
Yeni bölüme hoşgeldiniz, yorumlarınızı ve oylamalarınızı eksik etmeyin keyifli okumalar şimdiden💖
***
"Deli öfkem, kara sevdam hangisi galip?"
Kıraç-taş duvarlar.

****
Hafsa Polatlı.
Boşluğun içinde hissediyordum. Daha önce yaşadığım hiçbir duyguya benzemiyordu bu boşluk hissi. Çok acı verecek bir gerçeği öğrenmiştim. Yavuz'un benden gizlediği ve eğer o evrakları bulmasaydım ne zaman bana söyleme gereği duyacağını merak ettiğim o acı gerçeği. İki gün geçmişti, iki koca gün beş aydan iki koca gün geçmişti. Yavuz'un ömründen günler azalıyor, kalbi zayıflıyordu. Gözlerim boşluğa öyle bir dalmıştı ki kendi içimdeki duygularla savaş veren bu sefer bendim. Yavuz kötü bir durumda olduğumu fark edince ne kadar ona sorularda sorsam cevap vermemiş onun yerine beni geri eve sokup odamıza çıkarmıştı. Kimseye tek kelime etmeden içeri girip beni koltuğa bıraktığından beri gözlerim bilmem kaçıncı kez tekrar tekrar o değerlerin üstünde dönüp duruyordu.
"Hafsa." Yavuz'un bana ulaşmaya çalışan sesini duydum. Elini uzatıp kağıtları elimden almak istediğinde hızla kollarımı geri çektim. Dolu gözlerimi onun yüzüne çıkardım. Harelerimdeki acı onunda yüreğine ateş düşürdü. Kaç dakikadır susuyor, tek kelime etmiyordum. Elimdeki kağıtları almasına izin vermiyor tekrar tekrar okuyup olanları anlamaya çalışıyordum.
Yarım saat önce annemi babamın öldürdüğünü öğrenmiştim, ve şimdi de sevdiğim adamı kaybetme ihtimalini okuyordum. Bu kadarı yüreğime fazla gelmiş olacak ki girdiğim şokun etkisinden hâlâ çıkabilmiş değildim.
"Yüzüme bak." Bunu kaç kez söylemişti bilmiyorum. Ama ben dönüp ona bakmıyordum. Bir çare gözleri yüzümden ayrılmıyordu. Nasıl bunu benden gizlerdi sorusu kafamın içinde dönüp duruyordu. "Lütfen." Cılız bir sesle fısıldadığında bakışlarımı ağır ağır ona çevirdim.
"Bunu tam olarak.." Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve birkaç saniye kapattım gözlerimi. Kendimi toplamaya çalıştım. "Bunu bana tam olarak ne zaman söylemeyi düşünüyordun?"
"Söyleyecektim." Diye cevapladı hızlıca. "Yemin olsun söyleyecektim, ama şimdi değil, şimdi zamanı değil-"
"Şimdi değilse ne zaman?" Titrek sesim beklediğimden daha sert çıktı. "Ne zaman öğrecektim Yavuz? Kollarımda bayılıp kalınca mı!?" Gözlerim yaşlarla doluydu. İki gün önce hastanede durumunun kötü olduğunu kısacık bir ömrü kaldığını öğrenmişti ama bunu bana söyleme gereği bile duymamıştı. Sürekli benden kaçıyor, duygularını, başına gelen her şeyi benden gizliyordu.
"Hafsa'm." Yavuz ellerini kaldırıp yanaklarıma koymak istedi, ama ben başımı geri çektiğimde bu onu binlerce parçaya ayırdı. Kalkan elleri geri yavaşça iki yanına indi.
"Neyim ben senin için?" Fısıldar gibi sordum elimdeki kağıtları sıkarken. "Ne düşündün Yavuz? Sen kendini böyle bir tehlikeye sokarsın, ama ben hiç umursamam öyle mi? Sen göz göre göre ölüme giderken ben oturur bunu onaylarım bunu mu düşündün!"
"Öyle değil.." dediğinde oturduğum koltuktan kalktım. "Bunu böyle öğrenmek hakkım değildi! Bunu bana söylemen gerekirdi!" Dediğimde titreyen sesim giderek yükseldi. Nefesini vererek dizinin üstünden kalktı ve ifadesi sarsılmaz bir şekilde durdu karşımda.
"Anlatacaktım." Yalan söylüyordu, bunu bana söylemeyi bir kez bile olsun aklından geçirmemişti. Bırak bana söylemeyi, bunu daha kendisine bile itiraf edemiyor gibiydi.
"Sen bana hiçbir şey anlatmayacaktın!" Dişlerim arasında konuşurken evrakları yere attım. "Bana hiçbir şey anlatmayacaktın! Nasıl yapıyorsun bunu Yavuz? Sürekli benden kaçıyorsun! Ben senin karınım bunun farkında mısın?" Bence değildi. Böylesine ciddi bir durumu benden saklaması içimdeki endişeyi körüklüyordu. Daha önceden bilmem gerekirdi, bunu öğrenir öğrenmez bana söylemesi gerekirdi. Böylece bende onu hastaneye yatmaya zorlardım. Umrumda değildi, onu kaybedemezdim. Zorlada olsa o ameliyata girmesini sağlardım.
"Kaçmıyorum." Dediğinde sesi düzdü. Birkaç adım attı bana doğru, bu sefer ellerini kaldırıp yanaklarıma koyduğunda geri çekilmedim. Omuzlarım hafifçe çökerken dolu gözlerimi onun gözlerine kaldırdım. "Seni üzmek istemedim."
"Şu an beni daha fazla üzüyorsun." Titrek sesim boğuk çıkmıştı. "Orda yazanların farkında mısın?" Çaresizce sordum. "Orda kalbinden bahsediyor.." elimi kaldırıp göğsüne koydum. Avcumun altında çırpınan kalbini hissettim. Onun kalp atışları benim için dünyanın en huzurlu sesiydi. Elimde olsa telefonuma kaydeder her gün dinlerdim. Yavuz'un çarpan hasarlı kalbi benim umudumdu, şimdi onu kaybedemezdim.
Yaptığım haraketle bakışları elime indi. Dudakları arasından sesli bir nefes kaçtı. Benim kadar onunda ürktüğünü işte o an anladım. Ama Yavuz ölmekten korkmadı, Yavuz sadece beni bizleri geri bırakmaktan korktu. Hep kendini feda eden yanından nefret ediyordum. Kendini hiç düşünmüyor hep başkalarına öncelik veriyordu.
"Biliyorum." Sesi çoktan vazgeçmiş gibiydi. "Ama o ameliyatın riski var, Hafsa." Duyduğum sözler sertçe yutkunmama neden oldu. Titreyen harelerimle onu izledim. Elim göğsünün üstünde kaldı. "Yattığım o masadan kalkma ihtimalim 100/50, yeterince iyi bir tedavi bile görsem daha fazlası mümkün değil." İki türlüde onu kaybederdim..iki türlüde Yavuz ellerimden kayıp giderdi. Ama bir ihtimal, bir ihtimal belki Yavuz yaşardı.
"Tedavi olursun, bir yolunu buluruz Yavuz." Umutla konuştum. "Hep bir yolu vardır, en iyi doktorlara gideriz." Dediğimde ağır ağır salladı başını iki yana.
"Bu dosyaları aldıktan sonra Veli abiyle kısa bir görüşme yaptım. Kalp naklinden başka bir kurtuluş yok oda çok düşük bir ihtimal." Sözlerinin çaresizliği altında giderek ezildim.
"Hastaneye gidelim." Dedim hızlıca gözyaşlarımın tutarken. "Yürü, gidelim! Vardır bir yolu, her zaman vardır." Koluna asıldım. "Tedaviyse tedavi, yaşayacaksın!"
"Hafsa-" dediğinde konuşarak kestim onun sözünü. "Dinlemek istemiyorum hastaneye gidiyoruz, şimdi!" Kolunu çekiştirdim ama o yerinden kıpırdamadı bile. Onu yerinden oynatmak için daha sıkı asıldım koluna. "Yürü!" Sesim emir verir gibi sertdi. "Burda oturup beş ayın geçmesini izlemeyeceğiz, tedavi mi gerekiyor? O zaman tedavi olacaksın!"
"Kalan aylarımı bir hastane köşesinde geçirmeyeceğim." Çenem titerken tüm vücudumun uyuştuğunu hissettim. Koluna tutuşum gevşerken vücudumu çevirdim ona. Dolu gözlerimle titrek bir nefes verdim.
"Böyle bir şeyi..sakın bir daha söyleme." Ağlamamak için direndim. "Sana hiçbir şey olmayacak, duydun mu beni?" Kendimi kaybetmiş gibi bir adım attım ona ve hesap sorar gibi konuştum. "Duydun mu beni? Hiçbir şey olmayacak! Ben seni kaybetmeyeceğim! Hastaneye gideceğiz!"
"Umut yok!" Diye cevap verdiğinde elimi kaldırdım. Avuç içim sert bir şekilde onun yanağına çarptı. Başı yana dönerken gözleri kapandı. Çenesi kasıldı. Ona tokat atmışdım.
Yaptığım şeyin yeni yeni farkına vararken sarsıldım. Elim havada kalırken göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu. Başı birkaç saniye öyle kaldı. Ardından kasılan omuzları yavaşça gevşedi. Gözleri açılırken başını ağır ağır çevirdi bana. Bakışlarında gördüğüm hayal kırıklığı canımı yaktı. Benden kabul etmemi istediği şey çok ağırdı. Nasıl oturupta Yavuz'un beş ay gözlerimin önünde yok olmasını izlerdim? Bunu yapamazdım. Başım hafifçe omzuma doğru eğilirken dolu gözlerimden yaşlar aktı.
"Hastaneye yatamam." İnadına devam ediyordu. "Ben istesem, kader izin vermez, Hafsa. O hastaneye girsem ertesi sabah ayrılacağımı ikimizde çok iyi biliyoruz." Başını salladı iki yana. "Ne abimi bulabilmişim, ne de onun emanetini." Utancı ve çaresizliği hâlâ yüreğinde mevcuttu. Bu ifade yüzüne kazınmıştı.
Ama emanet Özlem'di. Emanetin kim olduğunu ben biliyordum. Şimdi bunu ona söylesem kalbini daha kötü bir duruma sokmaktan korkuyordum. O yüzden bir an önce hastaneye gitmemiz gerekiyordu. Bu gerçeği ondan daha fazla gizlemeyecektim. Yavuz bir doktor gözetimindeyken eğer cesaret ede bilirsem bu gerçeği ona itiraf edecektim. Ama ondan önce hastaneye gitmemiz gerekiyordu.
"Kimse umrumda değil." Gözümü karartmışdım. "Biz kendimizi koruruz, bizim için kendini feda etmekten vazgeç artık!" Beni anlaması gerekiyordu. "Yeter artık, seni kaybedemem..neden anlamıyorsun?"
"Geride bırakamayacağım çok fazla şey var, Hafsa." Nefesini vererek baktı gözlerimin en derinine. "Eğer beş ay sonra bu hayattan gideceksem o zaman öncesinde halletmem-" Elimi kaldırıp sıkıca avuç içimi dudaklarına bastırdım.
"Sus." Dişlerim arasında uyarı dolu bir sesle konuşurken gözlerim yaşlarla titiryordu. "Geride bırakmayacaksın, hiçbir şeyi geride bırakmayacaksın. İyileşeceksin, ben sana bir şey olmasına izin vermem." Başımı salladım hızla iki yana. "Hastaneye gideceğiz, bu kadar basit olamaz Yavuz. Daha birbirimizi yeni bulmuşken olmaz." Çaresizliğim onun içine acı tohumu ekti. Onu kaybetmeye istekli değildim. Yavuz hayatımdan bir parçaydı nasıl benden öylece oturup susmamı isterdi? Elimi dudaklarından ayırdım. Diğer elimide kaldırarak yanaklarına koydum.
"Yalvarırım yapma bunu bana, böyle kolay vazgeçme." Titrek sesimle konuşurken yanaklarıma birkaç damla yaş aktı. "Gidelim hastaneye, lütfen." Dedim onu ikna etmeye çalışarak. Birkaç saniye baktı gözlerime, dirençli ifadesi sarsıldı. Ama kısa saniye içinde yine eski sertliği geri geldi. Gözlerime bakamıyordu çünkü artık onunda gözleri doluydu. Bir adım geri atarak yüzünü ellerimden ayırdığında kalbimin kırıldığını hissettim.
"Tedavi olmayacağım." Düz bir sesle konuşurken başını başka tarafa çevirdi ve odanın içine birkaç adım ilerledi. "Çok düşük bir ihtimal için kalan ömrümü hastane köşelerinde geçirmek istemiyorum Hafsa. En azından.." sesi titremesin diye durdurdu kendini. Birkaç derin nefesin ardından tekrar aralandı dudakları. "Öleceksem bile, sizin güvende olduğunuzu bilerek bunu yapmak istiyorum." Neden bahsediyordu bu aptal?
İçimdeki hayal kırıklığı öfkeye dönüştü. Dolu gözlerim artık öfkeden doluyordu. Ellerim yumruk haline gelirken gözlerimde yaşlar çoğladı.
"Ölmek?" Dedim acı dolu bir sesle hesap sorar gibi. "Yani benden, bizden bu kadar kolay vazgeçiyorsun?"
"Kimseden vazgeçmiyorum." Sesi kendini açıklamaya çalışır gibi pişmanlık doluydu. "Hele ki senden, senden asla vazgeçmem, Hafsa." Başını omzunun üstüne çevirip umutsuz bakışlarla beni izledi. "Ama benim için savaşmanın bir anlamı yok, kazanmayacağım bir savaşa girmemin ne anlamı olabilir ki?"
"Şöyle şeyler söylemeyi kes artık!" Diye bağırdım ağlayan sesimle. "Ölümü nasıl bu kadar kolay kabullene bilirsin, Yavuz!?" Birkaç adımla hızlıca geçtim onun önüne. "Sen, nasıl bu kadar kolay vazgeçe bilirsin? Bana savaşmayı öğreten sensin!"
"Sizi kaybedersem yaşamamın ne anlamı var!" Dediğinde sesini yükseltmemek için artık zor duruyordu. Kasılan çenesiyle çattı kaşlarını. "O hastanede yatarken sizi koruyamam, yokluğumda içinizden herhangi birisine zarar gelirse benim yaşamamın ne anlamı var!'
"Gelsin!" Dedim acımasızca. "Bencillik olsun! Bir kez de sen bencil ol Yavuz! Bir kez olsun biz bencil olalım!" Titreyen dudaklarımı bir kez daha ıslattım. "Seni kaybetmeyi göze alamam.." Biz kendimizi korurduk, bu yolda Yavuz'u kaybedersem asıl benim yaşamamın ne anlamı kalırdı?
İfadesi sarsılmazdı. Kehribar hareleri acılarla boğuşuyordu. Yutkundum. Onu vazgeçirmemin hiçbir yolu yokmuş gibi bana bakıyordu.
"Nolayi ula?" Kapı açıldığında Cafer abiyi gördük orda. İlk kez böylesine şiddetli bir kavga ettiğimiz için herkesin dikkatini çekmiş olmalıydık. Aziz ve Zerda abimin peşinden gittiği için onlar yoktu ama Süleyman Zahir ve Cafer kapıdaydı. Abim ne haldeydi bilmiyordum bile, o kadar kötü bir haldeydim ki onun nasıl olduğundan haberim bile yoktu.
"Yok bir şey." Yavuz konuyu geçiştirince öfkeyle baktım ona. "Var bir şey." Sert sesimle konuşunca Yavuz bana uyarı dolu bir bakış attı. Zahir'in kapının kenarına yasladığı kolunun altından Ceylan eğilip içeri adım attığında fısıldayarak konuştu.
"Ablamla Özlem'i zar zor ikna edip uzak tutayım dedikce siz daha fazla bağırıyorsunuz, gerçi neyi saklıyorsunuz anlamış değilim ama niye bağırıyorsunuz?" Ceylan herkesin duygularına tercüman olurken Zahir onun bu çok konuşmalarına hafifçe göz devirdi.
Elimi saçımdan geçirerek sesli bir nefes verdim. Dolu gözlerimle Yavuz'a bakarken o da bu konuyu kapatmamı ister gibi bakışlar atıyordu. Gerçekten benimle dalga geçiyor olmalıydı. Ceylan'ın gözleri yerdeki kağıtlara takıldı. Birkaç adım atarak onları yerden aldığında ne ben ona engel oldum ne de Yavuz, engel olunacak bir durum yoktu. Bilmelerini istiyordum, çünkü beni dinlemiyordu. Yavuz ilk kez benim sözümü dinlemiyor dediklerimi reddediyordu.
Ceylan'ın gözleri dosyalarda gezindi. Her kelimede irisleri genişledi. Ardından başını kaldırıp Yavuz'a baktı. "Abi, sen..ölüyor musun?" Dediğinde sesinde acı vardı. Yavuz burnundan sesli bir nefes vererek sırtını dönüp birkaç adım dolandı odada. Verecek bir cevapı yoktu. Ceylan'ın sorusu gerçekleri birkez daha yüzüme çarparken ruhuma kadar beni parçalara ayırdı.
"Ne ölmesi?" Cafer abinin endişe dolu sesini duydum. Hızlı adımlarla içeri girip Ceylan'ın elinden kağıtları aldığında aynı hızla Süleyman ve Zahir'de takip etmişti. Cafer abinin gözleri kağıtları inceledi. Yüzü acıyla buruşurken okuduğu cümleleri anlayamıyormuş gibi tekrar tekrar okuyup duruyordu. En sonunda başını kaldırıp Yavuz'a baktığında yüzünde hem şok hemde endişe vardı.
"Ne bunlar?" Diye sorduğunda gözleri Yavuz'la benim aramda gidip geldi. "Beş ay ne ula? Ne diyi bu kağit!" Endişesine öfke karıştı. O da en az benim kadar korku doluydu. "Yavuz!" Dedi birkaç adım ileri atarak, bu sırada Zahir ve Süleyman kağıtları alıp göz gezdirdiler. Kısa süre içinde artık onlarında yüzünde aynı ifade vardı.
"Nolayi?" Cafer kısık bir sesle sorarken Yavuz nefesini verdi. "Ne okuduysanız o, durum bu." Açıklamaktan kaçar gibi bir hali vardı.
"Beni dinlemiyor!" Dedim titrek sesimle. "Doktora gidelim dedim ama benimle gelmiyor!" Onu şikayet eden küçük çocuklar gibiydim, ama umrumda değildi. Doktora gitmemiz için her şeyi yapardım.
"Abi, ne demek doktora gelmiyorsun?" Dedi Süleyman sert bir sesle. "Sen burda yazanların farkında mısın?"
"Orda yazanlar bana ait Süleyman, elbet farkındayım." Yavuz sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi umursamazken işte bu durum beni daha da çıldırtıyordu.
Cafer abi öne doğru birkaç adım atıp Yavuz'un kolunu yakaladığı gibi onu önüne itti. "Yüri!" Dediğinde sesi öfke doluydu. Yavuz bir anlık ne olduğunu anlamadı, ama sonra kolunu çekiştirdi.
"Cafer!" Bu sefer o da sesini yükseltti. "Gelmiyorum!"
"Fuşki yiyesin!" Cafer onun yüzüne bakıp bağırdı. "Düş önime! Hastaneye gideyuriz!" Cafer abi tam olarak benim istediğimi uyguladığı için onu durdurmuyor aksine seviniyordum. Yavuz'un hastaneye gitmesi gerekiyordu, durumunun nasıl olduğunu daha net öğrenmeliydik.
"Gelmiyorum hastaneye, nesini anlamıyorsunuz!" Cafer abiye direnmeye çalışıp tam ondan kurtulacakken Zahir diğer koluna girdi.
"Halt edeyisin!" Dedi sert sesiyle. "Kalbin bu durumdayken oturip eceluni mi bekleyecesun? Yuri!" İkisi bir olmuş Yavuz'u odadan çıkarırken peşlerine takıldım.
"Bekleyeceğum!" Diye diretti Yavuz. "Düşman etrafta dolanurken gidup hastanede keyuf mi çatacağim!" Aynı öfkeyle Zahir'e ve Cafer'e karşılık veriyordu. Cafer resmen onu sürüklemeye çalışırken Yavuz ayaklarını yere diremişti.
"Yapuşturacağum ula bir tane! Abi sözi dinle yuri!" Yavuz'un inatını biliyordum, ama Zahir'le Cafer'de bir o kadar inatçıydı.
"Abi boşa inat etme." Dedi Süleyman sert bir tavırla ve oda girdi Yavuz'un koluna. "Çıkarıp kafamızada sıksan, seni o hastaneye götüreceğiz."
"Ula gelmeyurim!" Yavuz öfkeli bir sesle kollarını çekmek istedi. "Nesuni anlamayisiniz, gelmeyurim!" Bu çocuksu inatı ilk kez sinirlerimi bozuyordu.
"Gelmiyorsun?" Dedim öfkeli bir sesle. "Hele bir gelme, bak nasıl açıyorum sana boşanma davasını!" Diye bağırdığımda koridorda derin bir sessizlik oldu. Herkes donup bana bakarken Ceylan ne yaptığımı gayet iyi anladığı için şaşırmayan tek kişiydi. Yavuz'u ikna edebilecek tek şey buydu. Yavuz'u ancak kendimle tehdit edersem ikna edebilirdim. Başı omzunun üstüne döndü ardından ayaklarının üstünde haraket ederek vücudunuda bana çevirdi.
"Anlamadım?" Dediğinde sesi şaşkınlık doluydu. Kollarımı göğsümde kenetleyerek iddialı bir bakış attım ona. "Duydun." Dedim düz bir sesle. "Eğer gelmezsen, boşanma davasını açarım."
"Tehdit mi ediyorsun sen beni?" Kaşlarını çatıp sorarken omuz silktim. "Ne anlamak istersen öyle, ister tehdit de ister deme. O hastaneye gideceksin Yavuz bey." Çenesini sıkarken gözleri kısıldı.
"Yemin ederim başımın belasısın!" Diye bir sitem çıktı dudakları arasından ve Cafer'le Zahir'in kollarından kurtulup merdivenlere yürüdü. "Boşanma davasi açacakmuş!" Söylene söylene inerken rahat bir nefes verdim. Yüzümde bir zafer edasıyla onu takip ederken Cafer'le Zahir'de peşimize takıldı. Süleyman'ın hafif neşeli hafif durgun sesini duydum.
"Yenge işini biliyor Valla." Dediğinde her ortamı neşelendirmeye çalışır gibi bir hali vardı.
"Açacak yer bulursan açarsın!" Sitem ede ede evden dışarı çıkarken onu takip ettin. Boşanma kelimesi ona cinnet geçirtiyor gibiydi.
"Gitme o hastaneye, nasıl açıyorum bak görürüsün!" Diye karşılık verip bende onu takip ederken arabanın kapısını kabaca açtı ve durup bana baktı.
"Açamazsın! Açacak avukat bulamazsın çünkü o dosyayı hazırlayan hangi orospu çocuğuysa ellerini bir yerlerine sokarım!" Sinirlenincede ağzı bozuluyordu. Dikleştirdim başımı ve bende arabanın diğer tarafına yürüdüm. Kapıyı açıp oturduğumda başımı eğip onun açık kapısına baktım. "Otur." Dediğimde öfkeli bir nefes verdiğini duydum. Benden emir almak istemiyordu ama dediklerimide yapıyordu.
"Emriniz olur hanımefendi." Homurdanırken sesinde hâlâ öfke mevcuttu. Birkaç saniye gözleri bana takıldı. Ardından kısık bir küfür savurarak üstüme eğilip kemerimi çekiştirdi ve beni emineyete alarak onu yerine taktı.
"Bir öğrenemedin şu arabaya bindiğinde kemerini takmayı!" Beni azarlayan sesiyle arkasına yaslanırken anahtarları takıp çevirdi. "Sen takıyorsun ya, benim takmama gerek yok." Sözlerimle öfkesi yumuşamış gibi bir nefes verdi. Ardından dudakları arasından sinirleri boşalmış gibi kısık bir kahkaha çıktı. Bana öfkesi yavaş yavaş sönüp yok oldu. Hayıflanır gibi başını ağır ağır salladı iki yana. Çoktan bahçeden çıkarken arkamızda takip eden arabanın içinde bizimkilerin olduğuna emindim.
"Bu yaptıklarımızın bir anlamı yok biliyorsun değil mi?" Kısa bir sessizliğin ardından konuşunca inatının hâlâ devam ettiğini anladım. Yavuz benimle hastaneye gelmeyi kabul etmişti, ama tedavi olmayı tamamen reddeder gibi bir hali vardı.
Bizi bir tehlikenin içinde bırakıpda tedavi görmek istemiyordu. Neden tüm bunları yaptığını anlıyordum, abisinin emanetini yani Özlem'i bulmak istiyordu. Tüm bu duygular kafama akın ettikce nasıl bir iğrençliğin ortasında olduğumuzu çok iyi anlıyordum. Mahir bey ve Hafize hanım Özlem'i kendi kızları gibi büyütmüştüler. Narin'den kızını ayrı koymuş Devran'ı ölüme terketmiş Özlem'i yanlarına alarak resmen vicdanlarını rahatlatmaya çalışmıştılar. Ama Devran ölmemişti. Kızı olduğunu biliyor muydu acaba? Büyük ihtimal biliyordu. Bu yüzden Yavuz'dan Özlem'i korumasını istemişti.
İshak'da biliyor olmalıydı, belki de İshak bizden önce Devran'ın emanetini bulmuştu ve Devran ona bir zarar gelmesinden korkuyordu. Kafam allak bullaktı, hiçbir şey anlamıyordum. Tek bildiğim yanımda oturan Yavuz'un kalbi iyi değildi, bunca şeyle uğraşması gereken o değildi. Eğer Devran İshak'ın ellerinde olmasa onu bir şekilde bulur, durmasını söylerdim. İstediği ne tür bir intikamdı bilmiyordum, ama ondan durmasını isterdim. Çünkü kardeşinin bu durumda olduğunu bilseydi bence dururdu.
Yani en azından ben böyle düşünmek istedim.
"Yaptıklarımızın büyük bir anlamı var." Dedim rahatsız bir tınıyla. Beni anlamalıydı. "Göz göre göre kendini ölümün kucağına bırakmana izin vermeyeceğim, Yavuz."
"Ölüm bana çoktan kucak açmış zaten." Dediğinde çevirdim başımı ona. "Sende koşa koşa gidiyorsun!" Burnundan sesli bir nefes vererek göz ucuyla baktı bana.
"Hasarlı bir kalple fazla bile yaşadım, Hafsa." Kalbinden yorulmuş gibiydi. "İçinde senin aşkın olmasaydı, pek bir işe yaramıyor zaten." Sözleri bir kez daha beni kalbimden vurdu. Yavuz hasarlı kalbini sevmiyordu. Onu bir tek şey için istiyordu, oda bana olan aşkı için. Bana olan aşkını hasarlı kalbinde taşıyordu.
"O zaman benim için yaşat o kalbi." Dedim o arabayı sürerken. "İçinde benim aşkım varsa yaşat o kalbi, Yavuz." Ağlamaklı sesim onun canını yakıyordu, bu yüzden dönüp yüzüme bakamıyordu.
"Aşkın sadece kalbimde değil, Hafsa. Senin aşkın benim her zerreme kazınmış." Sevgi dolu bir fısıltıyla konuştu. "Ama çıkmaz bir yolu yürümenin ne anlamı var be güzelim?"
"Çıkmaz değil!" Dedim hafif yükselen sesimle. "Çıkmaz değil, çıkmaz olsaydı bir umut ışığı olmazdı. Denemeye değer bir yol var. Bizim için denemeye değer Yavuz."
"Tedavi günlerimi alır." Dedi önündeki yoldan dönerken. "Ve ben o günleri bir hastane köşesinde yaşayamam. Hepimiz tehlikenin içindeyken bunu nasıl yaparım?'
"Sana bir şey olduktan sonra biz güvende olsak ne farkeder Yavuz?" Dolu gözlerle konuştum. "Sensiz bir hayatı yaşayabileceğimi sana düşündüren ne?" İfadesi donuklaştı. Yavuz'un anlaması gerekiyordu. Onsuz bir hayat benim için cehennemden farksız olurdu.
Nefesini verdi. Konuşmadı. Ne o konuştu ne de ben, sorumu havada asılı bıraktı. Sessizlik arabanın içinde hüküm sürdü. Dakikalar sonra vardığımız hastanenin önünde araba park yerine girdi. Yavuz kapısını açıp inerken bende kemerimi çözdüm. Bana kalmadan gelip kapımı açınca indim arabadan. Ne kadar konuşmasakda yinede bana karşı her zaman saygılıydı. Arka arabadan Cafer, Süleyman, Zahir inince Ceylan'ın evde kaldığını anladım. Ablasıyla Özlem'i yalnız bırakmak istememişti muhtamelen.
Birlikte hastaneye yürüdüğümüz de kalbim göğsümde çarpıyordu. Çünkü biraz sonra her şeyi daha detaylı bir şekilde öğrenecektik.
****
Yaklaşık üç saattir hastanedeydik. Koca üç saat içinde o kadar tahliller yapılmıştı ki, say say bitmezdi . Yavuz'sa tüm bunları büyük bir bıkkınlıkla tamamlamıştı. Ne zaman ısrar etse boşanma konusunu açıyor onu susturuyordum. Ne kadar ciddi olduğumu anladığı an çenesini kapatıyordu. Cafer desen başının üstünde durmuş üç saattir onu azarlamakla meşguldü. Cafer belki de aramızda en mutlu gözükenlerden birisi olabilirdi, ama Yavuz'un bu halini duyunca kısa süre içinde nasıl çöktüğünü gözlerimle görmüştüm. Kardeşini kaybetmekten korkuyordu, Cafer'de Yavuz kadar abi acısı çekmişti. Devran'ı kaybetti sanarken çok acı çekmişti. Şimdi aynı duyguları bir kez daha yaşıyor gibiydi.
Üç saatin sonunda Yavuz kolunda bir serum sırtı sedye başlığına yaslı otururken boş bakışları üstümüzde geziniyordu. Onu buraya zorla getirdiğimiz için yeterince bıkkın bir haldeydi.
"Bakma öyle." Cafer bir kez daha azarlamaya başladı onu. "Gizlediği yetmeyi, birde ateş edeyi bakuşlaruyla! İyiliğin içun uğraşayiriz!"
"Sağolun üç saattir beni bu sedyeye mahkum ettiğiniz için, bu saçma sapan iyiliğinizi asla unutmayacağım!" Diye abarta abarta konuştu Yavuz. Keskin bakışlarımı diktim onun yüzüne.
"Değil üç saat üç yıl olsa iyiliğin için gerekliyse oturacaksın o sedyede!" Üç saattir tek yaptığımız Cafer abiyle bir olup onu azarlamaktı. Zahir'le Süleyman bile bu durum karşısında nerdeyse kriz geçirecek gibi Yavuz'u izliyordular.
"Abi niye böyle yapıyorsun sen?" Dedi Süleyman yenilgi dolu bir sesle. "Sen değil miydin bize savşmayı öğreten, ne diye vazgeçiyorsun şimdi?"
"Vazgeçmiyorum!" Yavuz bunu duymaktan sıkılmış gibi cevap verdi. "Savaşıyorum, ve bana göre savaşmak ayları bir sedyede geçirmek değil!"
"Delireceğim!" Dedim elimi saçımdan geçirerek. "Ne olsun istiyorsun, savaş diye neyi kastediyorsun? Bizi korumak isterken kendi canından oluyorsun!" Kendini feda etmekten vazgeçmeliydi artık.
"Ben ne yaptığımı gayet iyi biliyorum." Sinirlerim boşaldığı için öfkeli bir gülüş çıktı ağzımda. "Bu bilen halin mi? Sen hiçbir halt bilmiyorsun Yavuz!"
"Çocuk değilim ben!" Dedi öfkeli sesiyle bana bakarken. "Beni azarlamayı kesin, hepiniz!"
"Seni kaybetmeyeceğu, Yavuz!" Cafer sert sesiyle araya girdi ve birkaç adım yürüyerek sedyenin kenarına oturdu. Kararlı gözlerini Yavuz'un yüzüne dikti.
"Ayni şeyleri bir daha yaşamayacağum, duydin mi benu?" Sesinin titrememesi için kendini zorladı. "O fuşki kafanda ne kurayisin bilmeyurim, ama hiçbir şey senun canundan değerlu değul." Yavuz ona bakarken ifadesi hafifçe yumuşadı.
"Beni korurken Devran'ı kaybetmeyi mi göze alacaksın Cafer?" Diye sorunca Cafer abi hızla salladı başını iki yana. "İshak'ın oyunlari varsa benumle oynar, bu işe daha fazla karuşmayacasun." Yavuz kaşlarını çatarak baktı Cafer'e.
"Ne saçmalıyorsun?" İfadesi sertleşirken Cafer abi kaldırdı başını. "İshak'la konuşacağum, ne kadar şerefsuz olsada oni ikimizde çok iyu taniyiriz kalbini öğrenunce sana bulaşmayacağuni çok iyi bileyuriz." İshak'ın kendi gücüyle aynı seviyede olan insanlarla uğraştığını artık az çok anlamıştım.
"Böyle bir şey yapabilir misiniz abi?" Dedim umutla. Ne kadar onları tehlikeye atmak istemesemde eğer Yavuz iyi olacaksa şimdilik ortalıktan çekilmesi en iyisi olurdu. Cafer abi tam bana bakıp konuşacakken Yavuz girdi araya.
"Öyle bir şey yapmayacaksın." Gururu buna izin vermiyormuş gibi konuştu. "Ne hastalığımdan ona bahsedeceksin ne de kalbimden bu asla olmayacak Cafer!"
"Olacak!" Diye diretti Cafer abi. "Kapayacasun o çenenu tedavuni olacaksun! Yem edecek kardeşum yoktir benum! Savaşsa benumle savaşur senin meydanun ortasunda kalbinde bir acıyla bir başuna bırakacak değulim!" Sesinin tınısında büyük bir koruma içgüdüsü vardı. Yavuz'a bir zarar geleceğine onun yerine meydana kendisi çıkmak istiyordu.
"Beni korurken kendini mi feda edeceksin! Delirdin mi sen? Buna asla izin vermem!"
"Senden izun alan yok." Zahir araya girdi soğuk bir sesle. "Sen tedavuni olurken biz her şeyu kendumiz halledeceğuz." Yavuz'un bunu kabul etmesi gerekiyordu.
"Gözün arkada kalmasın abi." Dedi Süleyman. "Sen iyileş, biz Devran abiyide alırız EvelAllah İshak itinin elinden." Kendinden emin bir sesle konuşurken gözleri kararlı bir bakışla doluydu.
"Siz neden bahsettiğinizin farkında mısınız?" Vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. "Öyle bir şey asla olmayacak dedim, ben burda yatarken kardeşlerimin gidip kendilerini tehlikeye atmalarını izleyecek değilim!"
"İzleyeceksin." Veli abinin sesini duyduk. İçeri girerken yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Keskin bakışları Yavuz'un yüzüne odaklanmıştı. "Ne halt ediyorsan et, ama sana sinirden stresten uzak dur demiştim." Aynı şeyleri tekrarlamaktan ve söylemekten artık bıkmış gibiydi. Yavuz söz dinlemiyordu, son zamanlar yaşanan her şey özellikle dün gece olanlar onu tamamen mahvetmişti ki hâlâ aynı yorgunluk üstünde gibiydi. Yüzünde ki yaraların yeri hâlâ duruyordu. Sadece onun değil Süleyman'da Zahir'de Cafer'de hâlâ aldıkları yaralardan iyileşmiş değillerdi.
"Hastaneye filan yatmayacağım ben." Dediğinde ağzımdan yorgun bir nefes çıktı. Hemen şuraya çöküpde sinir krizi geçirebilecekmiş gibi hissediyordum.
"Hastaneye şimdi değil, iki ay sonra yatacaksın." Veli abi gözlüklerini düzeltirken kısık gözlerini Yavuz'dan çekmiyordu. "Ama o zamana kadar her ilacını alıp kontrollere geleceksin."
"Nasıl yani?" Dedim Veli abiye bakarken çaresiz bir ifadeyle.
"Şöyle Hafsa kızım, bu inatçı keçinin her ilacını aldığından ve kontrollerine geldiğinden emin olmamız gerek." Bakışları bilmiş bir tavırla hepimizin üstünde gezindi. "İki ay sonra hastaneye alacağız, düzenli bir şekilde kendisiyle ilgilenilecek ve üç ayında ardından amelyata alınacak."
"Hay ağzını öpeyim doktor, duydun mu abi?" Dedi Süleyman Yavuz'sa sesli bir nefes verip baktı Veli abiye.
"İhtimal kaç?" Diye sorunca geniş gözlerle döndüm ona. "Yavuz şunu söylemeyi keser misin!"
"İhtimal kaç?" bakışlarını bana hiç çevirmeden sözlerini tekrarladı üstüne bastırarak. Veli abi kaldırdı kaşlarını.
"İhtimali düşünecek durumda değilsin." Keksin bakışlarının altında endişe vardı. "Tedaviyi almak zorundasın Yavuz."
"İhtimal kaç?" Diye tekrarlayınca bu sefer gözlerim öfkeden doldu. Kendimi çaresizliğin içinde hissediyordum.
"100/50." Diye cevapladı Veli abi öfkesini bastırır gibi ve hızla ekledi. "Ve bu hiçbir şeyi değiştirmez, bir umut varsa o ameliyatı olacaksın."
"Pekâlâ aptalca bir sonuç diyorsun doktor." Dolu gözlerimi Yavuz'un yüzüne dikmiştim. Bana bakmıyordu, bakarsa dayanmazdı. Ve ben içimden binlerce kez Allah'a Yavuz'un bana bakması için yalvarıyrodum.
"Kes o sesuni." Dedi Cafer ve ayağa kalktı. "Sen merak etma abi, biz halledeceğuz. Sen gerekli olanlar nedur onlari bir bir anlat." Cafer'in dedikleri boşaymış gibi Yavuz'un başını başka tarafa çevirdiğini farkettim. İnatı her şeyden üstün gibiydi. Kalbi acıyordu, yüzünde derin bir acı vardı. Onun korkusunu anlıyordum, daha fazla kimseyi kaybetmek istemiyordu. Kimse gitsin istemiyordu, işte bu yüzden kendi başına gelecek olanlarla ilgilenmiyordu.
"Odama gelin, detayları konuşmamız gerek." Dedi Veli abi ve Yavuz'a döndü. "O serum bitmeden kalkmak yok!" Azarlar tınısıyla Yavuz ağır ağır salladı başını. Ardından Veli abi odadan çıkınca peşine Cafer takıldı. Süleyman ve Zahir'de onları takip edince sadece ben kaldım odada. Dolu gözlerim Yavuz'un yüzünden ayrılmıyordu. Yine kaçıyordu benden.
Yüzüme bakmıyordu, yüzüme bakmamak için odanın her köşesine göz gezdiriyordu.
"Ağlamama dayanamıyorsun, ama beni ağlatan sensin." Titrek sesim fısıltıdan ibaretti. Gözlerimin artık kızardığına emindim. Sesimin tınısı her zerresini kesmiş gibi birkaç saniye kapattı gözlerini. Sıktığı çenesinden elmacık kemikleri belli oldu. Ardından sesli bir nefes verdi ve bakışlarını dikti üstündeki çarşaflara. Dudakları aralandı, bir şeyler söylemek istedi ama ne söyleyeceğini bile bilmiyormuş gibi geri kapattı. Benim kadar oda çıkmaz bir sokaktaydı.
"Yavuz." Dedim hüzünlü bir sesle. Birkaç adım attım ileri doğru ve sedyenin kenarına oturdum. Elimi uzatıp elini avuç içlerime aldığımda umutla baktım ona. "Yapma böyle." Çaresizlik buydu sanırım. Ona ölmemesi için yalvarıyordum. "Duydun Veli abiyi." Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve nefesimi verdim. "Bir umut var diyor."
"Çok düşük bir ihtimal." Diye cevap verirken sesi boğuktu. "Ordan bakınca nasıl görünüyorum, Hafsa? Ölümü seven biri gibi mi? Elimde olsa yıllarımı yanında geçirmez miyim sanıyorsun?"
"Yap o zaman." Elini daha sıkı tuttum. "Denemeye değer Yavuz, deneyebiliriz."
"Değmez Hafsa, yolun sonunda sizi kaybedeceksem değmez." Sonunda gözleri gözlerimle kesişince harelerine çöken isteksizliği sezdim. Omuzlarında koca bir yük vardı. "Seni kaybedeceksem değmez."
"Böyle beni kaybedersin." Dedim inatçı sesimle. "Asıl beni böyle kaybedersin Yavuz..savaşın sana olan aşkımdan daha mı önemli?" Sözlerim onu incitmiş gibi dudakları aralandı. Boşta ki elini kaldırdı ve yasladı yanağıma.
"Asla." Acısı sesine yansıdı. "Hiçbir şey aşkımızdan, sana olan deli sevdamdan önemli değil." Gözlerime çaresiz bir şekilde baktı. "Ama eğer ki o sevdam gözlerim önünde kaybolacaksa, ben o sevdayı kendi avuçlarımda öldüreceksem o zaman böylesi daha iyi, Hafsa." Başını usulca salladı iki yana. "Bu yolda yanımda ol demiyorum, sana söylemiştim..tekrar söylüyorum." Gözlerimin en derinine bakarken nasıl ızdırap içinde olduğunu anladım. "Bir gün benden gitmek istersen, seni kendime mahkum etmem demiştim."
Beni kaybedeceğine onu bırakmamı isterdi.
Yine kendini feda ederdi.
Kendi kalbini feda eder, gitmeme izin verirdi.
"Ölüm ayağında olan bir adamı sev diyemem sana-" hızla elimi kaldırıp dudaklarının üstüne koydum. Beni daha fazla ağlatmaksa niyeti bunu başarıyordu. "Yapma." Sesim öyle bir titredi ki onunda acısı yüzüne yansıdı. "Bunu bana yapma Yavuz, bana bunları söyleme.." Dudaklarını avuç içime çevirerek oraya bastırdığında üstüme çöken acı giderek çoğaldı. Kokumu içine çekti ardından yanağını avcumun içine yaslarken birkaç saniye kapattı gözlerini. Ruhunu dinlendirir gibi sessizliği dinledi.
"Gizli bir şeyden bahsetmiyorum." Sözleri hançer misali kalbimi deliyordu. "Seni kendime mahkum etmiyorum zalımın kızı." Hasretle baktı gözlerime. "Gidersen seni durdurmak ne haddime."
"Asla." Acı dolu sesim sertlik taşıyordu. "Asla, duydun mu beni? Asla bırakmam ben seni. Seni bırakmak için almadım kalbime, bunun için durmadım yanında. Seni sevdiğim için burdayım." Sözlerim bakışlarını yumuşattı. Sesli bir nefes kaçtı dudaklarından.
"Her zerrene aşığım, biliyorsun değil mi?" Dediğinde titrek bir gülüş çıktı ağzımdan. Dolu gözlerle salladım başımı. "Biliyorum..ve bende senin her zerrene aşığım sinir bozucu adam."
"Bak uzun zaman olmuştu bu lakabı duymayalı." Dedi boğuk bir sesle ve alnını yasladı alnıma. "İyileştirecek misin sen benim bozuk kalbimi?" Küçük bir çocukla konuşur gibi tatlılık taşıyordu sesi.
"iyileştireceğim tabi, Hafsa benim adım. Öyle kolay kurtulamazsın benden." Sözlerime güldü.
"Umuduna aşığım kadın." Dudaklarını yanağıma yasladı ve usulca öptü beni. "Var olduğun her ana aşığım, ve var olman için her zaman savaşacağım. Ben olmasam bile, sen benim için hep var olacaksın. Senin kalbin attığı sürece ben hep var olacağım." Dedikleri benim için büyük bir anlam taşıyordu. Beni sevdiğini her türlü hissettiriyordu. Aşkını hissediyordum.
"Sen olacaksın, Yavuz." Dedim tebessümle. "Sen ve ben, çocuklarımız..çok güzel bir ailemiz olacak." Bunları düşünmek hoşuna gider gibi tebessüm etti.
"Çorbada yapacak mısın onlara?" Diye sorduğunda alaycı tınısıyla salladım başımı. "Yapacağım tabii, hem sen daha bizim kızımızada kuymak yapacaksın."
"Hmm.." dedi boğazından gelen bir mırıldanmayla. "Annesine yedirdiğim gibi onada ben mi yedirmek zorundayım?"
"Zorundasın." Dedim hem şefkat hem alayla. "Dayanamak zorundasın, bizim için.." Ne demek istediğimi gayet iyi anlıyordu. Yavuz bizim için dayanmak zorundaydı. Ailemiz için, kurduğumuz o güzel hayaller için.
Şimdi değil, onu kaybetmemin zamanı değildi. Benim dünyamda bizim güzel bir ailemiz vardı, Yekta adında bir oğlumuz vardı. Eğer Yavuz'da isterse belki annemin adını taşıyan bir kız çocuğu. Onun ve benim hayallerim vardı. Beni kalbine alan o hasarlı kalbi iyileştirmek için burdaydım.
"Bizim hayatımızın Lafügüzaf olmasına izin vermeyeceğim." Dedim onun gözlerine bakarak. Sözlerim onda derin bir etki bırakmış olmalı ki kehribar hareleri daha anlamlı baktı.
"Edebiyat konuşsun diyorsun?" Tatlı bir gülümsemeyle omuz silktim hafifçe.
Lafügüzaf boş laf demekti, ve ben bizim hayatımızın boş laf olmasına izin vermeyecektim.
"Güzel." Diye fısıldadı derin bir sesle. "Ruhefzaya cünha olmaya niyetim yok zalımın kızı. " bunu bana ikinci kez söylüyordu. Zihnimde binlerce anı dönüp durdu. Bunu bana daha öncede söylemişti, o ormanda vurulupda benden vazgeçmediğinde bir kez daha bu cümleyi bana kurmuştu. O zaman dikkat edememiştim, ama şimdi laflarının ağırlığını anlamıştım.
Bana olan yedi senelik sevdası Yavuz'u kabahatten ağır cinayetde hafif bir günaha dönüştürmüştü. Ve ben Ruhefza, cana can katan. Dediği gibi, onun canına can katmak istiyordum.
Nefesimi verdiğimde aniden çalan telefonumun sesi ortamı böldü. Yavuz'un eli yanağımdan düşerken hızla elimi cebime attım. Zerda'nın aradığını görünce kaşlarım çatıldı. Telefonu açarak kulağıma tuttum.
"Hafsa, gelmen gerek." Dediğinde sesi endişeliydi.
"Ne oldu ki?" Abim ne haldeydi? Tamamen aklımdan çıkmıştı.
"Tufan iyi değil, Hafsa." Ağlamaklı tınısı içime ateş düşürdü. "Kafes dövüşüne girdi, hıncını alamadı saatlerce dövüştü. Şimdide Zümra teyzenin mezarında..tek kelime etmiyor, konuşmuyor gel lütfen çok korkuyorum. Sesleniyorum konuşmuyor benimle."
Daha önce yanında olmalıydım. Onu yalnız bırakmamlıydım. Boğazım düğümlenirken telefonu kapattım. Kendimden habersiz ayağa kalkarken Yavuz çattı kaşlarını.
"Hafsa, noluyor?" Dediğinde dolu gözlerimi çevirdim ona. "Abim iyi değilmiş, yanında olmam lazım." Salladı başını. "Tamam, bende geliyorum." Kolundaki seruma uzanırken azarlar bir bakış atıp hızla durdurdum onu.
"Hiçbir yere gelmiyorsun, yanıma Süleyman'ı alacağım. İyi olacağım." Tam ısrar etmek için ağzını açarken başımı salladım iki yana. "Birde aklım sende kalmasın, Allah aşkına Yavuz."
Dünyanın en zor kararını alıyormuş gibi sıktı çenesini. Israr etmek istedi ama yapmadı. Nefesini vererek usulca salladı başını. "Zahir'de al yanına, o kerata kan görse bayılıyor. Saat başı bana mesaj atıyorsun, abinin yanına varır varmaz arıyorsun." Çocuğunu tembihler gibi konuşunca onayladım onu. Hızlıca dudaklarımı yanağına bastırdım.
"Seviyorum seni." Dediğimde yumuşak bir nefes verdi. "Bende yavrum, bende seni." Son bir kez daha gözlerine bakarak birkaç adım atarak uzaklaştım ondan. Gidip abimin nasıl olduğunu öğrenmeliydim.
***
Mezarlığa gelmiştik. Ama ne Süleyman ne de Zahir peşimi bırakmıyordu.
"Tamam." Dedim bıkkın bir sesle. "Geldim, iyiyim işte takip etmenize gerek yok."
"Yenge teşekkür ederim teklifin için, ama yanından bir adım uzak durursam Yavuz abi kafama sıkacakmış!" Telefonunu çıkarıp bana gösterdi. Yavuz'un ardı ardına sıraladığı tehdit mesajlarına baktım.
Dikkat radar; "Yanından ayrılma."
Dikkat radar;"Duydun mu?"
"Duymuyorum abi, görüyorum."
Dikkat radar; "Çok konuşma, bir şey olursa bana haber et. Yemin ederim sana onun başına bir şey gelirse tavşan mavşan dilnemem Remziyeni camdan atarım!"
"Abi sen benim remziyemden ne istiyorsun!"
Dikkat Radar; dediğimi yap, Hafsa dışında bir konudada beni rahatsız etme yoksa yine tavşanını atarım.
"Tamam abi, anladık! Yat uyusana sen!"
Dikkat Radar; "Uykum yok, aklım ordayken uyuyamam. Dikkatli olun. Yanından bir adım uzak durursan kafana sıkarım!"
Şu durumda bile beni güldürmeyi nasıl başarıyordular bilmiyorum. Yavuz'u resmen Radar diye kaydetmişti. Ve Yavuz'un bu tehditlerin aynısını Zahir abiyede saydırdığına emindim. Nefesimi vererek mezarlıkların arasında yürüdüm. Buraya ne zaman gelsem bana bir gün her acının son bulacağını hatırlatırdı. Ölüm çok garip bir şeydi, kurtuluş muydu yoksa daha fazla acı mı bilmiyordum.
Derler ya, Gidene mi ağır kalana mı? diye kalana ağırdı bence. Nefesimi vererek içime dolan garip hissi bir kenara ittim. Mezarlıklardan korkardım, annem ölene kadar. Sekiz yaşımda tüm gecemi o soğuk mermerin yanındam geçirince anlamıştım hayatın nasıl acı dolu olduğunu. Bir gece babamdan kaçıpda yalın ayak çocuk halimle annemin mezarına gelmiştim. Babamın akrabaları bu mezarlıkta olduğu için dolayısıyla annemde babamın ne kadar kabul etmesemde karısı olarak can verdiği için Polatlı aile mezarlığına gömülmüştü. İstanbuldan cenazesi Karadeniz'e getirilmişdi.
Üstüme çöken kasvet çok ağırdı, annemin mezarına gelmiştim. Yıllarca katiliyle aynı çatı altında yaşadığım annemin mezarına. Bu kadar ağır olacağı aklımın ucunda geçmemişti. Utanmıştım. Gözlerim annemin soğuk mermeriyle kesişince her zerremde utanç hissetmiştim. Bakacak yüzüm yoktu, başım eğilmişti. Sırtını o soğuk taşa yaslayıpda yerde oturan abimi görünce canım daha çok yanmıştı. Aziz onun önünde diz çökmüş konuşmaya çalışıyordu, ama boş boş önüne bakıyordu. Zerda onlardan birkaç adım uzakta ağlayarak abime bakıyordu. Çaresizliği yüzüne yansımıştı.
"Abi?" Dediğimde sesim titredi. Ama başını kaldırıpda bana bakmadı. Zerda bana bakarken bir umut belirdi gözlerinde.
"Hafsa." Dedi yanıma gelerek ve dolu gözlerle. "İyi değil, konuşmuyor.."
"Ne zamandır böyle?" Dedim fısıltı gibi sesimle. Aziz abi endişe dolu bir nefesle baktı bana. "Bir saat oluyor.."
Abim bir saatir orda oturuyordu.
Sertçe yutkundum. Süleyman'la Zahir bu manzara karşısında acıya bürünürken Zahir'in gözlerinde resmen işkence vardı. Böyle bir sahne onu derinden etkiliyordu. Kız kardeşi hariç hayatı hakkında pek bir bilgim yoktu ama ağır bir çocukluğu olmalıydı. Adımlarımı ileri götürüp abimin yanına yürüdüm. Aziz bize yer açarak doğrulup Zerda'nın yanına geçince abimin yanına çöktüm. Hafif titreyen ellerimi kaldırıp dizlerine koydum.
"Abi." Kısık bir şekilde çıktı kelime ağzımdan. "Abim, iyi misin?" Endişeyle sordum. Yüzünde kanlar vardı, kafes dövüşüne girmişti. Fazla darbe almamıştı, ama yorgun gözleri sessizce önünü izliyordu.
Gözlerim soğuk mermere kaydı. Annemin teni nasıl da sıcacık olurdu oysa, bu soğuk mermer onun sıcaklığından yoksundu. Üstünde yazıyordu.
Zümra Polatlı.
Elimde olsa ellerimle kazıya kazıya çıkarırdım o soyadını ordan. Elimde olsa yapardım bunu. Benim annem katilinin soyadını taşımamalıydı. Gözlerimden yaşlar aktı. Gencecik bir kadın. Nasıl da mahvolmuştu hayatı, benim annemin hayatı çalınmıştı. Babam her şeyiyle bunun cezasını çekmeliydi, ve çekecekti. Çiçekler vardı mezarının üstünde tap taze, her zaman buraya geldiğimde kimin getirdiğini bilmezdim ama mezarında çiçekler olurdu.
Artık biliyordum, Nadir'di.
Onun mezarına papatyalar, yasemenler diken Nadir'di.
Bakışlarımı çevirdim abimin yüzüne. Çöken gözaltları, kuruyan dudakları ve soğuktan beyazlayan vücudunu bile hissetmiyor gibiydi.
"Abi.." yalvaran bir tınıyla konuştum. Elimi kaldırıp yanağına koyduğumda irkildi hafifçe. Avuç içim sıcacıktı, ona kıyasla sıcacıktı. "Yapma böyle, konuş benimle..üşüyorsun, donuyorsun abi." Dediğimde sonunda bir haraket göstererek döndü başı bana doğru. Zerda'nın dudakları arasından rahat bir nefes kaçarken ağlayan gözleri abimi terketmiyordu. Ne kadar çaba sarf ettiğini biliyordum, Zerda bir saat boyunca uğraşıpda abimi kendine getirememişti.
"Burası sıcak." Diye mırıldandı soğuk sesiyle. "Burası daha önce hiç hissetmediğin kadar sıcak, Hafsa." Sesindeki hissiszlik canımı yaktı. Kalbi sıcaktı diye vücududa ısındı sanıyordu. Çünkü biz hep böyle hissederdik, ne zaman annemin yanına gelsek kalbimiz ısınır ayazları dışarıda bırakırdık. Abimde şu an böyle hissediyordu.
"Abi, hasta olacaksın.." dediğimde artık ağlamamı durduramıyordum. Annemin mezarının yanında durmaktan utanır bir hale gelmiştim. Ve bunun sebebi öz babamdı.
"Hasta olsam ne farkeder Hafsa?" Dediğinde sesi kısıktı. "Benim annem soğuk bir mezarın altında, ben üşüsem kaç yazar?" Sözleri kalbimi kesiyordu. Beni parçalara ayırıyordu. "Mahvetmişler lan kadının hayatını." Dediğinde duygularla boğuşur gibi titredi sesi. "Benim annemin hayatının içine etmişler!" Öfkesine yenik düşerken haraketlendim dizlerim üstünde. Kollarımı ona dolayıp sarıldığımda artık bende hıçkırıklara boğulmuştum.
"Yıllarca annemin katilinin ekmeğini yemişim." Dişleri arasından çıkan sesi yıkılmanın eşiğindeydi. "Annemin katiliyle aynı çatının altında yaşamışım." Zerda'nın hıçkırıklarını duydum. Abimi bu halde görmek ona fazla ağır geliyordu. Ama aramıza girmek istemiyordu. Yanında duran Aziz dolan gözlerini başka tarafa çevirirken sessizdi. Süleyman'ın ondan aşağı kalır yanı yoktu, somut ifadesiyle orda duran Zahir'in içinde fırtınalar kopuyordu.
Abimin her sözü üstüme daha fazla suçluluk duygusu yükledi. Benim kadar onunda pişmanlık duyduğunu o an anladım. Bırak abimi elimde olsa ben dikilir babamın karşısına aynı anneme yaptığı gibi iki kurşun sıkardım ona. Hem bizden aldığı hayat için, hemde gencecik bir kadını hayattan kopradığı için.
"Özür dilerim." Diye fısıldadığımda ne için özür dilediğimi bile bilmiyordum, çocukluğumuz için özür diledim, ya da annem için..bilmiyordum. Ne için özür dilediğimi bilmiyordum. Abimin başı omzuma yaslandı. Gözlerinden akan yaşları hissettim. Sanki yıllardır içinde tuttuğu her şey bir anda dışarı aktı. Hıçkırıklara boğulunca işte bu canımı daha çok acıttı. Abimi daha önce böylesine içli ağlarken hiç görmemiştim. Annem öldüğünde bile böyle ağlamamıştı, ama şu an kollarımda öyle savunmasızdı ki bu duygu üstüme bir kabus gibi çöktü. Hıçkırıkları kulaklarıma doluyor ordan vücudumun her zerresinde izler bırakıyordu.
Kolları havaya kalkıpda bana sıkıca sarılınca keskin bir nefesle bende ona sarıldım. Biz iki kardeş o cehennemin içinde çok fazla şey yaşamıştık. Ve yine burda, annemin yanındaydık. Soğuk bir mermer olsun ya da olmasın onun altında yatan benim annemdi. O sıcaklık hâlâ ordaydı, yanımızda olmasa bile, biz ona dokunamasak bile bir şekilde her zaman varlığını bize hissettirmişti.
"Asıl ben özür dilerim." Titrek sesi hıçkırıklarına karıştı. "Seni o katilin evinde tuttuğum her gün için özür dilerim kardeşim." Abimin suçluluk duygusu benimkinden kat kat daha çoktu. Bana göre elinden geleni yapmıştı, sırf benim için kendini hep siper etmiş bana atılan tokatları o yemişti. Benim sırtıma inecek olan kemerler onun sırtına inmişti. Babam bize cehennemi yaşatmış o cehennemde en çok abim yanmıştı. Şimdi o savunmasız çocuk benden özür diliyordu, ama özür dilemesi gereken bendim. Benim için katlandığı onca acı. Onca yara için ben özür dilemeliydim. Oysa ağzım açılmadı.
Sessizce ağladı omzumda, kimse bize tek kelime etmedi. Sessizce omzumda ağlamaya devam etti. Yıllarca içinde hapis tuttuğu çocuk bugün gün yüzüne çıktı. Biz vardık bir tek.
Zümra Atasoy. Ve çocukları. Çünkü çocukkende böyleydi, ne zaman bir şey bizi üzse ya da kırsa anneminizin yanına koşar onun yanında ağlardık. Bir gün koşup geleceğimizin soğuk bir mermer olacağı aklımızın ucundan geçmezdi. Küçücük bir çocukken bile annemi o kanlı yatağında bulunca ne olduğunu anlamamıştım. Çocuklar anlar mı annelerinin öldüğünü? Ben ölümü kavradığım güne kadar annemin melek olduğuna inanmıştım. Benim annem bir zalimin kirli elleriyle kurban olmuştu.
Kaç dakika öyle kaldık bilmiyorum. Ama abim sonunda başını omzumdan kaldırınca bende sessizce başımı geri çektim. Nefesini verdiğinde sanki biraz olsun rahatlamış gibiydi. Zerda cesaret bulmuş gibi birkaç adım atıp yanımıza diz çökünce abim baktı ona. Usulca salladı başını. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Hepimiz o haldeydik, birbirimizden aşağı kalır yanımız yoktu. Zerda ağlamaya devam ederken abim bir kolunu ağır ağır kaldırıp doladı onun omuzlarına.
"Özür dilerim, Zerda'm." Dediğinde ağlamaktan sesi boğuktu. "Korkuttuysam seni, özür dilerim."
"Birazcık." Dedi Zerda hüzünlü bir sesle. "Ama sen iyiysen, sorun değil." Başını abimin göğsüne yaslarken abim dudaklarını bastırdı onun saçlarına ve kokusunu çekti içine. İnsan sevdiğinden güç alırdı, abim aşkından güç alıyordu.
Zahir'in birkaç adım attığını hissettim. Gelip yanımızda yere oturduğunda ona baktım. Ceketini çıkarıp omuzlarıma örterken bir abi şefkatiyle baktı gözlerime. Dolu gözlerimle gülümseyerek teşekkür eder gibi başımı salladığımda onun peşinden Aziz takip etti. Zerda'yla Tufan'ın yanına oturunca Süleyman'da bu ortamdan uzak kalmak istemiyor gibi Zahir'in yanına oturdu.
"Hangisi daha köti bilmeyurim." Dedi Zahir nefesini vererek ve bakışları annemin mezarına kaydı. "Bir mezarinin olmasi mi, yoksa hiç olmamasi mi?" Bunu sorarken daha çok kendisine soruyor gibiydi.
"Yerini biliyorsun." Dedi Aziz nefesini vererek ve baktı bize. "Ölmesi mi daha kötü, terketmesi mi?" Aziz abinin annesi onları daha çocukken terketmişti. Babaları zaten şerefsizin önde gideniydi.
"En azından yaşadığını biliyorsun." Dedi abim kısık sesiyle.
"İkisinide bilmiyorum." Süleyman fısıldadı bize bakarken. "Ölü mü sağ mı bilmiyorum, bence hepsi acı verici." Bir ailesi olduğundan bile haberi yoktu büyük ihtimalle. Hepimizin acıları vardı. Ve sanki annemin mezarı bizim acılarımız birleştirmişti.
"Haklısın." Diye fısıldadı Zerda başı abimin göğsündeyken. "Hepsi, acı verici."
"Ama bende Tufan'sam." Dedi abim gözünü karartmış bir şekilde. "Annemin kanını yerde koymam." Gözlerinde iddialı bir bakış vardı. "Anneme yaşattığını misliyle yaşayacak." Başını çevirdi annemin mezarına, elini koydu soğuk taşın üstüne.
"Sana yemin ederim anne, yaşattıklarını misliyle yaşayacaklar." Hafif esen rüzgar hepimizin saçlarını uçuşturdu. Sanki annemin kokusuydu bu burnuma doldu. Elim kalktı usulca, abimin elinin üstüne koydum. Gözlerimi onun gözlerine çıkardım. "Söz veriyoruz anne." Diye fısıldadığımda aniden elimin üstünde başka bir el hissettim. Buda Zerda'ya aitdi.
"Yanınızda olacağım." Dedinde tebessümle baktım ona. Onun elinin üstüne Aziz'in eli yerleşti. "Kusura bakma Zümra teyzem, bensiz olmaz. Birkaç yumruk atmazsam içim soğumaz."
"Organlaruni çıkarmak dahil midur?" Zahir elini elimizin üstüne koydu. "O kısmi çok seveyurim."
"Ben o kısmı hiç sevmiyorum." Süleyman'da hiç çekinmeden elini ellerimizin üstüne koydu. "Sen çıkarırken ben arkamı dönerim, kan görmek istemiyorum." Eskiden iki kişi geldiğimiz bu mezara artık ailemle gelmiştim.
Kardeşlerimle.
****
3 gün sonra
İki gün önce o mezardan çıktığımızda hayat bizim için değişmiş gibiydi. Eskiden Nadir'i arayan babam artık bizden kaçıyordu. Çünkü sırları gün yüzüne çıkmıştı. Ne Yavuz duruyordu ne de abim, babamı girdiği delikten çıkarmak istiyordular. Ona baba demek bile artık beni iğrendiriyordu, zaten hiçbir zaman gözlerine bakıpda baba kelimesini dilimden dökmemiştim onun için. Benim bir babam yoktu, varlığı benim için yokluğuyla aynıydı. Yavuz'u ne kadar zorlasamda yerinde durmuyordu.
Veli abinin yazdığı reçetedeki her ilacı ona zorla içiriyordum. Hepsini çocuk gibi mızmızlanarak içiyor, en sonunda da benden bir öpücük çalmaya çalışıyordu. Onu şimdilik ilaçları almaya ikna etmiştim. Sinirden ve stresten elimden geldiği kadar uzak tutmaya çalışıyordum. Babamın peşine düşmesine bile zar zorda olsa izin vermiyor evde tutuyordum onu.
Narin desen Devran'dan bir haberi yoktu. Ona bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum, bırak Narin'e devrandan bahsetmeyi Özlem'i Yavuz'a nasıl anlatacaktım? Artık pişmanlık duygusu her geçen an biraz daha üstüne çöküyordu. Ondan bunu gizlememem gerekiyordu. Ama nasıl söyleyeceğimide bilmiyordum. Nasıl derdim?
Kız kardeşin aslında yeğenin.. söylenir miydi bu bir insana? Peki Özlem? O tüm bunları öğrendiğinde ne duruma gelecekti? Devran döndüyse kızı için dönmüştü. Emanet dedikleri kızıyla sevdiği kadındı ve şimdi onların intikamını alıyordu. Kurduğu oyun belki de bunun içindi. Belki de sevdiği kadını alacak kızını büyütecekti. Ama bundan önce yaşadığı acıların öfkesini çıkarmak istiyordu. Bilmiyordu ki bu yolda kardeşini feda ediyordu. O tüm bunları yaparken İshak yoluna taş koyuyordu. Devran İshak'ın ellerinde olabilir miydi artık bu durum bile bana şüpheli geliyordu. Yavuz Devran'ı gördüğünü sanıyordu, öyle bir durumda halisyasyon görmüş olabilir miydi anlam veremedim ama Devran'la İshak eski dostdu.
Devran'sa işlemediği bir cinayet yüzünden suçlanıyordu. İshak'ın sevdiği kadın Devran yüzünden ölmediyse Devran bunu kesinlikle İshak'a anlatmış olmalıydı, hemde defalarca. Ama bir konu daha vardı kafamı karıştıran, İshak Devran'ın yaşadığını öğrenir öğrenmez ortaya çıkmıştı. Devran'ın Kemal'i bizim düğün günümüzde vurdurttuğunu biliyodu. Aramızda bir hain var sanmıştık, ama bu mümkünsüz bir şeydi. Öyleyse kim anlatmışdı Yavuz'un onca planını İshak'a? İçimizden birisi değilse Yavuz'u çok iyi tanıyan biriydi.
İşte burası kafamı daha çok karıştırıyordu.
Nefesimi verdim ve gelişi güzel bir şekilde elimdeki sıvı kek hamurunu karıştırmaya devam ettim. Çok normal bir hayatımız varmış gibi burda Ceylan ve Zerda'yla kek yapıyordum.
"Şekeri biraz daha koy." Dedi Zerda. Düşüncelerimden sıyrılarak şekeri alıp içine ekledim.
"Hâlâ söylemediniz, biz bu keki neden yapıyoruz?" Diye sordum onlara bakarak. Aniden beni kolumdan yakalamış mutfağa sürüklemiştiler. Ve tek şu cümleyi kurmuştular.
Kek yapacağız.
E peki neden yapıyorduk?
Zerda sırıtarak göz ucuyla Ceylan'ı gösterdi. "Ceylan istedi." Dediğinde anlam veremeyerek baktım ona.
"Canın mı çekti?" Hızla başını salladı iki yana. "Hayır, Zahir için." Dediklerini anlamayarak başımı omzuma eğdim.
"Zahir abi için mi?" Dediğimde sesim şaşkınlık doluydu. Beni onaylar gibi ceylan benzeri gözlerini dikti bana. Böylede küçük çocuklar gibiydi, Ceylan gerçekten insana küçük bir çocuğun neşesini veriyordu. Zerda gülerek baktı bana.
"Zahir'in doğum günüymüş bugün." Hızla döndüm ona. "Gerçekten mi?" Dediğimde yüzüme tebesüm yayıldı. Zerda salladı başını.
"Ceylan, Süleyman Zahir'in doğum gününü kutlarken duymuş." Sıcak bir tebessümle baktı ona. "Zahir'e neden kutlamıyorsun diye sorunca, Zahir'de doğum günlerini sevmem demiş. Ceylan'da onu bu fikrinden döndürmek istiyor. Çünkü kendisine göre-"
"Doğum günleri harikadır!" Diye araya girdi Ceylan ve güldü. "İnat ettim, ona pasta yedireceğim."
"Bende yardim edeyim mi!" Özlem'in sesini duyduk. Başını kapıdan içeri sokmuş bize bakarken yüzünde haylaz bir tebessüm vardı. Özlem'i görmek bir kez daha içimdeki acı yığınına bir tekme savurdu. Pişmanlık içimde gittikce büyüdü. Küçücük bir çocuğun hayatı mahvolmuştu. Ailesi sandığı kişi ailesi bile değildi. Babaannesini, dedesini, annesi babası sanıyordu.
"Gel bakalım." Zerda onun yanına giderek kucağına aldı. Zerda oldum olası çocuklara karşı zaafı olan biriydi. Kendi çocukluğunu hiç yaşayamadığındandı belki de.
Zahir abinin doğum gününü kutlayacaksak buna seve seve yardım ederdim. Zahir'in hayatımda önemli bir yeri vardı, ve oda beni kız kardeşi gibi görüyordu. Ceylan'la Zahir iki düşman gibiyken aslında Zahir'in inatı Ceylan'ı inatına denk gelmişti. Şimdi burda Zahir'e kek hazırlayan kız hiçte düşman gibi durmuyordu. Aksine fazlasıyla mutluydu. Aralarında garip bir çekim vardı.
"Şimdi Zahir ne sever?" Dedi Ceylan düşünceli bir sesle. "Pasta yapıyoruz ama, üstüne ne koyacağız?"
"Çikolata!" Diye araya girdi Zerda'nın kollarında ki Özlem. "Zahir abi çikolataya bayılir, hiç söylemeyi ama ben biliyorum!" Süleyman patlamış mısıra bayılıyordu orasını biliyordum ama Zahir abinin çikolata sevdiğini bilmiyordum.
"Emin miyiz?" Dedi Ceylan gülerek. "Sonra pastayı alıp kafamıza fırlatmasın?" Dedikleri benide güldürdü.
"Garanti veremiyorum, Zahir abi bu her şeyi yapar." Dedim ve keki tamamen karıştırmayı bitirip kaba ekledim.
"Yapacağını sanmıyorum." Zerda gülerek konuştu. "Sen düşünmüşsün ya, sevgili düşmanının ellerinden kek yemeye bayılır bence." İmalı bir tınıyla konuştuğunda Ceylan ona anlamayarak baktı.
"Keki niye ben yediriyorum, kendi yesin. Eli kolu yok mu?" Bazı şeyleri gerçekten anlamıyordu. "O anlamda demiyor." Dedim gülerek. "Hani kek yapıyoruz ya ona, sen düşünmüşsün Zahir için." Yaptığı şeyin daha yeni farkında varmış gibi irisleri genişledi.
"Ben sadece doğum günlerini sevdirmeye çalışıyorum!" Savunmaya geçince Zerda sahte bir inanma ifadesi takındı. "Tabii canım, o yüzden ne sever ne sevmez diye liste tutmaya çalışıyorsun. Asla onu düşündüğün için değil."
"Onun neyini düşüneceğim! Odunun teki zaten!" Zahir için yaptığı şeyi kabul etmiyordu. Ceylan farkında değildi ama bir şekilde Zahir'e çekiliyordu. Zahir abide aynı durumdaydı.
"Neresi odun, pekte kibardır abim." Dediğimde Ceylan bana dünyanın en aptal cümlesini kurmuşum gibi baktı.
"Duymamış gibi yapacağım Hafsa'cım. Hatta bu cümleyi aklımdan siliyorum, yoksa yüreğime inecek." Sözleriyle gülerek başımı iki yana salladım. Zahir'i kötüleyip Zahir için kek yaptırıyordu bana, nasıl da zeki bir haraket..
"Hadi hadi az konuşun." Dedim ellerimi yıkayarak. "Gerisi size emanet, madem Zahir'in doğum günü gidip korumalardan birine mum filan almasını söyleyeceğim bir doğum günü yapıyoruz bari tam olsun." Zerda hızla salladı başını ve Özlem'i oturttu tezgaha.
"Balonda!" Özlem neşeyle bağırınca ona bakıp gülümsedim. "Tamam, balonda." Mutfağı onlara bırakarak kapıya yürüdüm ve koridora çıktım. Yavuz evde olmadığı için mecburen korumalardan birine söyleyecektim. Ön kapıya yürürken çalan telefonumu duydum. Elimi cebime atıp onu açarken bilinmeyen bir numara olduğunu farkettim. Yanlış aramıştı belki de her kimse, telefonu açıp kulağıma tuttum ve karşıda duyduğum ses adımlarımı kestim.
"Alo?" Cengiz'in sesi değil miydi bu? Umarım yanlış hatılıyordum.
"Kimsiniz?" Diye sorduğumda sesli bir nefes duydum telefonun diğer ucundan.
"Hafsa'yla mı görüşüyorum? Cengiz Ordulu ben." Diye sorduğunda sıkıntılı bir nefes verdim. Oydu.
"Ne istiyorsun?" Soğuk bir tınıyla konuştum. Bu adam beni neden arıyordu?
"Konuşmamız lazım." Ne konuşacakmışız? Olmayan şerefini mi?
"Konuşacak bir şeyim yok benim seninle." Telefonu yüzüne kapatacakken sesi beni durdurdu.
"Evin arkasındayım." Kaşlarım çatıldı. "Ablamları burda tuttuğunuzuda biliyorum."
"Ablan kendi isteğiyle burda." Sert sesim onun sesini böldü. "Geri almak istiyorsan, çok yanılmışsın çünkü ne o geliyor ne de biz veriyoruz."
"Gel konuşalım. Telefonda olmaz." Canına susamış olamlıydı. "Gelmek istemezsen, orası sana kalmış. Ama iki dakika içinde evinizin kurşuna tutulmayacağı sözünü veremem." Sözleri içimdeki öfkeyi körükledi.
"Aşağlık herif." Dedim dişlerim arasında. "Bekliyorum." Diye bir kelime çıktı ağzından, ardından telefon yüzüme kapanınca öfkeyle onu çektim kulağımdan. Resmen bana tehditler savuruyordu. Oraya gitmem güvenli değildi, dediklerine inanmıyordum.
Ama ya doğruysa?..korumalar vardı. Peki ya kurşunlardan biri içimizden birine denk gelirse? Bu his beni yiyip bitirdi. Yavuz'a söylesem? Öfkelenirdi. Söyleyemezdim. Onu sinirden stresten uzak tutmaya çalışıyordum. Şimdi oraya gidemezdim. Numaranın üstüne tıklayıp mesaj kutusuna girdim.
Şu an oraya gelemem, hiçbir şey yapma. Ne konuşmak istiyorsan, akşam saat 9 da çıkabilirim.
İçimde ki pişmanlık duygusuna engel olamıyordum. Ama içimizden herhangi birisine zarar gelmesine izin veremezdin. Yavuz'u strese sokmamalıydım. Bu yüzden susmayı seçtim. Ne konuşmak istiyorsa konuşacaktım. Ama ne Narin'i ne de Ceylan'ı bizden alamayacaktı. Cengiz'den gelen bir onay mesajının ardından telefonu cebime koydum. Kendimden nefret etmeme sebep oldu bu yaptığım şey ama başka çarem yoktu. Şimdilik bunları bir kenara bırakarak korumalardan birine gerekli olan şeyleri almasını söylemiştim.
Bizimkiler daha dönmemişti, O sırada Zerda ben Ceylan masayı hazırladık hatta Narin bile bize yardım etmişti. Hava pek soğuk değildi, bu yüzden arka bahçede küçük bir masa kurmuştuk. Uzun zaman olacaktı böyle bir araya gelmeyeli, özlemedim desem bu büyük bir yalan olurdu. Masayı kurmuştuk, etrafa balonlar asmıştık. Pastayı tam ortaya yerleştirmiştik. Mumlar üstündeydi. Zahir abi 33 yaşına girdiği için 33 mum dizmişti Ceylan. Resmen çocuk gibiydi, ama bu halleri insana fazlasıyla tatlı geliyordu. Bu işlerde ona en çok Özlem yardım etmişti. Narin ne Özlem'e yaklaşıyordu ne de uzaklaşıyordu. Sadece ara ara uzun uzun baktığını görüyordum. Kızının yanına gidecek cesareti yoktu.
Hepimiz bu akşam için hazırdık. Kahverengi saçlarımı kenarlarından toplamıştım. Kahküllerim alnımı kapatırken üstümde beyaz gündelik çiçekli bir elbise vardı. Hafif rüzgarlı havaya rağmen beni sıcak tutan üstünden giydiğim ceketti. Ceylan'a göre rahat takılmayı sevdiğini üstündeki sade kapşönlüden anlamıştım. Nasıl giyindiğini gerçekten umursamıyordu, kapşönlüsünün altınada aynı renkte bir pantolon giymişti. Yinede bu ona yakışıyordu. Zerda'nın üstünde bir kazak altında pantolon varken Narin'inde üstünde benimkine bezner başka renkte bir elbise vardı. Zaten o normalde bile pantolon yerine uzun elbiseler giyerdi.
Her şey hazır olduktan sonra Yavuz'u aramakla meşguldüm. Birkaç çalmanın ardından onun sesini duydum.
"Söyle yavrum?" Şefkatli tınısı yüzüme tebessüm yaydı. Nefesimi verdim.
"Geliyor musunuz? Zahir abi yanında mı?" Diye sordum sakin bir tınıyla.
"Arka arabadalar, yarım saate geliriz. Bir şey mi oldu?" Gülümseyerek konuştum telefona doğru.
"Biz Zahir'e doğum günü partisi hazırladık." Birkaç saniye sessizlik oldu, ardındam güldüğünü duydum.
"Ne işler çeviriyorsunuz siz orda?" Sorusu benide güldürdü. "Ne var ya? Bence biraz eğlenmeyi hakettik."
"Eğlenmenin başka yollarıda var yavrum, istersen deneriz." Sözleriyle gözlerim genişledi. Ardından yanaklarıma yayılan sıcaklığı bir kenara ittim.
"Pis düşünceli bir adamsın Yavuz." Yürekten bir kahkaha attığını duydum. "Bizi bu hale sokan sensin be güzelim."
"Boş boş konuşacaksan kapatıyorum." Dedim alaycı bir tınıyla.
"Demedim bir şey demedim." Sesinde eğlence izi vardı. "Kapatma, sesini duymak istiyorum." Bu adam her seferinde kalbimi eritmeyi başarıyordu. Ve ben bu sözlere nasıl bir cevap vereceğimi bilmediğim için utanmasam yaa derdim de ona bile utandığım için onun çocukca hallerine sadece gülebildim.
"Zahir abiye arka bahçede bir masa kurduk." Dedim tebessümle diğerlerini izlerken. Masanın son dokunuşlarını yapıyordular.
"İyi etmişsiniz." Sesi sakin bir şefkatle doluydu. "Vardı bugün böyle bir şey aklımda, dönüşte pasta almayı düşünüyordum bakıyorum da siz benden önce davranmışsınız."
"Ceylan'ın fikriydi." Şoka girdiğine emindim. Ardından alaycı sesini duydum. "Bunu Zahir'e söyleme, sonra ben bu pastayı yemem diye inatı tutar." Haklıydı.
"Gizleye bileceğime pek emin değilim." Çenemi tutamazdım.
"Bilmez miyim.." hayıflanır gibi keyifle konuştu. "Karimin çenesi pek çalışkandir. Susmak bilmeyi." Şiveli tınısyla benimle alay ederken devirdim gözlerimi.
"Bir kelime daha et, bak nasıl şişiriyorum kafanı sabaha kadar susmam." Yapardım.
"Emrin olur yavrum." Keyifle söylendi. "Sesinin tınısına bile aşığım, kafamın şişeceğini hiç düşünmüyorum." Bu adamla uğraşılmaz.
"Dünyanın en romantik adamı kitapını çıkarsalar ismin herhalde birinci yerde olurdu Yavuz." Sözlerime alınmış gibi konuştu.
"Hakkımı yiyorsun, benim ismim bir kitapta yazmayacak kadar değerli." Gülüşü sesine yansımıştı.
"Yine egon konuştu senin, kapatıyorum!" Dedim gülerek. "Ego değil, gerçekler. Ve sen bunları kaldıramıyorsun. Orası da senin sorunun."
"Egoist." Öyleydi. Kabul etmese bile. Ama bir gerçekte vardı, Yavuz her şeyiyle harikaydı. "Zalımın kızı, sana layık bir koca olmaya çalışıyorum şurda sen buna ego mu diyorsun?"
"Benim kocam daha sakin, daha böyle alçakgönüllü olsa?" Dediğimde dilini damağına vurdu. "Sana yakışır bir koca, egoistin önde gideni olmalı. Çünkü sana sahipsem Hafsa, bu zaten dünyanın en büyük şansı benim için."
"Bel altı vuruyorsun." Sözleri hoşuma gidiyordu, ve bu sesime yansıyordu. Hoşuma gittiğinin gayet farkındaydı. "Sen beni kalbimden vurmuşsun, ben bel altı vurmuşum çok mu?" İlla yüreğime indirmeyi kafaya koymuştu. Her sözünde her kelimesinde biraz daha aşık oluyordum Yavuz'a. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Nasıl bunu başarıyordu bilmiyordum ama Yavuz beni her şeyiyle mahvediyor ona biraz daha aşık kılıyordu.
"Hadi hadi cilveli bey, işlemez bana bu oyunların."
"Cilveli bey mi?" Sahte bir öfkeyle konuştu. "Benim karizmamı çizmekte üstüne yok."
"Cilveli bey." Dedim gülerek. "Bundan sonra sana böyle sesleneceğim."
"Çoluğa çocuka maskara olduk." Azarlayan tınısıyla çattım kaşlarımı. "Kendin kaşındın. Bu kadar cilveye ancak bu yakışırdı. Hadi gelin bekliyoruz." Dediğimde nefesini verdi.
"Emredersiniz hanımefendi, ordayız birazdan." Güldüm ve kapattım telefonu. Çocuksu atışmalarımız sanırım en sevdiğim kısımdı.
Geri masaya döndüm. Her şey tamamen hazırdı. Geriye kalan tek şey Zahir abinin dönmesiydi. Bugün Nisan 17, Zahir abinin doğum günüydü. Ama kendisi bunu hiç dile getirmemişti. Doğum günlerini sevmiyorsa, Ceylan'ında dediği gibi biz ona doğum günlerini sevdirecektik. Yaklaşık yarım saatin sonunda ön kapının açıldığını duyduk. Hepimizin içinde çocuk heyecanı vardı, doğum günlerini genellikle kutlamazdık. Annem öldüğünden beri doğru düzgün bir doğum günü bile kutlamamıştım. Hiçbirimiz yapmamıştık. Bu yüzden bugün böylesine mutluyduk. Kaybettiğimiz çocukluklarımız sanki bu masada toplanacakmış gibiydi.
"Ula gözlerimi niye kapatayisin!" Zahir'in isyan dolu sesini duyduk. Gülmemek için zor durdum, cam duvardan onları görüyorduk. Süleyman elleriyle onun gözlerini kapatmıştı Yavuz Zahir abiyi yönlendirirken Cafer'le Aziz bu durumu kayıt altına alıyordu. Abim Yavuz gibi Zahir'e yön verirken Zahir Süleyman'ın ellerinden kurtulmaya çalışıyordu.
"Yeter da!" Dedi Zahir sitemle. Süleyman azarlar bir sesle bağırdı. "İki dakika rahat dur, direk gibi uzunsun boyumda yetmiyor zaten!" Zahir'in gözlerini kapatmaya çalışırken resmen parmak uçlarına kalkmıştı. Kollarının uzun olması onun için bir avantajdı.
"Az kaldı az sabırlı ol!" Aziz abi gülerek konuşurken Cafer sırıtarak olanları kayıt altına alıyordu. "Daha sonra daha fazla güleceğum bir ani. Ula biz böyle şeyleri ara sıra yapsak mi? Özellukle şu Zahir'i ortaya koyunca her şey daha eğlenceli olayimiş."
"Cafer!" Zahir öfkeli bir tınıyla konuştu. "Kapa çenenu az kaldi birinizi önime katipda ezeceğum!"
"Arkada kalmak her zaman bir avantajdır." Dedi Süleyman keyifle. Sonunda Yavuz cam kapıyı itip açtığında gözlerimiz kesişti. Sevgi dolu bir ifadeyle bana baktı. Zerda elinde tuttuğu pastayı Ceylan'ın ellerine verince Ceylan bir anlık şokla baktı ona. Bunu neden yaptığının çok iyi farkındaydım, Zerda bu ikisini yakıştırıyordı. O yüzden hiç çekinmeden onları yakınlaştırmaya çalışıyordu.
Sonunda Süleyman ellerini Zahir'in gözlerinden çekti. Zahir bıkkın ifadesiyle nefesini verdi, ama bizi görünce o ifadesi şaşkınlığa dönüştü. Beklediği manzara bu değildi, masada onun sevdiği yemekler Ceylan'ın ellerinde bir pasta. Ve üstündeki iyiki doğdun yazısı. Hepsi Zahir içindi.
"Nolayi ula?" Dedi kafası karışmış bir şekilde. "Kim evleneyi, Tufan evleneyimisiniz lan?" Sözleriyle güldü abim.
"Ben Zerda'ma böyle küçük bir düğün yapar mıyım?" Zerda'ya bakarak göz kırptı. Zerda'ysa yine ona cilveli bakışlarından birini attığında aralarındaki çekime güldüm.
"Bu nedur o zaman?" Diye sorduğunda Süleyman bıkkın bir nefes verdi. Zahir'in yanında durdu. "Bil bakalım bugün kimin doğum günü, hani sabah saat yedide sıcacık yatağımdan çıkıpda gelip kutlamıştım kimdi o acaba?" Sorduğu soruyla Zahir sanki jeton yeni düşmüş gibi aydınlandı. Gözleri bize döndü. Tüm bunların onun için olduğunu anlaması biraz zaman aldı.
Ama anladığı an yüzünde ki manzara görülmeye değerdi. Bakışlarına sıcaklık erişti. Belki de ilk kez bir yerlere aitmiş gibi hissetti. Çünkü dik duran omuzları hafifçe çöktü. İfadedi düz kaldı, ama gözleri arkasında gördüğümüz binlerce duygu bize yeterliydi. Zahir abinin gözlerinde ilk kez bir umut gördüm. Bir aile umutu. Doğum günlerini sevmezdi, belki de bu yüzden daha önce ona böylesine aile arasında bir doğum günü hiç yapılmamıştı. Hep reddetmiş olmalıydı. Ama bugün burda, Ceylan sayesinde ona bir doğum günü hazırlamıştık. Gözleri Ceylan'ı buldu. Ardından Ceylan'ın ellerindeki pastaya indi. Kısa bir süre içinde geri ona baktı. Ceylan'sa ne yapacağını bilemez gibi küçük bir tebessüm ettiğinde belki de Zahir'e ilk kez düşmanca değilde şefkatle baktı. Bu bakışsa Zahir'in hoşuna gitmiş gibi gözlerini hiç ayırmadı.
"Doğum günin kutli olsin kardeşum." Cafer gülümseyerek ona bakıp konuştuğunda Zahir abi sonunda Ceylan'ın gözlerinden kopmayı başardı. Zerda ve bende bu sahneyi sırıtarak izliyorduk. Özlem'in bizden aşağı kalır yanı yokken Narin'in dudaklarında bile tebessüm vardı.
"Hiç, gerek yokti." Dediğinde Zahir ne yapacağını şaşırmış gibiydi. Böyle bir şey kesinlikle beklemiyordu. Mahçup bir tavrı vardı.
"Bence vardı." Dedi Aziz abi ve baktı Zahir'e. "Orda taş duvar gibi duracağına teşekkür et kızlara!" Zahir'in dudaklarına tebessüm yayıldı. Ardından bize baktı. Birkaç adım atarak masaya yaklaştı. Gözleri bir kez daha onun için hazırladığımız bunca şeyde dolandı. Geri bize döndü.
"Kim yaptı bunlari?" Diye sorduğunda Zerda'da bende aynı anda işaret parmaklarımızı Ceylan'a doğrulttuk.
"Elimizi bile sürmedik abi." Dedim neşeyle. "Hepsini Ceylan yaptı!" Diye onayaldı Zerda beni.
Yalan. Ama biz Zahir böyle bilsin istedik.
"Ne!" Ceylan hızla bir bana bir Zerda'ya baktı. Yanakları çoktan kızarmaya başlamıştı. "Tek başıma yapmadım! Onlarda yardım etti!" Dediğinde çattım kaşlarımı.
"Yalan söyleme, utanma." Dedi Zerda keyifle. "Valla abi hepsini Ceylan yaptı, özellikle pastaya çikolata kattı sen seviyorsun diye."
"Allah Allah!" Ceylan öfkeli bir ifadeyle bize dönerken diğerleri arkada kıkırdamakla meşguldü. "Susacak mısınız siz?"
Zahir'in azarlayan bakışları üstümüzde gezindi. Ne yapmaya çalıştığımızı çoktan anlamış bize bilmiş bir bakış atarken dudaklarının kenarlarında tebessüm vardı.
"Ben buna teşekkür etmem." Dediğinde sesi bu sefer rekabet taşımıyordu. Göz ucuyla Ceylan'a bakarken konuştu. "Size teşekkür edeceğum, kendusine iletursiniz."
"Odun." Diye homurdandı Ceylan ağzının içinde. Bu tavrı Zahir'in hoşuna gitmiş gibi bakışlarını çevirdi ona.
"Yettiniz ama, hadi geçin üfleyin şunuda resim çekelim!" Dedi Süleyman, Cafer abi çoktan telefon tutacağını getirip kurmuştu. Süleyman telefonu yerleştirirken Yavuz yanıma ilerledi.
"Hafsa'm." Dediğinde yanıma gelir gelmez kolu belime dolandı. Gülümseyerek ona baktığımda dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerim kapandı birkaç saniyeliğine, ardından geri çekildi bir adım ve boydan boya süzdü beni. "Yine çok güzelsin." Gülerek omuz silktim, ellerimi onun gömleğinin yakasına koyarak düzelttim.
"Seninde MaşAllah'ın var cilveli bey." Dediğimde abartılı bir nefes verdi. "Hayda, ciddisin sen bu cilveli bey konusunda?"
Çocuk haylazlığıyla baktım ona. "Ciddiyim tabi." Ellerimi çektim yakasından ve başımı eğdim omzuma. "Bence sana çok yakışıyor." Kimse bakmadan dudaklarını çene çizgime bastırınca gözlerim genişledi. Aynı dudakları kulağımın yanına geldi. "Baa en çok sen yakışayisin." O şivesi kulağıma öyle tatlı öyle çekici geliyordu ki dudaklarımda seğiren tebessümle baktım ona.
"Haklısın." Dedim övünen bir sesle. "Sana bir tek ben yakışıyorum."
"Dilek tut dilek!" Cafer'in neşeli sesini duydum. Bakışlarımız anında oraya döndü. Çoktan mumları yakmıştılar. Zahir'in yüzünde ilk kez böylesine derin bir tebessüm vardı. Sanki huzuru bulmuş gibi.
"Ne tutacaksin?" Özlem merakla başını kaldırıp sordu. Zahir'in masaya yasladığı kolları arasında durmuştu. Zahir oturmadığı için Özlem ancak onun bacağından birazcık uzundu.
"Dilekler söylenmez." Zahir şefkatli bir tınıyla cevap verince Özlem geniş gözlerini dikti ona. "Baa da mi?" Zahir gülerek baktı ona. "İyu tamam, saa söylerum." Gözlerini geri pastaya çıkardı. İçinden bir şeyler düşündü. Ardından gözleri teker teker hepimizin üstünde gezindi. En son Ceylan'da durdu. Nedense içimden bir ses tek bir dilek dilediğini söyledi.
Bu aileyi hiçbir zaman kaybetmemeyi diledi. Belki de mutlu bir aile, aynı istediği gibi bir çocuk. Çünkü Zahir abi baba olmayı çok istiyordu. Bir aile istiyordu. Ailesi bizdik. Pastayı üflediğinde hepimiz alkışlamaya başladık. Özlem merakla ona bakarken Zahir kulağına eğildi ve tuttuğu dileği ona fısıldadı. Bunun ardından Özlem güldü. Dileği Özlem'i mutlu etmişti.
"Bende oynar mıyim onunla, sever mi benide?" Diye sorduğunda Zahir gülümseyerek salladı başını. "Oynarsun tabi." Ne dilediğini anlamadım, ama bu dilek Özlem'in hoşuna gitmişti.
"Doğum günün kutlu olsun aslanım!" Süleyman aniden Zahir'in sırtına atlayınca Zahir düşmekten son anda kurtuldu.
"Sırtumi kıracaksun!" Dedi öfkeyle. Süleyman'sa koala gibi kollarını Zahir'in boynuna doladı. "Kırmam!"
"Hadi!" Dedi Aziz yerleştirdikleri telefonun düğmesine basarak. Geri sayım başlayınca herkes yerlerini almıştı. Yavuz kolunu belime dolayıp beni kendine yakın tuttu. Süleyman Zahir'in sırtından inmiyordu. Ceylan Zahir'in solunda durmuş onun yanında Zerda'yla Tufan vardı. Aziz'de vakit kaybetmeden onların yanında yerini alınca abim bir kolunu Aziz'in omzuna attı. Onlara sahte kıskançlık bakışları atan Cafer'i Aziz gülerek kolunun altına çekti. Abim diğer kolunu Zerda'nın omuzlarına dolarken Narin'in yanında duran Özlem onun kucağına tırmandı. Narin daha ne olduğunu anlamadan şoka girdiğinde bir kez daha Özlem'i uzaklaştırmasından korktum. Ama yapmadı.
Bu sefer yapmadı. Bunun aksine dolu gözlerini bir kenarda tutarak kollarını Özlem'e sarınca Özlem neşeyle güldü. ilk kez Narin ondan kaçmadı diye sevindi.
Bilmiyordu ki annesiydi.
Sesli bir nefes verdim. Başımı Yavuz'un göğsüne yasladım. Gülümseyerek başımı kaldırıp ona baktığımda onunda bana baktığını gördüm. Herkes kameraya bakarken resim çekildi. Biz birbirimize bakarken kamera bu anı kayıt altına aldı.
"Çok seviyorum zalımın kızı seni." Dedi fısıldayarak ve elini kaldırdı. Parmak eklemlerinin arkası yanağıma sürtündü. "İyiki hapis olduğum zindanın içinde bir ışık gibi parlamışsın." Kehribar hareleri gözlerime dalıp gitiğinde sıcak bir sesle fısıldadım. "İyiki beni sevmişsin, Yavuz. İyiki o zindanın içinde parlamam izin vermişsin."
Zindan onun kalbiydi, orda kilitli kalan Yavuz'du. Ve onun kalbini aydınlatan bendim. Ve ben Hafsa Payidar, o kalbin bir daha sönmesine asla izin vermeyecektim.
"Bu kadar dram yeter ula!" Cafer'in sesini duyduk. Hâlâ Zahir'in sırtında olan Süleyman'ın sırtına atlayınca üçüde yere devrildi. Bu sahne karşısında küçük cıyaklamaya benzer çığlıklar ve gülüşlerimiz birbirine karıştı.
"Allah'in cezalari!" Diye bağırdı Zahir öfkeyle. En altta kaldığı için sesi boğuk geliyordu.
"Lan adamı doğum gününde öldüreksiniz kalkın üstünden!" Dedi abim alaycı ve azarlar sesiyle. Süleyman'da başını kaldırıp Cafer'i görmeye çalıştı.
"Abi sana zahmet, o kıçını çeker misin!" Dediğinde Cafer en üste olduğu için keyfi yerindeydi. "Hiç çekeceğumi sanmayirim, böyle çok rahatim!"
"Kalkin üstümden!" Zahir kendini yerden kaldırmaya çalıştıkca Cafer daha çok bastırdı.
"Abi!" Dedi Süleyman acı dolu bir inelmeyle. "Kolumu kırdın bıraksana ne çekiştiriyorsun!"
"Kolin mi ula o senin!" Zahir bıraktı onu ve bu sefer Cafer'in ayağını tuttu. "Defol git ula üstümden!"
"Kalkmayirim!" Diye inat etti Cafer. Yavuz gülerek yürüdü onların yanına. Bir çırpıda Cafer'in yakasını yakalayıp sağa çekince Cafer"in sıkıntılı homurtsunu duyduk. Aziz bu anları kayıt altına alırken gülmekle meşguldü.
Yanına geçerek kayıt altına aldığı sahneye baktım. Gülerek onları izledim.
"Sanırım, kaybettiğimiz aileyi bulmuşuz ha abi?" Dedim Aziz'e bakarak. Gülümsedi ve başını çevirdi bana. "Bu damatla evlenerek çok iyi bir iş çıkardın, kedi olalı bir fare yakaladın kardeşim aferin." Dedi bir kolunu omuzlarıma dolayarak. Gülerek başımı ona yaslayıp karşımdaki manzarayı izledim.
Bir meydanın ortasında karşılatığım adamın bana böylesine geniş bir aile vereceğini tahmin edemezdim.
"Hadi ama!" Dedi Zerda keyifle. "Ne zaman pastayı yiyeceğiz onun için çok uğraştık-" düzeltti hızla kendini. "Uğraştı Ceylan!"
"Zerda!" Dedi Ceylan uyaran bir tınıyla. Güldü Zerda ve tabakları dizmeye başladı. Narin hâlâ kollarında Özlem'i tutarken Özlem neşeyle önünde gelişen manzarayı izliyordu. Cafer üstlerinden çekilince haliyle Süleyman ve Zahir yere yığılıp kalmıştı.
"Abi sen kaç kilosun, organlarım yer değiştirdi içeride!" Diye sitem etti Süleyman. Zahir hâlâ hayatı sorgular gibi boş boş gökyüzüne bakıyordu.
"Asıl sen kaç kilosun!" Diye söylendi. "Vücudumi hissetmeyirim!" Ceylan ona elini uzatınca boş gözlerle baktı ona. Ardından tek kaşını kaldırdı sorgular gibi. Ceylan'sa hâlâ elini tutup da kalksın diye bekliyordu. Zahir nefesini verdi elini uzatıp onun elini tutarak ayağa kalktı. Süleyman kısarak gözlerini izledi onları.
"Cafer ula Cafer!" Hayıflanır gibi konuştu. "Her kesi kaldıracak birileri varidur, biz kalduk mi yerde?" Şiveli konuşup ortamı daha neşeli bir hale getirirken Cafer ayağa kalktı ve Süleyman'ın ayağına şakacı bir tekme attı.
"Bende görip göreceğun budir." Dedi Cafer alayla. Süleyman gözlerini devirince Yavuz kaldırdı onu yerden.
"Çocuksunuz çocuk." Sesli bir nefesle konuşunca Süleyman gülerek durdu ayakları üstünde.
O gece uzun zaman sonra ilk kez böylesine eğlendik. Süleyman'ın şakaları, Cafer'in alayları ortama neşe kattı. Uzun zaman sonra bir aile olarak bir aradaydık. Narin ilk kez kızından kaçmadı, pişmanlığı yüzünede kazınsa onu suçlayamıyordum. Eğer o gece Özlem'i vermeseydi o zaman Kemal hiç acımadan torununu ortadan kaldırırdı. Bu yüzden Narin bulduğu ilk çözümü değerlendirmişti. Devran'ı öğrediği günse, yıkılacağına emindim.
Kaç şarkı dinledik bilmiyordum, ama Cafer abi sağolsın en çok Gümüşhane kızlari çalıyordu. Cafer abininin kesinlikle bu şarkıya bir bağımlılığı vardı. Yavuz'un iltifatları gece boyunca beni utandırıp durdu. Zahir abi mutluydu, onu ilk kez böylesine huzurlu görüyordum. Asıl garip olansa daha düne kadar birbirini yiyip bitiren Ceylan ve Zahir bu gece hiç durmadan sohbet etmiştiler. Daha doğrusu Ceylan anlatmış, Zahir dinlemişti. Daha ilk gün çok konuştuğundan bahsederken, şimdi onu büyük bir sabırla dinliyordu. Üstelik Zahir abi sabırsız bir adamdı. Ama Ceylan'a karşı bu huyu suskun kalıyordu.
Yeterince yorulmuştuk, saat sekize kadar bahçede zaman geçirdik. Akşam olunca hava soğuduğu için masayı topladık. Dışarı çıkmam gerekiyordu. Yavuz hızlıca bir duş alacağını söylemişti, o duş alırken gidip gelebilirdim ama tek başıma çıkamazdım. Bir yolunu bulmalıydım.
Gözlerim arka bahçenin kapısına kaydı. Muhtamelen ordada korumalar vardı. O zaman onları başka bir yöne yönlendirecektim. Kimse yokken hızla oraya yürüdüm. Nefesimi verdim ve kapıyı açıp adımımı attım dışarı.
"Erol abi." Dedim, bu korumayı tanıyordum.
"Buyrun Hafsa hanım?" Diye hızlıca bana cevap verdi. Yüzünde somut bir ifade vardı.
"Yavuz söyledide, ön kapıya bir gidip bakar mısınız? Haraketlilik olmuş." Yerin dibine girmek istedim. Yavuz'un ismini vererek bunu yapmam çok yanlıştı, ama o şerefsizin ne istediğini öğrenmem gerekiyordu.
"Yavuz beyim mi istedi?" Dedi tek kaşını kaldırarak. Hızla salladım başımı. "Evet, rica ederim bir bakar mısınız?" İkisi birbirine baktı ardından salladılar başlarını. Uzaklaşıp yokuş aşağı yürüdüklerinde rahat bir nefes verdim.
Onlar uzaklaşır uzaklaşmaz hızla dışarı çıktım. Ceketimi üstüme sararak onların gittiği yönün aksine gittim. Evin arka tarafına ulaşmam gerekiyordu. Koşar adımlarla yürüdüm, korumalara görünmemeye çalıştım. Yokuş aşağı yürürken gözlerim kenarda ki ağaca yaslanıpda beni bekleyen Cengiz'i buldu. Geçen gün Zahir'in kırdığı bileği alçıdan çıkmış hâlâ askıdaydı. Bu adam üstümde kötü bir his bırakıyordu. Onu görmek bile gözlerime nefret eriştirdi. Beni farkettiğinde kaşları havalandı. Sırtını ayırdı ağaçtan ve dikleştirdi başını. Gözleri boydan boya üstümde gezindi. Mide bulandırıcıydı.
"Ne istiyorsun, çabuk söyle." Dedim sıkıntılı bir sesle yanına vararak. Acilen geri dönmem gerekiyordu, ve bu adamı daha fazla görmek istemiyordum. Gri gözlerini dikti yüzüme.
"Bir sakin ol." Dediğinde fazla rahattı. "Konuşmaya çağırdım seni, tek kelam edipde kaç diye değil." Sabırsız bir ifadeyle boş boş baktım ona. Nefesini vererek söze girdi.
"Babam sizi uyarıyor, ama siz ne kavgadan anlıyorsunuz ne iyi dilden." Başını eğip baktı bana. "Kocan bizi dinlemiyor, belki sen dinlersin diye konuşmaya geldim. Kan dökülsün diye mi uğraşıyorsunuz anlamıyorum, ama en acilinden ablamları geri getirmeniz lazım." Ne anlatıyordu bu gerizekalı?
"Ne saçmalıyorsun?" Dedim kollarımı göğsümde kenetleyerek. "Bak, açık konuşayım. Yine gereksiz bir kan davası başlasın istemiyorum." Peki, bundan bana ne. "Babam o aptal kocanı uyardıkca, dikine gidiyor. Ablamları almadan durmayacak."
"Ablanlar geri dönmeyecek." Dedim net sesimle. "Ne Ceylan ne de Narin, onlar burda kalacaklar. Buraya beni ikna etmeye geldiysen, boşa gelmişsin."
"Bilmediğin şeyler var." Dediğinde yüz hatları keskinleşti. "Narin'in orda kalması size kıyametden başka bir şey doğurmaz." Bilmediğim şeyler? Alaycı bir nefes kaçtı burnumdan.
"Özlem'den mi bahsediyorsun?" Dediğimde ifadesi donuklaştı. Ondan bahsediyordu. Her şeyin farkında olduğumu anlayınca duruldu. "Ne yapmamı istiyorsun?" Dedim öfkeli sesimle. "Bir anneyi bir kez daha kızından ayırmamı mı? Sizin gibi birer vicdansız aşağlık gibi mi davranmamı?" Soğuk bir ifadeyle sözlerimi dinledi. Dediklerim gururuna dokundu mu bilmiyordum, gerçi bir gururu bile yoktu.
"Onu kızından ayıran ben değildim." Dediğinde kısım gözlerimi. "Ama susanlardandın, buda seni onlardan biri yapmaz mı?"
"Sende susuyorsun." Dedi acımasızca. "Bu seni bizden biri yapmaz mı?" Beni bununla vurmasına izin vermeyecektim. Gurur duyduğum bir şey değildi bu gizlediklerim ama ben Yavuz için yapıyordum. Ona söyleyecektim, ama onun durumunu daha kötü bir duruma getirmekten korkuyordum.
"Haberi var mı kocanın bundan?" Diye sordu bir adım bana yaklaşarak. Sessizleştim. "Yok, sende onu kandırıyorsun. O zaman bizden aşağı kalır yanın ne?" Ona durup burda Yavuz'un durumundan bahsederek güçsüz olduğumuzu düşünmesine izin vermeyecektim. Hastalık Yavuz'u güçsüz yapmıyordu, aksine onun ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtıydı. Ama düşmana bundan bahsederek bizi vurmasına izin vermeyecektim.
"Beni kendinle kıyaslama." Dedim soğuk sesimle. "Ben sizin gibi insanların hayatını mahvetmedim." Alaycı bir şekilde güldü bir adım daha atarak yüzüme eğildi.
"Ben kimsenin hayatını mahvetmedim. Herkes kendi seçtiği yolun sonunda karşılatığı acıyı yaşadı." Onun bu dedikleri bana sökmezdi. Ablasını koruyabilirdi, en azından deneyebilirdi. Kız kardeşini koruyabilirdi, ama yapmamıştı.
"Sen korkaksın." Acımadan konuştum. "Sende, ailende korkaksınız. Kadınları susturmaya çalışan küçücük çocukların hayatını mahveden korkaklar." Meydan okuyan bir bakış attım onu. "Bir kez olsun kendi denginizle uğraşamıyorsunuz, çünkü yıkılıpda düşeceğinizi çok iyi biliyorsunuz." Her kelimemde ifadesi daha duygusuz bir hâl aldı. Öne uzanıp kolumu yakaladı.
"Kendi küçük kafanda aptal senaryolar kurupda karşıma geçip konuşma." Dişleri arasında sert bir sesle konuştu. Bakışlarında öfke vardı. Tam kolumu çekmek için haraketlenecekken Yavuz'un sesini duydum.
"Çek lan elini!" Bağırışı yerimde irkilimeme neden oldu. Ben daha ne olduğunu anlamadan yanımıza gelip yumruğunu Cengiz'in yüzüne geçirdi. Hiçbir şey istediğim gibi gitmemişti. Sert bir şekilde yutkunduğumda Cengiz yediği yumruğun sertliğiyle geri savruldu.
"Yavuz dur!" Dedim onu geri çekmek isteyerek. Öfkeden deliye dönmüş gibiydi, çenesindeki kas seğirirken göğüs kafesi hızla inip kalkıyordu.
"Aha.." diye bir ses çıktı Cengiz'in ağzından inler gibi. "Ne zaman geleceksin merak ediyordum." Ağzındaki kanı tükürdü ve doğrulttu sırtını.
"Noldu?" Dedi alaycı bir sesle. "Gururuna mı dokundum?" Gözleri bana kaydı kuruyan dudaklarını ıslattı. "Yoksa karına dokundum diye mi bu hiddet bu celal?"
"Öldürürüm seni!" Yavuz'un gür sesi bir kez daha beni irkilmeye zorladı. Kahverengi saçları dağılmıştı. Yüz hatları kasılmış irisleri genişlemişti. Histeri bir krizle haraket eder gibi sinirden yerinde duramıyordu. Bir kez daha öne atılıp Cengiz'e yumruk geçirdi. Ardından bana döndü. "Ne işin var senin burda!" İlk kez bana böylesine bağırdığı için ne yapacağımı şaşırdım. Her şeye rağmen öfkesini dizginlemek istiyor ama bu sefer başaramıyordu.
"Ben çağırdım!" Dedi Cengiz öfkeyle ve baktı Yavuz'a.
"Sen hangi olmayan aklınla benim karımı ayağına çağırıyorsun piç kurusu!" Tükürür gibi bağırdı Yavuz, bir kez daha öne atılmak isteyince aralarına girdim. Dolu gözlerle ellerimi göğsüne koydum. "Yapma, yalvarırım dur." Kalbi için endişeleniyordum. İstediğim bu değildi, her şeyi daha berbat bir hale getirmiştim. Yumruğu havada kaldı, gözlerime baktı. O bakışı hiç sevmedim. Çünkü bana hayal kırıklığıyla baktı, Cengiz'in yanında gelerek sanki..onu incitmiştim.
Bu beni daha fazla yaraladı. Beni anlamadan dinlemeden bağırıp çağırmamak için kendini zorluyordu, ama yinede gözlerindeki o hayal kırıklığı can yakıcıydı.
"Çağırdım, çünkü ne sen ne de o ailen laf dinlemiyorsunuz!" Cengiz sabırsız bir sesle konuştu. "Ablamları geri getirmelisiniz, babam yine bir kavga başlatırsa bu kan durmayacak. O gün o ormanda size saldırmasınında sebebi buydu!"
"Kimseyi geri vermiyorum!" Yavuz nefret barındıran bir sesle konuştu. "Duydun mu beni? Babana aynen bunu söyle! Bir daha sakın seni Hafsa'nın yanında görmeyeceğim!" İleri atılmak istese bile göğsündeki ellerim onu geri tutuyordu.
"Ablamı yanında tutarak hata yapıyorsun!" Cengiz bir kez daha yükseltti sesini. "Nasıl bir belaya bulaştığını bilmiyorsun!"
"Git artık!" Diye bağırdım Cengiz'e bakarak. "Geri vermiyoruz, ne ablanı ne de Ceylan'ı git artık burdan!"
"Göz göre göre bir savaş başlatıyorsunuz!" Sinirle konuştuğunda kendime hakim olamadım.
"Ne Ceylan' ne de Narin'i sizin olmayan vicdanınıza bırakacak değiliz! O yalan dolu eve asla dönmeyecekler!" Yavuz'un kaşları çatıldı, başını eğip bana bakarken hâlâ yüzünde öfke mevcuttu. Bense hâlâ onu geri tutuyordum yalvaran gözlerle.
"Vicdansız ben miyim sen mi?" Cengiz'in soğuk tınısı sertçe yutkunmama neden oldu. Başımı omzumun üstüne çevirip ona bir bakış attım. Bunu yapmamalıydı. "Bizim sakladığımız gerçekleri kocandan sende saklıyorsun." Yavuz başını Cengiz'e çevirdi.
"Ne gerçekleri!" Diye talep etti sert sesiyle. Gözlerimin daha çok dolduğunu hissettim.
"Kapa çeneni!" Dedim Cengiz'e bakarak ama gözünü karartmış gibiydi. Kendimi çaresiz hissettim.
"Ne gerçekleri dedim!" Yavuz sesimi bastırdığında gözlerimi sıkıca kapattım. Cengiz boş gözlerini çıkardı Yavuz'un yüzüne.
"Özlem Narin'in kızı."
Gözlerimi açacak cesareti bulamadım. Derin bir sessizlik oluştu. Ve ben o sessizliğin içinde boğuldum. Yavuz'un tüm gerilen kasları boşaldı. Bunu ellerimin altındaki göğsünden hissettim. Rüzgar yüzüme çarptı. Kalbimin atışlarını duymadım. Kalbim durdu sandım. Böyle öğrenmemeliydi. Ağır ağır açtım gözlerimi. Başımı kaldırmaya korktum, ama yaptım. Başımı kaldırıp önümdeki Yavuz'un gözlerine baktım.
O an tüm dünya benim için anlamını yitirdi. Çünkü Yavuz bana büyük bir şokla baktı. O şokun arkasında binlerce acı en büyüğünden kırgınlık vardı.
Ve o kırgınlık beni parçalara ayırdı....
Cengiz yedi yıllık bir gerçeği hiç olmadık şekilde itiraf etmişti..
****
Mutlu son sandınız, yanılmışsınız. Bir yerde Selin varsa o bölümün mutlu bitmesi imkansız bir hâl aldı artık jhsjjs
Bana sorarsanız güzel bir bölüm oldu. Özellikle Zahir sahnelerini yazmak çok güzeldi.
Bir bölüm daha size emanet ve sizde Allah'a emanet gelecek bölüm görüşürüz. Seviliyorsunuz. Hepinizin tuttuğu oruçları Allah kabul etsin.💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |