağırmak değildi niyetim. Ama o adamlar, kötü Özlem. Orda olamaman gerekiyordu." Özlem onu anlasın diye detaylıca konuşurken küçük kız kardeşi nefesini verdi. Omuzları hafifçe çökerken baktı abisine. Ardından haraketlendi hafifçe. Öne doğru yatakta süründü ve kollarını Yavuz'un boynuna doladığında gülümsedi.
"Affettim." Yavuz'unda dudaklarına yayılan tebessümü sezdim. Birkaç saniye öyle kaldı ve sıkıca sarıldı kardeşine ardından nefesini verdi. "Çok çabuk affedeyisin." Alaycı bir şekilde şiveyle konuştuğunda Özlem çocuksu bir neşeyle kıkırdadı.
"Oda benum yumuşak kalbimden." Yavuz'u taklit ettiğini anladığımda güldüm. Aralarında ki abi kardeş ilişkisi öyle güzeldi ki. Özlem gülümseyerek geri çekildi. Ardından birkaç saniye bana baktı ve nefesini verdi. Sonunda gizlediği şey her neyse onu söyleme kararı mı almıştı? Merakla onları izlerken Yavuz çattı kaşlarını.
"Siz ikinizi benden ne gizliyorsunuz bakayım?" Dediğinde Özlem alt dudağını içeri kıvırdı. Ardından uzaklaştı hafifçe Yavuz'dan. Yatağın yanında ki çekmeceyi açtı. İçinde bir şeyler aramaya başladı. İkimizde merakla onun ne çıkaracağını beklerken içinden küçük bir not çıkardı.
"Bunu Devran abim göndermiş." Ağzından çıkan tek cümle ikimizinde vücuduna sarsıntı hissi gönderdi. Yavuz şok dolu gözlerle kardeşinin ona uzattığı nota baktı. Gözleri bir nota bir Özlem'e kaydı.
"İki gün önce gece odama bir abi geldi." Notu alması için bir kez daha elini ileri ittirdi. "Bunu sana vermemi istedi, Devran abi göndermiş." Başını omzuna yatırdı. "Ona abim öldü dedim, ama ölmediğini söyledi. Ailem bizi kandırmış abi!" Büyük bir gerçeğin farkına varmış gibi genişledi gözleri. "Annemde babamda yalanci." Gözleri nota doğru titreşti. "Ama sen bana yalan söylemezsin, notu sana vermemi istedi. Kimseye bundan bahsetmedim. Bir tek saa güveneyurim."
"Kim?" Hafif endişeyle sordu Yavuz. "Odana kim geldi Özlem?" Kim Özlem'in odasına kadar girmeyi başarmıştı? Bu Yavuz'uda beni de korkuttu.
"Adı İshak'mış." Yavuz'un yüzünü incelerken konuştu. "Abim bu notu ona vermiş, ondan sana vermesini istemiş. Bende sana vereceğime dair ona söz verdum." Yavuz yutkundu sertçe. Titreyen eli havaya kalktı ve Özlem'in elinde ki notu aldı. Gözleri bir an bana kaydığında endişenin öfkenin aynı şekilde bir miktar korkunun onu nasıl sarmaladığını gördüm.
Birkaç saniye kapattı gözlerini. Ne göreceğine hazırlanmak ister gibi ciğerlerine derin bir nefes çekti. Yüz kasları gerginleşirken geri açıldı göz kapakları. Ardından ağır ağır açtı elinde tuttuğu kağıtı. Hafifçe haraket edip yanında durduğumda ne göreceğime kendimi hazırladım.
Dört katlanmış kağıtı açtı ve içinde ki tek cümleyi okudu.
"Emanetimi bul Yavuz. İkinci emanetimi bul."
Kaşlarım çatılırken gözlerim Yavuz'a kaydı. Devran Yavuz'a birilerine emanet etmişti. Birincisi Narin'di. Peki ikinicisi kimdi?
Yavuz'un elinde tuttuğu kağıt hafifçe titrerken kehribar hareleri döngüye girmiş gibi durmadan dolanıyordu sözlerinin üstünde. Kurtulduk sandığımız bataklık her geçen gün bizi biraz daha dibe çekiyordu.
Devran emanetini istiyordu.
Ve biz, onun emaneti kim bilmiyorduk..
***
BÖLÜM SONU.
Evetttt, nasılım ama hep bir kaosun ortasına atıyorum Yavuz'u..biraz vicdansız mıyım neyim ama olsun o kadarcık.
Belliki dahada çukura batıyoruz bakalım bizi kim çıkaracak ordann bir bölümün daha sonuna geldik. Şimdi izninizle gidip Devran'ın ölüm sahnesini tekrar tekrar okuyup ağlamama devam edeceğim. Yavuz'un ağlaması öküz gibi oturdu kalbime gitmiyorda. İşte karaktere fazla bağlanmanın zararları.
Gelecek bölüm görüşürüz.
Allah'a emanet canlarım❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |