
Yeni bölümden merhabalarr bölüme geçmeden önce aşağıdakileri okuyun lütfen💖
Öncelikle Lafügüzaf hakkında bir konuya değineyim bunu bir çok kez söyledim aslında ama wp kanalını takip etmeyenler için burdan yazayım dedim. Arkadaşlar Lafügüzaf'ın belirli bir günü yok genellikle bölümler 9-10 gün aralıklarla geliyor ama bazen biraz daha uzun süre biliyor ki o da benim yoğunluğuma bakıyor yani artık Lafügüzaf'la alakalı net bir gün vermeyeceğim. Çünkü o zaman birazcık yalancı durumuna düşüyorum hsjsjsj o yüzden ne zaman biterse o zaman atacağım, bölümleri yazmayı bitir bitirmez yüklüyorum.
Bilgi ve duyurlar için Whatsapp kanalını takip edebilirsiniz, tiktokdan mesaj atsanız linki göndereceğim.
Tiktok hesapım-Selinle_elfidame
Ek bilgi; beni motive etmek için bol bol yorum yapabilirsiniz çünkü yorumları okumak yazma hevesimi körüklüyor hsjsj
Şimdi geçelim bölüme.
Keyifli okumalar efenim seviliyorsunuzzz💓
****
Hafsa Polatlı.
Çaresizlik duygusu sanırım tam olarak böyle bir şeydi. Kendimi açıklamak istiyordum, ama ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Gözlerim konuşmaya çalışıyordu, karşımdaki adam bunu anlayacak bir durumda değildi. Suskundu. En kötüsü de buydu. Susuyordu. Dudaklarım aralanıyordu bir şeyler söylemek için, ama kelimeler öyle bir tıkanmıştı ki bir an konuşmayı unuttuğumu düşünmeye başladım. Cengiz'in ağzından çıkan o kelime dünyamı kısa süre içinde başıma yıkmıştı. Yavuz'un gözlerinden gözlerimi ayıracak cesaretim yoktu. İliklerime kadar onun nasıl hissettiğini anlamayı kendime borç bildim. Bu gerçeği öğreneli dört gün olmuştu ve bende gizlemiştim. Onun iyiliği için yapmıştım, ama gizlemiştim.
Bana asla yalan söyleme diyen adamdan, bu gerçeği gizlemiştim. Ve o bunu en kötü şekilde öğrenmişti.
Arkamda duran Cengiz ve önümde duran Yavuz. Bense onların ortasında kalmış Yavuz'un yüzüne bakıyordum. Kehribar hareleri bana ilk kez böyle bakıyordu. İnanmak istemiyordu. Duyduğu hiçbir şeye inanmak istemiyordu. Bu yüzden bana bakmayı es geçti. Gözlerini direkt olarak arkamda duran Cengiz'e dikti.
"Yalan söylüyorsun." Dediğinde sesi inkar doluydu. Ne yüzünde ne de gözlerinde bir inanma emaresi yoktu.
"Yalan mı söylüyorum?" Alayacı bir nefes kaçtı burnundan. "Kardeşin sandığın kız yeğenin." Konuşmaya devam etti. "Abinin kızı." Bu sözler Yavuz'u beyninden vurulmuşa çevirdi. Olanları düşünmeye çalışıyordu ama gözlerinin arkasında binlerce soru işaresi vardı. Çenesini sıkmaktan kıracaktı, içine çektiği ağır nefesler ve genişleyen irisleri ne kadar büyük bir rezilliğin içinde olduğunu ona anlatmaya yetmiyordu. İstemiyordu. Kabullenmek istemiyordu, ama sonra. Sanki olanlara daha geniş bir pencereden bakmaya başladı.
Ne düşdündü bilmiyorum. Ama gözlerindeki inanmayan ifadenin yerini yavaş yavaş şüphe aldı. Bu yük ona ağır geldi. Sıktığı yumruklarından acı çektiğini anladım.
"Vicdanınla sana mutluluklar dilerim." Cengiz'in konuştuğunu duydum. Bu sözleri bana hitaben söyledi. Ve ben o sözlerin altında ezildim. Gözlerim çoktan dolmuştu. Yavuz'sa yüzüme bakmıyordu. Cengiz'i kışkırttım diye sırf benim canımı yakmak için hiç düşünmeden acı dolu bir gerçeği Yavuz'un yüzüne fırlatmıştı.
Arkasını dönüp giderken artık beni tamamen Yavuz'la baş başa bırakmıştı. Sertçe yutkunup Cengiz'in arkasından baktım. Ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Nefesim boğazıma takılırken başımı ağır ağır çevirdim Yavuz'a. Gözlerimi gözlerine kaldırmak istedim. Cesaret edemedim. Farkında bile değildim ellerimin üstümdeki elbisenin eteğini sıktığından. Ne zaman korksam ya da çaresiz hissettsem ellerim hep bunu yapardı.
Yavuz'un gözleri bir an olsun yüzümü terketmedi. İfadesi hissizken bakışlarının altında yatan şüphe sanki boynuma bir ip geçirdi ve beni yavaş yavaş boğmaya başladı. Cengiz tamamen uzaklaşınca en sonunda açıldı dudakları.
"Yalan de." Bana söylediği ilk cümle bu oldu. "Hafsa, bana yalan de."
Diyemezdim. Ve bu duygular üstüme çökmeye devam etti. Ağzımı açıp ona tüm bunların yalan olduğunu söylemeyi çok isterdim, ama bunu yapamayacak kadar güçsüz hissettim. Gerçekleri ondan gizlemiştim. Bende yeni öğrenmiştim bu doğruydu, ama bu onu incitmediğim anlamına gelmiyordu. Narin'in omuzlarıma yüklediği itirafı ilk kez taşıyamadığımı hissettim
Onun karşısında sanki lâl olmuş gibi suskundu sesim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ağzımı açıp konuşsam bile dudaklarımdan çıkacak her kelimenin onu daha çok inciteceğinin farkındaydım. Bir adım attı bana doğru, artık tüm yüz hatları kasılmış gözleri büyük bir hayal kırıklığıyla beni takip ediyordu.
"Hafsa!" Bağırışı kulaklarıma doldu. Yerimde irkilerek bir adım geri attım. Gözlerimdeki yaşların içinde boğuluyordum. Gür sesi kulaklarıma dolar dolmaz ne yapacağımı birkaç saniye içinde unutmuş gibiydim.
Yavuz ilk kez bana böylesine bağırmıştı.
Onu suçlayamazdım. Şu an nasıl sakin kalabildiğine şaşırmış bir durumdaydım. Acaba ne düşünüyordu? Ne sanıyordu? Belki de ondan bu gerçeği uzun bir zamandır gizlediğimi düşündü. Ya da hiç inanmak istemedi. Çünkü bu çığlık sessiz bir yalvarıştı bunun çok iyi farkındaydım.
"Hafsa bana yalan de!" Sesi kendini kaybetmiş gibi çaresiz ve öfkeliydi. Bense susuyordum. Çünkü duyduğu her şey doğruydu. Özlem Devran'ın kızıydı.
"Hafsa!" Diye bir kez daha çıktı adım ağzından. İleri birkaç adım atarak ellerini kollarıma koydu. Canımı yakmadı, ama sesinin tınısı yüzündeki o ifade beni yıkmaya yetti. Ellerim elbisemin eteğini biraz daha sıktı. "Yalan de, bir şey de susma!" Keşke susmasaydım. Ama susmak zorundaydım. Susmaya mahkum olmuştum.
"Yüzüme bak!" Kaçırdığım gözlerim öfkesini artırdı. Yaşlarla dolu gözlerimden damlalar yanaklarıma düşüyordu. Harelerimi zar zor onun yüzüne kaldırdım.
Gözleri dolu doluydu. Kehribar hareleri ilk kez böylesine yaşlarla doluydu. Kaşları acı çeker gibi çatılmış nefesi daralır gibi dudakları aralanmıştı.
"Yapmazsın." Başını hızla salladı iki yana. "Sen desen inanırım, sen söyle inanırım, Hafsa. Yalvarırım bana bir şey söyle! Yalan de!" Kollarımdaki tutuşu hafifçe sıkılaştı. Beni hafifçe sarstığında dudaklarım arasından bir hıçkırık kaçtı. O hıçkırık sanki canını daha çok acıttı. Gözlerindeki umut ışığı her geçen saniye biraz daha sönüp yok oldu.
"Yalvarırım susma, Hafsa sana inanırım." Bana inanırdı. Ve ben o güveni yerle bir etmiştim. Bundandı göz yaşlarımın böylesine akışı. Ondan gizlediğim gerçek Yavuz'u param parça etmişti. Hem öğrendiği iğrenç oyunun, hemde benim söylediğim yalanın altında ezilmişti.
"Ağlama." Dedi titrek sesiyle ve kollarımdaki elini yanaklarıma koydu. "Ağlama, neden ağlıyorsun? Ağlama. Yalan, biliyorum yalan. Sende biliyorsun, yalan Hafsa..yalan değil mi?" Umutla konuştu. Gözlerim daha çok doldu. Onun gözlerine bakarken kendi kalbimin can çekiştiğini hissettim.
"Bu kadarını yapmazlar Hafsa." Kısık sesi işkence çeker gibiydi. "Onlar yapsa, sen yapmazsın. Güzelim sen bunu bana yapmazsın, yalvarırım yalan de." Suskunluğum onu delirtiyordu.
"Doğru." Dediğimde sesimin aciz çıkmasına engel olamadım. "Dedikleri..doğru." ağzımdan çıkan iki kelimenin onu böylesine mahvedeceği aklımın ucundan geçmezdi. Ama biliyordum ki sussam her şey daha kötü bir duruma gelecekti. Konuşmayı seçtim, ama yüzündeki ifade bana keşke hiç konuşmasaydım dedirtti.
Yavuz gözlerimin önünde yok oldu. Gerçekleri ona söyleyen bendim, benim ağzımdan çıkan iki kelime onu inandırdı. Çok isterdim, şu an dudaklarımı açıp bunların bir yalan olduğunu söylemeyi çok isterdim. Ama yapamadım. Onun çaresiz bakışları beni yüzlerce yerimden bıçakladı. Gözlerindeki hayal kırıklığı görmek istediğim bir manzara değildi.
"Değil." Sitemle fısıldadı. "Değil, değildir. Doğru değildir, Hafsa. Değil." Kalbini param parça eden bir gerçek vardı, ama onu asıl mahveden benim bu gerçeği ondan gizleyişimdi. Gözlerinin ardında kırılan kalbini görebiliyordum.
Bu sefer onun hasarlı kalbini inciten bendim.
"Hafsa susma!" Susma diyordu, ama ben konuşacak kelimeleri bulamıyordum. "Lan bunu yapmazlar!" Haykırışı yüzüme doğru acı doluydu. "Bu kadarını yapmazlar! Bu kadar zalim olamazlar!" Yanaklarımı bıraktı ellerini saçlarına daldırdı ve karıştırdı onları. Aklını kaybeder gibiydi. Bense küçük bir çocuktan farksız dolu gözlerle izliyordum onu. Aşağı yukarı giderken ağzında bir şeyler mırıldanıyordu. Sözleri birbirine karışmış gibiydi. Kendini kontrol etmeye çalışarak inkar dolu bir sesle konuşuyordu. Kabul etmek istemiyordu.
"Bu kadarını yapamazlar." Derken acı çeker gibi eli yanağına indi. Ordan boynunu takip etti ve sol tarafına tam kalbinin üstüne geldi. Acı çeker gibi kaşları çatılırken kalbine giren acıyı ben bile kendi göğsümde hissettim. Bir eli göğsünü sıkarken diğer elini dizine yasladı. Nefesi kesilmiş gibi başını ağır ağır iki yana salladı.
"Yavuz, dur, dur nolursun.." Titrek sesimle konuşurken birkaç adım attım ileri doğru. Elimi koluna koyarak dolu gözlerle telaş içinde konuştum. "Yalvarırım dur, kalbine zarar vereceksin..bak bana.. kalbin mi acıyor?" tek düşüne bildiğim kalbiydi. Veli abi onu stresten uzak tutun dedikce her şey daha kötü bir hâl alıyordu. Gözlerini inatla benden kaçırırken hızlı nefesleri dudakları arasından içeri dışarı çıkıp duruyordu. Yakasında birikine birkaç damla ter çoktan gözlerime çarpmıştı.
"Yavuz bana bak!" Telaş dolu bir sesle elimi çenesine koymak istediğimde hızla çekti başını geri. Göğüs kafesi inip kalkarken birkaç adım attı geri. Sendeledi ama durdurdu kendini. O an bana öyle bir bakışı vardı ki, yerin dibine girmek dünyadan yok olmak istedim. Hareleri büyük bir işkenceyle sızlıyordu, kalbi acıyordu, gururu ve güveni parçalara ayrılmıştı. İnandığı en büyük yalanlar bugün son kez yüzüne çarpmış ve Yavuz'u mahvetmişti.
"Ne demek?" Sesi titrerken kekeliyordu. "Ne demek abimin kızı?" Olaylar kafasına daha yeni dank eder gibi cılız çıktı sesi. "Ne demek abimin kızı!" Kendini kaybetmiş gibi davranıyordu. Gerçi karşımdaki Yavuz'u şu anda tanıyamıyordum.
"Değildir!" Haykırdı. "Gerçek değildir, Allah için bir şey söyle! Yalan de bir şey söyle!"
"Yavuz, nolursun.." sesim büyük bir yalvarışla doluydu. Gözlerimi dolduran yaşlardan artık önümü bile göremiyordum.
"Ne Yavuz'u!" Ellerinin tersini yüzyüze tutarak kendini gösterdi. "Yavuz'mu kaldı Hafsa!" Çatıldı kaşları acıyla. "Geçmiş karşıma bana ne diyorsunuz lan siz! O orospu çocuğu bana ne diyor!" Omuzlarını çekti kendine doğru. "O neden bahsediyor! Delireceğim lan ne demek kızı! O benim kardeşim! O benim ellerimde büyüdü ne demek kızı!" Gözleri deli gibi etrafta dönüp duruyordu. Bir deliden farksız haraket ediyordu.
"Anlatacağım!" Dedim ona yaklaşamaya çalışarak. "Her şeyi anlatacağım! Nolursun izin ver bana anlatayım!" Önüne geçmeye çalıştım o bir kez daha volta atmaya başlarken. "Yavuz nolursun, dinle beni her şeyi anlatacağım!"
"İnammıyorum!" Başını salladı hızla iki yana. "İnanmıyorum! Ne sana ne ona! Sana inanmıyorum!" Sözleri nefesimi kesti. Gözlerim hafifçe genişlerken olduğum yerde donup kaldım.
Bana inanmadı. Benim her sözüme inanan Yavuz bugün bana inanmadı ve bu canımı beklediğimden daha fazla acıttı.
"Yavuz hayır.." Açıklamaya çalıştım. "Nolursun, dinle anlatacağım beni bir dinlesen."
Bana cevap vermiyordu. Sözlerimi dinlemiyordu. Bırak sözlerimi yüzüme bile bakmıyordu. Gözyaşlarım akarken bu sefer umursamıyordu. Ve ben ona haksızsın diyemiyordum, çünkü biliyordum. Haklıydı. Yavuz haklıydı. Bana hiç bakmadan arkasını döndü, hızlı adımlarla eve yürüdüğünde koşar adım peşine takıldım. Ellerimi hızla öne uzattım.
"Yavuz!" Koluna asıldım ama bir hışımla kolunu benden kurtardığında yerimde sendeledim. Düşmemek için zor durdum oysa arkasına bakmadan yürüdü. İlk kez beni geride bıraktı. Dönüp yüzüme bakmadı. Sadece tek odağı olan eve doğru yürüdü. Gözyaşlarım akarken onun peşine takıldım.
Arka bahçenin kapısından içeri girdiğinde onun arkasından geri durmuyordum. Durması için yalvarsamda beni duymuyordu. Bahçeyi geri bırakıp cam kapıyı geçerek eve girdiğinde Cafer'le Süleyman çıktı karşımıza. İkisininde gözleri bizi bulur bulmaz keyifli ifadeleri soldu.
"Nolayi?" Dedi Cafer abi ama onu duyup duracak bir halde değildim.
"Yavuz nolursun dur, nereye gidiyorsun!" Diye bağırdım arkasından, sert adımlarına ayak uydurmak benim için fazlasıyla zordu. Merdivenlere yol aldı ve hızla ikinci kata çıktı. Koridora çıkıp Narin'in odasına yol aldığını farkettiğimde yüreğim kasıldı. Bana inanmayan Yavuz bu sefer gerçekleri Narin'e sormaya gidiyordu.
O odanın kapısına ulaşırken merdivenlerden ayak sesleri duydum. Cafer son anda hızını alıp önümde durunca çattı kaşlarını.
"Hafsa, nolayi?" Diye sorunca yutkundum sertçe. Dolu gözlerimi ona çevirdiğimde çoktan Cafer'in peşinden gelip yanında yer alan abim endişeyle baktı bana. "Abisinin gülü." Dediğinde ellerini yanaklarıma koydu. Endişeyle baktı gözlerime. "Noluyor?" Ölüden bir farkım yoktu. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama her an düşüp bayılacakmış gibi hissediyordum.
Yavuz'un Narin'in odasında yükselen sesi bakışları oraya çevirdi. Cafer abi birkaç saniye endişeyle bana baktıktan sonra hızlıca adımlarını Narin'in odasına götürdü. Gözlerimden yaşlar sessizce akarken arkasından baktım.
"Tufan ne bu sesler?" Zerda yukarı kata çıkarken onun peşine Ceylan ve Zahir takılmıştı. Çok çekmeden Aziz ve Süleyman'da arkalarında göründü. Hepsinin yüzünde bir merak mevcuttu.
"Bilmiyorum!" Dedi abim hızlıca ve beni uyandırmak ister gibi hafifçe sarstı başımı elleriyle. "Hafsa, bana bak noluyor? Anlat bana abicim."
"Noluyor?" Zerda yüzümdeki ifadeyi görünce endişeyle çattı kaşlarını. Hızlıca Tufan'ın yerini alarak bu sefer yanağıma elini koyan o oldu. "Ne oldu, ne senin bu halin?"
"Yavuz mu bir şey yaptı?" Diye sordu abim. Başımı zar zor salladım iki yana.
"Ben yaptım." Dediğimde küçük bir çocuk gibi kısıktı sesim.
"Anlamayiriz Hafsa." Zahir abinin bile ifadesinde endişe vardı. Süleyman ve Aziz birbirlerine anlamadıklarını belirten bir bakış atarken yutkundum sertçe. Yavuz'un başka bir gür sesi artık ayaklarımın kendimden habersiz haraket etmesine neden oldu. Zerda'nın elleri iki yanına düşerken ayaklarım beni Narin'in odasına götürdü. Kısa süre içinde onlarda beni takip ederken ben çoktan kapıdan geçip içeri girmiştim.
Yavuz'un odaya girer girmez muhtamelen sorduğu ilk soru tüm bunların doğru olup olmadığı olmuştu. Çünkü Narin'in gözleri zaten yaşlarla dolmuş elleri kucağındaki yastığı sıkı sıkıya kavramıştı.
"Bana bir cevap ver!" Yavuz'un acı dolu sesi evi inletti. Gözleri öfkeden genişlemiş göğüs kafesi hızlı nefeslerle kalkıp iniyordu. Kahverengi saçları darma dağınık bir haldeydi. "Soruma cevap vereceksin! Konuşacaksın!" Hesap soruyordu.
"Yavuz bir sakin olsana ula nolayi!" Cafer Yavuz'u sabit tutmaya çalışırken Yavuz kendini kaybetmiş gibi Narin'e bakıyordu. Narin'inse tek yaptığı oturduğu yatakta daha fazla gözyaşı dökmekti. Yavuz birkez daha yatağa yaklaşmak isterken Cafer onu yerinde tuttu. Bu öfkesine anlam veremiyordu, kimse veremedi.
"Yavuz abi bir dursana!" Dedi Ceylan hızla içeri girerek ve ablasının önüne geçti. "Niye bağırıyorsun noluyor!" Yavuz ablasına bağırıyor diye hiç çekinmeden Yavuz'a diklenmişti.
"Bana cevap verecek!" Yavuz sitemle işaret parmağını Narin'e doğrulttu. "Doğru mu! Özlem senin kızın mı!" Onun bu sorusu havayı buz gibi kesti. Herkesin ağzı iki karış açılırken bu manzara karşısında her geçen saniye biraz daha mahvolan bendim.
"Ne?" Ceylan'ın yüz ifadesine kısa süre içinde şok sarıldı. Zümrüt yeşili gözlerini acı dolu bir duygu sardı. Başı ağır ağır yatakta oturan ablasına dönerken nefesini tuttu. Yavuz'un bu sorusundan en çok etkilenen kişiyse Cafer oldu. Kardeşinin omuzlarına olan tutuşu gevşedi, çatılan kaşları yavaş yavaş havalandı. Kara gözleri sanki kısa saniyeler içinde ışığını kaybetti.
"Ne demek lan bu?" Fısıltıdan biraz yüksek bir sesle çıktı soru ağzından. Onunda başı hızla yatakta oturan Narin'i bulunca her hücresine kadar acı yüzüne yayıldı.
Yavuz hızlı nefesleri arasında gözlerini Narin'den çekmiyordu. "Cevap ver!" Diye talep etti bir kez daha. Narin'in başı önüne eğilirken dudaklarından bir hıçkırık kaçtı. Konuşamadı ama usulca salladı başını ve bu sayede her şeyi onayladı. Bu herkesin ifadesine kısa süre içinde çaresizlik eriştirdi. Bir adım yerimde sendelediğimde başım döndü. Şu an kimse beni farkedecek durumda değildi. Elimi masaya yaslayarak destek aldığımda dolu gözlerimle olanları izledim.
"Nasıl boktan bir çukurun içine soktunuz lan bizi!" Yavuz öyle bir bağırıyordu ki ağzından çıkan tükürük damlalarını görüyordum. Nefes almakta bile zorlanırken kalbi sıkışır gibi dudakları aralanmıştı.
Her zerresi acı çeker gibi kasıldı. Onun bu dünyada güvendiği iki kişi vardı, biri onu o çukurdan çıkaran küçük kızdı, Narin ablası. İkincisi bendim. Ve ikimizde onun dünyasını başına yıkmıştık. Bu gerçek göğsüme bir yumruk gibi çarptı. Yavuz'dan farksız olan Cafer bu gerçeğin altında ezilmiş gibi yüzünün her zerresi titredi.
"Abi?" Özlem'in sesini duyduğumuzda hepimizin başı anında oraya döndü. Kapının eşiğinde durmuş meraklı gözlerle bize bakıyordu. Mavi gözleri içinde bulunduğu duruma anlam veremez gibi şüphe doluyken başı hafifçe omzuna eğikti. Yavuz'un gözleri Özlem'i bulur bulmaz öyle bir acı çekti ki bunu Özlem bile hissetti. Hiçbir şey duymamış veya anlamamıştı. Ama hissetmişti. Bir şeyler olduğunu hissetmişti. Çünkü yüzümüzdeki ifadeler her şeyi açıkça onun önüne sunuyordu.
Özlem'e bakmak bana bile suçluluk hissettirdi. Yavuz'la Cafer'in ne halde olduklarını düşünemiyordum. Tek bildiğim şu an hepimizin bir acının içinde kıvrandığı, ve Özlem'in tüm bunlardan habersiz olduğuydu.
Hiçbirimizden ses çıkmadığını farkeden Zerda daha fazla dayanamadı. Birkaç adım hızla ileri atıp Özlem'i kollarına alarak odanın önünden uzaklaştırdığında en mantıklı haraketi yapmış bulundu. Dolu gözlerimi Yavuz'a çevirdiğimde gözleri kin dolu bir bakışla Narin'e döndü. Birkaç saniye ona bakarken gözlerinde sorgular bir ifade vardı. Aynı bakışları Narin'i terkedip bana vardığında iliklerime kadar ürperdim. Bakışları ağırdı. Kaldıramayacağım kadar ağır. Aşkıyla bana olan güveni arasında büyük bir savaşın içindeydi. Ve onun güvenini yerle bir eden bendim.
Ağlamama kıyamazdı. Ama şu an onun önünde hıçkırıklarım arasında ağlarken ağzını açıp bir şey demiyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu, bu iğrençliğin içinde daha fazla konuşacak bir durumda bile değildi. Gözleri hafifçe kısıldığında hareleri bana görüp göre bileceğim en acı dolu bakışı sundu. Başını çok usul iki yana hafifçe salladığında yaşlarım çoğaldı. Topuğunun üstünde dönüp odanın çıkışına yürüdüğünde hızla peşine takıldım.
"Yavuz.." titrek sesim fazla kısık çıkıyordu. Ama başım dönüp dengemi kaybedecek gibi olduğumda kolumu tutan Aziz abi oldu.
"Dur." Dediğinde sesinde endişe vardı. "Dur bir abicim, iyi değilsin." Nefesimi düzene sokmaya çalışırken yutkundum sertçe.
"İyiyim." Dedim zorlukla çıkan bir sesle ve Aziz'in kollarından kurtulup Yavuz'un peşine takıldım. Uzun koridorda çoktan bizim odamıza ulaşmıştı.
"Yavuz!" Dedim peşinden koşarak, ama daha yetişemeden kapı kapanıp yüzüme çarpınca olduğum yerde irkildim. Ardından bir anahtar sesi içimi ateş gibi yaktı. Kalbi acıyordu, durumu iyi değildi ve yapabileceği en kötü şeyi yaparak kendini odaya kitlemişti. O öfkeyle her şeyi yapabilirdi, ve öfkesini kontrol altına almanın yolunu böyle bulmuştu.
"Yavuz, aç şunu!" Kapının önünde durup ellerimi kapıya vurduğumda bir taraftan onunla konuşmaya çalışıyordum. "Böyle kaçamazsın! Beni dinlemen gerek, dinlemeden böyle yapmaya hakkın yok! Anlatmama izin ver!" Bu sefer görmek istediği ben değildim. Beni görmek bile istemiyordu.
"Bilmiyordum!" Çaresiz sesimle bağırdım. "Yemin olsun bilmiyordum, haberim yoktu Yavuz. Nolur yapma aç kapıyı konuşalım, bak korkuyorum!" Korkum en azından onu harakete geçirir sandım. Ama kapının arkasına çarpıp parçalara ayrılan bir cam sesi bir adım geri atmama neden oldu.
Ardından tahta sesleri, vazo sesleri, yere çarpan sandalye sesleri. Pencerenin kırıldığını duydum.
Odayı dağıtıyordu.
Bu daha kötüydü, bu beklediğimden daha kötüydü. Öfkesi çoğalıyordu, savurduğu küfürler ağzından çıkan kelimeler hepsi yarım yamalaktı. Bir şeyler anlaşılmıyordu, tek bildiğim öfkesini haykırdığıydı ve işte bu canını daha çok yakardı. Bu kalbini daha kötü bir duruma getirirdi.
"Yavuz yapma!" Gözyaşlarım şiddetlendiğinde avuç içlerim artık kapıya çarpmaktan acımaya başladı. "Yapma, zarar vereceksin kendine!" Elimi aşağı indirip birkaç kez aşağı yukarı çekiştirdim kapı kolunu bu sırada diğer elim hiç durmadan kapıya vurmaya devam ediyordu.
"Cafer bir dur!" Abimin sesini duydum. Dolu gözlerimi hızla ona çevirdim. Cafer Narin'in odasından dışarı fırlar fırlamaz kendi odasına yürümüştü. Yüz ifadesi şoka girmiş gibi kendinde bile değildi. Hepimiz dağılmıştık.
"Böyle işin içine ama!" Süleyman'ın isyan dolu sesini duydum. Tüm bu durumdan rahatsız bir şekilde odadan çıkar çıkmaz Aziz'le birlikte yanıma geldi.
"İçeride mi?" Dedi Aziz. Hızlıca salladım başımı.
"Yavuz!" Aziz bir elini kapıya vurduğunda içeriden gelen tek sesler Yavuz'un ardı ardına sıraladığı küfürlerdi.
"Abi, aç şu kapıyı konuşalım!" Süleyman endişe dolu bir sesle elini kapıya vurduğunda yine Yavuz'dan bir cevap gelmedi.
"Ne oldu yenge?" Dedi Süleyman aynı hızla bana dönerek. "İçeride söyledikleri neyin nesiydi, nerden duydunuz siz bunu?" Gözyaşlarımla ona baktım.
"Cengiz, o söyledi." Fısıltım bile titrerken Aziz kaşlarını çatarak başını omzunun üstünden çevirdi bana. "Cengiz o itin oğlu değil mi?"
Süleyman dudakları arasından kısık bir küfür savurunca Aziz baktı kapıya. "Böyle olmayacak bu, çekilin kenara." Dediğinde kapıyı kıracağını anladım. Süleyman'da bende aynı anda birkaç adım geri attık. Aziz birkaç adım geriledi ve öne doğru gelip kollarından biriyle kapıyı zorladığında daha ilk vuruşdan kapıyı kırmayı başardı. Şaşırmıyordum, Aziz abi için bir kapıyı kırmak çocuk oyuncağıydı. Ama kapı açılmadı.
"Ne oldu, niye açılmıyor?" Dedi Süleyman merak ve endişe karışımı bir sesle. Aziz kapı kolunu yokladı, onu iteklemeye çalıştı ama olmadı.
"Kapının arkasına bir şeyler koymuş olmalı!" Dedi küfür eder gibi ve sertçe vurdu kapıya.
Ne kadar çabalasada Yavuz kapıyı açmadı. Bulduğu her şeyi dağıtır gibi hiç durmadan bir şeyleri kırıp dökmeye devam etti. Yaklaşık yarım saatin ardından Aziz kapıyı zorlamayı bırakarak Tufan'ın yanına gitti. Çünkü Cafer'de iyi değildi. Ceylan tüm bunlardan sonra yıkılmış gibiydi, ve yürüyecek gücü bile olmadığını kolunu onun beline sarıp odasına doğru götüren Zahir'den anlamıştım. Süleyman'ın tüm uğraşlarına rağmen kapının önünden kalkmamıştım. Sessizce orda ağladığımda en sonunda o da pes edip Cafer'in yanına gitmişti.
Çünkü hepimiz biliyorduk, Yavuz istemediği sürece o kapı açılmayacaktı.
****
2 saat sonra.
Kapının önünden çekmilmiyordum. Tek bildiğim aradan iki saatin geçtiğiydi. Ayakta duramayacak haldeydim. Bu yüzden kapının önüne oturmuş ama hâlâ Yavuz'a seslenmeye devam ediyordum. Açmıyordu, dakikalarca odayı darma dağın etmiş öfkesini kusar gibi haykırışları susmamıştı. Sonra öfkesi dinmişti, sessizleşmişti. Ona bir şey oldu korkusu yüreğimi sararken ara sıra duyduğum nefesleriyle kendimi avutmuştum.
Hâlâ vazgeçmiş değildim, artık ağlamaktan sesim kısılmıştı. Yine de o kapıya vurmaktan vazgeçmiyordum. Çünkü o hıçkırıkların aynısını Yavuz'dan da duyduğumda tüm hücrelerim vücudumu terketmek istemişti. Onun hıçkırıkları benim en büyük acım olmuştu. Görmesem bile dinlemiştim, onun hıçkırıklarının ne kadar acı dolu olduğunu dinlemiştim.
"Yavuz aç şunu.." fısıltım fazla acizdi. "Nolursun, aç.." Elim kapıya yaslı orda otururken ağlamaktan artık önümü göremiyordum.
Ne kadar çabalarsam çabalayayım artık bir umut olmadığını düşünüyordum ki bir şeylerin yerle sürüklenme sesi doldu kulaklarıma. Ardından zaten kırık olan kapı aralanarak açıldı. Kapı pervazından yardım alarak ayağa kalktığımda Yavuz kapı kolunu aşağı itip açtı onu. Karşısında dururken bana baktı. Ve ben keşke kapıyı hiç açmasaydı diye düşündüm.
Öyle perişan bir durumdaydı ki bu daha önce tanıdığım o Yavuz'a hiç benzemiyordu. Gözlerinin beyazları kan çanağına dönmüştü, yüzü düşmüştü. Kirpikleri hâlâ yaşlıydı. Omuzları çökmüş kahverengi saçları darma dağınık bir hale gelmişti. Sol avcunun içinden yere damlayan kanı farkettim. Kollarında çizikler vardı, bir çoğunun üstü kanlıydı. Ve avcunun içinde derin bir yara vardı. Bu hali tüm vücudumun titremesine neden oldu.
Sağ avcunda bir çerçeve tutuyordu. O çerçeveyi Yavuz yaptırmıştı. Düğün günümüzde Süleyman'ın çektiği resimlerden biriydi. Yavuz alnımdan öperken Süleyman'da bu anları kayıt altına almıştı. Gözlerim bir kez daha kanlı eline kayınca yüzüm acıyla buruştu.
"Yavuz, elin.." ellerimi öne uzatıp eline bakmak istediğimde bir adım geri attı. Bana bakmayı reddetmiş gibi topuğunun üstünde dönüp odanın ortasına yürüdü. Sert bir şekilde yutkundum. Birkaç adım ileri atarak odaya girdiğimde kapıda kapandı. Dolu gözlerimle onun sırtıyla bakışıyordum. Nefesini verdiğini duydum, ama sanki aldığı nefes bile göğsüne batıyormuş gibi hırıltılı çıkıyordu.
"Yavuz." Adımlarımı onun yanına götürdüm. "Lütfen." Sessiz yalvarışımın ne ima ettiğini çok iyi biliyordu. Sesli bir nefes soludu ve başını geri atarak kuruyan dudaklarını ıslattı. Ardından dudakları arasından kaçan gülüş bu durumu garipsememe neden oldu. Şu an hiç normal davranmıyordu. Neye güldüğünü anlamadım, ama bildiğim tek şey bu gülüşün acı dolu olduğuydu.
Sonunda gerçekten sanki aklını kaçırmaya başlıyordu. Anlamsız attığı kahkahalarda ne tür bir acı olduğunu ancak canımı yaktığı an anladım. Hissiz ifadesi ve acı barındıran gülüşü kulaklarımda yankılandı. Ardından arkaya attığı başını yavaş yavaş geri eğdi önüne. Usulca salladı aşağı yukarı ve yan bir bakış attı bana.
"Çok merak ettiğim bir soru var, Hafsa." Dediğinde adım ilk kez dişleri arasından böyle öfke dolu döküldü. Kahkahası azalırken yüzünde acı çeker tebessümü yerini korudu. Binlerce duyguyla savaşan hareleri elinde tuttuğu resime kaydı. "Neden?" Birkaç adım attı ve tam önümde durmak için hareket etti. "Öyle zor bir soruda değil, çok basit. Neden?" Onun basit dediği soru ellerimin iki yanımda yumruk olmasına neden oldu. Yavuz bakışlarını elindeki resimden ayırmazken çerçeveyi sıktığını çok iyi anlıyordum.
"Yeni öğrendim." Kısık bir sesle konuştuğumda sesim ağlamaktan boğuk çıkıyordu. İkimizde perişandık, ikimizde mahvolmuş bir haldeydik.
"Kaç gün oldu?" Sakin bir sesle sordu. Bense bakışlarımı kaçırdım. "Hafsa." Dedi tane tane. "Kaç gün oldu?" Kapattım gözlerimi ve nefesimi tuttum.
"Beş." Dediğimde gözlerim kapalı kaldı.
"Beş." Tekrarladığında tuttuğum nefesim ciğerime battı. "Ben cevabımı aldım." Diye hızla konuştu. Ardından kısa saniyeler içinde odada yankılanan cam sesi irkilmeme neden oldu. Gözlerim hızla açıldı ve başım arkaya döndü. Kapıya çarpıp yerde param parça duran çerçeveyi görmek benim için acının bir yansıması oldu. Bu sefer hissettiğim Yavuz'un kalbi değildi, bu sefer kendi kalbimin acısı bana ağır bastı.
O resmi parçalara ayırmıştı. Ve bunun anlamını çok iyi biliyordum. Gözlerimin ardını sızlatan yaşlar yumruklarımın sıkılaşmasına neden oldu. Onun güvenini yerle bir edişimin bir örneğiydi bu resim, hem benim parçalara ayrılan kalbimi simgeliyor hemde Yavuz'un mahvolan güvenini gözler önüne seriyordu. Aramızda kocaman bir dağ varmış gibi hissettim.
Başım Yavuz'a döndüğünde ilk kez onunla aramda çok uzun bir mesafe varmış gibi hissettim.
"Sana güvendim!" Sert sesi kulaklarıma doldu. Birkaç adım atıp yüzüme doğru eğildi. "Herkesi geçtim, herkesi, sen bunu benden nasıl gizlersin!" Bana kırgınlığını sesinden duyuyordum. Ve şu an utanmasam bunları duymamak için kulaklarımı kapatırdım.
"Cesaret edemedim." Sesimin bu kadar cılız çıkmasını bende beklemiyordum, ama elimde değildi. Onun karşısında daha fazla konuşacak gücüm yoktu. Hıçkırıklarımı bastırmaya çalışıyordum ama arkamda kalan ve binlerce parçaya ayrılan resim aklımda canlandıkca başım daha çok dönüyordu.
"Beş gün diyorsun!" Hesap sorar gibi yükseldi sesi. "Beş gün, koca beş gün bunu benden nasıl gizlersin?" Çattı kaşlarını. "Sana sordum, o gece o yatakta gözlerinin içine baka baka sana sordum Yüzüme baka baka bir şey yok dedin!" Bağırdığında sesi titredi. Her kelimesi dişleri arasından çıkıyordu.
"Hafsa bana bir şey de!" Elleri kollarımı kavradığında sendeleyerek ona yaklaştım. "Niye susuyorsun!" Bana bağırmaya kıymayan adam gözlerimin içine bakarak yüzüme haykırıyordu. "Lan hepiniz yalancısınız!" Değildim diyemedim. Onu incitmeyi hiçbir zaman istemedim. Ama nasıl incindiği yüzüne kazınmış, kaşları acı çeker gibi çatılmışdı.
"Yavuz.." daha fazla konuşmasın istedim. Çünkü kendimi hiç iyi hissettmiyordum. Midem daha çok bulanıyor gözlerim kararıyordu.
"Konuşacak cesaretin bile yok." Tısladı yüzüme karşı. "Bana asla yalan söylemeyeceğine söz vermiştin, canını asla yakmayacağım demiştin. Canımı yakan herkesi anlarım Hafsa.." alçaldı sesi. "Ama seni anlayamam, canımı yakan sensen ben nasıl toparlanacağım ulan?" Titrek sorusu göğsüme bir bıçak sapladı ve orda dönüp durdu. "Derman bulduğum yer senin dizlerinse ben şimdi nerde toparlanacağım?"
"Yine bende toparlan." Dedim burnumu çekerek ve ellerimi kaldırıp yanaklarına koymak istedim. "Nolursun böyle konuşma, beni bir dinle.." başını çekti geri ve elleri bıraktı kollarımı.
"Canımı yakan birinin yanında nasıl toparlanacağım?" Sorusu duygusuzdu. Ama gözleri yaşlarla sızlıyordu.
"Değildi, niyetim hiçbir zaman canını yakmak değildi." Sözlerim onun için bir anlam ifade etmiyordu.
"Benden gizledin!" Dediğinde hâlâ aklı bunu almıyordu. "Sana sorduğumda bana gerçeği söylemedin! Yedi sene her gün abimin emanetini aradım, yanı başımdaymış ulan! Benim kız kardeşim.." dili varmıyordu. Sustu. Kapattı gözlerini birkaç saniye, soluduğu nefes bu sefer ciğerlerine dolmadı. Gözlerini geri açarken duygusuz bakışları silinip yerine çaresizlik ve utanç hissi oturdu.
"Tiksindim kendimden, yıllarca abimin bir emanetini bulamadım diye.." başını çok az çevirdi sağa. "Niye, niye benden gizledin Hafsa? Beş gün bile olsa ne halde olduğumu göre göre neden bunu benden gizledin?" Gözünden bir damla yaş aktı. "Ben abimin emaneti diye dolanırken, niye ulan? Niye sustun!"
Sözleri artık kafamı allak bullak ediyordu. Her sorusu biraz daha midemin çalkalanmasına neden oluyordu. Dolu gözlerim kararırken göz kapaklarım çoktan titremeye başlamıştı.
"Susma, o suskunluğun aklımı kaçırmama sebep oluyor!" Yavuz'un haykırışına karşı yutkundum. "Konuş, sustukca daha dibe çekiyor bu illet duygular beni!" Ona bir sebep vermemi istiyordu. Ona bir sebep vermem için gözleri adeta bana yalvarıyordu. Ama ben tüm bunları onaylaya bilecek kelimelerden başka bir kelime bulamıyordum.
"Yavuz ben.." sesimin ne kadar güçsüz çıktığının farkında bile değildim.
"Sen ne?" Dedi öfkeyle. "Senin bana onca yalanlar anlatan insanlardan ne farkın kaldı Hafsa?" Kalbimi cam misali kesen sözlerine daha fazla dayanamadığımı hissettim. Bir tarafım onu susturmak istiyordu. Tamam belki bunu ondan gizlemem hataydı, ama ona nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum, ilk iki gün buna cesaret edememiştim. Ve son üç gündür kalbinin durumunu öğrendikten beri içimde yeşeren küçücük cesaretde sönüp yok olmuştu.
"Sende beni kandırdın, Hafsa." Onun gözlerinde bir yalancıdan farkım yoktu.
"Seni kandırmadım.." dedim ama bana inanmayan bir ifadeye sahipti.
Bana karşılık söylediği sözleri artık duyamıyordum. Her şey fazlasıyla boğuk ve bulanık geliyordu.
Ağzımı açmak istedim, ama daha dudaklarım aralanamdan gözlerim karardı. Nefesimin kesildiğini hissettim ve tek duyduğum Yavuz'un endişeli sesi oldu. Ondan sonrası yoktu.
****
Yavuz Payidar.
Her şeyin mahvolduğunu hissediyordum, hayır bu sefer gerçekten mahvolduğunu hissediyordum. Daha önce yaşadığım hiçbir acıya benzeri yoktu bunun. Duyduğum şeyleri ne aklım alıyordu, ne de kalbim kabul etmek istiyordu. Bir denizin ortasında çaresizce çırpınmaktan başka bir şeye benzemiyordu bu. Boğuluyordum, ama ne beni saran bir deniz vardı ne de boğazıma dolanan bir el. Nefesimi kesen beni böylesine çaresizliğin içinde öldüren duyduğum gerçeklerdi.
Kafamda tek bir ses dönüyordu, tekrar, tekrar, ve tekrar. O itin sesi.
"Özlem abinin kızı."
Kafamdan asla çıkmayacak bir cümleydi bu. Ne kafamı terkediyordu ne de ruhumu. Bazen kısık bazense daha gür bir şekilde orda dönüp duruyordu. Ve benim kabullenmek istemediğim en büyük gerçek şuydu, Özlem abimin kızıydı. Aklım almıyordu. Bu olanları aklım bir türlü almıyordu. Nasıl olabilirdi? Benim yıllarca didik didik aradığım, her seferinde çıkmaz bir yola tosladığımı sandığım o emanet aslında her zaman yanı başımdaydı.
Kalbim sıkışıyordu. Yıllarım kendimden utanmakla geçmişti, her geçen gün biraz daha dibe çekilmiş biraz daha mahvolmuştum. Ne abimin sevdiği kadını yedi sene koruya bilmiştim ne de onun kızından haberdardım. Şimdiyse düşmanımın oğlu geçmiş karşıma benden her kesin gizlediği o gerçeği bir saniye içinde gözlerimin içine baka baka itiraf etmişti.
Kandırılmıştım. Hemde senelerce. Aylarca, günlerce. Daha önce hissettiğim hiçbir duyguya eşdeğeri yoktu bunu. Ellerimde büyüyen, peşimden ayrılmayan küçük kız kardeşim aslında yeğenimdi. Bunu her düşündüğümde zihnim patlayacak gibi oluyordu. Kafamda dönüp duran ses bana ağır geliyordu. Ve ben bunların acısını odadan çıkarmıştım. Daha beterini yapmam gerekirken, tüm bu gerçeklerin üstünden Karadeniz'i yakıp yıkmam gerekirken elimden tek gelen şey odayı dağıtmak olmuştu.
Herkesin kulağıma fısıldadığı yalanlar artık gün yüzüne çıkmıştı, ve artık o yalanların dahilinde Hafsa'da vardı. Bu gerçeğin bu kadar canımı yakacağı aklımın ucundan geçmezdi, ama kalbim öyle harabe bir durumdaydı ki şu an dursa umrumda bile olmazdı. Duracakmıydı bilmiyordum, ama taşıyamayacağı kadar ağır bir yük altına girmişti ve orda sızlamaya her hücreme yayılmaya devam ediyordu.
"Sende beni kandırdın, Hafsa." Gözlerim önünde titreyen kadını farkedecek bir durumda değildim. Bunu henüz anlamamıştım. Ne onun ne de kendimin ne halde olduğunu bilmiyordum. Evlilik resmimizi ani bir öfkeyle kapıya fırlattığım an vücudumu büyük bir pişmanlık kesmişti. Ama duygularımın gramını bile Hafsa'ya göstermemiştim. Onun canını yakarken kendi canım neden bu kadar acıyordu bilmiyordum. Ama her şeye rağmen hâlâ ona kıyamıyor olmam boğazımın düğümlenmesine neden oluyordu.
O da bana yalan söylemişti. Bunu öğrenir öğrenmez bana söylemesini isterdim. En önemlisi o Cengiz itinden duyacağıma Hafsa'dan duymak isterdim. Hafsa'nın onunla görüşmesinden bahsetmiyorum bile. Bana hiçbir şey söylemeden tehlikenin kucağına yürümüştü. Cengiz ona her şeyi yapabilirdi, üstelik başında babası gibi bir şerefsiz vardı.
"Seni kandırmadım.." ağlamaklı çıkan sesi kalbime bir cam daha sapladı. Beni korumak için yaptığı şeye anlam veremiyordum. Kalbim kaldırmasa bile umrumda değildi, ben tüm bunları bir tek Hafsa'nın dudaklarından duymak isterdim.
"Kandırdın." Dedim acımasızca. "Sen beni kandırdın Hafsa, o gece gözünün içine bakarken sana sorduysam sende benden gizlediysen bu kandırmaktan başka bir şeye girmez!" Öfkeme hakim olamıyordum, kızdığım yine Hafsa değildi. Hafsa'ya kızamazdım. Kendime kızıyordum. Yine ve yine bunca yalana inandığım için kendime kızıyordum. Ama canım yanıyordu. Bu yalanı bana söyleyen Hafsa'ydı. Narin'inde yalanları canımı yakmıştı elbet, abla dediğim kadın yıllarca gelip bana her şeyi anlata bilecekken susmuştu. Bu yüzden ona kırgınlığım asla geçmeyecekti biliyordum.
Gözlerim bir kez daha önümde titreyen Hafsa'yı buldu. Bir şeyler söylemek ister gibi dudakları aralandı, ama onun yerine gözleri kapandı.
Hay içine!
Aniden dengesini kaybederken vücudum benden habersiz öne atılıp ona yakalamıştı. "Hafsa!" İsmi aciliyetle ağzımdan çıkarken ağırlığı kollarıma verildi. Bilincini kaybedip gözlerimin önünde nerdeyse yere yığılıyordu. Girdiğim şoku atlatmam birkaç saniyemi aldı. Dişlerim arasından bir küfür kaçarken hızlıca diğer kolumu bacaklarının altına kaydırdım.
"Hafsa, aç gözlerini!" Endişeyle gözlerim onun yüzünde geziniyordu. Ama onun başı geri düşmüş kollarımda baygın bir şekilde yatıyordu. Ayağımla itekledim önümdeki cam parçasını ve hızlıca odanın çıkışına yürüdüm.
"Haksızlık bu zalımın kızı." Dedim endişe dolu sesimle kendi kendime. "Ben sana kızgınken böyle bayılman haksızlık." Aklım başka şeyler söylüyor kalbim bir türlü Hafsa'ya kıyamıyordu. Onun yerinde bir başkası olsa umursamazdım.
Ama o Hafsa'ydı. Onu umursamama gibi bir lüksüm yoktu.
Odadan çıkar çıkmaz koşar adım yan tarafta ki odaya yani Tufan'ın odasına dalmıştım. Kollarımda bayılıp kalan kadını o cam kırıklarının içindeki yatağa bırakamazdım. İçimden ne kadar küfür saydırdım bilmem ama beni yiyip bitiren endişeye bir türlü engel olamıyordum. Tufan odada yoktu. Hafsa'yı hızlıca yatağa bıraktım ve yatağın yanına diz çökerek ellerimi yanaklarına koydum.
"Hafsa." Dediğimde onu uyandırmaya çalıştım. Baygın yüz ifadesi ve solan yüzü görmeyi sevdiğim bir manzara değildi. Gözlerinin altı şişmişti. Yaşanan onca şeyden sonra belki de ilk kez ona bu kadar dikkatle baktım. Perişan bir haldeydi. Üstüme yavaş yavaş çöken pişmanlık duygusu içime acı tohumu ekti.
Bu halde olmasının sebebi bendim.
Bu gerçekse bir tokat gibi yüzüme çarptı.
"Yavuz?" Tufan'ın sesini duydum, ama dönüp bakmadım. Gözlerim Hafsa'nın yüzünü terketmemişti. Aklım olanları yavaş yavaş hatırlarken sert bir şekilde yutkundum. Saatlerce onu soğuk bir kapının önünde ağlatmışdım.
Ağlamasına kıyamadığım kadını saatlerce ağlatmıştım. Hıçkırıklarını duymuş yinede o kapıyı açmamıştım.
"Noluyor?" Tufan'ın endişeli sesi bir kez daha konuşurken çoktan odaya girip koşar adım yatağa yaklaşmıştı. Ellerini Hafsa'nın yüzüne koyarak kahküllerini geri ittiğinde ben ellerimi çekmek zorunda kaldım. "Ne oldu, niye baygın!" Zar zor ayağa kalktığımda nefesimi tuttum.
"Aniden bayıldı." Sözler ağzımdan fısıltıyla çıkarken ben hâlâ az önce yaptıklarımın şokundaydım.
Bağırmamalıydım.
O resmi kırmamalıydım.
Hafsa'yı ağlatmamalıydım.
Hepsinin suçlusu bendim.
"Nasıl bayıldı?" Tufan öfkeyle çattı kaşlarını ve Hafsa'ya baktı. Öfkesi banaydı, onu anlamıştım. "Hafsa, duyuyor musun beni!" Elleriyle hafifçe yanaklarını tokatladı, dudaklarım arasından keskin bir nefes vererek ani bir öfkeyle kırmadığımı umdum ve elimi cebime atarak telefonumu çıkardım. Direkt olarak aramalara girerek Veli abinin numarası aradım. Hafsa'nın yanına yaklaşacak cesareti bulamadım. Gözlerimde ne tür bir ifade vardı bilmiyordum, ama tek hissettiğim acı ve suçluluk duygusuydu. Onu tekrar incitmekten korktum.
Yanına yaklaşacak cesarete sahip olmayan bu kez bendim.
*****
2 saat sonra.
Oturduğum kapının önünde yarım saatten fazladır beyaz duvarı izliyordum. Dizlerimi kendime çekmiş dirseklerimi üstüne koymuştum. Ellerimi önümde birleştirmiş sessizce önümdeki duvarı izliyordum. Saatler önce olan her şey aklımda bir bir dönüp duruyordu. Hepimiz dağılmış gibiydik. Özlem odasından çıkmamıştı, Zerda'nın onu orda tuttuğuna hatta çoktan uyuttuğuna emindim. Gece yarısı olmuştu.
Ne Aziz kaldıra bilmişti beni bu kapının önünden, ne Süleyman ne de Zahir. Tufan olanlardan sonra benimle konuşmuyordu. Kardeşini bu hale getirdiğim içine belki bana kızgındı, ama benim de durumumun farkındaydı. Bu yüzden öfkesini bana yansıtmadan benden uzak duruyordu. Onu anlıyordum, sonucu ne olursa olsun her zaman Hafsa'yı koruyor onun yanında duruyordu. Bunun için ona kızmayada hakkım yoktu.
Cafer odasından dışarı çıkmamıştı. Onu bilirdim, canı çok yandığında kabuğuna çekilirdi. Şu an onunda yanına gidecek bir cesarete sahip değildim. Daha kendimin bile kabullenemediğim bir gerçeği kalkıp ona kabullen bunu diyemezdim.
Hafsa bayıldığından beri odaya girmemiştim. Dışarı kendimi zar zor atmış, Veli abinin çıkmasını beklemiştim. Bize stresten bayıldığını, her şeye rağmen hastanede tahlil yaptırmak için kan aldığını söylemişti. Onlarında cevapı muhtamelen üç dört saatte kadar çıkardı.
Herkes kapının önünden çekilince sessizce oturmuş oraya beklemiştim. Bir şeye ihtiyacı olur diye kapının önünden çekilmemiştim, belki bana ihtiyacı olur diye. Ama beni içeri çağırmamıştı. Belki de o da bana kırgındı. Böyle işi, bana kırgın olmalıydı. O beni içeri çağırmadan bende içeri girecek cesareti bulamamıştım. Bu yüzden kapının önünde oturmak en iyi seçenek gibi gelmişti.
"Yavuz'im." Zahir'in sesi böldü düşüncelerimi. Kendisi yarım saat önce zaten gelmişti, ama kısaca defol git desem daha nazik olurdu ona kısa cevaplar verip göndermiştim.
"Yine geldin." Dediğimde sesli bir nefes verdi. Yanımda yere oturarak sırtını duvara yasladığında o da benim gibi kırdı dizlerini ve dirseklerini koydu üstüne.
"Gitmeyeceğum demuştim." Sakin bir sesle konuştu. "Daha ne kadar oturacasun ula burda?"
"Bilmeyirim." Yeni yeni farkediyordum ki şivem ne zaman kederli hissetsem ortaya çıkıyordu. Bir öfkem birde kederim sanırım şivemin üstesinden gelemiyordu. "Ne zaman içeru alirsa, o zaman kalkacağum "
"Sen gir." Dediğinde dilimi damağıma vurdum.
"Girmem, o çağirsin."
"Ya heç çağirmazsa?" Nedenini bilmediğim bir şekilde sorusu kalbimi sıkıştırdı.
"O zaman.." nefesimi verip düşündüm. "Sanırim o çağirana kadar burda oturacağum."
"Ya seni bekleyise?"
"O zaman çağirsin." Dedim mırıldanarak.
"Bağırmışsin kiza." Bana hafif kızgın olan sesini duydum. Usulca salladım başımı.
"Bağırdım." Çenem kasıldı. Pişmanlık bir kez daha çöktü üstüme. "Ne bileyim böyle olacağını, bilsem bağırır mıyım hiç?" Elimi gezdirdim yüzümde. "Olmayan aklımın içine edeyim! Ben her fırsatta uzak durayım derken öfkem bir şekilde dönüp dolaşıp onu buluyor!"
"Hafsa'nin bir suçi oldiğini düşünmeyirim." Zahir baktı bana sert ifadesi ama yumuşak gözleriyle. "Ve çeneni kırmadiysem şanslisin, saa o kızi üzme demiştum." Bunu bana kaç kez söyledi bilmiyorum, Hafsa bilmezdi ama Zahir Hafsa'ya fazla değer verir her fırsattada bana onu üzme derdi.
Sadece bana değil, bunu bir çok kez Tufan'da söylemişliği vardı. Zerda'yıda Hafsa'yıda öyle bir abi edasıyla sahipleniyordu ki bazen bu benide Tufan'ıda şoka sokuyordu.
"Patlatsan mı bir iki tane?" Dedim ona bakarak. "Çok iyi gelirdi."
"İsrar edeyisin, yaparim bileyusin." Dediğinde sesi sahte bir uyarıyla doluydu. Yorgun bir şekilde güldüm ve ağır ağır salladım başımı.
"Bilirim." Omuzlarım çöktü sesli bir nefesle. "Ama haketmiyorum demiyorum, hakediyorum. Yüzüme on tane yumruk atsan onu da hakediyorum. İçeride yatan karımın kalbi benim yüzümden ne halde kim bilir.." Sessiz bir fısıltıyla konuşurken suçluluğum çoğaldı. Yüksek seslerden korkardı, ve ben bugün ona kaç kez bağırmıştım bilmiyordum bile.
"Sıkma canini." Elini omzumda hissettim. "En fazla, seni kapinin önune koyar." Tek kaşımı kaldırıp baktım ona.
"Sağol Zahir, Allah için hep böyle teselliler ver nasıl ferahladım anlatamam." Çattı kaşlarını.
"Gerçekleri konuşayirim." Olabilirdi, ama Hafsa'nın beni kapının önüne koyması fazla iç açıcı bir durum değildi. Düşüncesi bile kötüydü! Ben onsuz uyuyamam! Tıpkı şu anda olduğu gibi..
"Cafer nasıl?" Diye sordum ona bakarak. Eli son kez omzumu sıktı ve geri çekildi.
"Gidip bir baksan?" Sesinin altında ki hafif endişeyi sezdim. "Konuşmayi." Gözlerim karşı tarafa Cafer'in odasına kaydı. Usulca salladım başımı.
"Konuşurum." Ayağa kalkmadan önce elimle birkaç kez yavaşça vurdum omzuma. "Sağol."
Adımlarımı direkt olarak Cafer'in odasına götürdüm. Onu ne halde bulacağımı az çok tahmin ediyordum. Fazla neşeli görünen abimin içini bir tek ben bilirdim. Huyları ezberimde olduğu için ne kadar canı yandığından haberdardım. Kapının önünde durdum, elimi uzatıp kolunu yakalayarak onu aşağı ittim. Elimdeki sargı bana bir kez daha o kavgayı hatırlattı. Ne kadar istemesemde Veli abi avcumun içindeki kesiğe hızlıca dikiş atıp sarmıştı. Beklediğimden daha derin bir şekilde kesilmişti açıkça acısını hissediyor ama umursamıyordum.
Derin bir nefes çektim içime ve adımlarımı odaya attığımda onu tamda beklediğim bir halde buldum. Tekli koltuğa yayılmış başı arkaya yaslıyken bir elinde boş duran içki şişesi vardı. Koltuğun yanında yere devrilmiş başka bir içki şişesini gördüğümde bunun ikinci şişe olduğunu anladım. Ne zaman bir şey canını sıksa içerdi. Bu sefer canı fazla sıkılmış olacak ki koca şişeyi bitirip ikinciye geçmişti. Siyah saçları dağınıktı aynı renkte ki siyah gözleri bir hayli yorgun.
Adımlarımı içeri atıp kapattım kapıyı. İleri yürüyerek kenarda ki masaya yaslandım ve kollarımı kenetledim göğsümde.
"Az iç şunu." Kurabileceğim en saçma cümleyi kurduğumda başı haraket etmedi ama göz bebekleri bana kaydı.
"Olir." Dedi, ardından şişeyi kafasına dikti. Pek dinlemiyordu. Birkaç yudum içerek boğulmuş olacak ki başını öne eğerek yuttu onu. Birkaç damlanın ağzından akmasını umursamadı.
"Bir şey soracağum." Dedi kolunun tersiyle ağzını silerken. "Babamin kafasuna sıksam kaç sene yatarum?" Delirmiş olmalıydı. Gerçi bunu bende düşünmüştüm.
"Müebbet." Dedim gelişi güzel. Hızlıca salladı başını.
"Ne güzel, bu saçma salak hayattan kurtulip iki dayiyla tavla atmak daha cazip geleyi." Gözucu baktım ona.
"Babanı öldürmeyeceksin." Fazla sakin bir sesle konuştum. Ne Cafer yapabilirdi bunu ne de ben. Çok iyi biliyordum. Onun canını yakmak istiyordum, hemde çok istiyordum. Ama öldürmek bunların içinde yoktu.
"Babammiş." Dedi küfür eder gibi. "Sevsinler babasini, hayatimizin içune etti." Birkaç yudum daha aldı içkisinden ardından hırıltılı bir nefes verdi. "Ula bu adam bizden ne isteyi?" Öfkesini kusar gibi bir hali vardı. Gözleri çoktan dolmaya başladığında başını çevirdi bana. "Kapiya geldi." İşaret parmağıyla sert bir şekilde gösterdi kapıyı. "O küçük kiz, Özlem bugün kapimin önüne geldi ula ben oni içeri alamadim!" Omuzlarını çekti kendine. "Nasil alayim, yüzüne bakacak yüzim kalmadi!" Diye haykırdı ve elindeki içki şişesini yere fırlattı. Cam parçaları dağıldı etrafa ve içinde kalan son sıvılarda yayıldı tahtaya.
Acısını hissediyordum. Çünkü onun kadar benimde Özlem'in yüzüne bakacak yüzüm kalmamıştı. Kırdığı şişeyse beni şaşırtmadı, beklediğim bir tepkiydi.
"Abi diyi!" Acıyla kasıldı yüzü. "Ula gözümin içune baka baka baa abi diyi, ben nasıl oğa diyeceğum-?" Sözünün devamını getiremeden eliyle ovuşturdu yüzünü. Ama vücudu hafifçe titriyordu. Ağlamanın eşiğinde olduğunu biliyordum.
Peki ben ona nasıl söyleyecektim? Çenem kasıldı. Omuzlarım gerildi. Karşısına geçip abin değil ben senin amcanım nasıl derdim?
Ayırdım kendimi masadan ve yürüdüm onun yanına. Çöken omuzlarını taşımak bile bir yük gibiydi. Cafer'in oturduğu tekli koltuğun önünde durdum. Tek dizimin üstüne eğilerek elimi kaldırıp onun omzuna koydum.
"Sana ne söylersem kalbinin yangını dinmeyecek biliyorum.." yüzüme bakamıyor siyah harelerini yerde gezdiriyordu. "Kim ne derse desin benimkide dinmiyor." Bakışları ağır ağır çıkarken yüzüme gözleri yorgun yüzü düşmüştü.
"Ama kabul etmeliyiz, ağırda olsa..kabul etmeliyiz." Bana iğneleyici bir şekilde baktı.
"Baa diyene bak." Nefesini verdi. "Sen önce sesinin titremesini durdir ula, ağlayacasun nerdeysa." Daha kendimin bile kabul edemediğim bir gerçeği Cafer'e kabul et diyordum.
"Şu an düşünmemiz gereken kendimiz değiliz, Özlem." Aklımı susturmamın en iyi yolu buydu. "Bizim kadar o da bir yalanın içinde abi." Dediklerimi sanki ilk kez düşünüyormuş gibi ifadesi sarsıldı. Yutkunarak baktı bana. Hiç bu yönden düşünmemişti, ama Özlem'de bizim kadar bir iğrençliğin içinde yaşamıştı. Üstelik o daha doğulduğu günden beri bir yalanın içine terkedilmişti.
"Nasi yapayim?" Kısık sesi çaresizdi. "Gözünin içune bakamayirim Yavuz.." omuzlarını çekti kendisine doğru. "Gözinin içine bakamadiğim çocuğin yaninda nasil olacağum?"
Güçlü durmam gerekiyordu. Sadece benim değil, kalbimiz bir yangın yeri olsada Cafer'inde güçlü durması gerekiyordu. Elimde olsa çöker yere saatlerce ağlardım. İçimde böylesine acı dolu bir boşluk varken kimseyi teselli etmemem gerekiyordu. Ama başka bir çarem yoktu, kimsenin yıkılmasına izin veremezdim. Özellikle bana ailemde kalan son şey, Cafer'in böylesine darma dağın olmasını izleyemezdim.
Herkes yok olmuştu, annem, babam, abim, bir Cafer kalmıştı. Benim kanımdan canımdan asla peşimden ayrılmayan bir Cafer vardı. Şimdi kendimi onun önünde güçsüz düşürüp benimle birlikte ağlamasına izin vereceğime benimle birlikte ayağa kalksın isterdim.
"Biliyorum." Dedim. "Biliyorum, onun gözünün içine bakacak yürek bendede yok abi, ama yanında olduğumuzu bilmeli." Sertlik barındıran bir sesle konuştum. "Ona kalan bir tek biziz, babası yok, annesi yok. Kimsesi yok Cafer bir tek biz varız. Bizimde yokluğumuzu hissetmesine izin vermemeliyiz." Tek düşüne bildiğim buydu.
Özlem'in baba dediği adam dedesiydi, anne dediği adam babaannesiydi. Öz annesinden haberi yoktu, öz babasını abisi sanıyordu. O notu bana verdiği gece kocaman gözlerini yüzüme dikip abim not gönderdi dediği anlar akın etti aklıma. Bu canımı daha fazla acıttı. Abisi sandığı kişi babasıydı, iğrençliğin içinde olduğum her geçen saniye biraz daha gün yüzüne çıkıyordu.
"Bileyurim." Eliyle ovuşturdu yüzünü. "Ama nasil toparlanacağum ula? Tüm sülalenin içunden geçmuşler! İnsan düşmaniyle bir olip öz oğlina kıyar mi!" Kıyardı. O adam Mahir Payidar'sa bunu yapardı. Ne ara bu kadar acımasız, bu kadar vicdansız bir adama dönüşmüştü bilmiyordum ama bizi koruduğunu sanarken her geçen saniye biraz daha ateşin içine iteklemişti.
Bir kolumu Cafer'in boynuna sarıp onu kendime çektim. "Toparlan." Dedim hızlıca ve elim birkaç kez sıvazladı sırtını. "Toparlan, sende düşersen ben kalkamam abi." Ona abi demek genel olarak kitapımda yoktu, ama şu an olmak istediğim yerde zamanda Cafer'in yanıymış gibi hissettim. Çünkü kim bana yalan söylerse söylesin, o yalanın içinde o acıları benimle taşıyan Cafer'di.
Sesli nefesi kulaklarıma doldu. İç çekişin ardından kollarını bana sardı.
"Başin sıkışinca abin oldiği aklina geleyi." Dedi yorgun bir alayla, nefesi içki kokuyordu. Hâlâ nasıl sarhoş olmamıştı ona şaşırıyordum.
"Abim olduğunu hiç unutmuyorum." Dedim sıcak bir sesle. "Hatta iyi ki benim abim bu abi." Yorgun gülüşünü duydum. Birkaç saniye kaldık öyle ve geri çekildiğimizde ikimizde bundan sonra olacakların daha acı verici olacağının farkındaydık. Bir şekilde dayanmak zorundaydık.
****
Hafsa Polatlı.
Uyandığımdan beri yaklaşık bir saat geçmişti. Sessizce tavanla bakışıyor başka bir şey yapmıyordum. Kolumda ki serum çoktan bitmişti. Üstümde anlam veremediğim bir halsizlik vardı. Ve son saat içinde olan her şey sanırımın vücudumun daha büyük bir yorgunluğa gömülmesine neden olmuştu. Kalkacak halim bile yoktu, bırak yerimden kalkmayı mümkünse kulaklarımı tıkayıp Zerda'yı duymasam olur muydu?
"Eee?" Dedi Zerda kollarını göğsüne kenetlemiş bir şekilde. "Kızım saçmalıyorsun, oturup burda o gelsin diye mi bekleyeceksin?" Hafifçe omuz silktim.
"Ne diyeceğim Zerda, konuşacak kelime bile bulamıyorum!" Hâlâ suçluluk bir illet gibi üstümdeydi. Zerda Yavuz'un kapımın önünden çekilmediğini söylemişti, ama bende ona içeri girmesini söyleyemiyordum. Vereceği tepkiden korkuyordum, bir daha o kırgın bakışlarını görmek istemiyordum. Çünkü bundan daha fazla acı veren hiçbir şey yoktu.
"Kızım çağır içeri konuş, olmaz böyle!" Yatağın kenarına oturup sarı saçlarını kulaklarının arkasına geçirdi. "Çocuk perişan oldu kapının önünde!" Nefesimi vererek kaçırdım bakışlarımı. Bir ara Cafer'in odasına gittiğini, sonra geri gelip kapının önüne oturduğunu anlatmıştı. Ben bayıldığımdan beri ordan ayrılamamıştı. Yavuz'du bu bana kıyamazdı bilirdim, ama o kırgın bakışları hâlâ yerini koruyorsa işte bu canımı çok yakardı.
"Çağıramam.." dediğimde Zerda elini yüzüne koydu ve onları sertçe aşağı kaydırdı.
"Kaldım ben sizin aranızda, enişteye kalk içeri gir diyoruz keçi inatı o çağırsın diyor! Kardeşime kalk içeri girmesini söyle diyorum kendisi gelsin diyor! Zıt kutuplar birbirine çeker dedikleri buysa aşırı saçma bir şeymiş!" İsyanı beni hiç rahatsız etmiyordu. Boş gözlerle ona baktığımı gören Zerda kıstı gözlerini.
"Bende Zerda'ysam onu bu odaya sokarım." Ayağa kalktığında baktım ona.
"Ne yapacaksın?" Dediğimde yüzünde şeytani bir sırıtış oluştu.
"Görürsün." Kalktı yataktan ve kapıya yürüdü, kaşlarım havalandı. Ne yapmaya çalıştığını anlamış değildim ama Zerda'ydı bu. O bir şeyi kafaya koyduysa yapardı.
Aradan geçen iki dakikanın içinde ara bir Yavuz'un yükselen sesini duyuyordum. Ve üçüncü dakkanın sonlarına vardığımızda kapı bir hışımla açıldı. Kapının önünde öfkeden deliye dönmüş Yavuz'u görmekse beklediğim bir şey değildi.
"Nerde lan o orospu çocuğu!" Bağırışı odada yankılandı. Kaşlarım çatılırken anlam veremeyek baktım ona. İşte o an yüzünde zafer sırıtışıyla kapıyı çekip kitleyen Zerda'yı gördüm. Kapıyı kapatmadan önce bana göz kırptığında ne yaptığını bir türlü anlamış değildim.
"Kim nerde?" Dedim şaşkınca. Yavuz öfkeden genişleyen irisleri ve sıktığı yumruklarıyla bana baktı. Sağlam olan elinin avcunda bir silah gördüğümde gözlerim dahada genişledi.
Zerda napmıştı!
"İçeri soktuğunuz o orospu çocuğu!"
"Kimsen bahsediyorsun!"
"Yaman itinden!"
Yaman kimdi be? Neler oluyordu! Ay yok artık..bu kadarınıda yapmış olamazsın Zerda..
"Ne Yaman'ı?" Dedim gözlerimi kırpıştırıp. "Biraz sonra kafasına sıkacağımın Yamanı! Nerde o piç kurusu!" Dediğinde sert ve iti adımlarını banyoya götürdü. Kabaca onu açıp içine baktığında ben hâlâ şaşkınca Yavuz'u izliyordum.
"Kimseyi sokmadım ben içeri!" Dedim yükselterek sesimi. Yavuz'un gözleri deli gibi odada gezinirken baktı bana.
"Nasil sokmadun ula! Sokmadiysan niye öyle diyi! Ha birde çok aşukmiş saa, başlarum aşkina! Kalbuni yerunden söktuğümde bakalum aşuk olabilecek mi!" Zerda'yı bir ara dövmem gerekiyordu. Sırf Yavuz'u içeri sokmak için onu kıskandırmıştı! Ve sonrasında bile isteye kapıyı üstümüze kitlemişti!
"Önce o Yaman itunin olmayan beynuni dağutacağim sonra da senunle ilgilneceğum! Şimdu de bakayum baa nereyedur o it!" Sinirlerimin boşaldığını hissederken kendimi tutamayıp güldüm. Yavuz sanki onun yüzüne küfür etmişim gibi daha da deliye dönerek geniş gözleriyle baktı bana.
"Ne güleyisun!" Gülüşlerim arasında baktım ona.
"Kandırmış seni." Dediklerimle bozguna uğramış gibi ifadesi sarsıldı. Zerda'yı çok iyi tanırdım. Sırf Yavuz'u delirtmek için kim bilir neler söylemişti. Ve istediğine erişmiş onu odaya sokmayı başarmıştı.
"Kandirmiş?" Aydınlanma yaşar gibi kasılan yüz ifadesi yumuşadı. Sert bir şekilde yutkundu. Elinde tuttuğu silaha baktı, hızlıca onu beline sokup önümde eli ayağı dolanan çocuklar gibi durduğunda alt dudağımı içeri kıvırdım. "Ha, yok yani kimse odada.." dediğinde salladım başımı gülerek.
"Yok." Elini attı enesesine ve kaşıdı. "Ayrıca olsada seni ilgilendirmez." Dediğimde çatıldı kaşları. Yine onunla uğraştığımın farkında değildi.
"Ne demek ilglendirmez?" Dedi beni taklit ederek. "Kocan benim! Beni ilgilendirmiyorsa kimi ilgilendirecek!"
"Kocam artık beni pek önemsemiyor." Dediğimde çatılan kaşları düzeldi. Birkaç saniye baktı bana ardından sesli bir nefes vererek birkaç adım atıp yaklaştı yatağa.
"Kay kenara." Hep bunu yapıyordu. Koca yatak sanki oturacak yer yokta yanıma oturmak istiyordu. Hafifçe kaydım yatakta sola doğru.
Yanıma oturdu. Bence bu konuşma fazla bile gecikmişti. Sırtını yatak başlığına yaslayarak gözucu baktı bana. İlk kim konuşacak diye bekledik ikimizde. En sonunda sessizliği bölen ben oldum.
"Çok kızdın mı?" Mırıldanarak sorduğumda başını çevirdi önüne. Sorumu düşünür gibi dursakadı.
"Kızmadım." Nefesi dudakları arasından kaçtı. "Ama kırıldım mı? Biraz sanırım." Mesafeli bir konuşmaydı. Ama en azından kavga etmemizden daha iyiydi. Başını çevirdi omzuna ve bana baktı.
"Üzdüm mü seni?" Sorusuyla afalladım.
"Biraz." Onu taklit ederek konuşmam eğlendirmiş gibi gülümsedi. Ama harelerindeki pişmanlık beni incitti. Sanki bir şey sormaya çekinir gibiydi, ama cesaretini toplayarak döndü bana.
"Hafsa." Dediğinde adım bu sefer dudaklarından fısıltıyla çıktı. Bir daha bana böyle seslenmez diye korkmuştum. Ama yine bana sevgiyle bakıyordu. "Korkuttum mu seni? Ondan mı bayıldın sen? Anlamadım bir şey..benim yüzümden mi oldu?" Sorusu ona kırgınlığımı soldurdu. Başımı salladım iki yana.
"Senin yüzünden değil." Elimi kaldırıp yanağına koyduğumda rahat bir nefes verdi. Yüzünü avcumun içine doğru eğdi. "Bir daha bağırmayacağım sana, bağırırsam eğer çek vur beni razıyım." Sözlerine güldüm ve haylaz bir şekilde kıstım gözlerimi.
"Seni vurmak mı? Bu cesaret edebileceğim bir şey değil.." baş parmağım okşadı yanağını. "Asıl senden bunu gizlemek benim hatamdı, söylemem gerekirdi biliyorum. Ama cesaret edemedim, sonra kalbinin durumu tüm bu olanlar.. gizlemek zorunda kaldım." Nasıl çöktüğünü görmüştüm. Özlem aklına gelince hareleri nasıl bir acıya sarıldı şahit olmuştum. Ve o acı yerli yerindeydi.
"Kızgın değilim sana, kırgında değilim." Sakin bir sesle konuştu. "Sana yaptığım her şey hataydı biliyorum, o resimide kırmam hataydı." Ani bir öfkeyle yaptığı her şeyin pişmanlığı yüzüne yansımıştı. Gözlerim eline kaydı. Sargıda olan elini gördüğümde acıyla kasıldı yüzüm. Boşta ki elimi uzatıp yaralı elini tuttum. Bana engel olmadan ne yaptığımı izledi. Elini kaldırıp dudaklarımı avcunun içine bastırdım. İçi erir gibi bakışları yumuşadı.
"Tüm kararlılığımı sarsıtıyorsun, nasıl bir haksızlık bu bana haberin var mı?" Gülümsedim eli yanağıma yaslanırken.
"Bir şey yapmıyorum.." dudaklarında yumuşak bir sırıtışla baktı bana. "Şu dokunuşun bile yetiyor beni mahvetmeye." Kapandı birkaç saniye gözleri ardından fısıldadı.
"Başımı koysam dizlerine olur mu?" Sorusu vücudumu ürpertti. Bana ihtiyacı vardı, kalbine gömmeğe çalıştığı onca duygular inatla gün yüzüne çıkıyordu. Hafifçe dikeldim yerimde ve yaslandım arkama. Bu davetimi kabul eder gibi açıldı gözleri. Haftalar önce yaşanan an bir kez daha yaşandı. O günde böyle çaresiz hissetmiş sessizce dizlerime uzanmıştı. Onun konuşmasına bile gerek yoktu, ben Yavuz'un sessizliğini anlıyordum.
Haraketlendi yerinde ve sırt üstü uzanırken başı dizlerime yaslandı. Dudaklarımda küçük bir tebessümle kahverengi saçlarını okşadım. Aynı tebessüm onunda dudaklarında belirdi. Boğazından yükselen memnunyet dolu bir mırıltı duydum. Güldüm.
"Saçlarınla oynadığımda çocuk gibi mırıldanıyorsun." Kapalı gözleriyle o da güldü. "Nasıl etki bırakıyorsa artık karım üstümde.." açarak gözlerini yüzümün her zerresini izledi. En çok gözlerime baktı, en derinine baktı. Yüzünü sevgi, bakışlarını bir kez daha aşk sardı. En iyi tanıdığım ve asla unutmak istemediğim o bakış işte tam olarak buydu. Güneş benzeri gözleri beni izliyor kalbimi sevgiyle dolduruyor bana aşkını her türlü belli ediyordu.
"Sende hayat var Hafsa." Sevgiden kalınlaşan sesi doldu kulaklarıma. "Kızım sende hayat var, nasıl bakış o öyle?" Hayranlık dolu tınısı yanaklarıma hafif bir kızarıklık yaydı. Bunu hep ima ediyordu, onun için hayat bendim artık kalbime kazınan bir gerçekti bu.
"Nasıl bakıyorum?" Dedim fısıltılı bir alayla.
"Beni yaşatmaya çalışır gibi." Bu sözlerinin altında büyük bir ağırlık vardı. Yavuz yaşamaya çalışan, ama tuttuğu her ipin ellerinden kayıp gitmesini izleyen bir adamdı. Ve bense onun tuttunduğu son limandım. Onu asla terketmeyecek asla bırakıp gitmeyecek olan bir liman.
"Seni yaşatmak istiyorum." Derin bir sesle konuştuğumda hisli bir tebessüm etti. "Seninle yaşamak istiyorum." Sözleri beni güldürdü. Başını kaldırdı dizilerimden ve kısa bir süre içinde altına aldı beni. Yanağıma küçük öpücükler bıraktığında kıvranarak güldüm.
"Sakalın batıyor!" Dediğimde o da güldü. Sakalları yeni yeni çıkıyordu ama yinede batıyordu. "Ve bu seni güldürüyor." Sert bir öpücük daha kondurdu yanağıma. Tebessümle baktım ona. Dudakları birkaç saniye sonra geri çekildi ve eli itti saçlarımı geri.
"Uyuyayım mı yanında?" Diye sordu benden izin alarak. Beni rahatsız etmek istemiyordu. İnce düşüncesi kalbimi ısıttı. "Sensiz uyuyamıyorum, kokun olmadan uyku yanıma uğramıyor yavrum." Ardından çapkın bir bakış attı bana. "Ha tabi sen geceyi kapının önünde geçir dersen, boynum kıldan ince gider yatarım orda."
"Yok, ben kıyarmıyım hiç kocama?" Kollarımı sardım boynuna. "Hem bir adamın yeri karısının yanıdır." Alayla havalandı kaşları.
"Hangi kitapta yazıyor bu?" Elleri belimin iki yanına inerken omuz silktim hafifçe. "Benim kitapımda, benim kitapıma göre senin yerin benim yanım."
"Ah zalımın kızı ah." Dedi sahte bir hayıflanmayla. "Bu adamın senin yanından başka gidebilecek bir yuvası mı var?" Burnu sürtündü burnuma. "Emrin olur, yerim yanın."
"Yerim yanın." Diye tekrarladım sevgiyle.
******
Yavuz Payidar.
Burnuma dolan kokunun huzuru tarif edemeyeceğim kadar güzeldi. Onca kavganın ardından kollarımda Hafsa varken uyumak dünyanın en güzel hissi olabilirdi. Onun alıp verdiği nefesler kulaklarıma dolarken çoktan uyuduğunu anlamıştım. Kokusunda bir şeyler vardı, anlam veremediği bir şeyler. Beni yumuşatıyor uykumun gelmesine sebep oluyordu. Yinede ben o uykuya direniyor yaklaşık yarım saatir Hafsa'nın yüzünü izliyordum. Onun her bir zerresini ezbere biliyordum ama yinede bakmaya doyamıyordum.
Küçük bir çocuk gibi göğsüme doğru kıvrılmış uyuduğu zaman gözlerime fazla tatlı geliyordu. Parmaklarım usulca saçlarını takip ediyor gözlerim yüzünü terketmiyordu. Odanın sessizliği devam ederken bunu bölen telefonuma gelen mesaj sesi oldu. Daldığım düşüncelerden ayrılmak zorunda kaldım ve fazla haraket etmeden elimi pantolonumun cebine soktum. Telefonumu çıkarıp ekrandaki mesaja bakarken ışıktan dolayı hafifçe gözlerim kamaştı.
Cafer; Yavuz bir aşağı in.
Telefondaki mesaja anlam veremedim. Daha gram uyku bile uyuyamamıştım yine ne olmuş olabilirdi? Sesli bir nefesle telefonu geri cebime koydum. Hafsa'yı uyandırmamaya dikkat ederek kolumu başının altından çektim. Sessizce yorganı üstüne çektiğimde homurdandı ama uyumaya devam etti. Bu hallerine sessiz bir şekilde güldüm ve kalktım yataktan. Ağır adımlarla kapıya yürüdüm. Zerda herhalde kapının kilitini çoktan açmıştı, kolunu aşağı çekerek yavaşça açtım onu ve çıktım odadan. Koridoru takip edip aşağı kata indim, salona vardığımda koltukta oturup yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle telefonuna bakan Cafer'i farkettim.
"Noluyor?" Dedim. Ondan başka kimse yoktu salonda. Geldiğimi farkeder farketmez kalktı başı. Elindeki telefonu bana uzattığında kaşlarımı çatarak aldım onu.
"Bir konum geldi telefonima, ne halt oldiğini anlamadim." Kafası karışmış gibiydi. İşaret parmağımı konuma tıklayıp onu büyüttüğümde ıssız bir arazi olduğunu farkettim. Numaraya baktım ama isimsizdi. Ardından benim telefonuma bir mesaj geldiğinde işler dahada karmaşık bir hâl aldı. Cebimde ki telefonu hızlıca çıkardım. Gördüğüm isim kısık bir küfür savurmama neden oldu.
İshak K.; Yavuz'um, uzun zaman oldu. Notu almışsın, emanetide bulmuşsun sanırım ondan kaynaklı bunca koruma? Evin etrafını şah sarayına çevirmişsin aslanım. Bu kadar mı korkuyorsun benden? Neyse neyse, şimdi kalkıp seninle burda çocukca savaşlara girmeyeceğim. Elindeki telefona iki saat boş boş bakacağına atla arabana konuma gel derim. İlk oyunumuz başladı. Sana şans dilerim, tabi eğer şans senden yanaysa ki..orası baya şüpheli. Yarım saatin var.
Okuduğum her kelimede irislerim genişledi. Başım kalktığında etrafıma bakındım. Ama evde bizden başka kimse yoktu. Bu orospu çocuğu yaptığım her haraketi nasıl anlıyordu! Elim telefonu sıkarken Cafer çattı kaşlarını.
"Nolayi lan?" Dedi ayağa kalkıp ve telefonumu alarak okudu mesajı. Benimse gözlerim olduğu boşluğa takılıp kaldı. Abimin emanetinden, Özlem'den zaten haberdar mıydı? Neyin içindeydik lan biz! Her şeyden haberi varsa o notu getirmesindeki sebep neydi!
"Gidecekmiyuz?" Dedi Cafer kararan ifadesiyle.
"Abim onun elinde, bu piç kurusunun ne istediği belli değil! Ben gideceğim, sen kalıyorsun!" Dedim çoktan kapıya yürürken telefonumu onun elinden kaparak. Konumu zaten bildiğim için Cafer'in telefonuna ihtiyacım yoktu.
"Hiçbir yere gitmeyisin bensuz!" Peşime takıldığını farkettiğimde kestim adımlarımı ve döndüm ona.
"İsteduği benum ula, otir otirdiğin yerde!" Dediğimde telefonunu kaldırıp gösterdi.
"Konumi baa yolladi, demekki ikumizide isteyi! Yuri!" Öfkeyle baktım ona. Normalde olsa ona direnir evde kalmasını söylerdim. Ama bunu yapsam hem işler uzayacak hemde büyük bir kavga başlayacaktı. Muhtemelen seslere tüm ev halkı uyanacaktı ki bunu istemiyordum.
İçimden birkaç sitem sıralarken kapının yanından ceketimi alıp kapıyı açarak çıktım dışarı. Karanlık gökyüzü bir kez daha beni boğuyormuş gibi hissettiğimde içimdeki huzursuzluğa bir türlü anlam veremedim. Yine ne oluyordu bilmem, ama bu içler acısı durum her gün biraz daha beni dibe çekiyor üstüme çökmeye devam ediyordu.
****
Yazar.
"Cafer'i niye istiyorsun, anlamış değilim?" Dedi adam arkadaşına bakarak. Devran nefesini vererek bakışlarımı çevirdi ona.
Daha iyiydi artık, fiziksel tedavilere son vermişti. Ara sıra gittiği kontroller dışında gücünü yavaş yavaş geri kazanmaya başlamış çoktan işlerin başına geçmişti. Az kalmıştı, onun büyük oyunun başlamasına ve ilk kanın dökülmesine çok az kalmıştı.
"Cafer işe karışmayacak." Devran sakin bir sesle konuşurken bakışlarında büyük bir rekabet vardı. "Bana Yavuz'u ikna edecek birileri lazım, Cafer'in orda olması ekstra korkudan başka bir şey sağlamayacak. Benimde istediğim bu." Birkaç saniye daldı gözleri boşluğa, ardından geri çıktı adamın yüzüne.
"Mesajı yolladın mı?" Sorusuyla adam salladı başını. Devran'ın ofisine alel acele çağırılmıştı. Nedenini sormamıştı bile, Devran diyorsa vardır bir bildiği diyerek gelmişti. Vardı bir bildiği, ilk oyununu başlatmak istiyordu. "Unutma İshak, her şey plana uygun olmalı." İshak ona bilmiş bir bakış atarken gösterdi kendisini.
"Sence benim hata yapma gibi bir huyum var mı?" Yüzünde kendiyle gurur duyar bir ifade vardı. Yedi sene önce aldığı telefon kardeşi dediği adamdan gelmişti. Devran İshak'ı aramış yardım istemişti.
Tüm bunlardan önce, yani 11 sene önce İshak'ın sevdiği kadının öldüğü o geceye kadar Devran İshak için bir kardeş gibiydi. O geceden sonra kardeşlik ilişkileri bozulmuştu. Yanlış yönlendirmeler sonucu katilin Devran olduğunu sanmıştı, kaç kez savaşa girmiş kanlı bıçaklı olmuştular hatırlamıyordu bile. Deli öfkesiyle haraket etmiş sevdiği kadının intikamını almak istemişti.
Ama biraz daha derine indiğinde her şey açık açık ortaya çıkmıştı. O gece yapılan pusunun İsmet diye bir adama ait olduğu sırf Payidar ailesi ile İshak'ı birbirine düşürmek için yapılan bir oyun olduğunu anlamıştı. Bunu öğrendiğinde her şey için geç kaldığını sanmıştı, Devran'ın ölümünden bir hafta önce öğrendiği her şey kabus gibi çökmüştü üstüne. Ama sonra bir gece yarısı kardeşine ait bir telefon araması almıştı.
Yardım istemişti, hiç kimseden değil sadece İshak'dan yardım istemişti. Yaşanan onca şeye rağmen Devran yine İshak'a güvenmişti.
"Yok kardeşim, senin hata yapmak gibi bir huyun yok." Alayla gösterdi omzunu. "Maziler pekâlâ önüme seriyor bunu." Yıllar önce yapılan bir baskında İshak bile isteye Devran'ı omzundan yaralamıştı. Tam isabete dövmesinin üstünden yaralmıştı. O dövmede İshak'ın doğum yılı yazıyordu. Devran böyleydi, onun için önemli olan bir şeyleri vücuduna kazıtmayı severdi. Ama yıllar önce dökülen kan kardeşliği bozmuş İshak o dövmeyi silip yok etmek istemişti.
"Geçmişi unuttun sanıyordum." İshak devirince gözlerini Devran kaldırdı tek kaşını.
"Sen unuta bilirsin.." dedi gelişi güzel önündeki dosyaları çekmeceye atarken. "Zira ben kafama silah dayadığını, beni hapse tıktırdığını, iki kardeşime silah çektiğini, ve sülalemin içinden geçtiğini.." düşünür gibi yaptı. "Ha, evimi yaktığını, özellikle benim odamdan başladığını unutmadım." Onun sıraladığı her şeyle İshak buruşturdu yüzünü.
"Ne pis adammışım oğlum ben, yazıklar olsun bana." Kaşlarını çatarak baktı Devran'a. "Senin odanı yakarak başlamamıştım.." Devran sandalyesinden kalkarken imalı bir bakış attı ona.
"Penceremden içeri benzin dökmüştün, İshak." Dedi cebinden sigara paketi çıkarırken. "Cayır cayır yanıyordum uyandırmasalar." İçinden bir dal sigara çıkarıp onu dudakları arasına koydu ve paketi attı masaya.
"İyi tarafından bak." Dedi İshak bunlardan zevk alır gibi. "Aksiyon yaşadın." Masanın üstündeki sigarayı alıp o da içinden bir tane çıkardı.
"Ne büyük aksiyon, kıçım tutuşuyordu." Dedi Devran ve bıkkın bir nefes verdi. Yaktığı sigarasından bir nefes çekti. "Neyse, konumuz bu değil. Hazır mı her şey?" Kolundaki saate bakarken konuştu. "Birazdan varırlar depoya."
"Biliyorum kızacaksın." Dedi İshak sigarasından bir nefes çekerek. "Ama bunları Yavuz'a yaptırmak istediğinden emin misin?" Ne kadar düşman gibi gözüksede İshak'ın Yavuz'a bir kini yoktu. Hatta derinlerde bir yerde severdi onu, Devran'ın peşinden ayrılmayan bir çocuktu, ne zaman buluşsalar Yavuz'da takılırdı peşlerine. Serseri bir çocuk gibi yer edinmşti İshak'ın aklında ama zaman bir hayli değiştirmişti onu.
"Fikrimi değiştiremezsin." Devran dudakları arasından sigara dumanını üfledi. "Kimse değiştiremez, bu gece o adamın işi bitecek." Kendinden fazlasıyla emin sesi ve kararlı gözleri İshak'a itiraz etmek için bir yer bırakmadı. O Devran ne isterse onu yapardı, çünkü hayatı mahvolan Devran bir intikam istiyorsa İshak'a göre sonuna kadar hakkıydı.
****
Yavuz Payidar.
Sessizlik sağır ediciydi. Gidecek başka bir yer yoktu, çünkü konumun sonu burasıydı. Sessiz soğuk ve bir o kadar karanlıktı. Büyük bir depodan başka bir şey yoktu, burda kuş uçsa hiç kimse duymazdı.
"Nereya geturdi ula bu it bizi?" Cafer merakla ve öfkeyle konuşurken sesi fısıldar gibi kısıktı. Camdan dışarı bakarken bakışları şüphe doluydu.
"Vir vir etma da Cafer! Nerden bileyum?" Diye söylendim öfkeyle. Kayan şiveme engel olamadım.
Kapıyı açarak aşağı indiğimde elim ne olur ne olmaz belimdeki silaha gitti. Benim peşimden inen Cafer'de merakla etrafa bakınırken kaşları çatıkdı. Bu İshak şerefsizi bizi neyin içine sokuyordu bilmiyordum, ama oyunlar oynamaya bayılırdı. Tıpkı şimdi bizimle oynadığı gibi.
Bir kez daha telefonumun mesaj sesi böldü ortamı. Başım hızla aşağı eğildi. Ceketimin cebinden çıkardım telefonu ve ses kaydı olduğunu farkettim. Üstüne tıklayarak açtım.
"İki dakika kadar geç kaldın Yavuz'um." İshak'ın sesini bile duymak sinirlerimi bozarken sıktım çenemi ve kapattım gözlerimi. "Ama gelmişsiniz, görüyorum sizi. Bakınmayın öyle etrafa, ben burda değilim." Sesi dinleyen Cafer benim kadar öfke doluyken yaklaştı yanıma. "Senin için içeride bir başkası var, Yavuz." Sesi ciddiyet doluydu. "Oyunumuz başlıyor, abini istiyorsan ilk oyuna hazır ol. İçeri gir, tek. Yanında başka kimseyi istemiyorum. Abini dışarıda bırak. Yoksa ikinizinde kafasına nişan alan adamlarım iki dakikaya kalmaz beyninizi dağıtır." Sesi burda bitiyordu. Cafer hızla etrafına bakındı, uzakta binalar vardı. Ve orda keskin nişancıların olma ihtimali çok büyüktü.
"Allahın cezası!" Diye bir isyan dökdüldü dudaklarımdan. Dişlerimi sıkarken geri telefonumu koydum cebime.
"Burda kal!" Dedim depoya yürürken. Cafer arkamdan bağırdı. "Saçmalayisin, oraya tek girmene izin vermeyeceğum!" Yürümek için haraketlendiğinde döndüm ona.
"Dediğini yapar, ikimizide öldürmek istemiyorsan kal orda abi!" Sesimdeki telaşı ve endişeyi sezdiğinde adımları kesildi. Kısık bir küfür savurdu ama hafifçe salladı başını ve onayladı beni. "Dikkatli ol!" Belimdeki silahı çekerek depoya yürüdüm. Temkinli adımlarıma eşlik eden gözlerim etrafta gezinip duruyordu. Bu gece ölmeyeceğimi hissediyordum, ölmeyecektim. Ama İshak'ın oyandığı oyun her neyse ben değilsem bile birisi ölecekti. Yoksa bu kadar zahmete girmezdi. Kendisi burda değilse bana kimi göndermişti?
Elim silahı sıkıca tutarken sargılı olan elimi demir kapıya koydum. Onu ileri iterek açtığımda harelerim büyük deponun içinde gezindi. Kaşlarım çatıldı. Deponun ortasında bir masa o masanın üstünde kurulmuş bir bilgisayar vardı. Neler olduğunu bir türlü anlamıyordum, piç kurusu çok büyük bir oyunun peşindeydi. Adımlarımı içeri attığımda artık Cafer'in görüş alanından çıkmıştım. Harelerim deponun her köşesinde dolandı. Sağıma soluma döne döne yürüdüm içeride. Kimse yoktu. İçimdeki huzursuzluk hissi çoğaldı.
Deponun karşı tarafından gelen sesle irkildim, hızlıca oraya döndüm. Ama silahımın nişan aldığı kişiyi görmek irislerimin genişlemesine neden oldu. Kaşlarım havalanırken silahı tutuşum gevşedi.
"Yavuz?" Babam bana bakarken onunda elinde bir silah vardı. Aynı şaşkın ifadeye o da sahipti. "Ne arayisin ula sen burda!"
"Ne mi arıyorum?" Dedim kaşlarımı çatarak. "Bende onu merak ediyorum, ne işin var senin burda!" Elimdeki silahı indirirken babam anlam veremeyen bir ifadeyle önce boş depoya sonra temkinli gözlerle bana baktı.
Kafam allak bullak olurken babamın burda ne aradığını anlamadım. Neler oluyordu? İshak nasıl bir oyun düzenliyordu şimdilik anlamış değildim. Ama karşımda babam duruyordu, ikimizin elinde bir silah aynı merakla ve birazda hissizlikle birbirimize bakıyorduk.
"Beni İshak çağırdi." Dedi silahını beline koyarak. Onu görmeyeli biraz daha zayıflamış, çökmüştü. Yinede başı dik, omuzları keskin bir şekilde duruşunu koruyordu. "Benide o çağırdı." Dedim rahatsız bir ifadeyle.
"Akli sira oyun oynayi." Babam sıkıntılı çıkan sesiyle derin bir nefes verdi. İkimizde neden burda olduğumuzu anlamış değildik. Gözleri beni buldu, birkaç saniye gezindi üstümde. Soğuk bakışlarına karşılık bende onun kadar ilgisizdim. Şu an neden burda olduğumuzla daha fazla ilgileniyordum.
Aramızda geçen sessizliği bilgisayardan yükselen ses bozdu. İkimizinde başı aynı anda bilgisayara döndüğünde ekranda görünen İshak gözlerime şüphe eriştirdi.
"Bence oldu." Kendi kendine konuşur gibi fısıldarken kamerayı düzeltiyordu anladığım kadarıyla. İyi bir açı yakaladığından emin olmuş gibi sırıttı ve birkaç adım attı geri.
"Yavuz'um!" Keyifle söylendiğinde silahımı kaldırıp bilgisayara sıkmamak için kendimi zor tuttum. "Sonunda istediğim yere ulaştın, canlı bağlantıdayız."
"Napayi ula bu orospi çocuği!" Babamın ağzından bir küfür kaçarken o da benim gibi birkaç adımla yaklaştı bilgisayara. İkimizde masanın önünde dururken duygusuz bakışlarım İshak'ın yüzüne takıldı. Resmen bizimle oynamaktan zevk aldığını hiç gizlemiyordu.
"Ayıp ediyorsun bey amca." İshak sesli bir nefes verdi. Ardından sahte bir incinmeye büründü yüz ifadesi. "Duyuyorum seni." İshak'ın onu duyması babamın hiç umrunda değilmiş gibi öldürücü bakışları bilgisayardan ayrılmıyordu.
"Uzatma." Dedim sert bir sesle. "Ne istiyorsun?"
"Ne istediğim artık açıktır sanıyordum." Dedi İshak alayla, ama sesinin altında hiçbir duygu yoktu. Hissiz bakışları bir hayli öfkeli gibiydi. "Acı çekin istiyorum, teker teker hepinizin gözlerimin önünde yok olun istiyorum. Anlaması bu kadar zor mu?" Kini hâlâ tükenmemişti. Berna'nın intikamını almak istiyordu. Babamda bende anlamayan bir ifadeyle bilgisayara bakarken İshak birkaç adım daha geri çekildi ve sola doğru kaydı.
İşte o an gördüğüm her şey dünyamı başıma yıkarken aynı zamanda içimde çoktan kuruyup yok olan bir çiçeği tekrar diriltti. Refleks olarak birkaç adım atıp ellerimi masaya koyduğumda bilgisayara doğru hafifçe eğildim.
Devran ekrandaydı..
Omzundan kan akıyordu, yüzü gözü kan içindeydi. Saçları darma dağınık, yüzü bir hayli yorgundu. Bu durumu içimde nasıl bir depreme sebep oldu anlamadım. Ama tüm vücudum sarsıldı, onun bu hali beni bir kez daha öldürdü. Yaşlanmıştı, yıllar onu biraz yaşlandırmıştı. Yanımda olsa bağrıma basacağım abim benden öyle uzaktı ki utanmasam elimi kaldırıp ekrana dokunurdum ama bu İshak'ın önünde beni bir hayli güçsüz bir duruma düşürürdü. Biliyordum, yaşadığını zaten biliyordum. Ama onu böyle görmek, kanlı canlı bir şekilde gözlerimin önünde görmek her zerreme bıçaklar sapladı.
Bilgisayar ekranına bakan gözleri acı doluydu. Anlam veremediğim yüzlerce ifade yüzüne kazınmıştı. Hareleri benim kadar hisliydi. Yediği dayaklardan dolayı gücü kalmamıştı. İshak'ı ellerime geçirince abime yaptığı her şey için ondan teker teker intikam alacaktım!
Resmen bizimle oynuyor, abimin canını yaktığı yetmezmiş gibi şimdi bizimle savaşıyordu. Yüreğim içerde öyle bir hızla çarpıyordu ki dengemi kaybetmemek için masaya daha sıkı tutundum. Gözlerim abimin yüzünü terketmezken İshak ekrandan birkaç saniyeliğine geri adım attı. Onu ne rahatsız etti anlamadım ama abimin bakışları birkaç saniyeliğine ona kayınca geri ekrana döndü.
Ordaydı. Kanlı canlı bir şekilde o sandalyede oturuyordu. Elleri bağlıydı, ağzı bağlıydı. Ekranda gözükmüyordu ama emindim ayaklarıda bağlıydı. Gözlerimin dolmasını engellerken başım hafifçe omzumun üstüne çevirdim. Yüzü kan içindeydi ve tüm bunlar bana abimi o gece çıkardığım arabayı, yaşanan o kazayı hatırlattı. Orda öyle bir yangının içinde parçalara ayrılmıştım ki hâlâ acısı tazeydi. Ve o yara kapanmadan başkaları açılıyordu
Birkaç adım benden geride durup gözlerini bilgisayardan ayırmadan ekrana bakan babamı gördüm. Belki de ilk kez ona böylesine bir nefret duydum. Yüzümün her zerresine öyle bir öfke ve kin yayıldı ki kendimi ben bile tanıyamadım. Bu haldeysek sebebi oydu, o ve Kemal Ordulu. İkisi birlik olup hayatımızın içinden geçmiştiler. Abim intikamı için yaşarken başka bir intikama kurban giderek İshak'ın ellerine kalmıştı.
Yüzünün her zerresi kasılmış artık duygularını gizlemediği için bakışları bilgisayara kitlenmişti. İşte o zaman suçluluğun yüzüne kazındığını farkettim. Pişmanlığı umrumda değildi, ne pişmanlığı ne de üzgün olması. Tüm çocuklarının hayatını mahvetmiş, benim inandığım aileyi param parça etmişti.
"Ne istiyorsun!" Dedim bilgisayara çevirerek başımı.
"Kan istiyorum." İshak gelişi güzel konuşurken belinden çıkardığı silahı mendille temizlemekle meşguldü. "Fazla mı kapalı konuşuyorum, neden anlamıyorsunuz?" Gözucu baktı kameraya. "Oysa ben seni daha akıllı sanardım be Yavuz'um. Çoktan anlarsın diye düşünmüştüm." Harelerim onun her haraketini takip ederken birkaç adım yürüdü. Devran'ın arkasına geçtiği gibi silahın soğuk namlusunu kabaca onun başına bastırdığında tüm kaslarım gerildi.
"Çek lan o silahı!" Gür bir sesle bağırdım. Bilgisayarı fırlatmamak için kendimi zor tutarken ellerim masayı sıktı. Babam konuşmuyor gözlerinde anlam veremediğim bir ifadeyle bilgisayar ekranına bakarken Devran'ı savunmuyordu, onu savunacak yüzü yoktu. Ya da o zaten neler olduğunu anlamıştı, belki de İshak'ın oyununu çözmüştü. Benimse aklım büyük bir hızla çalışıyor, yinede abimin o hali dikkatimi dağıtıyor düşünmeme izin vermiyordu.
Devran'ın bakışlarında öfke gördüm. Gözlerini geri çevirip İshak'a bakmak ister gibiydi. Hafifçe yerinde kıpırdandığında çaresizliğini hissettim. O da istemiyor olmalıydı, bir daha aynı şeyleri yaşamak istemediğine emindim.
"Biri ölecek." İshak kayıtsızca konuştu. "Bu gece içinizden biri ölecek, Yavuz." Sözleri kaskatı kesilmeme neden oldu. Yutkunamadım. İrislerim genişledi. "Ne diyorsun lan sen?" Soru ağzımdan benden habersiz kısık bir şekilde kaçtığında İshak alaycı bir ifadeyle kolunu Devran'ın oturduğu sandalyenin arkasına yasladı. Hafifçe öne eğilirken silahını abimin kafasından uzak tutmuyordu.
"Şunu diyorum." Kendini açıklamaktan bıkmış bir tavırla sert bakışlarını dikti kameraya. "Ya baban, ya abilerin." Sorusu yüreğime derin bir acı gönderdi. O acı ürpermeme neden oldu. Dediklerini aklım bir türlü almadı. "Ya babana sıkacaksın, ya da ben abilerine sıkacağım." Başım hızla solumda duran babama döndü. İfadesi sakindi. Tamda tahmin ettiğim gibi, o İshak'ın planını zaten anlamıştı. Bakışları kararlı bir şekilde beni buldu. Yüzünde bunu çoktan kabullenmiş bir ifade vardı. Karşısına çıkıp onun kalbine bir kurşun sıksam, kabul edecekti.
Yapamazdım. Onu öldüremezdim, nasıl yapardım? Hayatımı cehenneme çevirsede hâlâ içerilerde bir yerde babasının peşinde koşturan o çocuk en azından anılarıyla mutluydu. Şimdi babamın kanını elime nasıl bulaştırırdım?
"Hayır." Dediğimde sesim fazla çaresiz çıktı. "Bunu isteme benden!" Bunu yapacak kadar güçlü değildim. İshak duygusuz bir şekilde kameraya bakarken gözleri birkaç saniye abime kaydı ama hızla geri bana döndü.
"Kural bu. İki dakikan var." Kısık sesi fazla acımasızdı. "Sana dedim Yavuz, hepiniz teker teker mahvolacaksınız dedim. Benden aldığınızı sizden misliyle alacağım dedim." Sözleri keskindi. Öyle keskindi her zerremi kanatıyordu. "İki dakika içinde babana sıkmazsan, hiçbiriniz sağ kalmayacaksınız. İyi tarafından bak, en azından sana şans sunuyorum. Birini öldür, ikisini kurtar."
İntikamını en kötü şekilde alıyordu. Hepimizi yıkacak bir şekilde.
"Yapamam.." fısıltıyla konuştum. Babama sıkacak kadar cesur değildim. Gözlerimin ardını sızlatan yaşlar dışa akmasın diye direniyordum.
"Yapacasun." Babamın sesi duygularımı böldü. Başımı omzumun üstüne çevirdiğimde bana baktı sert bir ifadeyle. "Sık diyise, sıkacasun!" Birkaç adım atıp sağımda durduğunda ellerimi çektim masadan. Omzularım çökerken çoktan hayattan koptuğumu hissettim. Ona nefret duyan bir tarafım vardı, ama ona bir kurşun sıkacak kadar cesaretim yoktu.
Başka yerde başka zaman olsa bu durumun içinden sıyrılırdım. Ama şu an ne öyle bir gücüm vardı ne de şansım.
"Kendime sıkarım!" Dedim kameraya bakarak.
"Öyle bir şey yapmayacasun!" Babamın öfke dolu sesini duydum, ama onu es geçtim.
"Onun oğlu değil miyim? İstediğin intikam değil mi! Tamam, benim canımı al!" Dilini damağına vurdu. Sanki bunu teklif edeceğimi zaten tahmin etmişti. Devran'ın gözlerinde gördüğüm acı katlandı.
"Bunu yaptığın an seninle birlike abilerininde kafasına sıkarım, artık tahtalı köyde buluşursunuz." Bana başka bir yol bırakmıyordu.
"Baa sıkacasun." Dedi babam kararlı bir sesle. Gözlerimi onun yüzüne çıkardığımda yine karşısında o küçük çocuğa dönüşmek istemedim ama içimde bir yerlerde o çocuğun ağladığını hissettim. Kendime ihanet ediyormuş gibi hissettim. Hangi insan ellerinde babasının kanını taşımak isterdi? Ben bu kadar zalim bir yüreğe sahip değildim.
"Yapamam." Başımı salladım iki yana. "Yapamam ulan yapamam!" Sesim giderek yükseldi. Babam öfkeyle birkaç sert adım attı ileri. Bir çırpıda belimdeki silahı çıkarıp avcumun içine tutuşturdu. İlk kez silahıma karşı bu kadar yabancı hissettim. İlk kez onun elime yakışmadığını hissettim.
"Yapacasun Yavuz." Dediğinde kısık sesinde sertlik vardı, ama altında yatan çaresizliği ve pişmanlığı yüzünde gördüm. "Hakettim, en azindan izun ver bir kez olsin sizin içun bir şey yapayim." Ben onu dinlemeyi redder gibi başımı iki yana sallayıp dururken eli çenemi buldu.
"Baa bak." Dolu gözlerim onun gözlerine çıktığında göğsüm sıkıştı. "Hakettiğumi bileyisin, bende bileyidim. Bunin bi soni yokti oğlim, bunin soni anca ölümdi." Bu son ona yakışır bir son olabilirdi, ama ben ömür boyu öz babamın kanını ellerimde taşıyarak bunun vicdan azabıyla yaşamak istemedim. Bu ağırdı, bu yük benim taşıyamayacağım kadar ağırdı.
"İstemeyin ulan bunu benden!" Diye haykırdım. Sesim depoda yankılanırken silahı tutan elim titredi.
"Saa böyle öğretmedum ben!" Babamın gür sesi kulaklarıma doldu. "Gerektuğinde her şeyi yapacak kadar cesur olacasun dedum! Bu babana sikacağun anlamina geleyise bile yapacasun!" Elini çekti çenemden ve birkaç adım attı geriye. "Kaldir o silahi! De hayde!"
"Vaktin azalıyor Yavuz." Dedi İshak kayıtsız bir nefesle. "Son bir dakika." Titreyen kolum benden habersiz kalktı. Kalbim bana yapma diye haykırırken aklım buna mecbursun diye bağırıp duruyordu. Bense içimde babasıyla mutlu bir yaşam süren Yavuz'un üstüne basıp geçiyormuş gibi hissediyordum. O tetiğe bastığım an babamın kanını bir ömür yakama bulaştırmış olacaktım.
"Yap hadi." Beni cesaretlendirir gibi konuştu babam. Titreyen elimden dolu gözlerimden hedefi doğru düzgün göremiyordum bile.
"45 saniye." İshak'ın üstümdeki baskası artıyordu.
Boşta ki elimi kaldırıp silahımın üstüne koydum. Onu sabit tutmaya çalışırken dizlerimde güç yoktu. Ama biliyordum, şu an çökemezdim. Şu an bunu yaparsam tüm ailemi kendimle beraber bir mezarın içine sokardım. Karşımda bunu çoktan kabullenmiş bir adam vardı, karşımda babam vardı. Nefesim daraldı.
"35 saniye." Diye tekrar konuştu İshak. Gözümden akan bir damla yaşı hissettim.
"Yap oğlim!" Ölümden korkusu yoktu. "Saa öğrettuğim gibi, sen benum gibu olma Yavuz kori ailenu!" Aileni koru diyordu, ailemi korurken babamı kendi ellerimle mezara nasıl koyardım?
"25 saniye. Tik tak Yavuz tik tak." Hâlâ alay ediyordu. Bir kurşun sıkmak istediğim İshak'dı babam değildi.
"Özür dilerim." Fısıldadım. Bu benim için artık bir son karardı. Onun dediği gibi ailemi korumak için babama sıkmak zorundaydım.
Abilerim için babamın kanını akıtmak zorundaydım.
Gözlerim dolu doluydu. Ağladığım o küçücük çocuktu, biliyordum. İçimde hâlâ babasına tutunan bir nebzede olsa ona sevgi ve hayranlık duyan çocuktu.
"Dileme." Dedi o da titrek bir sesle. Mahir Payidar'ın gözleri önümde dolu doluydu. "Sen beni affet oğlim, bileyurim çok şey isteyim. Ama beni affetuğni desen, son bir kez desen.." Her zerreme kadar titredim.
"Affettim." Titremekten boğuk çıkan sesimle daha sıkı kavradım silahı. "Affetim seni babam." Ölüm gelse affetmem dediğim babamın, ne ölüme ne ölüne dediğim babamın gözlerinin içine baka baka canını ben alacaktım.
"Sen affetin ya, ölsemde gam yemem. Sık." Boğazım düğümlendi.
"Son 10 saniye." Dediğinde artık İshak'ın sesinde bıkkınlık vardı. Ama anlam veremediğim bir şekilde telaşta vardı.
Parmağımı bastırdım hafifçe tetiğe. Karşımda öz babam, elimde bir silah. Ben onun canını alıyordum. Tam kafasına nişan aldım, kapattım gözlerimi. Kafamın içinde son saniyeler dolandı. Bir sona imza atıyordum, bu gece burda sadece babamı değil, kendi ruhumuda öldürüyordum. Ve biliyordum ki bu geceden sonra asla eskisi gibi olamayacaktım. Bu geceden sonra artık içimde ki o çocuk beni sevmeyecek, benden tiksinecekti.
Son üç saniye.
Silah sesi.
Ve yüzüme sıçrayan kan damlaları. O kan damlaları beni yıkadı, her zerreme ateş düşürdü. Boğuldum, bir denizin ortasındaymış gibi boğuldum ve mahvoldum.
Ben Yavuz Payidar, bu gece bir kez daha can verdiğimi hissettim.
****
Hafsa Polatlı.
Dışarıda yağmur yağıyordu, Yavuz nerdeydi bilmiyordum ama onu arıyor ulaşamıyordum. Yaklaşık yarım saat önce uyanmış, onun olmadığını farketmiştim. Kapıda ki adamlardan biri Cafer'le beraber çıktığını söyleyince içime telaş düşmüştü. Merakla abimin yanına gitmiştim belki bir şey biliyordur diye, bu sayede onuda Zerda'yıda uyandırmış bulunmuştum çünkü birlikte uyuyordular. Onlarda benim gibi Yavuz'la Cafer'i arayıp duruyordular.
Bir süre sonra artık Süleyman'ıda uyandırmayı başarmıştık. Zahir nerdeydi bilmiyordum ama büyük ihtimal Ceylan'ın yanındaydı. Ceylan'ında hali iyi değildi. Onca şeyden sonra kız çökmüş gibiydi, bu yüzden Zahir ona göz kulak oluyordu.
Aziz bilgisayarında bir şeyler araştırıp nerde olduklarını anlamaya çalışırken koltuğa oturdum. Hâlâ yorgun hissediyordum ama endişe içimi kemiriyordu.
"Abi buldun mu bir şey?" Dedim aciliyet dolu sesimle. Aziz nefesini vererek baktı bana.
"Arıyorum abim, hepimizin telefonlarında güvenlik sistemi var kırmak kolay değil." Dedi işine devam ederken. Sıkıntılı bir şekilde elimi saçımdan geçirdim.
"Tamam." Dedi Zerda endişeyle ve oturdu yanıma. "Bulacağız, strese sokma kendini." Usulca salladım başımı, o sırada çalan telefonumla hızla ekrana baktım. Ama Yavuz yerine Veli abinin numarası gördüğümde kaşlarım çatıldı. Onu hızla açıp kulağıma tuttum.
"Alo, Veli abi?" Dediğimde Veli abinin nefesini duydum.
"Uyandırmadım dimi Hafsa kızım?" Sorusuyla hızla başımı salladım iki yana.
"Yok abi, uyanıktım zaten, ne oldu?" Dedim telaşla, gece yarısı beni neden aramış olabilirdi ki? Yavuz'a mı bir şey olmuştu? Bunun düşüncesi bile korkunçtu.
"Yavuz'u aradım, ulaşamadım. Hayırlı bir haber vermek istemiştim." Kaşlarım çatılırken anlam veremedim dediklerine. "Ne haberi abi?" Dediğimde herkesin meraklı gözleri bendeydi.
"Yüz yüze söylesem daha iyi olurdu, ama sizin kadar bende sevindim daha fazla gizleyemedim. Tebrik ederim Hafsa, hamilesin." Gözlerim şokla genişlerken Veli abinin ağzından çıkanlara anlam veremedim. Kısa çaplı bir şoka girdim.
"Hafsa?" Dedi Zerda kaşlarını kaldırıp. "Noldu kız, ne diyor?" Sert bir şekilde yutkunduğumda kısık sesimle tekrarladım.
"Anlamadım.. hamile miyim?" Sorum ağzımdan çıkar çıkmaz herkesin yüzünü şok sardı.
"Ne dedi o?" Diye sordu abim gözlerini kırpıştırıp. Aziz'in parmakları bilgisayarın üstünde donup kaldı. "Hamileyim dedi." Dediğinde onunda sesi şaşkınlık doluydu.
"Ne dedi!" Abim şokla sesini yükseltip tekrarlayınca şoktan ilk çıkan Süleyman güldü.
"Abi hamileyim dedi!"
"Hamile miyim!?" Dedim koltuktan fırlar gibi ayağa kalkıp telefona doğru bağırarak. Veli abinin güldüğünü duyarken çoktan gözlerim dolmuştu. Kederden değil, mutluluktan.
"Sakin ol Hafsa kızım, öylesin. Daha beş altı günlük, normalde belirtilerin bu zamanda ortaya çıkması çok düşük bir ihtimal. Stresten bayıldığında ne olur ne olmaz diye kan tahlili yaptırmak istedim. Sonuçlara göre hamilesin." Bana teker teker anlattığı her şey beni aydınlatmaya yetti. Stresten bayılmam hamile olduğumu öğrenmeme yardımcı olmuştu.
Elim kendimden habersiz karnıma indiğinde yanağıma bir damla yaş süzüldü. Karnımda bir çocuk vardı, Yavuz'a ve bana ait bir mucize. Bu şu güne kadar aldığım en güzel haber olabilirdi. Gözlerim dolu doluyken Veli abiye haber verdiği için teşekkür edip kapattım telefonu.
"Nasıl?" Dedi Zerda yüzünde geniş bir gülümsemeyle ayağa kalkarak. "Şimdi hamile misin sen!" Ona bakarak hızlıca başımı salladım. Hâlâ yüzümde şok dolu bir ifade vardı.
"Hamilesin!" Dedi bağırarak. Gözlerimde yaşlar gülerek başımı salladığımda boynuma atladı. "Sonunda! Sonunda! Ne zaman çocuğun olacakta onunla alışverişe çıkacağım diye bekliyordum! Tebrik ederim!" Gülüşlerime birkaç damla gözyaşı eklendi. İçimde garip bir his vardı, hem buruk hemde dünyanın en güzel şeyiymiş gibi.
Daha önce ki hiçbir mutluluğa benzemiyordu bu, annelik böyle bir duygu muydu? Çünkü bu haberi duyar duymaz tüm ömrüm boyunca koruyacağım, bana umut olduğunu anladığım bir gün ışığı doğmuştu içimde. Bize ait bir çocuk. Sevdiğim adama, Yavuz'a ve bana ait..
"Lan sen ne ara hamile kaldın!" Abim şokla sorarken Süleyman keyifle kalktı ayağa.
"Millet hamile kalırken sana mı soracak?" Neşeyle yanıma gelip ellerini omuzlarıma koydum. "Tebrik ederim yenge, umarım bana benzer!" Dediğinde Tufan bozulmuş bir bakış attı ona. Hızla yanıma geldi.
"Niye sana benziyor, dayısı benim bana benzer." Kolunu omzularıma doladı ve çattı kaşlarını. "Gerçi o damatın çocuğunu kabul etmiyorum, senin çocuğun diye kabul ediyorum."
"Tufan." Dedi Zerda uyaran bir sesle. Abim devirdi gözlerini ama gözlerindeki heyecanı sezdim.
"Kimseye benzemeyecek bana benzeyecek." Dedi Aziz çoktan koltuktan kalkarak, hepsi daha günlük olan çocuğumun üstüne oynamaya başlamıştılar.
"Abi bıraksanızda çocuk anasına babasına mı benzese?" Diye sordu Zerda. Aziz gülerek öne doğru birkaç adım atıp sarıldı bana.
"Tebrik ederim kardeşim, umarım boksör olur." Gözlerimi kısıp baktım ona.
"Abi, çocuğumu ringe sokmayacağım." Dediğimde içimi büyük bir sevgi sardı. Çocuğum lafı öyle tatlı geldi ki bana. Gözlerim aşağı karnıma indi. Ellerim karnımı buldu. İçeride bir umut ışığı vardı, bize ait bizden bir parça aşkımızın bir imzası. Bizim artık bir çocuğumuz vardı..
Ama Yavuz nerdeydi? Bir an gerçeğe dönmüş gibi içimi bir endişe sardı. Dışarıda şiddetlenen yağmur ve çarpan şimşekler sertçe yutkunmama neden oldu.
"Abi, Allah aşkına bul Yavuz'un yerini." Dediğimde Aziz abim hızla salladı başını. Çekildi geri. "Korkma, bulacağım." Dediğinde aldı bilgisayarını geri ve oturdu koltuğa. Parmakları hızlıca bir şeyler yazarken hepimizin yüzünde hem endişe hemde mutluluk vardı. Acının tatlı burukluğu üstümüze çökmüş gibiydi. Zerda elini karnıma koyup okşayınca gülümsedim. Ama içimi kemiren endişe ordaydı. Anlam veremediğim bir huzursuzluk hissi vardı.
Bu sırada abim bir kez daha aradı Cafer'i uzun çalışlar arasından rahatlamayla konuştu. "Sonunda!" Dediğinde Cafer telefonu açmış olmalıydı. "Nerdesiniz lan siz, aklımız çıktı!" Aziz bilgisayarı bırakıp merakla onlara bakarken başım hızla abime döndü. "Ne diyorsun?" Durdu. Dinledi. "Nasıl lan?" Yüzü endişeyle kasıldı. "Nerdesiniz, konum yolla çabuk!"
"Abi?" Dedim endişeyle. "Noluyor?" Abimin bakışları bana kaydı. Yüzündeki derin telaşı sezdim. Sırf bana belli etmemek için başını iki yana salladı. "Yok bir şey, Süleyman yürü."
"Ne demek yok bir şey!" Dedim onlar kapıya yürürken peşlerine takılarak. "Ne oldu abi, söylesene!"
Abim sıkıntılı bir nefes verdi. Bunu benden gizleyemeyeceğini anladı. "Tuzağa düşmüşler." Dediğinde kafamdan aşağı soğuk sular dökülüyormuş gibi hissettim.
"Ne tuzağı?" Dedi Aziz telaşla. Tufan ona baktı. "Bilmiyorum, her şey karışık oraya gitmemiz lazım."
"Bende geliyorum!" Dedim hızlıca, abim başını salladı iki yana. "Sen hiçbir yere-"
"Geleceğim!" Cümlesini tamamlayamadan susturdum onu. "Orda ki benim kocam, geleceğim!" İtiraz etmesine bile izin vermeden onlardan önce ben kapıya yürüdüm. Arkamdan söylendiğini duysamda umursamadım.
Nasıl bir inatım olduğunu çok iyi biliyordu. Bana ne kadar karşı çıkmaya çalışsada onunla birlikte arabaya bindim. Yağmur öyle bir şiddetle yağıyorduki bu içimi ürpertiyordu. Yaklaşık yarım saat süren bir yolun ardından araba ıssız bir yere gelmişti. Neler olduğuna anlam verememiştim. Uzaktan gördüğüm polis sirenleri içime şüphe düşürdü.
"Polis mi o?" Dedi arkada oturan Süleyman şokla. Aziz salladı başını. "Evet." Dediğinde olanlara anlam veremiyordu. Hiçbirimiz veremiyorduk.
Yaklaştıkca çoğalan polis sirenlerini duyduk. İki polis arabası arka arkaya dizilmişti, onların yanında bir ambulans vardı.
"Lan noluyor!" Diye bir tıslama çıktı abimin ağzından. Deponun yanına vardığında durdurdu arabayı. Hızlıca kemerimi çözerek kendimi arabadan dışarı attım. Ayaklarımın çamur olmasını veya ıslanmayı umursamadım bile. Koşar adım depoya yürüdüğümde deponun önünde duran Cafer'i gördüm. Yüzünde endişe ve korku vardı.
"Abi! Noluyor, Yavuz nerde!" Dedim telaş içinde beni görür görmez başını salladı iki yana. "Bilmeyurim, daha içeriuden çıkmadilar!"
Neler olduğuna anlam veremiyordum. Cafer'i geride bırakıp koşar adım depoya yürüdüm. Sarı şeritler çekilmişti. Girişe izin yoktu. Şeritleri geçmek istediğimde polislerden biri durdurdu beni.
"Hanımefendi giremezsiniz." Dedi sert sesiyle. Hızla baktım ona. "Ne demek giremezsiniz! Kocam içeride! Çekil!" Kolunu önüme uzattı.
"Giremesiniz dedim, izin yok!" Uyarı dolu sesiyle bağırdı.
"İzniniz umrumda değil, içeride kocam var!" İleri yürümek istesemde polis beni geride tuttu. Tamda o anda deponun kapısından çıkan iki polise takıldı gözlerim. Onların ortasındaki Yavuz'u gördüğümde kalbime bir hançer saplandı. Gözlerim ellerine kaydı.
Ellerinde kelepçe vardı.
Dengemi kaybedecek gibi olsamda zorlukla durdum ayakta. Dolu gözlerle ellerindeki kelepçelere baktım. Neler döndüğünü anlayamıyordum. Tek bildiğim her şeyin bir anda anlamını yitiridiğiydi. Arkadan Yavuz'un adını bağıran Cafer'i Tufan'ı Süleyman'ı ve Aziz'i duyuyordum. Polisleri geçip Yavuz'a ulaşmak isteselerde yapamıyordular. Yağmur daha şiddetli yağarken Yavuz'un başı kalktı. Yorgun gözleri karanlık gecede beni buldu. Ellerinde kelepçe, kollarında iki polis. Bana attığı son bakışsa içimde büyük bir boşluğa sebep oldu. Ardından polisler onu arabanın içine oturttuğunda bu dünyadan kopmuş gibiydi.
Henüz bilmiyordum ama hayatımız cehenneme dönmüştü...
BÖLÜM SONU.
Beni perişan eden bir bölümün sonuna geldik. Yine akıllarda şüphe bırakmadan bitiremezdim bu bölümü. Ama gerçekten yazması ağır bir bölüm oldu. Siz bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz? Az çok tahmin ediyorum jshjsj
Gelecek bölüme kadar iyi kalın merakta kalın Allah'a emanet görüşürüz💓💓💓
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |