
(not; Birde bazı karakterlerin soyadlarına hiç değinmediğimi farkettim onlarıda buraya bırakacağım💖
Süleyman Akal
Zahir Çetiner
Zerda Dağderen
Aziz Dağderen
Tufan Polatlı
İshak Karahan)

2018
Soğuk havanın son aylarıydı. Yakın zamanda bahar ayı girecekti. Mart ayında havalar ısınmaya başlardı diye geçirdi Narin kendince içinden. Yaslandığı duvarda kollarını kendisine dolamış ara bir üşüdüğü için ellerini kollarında gezdirerek kendisini ıstıyordu. Evden gizlice çıkmıştı. Ceylan'ı üniversite sınavına götüreceğini söyleyerek evden çıkmış zar zor annesini ikna etmişti. Gerçi o sınavı kazansa bile ailesinin izin vereceğinden şüpheliydi. Normalde olsa asla evden çıkmalarına izin verilmezdi ama son zamanlar daraldığını söyleyerek dakikalarca dil dökmüştü. Babası iki günlük şehir dışında olduğu için annesi izin vermişti ve Narin'de Cengiz'i atlatarak çıkmıştı evden.
Nefesini verip başını gökyüzüne kaldırdı. Fazla zamanı yoktu. Eve dönmesi gerekiyordu, çünkü Cengiz yokluğunu farketsin istemiyordu. İstediği son şey kardeşiyle bir dalaşa girmek olurdu. Üstelik karnında bir çocuk taşıdığını öğrendiği andan itibaren ailesine pek bulaşmıyordu. Kendisine bir zarar gelirse bundan karnında ki çocukta etkilenirdi. Onu canı pahasına korumayı göze almıştı. Ailesine rağmen Devran'ın çocuğunu taşıyordu. Ve onu bırakmaya hiç niyetli değildi.
"Narin!" Devran'ın sesi kulağına dolar dolmaz gözleri ayrıldı gökyüzünden. Bakışları yokuş aşağı ona doğru gelen Devran'ı farkettiğinde yüzüne derin bir tebessüm yayıldı. Üstünde siyah pantolon ve siyah kazak olan Devran onunda üstünden uzun bir ceket giymişti. Soğuktan nefret ettiği için hep fazlasıyla kalın giyerdi. Boynunda Narin'in ona ördüğü atkı vardı. Ne zaman dışarı çıksa atkısınıda yanına alırdı. Kahverengi saçları rüzgarla hafifçe dağılmıştı. Boyu Narin'den daha uzundu. 1.90 ya vardı ya yoktu. Kahverengi gözleri yüz hatlarına fazlasıyla uyuyordu. Keskin bakışları, kısık gözleri hafif çıkan sakalları ve her güldüğünde ortaya çıkan gamzeleri ona fazlasıyla yakışıyordu.
Narin'in yanına varır varmaz kollarını belin dolayıp onu birkaç kez döndürmüştü etrafında. Ne zaman Narin'i görse içinde ki çocuksu neşeye engel olamaz neşesini karşısında ki kadına bulaştırırdı. "Tamam dur! Biri görecek!" Narin gülüşleri arasında konuşurken Devran onu yere bıraktı. Dudaklarında ki sırıtışla baktı Narin'e.
"Görsünler." Korkusuz bir meydan okumayla kaldırdı tek kaşını. "Kim karışa bilir bize? Benim olana kim karışa bilir? Çıksın karşıma kimse alamaz seni benden." Narin başını hafifçe eğdi omzuna doğru. Önünde ki adamı izlerken bakışların da sevgi vardı. Ama o Devran kadar cesur değildi.
"Sen aptalsın." Dediğinde Devran gülerek başını attı geri. "Kim yüzünden acaba? Aşkın aptal ediyor beni olan aklımıda kaybediyorum." Avuç içlerini yasladı Narin'in yanaklarına. Gözleri karşısında ki kadının harelerine takılıp kaldı. Yıllar önce kardeşini kurtarmak için girdiği o cehennemde böylesine bir melekle karşılacağı aklının ucundan geçmemişti. O gece tırmandığı duvardan geçmeye çalışırkende Narin'in ona söylediği ilk cümle şu olmuştu.
"Sen aptalsın!" Duvar'ın tepesinden inmeye çalışırken kaşlarını çatmışdı Devran. "Fınduk burnuni her şeye karışturma! Böyle çenen varsa bir merduven bulsaydin!" O zamanlar karşısında ki kız 15-16 yaşlarındaydı. Devran'ında dediği gibi fındık kadar küçük bir burnu vardı. Ama mavi gözleri Devran'ın kalbine ilk o anda aşk tohumunu ekmişti. Eskiden şiveyle konuşan Devran şimdilerde şivesini düzeltmişti. Öfkesi dışında şivesi hiçbir yerde ortaya çıkmıyordu. Ama ne zaman öfkelense o zaman kayan şivesine engel olamıyordu.
"Nasılsın?" Devran iç çekiş dolu bir nefesle sordu. Eli aşağı inerek karşısında ki kadının karnına yaslandı. "Bebeğimiz nasıl?" Dediğinde sesinde hem şefkat hemde alay vardı. Narin gülümsedi ve gözlerini indirdi Devran'ın eline ardından geri gözlerini çıkardı kahverengi gözlerin sahibine.
"Biraz midemi bulandırıyor ama ikimizde iyiyiz." Sesinin tınısı sıcacıktı. "Üzüyor mu benim canımı?" Dedi Devran sevgi dolu bir fısıltıyla. Narin güldü ama gülüşünün altında hafif gerginlik Devran'dan kaçmadı. "Ne oldu?" Meraklı gibi sorunca Narin nefesini verdi.
"Bilmem.." Sesi bir hayli kederli çıktı. "Ne yapacağız Devran?" Gece gündüz bunu düşünür gibi bir ifadesi vardı. "Ailelerimiz ortada, biz ne olacağız?" Bunları düşünen sadece Narin değildi. Devran'da onun kadar her şeyi düşünmüş tüm ihtimalleri göz önünde bulundurmuştu.
"Kaçacağız." Devran net bir sesle konuşunca Narin'in irisileri genişledi. Karşısında ki adama şokla baktı. "Nereye kaçacağız?" Kaşları çatıldı. "Devran ne diyorsun sen, ailelerimiz birbirine girer farkındasın değil mi?"
"Girsinler." Her şeyden vazgeçmiş gibi kaldırıp indirdi omuzlarını. "Seni benden ayırmaya çalışan her şey yok olsun, umrumda değil Narin." Gözleri derin bir istekle baktı mavi gözlere. "Ama bana hayır deme." Çenesinin ucunu işaret parmağıyla baş parmağı arasın aldı. "Sen bana hayır deme." Narin sesli bir nefesin dudakları arasından kaçmasına izin verdi. Mavi harelerini zorlayan göz yaşlarına engel olamadı. Kaçarsa bunun bedelini ailesi öderdi. O aileden kimse umrunda değildi, ama kız kardeşinin canı yansın istemezdi.
"Narin lütfen." Devran yalvaran sesiyle konuştu. Narin gözlerini Devran'a dikerken yutkundu. Bir eli aşağı inip Devran'ın elinin üstüne yaslandı. Karnında bir çocuk vardı. Ve burda kalırsa o çocuğun sonu hiç iyi olmayacaktı. Gözleri boşluğa daldığında sessizleşti.
"Her şeyi hazırladım." Büyük bir beklentiyle konuştu. "Bir ev aldım ikimize, Amerikada. Her şey senin istediğin gibi. Çocuğumuz için bir oda bile var." Güven veren bakışlarının altında çaresiz bir adamın yalvarışları vardı. Tüm bunları düşünmek Narin'in kalbini ısıttı. Kuruyan dudaklarını ıslattı ve nefesini verdi.
"Tamam." Dediğinde verdiği karardan kendisi bile emin değildi. Ama evet demişti. Bir kez olsun mutlu olmak için Devran'ın hazırladığı hayata evet demişti. Devran yüzüne yayılan gülüşle dudaklarını Narin'in alnına bastırdı.
"Tamam diyen diline kurban." Gözlerini kapattı ve Narin'in çok sevdiği kokusunu doldurdu burnuna. "Seni çok mutlu edeceğim, Narin." Başını geri çekerek Narin'in yüzünü izledi. "Seni dünyanın en mutlu kadını edeceğim, hiçbir şey bizi ayıramayacak." Narin onun söylediği her kelimeyle biraz daha cesurlaştı. Sevdiği adamın cesareti kalbini ısıttı.
"Çocuğumuzu beraber büyüteceğiz." Masal gibi sesi Narin'ide gülümsetti. "Onun her anında yanında olacağız." Gözlerinin içi ışıldadı. "Ve eminim kızımız olacak." Narin dolan gözlerini bir kenara iterek güldü.
"Senin bu kız sevdan nedir?" Devran kaldırdı tek kaşını ve gururla kabarttı göğsünü. "Ben onun baba diyişini dinleyeceğim, oda tatlı sesiyle bana seslenecek. Sonra saçlarını öreceğim, ona kıyafetler alacağım. İsterse köpeği bile olacağım." Neşeyle söylediği her kelimeyle Narin'in gülüşleri havada yankılandı.
"Ben bile bu kadar sevilmiyorum Devran bey." Alayla izledi karşısında ki adamı. "Kızınıza bu bağlılığınız nerden geliyor?" Devran sırıtarak eğildi Narin'in yüzüne. "Hepsi annesinin suçu." Devran bir kolunu doladı Narin'in beline.
"O küçük burnunu kıvıra kıvıra aşık etti beni kendisine." Hayıflanır gibi nefesini verdi. "Şimdi de kızı beni küçük parmağına dolamak için dünayaya geliyor, ne yapsın bu Devran Payidar?"
"Ne biliyorsun, belki erkek?" Narin iddialı bir sesle sorunca Devran hiç bozmadı keyfini. "O zamanda bana benzer. Ama ben yine sana benzemesini isterim." Bakışlarını sıcaklık sardı. "Mutlu olacağız, Narin." Baş parmağı gelişi güzel Narin'in çene çizgisini takip etti. "Biz çok mutlu olacağız." Narin salladı başını ve yaslandı Devran'ın göğsüne. "Sana güvenim tam." Devran bir elini daldırdı onun sarı saçlarına. Bir kez daha yemin etti içinden. Sevdiği kadını çok mutlu edecekti.
İhtimaller onu durdurmadığı sürece Devran Narin'i hep mutlu edecekti. Çünkü Devran Payidar Narin'in tek bir göz yaşına bile kıyamazdı.
****
Hafsa Polatlı.
Özlem'in bize verdiği notdan sonra sanki tüm dünya yok olmuştu. Düşman dediğimiz adam evimize kadar gelmiş Özlem'in odasına girmişti. Sanki Yavuz ailesini korumaya çalıştıkca hayat onun dikine gidiyor elinden her şeyini almaya çalışıyordu. Kaç dakikadır elinde ki notla bakışıyor bilmem ama uzun zaman olmuştu. Notu o kadar sıkı tutuyordu ki kâğıtı yırtacaktı. Dişlerini sıkmaktan belirginleşmeye başlayan damarları çoktan boynunda ortaya çıkmıştı. Her hücresini saran öfke ve koruma içgüdüsünün altında derin bir telaş vardı.
"Nasıl girdi içeri?" Sözler tükürür gibi çıktı ağzından. Özlem'i korkutmamak için öfkesini kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Ama göğsüne çektiği her nefes bile içinde dolaşan canavarı ortaya çıkarıyordu. Başını ağır ağır çevirdi omzunun üstüne ve ona ürkekce bakan kız kardeşini izledi. "Özlem, nasıl gizlersin bunu?'
"Siz burda değilduniz ki abi." Özlem'in sesi bir hayli kısık çıktı. "Anamla babamada güvenemedim." Kaldırıp indirdi minik omuzlarını. "Notu bir tek saa vermemi istedu."
Yavuz bir elini çekti notdan ve yüzüne götürdü. Avuç içiyle yüzünü ovuştururken dudakları arasından sinirli bir iç çekiş çıktı. Kafasında binlerce soru vardı ama bunları geride bırakıp hızla ayağa kalktı. Burda daha fazla durursa öfkesini kontrol edemeyeceğini biliyordu. Özlem üzgün gözlerle onun arkasından bakarken abisini kırdığını düşünmüş olacak ki yüzü düşmüştü.
"Kızdı mı bana?" Cılız bir sesle sorduğunda aceleci bir şekilde başımı iki yana salladım. Birkaç adım atıp yaklaştım ona elimi çenesine koydum ve gülümsedim. "Sana kızmadı, senlik bir durum yok." Hafifçe sıktım çenesine ve baktım gözlerine. "Onunla konuşacağım, sen uyu tamam mı? Geç oldu." Sözlerime pek inanıyor gibi değildi ama usulca salladı başını. Hızlıca saçlarına bir öpücük kondurup odadan çıkmak için haraketlendim. Elimi çenesinden ayırır ayırmaz kapıya yürüdüm. Yavuz'un peşinden dışarı çıktığımda onun terasta volta attığını farkettim. Sağ elinin avuç içinde kağıtı ezerken öfkeli gözleri yerde geziniyordu.
"Yavuz-" dememe kalmadan konuşmaya başladı. "Evimize girmiş!" Öfkeden kısık çıkan sesi kulaklarıma doldu. "O orospu çocuğu evimize kadar girmiş!" Bana bakmayı redderek kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Ben bunca adamı neden dizdim buraya! Nasıl içeri girer!" Sakin olmasını isterdim. Ama bu ona söyleyeceğim son şey olurdu. Histeri bir krize girmiş gibi tüm vücudu öfkeyle titriyordu. Ailesinden birine zarar gelir düşüncesi Yavuz'u yiyip bitiriyordu.
"Selim!" Diye bağırdığında merdivenlere doğru yol aldı. Dudaklarım arasından kaçan telaşlı bir nefesle peşine takıldım. Kapının önünde nöbet tutan korumalardan biri olmalıydı ki ismini duyar duymaz içeri girdi.
"Buyur abi." Dediğinde sesi merak dolu çıktı. Yavuz'un öfkesine anlam veremedi. "Nereye bakıyorsunuz oğlum siz!" Bağırışı boş avluda yankılandığında Zahir ve Süleyman'da içeri kapıdan geçerek avluya adım atmışdılar.
"Ne oluyor?" Süleyman tek kaşını kaldırıp sorarken Yavuz öfkeyle Selim'e bakıyordu. "Nerde o kapuya dizduğiniz adamlar!" Elinde ki notu kaldırıp gösterdi. "Düşman evumize kadar gireyi ama siz ayakta uyuyisiniz, ne iş!" Öfkesine yenik düştüğü için yine şivesi kaymıştı.
"Kim?" Zahir tek kaşını kaldırıp öne bir adım attı. Yavuz'un elinden notu aldığında yüzünde soğuk bir ifade vardı. Harelerini nota düşürüp merakla baktı. Yüz ifadesini sertlik sararken aynı şekilde merakta vardı.
"Nolayi, sesuniz yukarı kadar geleyi!" Cafer söylene söylene merdivenlerden inerken bakışlarında sıkıntı vardı.
"Nereye bakayisiniz siz? Bostan korkuluği diye mu diktum ben sizu oraya!" Yavuz'un gür sesi avluda yankılanırken yutkundum sertçe. Selim ellerini önünde birleştirip bakışlarını kaçırırken hafifçe kaldırıp indirdi omuzlarını.
"Bilmiyorum ki abi." Sesinde telaş ve panik vardı. "Kimse yoktu, sabaha kadar nöbetdeyiz biliyorsun zaten içeri nasıl girmiş kim girmiş bilmiyoruz."
"Aklumi kaçıracağum!" Sabırsız gözleri Selim'i izlerken çenesini kasmaktan nerdeyse kıracaktı. "Napayisiniz siz? Millet eluni koluni sallaya sallaya eve girerken kıçınuzin üstüne oturip izleyu misiniz!" Yavuz Selim'i azarlamaya devam ederken Cafer yanımda durdu.
"Hafsa, nolayi?" Fısıltıyla sorduğunda ona baktım. "İshak eve girmiş abi." Sesimde ki endişe hızla ifadesini karartı. "Özlem'e not bırakmış, Devran Yavuz'a not göndermiş." Sözlerimle gözlerine şok duygusu sarıldı. Ardından kaşları çatıldı ifadesinde aynı soğukluk hüküm sürdü.
"Eve nasul girmuş?" Dediğinde daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. Başımı ağır ağır iki yana salladım. Cafer'in bakışları Selim'e kaydı. Ardından Yavuz'un öfkeden gerginleşen yüz hatlarını izledi. İleri bir adım atarak Zahir'in yanında durdu. Zahir sıkıntılı bir nefesle iki parmağı arasında tuttuğu kağıtı ona uzattı.
Cafer onu alıp okurken kaşları hafifçe havalandı. "Gerçekten, Devran'un el yazusi bu." Abisinin el yazısını hâlâ unutmamıştı.
"Onun tabi!" Yavuz öfkeden titreyen bir sesle konuştu. "Düşman evimize girmiş haberimiz yok!" Selim'e çevirdi sert ifadesini. "Yürü! Kamera kayıtlarına bakacağız!" Selim hızla başını sallayıp çoktan merdivenlere yol alırken Yavuz'da nefesinin altında küfürler mırıldanarak onun peşine takıldı. Gitmeden önce bana attığı kaçamak bir bakışı yakaladım. Ama bu öfkeyle bana hiç yaklaşmak istemediğini anladım.
"Nasıl girmiş lan bu eve?" Süleyman kafası karışmış bir şekilde sorarken Zahir burnundan sıkıntılı bir nefes verdi. "İshak'ı tanımayimiş gibi konuşayisiniz, o adam deliunin teku." Kısık gözlerle izledi bizi. "Bir villayu içunde insanlar varken ateşe verecek kadar manyak. Bir eve girmek onin içun zor mi olacaktu?" Dediklerine şaşıran bir tek bendim.
"Ne villası abi?" Dediğimde Zahir nefesini verdi. Hareleri gözlerimi buldu. "Sekiz sene önce, sevduği kadunin ölümunde parmaği olduğuni düşündüği için bir ailenin evini yakmuşti." Hiç çekinmeden çıktı kelimeler ağzından. "Evden kimse sağ çıkamamuşti." Boğazımda oluşan yumruyu yuttum. O an anladım ki İshak gerçekten deli olmalıydı. Ya da sadece canı yanan bir adam. Canı yandığı için oda hiç çekinmeden onları yakmıştı.
"Suçlunun o olduğunu nerden biliyorsunuz?" Diye sorduğumda Süleyman nefesini verdi. "Çünkü hemen ertesi günde bizim konağı yakmaya çalışmıştı." Cafer usulca salladı başını. "Kimden şüpheleniyse hepsunin bir bir canuni yakayidi. Hâlâ devam edeyi, hâlâ oyununa son vermedu şerefsuz!" İshak'a olan kinini sesinde duyuyordum. Nefesimi verdim ve gözlerim yukarıdan aşağı inen Mahir bey'le kesişti.
"Nolayi?" Dediğinde kibirli tavrından ödün vermiyordu. "Allah Allah." Cafer abarta abarta gezdirdi gözlerini onun üstünde. "Sen konuşmayi bileyumdin?" Mahir bey burnundan sıkıntılı bir nefes verirken soğuk bakışlarını tuttu Cafer'in yüzünden.
"Doğri koniş." Cafer kaldırdı tek kaşını alaycı bir edayla. "Yanlış konuştuğumi varsaymayirim." Başını hafifçe omzuna çevirip arkasında ki iki adama baktı. "Siz düşneyimisiniz?"
"Heç düşünmüyorum abi." Süleyman alaycı bir sesle mırıldandı. Onun aksine Zahir sessizdi. Ama bakışları bir hayli meydan okuma doluydu. Ne çocuklarının ne de korumalarının Mahir'e saygısı kalmamıştı. Başkalarını bilmem ama ne Zahir ne de Süleyman Mahir bey'e artık saygı duymuyordu.
"Yürüyin, gidip bakalum şunlara." Dedi Zahir başıyla merdiveni gösterip. Mahir bey'i geride bırakırken üçüde yukarı kata çıkmak için haraketlendiler. Bende onların peşine takılırken Mahir bey'in sesini duydum.
"Oğlumi neyun içune sürükleyusin?" Tabii ki suçlu gibi yine beni gösterecekti. Kibrinden ödün vermeyecekti. Nefesimi vererek başımı ona çevirdim. Daha önce hiçbir diyaloğumuz olmamıştı ama niyeti beni suçlamaksa buna izin vermezdim.
"Oğlunuzu ben sürüklemiyorum." Sakin bir sesle konuştum. "Yavuz sizin oynadığınız oyunların peşinde heba oluyor Mahir bey. Bana gelirsek, ben bugüne kadar ona hiçbir yanlış yapmadım." Sözlerimin onu rahatsız ettiğini farkediyordum. Ama haksız değildim, Mahir bey Yavuz'u cehennem ateşinin içinde bırakmıştı.
"Sen hayatumuza girdukten beru her şey ne kadar değuşti, farkunda değul muyim sanayisin?" Bir adım atarak önümde durunca soğuk ifadesi yüzümü inceliyordu. "Sen nesun Hafsa, Devran'ın canumi yakmak içun gönderduği intikam oyuncaklarundan biru mi?" Ne sanıyordu bu adam? Yavuz'un hayatına beni Devran'ın soktuğunu filan mı?
Acilen deli hastanesini aramamız gerekiyordu.
"Bir yanlışınız var Mahir bey." Samimiyetsiz bir tebessümle kollarımı göğsümde kenetledim. "Devran Yavuz'un değil, sizin hayatınızı mahvetmeye çalışıyor. Yavuz'a olan hislerime gelirsek. Orası sizi hiç ilgilendirmiyor." Gözlerim gelişi güzel etrafta gezindi. "Ama bilmek isterseniz, ben Yavuz'a asla zarar vermem. Emin olun, sizin kadar acımasız değilim." Sözlerim onda nasıl bir etki bıraktı emin değildim. Soğuk harelerine vurmasa bile sinirlerini bozduğumu parmakları arasında sıkıca tuttuğu tesbihten anlamıştım. Tek kelime daha etmeden arkamı dönüp Cafer abilerin çıktığı merdivenlere yürüyerek bende yukarı çıktım.
Uzun terası takip edip en uçda ki odaya yürüdüm. Oraya daha önce girmemiştim ama evi izleyen kameraları ordan izlediklerini biliyordum. Kapının kulpunu tutarak aşağı eğip içeri girdiğimde diğerleri çoktan masanın başında oturan Selim'in başına toplanmıştı. Birkaç adım atıp onların yanında durdum. Özlem'in odasının önünü izleyen kamera kayıtlarını izliyordular.
"İki gün önceye sar." Yavuz tehlikeli bir şekilde sakin çıkan sesiyle emir verdiğinde Selim usta bir şekilde bilgisayarda haraket ederek kamera kayıtlarını iki gün önceye sardı. "Gece vakti." Diye bir komuta daha döküldü Yavuz'un dudaklarına. Selim saati geceye sararken ekrana daha önce görmediğim bir adam giriş etti.
Bu İshak olmalı ki Yavuz'un sandalyenin arkasına olan tutuşu sıkılaştı. Kısık gözleri ekrandan ayrılmazken nefesini bile tutmuşdu.
İshak kameranın önünden geçerken durdurdu adımlarını. Başını kaldırıp yukarı bakarken net görüntüden tek kaşını kaldırdığını farkettim. Hiç korkmadan çekinmeden kameraya gülümsedi.
"Poz vereceğim, biliyor musun hep hayalimdi?" Bir elini saçlarından geçirip poz verdiğinde ne kadar deli olduğunu işte o an anladım. "Biliyorum, kuduyorsun sinirden." Yavuz'a baktığımda ölü bir adamın bakışlarıyla görüntüleri izlediğini farkettim. İshak bir elini omzunun üstüne kaldırıp işaret parmağıyla arka tarafı gösterdi. "İki korumanın kafasına sıktım, hakkını helal et artık." Kaldırıp indirdi omuzlarını kameraya bakarken kısık sesiyle konuşmaya devam ediyordu. "Benden aldıklarına say." Yavuz'un hızla inip kalkan göğüs kafesini farkettiğimde endişe içimi sardı. İshak ne yaptığını çok iyi biliyordu. Yavuz'un öfkesini alt etmek onu çileden çıkarmak istiyordu. Ve yüzünde ki sadist sırıtışla bunu gayet iyi başarıyordu.
"Sana bir not bırakacağım." Keyifle söylendi. "Beni bul Yavuz, abini bulmak istiyorsan önce beni bul. Seni bir kez daha ayaklarıma gelirken görmek istiyorum." Alaycı sırıtışı, kinayeli sözleri Yavuz'un öz kontrolünü parçaladı. Ağzından öfke dolu bir haykırış çıkarken bilgisayarı ellerine geçirip duvara fırlattı. Yerimde korkuyla irkildiğimde gözlerim duvara çarpıp parçalara ayrılan bilgisayarı izledi. Aynı şokla Selim koltuğuna sinerken Cafer'le Zahir'de aynı Yavuz kadar deneyimsiz bir öfkeye sahip oldukları için tepki vermediler. Benim gibi hafifçe irkilen bir tek Süleyman'dı.
"Şerefsiz!" Onu daha önce hiç bu kadar öfkeli gördüğümü hatırlamıyordum. "Piç kurusu dalga geçiyor resmen bizimle!" Elini saçlarına daldırıp dağıttı onları. Bu hali beni ne kadar korkutsada sessiz kaldım.
"Ölen korumalaruda mi görmedunuz lan?" Cafer Selim'e bakarak sorduğunda Selim usulca salladı başını iki yana. "Görmedim ki abi. Ortada ne kan var ne bir şey. Ceset olsa çoktan görürdük."
"O kadar aptal değil." Süleyman nefesini verdi. "İşlediği cinayetleri ortadan kaldırmış olmalı." Nefesini verip Yavuz'a baktı. "En azından senin haberin olana kadar."
"Oynuyor benimle orospu çocuğu!" Öfkeliyken ağzına hakim olamıyordu. "Onun hayatını yerle bir edeceğim! Benimle uğraşmak evime girmek neymiş göstereceğim ona, kaçacak delik arayacak!" Sinirine yenik düştüğünü kasılan omuzlarından anlıyordum.
"Yavuz, sakin ol." Cafer endişeli bir sesle fısıldadı. Yutkunarak bakışlarımı Yavuz'un yüzüne çıkardım. Bu kadar sinir stres ona fazlaydı. Biz Yavuz'u sinirden stresten uzak tutmaya çalışırken inadına her şey tersine işliyordu.
"Olamayirim!" Tükürür gibi bağırdığında birkaç adım attım ileri. "Yavuz." Dediğimde burda olduğumu daha yeni farketmiş gibi hafifçe gözleri genişledi. Kendisini öyle kaybetmişti ki benim içeri girdiğimden haberdar bile değildi. Hareleri ağır ağır yerde parçalara ayrılarak duran bilgisayara kaydı. Ardından deminden beridir bağırdığını farkedince bir küfür savurdu. Tüm bu durumda onu tek endişelendiren şey beni korkutmuş olacağıydı. Bundan utanır gibi gözlerime bile bakmazken elini yüzüne indirdi.
Birkaç saniye gözleri yerde dolandı. Ardından bana bakmadan dönüp arkasını odadan çıktığında yine benden kaçtı. Kalbimin kırıldığını hissettim. Ne kadar onu anlamayada çalışsam böyle benden kaçtıkca kendimi bir kuyunun dibine çekiliyormuş gibi hissediyordum. Canımı yakmak istemiyordu bunun farkındaydım. Ama benden kaçması canımı daha çok yakıyordu işte o bunun farkında değildi.
"Peşunde mu gitsek?" Cafer'in sesli nefesini duyunca ona baktık. Zahir ağır ağır salladı başını iki yana. "Bırak yalnuz kalsun biraz. Sakinleşunce dönecektur." Afallar gibi düşündü. "Ya da İshak'ı nasul yerle bir edeceğuni bulunca." Haklıydı. Eminim Yavuz çoktan kafasında planlar kurmaya başlamıştı.
Ve bana yine onu beklemek düşmüştü. Benden kaçtığı gibi bana dönmesini bekleyecektim.
****
Yavuz Payidar.
Bilgisayar ekranında gördüğüm her şey öfkemi yerle bir etmişti.
Nasıl yapardı?
Evime nasıl girerdi!
Kız kardeşimin odasına nasıl girerdi!
Bu sözler kafamın içinde dönüp duruyordu. Zihnimde susmayan sesler canımı sıkıyordu. İshak yine benimle oyunlar oynuyordu. Eskiden olduğu gibi hâlâ Devran'a olan kini bitmiş değildi. Abim onun ellerindeydi. Devran onun ellerindeydi ve bu yetmezmiş gibi bizimle oynamaya devam ediyordu. İshak'ın bunu neden yaptığını az çok tahmin ediyordum. O şerefsiz her ne kadar kansız olsada oyunlarını adil oynamayı severdi. Devran ondan bir şey istediyse bunu yapacaktı.
Devran ondan bir not vermesini istemişti, ve İshak bunu geri çevirmeden kabul etmişti. Bunun tek bir nedeni ola bilirdi, İshak içimizden birinin canını yakacaktı. İshak birimizin canını yakacaktı işte bu yüzden şartlar eştilensin diye aklınca Devran'ın istediklerini yaparak bizi ona borçlu bırakıyordu.
Ve Devran benden emanetini bulmamı istiyordu.
Narin'le konuşmam gerekiyordu. Başka çaresi yoktu. Merdivenleri inip kendimi dışarı attığımda adımlarım bile odağını kaybetmişti. Direkt olarak arabama yürüdüm ve evi arkamda bırakarak kapıyı açıp oturdum. Devran'ın ilk emaneti Narin'di. Bana emanet ettiği kadın Narin'di. Ama onun aşkından habersiz olan ben bu ihtimali hiç düşünmemiştim.
Peki ikinci emaneti kimdi? Ya aklımı kaybedecektim ya da bugün o emanetin kim olduğunu bulacaktım. Çıkmaz sokaklardan bıkmıştım artık tek istediğim gerçek cevaplardı. Kalbim de çoktan boy gösteren hafif sızıyı es geçtim. Başlarım kalbine, ölsem umrumda değildi bugün neler olduğunu öğrenmezsem asıl o zaman ölecek gibi hissediyordum. Çünkü ben bu yolda artık daha fazla acı çekmek istemiyordum. Bırak beni başka birisi, hele ki Hafsa incinmesin istiyordum.
Ama incitiyordum. Öfkem sevdiğim kadını korkutuyordu. Hafsa'nın korktuğu o canavarı içimde taşıyordum ve bundan her gün biraz daha tiksiniyordum. Sesli bir nefesle sırtımı yasladım koltuğa ve direkt olarak Kemal'in konağına sürdüm arabayı. Dün o beni ziyaret etmişti, bugün de ziyaretini geri ödemenin tam zamanıydı.
Narin'le konuşacak, artık bu meseleye bir son verecektim.
Dakikalarca aklımda binlerce soru dönüp durdu. İshak'ın bize doğru yapa bileceği her hamleyi düşünüp durdum. Amacı neydi? Devran elindeyse neden bizi rahat bırakmıyordu? Bırakmazdı. Sadist bir zevk alırdı insanlara acı çektirmekten. Devran'a acı çektire çektire onu yok etmek istiyordu. İshak seni öldürmezdi, ama sana ölümü diletirdi.
Arabam Kemal'in konağının önünde durdu. Frene basıp kapıyı açtım. Ayağım yere basar basmaz korumaların bakışları beni buldu. Bu it her şeyini kaybetmiş ola bilirdi ama anladığım kadarıyla Devran evlerini elinden almamıştı. Narin'i ya da Ceylan'ı sokakta bırakacak değildi. Bizede aynısını yapmıştı, babamın elinden her şeyi almasına rağmen Özlem'le annemi sokakta bırakacak bir kalpe sahip değildi.
Korumaları es geçip kapıya yürürmek istedim ama korumalardan biri önümü kesti. Ağzını açmak istedi ama izin vermeden yüzüne bir yumruk geçirdiğimde geri savruldu. "Vaktim yok paşam, vaktim yok..sonra." Sessiz bir fısıltıyla konuşurken daha diğer koruma bana ulaşmadan tahta kapıyı iterek adımlarımı içeri attım.
Avluya adımımı atar atmaz zihnime doğru yükselen acı dolu bir çığlık zihnimde yankılandı. Yirmi iki sene önce bu eve adım attığımda o gece sabaha kadar yediğim dayaklar aklıma kazındı. Yüzümde hiçbir ifade değişmedi, harelerim bile titremedi. Ama yüreğimi saran soğukluk içimi üşüttü. Bu eve zorla sürüklenerek getirildiğim o geceyi hatırladım. Yüzüme yediğim ilk tokat sağ tarafta zindana inen o basamakların ucunda olmuştu. Köpek muamelesine maruz kalmıştım. Beni bir köpekten farksız zincirlemiş her gün zevk aldığı şekillerde işkenceler etmişti. Ama ölmeme izin vermemişti. Bana ölümü defalarca diletmiş sanki aklımı kaybetmem için çabalamıştı. Beni kendisi için eğitmek istemişti. Ama ben ona asla boyun eğmemiştim.
Hızla bakışlarımı çektim o basamaklardan. Hiçbir zayıflık belirtisi göstermeden gözlerimi geniş evde gezdirdim. "Narin abla!" Sesim gür bir şekilde avluda yankılanınca yukarı katdan bir kapı sesi duydum. Ardından adım sesleri, terasa çıkan Narin'i görmek nefesimi vermeme neden oldu. Arkamdan hızla içeri giren koruma silahını çekerken onu durduran Narin'in sesi oldu.
"Sakın!" Koruma kısık gözlerle bir ona bir bana bakarken Narin sert gözlerini dikti ona. "Dışarı!"
"Ama Narin hanım-" Koruma konuşmak istediğinde Narin elini kaldırıp susturdu onu. "Dışarı." Kendinden emin sesiyle konuştuğunda koruma silahını beline koyarak topuğunun üstünde döndü ve dışarı yürüdü.
"Ne işu var bunin burda?" Şerife hanımın sesini duyduğumda sıkıntılı bir nefes verdim. Aşağı katda ki odalardan birinden çıktığında gözleri kınar bir bakışla üstümde gezinmişti. Kocasının karısıda bir o kadar acımasızdı. Bu kadının daha önce birine acıdığını hiç görmemiştim. Bende buna dahildim.
"İzin verirsen bende onu soracağım." Narin annesine karşı soğuk bir sesle konuşunca sessizce onları izliyordum.
Ailesine karşı hep kin doluydu, çocukkende öyleydi. Bazen ailesi hakkında ettiği dırdırları dinlerdim. Dört ay geçirdiğim o zindanda eğer akıl sağlığımı kaybetmediysem bunun sebebi Narin ablaydı. Öylesine şefkat doluydu ki, sohbetleri beni ayakta tutardı. Bazen sırf onu göre bilmek için hiç uyumazdım. Zaten yaralarımdan dolayı uyuyamazdım. O gelirdi, gece her kes uyuyunca korumaları atlatır yanıma gelirdi. Ona baktığımda annemin şefkatini hissettiğim için gitmesini istemezdim.
"Ne oldu?" Annesinin aksine bana bakarken bakışları endişe doluydu. Bakışlarımı ona çevirdim. "Konuşmamız lazım." Sesimde ki ciddiyet dolu tınıyı duymak kaşlarının hafifçe çatılmasına neden oldu. Onunla ne konuşmak istediğimi merak ettiğini anlıyordum. Birkaç saniye annesine baktı ardından başını salladı.
"Yukarı çıkalım." Dediğinde onu onayladım. Bir adım atmışdı ki Şerife hanım öfke dolu gözlerle bize baktı. "Akluni mi kaçurdun? Düşmanu evune mu sokayisin? Baban buni gördüği yerde kafasuna sıkmak için fırsat arayi!" Narin dudakları arasından sıkıntılı bir nefes verdi ve baktı annesine.
"Pekâlâ babamdan bir korkum yok." Sert ifadesi sarsılmazdı. "Gelirse kızın düşmanı eve aldı dersin. Umrumda değil, ayrıca o sizin düşmanınız benim değil." Annesini es geçerek bana baktı. "Hadi Yavuz." Merdivenlere yürürken peşine takıldım. Hiç korkmadan çekinmeden ailesine rest çekiyordu. İkinci kata çıktığımızda odalardan birine kadar onu takip ettim.
Beraber odaya girdiğimizde geniş bir salon karşıladı bizi. Daha önce bu evde kalsam bile hiçbir zaman evin içinde dolaşma fırsatım olmamıştı. Bu yüzden onun beni yönlendirmesine izin vermiştim. İçeri girer girmez önünde ki bilgisayarda bir şeyler yazan Ceylan'ı farkettim. Masanın başında oturmuş işine odaklanmış bir şekilde dikkati ordayken bizi farkedince ağzı iki karış açılmıştı. Kulağında ki kulaklıkları çıkardı.
"Yavuz abi?" Dediğinde kaşlarını çatarak kalktı ayağa. Benim burda olmam onun içine hem endişe hemde korku düşürmüştü. "Ne arıyorsun burda? Babam öğrenirse kıyamet kopar." İri gözlerle bize yaklaşırken Narin nefesini verdi. Annesinin aksine kardeşine büyük bir şefkatle baktı.
"Hiçbir şey yapamaz." Dikleştirdi başını. "Sen odana git, bizim Yavuz'la konuşmamız gerek." Ceylan kaldırdı tek kaşını ve merak dolu bakışlarla izledi bizi. "Ne konuşacaksınız ki?"
"Özel bir konu." Bu dediğim onu daha fazla meraklandırdı. Hafifçe eğildi bize doğru ve kıstı sesini. "Ne yapacaksınız, birlik olup evi havaya mı uçuracaksınız?"
"Fena fikir değil." Sözler ağzımdan çıkar çıkmaz Narin abla başını iki yana sallayarak güldü. "Öyle bir şey olmayacak."
"Heyecanlanmıştım." Ceylan hevesi yok olmuş gibi kıstı gözlerini. "Yavuz abi, öyle bir şey planlarsan bana da haber ver olur mu?" Dediğinde dudaklarıma yayılan sırıtışa engel olamadım. Ceylan'ın bana olan bu kardeş sevgisi nerden geliyordu bilmiyordum. Ben burda tutulurken o küçük bir çocuktu. Dört yaşlarında ya vardı ya yoktu. Benden dört yaş küçüktü ama bana abi demeyi tercih ediyordu. Bu beni rahatsız eden bir durum değildi. Ceylan bu aileye rağmen kız kardeşim gibi sevdiğim biriydi.
Benden ona bahsedense muhtamelen Narin'di. Narin ve Ceylan bu kirli aileye rağmen fazlasıyla temiz kalmıştılar.
"Veririm." Gururlu bir bakış sardı yüzümü. "İlk sana haber veririm." Gülümseyerek salladı başını ardından Narin'e baktı. "Ben odamdayım, siz konuşun." Narin nazik bir tebessümle onu onayladığında Ceylan adımlarını kapıya götürüp çıktı dışarı. O dışarı adım atar atmaz Narin başını çevirdi bana ve nefesini verdi.
"Tamam." Birkaç adım atarak koltuğa oturduğunda yüzünde merak vardı. "Seni dinliyorum, ne konuşmak istiyorsun?" Onun aksine ben oturmayı reddettim. Oturacak kadar rahat değildim. Kafamda binlerce soru varken rahat olamayacağım açık bir gerçekti.
Hafif kasılan omuzlarımla ifademi saran soğukluk onu daha da meraklandırdı. Gözleri benden bir tepki bekliyordu.
"Devran." Abimin adı sesli bir nefesle çıktı ağzımdan. Gözlerim Narin'in tepkisini izledi. Sert bir şekilde yutkunduğunda şahit oldum, hafif çatılan kaşlarıyla ne kadar çabalasa bile ifadesini somut bir şekilde tutamadı. Gerginleşen vücuduna engel olamadı. En önemlisi harelerini saran o acı benim de içimi sızlattı. "Devran'la aranızda bir aşk olduğu doğru mu abla?" Sorumla gözleri genişledi. Tüm bunları nerden bildiğimi merak eder gibi hareleri titreşti. Kuruyan dudaklarını ıslattı ve kaçırdı bakışlarını.
"Abla." Diye tekrarladığımda ondan yalanlar dinlemek istemediğim açıktı. Oda bunu anlamış olacak ki tuttuğu nefesi serbest bıraktı. "Doğruydu." Babamın dediği onca şeyden sonra tabii ki de doğruydu. Ama yinede yanlış bir anlaşılma yaşamak istemediğim için bunu Narin'in ağzından duymak istemiştim. Ve şimdi oda onaylıyordu.
Abimle arasında olan aşktan benim haberim bile yoktu.
Nefesimi verdiğimde gözlerim odada dolandı. İfademi sakin tutmaya çalıştım. "Bana emanet ettiği sendin." Sözlerimle kafası karıştı. Çoktan harelerinin arkasına saklanan yaşlarla izledi beni.
"Ne emaneti?" Sorusuyla kasılan çenem biraz daha gerginleşti.
"Kaza olduğu gece." Ona açıklama yapmam gerekiyordu. "Beni aradı, bana sana emanetler dedi." Henüz abimin yaşadığını ona söyleyemedim. Bunu söyleyecek kadar cesur hissetmedim. Gözlerinde ki acı ve gözyaşları abime olan aşkının ne kadar derin olduğunu ve onda nasıl bir yara bıraktığını bana açık açık gösterdi.
"Seni mi aradı?" Kısık çıkan sesi titredi. Ağır ağır salladım başımı. Tüm bunları anlatmak Narin'i etkilediği kadar beni de etkiliyordu. O gece yaşadığım her zorluk yüzüme kazınmıştı.
"Beni aradı. Bana sana emanetler dedi, ve ben hâlâ onun emanetlerini bulmuş değilim." Yüzümde ki çaresizlik ve pişmanlık onunda gözlerine bulaştı. Evet ben pişmandım. Bu pişmanlığı sebebiyse abimin benden son isteğini yerine getirememekti. Yıllarca durmamıştım. Devran'nın tüm bağlantılarını tekrar tekrar araştırmış hiçbir şeye erişememiştim.
Düşmanın kızına aşık olduğu aklımın ucundan geçmezdi.
"Emanetlerinden biri sendin." Başımı çok az omzuma yatırdım. "İkincisi kim abla?" Mavi gözleri uzaklaştı benden. Biliyordu.
O biliyordu. Benden bir şeyler gizlediği o kadar açık bir şekilde gözlerim önüne serildiki nefesim bir kez daha boğazıma takıldı. Gözleri doldu dokunsam ağlayacak bir haldeydi. Duyacağım şey ne kadar kötü ola bilirdi? Narin'i böylesine mahveden neydi? Artık bu gerçeği öğrenmekten ne kadar çok korktuğumu farkettim. Yine de aynı şeyi yaparak geri adım atmadım. Yıllarca kaçtığım her neyse bu sefer ona göğüs germem gerektiğini biliyordum.
"İkincisi kim abla?" Vücudumu tamamen ona çevirdim. "Biliyorsun, biliyorsun söyle." Titrek bir nefes verirken gözlerini yere dikti. Kapattı gözlerini ve ciğerlerine derin bir nefes çekti.
"Bu işin dışında kalmalısın, Yavuz." Gözlerini geri açtığında artık yaşları saklayamıyordu. "Bu iş seni aşar."
"Aşsın!" Hafifçe yükseldi sesim. Ama daha çok çaresizlik taşıdı. "Anlamıyorsun, ben onu bulmalıyım." Diline mühür vurulmuş gibi susmayı seçiyordu. Bana konuşmak istemiyordu. Beni tehlikeden uzak tutmak istiyordu ama ben bunun tam aksine artık o tehlikenin içine dalmak istiyordum.
"Yavuz, bu işin dışında kal." Sözleri artık sertlik taşıyordu. Nerden bilsin ki bunu benden isteyen Devran'ın ta kendisiydi. O ateşe girmemi isteyen Devran'dı çünkü başımızda İshak gibi bir düşman vardı. Ve benim en büyük korkum İshak'ın benden önce o emaneti bulacağıydı.
"Bak.." Dudaklarımdan çıkan cılız kelimeye engel olamadım. Birkaç adım atarak onun önünde durduğumda tek dizimin üstüne eğildim. Bir elim koltuğun üstünde kaldı. "Kaçırma gözlerini benden, bir şey biliyorsan söyle." Bir umutla bakışlarım onun yüzünü terketmiyordu. Çünkü biliyordum o benden bir şeyler saklıyordu.
"Abla." Fısıltı gibi sesimle dolu gözlerini gözlerime çıkardı. "Bu yalan beni boğuyor." Yalvarır ses tınım onun içini titretti. "Bu yalanla ben daha fazla yaşayamıyorum, her kes bir şeyler saklıyor." Kaşlarım havalandı büyük bir beklentiyle. "Söyle, rica ediyorum söyle.."
"Bir şey bilmiyorum." Yalan.
Narin abla bile bana yalan söylüyordu. Kimse içimde verdiğim savaşlardan haberdar değildi. Beni bir tek Hafsa görüyordu, ama o bile görmesin diye ben kaçıyordum. Kendi içime sığınıyor kendime saklanıyordum. Lakin bir tarafım böyle yaşamaktan yoruluyordu. Bir kez olsun gerçekleri isterken hayat beni reddediyordu.
"Biliyorsun." Dişlerim arasından güçlükle çıktı kelime. "Abla, biliyorsun söyle kim?" Bir kez daha kaçırdı bakışlarını. Bakmadı gözlerime çünkü bakarsa buna daha fazla dayanamayacak gibiydi. Benden kaçıyordu, sakladığı her neyse onu bana söylemek istemiyordu. Bir elimi uzatıp eline koyduğunda bu sefer bakışları titreyen bendim.
"Yapma." Başımı usulca iki yana salladım. "Abla bana bunu yapma, sende beni bu acıyla kıvranmak zorunda bırakma." Ne elimi tuttu ne de bir tepki verdi. Sessizdi. Beni delirtecek kadar sessiz!
Her şey beni yok etmek için durmadan çabalıyordu. Narin abla ağzını açıp konuşa bilecekken bunu yapmıyordu. Omuzlarıma yüklenen yük her saniye giderek çoğalıyordu. Elini elimin altından çekip ayağa kalktığında ben onun önünde tek dizimin üstünde kaldım.
"Dediğimi yap." Benden bir şeyler gizlemenin acısı sesine yansıyordu. Birkaç adım atarak önümden çekildiğinde bakışlarım yere düştü. "Bu yolun sonunda canın yanmasın, Yavuz. Bu işten uzak dur." Zaten canım yanıyordu. Belki o beni koruduğunu sanıyordu ama tam tersini yaparak hasarlı kalbimi daha fazla acıya mahkum ediyordu. İçimde yükselen o sızı yavaş yavaş kalbimi sararken sıkıntılı bir nefes burnumdan dışarı çıktı. Dizimin üstünden kalktığımda o çoktan kapıya yürüyordu.
"Abla!" Dediğimde adımları kesildi. "O yolun sonunda ne var, canımı bu kadar yakacak beni yıkacak ne var?" Kasılan omuzlarını sezdim. Başı dikken ne ileri bir adım attı ne de geri. Benden her şeyi gizlemeye kararlıydı. "Beni sana kırgın bırakma." Yumruklarım iki yanımda sıkıldı. Bu yolun sonunda ne olursa olsun eğer Narin'in benden gizlediği büyük bir şeyse o zaman onada kırılırdım ve bunu istemiyordum. Zaten herkes kalbimde büyük bir yangına sebep olurken Narin'de o ateşi körükleyen insanlardan biri olsun istemiyordum.
"Bana kırgın olman daha iyi." Titreyen sesini bastırdı. "Canının yanacağına bana kırgın ol Yavuz. İnan bana, buna değer." Son sözlerini söyleyerek kapıyı tutarak açtı ve kendini dışarı attı. Alamadığım cevapların çaresizliği üstüme yapıştığında omuzlarımda hafifçe çöktü.
Beni bir çıkmazın içinde bırakmaktan sanki hepsi zevk alıyordu. Nedenini bilmediğim bir şekilde o acılar dönüp dolaşıp benim sırtıma yükleniyordu. Ve sonra kafamda bir ses çınlıyordu.
Bunu da halledersin Yavuz.
Başarırsın Yavuz.
Atlatırsın Yavuz.
Ama biliyordum. Bir gün o Yavuz yok olacaktı. O yüklerin altında ezilecekti. Narin'den birkaç dakika sonra odadan çıktığımda öfkeden dolan gözlerimi es geçtim. Narin'den istediğim cevapları alamamıştım. Ne kadar ısrarda etsem yalvarsamda konuşmayacaktı. Onun karşısına çıkıpda Devran yaşıyor diyemezdim. Her ne kadar o beni bu acıların içinde bırakmaya razı olsada istediğim son şey onu kırmak olurdu. Terastan ayrılıp merdivenleri indim. Kapıya yürürken içeri giren Cengiz beni farketti. Zahir'in kırdığı kolu askıya alınmıştı.
"Ne işi var lan bunun burda!" Korumalara bakıp sorarken ben çoktan onun yanında geçerek dışarı atmışdım kendimi. Uğraşmak istemiyordum. Şu öfkeli anımda önüme çıkması aptallık olurdu. Çünkü belimde ki silahı çıkarıp kafasına sıksam vicdanım bile sızlamazdı. Onu arkamda bırakıp arabama yürüdüm. Kapıyı açıp oturduğumda camdan dışarı baktım. Gözlerini buraya dikmiş bakışlarıyla bana küfür eder gibiydi. Nefesimin altında kaç kez sabır diledim bilmem ama vitesi çekerek ayağımı gaza bastım. Ellerimi direksiyona koyarak geri geri sürdüm ve çıktım mahalleden.
Bir elimi yüzümde gezdirirken yorgunluğun üstüme çökmesine engel olamadım. Öyle bir cehennemin içindeydim ki kimin dost kimin düşman olduğunu bile anlayamıyordum. Düşüncelere dalmış içimde hem öfke hem endişeyle savaşırken kalbime aniden ulaşan sancı yüzümün acıyla buruşmasına neden oldu. Acı öyle güçlüydü ki sürdüğüm arabaya ani bir frenle ara vermek zorunda kaldım. Elim direksiyondan ayırılıp direkt olarak kalbimi bulduğunda dudaklarım arasından sesli bir nefes figan etti. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Bu artık bana normal gelmiyordu.
Hafsa'nın haberi yoktu. Ama Istanbul'da geçirdiğimiz sürede buna dahil son günler kalbimde ki acı bir hayli çoğalmıştı. Aniden kalbime akın eden sancılara bir anlam veremiyordum. Daha önce yaşamadığım bir şeydi bu. Son günler fazlasıyla sık bir hâl almıştı. Kalp çarpıntıları, mide bulantıları, baş dönmesi.
Veli abi beni taburcu ederken iki gün sonra kontrole gelmemi istemişti. Tabiki Hafsa'nın bundan haberi bile yoktu. Bende söylememiştim. Bırak kontrolleri Hafsa peşimde dolanmasa ilaçlarımı bile almayı unutuyordum. Kız kaç gündür peşimde aşağı yukarı sürüklenmekten heba olmuştu ama buna rağmen ilaçlarımı içtiğimden adı kadar emin olmadan beni rahat bırakmaya meyilli değildi.
Kalbimde ki acının birkaç saniye azalmasını bekledim. Ardından ayağımı tekrar gaza basarak bu sefer hastaneye yol aldım. Belki de o kontrollere gitmemin vakti gelmişti.
***
Hafsa Polatlı.
Yavuz ortalıktan kaybolalı nerdeyse üç saat geçmişti. Ona mesaj atmama aramama rağmen ulaşamıyordum. Ya telefonu yanında değildi ya da bilerek açmıyordu ki böyle bir şey genellikle hiç yapmazdı. Nefesimi vererek başımı geri attım ve tavanı izledim. Zahir'den beni abimlere götürmesini istemiştim sağolsun oda iki etmeden beni abimlere getirmişdi. Tabii Cafer'de peşime takılmaktan çekinmemişti. Aziz abi sağımda oturmuş boş gözlerle Zerda ve Tufan'ı izlerken solumdada Cafer oturuyordu.
"Bunlar hâlâ kavgalu mi?" Cafer'in sorusuyla Aziz bıkkın bir nefes verdi. "Karışmıyorum."
"Neye karışmayisin?" Cafer başını öne eğip Aziz'e çevirdi. "İkuside ayu gibu somurtayi."
"Ayılar somurtuyor mu?" Diye sorduğumda Cafer sırıttı. "Kocan somurtayi ya, demekku sırıta bileyumiş."
"Abi benim kocam ayı mı!" Sitemimle güldü Cafer. "Hemde beyazundan."
"Kutup ayısı." Diye homurdandı Aziz.
"Ha ondan işte." Diye onayladı Cafer onu.
Nefesimi vererek önümde oturan ve iki çocuk gibi somurtan Zerda ve abime baktım. "Abi?" Dediğimde tek kaşını kaldırıp bana baktı.
"Abisinin gülü." Diye cevap verdiğinde bana olan kızgınlığının tamamen geçtiğini biliyordum. Ama Zerda'ya olan kini yerli yerindeydi. İnkar etmeyeceğim abimde deve kini vardı. Aynı şekilde Zerda'da bu kine sahip olduğu için kaç gündür hâlâ barışamamıştılar.
"Siz hâlâ küs müsünüz?" Dediğimde Zerda gülerek elini saçından geçirdi.
"Yok ne küsü." Kaldırıp indirdi omuzlarını öfkesini saklar gibi. "Abinin keçi inadını farkettikten sonra ben artık çabalarımdan vazgeçtim. Eski dostuz." Gözlerimi kırpıştırıp onlara baktım.
"Hafsa söyle yanımda oturan o eski arkadaşa benim keçi inadımdan bahsedeceğine önce kendi çocukca oyunlarına son versin." Bilerek eski arkadaş kelimesini vurgulayan abime baktım. İkisinin arasında kalmış hissederken bakışlarımı Zerda'ya çevirdim. Tam konuşacağım sırada o konuştu.
"Hafsa söyle o eski arkadaşa, madem o kadar akıllı kanmasaydı oyunlarıma!" Abim kaşlarını çatarak döndü ona. "Birde övünüyor musun!" Zerda meydan okuyan bakışlarını dikti ona. "Övünüyorum aptal olman benim suçum değil!"
Cafer kucağına bir yastık çekip ona sarılarak aşağı kaydı. "Aziz." Fısıldadı. "Ula sen kaç gündir nasul yaşayisin bunlarla?"
"Yaşamıyorum." Aziz boş gözlerle izledi onları. "Bir ara kendimi balkondan atmayı denedim, balkon çok aşağıdaydı ölmedim."
"Abi delirdin mi?" Dediğimde çok ciddiydi. "Yo, gerçekten denedim. Ama burnum bile kanamadı. Sonra Tufan'ı atmak istedim." İşaret parmağını kaldırıp yanağında ki morluğu gösterdi. "Bana yumruk attı." Cafer boş gözlerle Aziz'e bakarken Aziz abi bunlar çok normalmiş gibi Zerda'yla Tufan'ın birbirini yemesini izliyordu.
"Hafsa, bunlar delu." Hafifçe eğildi kulağıma. "Şansumiz varken kaçalum." Pekâlâ ona garip gelen durum bana normal geliyordu. Çünkü abimle Zerda kavga ettiklerinde gerçekten çekilmez oluyordu.
"Sen bundan ibaretsin zaten! Tek amacın gönül eğlendirmek!" Abim öfke dolu bir sesle bağırıp ayağa kalktığında Zerda eline geçirdiği yastığı ona fırlattı. "Bir kez beni dinlesen sana ne kadar aşık olduğumu görürdün!" En sonunda ağzından büyük bir öfkeyle kaçan cümleye engel olamadı. Abim gözleri genişlemiş bir şekilde Zerda'ya bakarken Zerda ne dediğini yeni anlamış gibi kan yanaklarına toplandı.
"Ne?" Abimin şokla bedeni donup kalırken bu manzara karşısında Aziz abi bile merakla onları izliyordu. Sıkıntılı ifadesinde kaş çatma belirdi. Harika, korktuğu başına gelmişti. Bu manzara karşısında sırıtan bir tek ben ve Cafer abiydi.
"Aşık mısın bana?" Abim afallamış gibi sırıtarak sorduğunda Zerda hızla kaçırdı bakışlarını.
"Bu niye sırıtıyor geçireceğim şimdi kafasına." Aziz'in bozulmuş sesine güldü Cafer. "Sevdadandur!" Kendimi tutamayıp bende güldüğümde Zerda bu ortamda fazla utanmış olmalı ki ayağa kalkıp koşarak evin içinde ki merdivenlere yürüdü ve yukarı kata çıktı. Onun arkasından manda gibi bakan abimin hali gülüşümü ortaya çıkardı.
"Tufan!" Cafer, abime ulaşmaya çalışsada abim hâlâ sırıtmakla meşguldü. "Beynu kulağundan akayi çocuğin! Tufan! Beynuni tut kardeşum pekmez oldi akayi!"
"Ne?" Abim dünyaya yeni dönmüş gibi bize bakarken bu haline artık Aziz abi bile dayanamadı ve dudaklarında ki hafif sırıtışı sezdim. "Ne pekmezi?" Anlamamıştı.
"Beyninin pekmezi abi beyninin." Gülüşlerim arasında konuştum. "Seni tutmam gerekiyor mu? Bayılacak mısın?" Abim hızla kaçırdı bakışlarını ve devirdi gözlerini. Yüzünde Zerda'nın itirafından sonra saklamaya çalıştığı bir tebessüm vardı.
"Kapa çeneni, Hafsa." Onunla uğraşmadan durmayacaktım. Yıllarca beklediğim o an gerçekleşmişti. "Ama Tufan bey!" Ayağa kalktım ve elimde bir mikrafon varmış gibi elimi abimin dudaklarına doğru uzattım. "Ben yıllardır bu günün hayalini kuruyordum. Duygularınızı öğrene bilir miyim?"
"Duygularımın gelmişini geçmişini, git başımdan Hafsa! Kocan nerde senin? Git onunla uğraş!" Sırıtarak ellerimi belime koydum. "Kocam yok, yani bu kızla uğraşmak zorundasın!" Aziz abiye baktım. "Sende konuşsana abi, eminim kardeşinin o cümlesinden sonra pek mutlusundur."
"Tufan'ın kafasını duvara duvara çarpmak mutluluk sayılıyor mu?" Aziz abinin sorduğu soruyla abim homurdandı ve arkasını dönüp merdivenlere yürüdü. Zerda'yla konuşmak için yukarı çıktığını anladım. Cafer gülerek baktı Aziz'e.
"Sayılayi, hatta kafasuni pas pas niyeti yere sürt o daha güzel işe yarayi." Aziz düşünür gibi kaldırdı tek kaşını ardından sırıttı. "Fena fikir değil, nerden öğrendin bunu?"
"Zahir'den!" Hiç düşünmeden cevap verdi. "Çok iyu işkence edeyi şerefsuz, insanun içunun yağlari eriyi."
İnsanları incitmekten öyle kolay bahsediyordular ki onlara azarlar bir bakış attım. "Abi, iğrençsiniz ya." Dediğimde Cafer gülerek baktı bana.
"Terapi gibu ben napayum, bir kez izlesen çok hoşuna gidecektur aslunda." Alaycı gözlerle başımı iki yana salladım. "Sağol abi ben böyle mutluyum."
"Yine de Tufan'ın kafasını duvara çarpmak-" Aziz'e bakarak ona uyaran bir bakış attığımda ofladı. "İyi sustum demedik bir şey abine. Ama ben ona kız mız vermem!"
"İsteyen kim?" Cafer keyifle söylendi. "Kaçuracağuz!" Sesini kalınlaştırıp şeytani bir sesle konuştuğunda Aziz hızla yanında ki yastığı onun kafasına vurdu. Cafer'e eğlence çıkmıştı durmayacağını anladım.
Onların didişmelerini izlerken gülerek kendimi koltuğa bıraktım. Ardından elimi cebime atarak telefonumu çıkardım. Ekranda ki saati kontrol ettim ardından mesaj kutusuna girdim ama Yavuz'dan tek bir haber bile yoktu. Tekrar mesaj yazmayı denedim. Sorun şu ki önceden attığım mesajlar ona ulaşmıştı ama hâlâ okumamıştı.
Hafsa; Yavuz bana bir cevap verir misin?
Hafsa; Endişeleniyorum.
Biraz bekledim, ama yine cevap yoktu.
Hafsa; Ökzü kocam, orda mısın?
Hafsa; Bir cevap versen olmaz mı? Oturur ağlarım az kaldı!
Ekranda gördüğüm online yazısıyla sırıttım. Zafer kazanmış gibi elimde tuttuğum telefona baktım. Ardından yazdığını belirten bir simge ortaya çıkınca sabırla bekledim.
Yavuz; İşim vardı.
Evet biliyordum, benden gizlediği bir sürü duyguları ve işleri.
Hafsa; ÇOK önemli işiniz bittiyse canım kocam eve ne zaman dönersiniz?
Yavuz; Canım karım beni mi özledi?
Gülerek dizlerimi kendime çektim ve parmaklarım telefonda haraket etmeye devam etti.
Hafsa; Belki biraz.
Yavuz; Biraz mı?
Yavuz; Ben biraz özlenecek adam mıyım? Beni çok çok çok özlemen lazım.
Hafsa; Beyefendi egonuzda MaşAllah.
Yavuz; MaşAllah tabi yavrum, nazar değmesin bana.
Hafsa; Peki bana?
Yavuz; Sana nazar değemez, çünkü kimse sana nazar edecek kadar uzun süre bakamaz.
Hafsa;

Hafsa; Şimdi ne zaman geliyorsun onu söyle.
Yavuz; Geleceğim birazdan, sen nerdesin?
Hafsa; Abimlerdeyim, Zahir abi haber vermiştir sana.
Yavuz; Verdi.
Tabiki verecekti, Zahir abi hiç durmadan koşa koşa Yavuz'a haber vermişti. Çünkü Yavuz etrafında ki her kesi nerdeyse tembehlemişti. Özellikle benimle ilgili. Sırf beni korumak için.
Hafsa; Tamam çabuk gel.
Yavuz; Arabanın hızına göre en fazla bir saat sürer.
Hafsa; Tamam işte çabuk gel.
Yavuz; Arabanın HIZINA göre bir saat yavrum.
Hafsa; Anladım, çabuk gel.
Yavuz;

Gülerek telefonun ekranını kapattım. Onu çıldırtmaya bayılıyordum. Yavuz'un damarlarına basmayı seviyordum çünkü sabrı sınanmış ifadesi gözüme fazlasıyla tatlı geliyordu. Ve şimdi o ifadesini göremesem bile hayal ede biliyordum. Gülerek önüme baktım ama Aziz'le Cafer ortalıkta yoktu.
"Hafsa!" Cafer'in bağırışını duydum. "Yetiş ula! Bu delu abin benu balkondan atayi!" Aziz abi yine yapıyordu yapacağını!
Gülerek kalktım koltuktan ve üst kata çıktım. Anlaşılan Zerda'nın ani aşk itirafı Aziz'le Cafer'i birbirine düşürmeye devam edecekti.
****
Yavuz Payidar.
Dudaklarımda ki tebessümle kapattım telefonumu ve masaya bıraktım. Zalımın kızıyla başım gerçekten dertdeydi. Nefesimi vererek arkama yaslandım. Kaç dakikadır mesajlarına cevap vermiyordum çünkü hastanede olduğumu söyleyerek onu korkutmak istemiyordum. Bu yüzden en iyisi çıktıktan sonra onu aramaktı. Ama ağlayacağını ima edince yine duramamış mesajlarına cevap yazmıştım.
Hastaneye gelir gelmez birkaç tahlil yaptırmışdım. Yaklaşık bir saat yarım kadar geçmişti. Sabırsızca beklerken tek dizim titremekle meşguldü. Beklemeyi sevmezdim. Hafsa dışında bir şeyi beklemeyi sevmezdim.
Açılan kapıyla bakışlarım oraya döndü. Nefesimi vererek başımı öne doğru eğdim. "Sonunda doktor, ağaç oldum." Gülümseyerek konuştum ama Veli abinin yüzünde ki sıkıntılı ifadeyi sezdim. Kaşlarım hafifçe çatılırken o kapıyı kapattı ve masaya yürüdü. Kendi sandalyesine oturmak için onu hafifçe geri çekti ve bakışlarını tekrar elinde ki kağıtlara indirdi.
"Ne oldu abi?" Dediğimde dirseğimin birini masanın kenarına yasladım. Gözlüklerini gözünden çıkardı ve sıkıntılı bir nefes verdi. Oturdu sandalyeye.
"İlaçlarını alıyor musun sen?" Azarlayan tınısıyla usulca salladım başımı. "Evet abi." Dediğimde kıstı gözlerini. Birkaç tanesi eksik ilaçlarımı alıyordum. Bunu bilmesine gerek yoktu.
"Şimdide bana yalan mı söylüyorsun?" Biliyormuş.
Nefesimi vererek bakışlarımı çevirdim önüme. "Birkaç vitamin eksik-"
"Onlar vitamin değil ilaç!" Sesini yükseltip sözümü kestiğinde omuzlarım hafifçe çöktü. İlaçlarla inatla vitamin demeye devam ediyordum. "Senin için önemli olan, hayatını ayakta tutan ilaçlar!" İşaret parmağıyla beni gösterdi. "İnatla kendini ölümün kıyısına itmeye devam ediyorsun!" Sözleri beni biraz utandırırken sessiz kaldım.
"Sana sinirden stresden uzak dur dedikce ortasına atlıyorsun!" Azarlar sesi durmadan devam etti. Öfkesine hakim olmak ister gibi başını aşağı eğdi ve birkaç nefes aldı.
"Kalbin." Dedi doktor. "İyi değil Yavuz." Elinde ki dosyaları benim önüme kabaca attı. Benim için olan endişesi onu öfkelendiriyordu.
"Kalbinin durumu iyi değil." Yutkunarak elimi uzatıp dosyaları aldım. Onları açarak değerlerime göz gezdirdim. Fazlasıyla düşük olan değerler içimde bir boşluk hissi yarattı. "Aksattığın ilaçlar, atladığın tedaviler, kontroller..eskiden kontrol edile bilir olan bir kalp hasarını kalp yetmezliğine dönüştürdün!"
Kalp yetmezliği.
Sertçe yutkunduğumda irislerim genişledi. Yaşadığım kalp krizi sonrası kalbimde kalıcı bir hasar oluşmuştu. Daha yedi yaşımdan bana öfke sinir stres yasaklanmıştı. Bu yolda Veli abi bana yardımcı olmuştu ve ilaçlarla iyileşmemi sağlamıştı. Bugüne kadar sorun yaşamayan kalbim artık daha fazla dayanamamıştı.
Kalp hasarım kötü bir durumdaydı. Atardamarımda ki sorun ve değerler açıkça ortadaydı. Kalbimin durumu gerçekten iyi değildi. Yutkundum ve bakışlarımı Veli abiye çevirdim.
"Ne olacak?" Soru titrek bir nefesle dudaklarımdan çıktığında nefesini verdi. Sarsılan ifadem onu biraz yumuşatdı ama öfkesi hâlâ yerli yerindeydi.
"Tedavilere başlayacağız, sıkı tedavilere." Bakışları derinleşti. "Ama durum iyi değil Yavuz." Sesinin tınısında endişe ve sertlik mevcuttu. "O kalp fazla dayanmaz oğlum." Umutsuz değildi ama gözleri endişe doluydu. "Amelyat olman gereke bilir." Sertçe yutkundum.
"Ne ameliyatı doktor?" Dediğimde Veli abi yaslandı arkasına. "Kalp nakline ihtiyacın ola bilir." Durumum o kadar kötü müydü? Üstüme çöken karanlık beni yavaş yavaş boğmaya başladı. Kasılan yüz hatlarım ve düşüncelerle boğuşan ifadem gözlerimi boşluğa daldırdı.
Ölecek miydim?
"Ne kadar?" Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Ne kadarlık bir sürem var?"
"Bu hızla devam edersen beş aydan fazla yaşamazsın!" Öfkesine hakim olamıyordu. Ağzından çıkan kelimeler göğsüme battı. Kendimi değil, Hafsa'yı düşündüm. Geride bırakacaklarımı düşündüm.
"Ameliyat kurtara bilir mi?" Kısık gözlerim arasında sorduğumda Veli abi ağır bir nefes verdi. "Tehlike var, ama yüksek ihtimal kurtarır. Tabi oda kalbinin durumuna bağlı. Gerektiğinden daha zayıf bir durumda olursa seni ameliyat bile kurtarmaz." Açık açık yüzüme çarptığı her kelimeyle sarsıldığımı hissettim. Gözlerim bir kez daha elimde tuttuğum kağıtlarda gezindi.
"Süreç nasıl olacak?" Veli abi beni izlerken konuştu. "Stresten uzak durman gerek, bu bir şaka değil Yavuz. Durumunu daha da kötüleştirirsen olacaklara ben bile karşı çıkamam. Sinir ve stresten uzak duracaksın. Tedavilere başlayacağız, ilaçlar iki katına çıkarılacak. Her hafta kontrollere gelinecek. Beş ay içinde sana bir kalp bulmak için başvurulara devam edeceğiz. Ameliyat riskini en aza indireceğiz. En sonunda o ameliyatı olacaksın." Böyle anlatınca kulağa fazlasıyla uzun geliyordu.
Ama tüm bunları yapmazsam sonumun ölüm olacağı aşikardı. Ölmek istiyor muydun? Hayır. Ölmemek için hep savaşmıştım. Ama sinirden ve stresten nasıl uzak dururdum? Abim emanetini isterken bunu yapamazdım. Bu yolda ölecek olsam bile ben en sonunda abimin ölüsünü kollarıma almak istemiyordum. Her şey üstüme geliyormuş gibi bir iç çekiş döküldü dudaklarımdan.
"Yavuz, oyunun sonundasın." Veli abinin sert sözleri kulaklarıma doldu. "Kendini düşün oğlum." Kendimi düşünmeyecektim. Hiç bir zaman kendimi düşünmemiştim.
"Tamam." Yalan söyledim. "Daha fazla dikkat edeceğim, ama senden ricam bunlar aramızda kalsın. Ne ailem ne Hafsa aman diyeyim doktor haberleri olmasın." Çatıldı kaşları.
"Yavuz-" İtiraz edeceğini anladığım an ona baktım yalvaran bir ifadeyle. "Lütfen." Bunu ailemden gizlemek onun için fazlasıyla zordu. Ama kimse benim için endişelensin istemiyordum. Özellikle Hafsa'yı korkutmak istemiyordum. Tedavilere kendim devam ederdim ama stresten uzak duracağıma dair verdiğim söz pek bir gerçeklik taşımıyordu.
Bir an önce abimin emanetini bulacaktım. Her kesi güvence altına alacaktım. Buna Narin'le Ceylan'da dahildi. İshak eğer abim için değerli olan birilerine zarar vermek istiyorsa bunu sadece benim aileme değil adım kadar emindim Narin'in ailesinede yapacaktı. İshak genellikle yaşlı insanlarla uğraşmazdı. Ona göre onlara zarar vermek kalıbına sığmazdı. Ama canını sıkan insanların en değer verdiklerine ulaşırdı.
Bu durumda en büyük tehlike Narin'di. Narin ve abimin henüz kim olduğunu bile bilmediğim emaneti. Kısa bir süreliğine annemi köyüne göndermem iyi olacaktı. Ne kadar ona dargında olsam başına bir şey gelsin istemiyordum. Hastaneden çıkar çıkmaz onun yanına gidecektim. Fazlasıyla geciken bir konuşmamız vardı. Veli abinin tüm azarlarından sonra verdiği reçetleri aldım. Kalbim hakkında ki dosyaları arabanın arka koltuğuna attım. Sesli bir nefesle arkama yaslandım. Ellerim direksiyonu bulmadan önce dalgın gözlerim boş boş gezindi dışarıda.
Bir gerçek vardı. Durumum iyi değildi.
İstediğim son şey bile değildi ölmek. Yaşamayı severdim. Bunu daha önce hiç düşünmemiştim ama içimde ki o küçük çocuk hâlâ yaşamak için can atıyordu. Hafsa'nın aşkında ısınan kalbim yavaş yavaş ölüyordu ve ben bunu istemiyordum. Şimdi değil.
Hafsa'yı bulmuşken değil.
Kısık bir küfürle dolan gözlerimi itekledim bir kenara. Ruhumu soğutan o rüzgar yine kafamın içinde eserken ayağımı gaza basarak hastane önünden ayrıldım. Direkt olarak konağa sürdüm. Hafsa'nın yanına gitmeden önce annemle konuşacaktım. Onun ne bildiğini ne bilmediğini öğrenmem gerekiyordu. Gece çoktan çökmüştü. Hafsa'yı fazlasıyla merakta bıraktığımı biliyordum ama karşısına çıkmadan önce kendimide toparlamam gerekiyordu. Dakikalar sonra evin önüne park ettiğim arabayla indim aşağı. Süleyman'la Zahir yoktular onların yerine kapıda iki başka koruma vardı muhtamelen bir yerlere gitmişdiler. Kapıyı iterek içeri adım attığımda sesli bir nefesle adımlarımı yukarı kata götürdüm.
Ne kimseyle konuşacak takatim vardı ne de sabrım. Bir tek annemi görmek istiyordum. Belki de bir yanım aldığım bu kötü haberden sonra yine ona sığınmak istiyordu. Çünkü ben Yavuz Payidar ne zaman üzgün ve çaresiz hissetsem annemin kollarına sığınırdım. Bu sefer onun kollarına sığınmayacağımı biliyordum. Ama konuşmam gerektiğinide biliyordum.
Kapısının önüne gelince duraksadı adımlarım. Başım aşağı eğildi ve kapı kolunu tuttum. Tuttuğum nefesi ciğerlerime hapsettim ve aşağı kaydırdım kapı kolunu. Başımı hafifçe içeri uzattığımda annemin tekli koltukta oturmuş elinde ki küçük tahta arabaya baktığını farkettim.
Kalbime batan cam o an daha derine indi. Açılan kapıyla başı kalktığında gözlerinde gördüğüm o umut ışığı hücrelerime kadar canımı yaktı. Beni bekliyordu, ama ben geldiğimden beri onun yüzüne bile bakmamıştım. Ciğerlerime hapsetiğim nefes ağır ağır kaçtı ağzımdan. Elinde tuttuğu küçük tahta araba bana aitdi. Çocukken onu bana babam yapmıştı.
Şimdi düşman olduğum babamdan bana bir hatıraydı.
Geçmiş.
"Ne yapacaksun onunla?" Yavuz iki elini çenesine yaslamıştı. Dirsekleri küçük sehpaya yaslıyken merakla babasının elinde ki küçük tahta parçalarına bakıyordu. Henüz altı yaşında olduğu için babasının ne yaptığına aklı ermiyordu. Tek bildiği bir şeyler yonttuğu onları bir birine yapıştırdığıydı. Cafer okulda olduğu için sıkılmış babasını izliyordu. Evin geniş salonunda koltuğun önünde ki sehpada babasını dizleri üstünde pür dikkat bir şeylerle uğraştığını gördüğünde merakına yenik düşmüş onu izlemeye başlamıştı.
"Saa araba yapacağum." Mahir fısıltıdan biraz yüksek bir sesle konuşunca ses tonunda bile ne kadar odaklandığı anlaşılıyordu.
"Araba mu?" Yavuz çattı kaşlarını. "Ben büyük araba isteyurim! Napacağum bu tahta parçalaruni!" İsyan dolu sesi Mahir'i güldürdü. Bir elini kaldırıp karşıtırdı Yavuz'un saçlarını.
"Onlar tahta parçalaru değuldur." Ardından döndü yaptığı işe. "Biraz büyü, gerçeğuni alurum." Kaldırıp göz attı yaptığı oyuncak arabaya. "Hem önemlu olan para değuldur." Başka bir tahta parçası alırken göz ucu baktı oğluna. "Önemlu olan verulen emektur."
"Emeğuni takdir edeyurim." Yavuz bilmiş bir tavırla söylendi. "Şimdu bırak o emeğuni, ben kırmızi araba isteyurim!" Yavuz'un inatı Mahir'in kalbini ıstıyordu. Oğlunda sevdiği en güzel huylardan biriside buydu. Umudu hiç tükenmiyordu.
"Kırmuzuya boyayacağum." Mahir keyifle söylenirken parmağıyla masanın üstünde ki boya kabını gösterdi.
"Bu kuçik!" Diye isyan etti Yavuz.
Mahir salladı başını. "Sende öylesun."
"Değulim." Diretti Yavuz ve kabarttı göğsünü. "Kocaman adam oldim ben! Hem demez mu millet Mahir Payidar'un oğli tahta araba süreyi diye! Elaleme maskara edecesun benu yaşlu adam!" Boyundan büyük konuşmaları Mahir'e yürekten bir kahkaha attırdı.
"Demaz, kimse benum oğluma tek kelume edemaz." Tekerleklerini taktığı arabayı sehpaya bıraktı. Yavuz hâlâ inatçı gözlerini babasının yüzünden ayırmıyordu ama Mahir'in güven dolu sesi küçücük kalbini ısıtıyordu.
"Büyuyunce alacak musun gerçeğuni?" Diye sorunca Mahir sıcak bir tebessüm etti. Ağır ağır salladı başını. "Alacağum, sen hangisuni istersen onu alacağum!" Yavuz'un yüzüne derin bir tebessüm yayıldı. Hızla öne uzandı ve kırmızı boya kabını önüne çekti. "Ben boyayacağum!" Mahir hafifçe devirdi gözlerini ve boya kabını önüne çekti.
"Sen anlamazsun." Kaldırdı kaşlarını yukarı. "Ben edeceğum oni, hem bu senun heduyen heduyeni kendun yapayisen ne anlamu kalur?"
"Niye anlamayirim!" Yavuz işaret parmağını boya kapının kenarına sokarak onu kendi önüne çekti. Yüzünde meydan okuyan bir ifade vardı. "Asul sen beceremezsun! Yaşlandun! Ben yaparum!" Mahir kıstı gözlerini ve oda işaret parmağını boya kapının diğer tarafından içeri soktu. Artık ikiside çekiştirdiği için boya kabı sehpanın ortasında kalmıştı.
"Yaşlu anandur." Dediğinde Yavuz iddialı bir bakış attı babasına "Anam çok güzeldur, bırak ben yapacağum!" Boya kabını çekiştiren oğluna inat Mahir sıkıntılı bir nefes verdi.
"İnat etma."
"Edeceğum."
"Ben boyarum!"
"Yavuz, birak şuni!"
"Bırakmayacağum!"
"Çattuk, ula bıraksana!"
"Ben boyayacağum-" Mahir sertçe boya kabını çekince aynı hızla Yavuz'da karşılık verdi. Ve kırmızı boya ne Yavuz'a kaldı nede Mahir'e. Ama sehpanın üstünde yuvarlanarak yerde ki halıyı bir güzel mahvetmişti. Ve tamda o an içeri giren Hafize iri gözlerle karşısında ki manzaraya takılıp kalmıştı. Mahir mahçup bir tavırla bir halıya bir karısına baktı ardından nefesini vererek tahta arabayı Yavuz'a uzattı.
"Tut şuni." Yavuz annesinden gözlerini ayırmazken bakışları özür diler gibiydi. Arabayı aldığında Mahir hafifçe haraketlendi.
"Ne oldi burda?" Hafize'nin o ses tonunu çok iyi tanırdı. Kadın Biraz sonra kıyameti kopracaktı. Çünkü halılar onun kırmızı çizgisiydi.
"Şimdu şöyle." Mahir bunları söylerken Yavuz'un yanına kaydı ve iki elini onun karnının etrafına koyarak kucağına çekti. "Ben araba yapayudim."
"Araba yapayudin?" Hafize'nin tehlikeli bir şekilde sakinlik içeren sesiyle Mahir nefes verdi ve doğruldu kucağında Yavuz'la birlikte.
"Aynen öyle." Küçük adımlarla kaçmaya çalıştığı açıktı. "Boya ayaklandi döküldi." Dediğinde koşar adım kucağında Yavuz'la birlikte Hafize'nın yanından geçerek dışarı çıktı. Yavuz'un gülüşlerini duyarken kıstı gözlerini.
"Baa mi güleyusin ula sen?" Egosu sarılmış gibi konuşurken arkadan sırtına çarpan terlikle buruşturdu yüzünü. "Halumi mahvettun!" Karısının bağırışını duyduğunda alt dudağını kıvırdı içeri. Yavuz'un gülüşleri hem acısını hemde mahçup tavrını yok etti.
"Vuruldik iyi mu?" Dediğinde Hafize'nin sesini bir kez daha duydu. "Terluğmi getur Mahir bey!" Mahir tek kaşını kaldırıp baktı Yavuz'a. "Terluği ona götürursem tekrar atacaktur." Yavuz başını hafifçe geri eğdi ve iri gözlerini dikti annesine.
"İkinci terluğunide çıkardu, bil diye söyleyurim kafana nişan alayi baba!" Onun dedikleriyle Mahir hızla baktı omzunun üstünde geri. Ama bu sefer gelen terlikden merdivenleri inerek kaçtığında oğluyla gülüşleri birbirine karıştı.
En azından oğlunun gülüşlerini dinlemek için buna değdiğini düşündü çünkü Yavuz babasının ifadesine kahkahalarla gülüyordu. Ve elinde tuttuğu arabaya büyük bir hayranlıkla bakıyordu.
Şimdiki zaman.
Aklıma gelen onca hatıra her hücremi delik deşik etti. Aklımda kalan mutlu aile tablosu hâlâ bir yerlerde küçücük bir erkek çocuğunun kalbini pamuklara sarıyordu. İçimde bir yerlerde haps olan o mutlu çocuk şu an nerdeydi bilmiyordum.
"Müsade var mı?" Dakikalardır mühürlü olan dudaklarım sonunda açıldı. Annem ne yapacağını şaşırmış bir halde salladı başını. Elinde ki tahta arabayı yanında ki çekmecenin üstüne bırakırken usulca içeri haraket ettim ve kapattım kapıyı.
"Kocan yok mu?" Dedim. Artık ona baba demek bile bana yabancı geliyordu. "Yok." Annem tek bir kelimeyle konuşunca bana bakmaktan utandığını farkettim. Bu hali ne kadar canımı yaksada ifademi düz tutmaya çalıştım. Adımlarımı içeri götürdüm. Bakışlarını benden kaçırıyordu aynı şekilde bende ona bakmıyordum. Halının desenlerini izleyerek yatağa yürüdüm. Koltuk yatağın sağ tarafında ki duvara yaslıydı. Yatakla yan yana olduğu için oraya oturmayı seçtim. Dirseklerimi dizlerime yasladım ve ellerimi birleştirdim. Gerginliğim parmaklarımla oynadığım için ortadaydı.
"Şey.." dediğimde anneme karşı ilk kez bu kadar yabancı hissettim. "Konuşmamız lazım." Eskiden olsa annesinin yanında neşelenen bir adamken şimdi yüzümde keder gözlerimde soğukluk vardı.
"Konuşalum." İç çekişle mırıldandı. Zaten bunun bir gün olacağını biliyormuş gibi omuzları çökmüştü.
"Ne biliyorsun?" Direkt olarak konuya girdim. Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde son günlerde ne kadar çöktüğünü artık daha net anlıyordum. Sanki hiç uyumuyor gibi göz altları mos mordu.
"Abimin başına gelenler hakkında.." zorlukla mırıldandım. "Ne biliyorsun?"
"Babanun anlattuklarini." Buna cevap vermeye gücü yokmuş gibiydi. Devran abimin başına gelenler onu ne denli sarstımışdı bilmem ama annem kendi oğlunun ölümünü gizleyen bir kadınken bunun acısını yüreğinde taşıyordu. Gözlerinde gördüğüm çaresizlik vücudumu sararken susmak onu ne hale getirmişdi daha iyi anladım. Hareleri benimle kesişince boğazıma takılan nefesim beni boğmaya başladı.
"Yani cinayetden haberin vardı.." sesimin hafifçe sert çıkmasına engel olamadım. Ağır ağır salladı başını ve dolan gözlerini gizlemek ister gibi kapattı göz kapaklarını. "Bileyidim." Titrek bir sesle konuştu ve geri açtı gözlerini. Bana bakmak yerine bu sefer yere baktı.
"Narin'i seveyidi, amerikaya kaçmak içun hazırluk yapayidi." Babamın anlatmadığı o hikaye kısmı dikkatimi çekti. Onu bölmedim sadece hissiz bakışlarla izledim. "Kaçmadan dört gün önce baban haber tutti. O zamanlar evumizde surekli suren kavgalarun sebebude buydi." Yedi sene önce sık sık evimizde kavgalar olurdu. Sebebini sorsam bile bana söylemezdiler. Açıkça o zamanlar pek umrumda olmazdı çünkü babam beni evden uzak tutmak için sürekli şirkete gönderirdi. Bende şikayet etmeye hiç niyetli olmazdım. Ne kadar sıkılsamda babamın istediklerini yapardım.
"Sonra?" Soğuk bir sesle fısıldadığımda annem ciğerlerine titrek bir nefes çekti. "Durmasuni söyledum, ama yapmadi. Kemal'i aradi kızini uzak tutmasuni söyledu." Yüzümün acıyla buruşmasına engel olamadım. Babamın bunu gizlediği yetmezmiş gibi abimin ölümüne kendi elleriyle sebep olmuştu.
"O söyledi diye oldu." Dişlerimi sıkarken öfkemi kontrol etmeye çalıştım. "Frenleri bu yüzden mi kestiler?" Karşımda yavaş yavaş yok olan kadını izledim. Birkaç damla yaş akınca gözlerinden bir elimi yüzüme yasladım. Avuç içimle yüzümü ovuşturdum ve elimi aşağı kaydırdım. Boş gözlerim annemi izledi birkaç saniye.
"Bana cinayet değil dedi." Yüz hatlarımın bile titrediğini hissettim. "Frenler kopmuş dedi!" Sertçe yutkundum. "Ama hepsinin sebebi aslında kendisi!" Annemin dudakları arasından kaçan hıçkırık kendimle savaşmama neden oldu. Dünya yansın umrunda olmazdı eskiden ama annem ağlamasın. Lakin şimdi ne kadar canımı yaksada bu işte onunda olduğunu bilmek bana hakettiğini bağırıp duruyordu.
"Neden?" Tükürür gibi ağzımdan çıkan kelimeye engel olamadım. Annemin ağlamaktan omuzları titrerken kaşlarım acıyla büküldü. "Hadi o yaptı sen niye gizledin anne?" Anne kelimesi ağzımdan öyle bir dargınlıkla çıktı ki bu annemi daha çok ağlattı. Sustu ve sadece ağladı.
"Sizun içun-" Dirseklerimi ayırdım dizlerimden ve salladım başımı. "Bizim için tabi anne bizim için! Ne bizim için? Bu mu bizim için?" Ayağa kalktığımda yüzümde rahatsız bir ifade ve öfkenin alayı vardı. "Gizlediğiniz her şey bizi daha fazla mahvetti! Öldü sandığın oğlun yaşıyor bunun vebalini nasıl taşıyacaksınız siz!" Her kelimem onun ruhunu daha çok acıttı. Bu güne kadar bir kez olsun annesine sesini yükseltmeyen ben şimdi ondan alet olduğu oyunların hesapını soruyordum.
"Bizi göz göre göre dağıttınız!" Hafifçe eğildim ona doğru. "Daha neler biliyorsunuz anne?" Sorgular sesimde öfke vardı. Ve bir miktar korku. Bu korku soracağım ikinci soru içindi. Oda babam gibi beni o cehennemde bırakırken her şeyden haberdarmıydı acaba? Sesli bir nefesle elimi saçlarıma daldırdım ve doğrulttum sırtımı. Birkaç kez volta attım odanın içinde. Ardından geri annemin önünde durdum.
"Kemal'in evinde kaldığım dört ay boyunca.." bu dediklerimle gözleri yaşlı bir şekilde bana baktı. "Babamın bile isteye beni orda bıraktığını biliyor muydun?!" Gözlerine şok duygusu yayıldı. Eli koltuğun kenarına tutunurken ayağa kalktı ve çattı kaşlarını.
"Ne diyisin Yavuz sen?" Haberi yok muydu? Yoksa bu da bir oyun muydu?
"Bilmiyor musun?" Temkinli bir sesle sorduğumda hızla salladı başını iki yana.
"Ne bilmesi? Ne diyisin? Baban seni dört ay durmadan uyumadan aradi!" Burnumdan alayla hırıltı bir nefes kaçtı. "Tabi aradı." Kelimeler sesimin altında ezilirken kıstım gözlerimi. "Orda yaşadığım cehennemden haberdardı. Kemal'in evinde olduğumdan haberdardı! Ama kılını bile kıpırdatmadı!" İrisleri genişlerken dediklerimi algılayamadı.
"İlk vazgeçtiği bendim anne." Sesimde ki dargınlığı gizlerken işaret parmağımla kendimi gösterdim. "İlk kurban ettiği bendim." Harelerine daha fazla yaş akın etti. Onu sarsıtan sözlerimle kocasının gerçek yüzünü bir kez daha farketti. Bu acıyla tüm vücudu titredi. Yaşadığım dört aydan annemin haberi yoktu. Kaçırıldığımı biliyordu ama belki de babam onu beni aradığını söyleyerek kandırmıştı. Allak bullak olan kafamı bir kenara iterek derin bir nefes aldım. "Gideceksin burdan." Sözlerimle hafifçe çatıldı kaşları. Ama beni bölmedi. "Ne kadar gücüm var bilmiyorum, kimi ne kadar koruya bilirim bilmiyorum ama burda kalman tehlikeli. Selim'e söyleyeceğim yarın seni köyüne götürecek."
Bana karşı gelmedi. Belki de karşı gelecek yüzü olmadığını düşündü. "Orda güvende olacaksın." Dolan gözlerimi çevirdim kapıya. "Ortalık durulunca geri gelirsin." Topuğumun üstünde dönerek kapıya yürüdüm. "Hadi, Allah'a emanet." Kapıya ulaşınca açmak için elimi koluna yerleştirdim ve bir daha dönüp arkama bile bakmadan kendime dışarı attım. Bu yüzleşme neden beni böylesine yıprattı anlamadım ama annemin karşısında duygusuz gibi görünmek canımı yaktı. Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildiğimde adımlarımı çektim kapının önünden ve merdivenlere yürüdüm. Bu konakla artık tüm işim bitmişti.
***
Hafsa Polatlı.
Bahçede ki salıncakta oturmuş yıldızları izlerken Zerda yanımdaydı. Mutlu mutlu ayaklarını sallıyordu. Bu kıpır kıpır hali beni de güldürüyordu. Yavuz henüz dönmemişti. Saat nerdeyse gece on iki olacaktı ama ortalıkta yoktu. Bu halleri beni hem endişelendiriyor hemde incitiyordu. Benden kaçmasını istemiyordum.
"Ne o?" Dediğimde başımı omzuma çevirdim. "Bakıyorumda abimle aranızda ki buzları erittikten sonra pek bir mutlusun."
"Mutluyum." Dediğinde sesi rahatlamış gibiydi. "Özledim onu." Baktı bana. "Birbirimize kızgınken günler çok yavaş geçiyor." Gülümsedim ve kaldırdım tek kaşımı.
"Peki ne konuştunuz?" Bunu kaçıramazdım. Her şeyi detayı detayına öğrenmem gerekiyordu.
"Konuştuk, ve sanırım sevgiliyiz yani..ben öyle anladım." Çattım kaşlarımı. "Nasıl yani? Bir şey demedi mi? Ya da sen demedin mi?"
"Demedim." Alt dudağını içeri kıvırırken yanaklarına yayılan hafif pembeliği sezdim. "Ama öptü."
"Ne!" Ağzımdan kaçan şok dolu çığlık bahçede yankılanınca hızla eliyle ağzımı kapattı. Ben iri gözlerle Zerda'ya bakarken o utanan gözlerle beni izliyordu. "Bağırmasana! Abim duysa kıyameti koparacak! Birde onunla uğraşamam!"
"Öptü mü?" Boğuk sesimle sorunca ağır ağır salladı başını. Kalbi resmen kulaklarında çarpıyor olmalıydı ki gözlerinde şefkat ve bakışlarında da aynı miktarda aşk vardı. "Söyledikleri için özür diledi.." başını hafifçe eğdi omzuna. "Bende ondan özür diledim." Ben çocuk heyecanıyla onu dinlerken anlatmaya devam etti. "Sonrada oldu işte, hepsi bu.." hepsi bu değildi ama Zerda utandığı için susmayı seçiyordu. Kıkırdadım ve ayaklarımı yere bastırdım ağzımı onun ellerinden kurtararak elinin ağzımdan çekilmesini sağladım. Salıncağı ileri geri ittirdim.
"Abim damat oluyor!" Kollarımı havaya kaldırıp bağırdım. Zerda başımın arkasına vurduğunda gülerek ovuşturdum orayı. "Bağırma!" Kolumu onun omzularına sararak kendime çektim. "Niye bağırmayacakmış? Ben kaç yıldır bu anı bekliyorum biliyor musun sen?" Dediğimde gülüşünü duydum. Rahat bir nefesle gökyüzüne baktı. Yanağım başının üstüne yaslanırken bende yıldızlara baktım.
"Sence.." dediğinde sesi özlem doluydu. "Annelerimiz mutlu mudur Hafsa?" Salıncağı yavaşça sallarken tebessüm ettim. "Mutludur." Kendimden emin bir sesle konuştum. "Eminim onlar çok mutludur, Zerda." Ardından aklıma gelen şeyle güldüm. "Abim hâlâ sana kayısı çiçeği diyor mu?" Başını geri yasladı ve yeşil gözlerini dikti bana.
"Onun ömrünün ilk baharı olduğumu söyledi." Tebessüm etti. "Ve evet, bana tekrar kayısı çiçeğim dedi, bunu özlemiştim." Zerda kayısı çiçeğiydi. Ve abimin ömrünün ilk baharıydı. Bu doğruydu, abim Zerda'yı görmüş bir tek onu sevmişti. Bu güne kadar hiçbir kızla sevgili olmamış aldığı teklifleri hep reddetmişti. Zerda burda yokken bile kalbinde onun aşkına saygılı davranmıştı. Zerda'ysa nedenini bilmediğim bir şekilde hep birilerinde sevgi aramıştı. Gözünün önünde ki sevgiyi farketmesiyse epey uzun zaman almıştı.
"Hafsa!" Yavuz'un sesini duyduğumda gözlerim arka bahçeye açılan kapıya döndü. Sonunda gelmişti! Onu görmek beni neşelendirse bile ne yerimden kalktım ne de ona baktım. Zerda'nın kıkırdadığını duydum. "Ben eve gireyim, hava soğudu." Dediğinde bizi yalnız bıraktığını anladım. Kollarımı göğsümde kenetlemiş salıncakta sallanmaya devam ederken Zerda'nın kalktığı yeri Yavuz almak istedi. Ama ona öfkeli ifademi görünce çocuk gibi izin bekledi. Ben konuşmayınca bıkkın bir nefes verdi.
"Oturayım mı?" Resmen izin alıyordu.
"Oturma, bunca saatdir nerdeysen git orda otur." Kızgın olduğumu çok iyi anlıyordu.
"Karımın yanına oturmak istiyorum." Hâlâ bir izin bekliyordu. Ama ben o izni vermeye hiç niyetli değildim.
"Bir karınız olduğu sonunda aklınıza gelmiş." Nefesini verdi ve başını hafifçe eğdi öne. "Hiç unutmadım ki." Göz ucuyla baktım ona. "Aramalarıma dönmedin." Elini boynunun arkasına götürerek ovuşturdu. Ne diyeceğini bilemez gibiydi. "Annemle konuştum." Sonunda iç çekişle dudakları arasından çıktı kelimeler. "Önce Narin'le konuştum, sonra annemle." Yorgun sesi öfkemi dindirdi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde isteğimi anlamış gibi yerleşti yanıma.
"Ne konuştunuz?" Artık sesimde öfke yoktu. Başını geri yasladı ve birkaç saniye gökyüzüne baktı. "Ben konuştum, onlar dinledi. Sonuç olarak ne abimin emanetini bula bildim ne de bir ipucuya ulaşa bildim. Annemi köyüne gönderiyorum burda kalması tehlikeli. Abimin başına gelenlerden haberi varmış, ama beni dört aydır o cehennemde bırakanın babam olduğunu bilmiyormuş." Sanki kurtulmak ister gibi kısa kesip attığı konunun onu nasıl rahatsız ettiğini anladım.
"Sen nasılsın?" Endişeyle sorduğum soru bakışlarında ki yorgunluğu sildi. Şefkatle beni izledi. "Bir sarılsana bana." Buna muhtaçmış gibi çıkan sesiyle ona yaklaştım. Kollarımı boynuna doladığımda başını omzuma yasladı. Sesli bir nefes kaçtı burnundan.
"Bana ne yapıyorsun bilmiyorum.." Burnu boynuma sürtünürken gözleri kapalıydı. "Ama bu koku.." kokumu burun deliklerine doldurdu ve rahatlar gibi bir inleme çıkardı. "Bu koku bana yaşadığımı hissettiriyor." Benim kokum olmadan yaşayacakmış gibi konuşuyordu. Sanki onu ayakta tutan bir tek benim kokumdu. Dudaklarıma ulaşan tebessümle onun yasemene karışık kokusunu bu sefer ciğerlerine dolduran bendim. Dudakları boynuma haraket etti. Ordan çene çizgime kadar küçük öpücükler bıraktı en sonunda çenemi işaret ve baş parmağı arasında tuttu. Ağırlamış göz kapaklarıyla bana bakarken alnı alnıma yaslandı.
"Seni asla bırakmam." Parmakları çekildi çenemden ve eli yanağımı avuçladı. "Seni hiç terketmem biliyorsun değil mi?" Neden bana bunları söylediğini anlamadım ama seğiren bir tebessümle konuştum.
"Biliyorum." Bana her zaman sevgisini gösterdiği için bunu garipsemedim. "Bende seni asla bırakmam." Nefesini vererek gülümsedi. Ardından hafifçe çekti başını geriye gözleri yüzümde gezinirken parmaklarıyla kahküllerimi geri itti. "Konağa dönmeyeceğiz artık." Hayran bakışlarıyla beni izlerken konuştu. "Konak meselesi bizim için kapandı." Sertlik içeren bakışları gözlerime indi.
"Bir ev ayarladım. Herkese yetecek şekilde." Merakla onu dinledim. "Orda kalacağız, Özlem'de Narin'de Ceylan'da buna dahil." Bizi korumak için bulduğu çözüm bu olmalıydı. "Sizi güvende tutacağım, Hafsa. Çünkü İshak'ın ne planladığını bilmiyorum." Herkesi güvende tutacaktı. Yavuz herkesi korumak için elinden geleni yapıyordu. Ve durumda bize bir tek ona ayak uydurmak düşüyordu.
Aynı günün gecesi saat ikiye geliyordu. Salonda oturmuş merakla Yavuz'un ne diyeceğini bekliyorduk. Telefonda birileriyle görüşüp anladığım kadarıyla evin etrafına daha şimdiden adamlar yığıyordu.
"Abi yanlış anlamazsan biz niye buraya toplandık?" Süleyman esnemekle meşgulken sordu. Uykusu geliyordu ama Yavuz onu uyutmaya niyetli değildi.
Hâlâ abimlerin evindeydik.
"Anlatacağım, az sabır." Yavuz telefonu cebine koyarak koltukta yanıma oturdu ve kolunu omuzlarıma doladı.
"Yarın bu evden çıkacaksınız." Dediğinde Aziz kaldırdı tek kaşını. "Nereye?" Diye sorduğunda Yavuz baktı ona. "Yeni bir ev tuttum, orda kalacağız kimseyi tehlikeye atamam. Burası güvenli değil."
"Aynı evin içinde mi?" Abim kaldırdı kaşlarını. "Katliam mı çıkarmaya çalışıyorsun?" Bir bakıma doğruydu. Hepimiz aynı evde..kesin bir katliam çıkardı.
"Takulduğin şey bu mi?" Cafer rahat bir tavırla kollarını başının arkasına birleştirdi ve yayıldı koltuğa. "Düşmanun kurşuniyle öleceğumuza bir birumuzin kurşuniyle ölüriz ula fena mu?" Göz kırptı abime. "İlk senu kendume siper edeceğum böylece cüzdanunda ki kredi kartlarunuda tükete bilurum."
"Birazcık değişsen dişimi kıracağım." Dedi abim oflayarak. Cafer gülerek uzandı koltuğa ve ayağıyla itekledi uyuklayan Süleyman'ı. "Değişursam şerefsuzim demuş miydim?" Dediğinde Yavuz ve Tufan gülmeye başladı. Neden güldüklerini anlamadım ama bu cümleyi daha önce defalarca dinlemiş gibiydiler. Bunun aksine Cafer'in iteklediği Süleyman ellerinin ve dizlerinin üstüne düştüğünde uyukladığı için hiçbir yere tutunamamıştı. Bu hali artık hepimizi güldürürken ofladı ve oturur pozisyona geçti.
"Siz devam edin abi." Mayışmış sesiyle başını koltukta oturan Zahir'in dizine yasladı kedi yavrusu gibi. "Dinliyorum devam edin." Dinlemiyordu, uyuyordu.
"Çek ula koca kafanu dizumden!" Zahir eliyle onun başını itekleyince çocuk gibi somurttu.
"Uyuyorum!" Zerda gülerek baktı ona. "Az önce dinlediğini söylüyordun." Süleyman devirdi gözlerini ve geri çıktı koltuğa. "Hem dinleyip hemde uyuya biliyorum."
"Tabi kendisinin üstün yetenekleri olduğu için." Abim alayla konuşunca Süleyman baktı Yavuz'a. "Abi ya anlat ya da bırak kurban olayım gideyim uyuyayım ya." Yavuz onların bu gevezliklerini dinlerken hafifçe gülümsüyordu. En son Süleyman'ın isyanıyla sesli bir nefes verdi ve baktı Zahir'e.
"Yarın gidip Ceylan'ı alacaksın." Zahir kaldırdı tek kaşını ve baktı Yavuz'a. Oturduğu tekli koltukta arkasına yaslamış kolları göğsünde kenetliyken sağ ayağının bileğini sol bacağının dizine yaslamıştı.
"Ceylan?" Dediğinde kafası karışmıştı. Yavuz salladı başını ve kararlı gözlerle izledi Zahir'i.
"Kemal'in küçük kızı." Bu dedikleri her kesi şaşırtırken ben zaten olanları bildiğim için sessizce dinliyordum. Zahir hâlâ anlamayan bakışlarını Yavuz'a dikmişti.
"Niye ben alayirim bu Ceylan'i?" Bu durumdan hoşlanmadığını belirten bir ifade vardı yüzünde. Yavuz nefesini verdi. "Çünkü ben Narin'i alacağım. Sende Ceylan'ı. Onlarıda güvende tutmamız gerek. Devran abimin sevdiği kadın Narin'se İshak durmaz onlarada bulaşır."
"Birini mezara koyuyorsun başkası çıkıyor." Abim sesli bir nefes verdi. "Ne zaman bitecek bu orospu çocukları?"
"Onlar bitmez." Dedi Cafer nefesini vererek. "Yanu baya bir süre daha uğraşacağuz ama sen enduşlenme ben seni koririm."
"Seni kendime siper ederim demek istedin herhalde?" Yavuz'un alaycı tınısıyla Cafer kıstı gözlerini. "Oda bir korima yönetmu."
"Evet." Aziz nefesini verdi. "Kendini koruma yöntemi." Böylece bir kelime Cafer ederken bir kelimede Aziz attı ortaya ve kısa süre içinde yine didişmeye başladılar.
Uzun bir süre onları dinledikten sonra gece olunca herkes odasına çekilmişti. Kimse konağa dönmeyeceği için Cafer Süleyman Zahir aynı odada kalıyordu. Zerda kendi odasındayken abimin onun yanında olduğuna yemin ede bilirdim ama kanıtlayamazdım. Aziz tek uyuduğu için bir yatak odasıda Yavuz'la bana kalmıştı.
Geniş ve ferah bir odaydı. Sade mobilayalar ve iki kişilik bir yatağa sahipti. Zerda'nın bana verdiği pijamaları giymiştim. Ayıcıklı olması sanırım Yavuz'u baya bir güldürmüştü. Çünkü hâlâ otuz iki diş sırıtıyordu. "Gülme." Dediğimde yatakta uzanmış gülüşünü bastırmaya çalışıyordu. Tabi kafamda o ayıcıklı pijama şapkasıyla fazlasıyla garip görünüyordum. Böyle şeyler giyinen birisi değildim ki! Tamam kabul ediyorum fazlasıyla tatlıydı ama genelde giymezdim.
"Gülmüyorum." Kollarını başının arkasına koyarken dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Lakin merak ediyorum, karım nerde? Odamın ortasında bir ayıcık duruyor." Kıstım gözlerimi ve sıkıntılı bir şekilde Zerda'nın çok tatlı olduğunu söylerek kafamın üstüne geçirdiği ayıcık şapkasını geri ittim.
"Karını uzaylılar ele geçirmiş artık bu ayıcıkla yaşamak zorundasın." Dedim yatağa çıkarak ve imekleyerek onun yanına ilerledim. "Ayrıca ne var? Moda bu öküz olmasan biraz modadan anlasan tüm kızların böyle şeyler giydiğini farkederdin."
"Başka kızlara bakmıyorum ki." Çocuk haylazlığıyla konuştu. "O yüzden modadanda bir halt anlamıyorum. Sana bakıyorum o bana yeter." Sözleri yüzüme tebessüm eriştirirken azarlar bakışlar attım ona.
"Gerçekten baş belasısın Yavuz." Benimle uğraşmaya bayılıyordu. Kimse bunu inkar edemezdi çünkü gözlerinde ki o keyif bunu açık açık gözlerimin önüne seriyordu. Bir kolunu çekti başının arkasından ve belime sararak beni kendine daha yakın tuttu.
"Bela mıyım ben sana?" Sözleriyle gülmekten kendimi geri alamadım. Aklıma akın eden eski günleri düşündüm. Bu soruyu ona bende sormuştum. Ve aldığım cevapta hâlâ aklıma kazınmış bir halde yerli yerinde duruyordu. Beni taklit ederek bunları fısıldaması yüzümde ki tebessüme sıcaklık ve sevgi eriştirdi. Hareleri yüzümü terketmezken ani bir haraketle beni sırt üstü yuvarladı üstüme tırmandı. Bunu yaptığında neye uğradığımı şaşırıyordum.
"Ne yapıyorsun?" Dediğimde kıstı gözlerini. "Bela olarak görevimi yapıyorum." Ellerini başımın iki yanına yaslayarak beni kendine hapsetti. Bakışlarında anlam veremediğim bir şeyler sezdim. Neden bilmiyordum ama içimden bir ses Yavuz'un bugün bana tüm olanları anlatmadığını bağırıp duruyordu. Gözlerine her baktığımda gördüğüm sevgi iki katına çıkmıştı.
"Hafsa.." adım ağzından derin bir fısıltıyla çıkmıştı. Ses tonu anlamsız bir şekilde kalbimde sızıya neden oldu. Harelerim onu terketmedi ve yüzünün her zerresinde gezindi. "Efendim Yavuz?" Mırıldanarak sorduğumda burnundan verdiği sıcak nefes yüzüme çarptı.
"Sen sevmekten asla vazgeçmem.." Sözleri kalbimi ısıttı ama aynı şekilde anlam veremediğim bir huzursuzluğu içime gömdü.
"Yavuz neler oluyor?" Hafif çatık kaşlarla sorduğumda gülümsedi. "Ne olması gerekiyor?"
"Bilmem.." Bir elimi kaldırıp kahverengi tutamlarını alnından geri ittim. "Beni sevdiğini hep söylerdin, ama bugün sanki..biraz..farklı söylüyorsun." Sözlerimle yürekten attığı kahkaha kulağıma doldu. Ama nedense bu kahkaha bana hiç gerçekçi gelmedi.
"Bir karar aldım." Dedi muzip bir tavırla. "Artık karıma her gün onu ne çok sevdiğimi anlatacağım." Dudaklarımda yer edinen tebessümle kaldırdım tek kaşımı.
"Ne çok seviyor muşsun?" Alayla sorduğumda derin bir nefes soludu. "Uğruna kendi canımı yok sayacak kadar çok." Yüzüme yaklaştığında burnu burnuma sürtündü. "Bu kokunu.." gözleri hafifçe kapandı ve kokumu içine çekti. "Bu kokunu bir daha hissetmeyeceğimi bilsem, Hafsa. Kendi kafama sıkacak kadar çok. Çünkü sen yoksan, ben yokum." Artık kalbime kazınan bir gerçeği bana her zaman hatırlatıyordu. Yavuz benim uğrumda can alırdı ve benim uğrumda yine can verirdi. Aynısını bende yapardım. Onun uğrunda kimi yok ettiğimi umursamazdım. Nazik tavrım bir tek Yavuz'un başına bir şey gelirse yok olurdu.
"Yarın Narin'i almadan önce yurda gideceğiz." Diye fısıldadı. "Sana ait olan bir şeyin öylece ortalıkta kalmasına izin veremeyeceğim." O söyleyene kadar unutmuşdum ama haklıydı. Bunu bugün bende düşünmüştüm. Artık gidip annemden bana kalan o emaneti almam gerekiyordu. Usulca salladım başımı.
"Uyuyalım." Dediğinde alnı alnıma yaslandı. "Belli ki yarın bazı maceralar bizi bekliyor." Dedikleriyle güldüm. Kesinlikle aynı evin içinde biz nasıl yaşayacaktık? Herhalde kıyamet kopacaktı.
***
Ertesi sabah güneşin ışıklarıyla uyanmıştık. İlk işimiz yetimhaneye uğramak olacaktı. Bu sırada abimde herkesi Yavuz'un yeni tuttuğu eve yerleştirmekle meşguldü. Üstümde beyaz bir kazak altımda kot pantolon vardı. Üstünden ceketimi giyerek saçlarımı açık bırakmıştım. Gündelik bir giyim tarzı tercih etmiştim. Aynı şekilde Yavuz'unda üstünde kahverengi tonlarında bir gömlek altındada o tona yakın bir pantolon vardı. Üstünden siyah ceketini giymişti. Kahverengi saçları her zaman olduğundan biraz daha dağınıktı. Yüz ifadesinde yorgun olduğunu belli eden ifadeler vardı benden bir şeyler gizliyordu ama ne olduğunu anlamış değildim.
O sürücü koltuğunda oturmuş bende yanında ki koltukta oturmuş yolu izliyordum. Biraz sonra yetimhaneye varacaktık. Uzun zaman olmuştu orayı ziyarete gitmeyeli. Orda ki çocukları sık sık ziyaret ederdim. Annemde çocukları seven bir kadındı ara bir zorlada olsa babamda izinler alırdı. Ramiz abiyle birlikte yetimhaneye gider çocuklara hediye alırdık. Abimle ben çocukları izlerken annemle Ramiz abide uzun uzun bizi izlerdi. Babam yokken, sadece Ramiz abi yanımızdayken aslında annem bir nebze olsun mutlu olurdu. Çünkü Ramiz abi bize zarar gelmesin diye uğraşırdı. Annemi korurdu.
"Ne düşünüyorsun güzelim?" Yavuz'un sesini duyduğumda düşüncelerimden sıyrıldım. Bakışlarımı ona çevirdiğimde tebessüm ettim. "Diyorum ki, acaba çocuklara hediyeler mi alsak?" Sözlerim üstüne sırıttığında anlam veremeyerek ona baktım. "Neye gülüyorsun Yavuz?" Somurttum. "Komik mi? Mutlu ederiz onları." Başını hafifçe salladı iki yana.
"Komik değil yavrum." Elinin birini ayırdı direksiyondan. Elimi tutarak dudaklarına götürdü ve üstüne öpücük kondurdu. "Sadece bunu söylemek için biraz geç kaldın." Haylaz bir sırıtış yayıldı dudaklarına. "Çünkü çoktan yetimhanenin önüne hediyeler gönderdim." Dedikleri yanlış düşüncem için beni biraz utandırırken yüzümü sıcak bir tebessüm sardı. Yavuz'un ince düşüncesi kalbime dokundu. Benden önce davranmış çoktan çocuklara hediyeler almıştı.
"Ben seni hakedecek ne yaptım acaba?" Dediğimde güldü. "Allah'a çok yalvarmışsındır kesin böyle delikanlı bir adam çıksın diye karşına." Yine kendiyle övünmeye başladı. "Yüce tanrımda beni nasip etmiştir sana olur böyle şeyler." Dilini damağına vurdu. "Çok takılma."
"Yavuz yemin ederim ego yığınısın, Cafer abi haklı." Tek kaşını kaldırıp çapkın bir bakış attı bana. "Bu egom bir sana konuşuyor yavrum." Sokak ağzıyla konuşurken göz kırptı bana. "Onu ne yapacağız?" Çocuksu tavrılarına gülerek buruşturdum yüzümü.
"O ego balonunu bir gün yok edeceğim. O zaman kendinle bile övünemeyeceksin." Kaldırıp indirdi omuzlarını. "Emrin olur, benden bahsetmeyi kesersek senden bahsederiz karım MaşAllah afet gibi." Derken göz ucuyla süzdü boydan boya beni. Anladığım bir gerçek vardı ki Yavuz'la gerçekten uğraşılmazdı. Çenesi hep bir cevap vermek için hazırdı. Böyle konuşmalara devam ettik. Ya da gerçeği şu o yol boyu kendini övdü ve bende yol boyu onu dinledim. Yine de bu tavırları öyle hoşuma gidiyordu ki onu durdurma zahmetine bile girmiyordum.
Yavuz gerçekten sevgiyi hakeden bir adamdı. Ve benim kalbim ona bu sevgiyi aşkı vermeye her zaman hazırdı. O olmadan daha önce nasıl yaşamıştım acaba? O yedi sene beni severken ben onun varlığını bile farketmemiştim. Böylesine bir kalbi ben görmemiştim. Bu yüzden önümüzde ki zaman boyunca ben hayatımın her saniyesini Yavuz ile geçirecektim.
****
Yazar.
Zahir yaslandığı arabada elleri cebinde beklerken Yavuz'un ona verdiği görevi yerine getirmek istiyordu. Lakin 15 dakikadır boş boş bekliyordu birde yüzünde bu durumdan ne kadar nefret ettiğini belirten bir ifade vardı. İnsanlarla uğraşmayı sevmezdi, ona göre çek tetiği öldür. Eğer işkence edecekse orası başka mesele tabi, masumlara dokunmazdı ama hakedenlere işkence etmekten zevk alan bir yanı vardı. Dudakları arasından bir nefes soludu ve başını geri yatırıp birkaç saniye gökyüzünü izledi.
Gökyüzünü sevmezdi. Ayı sevmezdi. Güneşi sevmezdi. Zahir'in sevdiği pek bir şey yoktu aslında. Yaşamayı bile sevmezdi. Hayatında arkadaşları olmasa o hayata bile çoktan son vermiş olurdu. Girdiği bir ara sokakta arabasına yaslanmıştı. Ceylan'ın gelmesini bekliyordu. Gelip gelmeyeceğinden bile emin değildi ama kendi kafasında 15 dakika daha bekler sonra burdan defolup giderdi. Yine de Yavuz'un isteğini geri çevirmeye niyetli değildi.
"Sen kimsin?" Bir kız sesi duyduğunda başını eğerek baktı sokağın ucunda duran kıza. Bakışlarında şüphe ve temkin vardı. Bu kızı daha önce Yavuz'un düğününde görmüştü ama pek dikkat ettiği söylenmezdi.
"Benumle geleyusin." Çok açık bir açıklama değildi. Ama idare eder diye düşündü. Açıklama yapmayıda sevmezdi.
Ceylan kaldırdı tek kaşını ve dikti gözlerini Zahir'e. "Tanışıyor muyuz?" Ceylan tanıyordu bu adamı bir yerlerden ama çıkaramıyordu. Düğünde dikkat etmediği için kim olduğunda bilmiyordu.
"Hayur." Zahir itti sırtını arabadan ve yürüdü Ceylan'ın yanına. "Tanuşmamuz gerekmeyi." Tam önünde durarken sesli bir nefes verdi. Gözleri kızın yüzünde gezindi. Fazla masum bir ifadesi varken gözlerinde bunların aksine büyük bir meydan okuma vardı.
"Ee?" Ceylan bıkkın bir sesle mırıldandı. "Ne diye geldin, ve numaramı nerden buldun? Sapık mısın? Bak gebetirim seni defol git sinirlerimi bozma benim. Seninle mi uğraşacağım birde? İşim gücüm mü yok?-" ne çok konuşuyor bu kız? Diye geçirdi Zahir içinden.
"Geleyu misin?" Umursamaz bir tınıyla sorunca Ceylan kıstı gözlerini. "Laftan anlamıyor musun sen?" Gözleri gezindi karşısında ki adamın üstünde. "Tanımam etmem seni ne diye geleyim seninle!" Arkasını döndü uzaklaşmak için. "Nerde gerizekalısı var beni bulur zaten! Uğraşacak adam mı yok? Birde numaramı bulmuş sapık herif-!" Aniden ayakları yerden kesilince gözleri şokla genişledi. Neler olduğunu ilk anlayamadı ama kendini baş aşağı bulunca öfkeyle gözleri kısıldı.
"Bırak!" Diye bağırdığında Zahir'in omzunda olduğunu anlamıştı. Zahir içinse onu taşımak çocuk oyuncağı gibi bir şeydi. Bir an önce bu durumdan kurtulmak istiyordu. "Lan!" Ceylan öfkeyle onun omzunda haraketlendi hafifçe geri kayarak dirseklerini öne doğru ittirdi. "Bırak beni!"
"Rahat dur." Onun kıvranışları Zahir'i rahatsız ediyordu. "Rahat mı dur? Rahat anan dursun! Bırak şerefsiz beni! Orospu çocuğu!" Küfürler saydırması Zahir'in sabrını sınıyordu. Ceylan ayaklarını sallayarak ondan kurtulmak istedi. Arabanın yanına vardıklarında bunu fırsat bilerek sırtını Zahir'in açmaya çalıştığı arabaya yasladı. Dizini aşağı kaydırıp Zahir'in malum yerine geçirdiğinde Zahir'in dişleri arasından acı dolu bir tıslama kaçtı.
"Uğratuğum şeylere bak!" Diye bir isyan döküldü Zahir'in dudakları arasından. Ceylan bunu fırsat bilerek onu itmek istese bile daha sırtı arabadan ayrılmadan Zahir kolunu onun beline doladı. Öfkesi tüm vücudunu ele geçirmişti. Yine de karşısında ki kadını korkutmak istemediği için bunu kontrol altına almak istedi.
"Sinirlerumi bozma!" Sesi hafifçe yükseldiğinide biraz daha sıktı belini. "Benumle geleceksun bittu! Tek kelume daha eder isen-" Daha sözünü tamamlamadan yüzüne çarpan tokatla başı yana çevrildi. Gözleri hafif bir şokla genişlerken açıkça karşısında ki kızın cesaretine hayran kalmadı derse büyük bir yalan söylemiş olurdu. Sıktığı dişlerinden elmacık kemikleri daha belirgin hale gelmişti. Gözleri kısılırken başı ağır ağır ona tokat atan kıza döndü. Ceylan ise yediği haltı sorgular bir ifadeyle Zahir'e baktı. Çünkü attığı tokatın darbesi ne kadar büyükse Zahir'in dudağını kanatmışdı. Ceylan tam ağzını açıp konuşacakken Zahir bıkkın bir nefes verdi. Kendine hakim olmak ister gibi hızlıca onu kollarına aldı. Hafifçe öne eğilip arka kapıyı açarken gözleri öfkeyi terketmiyordu.
"Ne yapıyorsun be!" Ceylan arabaya girmeyi redderek arabanın üstüne tutundu. "Gelmiyorum ben seninle!"
"Çok koti." Dedi Zahir sıkıntılı bir sesle. "Çünkü gelmesen bile zorla götereceğum." Gayet sakin ifadesinin altında gizlediği büyük bir öfke vardı.
"Adam kaçırıyorlar!" Ceylan'ın bağırışı boş sokakta yankılandı bir tarafdanda boşta ki eli Zahir'i tokatlamakla meşguldü. "İmdat!"
"Bağur bağur." Dedi Zahir onu zorla arabaya iterken. "Ama benden kurtuluşin yok." Ceylan'ın tüm direnişlerine rağmen onu arka koltuğa oturttu. Şimdide kızın ayakları havalanıp onu itmeye çalıştı. Arabanın diğer kapısına kayarak onu açmak istediğinde Zahir öfkeyle ayak bileğini tutup onu bir hamlede geri yerine çekti. Deminden beri güç kullanmıyordu ama bu kız artık onun sınırlarını zorluyordu.
"Bırak be bileğimi goril!" Diğer ayağının yardımıyla Zahir'in elini itmeye çalıştı. Ama Zahir buna inat bir kez daha çekti onun ayağını. "Kapayacak musun o çenenu?"
"Kapamayacağum!" Öfkeyle genişledi gözleri. "Bırak! Bak gebertirim seni!"
"İsabet olir!" Zahir öfkeyle homurdandı ve arabanın anahtarını çıkardı. Üstünde ki düğmeye basarak kapattı kapıları.
"Hayvan herif!" Arabanın içinde tiz sesi yankılandı. Zahir kabaca bıraktı onun bileğini ve kapattı kapıyı arabanın önünden dönerek kendi sürücü koltuğuna oturmak için kısa süreliğine açtı kapıları ve aynı hızla oturup geri kapattı.
"Nereye götürüyorsun beni!" Ceylan öfke dolu sesiyle sordu. Ama Zahir ona bir cevap vermeyecekti. "Sana diyorum!" Diye tekrar bağırdı Zahir'in oturduğu koltuğun arkasına yaklaşarak. Zahir'se anahtarı takıp arabayı çalıştırmakla meşguldü.
"Hayvan!" Ceylan elini öne uzatıp onun saçlarına asıldı. Zahir yaşadığı şokla birkaç saniye donup kaldı. Başı geri çekilince acıyla buruştu yüzü. "Bıraksana kızum saçumi!" Ceylan inatla dahada çekiştirdi onun saçını. "Nereye götürüyorsun beni! Bu adam kaçırma! Nesin sen!"
"Ne olacağum ula ben!" Zahir öfkeyle söylenirken başını öne çekmek istedi. İstese güç kullanarak Ceylan'ı kendinden uzaklaştıra bilirdi ama onu incitmek istemedi.
"İnsan kaçakcısı mısın?" Ceylan gözlerini kısıp sorarken Zahir göz ucuyla baktı ona. "Hayur."
"Uyuşturucu kaçakcısı?"
"Hayur."
"İnsanları kaçırıp organlarını mu alıyorsun?"
"Ula niye öğle bişi yapayum ben!"
"O zaman hırsızsın!"
"Hırsız hakaret gibu geleyi."
"Katilsin!"
"Sayulur."
"Öldüreceksin değil mi beni!"
"Bırak ula saçumi! Kabir azabu!" Dedi Zahir öfkeyle başını öne çekip. "Kapa o çenenu sus iku dakika! Ula hayatumda bu kadar çok konişan insan görmedum ben!" Kendisi bile genellikle sessizken bu kızın inatı onu ilk kez bu kadar uzun konuşturmuştu. Çünkü normalde sohbet etmeyide sevmezdi. Ceylan isteksizce bıraktı onun saçlarını. Anlamsızca içine düşen korku yavaş yavaş söndü. Bu adam onu incitmek istemiyorsa ne istiyordu? Kafası iyice karışmıştı. Yine de yol boyu sorun çıkaracağı açıktı.
****
Hafsa Polatlı.
Yetimhanede işleri bitirdikden sonra biraz çocuklarla oynayıp ayrılmıştık. Farkettiğim bir şey varsa oda Yavuz'un gerçekten çok iyi bir baba olacağıydı. Daha önce Özlem'e olan sevgisini görmüştüm. Ve artık sadece Özlem değil tüm çocuklara böyle olduğunu anlamıştım.
Yetimhaneden sonra Narin'i almıştık. İlk gelmek istemediğini söylesede Yavuz dil dökerek onu ikna etmişti. Çünkü Yavuz'un haklı olduğu bir nokta vardı. Narin Devran'ın sevdiği kadınsa İshak hiç çekinmeden onuda incitmeye çalışırdı. Şimdi arka koltukta yanımda oturan kadına bakıyordum.
Yanılmıyorsam 37 yaşlarında olması gerekiyordu. Narin gerçekten güzel bir kadındı. Yüzünde bazı kırışıklıklar yer edinse bile yüz hatları fazlasıyla güzeldi. Zayıf bir yüzü vardı, onun aksine dolgun dudakları. Küçük bir burnu ve mas mavi gözleri. Sarı saçları omuzlarının biraz altına geliyordu. Boyu 1.70 yakındı. Ama onun aksine yüzünde yılların yorgunluğu vardı. Hayatı mahvolmuştu. Onun hayatını mahveden Mahir bey'le Kemal Ordulu'ydu. Resmen iki aşığın sevdasını mahvetmiş Devran'ı Narin'in ellerinden almıştılar. Ve bu hikayenin bir iç yüzü daha vardı. Bizim bilmediğimiz ve öğrenmekten bir o kadar korktuğumuz bir gerçek.
Yol boyu kimse tek kelime etmemişti. Sonunda Yavuz'un bizim için tuttuğu eve varmıştık. Araba evin önünde durar durmaz demir kapılar açılmıştı. Evin her yanı korumalarla doluydu. Ev demeye gerek kalmaz malikane gibi bir yerdi. Çok kişi olduğumuz için Yavuz fazlasıyla geniş bir ev tutmuşdu. Evin ön bahçesine park ettiği arabadan aşağı inmiştik. Daha kızlarının evde olmadığını öğrenen Kemal nasıl bir tepki verecekti bilmiyorduk ama muhtamelen Yavuz bunuda düşünmüştü.
Narin'in yorgun ifadesini görünce nefesimi verdim. Oda en az benim kadar tüm bunları düşünüyor olamlıydı. Narin kimse incinmesin istiyordu. Onun huyu böyleydi. Ve şimdi Yavuz Kemal'in kızlarını alarak resmen ona karşı yeni bir savaş açmıştı.
"İyi misin?" Yavuz önden ilerlerken ağır adımlarla Narin'in yanında durdum. Elimi kaldırıp koluna koyduğumda desteğe ihtiyacı olduğunu anladım.
"İyiyim." İç çekişle fısıldadı ve tebessüm etti. "Sağol." Usulca salladım başımı yine de kolundan ayrılmadım. Ona eve kadar eşlik etmek istedim. Bizimkiler çoktan evde olmalıydı.
"Bende sana verecek kız mız yok!" Aziz abinin sesini duydum. Evet kesinlikle evdeydiydiler. Ve yine bir kavga.
Narin ile beraber içeri yürüdüğümüzde Yavuz'un bıkkın ifadesini gördüm. Bizimkiler salonda toplanmış sohbet ediyordular. Ya da birbirlerini yiyordular. Ve tüm bu durumu keyifle izleyen Süleyman elinde patlamış mısır kasesi koltuğa yayılmıştı.
"Neler oluyor?" Dedim merakla tek kaşımı kaldırarak. Zerda gülerek baktı bana. "Abimle abin yine kavga ediyor."
"Şaşırdık mı?" Yavuz bıkkın bir nefes verdi. "Neyin kavgası bu?" Cafer baktı bize.
"Tufi Zerda'yla evlenmek isteyi." Bu durumu kıskanıyor muydu o? Ve ne evlenmesi? Zerda elini kaldırıp parmaklarını gösterdiğinde şokla ona baktım.
"Hadi canım!" Diye bir çığlık kaçtı ağzımdan. "Evlenmemi teklif etti!" Zerda yüzünde gülücükler açarken başını salladı. Abime baktığımda keyfi gayet yerindeydi. Resmen Aziz'in sinirlerini bozmaktan zevk alıyordu.
Narin anlamaz bakışlarla ortamı incelerken bizimkiler onu daha yeni farketmişti. Cafer abisinin sevdiği kadını izledi birkaç saniye ardından küçük bir tebessüm etti. "Hoşgeldun yenge." Dediğinde Narin baktı ona. Cafer saygısını eksik etmiyor ona yenge diye seslenmektende çekinmiyordu. Narin küçük bir tebessümle kabul etti onun ifadesini. Hâlâ Devran'ı sevdiği için böyle seslenilmesi onu rahatsız etmemişti. Öldü sandığı aşkı yaşıyordu ve haberi yoktu.
Aynı şekilde herkes Narin'i karşıladığında belki de Narin'in ilk kez böylesine yalnız hissetmediğine şahit oldum. Daha sonra Zerda'dan tüm detayları öğrenecektim ama ondan önce Narin'i Yavuz'un gösterdiği odaya götürdüm. İkinci katda odalardan biri Narin için hazırlanmıştı. Kapıyı açıp içeri girdik. Mavi çarşaflarla süslenmişti oda. İçinde bir kadının ihtiyaç duyacağı her şey vardı.
"Endişelenme." Dedim ona bakarak. İfadesinde gerçek bir endişe vardı. Bundan sonra neler olacağını düşünüyordu. "Yavuz bir söz verdiyse tutar." Yavuz'a güvenim tamdı. Ve bunu dile getirmekten çekinmiyordum. "Eminim babanı burdan uzak tutmanın yollarını çoktan bulmuştur." Nefesini vererek salladı başını.
"Otur hadi." Sıcak bir tebessümle ona yatağı gösterdim. Konuşmadı ama dudaklarında ki küçük tebessümle geçip oturdu. Sırtı yatak başlığına yaslanırken omuzları çöktü. Hep böyle yorgun muydu acaba? Bence öyleydi. Sevdiği adamı kaybetmişti. Hemde en kötü şekilde. Daha kavuşamadan onu kaybetmişti.
"Yavuz.." diye fısıldadı gözlerini odada gezdirerek. Ardından bana baktı. "Devran'a çok benziyor biliyor musun?" İki kardeşten bahsetmesi içimde burukluğa sebep oldu. Birkaç adım atarak oturdum yatakta onun önüne. Ellerimi birleştirdim ve ona baktım.
"Öyle mi?" Merakla sorduğumda hasret dolu bir bakışla salladı başını. "Öyle, Devran'da böyleydi. Hep birilerini korumaya çalışırdı, kimse incinsin istemezdi." Gözleri yatakta gezindi. "Devran hep Yavuz'un ona ne kadar çok benzediğinden bahsederdi." Gülümsedim ve pür dikkat Narin'i dinledim.
"İlk nerde tanıştınız?" Soruma karşılık burukluk erişti gözlerine. "Yavuz'u kurtatmaya geldiği ilk gece. Onu ilk orda gördüm." Aslında Narin'le Devran'ın karşılaşma sebebi bile Mahir bey'di. Eğer Yavuz'un babası Devran'dan daha erken davranıp Yavuz'u o çukurdan çıkarsaydı belki de Narin'le Devran hiç tanışmayacaktı.
"Her şey o kadar güzeldi ki." Sesinde hâlâ umut vardı. O günlerden bahsederken, Devran'ı anlatırken gözlerinin içi ışıldrıyordu. İşte ben o an farkettim. Narin acısını daha önce hiç kimseye anlatmamışdı. Narin'in dilinden Devran düşmezken o evin içinde Devran adı yasaklanmıştı. Narin'den sadece aşkı çalınmamış onu unutulması istenmişti. "Ama mahvettiler." Gözleri artık dolu doluydu.
"O kaza olmasaydı, her şey daha farklı olurdu, Hafsa." Elinin tersiyle gözünden akan bir damla yaşı sildi. "Babam o gece Devran'ın canını aldı..ondan dört gün önce konuşmuktuk en son. Bir ev yapmıştı bize, Amerika'da." Sesi öyle titrediki içim ürperdi. "O evi başımıza yaktılar, beni yangının içinde bıraktılar. Devran'ı yok ettiler." Gözleri boş boş gezindi yerde. Ama hareleri arkasında binlerce duygu vardı. "Ben hâlâ o yangının içindeyim." Canımı yakan her kelime aklımda bir yankı bıraktı. Narin'in acısı sesine yansıyordu. O acı her zerresini her gün biraz daha yakıyordu.
"Neden sustun?" Anlamıyordum. Anlamdığım tek şey buydu.
"Zorundaydım." Kuruyan dudaklarını ıslattı. "Hâlâ da zorundayım." Zorlukla konuşuyordu. "Bilmediğiniz şeyler var Hafsa. Ve hiç öğrenmemeniz gereken şeyler. Senden rica ediyorum." Sırtını ayırdı yatak başlığından ve elini elimin üstüne koydu. Mavi hareleri yaşlarla doluydu. "Yavuz'u bundan uzak tut." Başını hafifçe salladı iki yana. "Sonu Devran gibi olmasın Hafsa, onu kaybetmek istemiyorsun bu oyunlardan uzak tut." Artık benimde gözlerim dolmaya başladı. Bana Yavuz'un bu yolda öle bileceğini mi ima ediyordu? Her hücreme bıçak saplandığını hissettim. Neyin içindeydik? Nasıl bir gerçek bizi mahvede bilirdi? Yavuz'u mahvedecek bir gerçek olmalıydı bu. Onun durmasını engelleyecek, onu harakete geçirecek aklını mahvedecek bir gerçek.
"Hafsa abla!" Özlem'in sesini duyduğumda dolu gözlerim kapıya döndü. Hiç çekinmeden koşarak yanıma geldi. Yatakta ikimizin ortasına çıktığında yüzünde gülücükler açıyordu..
"Abim birlikte yaşayacağız dedi!" Neşeyle bağırdı. "Eskisi gibu!" Özlem ortaya girdiği için ikimizin elleri ayrılmıştı. Narin'in gözleri hafif bir şokla ortamızda oturan kız çocuğuna bakıyordu. Gözlerine daha fazla yaş akın edince onları tutmaya zorladı.
"Merhaba!" Özlem başını Narin'e çevirdi. "Senu daha önce düğünde görmüştim!" Başını yatırdı omzuna. "Yine ağlayisin! O günde ağlıyordun!" Narin'in tüm vücudunun titrediğini farkettim. Bu tavırlarına anlam veremedim. Şüpheyle gözlerim bir onun bir Özlem'in arasında gidip geldi. Daha önce bu garip tavırları Cengiz ve Kemal'de de farketmiştim.
"Niye ağlıyorsun?" Özlem başını bana çevirdi. "Niye ağlıyor?" Dediğinde sesi kederliydi. Narin yutkundu sertçe.
"Narin, iyi misin?" Ona bakıp merakla sorduğumda dalgın bakışlarını zar zor bana çevirdi. Özlem bir elini kaldırıp onun yanağında ki yaşı silmek istediğinde Narin'in dudakları arasından bir hıçkırık kaçmıştı.
"Daha kötü ağlıyor.." Özlem mırıldandı. "Ben dokundum diye mi oldu Hafsa abla?"
"Hayır." Dedim ve Narin'e baktım hafifçe yaklaştım ona. Nefes alamıyor gibi ağlıyordu. "Narin, noluyor?" Kaşlarımı çatıp sorduğumda Özlem hâlâ onun yaşlarını silmekle meşguldü. Çocuk aklıyla bunu yaparsa yaşlar diner sanıyordu.
"Bir yerun mi acıyor?" Özlem endişeli gözlerle sordu. Hafifçe yaklaştı ona. "Bir yerin acıyorsa öperim geçer, abim hep öyle yapıyor!" Özlem'in her kelimesinde hıçkırıkları çoğaldı. Sertçe yutkundum elimi omzuna koydum. Onunsa mavi hareleri Özlem'i terketmiyordu.
"Narin?" Dediğimde derin bir nefes soludu ve kalktı yataktan. "Hava..almam lazım.." kendini dışarı atmak ister gibi kapıya yürüdüğünde Özlem somurttu.
"Bu ablada beni hiç sevmeyi." Bana baktı. "Beni ne zaman görse ağlıyor, acaba çocukları sevmiyor mu?" Sesli bir nefes verdim. Narin'in neden böyle davrandığını anlamıyordum. Elimi kaldırdım ve sarı saçlarını okşadım.
"Senlik bir durum değil güzelim.." yüzüne doğru hafifçe yaklaştım. "Narin ablan biraz..üzgün." Sözlerime inanmıyordu. Ama israr etmedi.
Aynı gün içinde Özlem'le ben Narin'in odasından çıkınca Narin bir daha ortalıkta görünmedi. Sessizce kendi odasına çekildi. Aradan yarım saat kadar geçmişti salonda oturmuş merakla Zerda'yı dinliyordum.
"Baya baya geçti karşına evlen benimle mi dedi?" İçli bir nefesle elinde ki yüzüğe baktı. Demin pek net görememiştim ama şimdi o yüzüğün anneme ait olduğunu farkettim. Dudaklarıma hüzünlü bir tebessüm yayıldı.
"Annemin yüzüğünü mü taktı sana?" Dediğimde bu durum onun çok hoşuna gitmiş gibiydi. Zerda deli dolu ola bilirdi ama abimden ona gelen her hangi bir şeye gözü gibi bakardı. O yüzük abimde çocukluğumuzdan beri vardı. Bende aynı yüzüğün benzer desenli olan bir bilekliği vardı. Annemden bize kalan hatıralardı bunlar.
"Dün gece teklif etti." Gözlerinin içi gülüyordu. "Bunca zaman onu nasıl görmezden gelmişim, nasıl elimle iteklemişim aklım almıyor.."
Abimi uzun yıllar süründürmüştü.
"Peki düğün ne zaman?" Dediğimde güldü. "Bunu Aziz'e sor-" daha cümlesini tamlamadan Aziz'in bağırdığını duydum.
"Sakın!" Mutfaktan kafasını çıkarıp bize baktı. "Yüreğim kaldırmıyor."
"Evlenecem ulan kız kardeşinle." Abim sesleri duyupda merdivenleri inerken Aziz'i kışkırtıyordu. Onun peşinden bıkkın bir tavrıla inen Cafer'i gördüm. "Aziz, bu sefer senden yanayum! Ben bunlarin bu kadar ciddi olduğuni düşünmeyidim!"
"Cafer sen bir aramızdan çekilir misin?" Zerda'nın sorusuyla Cafer kıstu gözlerini. "Sus ula, pis kuma." Kolunu Tufan'ın omuzlarına attı. "Her geçen gün biraz daha çalayisin Tufimi benden."
"Daha evleneceğiz biz." Zerda abarta abarta konuşurken hayallere kapılmış gibi nefesini verdi. "Çocuklarımız olacak!"
"Bayulacağum!" Dedi Cafer
"Geberteceğim az kaldı!" Diye bağırdığını duydum Aziz'in. Elinde kase bir diğer elindede karıştırma kaşığıyla kasede bir şeyler karıştırıyordu. Üstünde ki mutfak önlüğü beni güldürdü.
"Abi napıyorsun sen?" Dediğimde ofladı. O kasların üstüne o mutfak önlüğü hem garip durmuş hemde onu çekici göstermişti. "Kek yapıyorum Hafsa."
"Düğünümüze mi yapıyorsun koçum?" Abimin sorusuyla Aziz'in gözü seğirdi. Kaşığı çıkardı sıvı hamurun içinden ve abimi nişan aldı.
"Evet." Dediğinde kaşığı ona fırlattı. "Düğün gününüz cenazeniz olacağı için üstünede. 'Rahmetliler çok aşıktı.' yazdıracağım."
Abim hızla yana kaçarken kaşık sağında duran Cafer'in bacağına denk geldi. Acıyla sızlandı ve bacağını tuttu. "Doğru düzgin nişan alsana elunin ayaruni belleduğum!"
"Sus lan!" Aziz boş gözlerle baktı Zerda'ya. "Sende çıkar o yüzüğü! Vermiyorum ben seni kimseye!"
"Canım sevgilim." Dedi Zerda alayla başını geri çevirip abime bakarak. "Duyuyor musun abimi?"
"Bir sinek vızıldıyor ama.." abim sırıtarak konuştu. "Abin miydi o?"
"Niye didişiyorsunuz yine?" Salona adım atan Yavuz gözlerini üstümüzde gezdirdi. Dünyanın en yanlış kararını alarak herkesi resmen bir eve tıkmıştı.
Tam gülerek konuşacakken ön kapı açıldı. Bağırış sesleri duyduk sonunda salona giren Zahir'i gördük.
"Yeter ula! Tırmalama yüzümi! Kedu!" Ceylan'ı yere fırlatır gibi bırakınca öfkeden her kası gerilmişti. Hepimizin aynı anda şokla bakışları onlara döndü. Neler olmuştu böyle?
Ceylan somurtkan çocuklar gibi Zahir'e dik dik bakarken Zahir'inde durumu durum değildi. Siyah saçları dağınıktı. Üstünde ki siyah gömleğin birkaç yerinde yırtıklar vardı. Dudağının kenarında kan yüzünde çizikler mevcuttu.
"Noluyor lan?" Deminden beri boş boş koltukta oturup telefonunda gezinen Süleyman şok dolu gözlerle onlara baktı. Ceylan bakışlarını bize çevirdi gözlerini şok sardı.
"Yavuz abi?" Dediğinde içinde bulunduğu duruma anlam veremiyor gibiydi. Yavuz'sa bu durumu hiç garipsemeden Zahir'e baktı.
"Bu halin ne?" Gözlerinden bu durumu fazlasıyla merak ettiği açıktı. Zahir öfkeyle sıktı dişlerini.
"Yol boyi konuşip durdi! Susmayi! Oğlum bu susmayi! Keçu inadi var bunda, kafam şiştu insan bu kadar konuşur mi? Yüzümü tırmaladi canavar!" Ceylan çocuk öfkesiyle ayağa kalktı.
"Sensin be canavar!" Birkaç adım atarak diklendi Zahir'e. "Ben mi susmuyorum? Beni kaçırdın! Tabi bağıracağım!"
"Ula direksiyoni yakalayip bizi ağacın içine soktin!" Yavuz şok dolu gözlerle baktı onlara. "Yaptın mı bunu Ceylan?" Ceylan döndü hızla ona.
"Nerden bileyim beni buraya getirdiğini! Söylemedi ki!" Dediğinde Zahir daha yeni dank etmiş gibi kırpıştırdı gözlerini. Cafer eliyle yüzünü ovuşturdu.
"Ula kot kafali, kiza demedun mu oni buraya geturduğuni?" Zahir bir anlık suçlu çocuklara döndü. "Demedum."
"Yani her şeyin suçlusu sensin!" Ceylan işaret parmağıyla gösterdi onu. "Gözünü çıkarmadığıma şükr et!"
"Seni bu hale..o mu getirdi?" Süleyman kahkahasını bastırmaya çalıştı. Ama Zahir'in dağınık haline daha fazla tutamadı kendini. Hızla kamerasını açtı ve ona doğrulttu.
"Buraya bak! Resmini çekeceğim!" Zahir öfkeli gözlerini çevirdi ona. "O tuşa basarsan parmaklaruni teker teker kırarum." Süleyman gülerek bastı düğmeye.
"Umrumda değil! Kolumu kaybederim bu anı kaybedemem!" Resmi çektikten sonra yüzünde zafer sırıtışı belirdi. "Poster yaptırıp odama asacağım!"
"Ya sabır! Ya sabır!" Zahir öfkeyle homurdanıp merdivenlere yürüdü. Kimsenin yüzüne bakmadan yukarı çıktığında salonda Süleyman'ın gülüşleri devam etti. Kısa süre içinde Yavuz'da ona katılınca o gülüşler hepimize bulaştı. Ceylan'sa bize utangaç bakışlar atmakla meşguldü. Resmen yol boyu Zahir'i hırpalamış olmalıydı. Zahir zayıf bir adam değildi istesedeydi Ceylan'ı tek bir hamlesiyle yere sererdi. Ama gönlü buna el vermemiş olmalıydı.
Daha sonrasında Ceylan'a odasını göstermiştik. Narin onun için bile odasından çıkmamıştı. Akşama kadar bizimkiler didişip durduğu için bir battaniye alıp arka bahçeye çıkmıştım. Sandalyeye oturmuş dizlerimi kendime çekmiş sessizce rüzgarı dinliyordum. Arka bahçeye açılan cam kapının sesini duydum. Yavuz yanıma adımlarken elinde iki bardak dumanı tüten kahve vardı.
"Hava soğuk." Sesinde şefkat varken bardağı önümde ki masaya bıraktı ve yanımda ki sandalyeye oturdu. "Ne yapıyorsun burda tek başına?"
"Hava almak istedim." Dedim kahveyi alarak ve ona baktım. "İshak'dan bir haber var mı?" Sorumla ifadesini sıkıntı sardı. Usulca salladı başını iki yana.
"Yok." Bundan rahatsızdı. "Ne tür bir hamle yapacak bilmiyorum, bana bıraktığı bir notdu ailemi güvence altına almamı istediği açıktı. Şimdi sıra bekleyip ikinci hamlesini görmekte." Kahvesinden bir yudum aldı. "Yarın işim var, ortalıkta olmayacağım. Devran'ın İshak'ın eline düşmeden önce bana bıraktığı bir sürü mal mülk var." Bu durumda boğuluyormuş gibi bir hali vardı. Başını çevirip baktı bana.
"Şerefsiz yeraltı işlerini pek temiz yürütmüyormuş, insanları zehirliyor mal satıyor insan kaçakçılığı yapıyor, silah kaçakçılığı." Sözleri beni de tiksindirdi. Ne kadar iğrenç bir insan ola bilir ki dedikce daha iğrenç oluyordu.
"Sen ne yapacaksın?" Dediğimde sırıttı. "O işleri bir bir temizleyeceğim." Arkasına yaslandı ve bana baktı. "Onun saltanatını yok edeceğim. Aynı Devran'ın istediği gibi." Nefesini verdi. "Ve abimi bulacağım, nasıl yapacağım bilmiyorum ama yapacağım." Bu işde ne kadar zorlandığı sesine yansımıştı. Henüz ne yapacağını oda bilmiyordu ama eminim her şeyin üstesinden gelecektik.
Başımı onun omzuna yasladım. "Bulacağız, her şeyi beraber yapacağız." Güldüğünü duydum. Kolunu omuzlarıma doladı ve saçlarımın üstüne bir öpücük kondurdu. "Sen olmasan yıkılırdım Hafsa. Eğer bugün böyle dik duruyorsam bunun en büyük sebeplerinden birisin." Kapattım gözlerimi ve elimi göğsüne yasladım. Kalp atışlarını hissettim. Kalbinin sesi bana huzur veriyordu. Yavuz'un kalp atışları her bir duygumu yatıştırıyor saf sevgimi meydana çıkarıyordu. Birkaç dakika kaldık öyle sadece birbirimizin kollarında. Ardından çalan telefonum gözlerimi açmama neden oldu.
Merakla kaldırdım başımı Yavuz'un göğsünden. Telefonu masanın üstünden aldım. Ekranda babamın adını görünce kaşlarım havalandı. Beni neden arıyordu? Uzun zaman olmuştu onu görmeyeli. Özledi derdim ama bunun olma ihtimali sıfır. "Ne istiyor bu piç kurusu?" Yavuz tek kaşını kaldırıp sorunca ona baktım. "Bilmiyorum ki." Dedim ve açtım telefonu. Onu kulağıma götürdüğüm an öfkeli sesini duydum.
"Sana tek bir şey soracağım, Ramiz'in nerde olduğunu biliyor musun?" Kaşlarım çatıldı. Neden akşam vakti beni arayıp Ramiz abinin yerini soruyordu? "Ne saçmalıyorsun?" Dediğimde verdiği öfke dolu nefesi kulaklarıma doldu. "Her şeyin arkasında o varmış!" Şu an kafamı daha çok karıştırmaya çalışıyorsa bunu kesinlikle başarıyordu.
"Açık açık anlatır mısın şunu? Neyin arkasında o varmış?" Yavuz çatık kaşlarıyla pür dikkat telefondan gelen sesi dinliyordu. Bir eli yumruk olmuştu. Sanki babamın telefonun ucunda bana bağırmasından bile rahatsız gibiydi.
"Her şeyi yalanmış! O oropsu çocuğunun her şeyi yalanmış! Adı, yaşı, kim olduğu her şey yalanmış!" Öfkeyle telefona konuşmaya devam ederken benim yüzümü şok ifadesi sardı. "Ne demek yalanmış?"
"Benden her şeyimi alan oymuş! Nerde! Nerde olduğunu biliyor musun!" Şok üstüne şok yaşıyordum. İrislerim genişlerken aynı şok Yavuz'unda yüzüne bulaşmıştı.
"B-bilmiyorum..neyi yalanmış? Senden her şeyini alan omuymuş? Ne demek adı yalan?" Kekeleyerek sorduğumda sıkıntılı bir nefes verdi.
"Nadir! Adı Nadir'miş! Her şeyi yalanmış!"
Nadir mi?..
****
BÖLÜM SONU.
ÖNCELİKLE merhaba, ve sonrasıysa evet Nadir..nasıl ama? Ramiz'den hep bir şüphe ediyordunuz evet arkadaşlar Ramiz bu hikayenin en önemli kısımlarında yer alıyor🙉
Mükemmel zekanızı mahvedecek bir bölüm daha bıraktım buraya bana kalırsa yazarken hem heba olduğum hemde çok güldüğüm bir bölüm oldu.
Gelecek bölüm görüşürüz Allah'a emanet❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |