
Yeni bölüme hoş geldiniz💖
Şimdiden herkese keyifli okumalar yorumlarınız ve oylamalarınızı eksik etmeyin 💞💌
Bölüm şarkısı-Ahmet Kaya-Söyle
****
Hafsa Polatlı.
Babamın bana ettiği telefondan sonra kafam iyice karışmıştı. Bana yıllardır yanında çalıştığı adamın bir yalancı olduğunu söylüyordu.
Adı yalandı, yaşı yalandı, her şeyi yalandı. Bizi kandırmış, ailemizin içine girmişti. Peki amacı neydi? Ramiz değildi. Yıllardır Ramiz sandığımız adamın adı Nadir miydi? Yoksa babam yine bir şeyler mi planlıyordu? Sorular her zaman ki gibi çoktu cevaplarsa yine yoktu. Yavuz yanı başımda oturmuş meraklı gözlerle benden bir cevap bekliyordu. Telefondaki babam küfürler saydırıyor Ramiz abiyi öldüreceğini söylüyordu.
"Ne diyorsun?" Dedim ayağa kalkarken. Sesimde hem öfke hemde telaş vardı. Ramiz abiye bir şey olmasını istemiyordum, hayatımda değer verdiğim insanlardan biriydi. "Ne öldürmesi saçma sapan ne konuşuyorsun? Nerdesin sen?"
"Nerde olacağım! Ofisteyim!" Ofiste ne işi vardı? Zaten her şeyi kaybetmişti. Elimi saçımdan geçirdim ve sıkıntılı bir nefes verdim.
"Kaybolma bir yere." Telefonu yüzüne kapattım ve Yavuz'a baktım. Merakla beni izliyordu.
"Ramiz abi hakkında bir sorun var." Sesimde ki telaşı seziyordu. "Beni babamın ofisine götüre bilir misin?" Dediğimde ifadesi sertleşti. Ayağa kalkarak birkaç adımla önümde durdu.
"Hafsa, o adama güvenim yok biliyorsun." Sesi temkinli ve rahatsızdı. "Onun yanına seni götürmek istemiyorum. Anlat bana ben hallederim."
"Olmaz." Hızla başımı salladım iki yana. "Kendim gitmeliyim. Konuşmam gerek." İnatımı çok iyi biliyordu. Sesli bir nefes verdi her ne kadar isteksizde olsa beni onaylamaktan başka çaresi yoktu.
Birlikte eve girince abim kesmişti önümüzü. Biz dışarı çıkarken oda aşağı kata iniyordu. Babamın benden önce onu aradığını söylediğinde aynı benim kadar onunda içini merak kemiriyordu. Bu yüzden peşimize takılmaktan çekinmemişti. Birlikte arabaya bindiğimizde çoktan gece yarısıydı. Babamın aniden arayıp söylediği her şey bir daha huzurumuzu bozmuştu. Gecenin karanlığında Yavuz'un sürdüğü araba kısa süre içinde şirketin önünde durmuştu. Hâlâ açık olan şirketin ışıklarından babamın içeride olduğunu anladım. Aynı dediğim gibi hiç bir yere gitmemişti.
Bundan sonra arabadan indik. Direkt olarak içeri girip ezbere bildiğimiz yere, müdür ofisine doğru yol aldık. Yavuz elimi tutmuş yanımdan ayrılmazken bende onun yanından uzaklaşmadım. Babama güveni yoktu ve bunu hem haraketleriyle hemde gözleriyle gayet net belli ediyordu.
Ofise girdiğimizde babamı farkettim. Tekli koltuğa oturmuş başını geri yaslamıştı. Üstünde ki beyaz gömleğin yakasında kan lekeleri vardı. Zerrin onun arkasında durmuş alnına masaj yapmakla meşguldü. "Sevgilim sakin mi olsan biraz?" Sahte samimiyetiyle konuşması nerdeyse mide bulandırıcıydı.
"Noluyor?" Abimin sesi böldü ortamı. Babam gözlerini açtı ve hissiz bakışlarını bize çevirdi. Sırtını koltuktan ayırıp kalktı ayağa.
"Sonunda." Bizi beklemekten sesinin ne kadar bıkkın çıktığını daha yeni farkettim. Gözleri direkt olarak Yavuz'u buldu. "Nerde o kayıp abin!" Yavuz kaşlarını çatarak baktı ona. Elimi bırakarak bir adım öne attı.
"Abimi niye soruyorsun?" Babam Devran'ı neden soruyor ola bilirdi ki?
"Niye mi soruyorum?" Babam alaycı bir tavırla Yavuz'un sorusunu tekrarladı. "O orospu çocuğu Ramiz'le bir olup hepimizin elinden her şeyi almış siz hâlâ uyuyorsunuz!" Gözlerime şok erişirken aynı ifade yavaş yavaş hem Yavuz'a hem abime bulaştı.
"Ne saçmalıyorsun sen?" Abimin temkinli sesiyle babam öfkeli bir nefes verdi. Odada aşağı yukarı volta atarken onun yerine Zerrin'in iğneleyici sesini duyduk. "Ramiz, yani sevgili korumanız annenin eski kırığıymış." Duyduklarım beni derin bir şoka sokarken gözlerim direkt olarak sanki bu durumdan keyif alan bir hali varmış gibi bizi izleyen kadını buldu.
"Anlamadım?" Sert sesimle sorduğumda Zerrin sahte bir acıma ifadesi takındı. "Anlaşılmayacak bir şey var mı? Annenin eski kırığıymış işte!"
"Doğru konuş!" Abim öfkeyle bağırıp onun üstüne yürümek istediğinde Yavuz hızla kolunu onun önüne çekti. "Ağzından çıkanı kulağın duysun!" Öne atılarak Zerrin'in üstüne yürümek istiyordu ama Yavuz onu geri tutuyordu.
"Bir sakin ol!" Onu yerinde tutarken başını babama çevirdi. "Ne diyor senin bu karın?" Dişleri arasında sert gözlerle sorduğunda babam öfkeli bir nefes verdi.
"Doğru!" Diye bağırdı bize bakarak. "O yıllardır bana koruduğunuz anneniz benden gizli bir aşk yaşıyordu, ve şimdi onun rezil aşkı her şeyimi kaybetmemin nedeni!" Abimin dudakları arasından sinirleri boşalmış gibi bir gülüş çıktı. Ardından babamın üstüne yürüyerek yüzüne bir yumruk geçirdiğinde bu sefer Yavuz onu durdurmadı.
"Sana doğru konuş dedim!" Avazı çıktığı kadar bağırdığında ben hâlâ duyduklarımın şokundaydım. Gözlerim boşluğa dalmış bir şekilde sertçe yutkundum.
Böyle bir şey mümkün ola bilir miydi? Zerrin'in dediklerinde haklılık payı varsa bu tüm dünyamı alt üst ederdi. Annemle Ramiz abi arasında bir ilişki olması hayatım boyunca aklımdan geçen bir gerçek değildi. Bunun olma ihtimalini hiç düşünmemiştim. "Yalan söylüyorsunuz.." diye fısıldadığımda bakışlarımı onlara çevirdim.
"İkinizde yalan söylüyorsunuz, nasıl bir oyun oynuyorsunuz!" Abim öfkeyle ellerini iki yanında sıkarken babam yediği yumruğun etkisinden daha yeni kurtuluyordu. Dengesini sağlayarak öfke dolu gözlerini dikti bize.
"Annenin orospu olması sana ağır mı geldi kızım?" Dolu gözlerimle babama bakarken Yavuz'un soğuklaşan tavrını farkettim. Abimden önce davranıp babama ikinci bir yumruk geçirdi ardından elini onun yakasına doladı. Kendisine doğru çekerken babama iyileşme fırsatı bile vermedi. "Dediklerine dikkat et." Her bir kelimeyi dişleri arasından zorlukla çıkarırken gözlerini öfke sardı. Babamsa yediği ikinci yumruğun etkisinden çıkmaya çalışıyordu.
"Yeter, bırakın onu!" Zerrin sinirli bir tavırla öne birkaç adım atıp babamı Yavuz'un ellerinden çekerek aldı. Abim burnundan solurken kısık gözleri babamdan ayrılmıyordu. Yavuz yapmasaydı o yumruğu abim atacaktı. Babam nefret dolu bakışlarını bize kaldırdı. Yediği yumruklar sadece abimden veya da Yavuz'dan gelmemişti, ona daha önce dayak atan birileri vardı.
"Benden duyduklarınıza inanmıyorsunuz." Dedi sesli nefesleri arasında. "Ama o Ramiz iti bunların hepsini gözlerimin içine baka baka itiraf etti!" Kaldırdı başını. "Onu bulacağım ve onu bulduğumda kafasını gövdesinden ayıracağım! Zaten yaralı fazla uzağa kaçamaz!"
"Yalan söylüyorsun!" Diye bağırdım titreyen sesimle. "Ne annem ne de Ramiz abi öyle birisi değil!" Elimde ki çantayı yere atarken işaret parmağımı ona doğrulttum. "Oyun oynuyorsun, yalan söylüyorsun!"
"Bırak Hafsa!" Abim sert sesiyle konuşurken babama meydan okuyan bir bakış attı. "Bu saatten sonra bu şerefsizin dediklerine mi inanacağız? Kim bilir yine nasıl bir halt karıştırıyor!"
"Hiçbir boktan haberiniz yok!" Bağırdı bana yaklaşamak isteyek, ama Yavuz onu geri itti. "Dilini bir yerlerine sokmadan önce alçalt o sesini!" Diye haykırdı babama doğru. Onun bana ulaşmasını engelliyordu. Abime baktığımda aynı benim kadar şüphe dolu ve öfke dolu olduğunu kahverengi harelerinden anlıyordum.
"Herşeyi itiraf etti!" Diye inatla anlatmaya devam etti. "Beni öldürmeye çalıştı, ama bilmediği tek şey ondan önce benim ona pusu kurduğumdu. Kafama bir silah dayadı, sonumu getirdiğini sanarak her şeyi bana itiraf etti!"
"Seni neden öldürmek istesin? Ne saçmalıyorsun orospu çocuğu sen!" Abim sıktığı dişleri arasında elini babama doğrultup hesap sorarken aynı soruyu bende fazlasıyla merak ediyordum. Babam bakışlarını kaçırdığında kaşlarım çatıldı.
Şimdi susmaya hakkı yoktu.
"Konuşsana!" Öfke dolu sesimle bağırdım ve birkaç adım attım öne doğru. "Konuşsana! Neden seni öldürmek istedi? Konuş!" Kaç dakikadır sarf ettiği her kelime yeterince sinirlerimi germişti. Dolu gözlerim onu terketmezken üstüne atılmamak için zar zor duruyordum.
"Hafsa-" Yavuz önüme geçmek istediğinde ani bir öfkeyle onu hafifçe itekledim. "Konuş! Konuşacaksın, söylediğin bunca şeyin arkasında duracaksın, neden seni öldürmek istedi!" Susuyordu onun korktuğu Ramiz abinin bildiği bir şeyler olmalıydı. "Dediklerine inanmıyorum.." titrek sesimle konuştum. "Kendi kulaklarımla duymadan inanmam!"
"Anneni korumaya devam ediyorsun, ama biliyor musun annen yaşadığı her şeyi haketmişti." Zerrin'in sesini duydum. Omuzları dikken keyifli bakışları vardı. Yaşlarla dolu gözlerim onu izliyordu. Bilmiyordu ki şu an damarıma basıyordu. "Çok sevdiğin annen bir kenar mahalle gülünden fazlası değilmiş, kim bilir belki de Cihan'ın koynundan çıkıp onun koynuna-" sözlerini kesen şey öfkem oldu. Yavuz'un ellerinden tamamen kurtulup ona doğru yürüdüm. Kahverengi saçlarını elime doladığım gibi başını geri çektiğimde öfkeyle kendimi kaybetmiştim. Annem benim kırmızı çizgimdi.
"Ay bırak!" Zerrin'in cıyaklayan sesini duyduğumda dolu gözlerimle konuştum.
"Benim annem mahalle gülü değil!" Başını biraz daha geri çektiğimde acıyla çığlık attı. "Cihan al kızını üstümden!" Bağırması umrumda değildi saçına daha sıkı asıldığımda abim bu manzarayı duygusuzca izliyordu.
"Bırak!" Babam aramıza girip onu benden kurtarmaya çalışıyordu. "Burda kötü bir kadın varsa oda sensin! Annem ölür ölmez daha kırkı çıkmadan babamın koynuna giren orospuda sensin!" Beni bu hale getiren onlardı. Ve Zerrin bunu çoktan haketmişti. Babam araya girip beni iteklemeye çalışınca Yavuz'un dudaklarında ki sırıtışı sezdim.
"Çeksene karını!" Babam ne kadar uğraşsada Zerrin'i elimden alamıyordu. Yavuz dilini damağına vurdu.
"Çok güzel dövüyor karıcığım." Keyfi gayet yerindeydi. "Biraz daha sert çek Hafsa, hadi güzelim." Beni geri çekmiyor aksine bana gaz veriyordu. Bende onun sözüne uyarak daha sert çektim saçını. Annem hakkında konuşmayacaktı. Annem hakkında konuşacak son kişi bile değildi.
"Tufan!" Babam abime bakınca abim fazlasıyla rahatdı. Zerrin'in acı çekmesi onu rahatsız etmiyordu.
"Bir daha!" Dedim Zerrin'in kulağına. "Sakın annem hakkında konuşma!"
"Annenin yediği haltlar ortada!" Hâlâ konuşuyor muydu bu kadın? Saçını çekmeyi bıraktım ayağına çelme takarak onu yere düşürdüğümde acı dolu bir inilti çıktı ağzından. "Yapmayacağım dedikce beni zorluyorsun! Senin yediğin haltları konuşalım mı!" Sırtına doğru biraz eğilip dişlerim arasında konuştuğumda yutkunduğunu duydum. Onun bende sırları vardı, babamı aldatmışdı. Bunu görmüştüm, ama açıkça hiç umursamadığım için susmuştum. Şimdi isterse seve seve konuşurdum.
"Bende öyle düşünmüştüm." Sessizliğini kabul ederek başını öne doğru ittirdim ve doğrulttum sırtımı. Nefesimi verdim ve dağılan saçlarımı düzelttim. Saçma sapan düşüncelerle kafamı karıştırmasına izin vermeyecektim.
"Gidelim mi?" Dedim Yavuz'a bakarak. Babamın dediklerine asla inanmayacaktım. Ve eğer dedikleri doğruysa bile gizlediği bir şeyler vardı.
"Gidelim?" Yavuz hafif bir şaşkınlık ve hayranlık içinde bana bakıp sorarken hızlıca salladım başımı.
"Kekeledim mi Yavuz? Gidelim dedim." Ona konuşma fırsatı bile vermeden yanından geçip gittiğimde hafif çaplı bir şokun içindeydi. Ona göre içimden böyle bir canavar çıkması beklediği bir şey değildi. Ama sevdiklerim söz konusu olunca elimde değil karşımda ki kişiye haddini bildirirdim. Annem hakkında konuşmaya hakkı yoktu.
"Gidelim yavrum." Dediğinde küçük bir çocuk gibi takıldı peşime. Abim nefesini verdi ve baktı babama.
"Bir dakika." Dediğinde duraksadı adımlarım. Abim sesli bir nefes çekti içine, ve yumruğunu kaldırdığı gibi babama geçirdi ardından sirkeledi omuzlarını. "Şimdi gidebiliriz." İçi soğumamıştı ve babama attığı yumruğun sebebide buydu.
Babamsa attığı yumruğun etkisiyle küfürler savurarak dengesini kaybedip masaya tutunmuştu. Onun toparlanmasın bile beklemeden ofisten çıkıp koridorda yürürken öfke hâlâ içimde kaynıyordu. Gözyaşları kirpiklerimdeydi.
"Sanki kendisi çok temiz." Dedim kendi kendime konuşarak sert adımlarla. "Hayır benim annemden sana ne? Benim annemi konuşmak sana mı kaldı?" Yavuz'un bana seslenmesini az çok duyuyordum ama içimden Zerrin'e saydırmaya o kadar odaklanmıştım ki ona cevap bile veremiyordum. "Hayır yani sana ne-!"
"Yavrum." Yavuz'un sakinlik dolu sesini duyunca omuzlarımda iki el hissettim. Beni kendisine çevirince ne çok konuştuğumu daha yeni anladım. "Sakin ol biraz." Dolu gözlerime bakarken yüzümü avuçları içine aldı. Söylemesi kolaydı ama işte o kadar kolay sakinleşemiyordum. Abim yanımızdan geçerken Yavuz'a başını salladı dışarıda olduğunu belirterek. En az benim kadar oda öfke doluydu.
"Duymuyor musun ne dedi?" Dedim Yavuz'a bakarken. Zayıf yanımı bir tek ona gösterdim ve annem hakkında konuşulan her şey içimde ki küçük kız çocuğunu incitti. "Yavuz dedikleri doğru olamaz, annem öyle bir kadın değildi."
"Eminim değildir." Gözlerime bakmak için hafifçe eğildi. "Eminim ki değildir Hafsa'm." Baş parmağıyla yanağımda ki yaşı silerken sırıttı. "Ama karımın bu canavar halini sevmedimde değil." Sinirlerimi bozduğu için dudaklarım arasından titrek bir gülüş çıktı.
"Sabrımı sınadı." Kendisi zorlamıştı. "Sabrına kurban." Yavuz'un alaycı ve şefkat dolu tınısıyla gülerek baktım gözlerine. En zor anımda bile bu tavırlarıyla beni güldürmeyi başarıyordu.
"Ağlama." Dedi içli bir sesle. Benim gözümden akan her damla onun canından can koparıyordu. "Gerçekleri öğreneceğim, Ramiz'i babandan önce ben bulacağım." Usulca salladım başımı. Omuzlarım hafifçe çökerken içimden defalarca bunun yalan olmasını diledim. Böyle bir şey mümkün olamazdı. Mümkünatı yoktu.
Annemle Ramiz abinin birlikte olma ihtimali beni yiyip bitirdi. Yavuz'la şirketten çıkar çıkmaz arabaya binmiştik. Abimle Yavuz ön koltuklarda otururken ben arka koltuğu almış derin düşüncelere dalmıştım. Çocukluğumu düşünmüştüm. O zamanlar çocuk aklıyla bana fazlasıyla saf gelen şeyler şimdi bu durum karşısında öyle kafamı karıştırmaya başlamıştı ki. Annemin Ramiz abiye her baktığında gözlerinin içinin ışıldaması, Ramiz abinin her seferinde annemi mutlu etmeye çalışması. Bizi koruması. Aklımı kaçıracak gibiydim. Annem Ramiz abinin yanında hep mutluydu, ama ben sadece bunu bir arkadaşlık ilişkisi olarak düşünmüştüm. Yanılmışmıydım? Böyle bir şey gerçekse hayatım bir kez daha mahvolurdu.
Binlerce düşünceyle boğuştum. En sonunda anneme böyle bir şey yakıştırdığım için kendimden tiksindim. Susturdum kafamdaki sesleri. Dinlemek istemedim. Çünkü ben annemi asla böyle bir kadın olarak düşünmedim. Konu annemin babamı aldatması değildi, eğer aldatıysa bile babam bunu haketmişti. Çünkü babam annemi her gün başka bir kadınla aldatır bazen o kadınları eve bile getirirdi. Gördüğüm en iğrenç manzaralardan biri olarak bu sahnelerle büyümüştüm. Ve sonra Zerrin'i bulmuştu. Babam annemi bırakır bir kenara nerdeyse her gün Zerrin'e gider her gece onun yatağından çıkarak eve dönerdi. Babam iğrenç bir adamdı.
Ama Ramiz abinin hayatımda bir yalancı olması, kafamı karıştırıp durdu.
***
Eve vardığımızda direkt olarak salona toplanmıştık. Olanları diğerlerine anlatırken onlarında uykusunu bölmüş bulunmuştuk. Zaten Zerda biz çıktığımızdan beri uyumamıştı. Narin hâlâ odasındaydı Özlem derin uykusuna devam ederken onu uyandırmamak için aşağıda çalışıyorduk. Süleyman'la Aziz masanın başında yan yana oturmuş bilgisayara bakıyordular. Süleyman büyük bir ustalıkla haraket ederken Ramiz abinin son göründüğü yerleride izleme altına almıştı. Bazı kamera görüntülerine erişmeyi bile başarıyordu. Sistemleri kısa süreliğine devre dışı bırakıyor gizlice haraket ediyordu.
"Bu!" Süleyman'ın arkasında duran abim işaret parmağıyla bir şey yakalamış gibi kamera görüntülerini gösterdi. "Onun arabasına benziyor, aldığı gün ben yanındaydım birlikte almıştık. Plakasını yakınlaştırsan?" Ekrandaki siyah arabaya baktım. Süleyman düzgün bir açıdan plakayı yakalayıp yaklaştırdığında abim usulca salladı başını. Sesli bir nefes verirken bu durumu onaylar gibi soğudu bakışları. Babamın dedikleri yalan sayılmazdı. Gerçekten bir çatışmanın içinde olmalıydılar.
"Nereye gittiğini bulabilir misin?" Yavuz şüpheli gözlerle ekrana bakarken konuştu. Abimle onun ortasında duran ben sessizce görüntüleri takip ediyordum. Zahir Aziz'in sağ tarafında masanın yanında oturmuş merakla bizi dinlerken Ceylan'da bu durumdan uzak durmamış Zahir'le karşı karşıya olan ama aralarında duran büyük masanın diğer tarafına oturmuştu. Zerda Ceylan'ın yanında oturmuş aynı dikkatle bizi dinliyordu. Cafer abi abimin yanında durmuş pür dikkat ekrana bakıyordu.
"Buraya kadar takip etmişler abi." Dedi Süleyman bir yolun bitişini gösterirken. Ramiz abinin peşindeki arabalar muhtamelen babama aitdi. Dediği gibi Ramiz abi bu çatışmadan büyük ihtimal yaralı çıkmıştı. Şu an ne halde olduğunu merak etmiyor değildim. Tek dileğim onun iyi olmasıydı.
"Bundan sonra?" Dedi abim merakla. Süleyman ağır ağır salladı başını iki yana. "Kameralar yok. Daha doğrusu bundan sonra girdiği yolu gösteren bir kamera yok, zaten bu yolun sonu ormana ulaşıyor." Haritayı açarak arkasına yaslandı. Merakla yolun bitişini izledim. Orası bir şekilde bana tanıdık geliyordu. "Ormanlık alanda herhangi bir kamera yok." Merakla başını geri eğip bize baktı.
"Sizin bildiğiniz bir evi olabilir mi? Ya da herhangi bir sığınağı?" Birkaç saniye zorladım hafızamı. Ardından Yavuz'a baktım. "Net hatırlamıyorum ama, ben çocukken Ramiz abi bir keresinde ormanda ona ait bir sığınak olduğundan bahsetmişti." Dedim düşüncelerle boğuşarak. "Yanlış hatırlamıyorsam, ormanda bir ayva ağacanın altında olduğunu söylemişti. Ve dediğine göre.." Çok küçük olduğum için hatırlamak zorda olsa kendimi zorladım. "Ormana girdiğinde karşına ilk çıkan ayva ağacanın altındaydı."
"Sana anlattı mı bunu?" Abim tek kaşını kaldırarak sordu. "Bana da anlatmışdı, kafayı sıyırdı sanıp geçiştirmiştim." Tabii ki abimin yapabileceği en harika haraket buydu. Muhtamelen Ramiz abinin dediklerini hiç umursamamıştı. Çünkü ben ne kadar hayallerde yaşayan bir çocuksam abimde bir o kadar tam tersiydi.
"Eee ne yapayiriz?" Dedi Cafer merakla. Yavuz nefesini verdi ve baktı bize. "Gidip kontrol etmemiz gerek."
"Nereye?" Dedim telaşla. "Ormana mı? Yavuz babamın adamları vardır orda! Sizi düşman sanıp bir şey yapabilirler!" Asla gitmelerine izin veremezdim. Ama Ramiz abinin orda olma ihtimali fazlasıyla büyüktü.
"Düşman sayılırız aslında." Dedi Aziz abim gelişi güzel.
"Aziz haklı." Yavuz bana baktı. "Her ihtimale karşı gidip bakmamız gerek." Kararlı bakışlarını çevirdi Cafer'e. "Söyle bizim çocuklara hazırlansınlar, Ramiz o sığınakta olmasa bile o ormanın bir yerlerindedir kesin. Onu bulmadan dönmek yok."
Endişeli gözlerimi ona çevirdim. Ama fazla kendinden emin bakışları konuşmama izin vermiyordu. "Bir şey olmayacak." Dedi sakin sesiyle. "Ramiz'i alıp geleceğiz, kimseye bir zararı gelmeyecek." Söylemesi kolaydı. Ben endişeleniyordum.
"Karanlıkta nasıl yapacaksınız Yavuz?" Dedim endişeyle. "Bir sürü eli silahlı adam vardır.." Cafer abi çoktan telefonda birileriyle görüşürüken Aziz'de Süleyman'da oturdukları yerden kalkmıştı. Onların peşinden Zahir takip ederken Zerda'da benim kadar endişe içindeydi.
"Hafsa haklı." Oda kalktı sandalyesinden. "Bir sürü koruma vardır orda, bu adam Ramiz'i bulmak istiyorsa kim bilir ne kadar adam dizmiştir oraya." En çok Tufan için endişe içinde olduğunu bakışlarından anlıyordum. Abim nefesini verdi ve birkaç adım atarak ellerini yasladı Zerda'nın yanaklarına.
"Gülüm endişlenme bu kadar, babamıda onun adamlarınıda en iyi ben tanırım. Kimseye hiçbir şey olmayacak, döneceğiz. Ramiz'i alacağız.." bakışları Zerda'dan bana kaydı. "Sapasağlam döneceğiz." Ne kadar istesemde rahat olamıyordum. Sıkıntılı bir nefes çıktı dudaklarım arasından. Ramiz abi o ormanda yaralı olabilirdi. Bir yanım o kurtulsun istiyor, diğer yanım ailemi bu tehlikenin içine sokmaktan korkuyordu.
Biraz sonra kapıya düzülen bir sürü koruma dışarıda bekliyordu. Yavuz odamızda üstünü değiştirdikten sonra silahının şarjörünü doldurmakla meşguldü. Onun eline silahı hiç yakıştırmıyordum ama kendisini korumalıydı. Ve o tüm bunların aksine silahı büyük bir ustalıkla kontrol ediyordu. Onu beline yerleştirip kalçasının üstünde biten ceketini üstüne geçirdi. Gözleri bana kayınca soğuk ifadesine şefkat ulaştı. Ne kadar endişeli olduğumu gözlerimde görüyordu.
"Hafsa." Dedi yanıma gelerek. Bir elinin avuç içi yanağıma yaslandığında nefesimi verdim. Bu gün olanlar yine bizi bir geceden mahrum bırakmış yine başımıza tonlarca oyun getirmişti. "İyi olacağız." Fısıltı gibi sesi kulaklarıma doldu. "Bana güveniyorsun değil mi? Kimseye bir zarar gelmesine izin vermem." Bunu biliyordum o herkesi korurudu.
Ama şunu da biliyordum, Yavuz hep kendini göz ardı ederdi.
"Peki ya sen?" Dediğimde duraksadı. Ne sorduğumu çok iyi biliyordu. Tebessüm etti. "En çok kendimi koruyacağım, söz." Alaycı sesi beni gülümsetti. Ama yalan söylediğini çok iyi biliyordum.
"Bana kanlı canlı dön Yavuz." Dedim gözlerine bakarken. Çünkü babamın ne kadar acımasız olduğunu biliyordum. Gözü dönmüştü ve Ramiz abiyi almak için her şeyi yapardı. Buna karşısına çıkacak herkesi harcamakta dahildi.
"Döneceğim." Dediğinde sesi büyük bir güven veriyordu. "Nereye gidersem gideyim Hafsa, ben hep sana döneceğim." Şefkatli sözleri kalbime dokundu. Kollarımı boynuna dolayarak ona sarıldım ve kokusunu çektim içime. Elleri belimi buldu ve burnunu saçlarıma daldırdı.
"Bak bak karıma.." sevgi dolu fısıltısı alay taşıyordu. "Ne çok endişelenir benim için.."
"Endişelenirim." Diye mırıldandım. "Sensiz bir hayat benim için yokluk demek Yavuz. Sensiz bende yaşayamam. Sensiz bu hayatın bir anlamı kalmaz." Sözlerimle bana olan tutuşu hafifçe sıkılaştı. Sanki bir gün beni kaybetmekten korktu. Tutuşu beni kaybetmekten korkar gibi sıkıydı.
"Döneceğim." Dedi nefesini vererek ve başını çekti geri. Dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerim birkaç saniyeliğine kapandı. Gerektiğinden biraz uzun kaldı dudakları alnımda ardından hafifçe geri çekildi ve sevgiyle baktı gözlerime.
"Kapıya fazladan koruma koydum, en ufak bir tehlike sezersen beni arıyorsun." Dedi net sesiyle. Gözlerine bakarken salladım başımı.
"Tamam. Dikkatli olun." Küçük bir tebessümle salladı başını. Ama bu durumun ondada bir rahatsızlık yarattığının farkındaydım. Sesli bir nefes verdi ve yanımdan geçip giderek çıktı odadan. Onun arkasından bende çıktım onları neyin içine yolluyorduk bilmiyordum ama tek istediğim herkesin sapasağlim geri dönemsiydi.
Aşağı kata indiğimizde diğerlerinin çoktan hazır olduğunu gördüm. Zahir üstüne siyah uzun bir ceket giymişti. Altında siyah bir gömlek siyah bir pantolon vardı. Siyah rengi tam olarak onu tanımlıyor gibiydi. Ellerine taktığı deri eldivenleri gördüm. İki elini önünde birleştirmiş sabırla Yavuz'u bekliyordu. Onun hemen yanında duran Cafer beyaz bir tişört onunda altına bir pantolon giymişti. Kesinlikle bir çatışmanın ortasında o paçalarının çamur olacağına emindim. Üstünden ince bir mont giymişti.
Zahir'in sağında duran Süleyman'ı farkettim. Elinde savage benzeri bir silah gördüğümde hafif çaplı bir şoka girdim. "Süleyman o ne?"
"Ne, ne?" Dedi elinde ki silaha bebeği gibi bakarken. Ardından iri gözlerle Savage'ye baktığımı farkedince güldü. "Ha bu?" Kaldırdı onu yukarı. "Can yoldaşım."
"Süleyman sen kan görünce bayılayisin, onu nerene sokmayi düşüneyusin acaba?" Cafer abinin sorusuyla Süleyman devirdi gözlerini.
"Önemli olan kan gördükten sonra bayılmam." Dedi rahat bir tavırla ve silahı tuttu sıkıca elinde. "Yani ondan önce, rahatca en azından bir kişiyi geberte bilirim."
"Sen silah almadın mı?" Elinde ki silahı beline takan abim Aziz'e bakarken Aziz abi dilini damağına vurdu. Üstünde kol kaslarına dar gelen bir tişört vardı. Altına siyah pantolon giymişti. Normalde soğukta üşümezdi bu yüzden kısa kol gezmeye bayılırdı. En azından bu sefer giydiği tişörtün kolları uzundu buda bir şeydi.
"Silaha ihtiyacım yok, millete o fırsatı verecek kadar delirmedim." Kendinden emindi.
"Yumruklarunla kurtulmayi mi düşüneyisin?" Cafer'in alaycı sorusuna karşılık Aziz başını salladı.
"Çok zekisin, aynen öyle." Zerda bakışlarını dikti abisine. "Abi saçmalama, silah al yanına."
"Silaha ihtiyacım yok." Dedi başını iki yana sallayarak. Onu inadından döndürmek mümkün değildi.
"Bende geleyim mi sizinle?" Ceylan merakla sorarken Yavuz azarlar bir bakış attı ona.
"Oldu." Dedi tek kaşını kaldırıp. "Başka isteğin?"
"Arabayı süre bilirim." Ceylan bunu ciddiye almış gibi cevap verince Zahir'in burnundan alaycı bir nefes kaçtı.
"Mesela arabayu ağacun içune soka bilursin bence de harika bir fikur." Saatler önce ki olaya atıfta bulunuyordu. Ceylan Zahir'le birlikte içinde olduğu arabayı resmen ağacın üstüne sürerek ondan kurtulmak isterken kendilerini kazaya sokmuştu.
"Direkt seni ağacın içine sokalım, çok yakışırsınız. Zaten odunlarla bir akrabalığın olduğu fazlasıyla açık." Dedi Ceylan iğneleyici bir tınıyla. Zahir'in çenesinin kasıldığına şahit oldum.
"Süliman." Dedi Cafer, Süleyman boş gözlerle baktı ona. "Abi şöyle seslenme bana! Hürrem sultan gibi gözüküyorsun gözüme korkuyorum!"
"Neyim eksik ula?" Dedi Cafer alayla. Ardından hayıflanır gibi başını salladı iki yana. "Zenginluğim eksik, ula onlar çok zengindiur. Ben değilum."
"Cafer sen zenginsin." Dedi Zerda aydınlatmaya çalışır gibi.
"O zengunlik baa az!" Ardından baktı alayla Süleyman'a. "Neyse konimiz bu değildur." Alayla bir Ceylan'ı bir Zahir'i gösterdi. Resmen birbirlerine ateş eder gibi bakıyordular. Sanki biz burda olmasak bir kaşık suda birbirlerini boğacak gibiydiler.
"Kesin çocukca şakalarınız." Dedi Yavuz işin ciddiyetini hatırlatmak ister gibi. "Adamın yaşadığı varsada sizin bu çenenize kalmadan ölür!"
"Yavuz!" Dedim araya girerek. "Demesene öyle." Ramiz abiye bir şey olsun istemiyordum.
"Kusura bakma güzelim." Nefesini verdi ve başıyla dışarıyı gösterdi. "Hadi." Ardından Ceylan'a döndü abi edasıyla. "Dışarı adım atmak yok!"
Ceylan'ın omuzları çökerken somurttu. "Tamam Yavuz abi."
"Üzülme kız." Dedi Cafer alayla. "Söz kanlu canli dönersem saa çikolata alacağum."
"Kabul edile bilir bir teklif Cafer abi." Dedi Ceylan gülerek.
"Yüri." Dedi Zahir Cafer'in montunu çekiştirip onu kendisiyle birlikte dışarı götürerek. Ceylan'ın olduğu bir ortamda bile durmak istemiyor gibiydi. Gerçekten iki düşman gibi davranıyordular.
O araziye varmaları nerdeyse bir saat sürecekti. Yetişmelerini umuyordum. Ramiz abiyi bulmalarını umuyordum. Yarım saat kadar geçince salonda oturmuştuk. Üçümüzde sessizlikle boğuşurken sabırsızdık.
"Eee?" Dedi Ceylan bize bakarak. "Sabaha kadar oturacak mıyız böyle?"
"Başka bir çaremiz yok ki." Zerda'nın sesi endişe taşıyordu. "Varmışlarmıdır sizce?"
"Sanmıyorum." Aynı endişe benimde sesimde mevcuttu. "Daha yarım saat vardır."
"Babam öğrenmişmidir acaba evden çıktığımızı?" Ceylan'ın sorusuyla ona baktık. Ne kadar gizlemeyede çalışsa gözlerinde ki hafif korkuyu seziyordum. Zerda'yla ben birbirimize bilmiş bir bakış attık ardından Ceylan'a bakarak tebessüm ettik.
"Öğrensin." Dedi Zerda cesaret dolu bir sesle. "Kılına dokunursa gözünü oyarım. Bizden kız almak öyle kolay mı?"
"Tabi ya." Dedim bende ona katılarak. "Öğrenirse öğrensin, hiçbir halt yapamaz."
"Gözünü oyarsan artık tamamen kör olur!" Dedi gülerek Ceylan. "Ve çok işime gelir, her gece hayalini kurduğum şeyi sen yapmış olursun." Böyle söyleyince bizi güldüren cümlenin altında büyük acılar yatıyordu.
Ceylan her gece babasının mahvetmek isteyerek büyüyen bir kız çocuğuydu.
Ve Zerda'yla ben ondan farksız değildik.
"O ne demek kız?" Dedi Zerda tek kaşını kaldırarak. Nefesimi vererek baktım ona. "Adamın bir gözü yok, kör yani." Onu daha önce gördüğüm için görüşünüde çok iyi biliyordum.
"O ne öyle korku filmi gibi be." Dedi Zerda ve dilini damağına vurdu. "Olmaz öyle, diğer gözünde almalıyız ki eşit olsun." Sözleri Ceylan'ı güldürdü. Cesaretimiz onada cesaret vermişti.
"Seve seve yardım ederim." Narin'in sesini duyunca bakışlarımız oraya döndü. Ceylan hızla koltuğunda dikeldi. "Abla?" Dediğinde sesi umut doluydu. Ceylan buraya geldiğinden beri Narin odasından çıkmamıştı. Narin koltuğa yaklaşınca bir elini kız kardeşinin saçlarına koydu ve okşarken oturdu yanına.
"Neler oluyor?" Gözleri hiç uyumamış gibi yorgundu. "Diğerleri nerde, siz niye uyumadınız?" Tabii ki merak ediyordu. Bu yüzden bizde ona anlatmayı seçtik. Devran hariç olanları özet geçtik.
Her şeyi birbir dinledikten sonra bize umut dolu konuşmalar yaparak her şeyin iyi geçeceğini söyledi. Umarım ki onun dediği gibi olurdu, her şey çok iyi olurdu. Çünkü başka türlüsü düşünmek istediğim bir şey değildi. Yarım saat daha geçti. Sohbet ederek zamanı öldürdük. Hiç farkında değildim ama uzun zaman olmuştu hiç kimseyle dertleşmeyeli. Ve zamanın geçmesi için harika bir yoldu bu. Yine de ne olursa olsun kalbimde ki o endişe dinmiyordu.
"Uyutmadınız!" Özlem'in sesini duyduk. Merdivenleri inerek aşağı indi. "Ne çok konşayisiniz siz? Abim kadınlar çok konuşur diyordu haklıymış!" Onun sözlerine güldü Zerda.
"Ve sende bir kadınsın." Özlem burun kıvırdı ona ve yürüdü benim koltuğuma. "Değilim, ben çocuğum!" Kucağıma tırmanmak istediğinde ellerimi koltuk altlarına koyarak onu kucağıma aldım. Narin'e baktığımda değişen ifadesini sezdim. Özlem'i her gördüğünde tebessümü soluyor bakışlarına büyük bir acı çöküyordu. Aynı bakışlar bir tek Ceylan'ın gözlerinde yoktu. O Özlem'e yabancı bir kız çocuğuna bakar gibi bakıyordu.
"Yavuz'un abinin kardeşi mi?" Diye sorduğunda onu hiç tanımadığını anladım. Gülümseyerek salladım başımı.
"Abla nasılda senin çocukluğuna benziyor!" Ceylan neşeyle konuştu. "Baksana, gözleri aynı sen! Ablamda böyleydi biliyor musun? Burnuda küçücüktü." Güldü. Zerda merakla baktı önce Özlem'e sonra Narin'e.
"Hakket ne kadar da benziyorlar." Kaşlarım hafifçe çatıldı. Gözlerim Özlem'in yüz hatlarında gezindi. Ardından Narin'e kaydı. O an gerçekten ne kadar benzediklerini farkettim. Bu kadar benzerlik normal miydi? Özlem meraklı gözlerini Narin'e dikince Narin kalktı koltuktan. Cam kapıya yürüyüp arka bahçeye çıkarken onun arkasından baka kaldım.
"Yine gitti!" Dedi Özlem isyanla ve nefesini vererek başını kaldırıp boncuk gözlerini dikti bana. "Sana dedim, sevmeyi beni! Hep kaçıyor zaten benden!" Ardından bıkkın bir nefes verdi ve yanağını göğsüme yasladı. "Abim artık burda yaşayacağız dedi, ama sanırım annemi özledim." Sözleri sertçe yutkunmama neden olmuştu. Hafize hanım çoktan köye dönmüş olmalıydı.
"Babamda beni görmeye gelmeyi zaten." Hasret dolu bir nefes verdi. "Ona kızgınım ama özledim, arasan gelir mi?" Bir elim sarı saçlarında gezinirken gözlerim Zerda'ya kaydı, ardından Ceylan'a. İkisininde bakışları hüzünlüydü.
"Ay biz ne güne duruyoruz?" Dedi Ceylan ve ayağa kalktı. "Ver bakayım." Yanıma gelip Özlem'i kucağımdan aldığında ne yapacağına anlam veremedim.
"Ben Ceylan, tanışmıyoruz ama tanışırız orasını dert etme." Zerda'ya baktı. "Kalk, bu küçük kızı uyutacağız. Bu gece ki görevimiz bu." Zerda sıcak bir tebessümle kalktı ayağa. Ceylan Özlem'e bakarken genişçe gülümsedi.
"Masal sever misin?" İkisi beni unutup merdivenlere yürürken gülerek baktım arkalarından. Merdivenlerden çıkarken sesleri uzaklaştı ama Özlem'in kahkahasını duyduğumda keyfinin yerine geldiğini anladım.
Gözlerim arka bahçenin cam kapısına kaydı. Arka bahçeye bakan duvarlar da camdan olduğu için dışarıyı net görüyordum. Kalktım koltuktan ve yürüdüm kapıya. Onu açarak dışarı çıktığımda çimlere oturan Narin'i gördüm. Sol tarafta duvara yaslanmış dizlerini kendine çekmiş ağlıyordu. Kocaman bir kadındı aslında ama böyle küçük bir kız çocuğu gibiydi. Ona neler olduğunu anlamıyordum.
"Narin?" Dedim nefesimi vererek. Adımlarımı yanına götürdüm ve tek dizimin üstüne çöktüm. Elimi omzuna koymak istedim ama başını kaldırıp hızlıca bana sarıldığından ellerim havada kaldı. Hıçkırıkları duyuldu. Öyle içli ağladı ki canımı yaktı.
"Burda kalamam.." dediğinde hıçkırıkları arasında sayıklar gibiydi. "Yapamam..ölüm bundan kolay, yapamam.." Özlem'i her gördüğünde değişen tavırlarını sezmiştim.
"Narin.." endişeyle fısıldarken ellerim sırtını buldu. "Neyin var senin, lütfen söyle bana..ne seni böylesini rahatsız eden?"
Bana daha sıkı sarıldı. Dilinde tuttuğu kelimeler sanki boğazını kesiyordu. Her zerresini yavaş yavaş çürütüyordu. "İstemedim. Böyle olsun ben istemedim ama başka çarem yoktu, yemin ederim yoktu. Onu kaybetmek istemedim, yaşasın istedim Hafsa. En azından o yaşasın istedim. Devran'dan bir parça benden gitmesin istedim." Hıçkırıkları arasında ağzından yarım yamalak çıkan her kelimesi ağır ağır beynimde dönüp durdu.
"Ne parçası?" Dedim hafifçe geri çekilip gözyaşları içinde ki yüzüne bakarak. "Narin, doğru dürüst anlat." Ne söylemeye çalışıyordu.
"Özlem." Özlem'in adı büyük bir titreklikle döküldü ağzından.
Hayır.
Aklıma gelen düşünce tüm vücudumu uyuşturdu. Narin'in gözlerine bakarken ellerim sırtından ayrılıp omzularına tutundu. Dudaklarım arasından beni boğan nefes kaçtı.
"Yapma.." diye fısıldadığımda Narin'in hıçkırıkları çoğaldı. "Benim kızım.."
Verdiğim nefes sanki geri döndü. Bağladı tüm vücudumu ve beni bir karanlığın içine hapsetti. Artık gözleri dolan bendim. Özlem Narin'in kızıydı.
Özlem Narin'in kızıydı.
Ve Yavuz'u korumaya çalıştıkları cehennem tam olarak buydu.
*****
Yavuz Payidar.
Kendimizi nasıl bir tehlikeye sokuyorduk farkındaydım. Gözü dönen Cihan'ın nasıl öfke dolu olduğunuda görüyordum. Çocuksu öfkesi bana sökmezdi, Ramiz'i ondan önce bulup geri getirecektim. Getirmek zorundaydım, çünkü Hafsa'ya bunu yapacağıma dair bir söz vermiştim. Ormana varır varmaz ilk işimiz Hafsa'nın tarif ettiği o sığınağı bulmaktı.
"Ayva ağaci nasil olayidi ula?" Feneri gözümün ortasına tutan Cafer'e bakmak istediğimde gözlerim kamaştı. "Ulan! Yüzüme değil yere tutacaksın!"
"Bağurma ula abiye." Sahte azarlayan tınısıyla kaldırdı tek kaşını. "Gelduk peşunden buralara kadar teşekkür edeceğune bağırayi birde. Terbuyesuz. Sorima cevap ver."
"Normal ağaç işte Cafer nerden bileyim, çiftçiye mi benziyorum?" Öfkeyle konuşup etrafa bakındığımda Zahir'in bıkkın sesini duydum.
"Ben bileyurim." Derken gayet rahattı. Ormanın karanlığında öyle rahatdı ki şaşırmıyordum Zahir karanlıkla başa çıkabiliyordu. Kedi gibiydi gecenin karanlığında fazlasıyla iyi haraket edebiliyordu.
"Burda bir şey var!" Tufan'ın sesini duyduk. Üçümüzden bakışları sağ tarafa döndü. Cafer feneri oraya tutunca bizden biraz uzakta bir ağacın dibinde ayağıyla yeri yoklayan Tufan'ı farkettik. Kısa bir bakışma geçti aramızda ardından hepimiz oraya adımladık. Garip olan şuydu ki Cihan'ın adamlarına dair henüz bir iz yoktu. Ya da Ramiz'i burda bulamayınca ormanın daha derinliklerine ilerlemiştiler. Dönmeleri kısa sürmezdi.
"Ne o?" Aziz merakla aşağı eğilip eliyle ittirdi yaprakları.
"Ayva ağaci mi bu?" Cafer'in sorusuyla Zahir salladı başını.
"Süleyman nerde?" Tufan bize bakıp sorarken çattım kaşlarımı.
"Ula kan filan görip bir yerlerde bayulip kalmasun?" Cafer'in sorusu tam içine kurt düşürecekken Süleyman'ın sesini duyduk.
"Burdayım!" Koşar adım yanımıza yürürken zafer kazanmış gibiydi. "Düşman ararken tavşan buldum abi." Kucağında ki tavşanı gösterdi. "Adınıda koydum, remziye." Süleyman'ın yüzünde ki tebessüm bizim ifademizi görünce silindi.
'oğlum sen bizimle maytap mı geçiyorsun?'
Hepimizin yüzünde ki ifade bunu vurguluyordu. "Ne bakıyorsunuz abi?" Dedi kısarak gözlerini. "Yaralı hayvancağız, bıraksamıydım?"
"Ula şimdude onin kanuni görüp bayulacasun! Bırak oni gel buraya!" Zahir'in azarlayan tanısıyla Süleyman salladı başını iki yana.
"Bırakmam, hem ben insan kanı görünce bayılıyorum tavşan kanı bunun dışında." Çok saçma bir söhbetin içindeydik.
"Bırakın alıyorsa alsın." Dedi Tufan bıkkın bir tavırla ve geri döndü Aziz'e. Aziz çoktan yerde ki tahtayı kaldırınca aşağı inen demir merdivenleri gördük.
Hafsa'nın anlattığıyla her şey bire bir aynıydı. Bir ayva ağacının altında alt kata inen bir sığınak vardı. Bu durum beni biraz hayrete sokmadı desem yalan olur. Ramiz böylesine bir yeri neden yapmıştı? Kaçıyor muydu? Yoksa bir gün zaten böyle bir şey yaşanacağını biliyor muydu?
"Demek ki neymuş Tufan'cum?" Cafer teselli eder gibi elini Tufan'ın omzuna koyarak birkaç kez vurdu hafifçe. "Kafayi siyuran Ramiz değul senmişsun."
"Kes gevezeliği." Dedi Tufan ve başını uzatıp baktı aşağı. İçeride birileri olmalıydı ki ışık vuruyordu merdivenlere. Ardından vakit kaybetmeden merdivenlerden inerek aşağı ulaştığında Zahir'le Süleyman'ı dışarıda bırakıp bizde indik aşağı. Gözlerimiz etrafta gezindi, daha çok bir sığınaktan farksız olan yerlatında bir masa birkaç koltuk ve bir kitaplık vardı. Kenarda küçük bir buz dolabı.
"Ramiz abi?" Tufan'ın temkinli sesini duydum. Gözlerimiz aynı anda en köşede koltukta oturan adama döndü. Yüzünde yorgun bir ifade vardı, aynı Cihan'ın dediği gibi yaralı olmalıydı ki gömleğinde kan vardı.
"Hatırlamanızı beklemiyordum." Ramiz'in yorgun tınısı kulaklarımıza doldu. Tufan hızlı birkaç adımla onun yanına yürürken elimdeki silahı hızla belime yerleştirdim.
"Yarasi var." Dedi Cafer küfür eder gibi ve o da yürüdü Tufan'ın yanına.
"Abi, iyi misin?" Tufan her şeyi bir kenara bırakıp şu an Ramiz'in iyiliğini sorgularken bende birkaç adımla arkasında durdum.
"İyiyim." Dedi Ramiz dişleri arasında. Ardından sesli bir nefes verdi. "Nasıl buldunuz beni?"
"Hafsa anlattı." Dedim düz bir sesle ve gömleğini hafifçe kaldırıp yarasını inceleyen Tufan'a baktım.
"Bıçak yarası." Dedi bana bakarak. Kısık bir nefes verdim burnumdan.
"Çıkartıyoruz seni burdan, hastaneye." Dedi Aziz Ramiz abinin koluna girmek için haraket ederek. Ramiz sanki bizim geleceğimizi biliyormuş ve zaten bizi bekliyormuş gibiydi.
"Abi?" Dedi Tufan Aziz Ramiz'i kaldırırken. "Nasıl oldu bu yara?"
"Yeri değil." Dedim ona bakarak. Ramiz konuşursa konu uzardı. Ve böyle hızlı kan kaybederse daha ne olduğunu anlatamadan hayata veda ederdi. Benim ihtiyacım olansa onu yaşatmaktı. Ramiz'inse pek konuşacak bir hali yoktu.
"Ordan çıka bilir misin?" Diye sorduğumda Ramiz salladı başını ağır ağır. Pek inanmıyordum ama başka çaremizde yoktu. Demir merdivenlere vardığımızda zar zorda olsa yukarı tırmandı. Tahta kapıyı kaldıran Zahir ona elini uzatıp yukarı çekince peşinden bizde yukarı çıktık. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum. Kolay olmayacağını biliyordum. Ve bunu ben daha kafamı çıkarmadan gelen silah sesinden anladım. Kısık bir küfür çıktı dudaklarım arasından. Hızla dışarı çıktığımda diğerleri benden önce çıktığı için çoktan silahlarını kuşanmıştılar.
"Şaşırdık mı? Hayır." Dedi Tufan bıkkın bir sesle. Ramiz'in bir kolunu omzuna atmıştı.
"Çok kan kaybediyor." Dedim sıkıntılı bir sesle. "Arabaya götürmelisiniz."
Karanlıkta nasıl çıkacaktık orasını bilmiyordum. Ama kimseye bir zarar gelmesine izin vermezdim. Ormanın dört bir yanına dağıttığım korumalar çoktan iş başına geçmiş olmalıydı. Sayımız azalmadan Ramiz'i burdan çıkarmamız gerekiyordu.
"Cafer, Aziz, Ramiz'i arabaya götürün. Ormanın çıkışına fazla uzak değiliz, arabaya bindirin uzaklaşın burdan." Cafer bakışlarını çevirdi bana kıstı gözlerini.
"Seni burda bırakacağum? Bir başuna? Yok öğle dünya!" Tufan'a döndü. "Aziz'le beraber al Ramiz'u arabaya götürin ben burda kalacağum."
Tufan'ın itiraz edeceğini anlayınca ona baktım. "Tamam! Öyle olsun, gidin fazla vaktimiz yok adam kan kaybından ölmeden önce gidin! Arabaya binince bana mesaj gönderin bizde geri çekileceğiz!" Ramiz'in durumu iyi değildi. Kaç saattir yaralı bilmiyorum ama uzun zaman olmalıydı ki kendi kendine yaptığı pansuman bile işe yaramıyordu. Yarası durmadan kanıyordu çünkü bıçak yarası derindi. Onlar arabaya binip uzaklaşmadan biz geri çekilemezdik. Ramiz'in uzaklaştığına emin olduktan sonra bizde geri çekilirdik ama şu an önceliğimiz onları korumaktı.
"Emin misiniz?" Diye sordu Aziz, hızla salladım başımı. Süleyman sırtına astığı silahı alırken tek elinde ki tavşanı Aziz'in avcuna koydu. "Bunu da al, döndüğümde alacağım!"
"Manyak!" Diye bir sitem duydum Aziz'den ama tavşanı aldı.
"Bence Süleyman'i göndermeliyduk." Dedi Cafer, bir bakıma haklıydı. Süleyman kan görse bayılırdı ama en iyi nişancımı kaybedemezdim.
"Napayiriz?" Dedi Zahir bana bakarak. Silahı elinde çoktan hazırdı. Nefesimi verdim ve ona baktım. "Bekliyoruz, olası bir tehlikede hepiniz dikkatli olun." Üst üste gelen birkaç ateş sesiyle elimde ki silahı daha sıkı kavradım.
"Bizim adamlar mı sizce?" Diye sordu Süleyman gözleri etrafta büyük bir temkinle gezinirken.
"Silahlara muzik takmaduk Süleyman." Dedi Cafer bıkkın tavırla. "Ateş edunce ben payidarlarun silahuyim diye şarkı söylemeye başlamayi nerden bileyum? Bu ne saçma soridur ula?"
"Kapayın iki dakika çenenizi." Dedim onlara bakarak. Her durumda neden didişip durduklarını merak ediyordum. Bence artık bu onların doğalarıda var olan bir şeydi. Ve bunun tek işe yaradığı yer benim sinirlerimi param parça ettiği yerdi. Yaklaşık 8 dakikanın ardından telefonuma gelen mesajla elimi hızla cebime attım. Onu çıkarıp düğmesine basarak açtığımda Aziz'den gelen mesajı gördüm.
"Binmişler arabaya." Dedim rahat bir nefesle. "Geri dönebiliriz."
"İyi hadi." Cafer başıyla yolu gösterirken aniden yere düşen bir şey çekti dikkatimizi. Çatırdılar duymaya başladım. Gözlerimi kısıp etrafıma bakındım. Kaşlarım çatılırken yükselen sis dumanları aklımı birkaç saniyeliğine durdurdu.
"Tuzak!" Zahir'in sesini duydum. Elimde ki silahı daha sıkı tuttum. "Ayrılmayın birbirinizden!" Diye bağırdığımda artık önümü göremeyen bendim. Atılan sis bombaları bir tane değildi etrafta üç dört tane olmalıydı ki artık önümü göremez haldeydim. Cihan'ın bu kadar mı gözü dönmüştü? Bizi neden tuzağa düşürürdü ki? Adamları bizi gördüğü yerde indire bilirdi neden bir tuzak kurma zahmetine giriyordu ne yapmaya çalışıyordu bu piç kurusu!
"Yavuz!" Cafer'in sesini duydum. "Nerdesun ula!" Endişesi bağırışında duyuluyordu.
"İyiyim!" Diye bir cevap verdim. Ama enseme yediğim yumrukla öne sendeledim. Neler oluyordu? Madem bu kadar dibime girmişti bu aşağılık neden kafama sıkmıyorda benimle oynuyordu!
Dişlerimi sıkarak arkamı döndüm. "Kimsin lan sen!" Dumanın içinde gözlerim onu yakalamaya çalışırken birkaç kez döndüm etrafımda. Silahla saldırmıyordu. Silahımı hızlıca belime taktım ve gördüğüm gölgeye doğru bir yumruk savurdum. Neresine denk geldi bilmiyordum ama acı dolu bir homurtu çıkardı.
Arkamda duyduğum sesle hızla oraya döndüm. Daha bana ulaşmasına bile izin vermeden dirseğimi çenesine geçirdiğimde nefes nefeseydim. Bana saldıran bir kişi değildi. Kurt sürüsünün içinde gibiydik.
"Zahir! Süleyman!" Diye bağırdım gözlerim etrafta gezinirken. "İyi misiniz!"
"İyiyiz!" İkisindende aynı anda ses geldi. Zahir'in biraz daha uzakta olduğunu anladım.
"Ula sizunde çevrenuzde dört beş tane adam var mu? Yoksa ben artuk biri iku gibu mi göreyurim?" Cafer'in sesini duyunca sesli bir nefes verdim.
"Gözlerin çok iyi görüyor abi!" Diye bir cevap geldi Süleyman'dan. Hiçbir şey görmüyordum. İçine düştüğümüz sis hem birbirimizi kaybetmemize neden olmuş hemde bizi tehlikenin ortasına atmışdı.
Kimseyi kaybetmeye niyetim yoktu. "Kimse ölmeyecek!" Diye bağırdım. "Duydunuz mu beni? Dikkatli olun!" Söylediğim şeylere kendim bile inanmıyordum. Ama bu cehennemden sağ çıkmamız gerekiyordu.
Hepisinin ağzından onaylayan sözler duyduğumda kendimi toplayarak birkaç saniye derdim nefesimi. Etrafta gelecek her bir darbeye hazırken kendimi bir kafesin içinde hissediyordum. Doktorum stresten uzak dur derken eminim ki bunu kastetmiyordu. Geri döndüğümde uzun bir azar yiyeceğim açıktı.
Üstüme atılan başka bir korumayı hissettiğimde çevik haraketlerle kenara çekildim. Ayağım sırtına tekme atarak yere düşmesine neden oldu. Bu sırada sağımdan gelip koluma çarpan yumrukla acıyla yüzüm buruştu. Dengemi kaybetmeyip aynı yumruğu ona atmak istediğimde elim havada tutuldu. Ardından belimde bir haraketlilik hissettim ama şu an ne olduğuna anlam verecek durumda değildim.
"Başlarım böyle işe ama!" İsyan dolu kelimeler ağzımdan çıkarken kolumu geri çektim. Dirseğimi sağımda ki korumanın göğsüne vurdum ve kolumu tutan korunmanın ayağına bir çelme takarak onu az önce dirseğimi göğsüne geçirdiğim korumanın üstüne ittim.
"Sıkıcı dövüşüyorsunuz." Dediğimde sırtıma yediğim tekme öne sendelememe neden oldu. İki adam kollarımı yakalamadan elimi belime götürüp silahımı aradım. Ama yoktu. Düşürmüştüm. Keskin bir nefes kaçtı ağzımdan dengemi kaybettiğim için yere düştüğümde karnıma yediğim bir başka tekme öksürmeme neden oldu. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken çekiştirdim kollarımı. "Bırak lan!" Başka bir tekmenin etkisiyle hafifçe öne eğildim. Tekme vücuduma bir yanma hissi gönderdi. Ordan kalbimde bir sızıya sebep oldu. Diğerleri ne haldeydi? Hiçbirinden ses gelmiyordu. İçimde hem öfke hem endişe giderek büyüyordu.
Kollarımı ne kadar çekiştirsemde fayda etmiyordu. "Boşuna uğraşma." İçlerinden biri konuştuğunda sisten yüzünü zar zor görüyordum. Tam önümde durmuştu. "Bu gece hiçbiriniz burdan sağ çıkamayacaksınız."
"Kimsiniz lan siz!" Korumalara karşı direnip ileri atılmak istesemde sıkıca tutmuştular beni yerimde. "İstediğiniz çoktan gitti, onu bulamazsınız."
"İstediğimiz sensin." Soğuk bir sesle konuştu. "Sizsiziniz, sen, tüm ailen."
"Ne saçmalıyorsun orospu çocuğu!" Diye bağırdım öfkeyle. Her zerrem karşımda ki adamı parçalamak için can atıyordu ama iki kişi beni geri tutuyordu.
"Daha açık konuşayım." Dedi, ardından yüzüme geçirdiği yumrukla başım yana savruldu. Ağzımda ki kan tadını hissettiğimde yüzüm acıyla buruştu. İşkence görmek bana göre yabancı bir duygu değildi, bunlar ani tepkilerdi. Canım yansa bile sonrasında umursamazdım. Çenemi tutup başımı kendisine çevirdi.
"Kemal'in selamı var." Çatılan kaşlarım düzeldi. Hiçbir tepki vermemek için direndim. Gözlerimde ki şaşkınlığı gizledim.
Dakikalardır Cihan'ın sandığım adamlar Kemal itine mi aitdi?
Bize ne başından beri tuzak kuran oydu! Bizi bu oyuna getiren, tüm o sis bombaları. Hepsi onun oyunuydu. Benimle bile isteye oynuyordu ve bundan zevk alıyordu. Onu ilk gördüğüm yerde kafasına sıkmak artık bana borç olmuştu. Evden çıktığımızı anlar anlamaz şerefsiz bize kurduğu tuzağı masaya sunmuştu. Elindeki silahı farkettim. Attığı yumruğun hemen ardından silahını çekmişti. Ölümden korkum yoktu. Daha dün öleceğim gözlerimin içine baka baka söylenmişti. Tek düşündüğüm geride bırakacaklarımdı. Hafsa'ydı.
"Napacaksın?" Dedim alayla. "Vuracak mısın?"
"Emir bu." Dedi kaşlarını kaldırarak. "Emir seni mahvetmek." Soğuk namlunun ucunu alnıma bastırdığında gözlerim öfkeyle onu izliyordu. Yüzümde hiçbir yenilgi belirtisi yoktu.
"Et, ölümden korkum yok." Fazla cesur davranıyor olabilirdim, ama ne Kemal'in ne de onun adamlarının önünde diz çökecek değildim.
"Ölecek olan tek sen değilsin." Dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne saçmalıyorsun?"
"Kafasına silah dayanan tek sen değilsin." Keyifle mırıldandı. "Üç farklı köşede, üç başka silah var. Biri Cafer'in alnında, biri Zahir'in diğeri Süleyman'ın." Sözleri beni duraksattı. Kaç dakikadır koruduğum ifadem bir saniye içinde sarsıldı.
"Onlara dokunmayacaksın!" Gür sesim yankılandı ormanda. "Duydun mu beni! Onlara dokunursan seni kendi ellerimle öldürürüm! Senide o patronunuda diri diri gömerim!" Tek zayıf noktam ailemdi. Ve beni ordan vuruyordular.
Üç farklı noktada kardeşlerimin kafasına bir silah dayanmış olduğu düşüncesi her zerreme ateş gibi yayıldı. Korku kalbime akın etsede bunu gözlerimde gizledim. Olamazdı. Böyle olmamalıydı. En azından onları kurtarmamın bir yolu olmalıydı. Kendi canımdan geçe bilirdim ama giderken onları yanımda götüremezdim.
"Hepsi ölecek." Silahın namlusunu basıtırdı alnıma ve kafamı hafifçe ittirdi geri. Sinirden dolan gözlerim öfkeyle sıktığım dişlerim ve kasılan omuzlarımı hissediyordum. Ölmeyecekti.
Ölmemeliydi!
"Tek tek, her bir silah sesini, onların öldüğünü dinleyeceksin. Ve sonra senin kafana sıkacağım." Kalbimde ki sızı çoğaldı. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken bir kez daha kurtulmaya çalıştım kollarımı tutan adamlardan.
"Yapmayacaksın!" Bağırdım. "Beni öldür! Öldür beni, bırak onları!" Başımı salladım iki yana. "İstediği bensem benim canımı al, onlara dokunma!"
"Emir böyle değil." Rahat bir nefes verdi ve çekti silahın emanetini. Kalbim deli gibi atarken silahı havaya kaldırdı. Ateş ettiğinde hafifçe irkildim yerimde.
"Şimdi iyi dinle, çünkü bu bir başlangıç mesajıydı. Devamı ise tamamen gerçek." İrislerim genişlerken ona baktım. Ardından ormanın derinliklerinde yükselen başka bir silah sesi nefesimi kesti. Gerçekten yapmıştılar.
"Hayır!" Kelime ağzımdan büyük bir feryatla çıkarken dizlerimin üstünden kalkmaya çalıştım. Tüm gücümü kullandığım için artık başka bir korumada devreye girmişti. Omzumda kollarımda hissettiğim eller beni zaptetmeye çalışıyordu. Ben kalkamaya çalıştıkca onlar beni yerime itiyordular. Kim, kimi vurmuştular?
Zahir mi?
Cafer mi?
Süleyman mı?
Bu düşünceler aklımda döndü. Ölecek gibi hissettim. Kalbimde sızı çoğaldı ama umursamadım. Ayaklarımı yere basarak her kalkmaya çalıştığımda beni geri dizlerimin üstüne ittiler. Gözlerimin dolduğunun farkında bile değildim.
Ardından başka bir silah sesi.
"Yeter!" Diye bağırdım titreyen sesimle. Beni zar zor yerimde tuttuklarında korumalardan biri eliyle ağzımı kapattı. Kalbim öyle sıkıştı ki işte tamda bu an patlayacak sandım. Boğuk çığlıklarım bir fayda etmiyordu.
Üçüncü silah sesi.
Tüm vücudumun kaskatı kesilmesine neden oldu. Üç kurşun benden üç kardeşimide almıştı. Çabalarım durdu. Çünkü savaşmak için artık bir sebepim kalmadı. Nefeslerim düzensizdi. Titreyen vücudum girdiği şoktan çıkamıyordu. Gözlerim genişlemiş saçlarım dağılmıştı. Boynumdan aşağı akan soğuk terler cehennem gibi tenimi bir kez daha üşüttü. Üşüdüm. Ve bundan nefret ettim. Acımasız bir adamın oyunun yalan olmadığına emindim.
Üç kardeşimide benden almıştı.
Gözlerim önünden binlerce anı geçti. En sonunda kalbime çöken büyük bir pişmanlık duygusuyla tüm zerrem titredi. Alnıma dayanan soğuk namlu artık benim için bir ifade anlam etmiyordu. Ölmek mi? Şu an en çok istediğim şeylerden birisiydi. Yaşadığımı hissetmiyordum.
"Son bir sözün var mı?" Adamın alaycı sesi kulaklarımda çınlıyordu. Son dileğim bile yoktu. Aklım bile burda değil gibiydi. Zihnimde o kurşun sesleri dönüp duruyordu. Parmağı tetiğe yaslandığı anda her ne olduysa benim yerime onun acı dolu çığlığı duyuldu. Kollarıma asılan korumaların geri çekildiğini hissettim. Ama benim gücüm bile yoktu. Avuç içlerim yere yaslanırken dizlerimin ve ellerimin üstünde kalmıştım. Arkada boğuşma sesleri devam ederken neler olduğunu anlamayacak kadar transa girmiştim ki şu an bırak o sesleri kim olduğumu bile unutmuşdum. Sanki Kemal yıllardır yapmaya çalıştığı şeyi sonunda başarmış aklımı kaybetmemi sağlamıştı.
Saniyeler sonra omuzlarımı sarsan iki el hissettim. Gözümden benden habersiz akan yaşlar yeri buluyordu.
"Abi iyi değil, sen nerdesin? Varıyor musun?" Yabancı bir ses kulaklarıma boğuk bir şekilde doluyordu. "Kendinde değil! Hafsa mı? İşe yarar mı?" Neden bahsediyordu? Aynı eller omuzlarımı sıktı.
"Bana bak!" Çenemi kaldırdığında ölü gibi bakan gözlerim karşımda ki yabancıyı buldu. Yüzünde maske vardı. Gözleri bile gözükmüyordu. Neler olduğunu anlayamıyordum. "Beni dinle! Hafsa'yı düşün!" Hafif çatılan kaşlarımla önümdeki adamı dinledim.
"Hafsa?" Dediğimde sesim fazlasıyla kısık çıkmıştı. Benden bir tepki aldığına sevinmiş gibi biraz daha sıktı omzumu. "Hafsa! Hafsa'yı düşün, hadi, sana ihtiyacımız var oğlum kendine gel! Yardımın gerek, bana bak düşmanlar var yardımın gerek!" Bana söylediği her kelimenin ardından yüzüne bir yumruk yedi. O an sanki dünyaya geri döndüm. Hafsa'yı düşündüm. Bir tek onu düşündüm, onun endişe dolu sesi kulaklarımda yankılandı. Yavuz diyişi kulaklarımda çınladı. Ve beni yine Hafsa yaşattı. Önümde sendeleyen adama baktım. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken ikinci bir yumruk atmadan ayağa kalkıp yakaladım elini. Yüzüne sert bir yumruk geçirdiğimde acı dolu iniltisini duydum.
Kardeşlerimi almıştılar benden. Bunun acısını çıkarmadan durmazdım. Kendimden tamamen habersiz önüme çıkan her korumaya karşı savaştım. Yanımda ki adam kimdi bilmiyordum, neden bana yardım ediyordu soracak durumda değildim. Bir robot gibi kullandığım vücudum sadece öfkeyle yanıp tutuşuyordu. Çevremde kaç kişi vardı, kim yardım ediyordu kim etmiyordu bilmiyorum. Ama omzuma yediğim yumrukla geri sendelediğimde sırtım bir adamın sırtına çarptı. Başımı çevirip ona baktığımda mavi gözleriyle kesişti gözlerim. Ama yüzünde maske olduğu için tanıyamadım. Açıkça tanıya bilecek bir durumda değildim.
Kaç dakika devam etti o dövüş bilmiyorum. Sisler dağıldı, korumalar azaldı. Az önce beni tutup kaldıran adam yanıma ilerledi. Nefes nefese bir hali vardı. "Çık ormandan." Dedi sıcak sesiyle. "Ormandan çık, arabana bin evine dön."
Nasıl dönerdim? Kardeşlerim nerdeydi?
"Bana bak Hafsa'yı düşün dön evine!" Yutkundum sertçe. Çekildi önümden ve geri kalan son birkaç korumayı yok ederken ayaklarım benden habersiz haraket etti. Ben eve nasıl dönecektim? Ne dirisini ala bilmiştim kardeşlerimin nede ölülerini. Duygularım mahvolmuştu. Ne yaptığımı bile bilmiyordum. Başka zaman olsa onları arardım ama şimdi vücudum uyuşmuş gibi benden habersiz haraket ediyordu.
Dakikalar sonra arabam görüş alanıma girdi. Gücüm kalmamış gibi yanına varır varmaz elim ona yaslandı. Kaç kişi geldiğim bu ormandan tek kişi nasıl dönerdim? Ağır ağır nefesler alırken sırtım arabaya yaslandı. İki elim yanıma düşerken aşağı kaydı sırtım ve yere oturdum. Gözlerim boşluğa kaydı. Az önce olan her şey kafama sanki daha yeni dank ediyordu. O silah sesleri aklımdan çıkmıyordu. Kenardan duyduğum araba sesiyle bakışlarımı oraya döndü. Yolun ucunda beyaz bir araba farkettim. Yolcu kapısını açıp içeri oturmadan önce bana bakan adamla kesişti gözlerim.
Devran.
Birkaç saniye bakışlarım takılıp kaldı ona. O da aynı şekilde uzun uzun baktı bana. Başımı hızla çevirdim önüme. Avuç içlerimi yanaklarımın iki yanına yaslarken aşağı yukarı yanaklarımı ovuşturdum kapattım gözlerimi sıkıca. "Aklımı kaçırıyorum.." dedim kendi kendime. Artık delirdiğime emindim. İshak'ın elinde mahkum olan abimin burda olmasına imkan yoktu. Birkaç saniye sonra geri açıp gözlerimi baktım oraya. Ne araba vardı ne abim. Deliriyordum. Artık deliriyordum.
"Yavuz'u bulmadan gitmem ula bir yere!" Cafer'in sesini duyduğumda kulaklarım dikeldi. Gerçekten deliriyordum.
"Sakin olsana, arabaya gitti dediler ya!" Süleyman'ın sesini duydum. Gerçek miydi bu?
"Yemin ederum az kaldi, silahumi çıkarup ben sıkacağum kafanuza susin artuk!" Zahir'in sesi.
Sertçe yutkundum. Gözlerim ormandan çıkıp arabaya yürüyen üç kişi gördü. Üçüde perişan haldeydi. Ağızları burunları aynı benim gibi kan içindeydi. Zahir'in bir kolu kana bulanmıştı.
"Yavuz!" Cafer'in endişe dolu sesini duydum. Koşar adım yanıma geldi ve tek dizinin üstüne çöktü. Bu durum beni korkuttu. Hayal olmasından korktum. "Abi?" Dediğimde gözleri yüzümde her zerremde geziniyordu.
"Yok, yok bir şeyun." Kolunu boynuma dolayıp beni göğsüne çektiğinde dudakları arasından rahat bir nefes kaçtı. "Canumdan can gitti ula, öldin sandum!" Dediğinde sesi titriyordu.
Gerçekti.
Delirmemiştim.
"Ölmediniz?" Dudaklarım arasından dökülen soruyla sesim öyle cılız çıktı ki hâlâ girdiğim şokun içindeydim.
"İyi misin abi?" Dedi Süleyman, başımı hafifçe geri çekip dolu gözlerle onlara baktım. "Nasıl?" Titrek bakışlarım hepsinin üstünde gezindi. "Duydum, silah seslerini duydum ben..siz.." konuşmayordum bile.
"Ateş edildiği anda birileri çıktı ortaya." Diye açıkladı Süleyman endişeli gözlerle bana bakarken. Zahir nefesini verdi ve yanıma eğildi sağlam elini omzuma koydu. "İyi musun kardeşum?" Dediğinde gözlerinde endişe vardı. Dudaklarım arasından çıkan titrek bir nefesle gözyaşları akmasın diye tuttum onları.
"Ateş sesini duyunca, ben sandım ki.." avuç içimle ovuşturdum yüzümü. "Bizde öyle sandık abi." Dedi Süleyman'da yanımıza eğilerek. Üçüde sapa sağlam karşımdaydı. "Ama birileri çıktı, izin vermedi. Kimdi bilmiyoruz, ama birisi bize yardım etti."
"İyisin." Dedi Cafer nefesini vererek ve beni çekti göğsüne. Kollarımı ona dolayıp sarıldığımda rahat bir nefesle birkaç damla yaş aktı gözümden.
Cehennemi yaşamamıştım, bir kez daha. Bu gün bize yardım eden kimdi bilmiyordum. Ama o olmasa hepimiz mezarın altında olacaktık.
****
Hafsa Polatlı.
Ramiz abiyi eve getirdiklerinde durumu hiç iyi değildi. Hastaneye gidemezdi, çünkü babam her yeri arıyordu. Yavuz yolda doktoru aramış olacak ki Veli abi çoktan gelmişti. Ramiz abinin yarasıyla ilgilenip resmen odayı amelyathane diye kullandıktan sonra gerekli ilaçları yazıp serum takarak uyumasına izin vermişti. Ramiz abi şu an iyiydi, peki ama bizimkiler nerdeydi?
Endişe içimi kemiriyordu. Gözyaşları içinde aşağı yukarı gidiyordum. Elimde tuttuğum telefonla tekrar tekrar arasamda ulaşamıyordum. Birde Narin'in bana anlattığı onca şeyden sonra iyice yüreğime acı çökmüştü. Özlem'in Narin'le Devran'ın kızı olması gereği kalbimi söküp alıyordu.
"Ormana dönüp baksak mı?" Diye önerdi Aziz, abime bakarak. Zerda endişeyle beni izlerken Ceylan'da onun yanında oturmuş aynı endişeli gözlerini bize dikiyordu.
"Açmıyor!" Dedim titreyen sesimle. Kaç kez Yavuz'u aradım bilmem ama telefonumu açmıyordu. İki saat olmuştu. Artık geri dönmeleri gerekirdi.
"Gidip bakalım." Dedi abim kararlı bir sesle. "Emin misiniz Tufan?" Zerda endişeyle sordu. Eğer Yavuz'lar tehlikedeyse abimle Aziz abide giderse onlarda tehlikeye girerdi. Kalbim göğsümde deli gibi çarparken korkudan titriyordum.
"Başka çare yok, gidip bakmalıyız." Ayağa kalktığı an dış kapı açıldı. Hızla başım salon kapısına döndü. Telefonu koltuğa atarak salondan çıkıp kapıya koştum. Berbat bir durumda içeri giren dört erkeğe baktım. Hepsinin yüzü gözü kan içindeydi. Tek yaralı Zahir abiydi. Gözlerim Yavuz'u bulduğunda atan rengini ve bir ölüden farksız bakışlarını gördüm. Üstleri başları toz toprak içindeydi. Saçları dağınıktı.
"Nerdesin sen!" Diye bağırdım onlara doğru yürüyerek. Gözleri dolu dolu karşısında durduğumda endişeye karışık öfkemle göğsünü tokatlamaya başladım. "Nerdesin! Kaç kere aradım! Ne yapıyorsun ya sen! Ne yapmaya çalışıyorsun!" Titrek sesimle sarf ettiğim her kelime sanki onu biraz daha yıktı.
"Telefonu açmamak ne demek Yavuz!" Diye bağırdım yüzüne karşı. "Birde yüzüme kapattın!! Tam iki kez telefonu yüzüme kapatmıştı. Ben ona ne kadar bağırsamda o bir tepki vermiyordu.
"Ne yapmaya çalışıyorsun sen! Cevap ver bana!" Gözyaşlarım akarken titrek bir nefes verdim. "Öldüm öldüm dirildim insan en azından bir iyiyim diye mesaj atar! Şerefsiz! Odun!"
"Hafsa, yapma." Dedi Cafer abi. Başımı çevirdim onlara gözlerim harap olmuş formlarında gezindi. Kendi öfkemi bir anlık kenara bırakıp Yavuz'a baktığımda sertçe yutkundum. Karşımda yok olmuş gibiydi.
Yüzüme bile bakmadan yanımdan geçip gidince omuzlarım çöktü. Kelimeler boğazımda düğümlendi. Ona bağırıp çağırmak istedim ama ifadesi vücut dili tüm öfkemi silip süpürdü. Küçük adımlarla onu takip ettiğimde diğerlerini tamamen unuttum. Bir ruh gibi merdivenleri takip edip yukarı çıkınca herkesin endişeli bakışları bizi takip ediyordu. Göz önünden kaybolduk. Yukarı kata ulaştığımızda direkt olarak odamıza yürüyüp içeri girdi. Kapı kapanmadan bende onu takip edip içeri girdim ve kapıyı kapattım. Sanki iplerle kontrol edilen bir kuklaymış gibi yatağa yürüyüp oturdu.
Nefesimi tuttum parmaklarım avuç içlerime doğru kıvrılırken bende onun yanına yürüdüm. Sessizce yanına oturdum.
"Ne oldu?" Sesim fazla sakin çıktı. Öyle çıkması için her zerremi zorladım.
"Sanırım.." fısıldadı dalgın bir sesle. "Deliriyorum." Öyle bir ciddiyetle çıktı ki ağzından bu kelime soluğumu kesti.
"Abimi gördüm Hafsa." Bir şeylerin farkına yeni varmış gibiydi. "Ya deliriyorum, ya da biri bana büyük bir oyun oynuyor.." vücudunu hafifçe bana çevirdiğinde gözleri dolu doluydu.
"Hafsa ben aklımı kaybetmek istemiyorum." Elleri göğsüne doğru hafifçe teslim olur gibi kalkarken gözleri boşlukta gezindi. Ardından aynı ellerini biraz daha yukarı kaldırarak başını bir daire içine aldı. "Zihnim duracak gibi." Perişan bir haldeydi. Aklını kaybettiğini sanıyordu. Onu bu duruma ne getirmişti? Devran'ı nerde görmüştü?
"Deliriyor muyum ben?" Aklını kaybedip kaybetmediğini bana soruyordu. Kalbinin acısı sesine yansıyordu. Ellerini çekti başından. Yanaklarıma koydu ve baktı gözlerime. "Aklımı yerinde tutan bir tek sensin.." Gözlerime bana muhtaçmış gibi baktı. Hafifçe haraketlendi yatakta ve yüzüme doğru eğildi.
"Yavuz.." dediğimde alnı alnım yaslandı. "Yalvarırım durdur aklımı." Gözleri kapandı. "Sustur şu aklımı yoksa ben delireceğim." Kolu belime sarıldı. Haraket ederek beni geri itekledi nazikce. Yatağa sırt üstü uzandığımda vakit kaybetmeden üstüne tırmandı. Onun için o kadar çok endişelenmiştimki sanki iyi olduğuna kendimi ikna etmek ister gibi ellerim yanaklarını buldu.
"Çok korkuttun beni." Fısıltım bile titriyordu.
"Sana ihtiyacım var." Dedi dudakları dudaklarımın üstüne gezinirken. Gözlerinde ilk kez böylesine büyük bir arzu gördüm. "Sustur şu aklımı, çünkü bunu bir tek senin dokunuşun yapabilir Hafsa. Yalvarırım sustur." Onun olmam için resmen bana yalvarıyordu. Aklında ki düşüncelerle başa çıkamıyordu. Gözleri dudaklarıma indi. Kendini geri tutamadı. Dudaklarını dudaklarıma yasladığında gözlerim kapandı. Bir eli saçlarımı buldu. Parmakları yılan gibi kıvrılarak saçlarım arasında gezinirken dudakları dudaklarıma doğru haraket etti. İçinde ki tüm acıları unutarak bana tutundu. Sadece beni hissetti. Aynı benimde sadece onu hissettiğim gibi. Tüm acılarımızı bu gece birbirimiz için bir kenara bıraktık.
****
Geceden sonra üstümüzde bir yorgan başım Yavuz'un göğsüne yaslıydı. Zaten onlar eve geldiğinde sabah saatin ikisiydi. Bana tüm olanları anlatmışdı. Şimdi neden eve girdiğinde o halde olduğunu daha iyi anlıyordum. Ölümle burun buruna gelmişti. Herkesi kaybettiğini sanmıştı. Bunları dinlemek kalbime binlerce bıçak sapladı. Yavuz'u kaybede bilirdim. Herkesi kaybede bilirdim, abilerimi kaybede bilirdim. Tüm bunları düşünmek midemde bir sancıya sebep oldu. Elim Yavuz'un çıplak göğsüne yaslıyken onunda bir eli saçlarımda geziniyordu.
Kehribar hareleri yüzümü terketmiyordu.
"Orda hayatım bitti sandım, Hafsa." Hafif yorgunluk taşıyan sesi tatmin doluydu. "Bir tek senin adını duyunca sanki yaşadığımı hissettim." Başını eğip bana bakarken ben gözlerimi onun yüzüne dikmiştim. "Aşkın öyle bir illet ki bende kimse söküp alamıyor onu, ben bile hayranlık duyuyorum bazen nasıl başarıyorsun bunu?"
"Böyle tatlı tatlı bakıyorumdur belki sana." Dedim tebessümle. "Sende aşık oluyorsundur bana."
"Bakışların başka bir mevzu be güzelim." Dedi gülümseyerek. "Bakışlarına ölürüm, orası ayrı. Ama her sözün, her kelimen, nefesin, bu kokun." Kolu aşağı inerek belimi kavradı ve beni yaklaştırdı kendisine. "Her şeyimsin Hafsa." Gülümseyerek kapattım gözlerimi ve onun göğsüne sokuldum. Burnunu saçlarıma daldırdı ardından yanağıma küçük öpücükler bıraktı.
"Eskiden uyku nedir bilmezdim." Masal gibi bir sesle fısıldadı. "Çocukken geçirdiğim o işkenceler uykuyu bana haram kılmıştı, ama ilk kez seninle uyuduğum o gece anladım ki benim ihtiyacım olan hep senmişsin." Parmakları usulca gezindi sırtımda. "Ben hiç böylesine bir huzur tatmamıştım Hafsa. Huzurum senmişsin."
"Bana çok iltifat ediyorsun diyecek bir şey bulamıyorum!" Sitem dolu sesime güldü.
"Böyle harika bir kocan varken övünecek konu bulamıyor musun sen?" Ayıplar gibi baktı bana. "İnciniyorum, incitme beni." Gülümseyerek baktım ona. Geçirdiğimiz gece unutmama neden olmuştu, ama Narin'in bugün bana itiraf ettiği o gerçek aklıma gelince tebessümüm seğirdi. Onu yerinde tutmak için elimden geleni yapsamda başarılı olamadım.
"Ne oldu güzelim?" Parmak eklemlerinin arkası yanağıma sürtündü. Nefesimi verdim ve dokunuşuna yaslandım. "Yoruldum sadece."
"Emin misin?" Dedi fısıldayarak. "Benden bir şey gizlemiyorsun değil mi?" Gözlerimi kapattım ve açmadım. Çünkü açarsam anlardı.
"Hayır sevgilim.." yaklaştım ona. "Gizlemiyorun."
'bana yalan söyleme Hafsa. Yalandan nefret ederim.'
Günler önce bana kurduğu cümle kafamda dönüp durdu. Ama bu gece Yavuz'a bunların hiçbirini itiraf edemezdim. Onca şey yaşamışken değil, bilmesi gerekirdi ama o gün bugün değildi.
****
Ertesi sabah aldığım sıcak duşun ardından üstüme uzun kollu bir bluz altına basit beyaz renk bir pantolon giymiştim. Saçlarımı kurutmakla meşgulken elinde tepsi içeri giren Yavuz'u farkettim. Fazla özenmemiş oda basit bir tişört altına siyah pantolon giymişti.
"O ne Yavuz?" Dedim tebessümle. Bana bakarak göz kırparken tepsiyi yatağa götürdü. "Yemek hazırladım bize, malum evin dışı savaş alanı olduğu için mutfağa girip adam akıllı bir kahvaltı edemiyoruz."
"Kocamın marifetlerine bak." Dedim gülerek ve kahverengi saçlarımı ittim geri. "Ne düşüncelisiniz öyle Yavuz bey." Arkamdan gelip kollarını belime doladı. Çenesi omzumun üstüne yaslanırken aynadan bana baktı.
"Öyleyim tabi." İğneleyici bir tınıyla konuştu. "Değerimi bilmeyenler utansın."
"Değerini bilmiyor muyum? Çok güzel biliyorum." Kaşlarını kaldırdı havaya hayır der hibi. "Bilmiyorsun, mesela ben hiç bir sabah öpücüğü almıyorum? Hiç kimse yakışıklı kocam diyerek boynumada sarılmıyor en önemlisi artık kimse bana mercimek çorbasıda yapmıyor."
Gülerek bıraktım kurutma makinesini döndüm ona ve yanağına öpücük kondurdum. Zafer kazanmış bir sırıtışla bana bakarken elimi yanaklarına koyarak çocuk sever gibi sevdim onu.
"Benim güzel yakışıklı.." düşünür gibi yaptım. "Ultra karizmatik kocam çorba mı istiyor?" Sözlerim onu güldürdü. Dünden beri belki de kulaklarıma dolan en huzur verici ses Yavuz'un gülüşüydü.
"Delikanlı gibi sev dedik, çocuk yaptın bizi be yavrum." Çapkın bir ifadeyle yaklaştı yüzüme. "Çocuklar öpülür yanağından." Hızla dudaklarını boynuma bastırdığında kıvrandım ve güldüm. "Çocuk değilim ben."
"Çocuk gibi mızmızlanıyorsun ama." Dedim azarlar gibi sevgi dolu bir sesle. "O nazımda bir sana." Ardından sırıttı. "Görüyor musun? Benim her işvem cilvem bir tek sana."
"Başkasına olsun, bak nasıl oyarım senide onuda." Onu kıskanmam hoşuna gider gibi kaldırdı tek kaşını.
"Yaparsın, üvey kaynanayı nasıl sürüdün gördük sonuçta ama maalesef o şansı sana hiç vermeyeceğim zalımın kızı." Üzülmüş gibi yaptı. "Saçlarımı yolamayacaksın, şansına küs."
"Kıyamam ben o saçlara!" Dedim gülerek, benimle birlikte oda güldü ve nefesini vererek yanağımı öptü. "Hadi gel, soğutma et kahvaltını."
Başımı salladım yatağa yürüyüp oturdum. En son ne zaman bir şeyler yemiştim onu bile hatırlamıyordum. Yavuz'un hazırladığı kahvaltıyı yerken ona baktım. "Yedin mi sen?" Dediğimde başını salladı. "Sana hazırlarken atıştırdım." Şaka yapıyordu herhalde.
"Atıştırmakla olur mu Yavuz?" Dedim çocuk azarlar gibi. "Gel otur, birlikte yiyelim."
"Onu sana hazırladım." Başını iki yana salladı. "Hepsi bitecek onların ben aç değilim, iştahım yok." Astım yüzümü. "Ama olmaz ki öyle, gel buraya benimle yemezsen bende yemem." Yapacağımı çok iyi biliyordu, eğer o yemezse bende yemezdim. Sesli bir nefes verdi ve kısık gözlerle baktı bana.
"O inatçı huyunun hastasıyım, ama böyle durumlarda hiç işime yaramıyor." Adımlarını atarak yatakta önüme oturdu. Benimle birlikte kahvaltı ederken aynı çatalı paylaşmaktan iğrenmiyorduk.
"İlaçlarını alıyor musun sen?" Dediğimde duraksadı bir an, ardından gülümsedi. "İlaçlarımın reçetesi değişti, akşam gelince alacağım onları içirirsin artık zorla." Dediklerine başka zaman olsa gülerdim ama şu an ilgimi çekti.
"Neden değişti?" Dedim tek kaşımı kaldırarak. Yavuz tepsiye bakarken konuştu. "Veli abi bunlar daha etkili olur dedi, hem birkaç ilaçların satışı kaldırılmış o yüzden yeni ilaçlara geçtik." Peki, bu ne zaman olmuştu?
"Bana neden söylemedin?" Şüpheyle sorduğumda baktı bana. "Vakit olmadı ki güzelim, ama alacağım akşam gelince ilaçları endişelenme sen." Onun ne kadar ilgisiz olduğunu biliyordum ama o ilaçları almazsa benimde onu bir güzel benzeteceğimi biliyordu o yüzden pek üstelemedim ve onayladım dediklerini.
Kahvaltıdan sonra Ramiz abinin odasına gitmek için aşağı kata indik. Serum onu daha iyi etmişti. Yarası daha iyi bir durumdaydı. En azından Yavuz bunları anlatmışdı bana. Narin her şeyden habersiz olduğu için onu bir bahaneyle bu işin dışında tutuyorduk. Aynı şekilde Ceylan'ıda. Narin bana onun hiçbir şeyden haberi olmadığını anlatmışdı. Ne Devran'dan haberi vardı nede Özlem'den. Ama sanki teyzesi olduğunu hissetmiş gibi Özlem'le öyle iyi anlaşıyordu ki bu hem içimi ıstıyor hemde canımı yakıyordu.
"Rahat dursana! İyilikte yok sana!" Ceylan'ın isyan dolu sesini duydum. Salona indiğimizde gömleğinin bir kolunu çıkarmış koltukta oturan Zahir'i gördük. Ceylan onun kolunda ki kurşun yarasına bakarken Cafer'le Süleyman koltukta yan yana oturmuş sırıtıyordu. Abimle Zerda mutfakta olmalı ki seslerini duyuyorduk. Aziz abide muhtamelen ordaydı çünkü Zerda'dan uzak dur diye bağırıyordu abime.
"Saa demedum baa yardum et diye!" Zahir isyan dolu bir sesle konuştu. "Çekuşture çekuşture benu bu boktan koltuğa oturtan sensun!'
"Kolun yaralı diye gerizekalı keyfimden değil!" Ceylan bir taraftan isyan ediyor bir tarafdan Zahir'in kolunu sarıyordu.
"Neler oluyor?" Dedi Yavuz yanımda durup merakla onlara bakarken.
"Hem didişiyorlar, hem yardımlaşıyorlar abi." Süleyman keyifle konuştu. "Ceylan Zahir'in yarasini sarayi." Dedi Cafer sırıtarak. Zahir bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu belirten bir ifade takınmıştı. Ceylan pür dikkat işine odaklanırken Zahir abinin bakışları onun yüzüne tırmandı. Kimse farketmese bile ben bakışlarının bir anlığına nasıl yumuşadığını farkettim. Ceylan gözlerini birkaç saniye Zahir'in gözlerine kaldırınca Zahir hızla döndü önüne.
Bu ikisinin arasında kesinlike bir çekim vardı.
"Bağırma kıza." Dedi Yavuz Zahir'e ama sesinde eğlenen bir tını vardı.
"Bağırmayirim." Zahir sıkıntılı bir sesle konuşurken Ceylan hızla baktı bize.
"Yalan diyor! Valla sabahtan beri böğürüyor Yavuz abi senin bu dangalak koruman bana!"
"Doğri koniş!" Zahir uyaran bakışlarını Ceylan'a gönderirken Ceylan kıstı gözlerini.
"Dangalak!" Dedi yarasını sararken. "Kabir azabi!" Diye karşılık verdi Zahir öfkeyle.
"Dangalak korumam sana bir daha bağırmayacakmış, değil mi Zahir?" Yavuz'un keyifli sorusuyla Zahir onaylar homurtular çıkardı. Sonunda mutfaktan çıkan abim bize baktı.
"Uyanmışsınız." Dedi yanımıza gelerek. "Sizi bekledim, geçelim mi Ramiz abinin yanına?" Diye sorduğunda hızlıca salladım başımı. Onun peşinden Zerda'da takip etti. Aziz de bir kolunu Zerda'nın omuzlarına sararak yanımıza geldiğinde gözlerim direkt olarak Ramiz abinin kapısına dönmüştü. İçeride duyacaklarımız bizde nasıl bir etki bırakacaktı bilmem ama artık bu konuya bir son vermemiz gerekiyordu.
Abim ve ben önden ilerleyip kapıyı açtık. İçeri girdiğimizde yatakta sırtını yatak başlığına yaslamış oturan kolunda ki serumun bitmesini bekleyen Ramiz abiyi gördük. Dün getirildiği haline bakarsak şimdi daha iyi görünüyordu.
"Abi?" Dedi abim birkaç adım atıp yatağa yaklaşarak. Ramiz abi bize bakarken küçük bir tebessüm etti.
"Nasılsın?" Diye soran bu sefer bendim. Ramiz abinin bakışları bana döndü ve gözleri gözlerimin en derinine baktı. "İyiyim kızım, ben iyiyim." Yavuz'a baktı. "Siz nasılsınız?" Yanı başımda duran Yavuz usulca salladı başını.
"Ölmedik." Dedi düz bir sesle. Ölmemişti ama ölmekten beter bir hale gelmişti. Zerda kapıyı kapattığında salonda didişen Zahir'le Ceylan'ın sesi artık gelmiyordu. Aziz'in yanında yerini alırken onlarda sessizdi. Abim bir sandalye çekti ve onu yatağın yanına yerleştirdi. Sesli bir nefesle yerleşti sandalyeye ve dirseklerini dizlerine yasladı.
"Artık bize anlatır mısın abi?" Diye sordu merakla. Gözleri Ramiz abinin karnına kaydı. "Nasıl oldu bu?" Sorusuyla bende birkaç adım attım. Yatağın ayak ucuna oturduğumda aynı meraklı gözlere bende sahiptim.
"Nasıl olduğunu biliyor olmalısınız." Ramiz abi dingin bir sesle konuştu. "Zira bilmeseniz o sığınağa beni almaya gelmezdiniz."
"Cihan'ın anlattıkları doğru mu?" Yavuz pat diye sorunca Ramiz başını kaldırıp baktı ona. Ciğerlerine sesli bir nefes çekerken kalkıp indi omuzları.
"Size ne anlattığına bağlı." Gizledikleri bir şeyler vardı.
"Onu öldürmek istediğini söyledi." Dedi abim.
"İstedim." Diye cevap verdi Ramiz abi. "Yapacaktımda, çok az kalmıştı." Sanki babamın canını alamadığı için öfkelendi ve ifadesi karardı.
"Şirketleri alan sen miydin?" Dedim kısık sesimle. Ama bu soruyu sormaktan bir o kadar da korkuyordum. Ramiz abinin ifadesi yavaş yavaş bana nasıl bir cehennemin içinde olduğumu hatırlatıyordu.
"Bendim." Gözlerinde sezdiğim bir miktar acıyı kendi kalbimde hissettim.
"O zaman yurduda bize bırakan sendin?" Abimin sorusuyla Ramiz abi ağır ağır salladı başını aşağı yukarı.
"Abimle birlikte mi yaptın bunları?" Yavuz soğuk bir ifadeyle sorarken ben hâlâ duyduklarımı sindirmeye çalışıyordum.
"Abin yedi sene hiç durmadan debelendi, Yavuz."
Ramiz abi tüm dikkatini Yavuz'a verdi. "Bana kalsa bu oyunu biraz daha yürütmeyi düşünüyordum, ama Devran İshak'ın eline geçtikten sonra Cihan'ın kafasına sıkıp Devran'ı aramaya başlamaktı niyetim." Eliyle gösterdi kendisini. "Sonuçta bu." Devran'ın İshak'ın elinde olduğunu söyleyince Yavuz'un yüz ifadesi donuklaştı. Hâlâ dün gece o ormanda gördüklerinin hayal mi gerçek mi olduğunu anlamıyordu.
"Ondan neden intikam alıyordun?" Sesimde ki acıya engel olamadım. Babamın dediği her şey bir bir gerçek çıkıyordu ve karnıma giren krampları hissediyordum.
"Yalan mıydı?" Abim sert sesiyle sorarken keskin bakışları Ramiz abiye takılıp kaldı. "Adın, yaşın, kim olduğun..hepsi yalan mıydı?"
"Adım Nadir." Bunları itiraf etmenin pişmanlığı yüzüne kazınmıştı. Ama sanki bir gün bu konuşmanın zaten geleceğini biliyormuş gibi sakindi sesi. "Yaşım 53." Sert bir şekilde yutkundum. Onun hakkında bildiğimiz her şey yalandı. Yalandan kutladığımız doğum günleri aklıma akın etti. 40 lı yaşlarında sandığım adam 53 yaşındaydı. Yüzünden bile belli olmuyordu. Yaşını göstermiyordu.
"Neden?" Tükürür gibi bir öfkeyle çıktı soru abimin ağzından. Ben dolu gözlerimle Ramiz abiyi ya da gerçek ismiyle Nadir'i izlerken Ramiz abi sıkıntılı bir ifadeyle baktı bize .
"Değerdi." Yüzünde iddialı bir ifade vardı. "Onun her gün acı çektiğini gördüm, ve sonunda onu kendi ellerimle toprak altına koyacaktım. Bunun için değerdi, ama benden önce davranıp benden kaçtı."
"Onu neden öldürmek istiyorsun?" Sesimin titremesine engel olamadan sordum. "Neden? Amacın neydi?" Sözlerim artık öfke barındırıyordu. Bundan ne kadar nefret de etsem sormak zorundaydım. "Annemle aranızda-"
"Doğruydu." Cümlemi tamamlamama bile izin vermeden ne dediğimi anlayarak beni onayladığında abim kalktı sandalyesinden. Kendine hakim olmak ister gibi aşağı yukarı odada volta atarken benim duyduklarım karşısında gözlerim genişlemişti. Şu ana kadar belki yalandır diye kendimi avutmuştum ama hayır. Ramiz abi karşımda kanlı canlı bana annemle ilişkisi olduğunu söylüyordu.
"Ne demek doğru?" Abim dişleri arasında tıslarken öfkeden tüm vücudu titriyordu. Birkaç adım atarak geri yatağı kenarında durdu. "Ne demek doğru! Ne diyorsun sen!" Ramiz abi bu tepkilere tamamen hazırmış gibi haraketsizdi.
"Annenizi sadece ben sevdim." Bu sefer onunda sesinde hafif öfke vardı. Susması gerekiyordu. Çünkü hiç iyi hissetmiyordum. "Annenizi ben sevdim, ama ben daha onu alamadan zorla Cihan'a verdiler." Her duyduğum kelimede biraz daha sarsıldım. Gözlerim dolarken sert bir şekilde yutkundum. Annem babamla evlenmeden önce Ramiz abiyle mi birlikteydi?
"Neden.." fısıldadım. "Neden engel olmadın?"
"Çalıştım!" Dediğinde sesinde pişmanlık vardı. "Engel olmaya çalıştığım gece, düğün gecesi onu kaçırmak için geldim." O günleri hatırlatıkca ses telleri zorlandı. Annem bunlardan bize hiç bahsetmemişti.
"Ne oldu?" Dedi abim sabırsızca. "Sonra ne oldu?" Bizim kadar şok içinde olan Zerda ve Aziz'de pür dikkat dinlerken Yavuz hemen yanı başımda durmuş ara bir endişeli bakışlarını bana gönderiyordu.
"Kaçamadık." Dedi nefesini vererek. "Yakalandık." Tüm vücudum ürperirken kaşlarım acıyla çatıldı.
"Yakalandığınızda, ne oldu?" Dedim cılız çıkan sesimle. "Zümra'yı aldılar benden." Acısı sesine yansıdı. "Cihan beni bir uçurumdan itti. Zümra'yıda alıp götürdüler." Zorlukla konuştu. "Ama ölmedim." Artık onunda gözleri yaşlıydı. "Uçurumdan düştüğümde yüzümün her zerresi tanınmayacak haldeydi." İç çekti. "Bende yeni bir oyuna başladım, yüzümü değiştirdim. Her şeyimi, hayatımı, kim olduğumu, benliğimi, sevdiğim renge kadar her şeyi değiştirdim." Şimdiye kadar oynanan en büyük oyun Yavuz'a oynandı sanıyordum. Ama o iğrenç oyunların biride bana oynanmıştı. Bana ve abime. Dolu gözlerim abime kaydığında ifadesinin nasıl sarsıldığını gördüm.
"Her şeyi unuttum kendime ait, bir tek Zümra'yı unutamadım." Anneme taşıdığı aşkın ne kadar büyük olduğunu gözlerinde sezdim. Babam annemin adı bile geçince nefret duyarken Ramiz abi bir tek acı çekiyordu. Sevgi hissediyordu.
"İntikam alacağına neden annemi o cehennemden çıkarmadın?" Bunu sormak hakkımdı. Eğer bu kadar aşıksa annemi o işkenceden kurtarmalıydı.
"Yapacaktım, Hafsa." Dedi bana bakarak. Bakışları derinleşti gözlerine hüzün oturdu. "Cihan'in her şeyini devre dışı bırakıp Zümra'yıda sizide alıp gidecektim. Bunu yapmak birkaç senemi aldı ama her şeyi hazırlamıştım." Boğazının düğümlendiğini hissettim. "Öldüğü gece yaptığım tüm planlar altüst oldu. Çünkü benim hayatımda Zümra vardı. Hayatım Zümra'ydı. O yoksa gitmeminde bir anlamı yoktu." Gözlerine nefret erişti.
"Ama babamı neden öldürmek istedin?" Abim sorarken artık onunda gözleri doluydu. Ramiz abinin bakışları keskinleşti. Harelerine anlam veremediğim bir intikam ateşi çöktü.
"Çünkü sizdende, bendende Zümra'yı alan Cihan'dı." İşte o an tüm dünyanın rengi benim için soldu. Tüm vücudumun gevşediğini hissederken çarşaflara tutunan ellerim gevşedi. Yavuz elini omzuma koyup beni durdurmasa nerdeyse yataktan yere düşecektim. Aklım çalışmayı bıraktı. Kalbim öyle bir hızla attı ki nefesim boğazıma takıldı.
"Ne?" Abim titrek bir sesle sorunca göz bebekleri titriyordu. Yıllardır katilini bulamadığımız annemin katili babam mıydı? Biz bunca sene annemin katiliyle aynı evde mi yaşamıştık? Midem bulandı. Tüm dengem altüst olurken bunları düşünmek nefesimi kesti. Elim karnıma giderken acı tüm vücudumu sardı.
"Hafsa." Yavuz'un endişe dolu sesini duydum. Bir an içinde tüm dünyam altüst olmuştu. Babamın kötü biri olduğunu biliyordum, ama bu kadarı fazlaydı. Bu kadarı bana bile fazlaydı.
"Tufan.." Zerda telaş dolu sesiyle abimin sandalyesinin yanına eğilip onun elini tuttuğunda abimde benim kadar büyük bir şok içindeydi. İkimizde mahvetmişti. Ramiz abinin yaptığı bu açıklama ikimizde yerle bir etmişti.
"Hafsa, bana bak." Yavuz yüzüme gelen saçlarımı geri iterken baş parmakları çoktan akmakta olan yaşları sildi. Abim sandalyesinden kalkıp koşar adım kapıya yürüyüp dışarı çıktığında adımları bile sendeliyordu. Ramiz abi yaptığı itiraftan sonra endişeli gözlerini bizim üstümüzde tutuyor ama tek kelime etmiyordu.
Annemi babam öldürmüştü.
Babam yapmıştı. Yıllarca yanında yaşadığım hayatımızı cehennem eden adam annemide benden almıştı. Midem bulandı. Hıçkırıklarım arasında öğürdüğümde kusmamak için zor durdum.
"Tamam, nefes al." Yavuz hızlıca bir kolunu belimin bir kolunu sırtımın arkasına geçirirken ben başımın döndüğünü hissediyordum.
Ne oluyor ne yapıyor bilmiyordum ama beni kollarına alıp odadan çıkardığında emindim. Sonrasıysa girdiğimiz bir lavaboydu ve tek hatırladığım sabah ne yediysem hepsini teker teker çıkardığımdı. Tüm dünyanın rengi siyah olmuştu. Bir gece yarısı annemin kanlı yatağında saatlerce ağlarken babamın hissiz bakışlarını izlemiştim. Her gece odasına girer annemin kokusunu arardım. Ve babam bunu sessizce izlerdi. Bazı geceler yaslanır kapı pervazına herhalde aptal olduğumu düşünür birkaç dakika bakar yüzüme sonra odadan çıkıp giderdi. Bana dokunmazdı böyle zamanlarda, neden beni saçlarımdan tutup da dışarı çıkarmadığını merak ederdim. Bir çocuk bunu neden merak ederdi? Ben ederedim. Vicdanını rahatlatıyordu. Ben annemin kokusunu yastıklarda ararken o sessizce buna izin veriyordu. Annemin katili her gece gözlerimin içine bakıyordu.
Yüzüme çarpan soğuk suyu hissettim. Yavuz bir eliyle yüzümü yıkarken diğer eliyle saçlarımı sırtımda toplamıştı. Ben hıçkırıklarım arasında ağlarken o bunu çaresizce izliyordu.
"Hafsa'm. Bak yüzüme." Dediğinde ben göz yaşlarından önümü bile görmüyordum. Tek istediğim babamı ellerimle boğmaktı. Onu bu dünyadan silip yok etmekti. Midemde ki her şeyi çıkarmama rağmen hâlâ bulandığını hissediyordum.
"Hafsa!" Dedi Yavuz beni kendime getirmeye çalışır gibi. Vücudumu kendisine çevirip yüzümü avuç içlerine aldığında ben aralı dudaklarım arasından zar zor nefesler alıyordum. "Bana bak, burdayım, gözlerime bak." Onun gözlerini bile bulamıyordum.
"Hadi güzelim, kaldır o bakışlarını bana." Fısıltı dolu sesi kulaklarıma erişince bakışlarımı yüzüne çıkardım. Islak kirpiklerimi kırpıştırdım onu daha net görmek için. İçimde nasıl bir savaş var bilmem ama Yavuz bile bunu görünce acı çeker gibi kaşları büküldü.
"Tamam.." dedi yatıştırıcı sesiyle. Başımı göğsüne yasladı. Kokusu burun deliklerime dolarken kollarım ağır ağır onun karnın etrafına dolandı. "Burdayım..ben yanındayım." Hıçkırıklarım onun göğsüne doğru devam etti.
"Onu öldüreceğim." Dediğinde sesinde ki nefreti duydum. "Onu parçalara ayıracağım, döktüğün her gözyaşının intikamını ondan alacağım. Bir kadına yaptıkları yanına kalmayacak güzelim." Sadece benim için değil, bir kadına bunların yapılmış olmasıydı Yavuz'u delirten. Parmakları nazik dokunuşlarla saçlarımı okşadı.
"O yapmış.." küçük bir kız çocuğundan farksız çıktı sözler ağzımdan. "Her gün gözlerime baka baka vicdanını rahatlatmış!" Ağlarken boğuk çıkan sesim titredi. "Benden annemi o almış.."
"Hafsa.." İsmim büyük bir çaresizlikle çıktı Yavuz'un ağzından. "Ağla güzelim." Fısıldadı kulağıma doğru. "Bu seni rahatlatacaksa ağla." Ağlamam onun canını yakıyordu, ama ağlamazsam susarsam kalbim içeride sıkışıp patlayacakmış gibi hissediyordum.
"Annemin kanı onun ellerindeymiş. Beni annemin kokusundan mahrum bırakan oymuş.." Dudakları arasından verdiği nefes saçlarıma çarptı. Ben onun göğsünde dakikalarca ağladım. Yıllarca şefkat sevgi aradığım babam hayatımda görüp görebileceğim en kötü insanmış. İkimizde birkaç dakika sonra yerde oturmuş Yavuz'un sırtı küvete yaslıyken ben onun bacakları arasında başım göğsüne yaslıydı. Bir kolu sıkıca belime dolanmış bir eli saçlarımdaydı. Sessizce onun göğsünde ağlamama izin vermişti. Onun kokusu bir nebze olsun içimde huzura sebep oluyordu.
"Daha iyi misin?" Diye sorarken sesi sakindi. Usulca başımı kaldırdım göğsünden ve ağır ağır salladım başımı. Gözlerim muhtamelen ağlamaktan kızarmış ve şişmişti.
"Sadece ağır geldi.." dedim titrek sesimle. Öne eğildi ve dudaklarını önce sağ sonra sol gözüme bastırarak sanki beni gözyaşlarımdan öpmek istedi. "Biliyorum.." Beni en iyi o anlardı. Çünkü ikimizinde ailesi bize felaketi yaşatıyordu. "Çıkalım mı biraz dışarı? İster misin?" Evden uzaklaşmak bana iyi gelirdi. Ama dışarısı tehlikeliydi.
"Gitmeyelim, her yer düşman dolu zaten." Küçük bir tebessüm etti. "Sen dert etme bunları." İddialı bir bakış attı bana. "Benim yanımda sana hiç kimse hiçbir şey yapamaz. Kalk güzelim, seni biraz havaya çıkaralım." Kararlı sesi itiraza yer bırakmıyordu. Ve benim itiraz edecek gücüm yoktu. Onun yardımıyla ayağa kalktığımda bir kolu belime sarılıydı. Benden hiç ayrılmadan lavabodan çıkardı. Kimsenin yüzüne bakacak hâlim yoktu. Sadece Yavuz'a yaslandım. O beni merdivenlerden indirip dışarı yürütürken tenime çarpan soğuk hava birkaç saniye gözlerimi kapatmama neden oldu. Üşümek istedim. Üşüdüm ve bu biraz olsun bana yaşadığımı hissettirdi. Yavuz'un rüzgara karışan kokusu burnuma dolarken kalbimde rahatlık sezdim.
Arabaya vardığımızda arka kapıyı açtı. Daha rahat olmam için beni arka koltuğa oturttuğunun farkındaydım.
"Sen burda dur." Dedi kemerimi çekip takarak. "Ben montunu alıp geliyorum içeriden." Sıcak bakışlarını yüzüme dikerken içinde ki sevgi yüzüne yansımıştı. Zorda olsa küçük bir tebessüm ederek başımı salladım.
"Afferin benim karıma." Dedi biraz alaycı biraz sevecen bir sesle. Alnıma bir öpücük kondurup ardından geri çekildi. Soğuk olmasın diye kapıyı kapatınca araba koltuğunda tek başıma kaldım. Başımı geri yaslayıp elimi saçlarımdan geçirdim. Dikiz aynasından kendime bakınca ne kadar berbat olduğumu farkettim ama açıkça umrumda değildi. Hayatım fazlasıyla kötü bir durumdaydı zaten, şu an yüzümü gözümü düşünecek durumda değildim.
Gözlerim arabanın içinde gezindi. Ön koltuğun arkasında altına düşen kağıtlar gözlerime çarptı.
Hafifçe çatıldı kaşlarım. Merakıma yenik düşerek öne eğilip onu aldım. Nefesimi vererek burnumu çektim ve sayfaları çevirdim. Herhalde Yavuz'un şirket dosyalarından biridir diye düşündüm. Ama kağıtın üstünde hastane ismini görünce bakışlarıma merak ulaştı. Arkama yaslanarak göz gezdirdim dosyalara.
Hasta adı Yavuz Payidar.
Doktordan mıydı bu? Kalbimi saran endişeyle değerlere baktım. Beklediğimden daha düşüktü. Her kelimede her rakamda gözlerim genişledi. Boğazıma dolanan nefes biraz daha kesildi. Kalp atışlarımın durduğunu hissettim. Akan yaşlar yanaklarımı ıslattı.
Beş ay.
Ağzımdan kaçan keskin nefes havayı kesti. Yavuz ölüyordu. Yavuz kalp nakli olmazsa ölüyordu. Değerleri çok düşüktü. Kalbi güçsüz bir durumdaydı.
"Hayır, hayır.." hızlıca kemerimi çözdüm. Vücudum benden habersiz haraket ederek arabanın kapısını açarak indi aşağı. Bu sırada evden çıkan Yavuz kolunda mont arabaya yürüyordu. "Hafsa?" Dedi endişeyle. "Niye indin, noldu?" Gözleri yüzümü incelerken ben dolu gözlerimle dosyaları kaldırdım.
"Bunlar ne Yavuz?" Ağzımdan çıkan her kelime korku taşıyordu. Yavuz elimde ki dosyalara baktı. Önce ne olduğunu anlamadı, ama sonra ne olabileceği aklına gelmiş gibi yutkundu sertçe. Omuzları çökerken bakışlarını kaçırdı.
Kalbinin durumu iyi değildi.
Ve bunu benden gizlemişti.
****
BÖLÜM SONU.
Gelecek bölüm görüşmek üzere Allah'a emanet 🎀💘💓
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |