19. Bölüm

19 BÖLÜM-MAHKEME SALONU

Selin Eliz
selinelizben

Yeni bölümden merhabaaa!!💖

 

Uzun zaman oldu buralara gelmeyeli özledim hsksj nasılsını bakalım?? İyi olunn, bölüme geçmeden önce küçücük bir duyuru yapacağım.

 

Şu konuda fazla mesajlar alıyorum, hani pragraf değişince Hafsa'nın soyadını eskiden Payidar yazıyordum. Yani eskiden derken Yavuz'la evlendikten sonra böyle oldu. Ama ben bir ara orda hatları karıştırıp yine Polatlı yazmaya başlamışım shsjsj Yavuz en sonunda evime baskın yapacak, arkadaşlar orda Payidar yazmadığımın farkındayım ama Polatlı yazınca artık daha fazla karışıklık olmasın diye öyle devam ettirdim. Kitabı düzenledikten sonra yine evlendikleri bölümden sonraki sahneleri Payidar yazacağım, ama şu an kitabı düzenlemeye vaktim olmadığı için yapamıyorum.

 

Kitap düzenlenmeye alındığında bu gibi hatalar düzeltilecek, anlayışınız için şimdiden teşekkürler ve keyifli okumalar efenimm yorumlarınızı ve oylarınızı eksik etmeyinizzz seviliyorsunuzz💖

 

Bilgiler için wp veya wattpad hesapımı takip edebilirsiniz!

 

Tiktok hesap; Selin_elizz

 

İnsta;Selinelizzz

.

.

.

.

 

****

 

"Acımasız olma şimdi bu kadar, dün gibi, dün gibi çekip gitme..~Ahmet kaya Kum gibi."

 

Yazar.

 

Karanlığın içinde loş ışığın altında otururken girdiği şokun etkisindeydi. Gözleri büyük bir boşlukla ellerine takılıp kalmıştı. Kenardan bakan birisi için boştu bu bakışlar, ama Yavuz Payidar'ı çok iyi tanıyan biri ancak bilirdi yüreğinin nasıl yandığını. Yakıştırmıyordu kendisine. Ne bu sorgu odasını, ne de ellerine takılan kelepçeleri. Kısa süre içinde her yere yayılmıştı bu haber. Daha karakolun önüne gelmeden kesmişti magazinciler önünü.

 

"Babanızı neden öldürdünüz!" Her soru kafasında bir kurşun gibiydi. "Bir sebebi var mı? Yavuz bey pişman mısınız!?" Sorulan soruların hiçbiri onun için anlam taşımamıştı. Hâlâ yüzünde öz babasının kan damlaları oturduğu sandalye bile ona yük gibiydi. Ellerinde kelepçe vardı. Masanın üstündeki demirliklere bağlı iki elide sıkı sıkıya kelepçelenmişti. Nefret ettiği dört duvara hapis olmuştu bir kez daha. Bir kez daha elleri zincire vurulmuştu. Bir kez daha demirler bileklerini kesmişti. Bir kez daha çocukluğu içinde çığlık çığlığa ağlamıştı.

 

Katil damgası yemişti. Tüm memelketde, tüm ülkede. Öz babasının katili olan bir oğul damgası yemişti. Ona atılan iğneleyici bakışları, yargılar gözleri daha ilk saniyeden hissetmişti. Başı eğikti. Güçsüzlük artık yavaş yavaş üstüne çökerken gözleri sadece ellerine vurulan kelepçelerde ömründen çalınan özgürlüğündeydi.

 

Sorgu odasının demir kapısı bir tık sesiyle açıldı. İçeri atılan adımlar bile Yavuz'u kendine getiremedi. Katil. Diyordu kafasındaki ses. Bir türlü susmak bilmiyordu. Herkes ona böyle diyordu, herkes artık Yavuz Payidar'a baba katili diye sesleniyordu.

 

"Payidar." Komiserin tok sesi doldu kulaklarına. Yorgun kehribar hareleri zar zor terketti kelepçeleri. Bir ölüden farksız olan bakışları karşısında duran komisere kalktı. Komiserdi, polis, belki de müdür. Bilmiyordu. Tek bildiği bu odada sorgu içindeydi, ve neyin sorgusunda olduğunu aklı almıyordu bile.

 

"Ya da.." dedi Komiser Erdem sandalyesine oturup arkasına yaslanırken. "Baba katili." Üstüne bastırarak söylediği her kelimeyle Yavuz hızla salladı başını iki yana. Üstüne atılan suçu kabul etmiyordu. Ne kalbi ne de aklı bunu kabul etmiyordu.

 

"Ben yapmadım." Sesi savunma doluydu. "Babama ben sıkmadım, komiser ben yapmadım." Onun sözleri Komiser için büyük bir boşluktan ibaretti. Sağ kulağından giriyor ve sol kulağından çıkıyordu. Soğuk bakışları önünde heba olan adamı umursamıyordu.

 

"Her kes, her suçlu bunu söyler." Suçlu kelimesi Yavuz'un yüreğine büyük bir acı yükledi. Katil olarak anılmak elbet acıydı, ama baba katili olarak anılmak dünyanın en kötü hissiydi.

 

"Ben yapmadım!" Elleri yumruk olurken titrek sesi yükseldi. Saçları darma dağınıktı. Dizlerinde tozlar vardı. Yere çökmekten, babasının cesedini izlemektendi üstündeki bu tozlar. Ellerinde kan vardı. Çoktan kurumuştular, ama ordaydı. Kanlar bir kabus gibi çökmüştü üstüne.

 

"O sesini yükseltme!" Erdem'in sert sesi uyarı doluydu. "Adam sıkmış babasına birde yapmadım diyor! Kim inanır lan sana? Silahta senin parmak izlerin, babana olan kinin yüzünden sıkmışsın işte kafasına!"

 

"Ben yapmadım!" Çenesi kasıldı. "Yapmadım diyorum! Babama ben sıkmadım!" İnkar doluydu sesi. Çünkü haklıydı, Yavuz sonuna kadar haklıydı. O kurşunu sıkan kendisi değildi. Cesaret edememişti. Vazgeçmişti. O kurşunu kendisine sıkmak üzereyken başka bir silah sesi ortamı bölmüştü.

 

****

 

1 gece önce.

 

Yavuz Payidar.

 

Kapalı gözlerime yaşlar öyle akın etmişti ki eğer açarsam çok iyi biliyordum, ağlardım. Bu yüzden açmaktan vazgeçtim. Son üç saniye. Son saniyeler aklımda dönüp duruyordu. Elim silahta parmağım tetikdeydi. O silahı indirirsem biliyordum, hem babamın, hemde iki abimin kafasına bir kurşun isabet ederdi. Bir tarafım yap diye bağırsada diğer tarafım durmamı istedi.

 

İshak'ın oyununu bozmak istedim. İnsan düşmanını ve eski dostunu tanırdı. Ben İshak'ı tanırdım. O adam haksızlık sevmezdi, ve ona en büyük haksızlık benim cesedim olurdu. Babama uzattığım silahı bir çırpıda kendime çevirdim. Parmağım tetikte gözlerim kapalı. Silahın soğuk namlusu kendi alnıma dayandı. O zaman sadece ben ölürdüm. Yanlış bir seçimdi. Belki bu yanlış bir seçimdi. Ama içimden bir ses şunu söylüyordu.

 

Abilerim bana bu acının yükünü vermek istemezdi. Ben ölürsem İshak bu haksızlığı sevmez dururdu. Umduğum buydu ki dururdu. Bir Payidar'ın kanı dökülürse, ikisi kurtulurdu. Ve ben İshak'a düşünme şansı bile sunmazdım.

 

"Yavuz, sakun!" Diye bağırdı babam telaşla. Sıktım çenemi ve basmak için hazırlandım. Yapacaktım. Ta ki duyduğum silah sesine kadar. Ardından yüzüme sıçrayan bir kaç damla kanı hissettim. O kan sıcaktı, hemde çok sıcak. Ama ben üşüdüm. Gözlerim öyle bir hızla açıldı ki ne olduğunu anlamadım. Tek gördüğüm önümde yere yığılan babamdı.

 

Yutkundum, ama nefesim boğazıma takıldığında yutkunmak bile canımı acıttı. Kendi kafama bir silah dayalıydı. Bunun adı intihardı. Kendi kafama sıkmaya hazırdım. Ama gelen o silah sesi, gözlerim önünde yere yığılan babam ve kimden geldiğini anlamadığım o kurşun bir an içinde her şeyi altüst etti.

 

Silahı tutan elimin uyuştuğunu hissettim. Sert bir şekilde yutkunduğumda bilgisayardan gelen kapanma sesini duydum. Sıkılan o kurşunun ardından İshak vakit kaybetmeden kapatmıştı görüntüyü. Bense olanları algılayamaz bir şekilde donup kalmıştım. Elim yavaş yavaş aşağı indi. Nefesimi tuttum. Çünkü şu an nasıl nefes alacağımı bile hatırlayamadım. Yüreğim donup kalmış gibiydi. Gözlerim çok yavaş bir şekilde ve çok büyük bir korkuyla aşağı indi. Aşağı, kanlar içinde yatan babamın vücuduna. Alnından akan kan yerde bir göl izi bırakmaya başlamıştı. Gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu.

 

Refleks olarak birkaç adım attım geri. Bunu neden yaptığımı anlamadım. Ama korktum, çok korktum. Elimdeki silah yere düştüğünde içimi saran ateş yavaş yavaş çoğalmaya başladı. Midem kalktı. Yerdeki kan önümdeki manzara benim için her şeyin sonu gibiydi. Öyleydi.

 

Her şeyin sonuydu.

 

"Hayır." Kısık bir şekilde ağzımdan çıkan tek kelime buydu. Gözlerim genişce açılmış ellerim titriyordu. Dizlerimde güç kalmadığını titrediği an anladım. Daha fazla dayanamayarak ağır ağır dizlerimin üstüne çöküp avuç içlerimden yardım alarak kendimi durdurdum. Ama önümdeki manzara bir türlü aklıma erişmiyordu.

 

"Baba." İsminin ağzımdan bu kadar acı dolu çıkacağını hiçbir zaman akıl etmezdim. Hafifçe yerde dizlerim üstünde haraket ederek ona yaklaştım. Ellerimi kaldırdım, ama nereye koyacağımı bilemedim. Önümde gelişen her sahne her geçen saniye biraz daha mahvediyordu beni. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bırak bir şeyler yapmayı, şu an kim olduğumu bile unutmuştum.

 

Tuttuğum nefesim artık bana ağır geliyordu. Sert bir şekilde yutkundum. Dolan gözlerimden birkaç damla yaş düşerken başımı aşağı eğerek kulağımı göğsüne yasladım. "Yapma." Çok küçük bir umuta tutunduğumu biliyordum. Kalbinin atışını duymak istedim. Ama yoktu. Başımı hafifçe sağa kaldırdım, sola, aşağı, yukarı. Ama hiçbir ses yoktu.

 

"Ölemezsin!" Desem bile boştu. Başımı geri çektiğimde ellerimi yanaklarına koydum. Ama alnından akan kan ellerime bulaştı. Kanın kokusu gözlerim önünde yerde yatan babam. Her şey öylesine acı doluydu ki yüreğim bunu nasıl kaldırıyordu anlam vermiş değildim. Sesi yoktu. Nefesi yoktu, kalp atışları yoktu. Onu ben vurmamıştım, ama gözlerim önünde canı alınmıştı.

 

Ve ben öldüğünü kabul etmiyordum. "Baba!" Dedim hafifçe yüzünü sarsarak. Sonra hızla ellerimi geri çektim. Başımı iki yana salladım. "Sarsma, sarsma Yavuz.." kendi kendimle konuşmaya başladım. "Düşün, düşün Allah'ın cezası düşün!" Kafam çalışmıyordu. Bir ambulansı aramayı bile şu an akıl edemiyordum. Kendime saydırırken güçsüz bir şekilde avuç içim yere yaslandı. Acı çeker gibi dudaklarım arasından bir inilti kaçtığında buna gözyaşlarım eşlik etti.

 

"Kendine gel!" Nefes nefese konuşurken başımı geri atarak nefes almaya çalıştım. Kaç dakikadır nefesimi tuttuğumu bilmiyordum ama artık nefessiz kaldığımı anlamıştım. "Ambulans.." fısıldadım. "Ambulansı ara, ambulansı ara.." titreyen ellerimi cebime götürdüm.

 

"Dayan." Gözlerim yerde yatan babamla telefona arasında gidip geliyordu. "Dayan babam, böyle değil. Daha hiçbir şey yaşamadık.." onca olanlardan sonra biri çıkıp karşıma baban için gözyaşı dökeceksin dese yüzüne bakar saatlerce boş boş izlerdim onu. Ama bugün anlıyordum ki içimdeki çocuk hâlâ babasına düşkündü. Ne kadar acı bir gerçekti, hayatımı cehenneme çeviren adama hâlâ içimde sevgi kırıntıları vardı.

 

Titreyen parmaklarım, dolu gözlerim numaraları zar zor seçiyordu. Ama daha ben arama tuşuna basamadan dışarıda yükselen siren sesleri durmama neden oldu. Camlardan deponun içine yansıyan polis sirenler, ambulsan sirenleri yüzümde parlayıp durdu. Neler olduğunu anlamıyordum. Aynı saniyeler içinde arabalardan inen polisler, açılan depo kapısı her şey bir anda gelişti.

 

"Burdalar!" Bağırdı polislerden biri sert sesiyle. İçeri adımlarını atarken onun peşinde polisler sağlık ekipleri takip etti. Sağlık ekiplerini görünce içimde biriken umut ve rahatlık hissi azda olsa üstüme akın etti.

 

"Yardım edin!" Dedim titreyen sesimle. "Vuruldu, yardım edin!" Sağlık ekipleri onun yanına çökerken nabzını kontrol ediyor kanamayla ilgileniyordular. Aralarında ne konuştuklarını anlamıyordum. Telaşlıydı halleri.

 

"Kalk!" İki polisten biri kolumdan tutup beni ayağa çekince harelerim yerde yatan babama takılıp kalmıştı. Başımı omzumun üstüne çevirdim.

 

"Yaşıyor mu?" Diye sordum aciliyet dolu sesimle. Sağlık görevlileri bana kısa bir bakış atıp işine dönünce oraya bakmak istedim. "Soru sordum yaşıyor mu!"

 

"Yaşasa ne yapacaksın!" Polislerden biri öfkeyle bağırdığında ona döndüm. "Yarım kalan işini mi tamamlayacaksın? Öldüremedin diye tekrar mı sıkacaksın!" Sözlerinin ağırlığını hissettiğim an sarsıldım. Babamı ben burdum sanıyordular.

 

"Ben yapmadım." Dediğimde hiçbir bakış bana inanmıyordu. Onun aksine öfke dolu gözler, kınar bakışlar vardı. Bir insanı daha sorgulamadan yargılamak nasıl bu kadar kolaydı? Babama sıkan ben değildim. Bu bir gerçekti, en iyi bildiğim gerçek buydu.

 

"Şikayet var hakkında." Dedi diğer polis ve öne bir adım atıp kabaca bileklerim kelepçe geçiriken gözleri yüzümdeydi. "Öz babanı öldürmeye teşebbüs suçundan tutuklusun, Yavuz Payidar." Ardından alaycı bir bakış attı. "Gerçi artık ölsede ölmesede senin için bir kurtuluş yok." Başını çevirdi sağındaki polise. "Götürün arabaya!"

 

Polisler kollarıma girip beni götürürken bense kendimden habersiz bir şekilde yürüdüm. Nasıl haraket ettim, nasıl o deponun kapısına ulaştım anlamadım. Geriye dönüp bakamadım, bakacak cesareti bulamadım. Sesler duyuyordum yarım yamalak ve boğuk. "Ölmüş." Dediğini duydum birinin. Kimdi bilmiyordum, ya hemşireydi ya polislerden biri. Tek kelime benimde ruhumu teslim etmeme neden oldu.

 

Kelepçeli ellerim yumruk olmuştu. Sessiz bir şekilde iki polisin ortasında yürürken gözlerim ileri bakıyordu. Beni götürdükleri polis arabasının ışıkları yüzüme vuruyor gerçekleri bana zorla hatırlatmaya çalışıyordu.

 

"Aç oğlum kapıyı." İçlerinden başka bir polis konuşurken arabaya yaklaşmıştık.

 

"Bırakın beni içeride kocam var!" Hafsa'nın bağırışını duyar duymaz gözlerim genişledi. Başım hızla kalkıp sola döndü. Çekilen şeritleri gördüm. Daha şimdiden mekanı korumaya almıştılar. Nasıl bu kadar hızlı haraket ettiklerini anlamıyordum ama bu polislerde bu ambulansda oyunun bir parçası gibi geliyordu.

 

Arabanın yanına geldiğimizde gözlerim Hafsa ile kesişti. Onun gözünün içine bakıyor olmanın bir gün canımı böyle acıtacağı aklımın ucundan geçmezdi. Turkuaz harelerine çoktan yaşlar dolmuştu. Bastıran yağmurun altında o da bende ıslanıyorduk. Gözleri büyük bir şokun etkisine girmiş gibi genişlemişti. Ağzımı açıp ona bir şeyler söylemek isterdim. Ama beni duymazdı. Duysa bile dinlemesine izin vermezdiler. Hareleri ellerimdeki kelepçelere indiğinde utandığımı hissettim. Beni böyle görmesini istemezdim. Şimdi değil, ellerim bağlıyken ağlamamlıydı. O ağlarsa bu sefer ona sarılamazdım, bu sefer saçlarını okşamayaz onu göğsüme yaslayamazdım.

 

O ağlarsa ben yıkılırdım.

 

Gözleri yüzüme çıkarken gözlerinde büyük bir telaş ve bu olanlara anlam veremeyen bir ifade vardı. "Yavuz." Sesini duymasam bile ben onun dudaklarının haraketini ezbere bilirdim.

 

"Bin!" Sağımdaki polis kulağımın dibinde bağırırken benim gözlerim Hafsa'ya takılıp kalmıştı.

 

"Noluyor?" Sesi yükseldi. "Noluyor!" Bu sefer bağırışı kulaklarıma doldu. "Yavuz!" Öne doğru haraket etmek istediğinde polisler onu yerinden tuttu. "Yavuz! Noluyor, bırakın beni!" Ben daha ağzımı açıp konuşamadan polisler beni arabanın içine ittiler. Kısa süre içinde biri sağıma biri soluma oturunca başımı arkaya çevirmek istedim.

 

"Yavuz!" Haykırışları canımı yakacak kadar çok acı doluydu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Onun peşinden Cafer'in sesi Süleyman'ın sesi hepsi birbirine karışmıştı. Tufan'ın polislere bağırdığını Aziz'in gür sesinin eşlik ettiğini duyuyordum. Kim ne diyordu anlamıyordum. Onca sesin içinde bir tek Hafsa'nın sesiydi kulaklarıma dolup beni perişan eden.

 

"Bırakın beni!" Boş meydanda yankılanan sesi yüzümün acıyla kasılmasına neden oldu.

 

"Dön önüne!" Polislerden biri gömleğimin arkasını yakalayıp beni zorla önüme çevirdiğinide yutkundum. Onu görmeme bile izin vermiyordular.

 

Bundan sonra hayatımın nasıl bir cehenneme döneceğini az çok farkediyordum. Tüm bunları teker teker düşünmek içime korku salıyordu. Güçlü durmaya çalışıyordum, durmak zorunda hissediyordum. Ama arkada Hafsa'nın bağırışları ellerimde babamın kanı bana sadece yolun sonunda olduğumu söylüyordu. Gerçekler ortaya çıkardı, benim bir suçum yoktu. Bu yönde düşünüyordum. Kendimi böyle avutuyordum. Çünkü o kurşunu babama sıkan ben değildim.

 

Ama nasıl olmuştuta tüm oklar dönüp dolaşıp beni bulmuştu? Az önce gözlerim önünde babamın vurulduğunu izlemiştim. Aklım öyle bir durmuştu ki ne düşüneceğimi bir türlü kestiremiyordum. Kanlar içinde yatan babamın Mahir Payidar'ın görüntüsü gözlerimin önünden bir türlü gitmiyordu. Kapatamıyordum göz kapaklarımı, çünkü onları aşağı indirir indirmez yüzüme sıçrayan kanları bir kez daha hissediyordum. Bir kez daha babam gözlerimin önünde yere yığılıyor ben onun cesedine yalvarıyordum.

 

Ölmüştü.

 

Vurulduğu ilk dakika canını vermişti. Onun gözlerine son bir kez bakamadan, hissettiklerimi anlatamadan. Sözlerimizi tutamadan gözlerim önünde can vermişti. Ona kırgın bir tarafım ve onun için ağlayan diğer tarafım ne yapacağını şaşırmış bir durumdaydı.

 

Ölsem affetmem dediğim babamın ölümü gözlerim önünde gerçekleşmişti. Şimdi bırak onu affetmeyi elimde olsa ben özür dilerdim. Bana yaşattığı onca şeyden sonra ben ondan özür dilerdim. Nedenini bilmediğim bir şekilde kalbim yangın yeriydi, ve farkındaydım. Ben istesem bile içimdeki çocuk ailesinden vazgeçmek istemiyordu. Lakin şimdi, hepsini kaybetmişti.

 

Polis arabaları o soğuk deponun önünü terketti. Hafsa'nın haykırışları geride kaldı. Hiçbir şey hissetmiyordum. Gözlerim sessizce önünü izliyordu. Olanları kabullenmeye çalışıyordum, ve bu fazlasıyla zordu.

 

Dakikalar su gibi akıp geçti, polis arabaları bir karakolun önünde durdu. Her geçen saniye beni biraz daha dibe çekmiş biraz daha hissizleştirmişti. Öyle bir durumdaydım ki polisler kollarımdan tutup beni arabadan çıkarmasa yürümeye bile gücüm kalmamıştı.

 

Daha arabadan iner inmez yüzümde patlayan flaşları farkettiğimde yutkundum. "Yavuz bey!" Şehrin tüm gazetecileri sanki karakolun önüne toplanmıştı. "Babanızı neden öldürdünüz Yavuz bey!" Sorduğu soru vücudumun buz kesmesine neden oldu. Beni yargılayan bakışları yüzümde dolanırken bunların bir çoğu reklam peşindeydi.

 

"Ben kimseyi öldürmedim." Sözler kendimden habersiz bir şekilde ağzımdan kaçarken polisler beni karakola götürmeye çalışıyor ama önümüzü kesen gazeteciler ve kameracılar buna izin vermiyordu.

 

"Görüntüler var! Öz babanıza sıkmışsınız, neden yaptınız Yavuz bey!" Gür sesleriyle konuşurken ben o soruların içinde boğuluyordum. Ne görüntüsü? Bu insanlar ne anlatıyordu?

 

"Yapmadım!" İnatla onlara bakıp konuşurken perişan bir halde olduğumun farkındaydım. Buradaki kimse bana inanmıyordu.

 

"Çekilin, açın yolu!" Polisler onları geri tutmaya çalışırken benide yanlarında sürüklemeye devam ediyordular. Her kamera yüzümde patlıyordu.

 

"Yavuz!" Hafsa'nın sesi doldu kulaklarıma. Bunca insan içinde onu göremiyordum ama bana ulaşamaya çalışır gibi adımı sesleniyordu. Polis arabasını takip etmiş olmalıydılar, ya da ben çoktan delirmiştim. Bilmiyordum.

 

Başım arkaya döndü, ama onca insanın içinde bana seslenen karımı göremiyordum. Sadece sesini duyuyordum.

 

"Yavuz!" Bu sefer ki ses Cafer'e aitdi. "Burdayim abim!" Güven veren sesi doldu kulaklarıma. Onu görmesem bile bir şekilde yanımda olduğunu hissettiriyordu. Bunca olanları duyduktan sonra tepkileri ne olacaktı bilmiyordum ama onlar beni suçlamazdı. Onlar bana inanırdı. Umarım inanırdı.

 

"Yavuz, burdayız!" Başka bir ses Tufan'dan geldiğinde çoktan polisler insanların içinden beni geçirip karakola sokmuştu. Kapılar tutulurken kafama üşüşen insanlarda son bulmuştu.

 

Ardı ardına sorulan soruları artık onlarında duyduğuna emindim. Bunca şeyi kim yapmıştı gazetecilere kim haber vermişti bilmiyordum. Her şey planlı şekilde ilerliyordu. Ve ben henüz bunun nasıl bir çirkeflik olduğunu anlayacak kadar sağlıklı bir düşünceye sahip değildim.

 

"Ne diyorsunuz ya siz!" Hafsa'nın öfkeli ve endişeli bağırışını duydum. "Çekilin!" Gazetecileri geçip polislerin arasından sıyrılmasında ona yardımcı olan Cafer'le Tufan oldu. Başımı omzumun üstüne çevirdiğimde benim için polislere dikleniyordular.

 

Son saniye kendini dizginleyen Hafsa'yı gördüm. Polislerin arasından çıkarken yere düşmekten son anda kurtulmuştu. Yaşlarla ıslanan kirpikleri ve endişeli yüz ifadesini gördüğümde sertçe yutkundum. Ağlamamak için zor duruyordu sırf beni üzmemek için gözyaşlarını tutuyordu bunun çok iyi farkındaydım. Hangisi daha çok acıttı canımı kestiremedim. Benim için gözyaşlarını saklamasımı? Yoksa benim yüzümden her acıyı içine atması mı?

 

"Yavuz.." Fazla uzak sayılmazdık. Ayaklarımı yere diredim ve polislerin beni götürmesini engelledim.

 

"Ben yapmadım!" Dedim inkar dolu sesimle. Başımı salladım iki yana. "Ben yapmadım Hafsa, ben yapmadım!" Beni bir katil olarak görmesini istemedim. Bana öyle baksın istemedim. Çünkü Hafsa narindi, Hafsa elleri kanlı bir insanı sevemezdi. Hafsa acımasız merhametsiz bir insanı sevemezdi. Ve en büyük korkum bana bir katil gibi bakması olurdu.

 

"Yürü!" Sanki Hafsa'yla konuşmam bile polisleri rahatsız etmişti. Beni sürüklemeye çalıştıklarında ayaklarımı inatla yere bastırdım. Hafsa gözlerimin içine bakarak bana bir şey söylemeden burdan gidemezdim, beni buraya gömselerde gidemezdim. Sanki anladı, sessizliğimden beni anladı.

 

"Ne olduğunu bilmiyorum, ama sana inanıyorum!" Üstümdeki tüm yük kalkar gibi sertçe yutkundum. Hafsa bana ulaşmak istediğinde çoktan polislerden biri tuttu onu. "Ne olduysa oldu, sen suçsuzsun biliyorum!" Bana sonuna kadar güvendiğini sesindeki eminlikten anladım. Tüm inkar dolu bakışların arasında bir tek onun gözlerine baktım. Bir tek ona güvendim. O bana inandı, ve bu beni yaşattı. Yere dirediğim ayaklarım gevşedi, polisler kabaca beni yanlarında sürüklediğinde artık eskisi kadar direnme gereği duymadım.

 

Arkamdaki bağırışları duysamda geriye dönüp bakmama bile izin vermediler. Direkt olarak merdivenleri takip ederek yukarı kata çıktılar. İlk önce beni nezarethaneye soktular. Bundan sonra ne olacağıysa tahminlerim içinde olan şeylerdi. Tek istediğimse masumluğumun kanıtlanmasıydı. Eğer bende masum olacak kadar bir ruh bıraktılarsa.

 

*****

 

Hafsa Polatlı.

 

Gözlerim önünde onu sürükleyip götürmüşdüler. Canımdan can alınıyormuş gibi acıyordu her zerrem. Onu elleri kanlı, bileklerinde kelepçe görmek hiçbir zaman aklımın ucundan geçirebileceğim bir manzara değildi. Yavuz harabe bir durumdaydı, yıkılmıştı. Karakolun önüne üşüşen her gazeteci anlam veremediği bir cinayetden bahsediyordu. Ve bu cinayetin suçlusu Yavuz muydu? Bir gecenin içinde neler olmuş olabilirdi?

 

"Yeter ama!" Abimin bağırışını duydum. "Bari suçunu söyleyin, neler oluyor!"

 

"Babasını öldürme suçundan alındı!" Sabrı biten polis sonunda konuştuğunda ayaklarımın olduğu yere çivilendiğini hissettim. Başımı omzumun üstüne çevirdim. Ardından uyuşan vücudumda oraya çevirdim. Girişler polisler tarafından tutulsada abimler biraz olsun içeri girmeyi başarmıştı.

 

"Ne öldürmesi?" Süleyman şokla sorarken aynı şok ifadesi sadece onun yüzünde mevcut değildi. Yavuz'un yüzüme bağırarak söylediği her şey bundan kaynaklıydı. Babasını öldürdüğünü söylüyordular, bu cinayet, ölen kişi Mahir bey miydi? Soluğum kesildi. Tüm kanımın bir an içinde çekildiğini hissettim.

 

Yavuz'un ellerindeki kan babasına mı aitti? Aklım duruyordu. Düşünemiyordum. Tek bildiğim gözümün içine baka baka bu cinayeti yalanladığıydı. Kehribar hareleri büyük bir istekle ve inkarla doluydu. Yapmadığını söylemişti, bana bunu açık açık belirtmişti. Ve o yapmadım diyorsa, yapmamıştı. Kim ne derse desin, insanlar ne konuşursa konuşsun benim gerçekleri anlamam için Yavuz'un gözlerine bir kez bakmam yeterli olurdu. Ve ben onun gözlerinde elleri kanlı bir adam değil, çaresiz bir çocuk görmüştüm.

 

Gözlerim dolarken ağlamamak için zor durdum.

 

"Ne ölmesi?" Cafer yutkunarak sorarken çattı kaşlarını. "Ne diyisin komiserum sen!" Gözlerinde korku ve endişe vardı, korkusu kardeşi endişesi babası içindi.

 

Gözlerim bir kez daha Yavuz'u sürükleyip götürdükleri koridora doğru boşluğa kaydı. Onu suçluyordular, birileri onu suçluyordu ve ben bunun olmasına izin vermeyecektim. Bu kadarı fazlaydı, yaşanan her şey Yavuz için fazlaydı.

 

"Daha fazla bilgi veremem! Gidin bekleyin! Sizinle mi uğraşacağım kardeşim!" Polis öfkeyle onlara bakarken birkaç adım geri atmak zorunda kaldılar. Her ihtimale karşı polisler onlara yakınken gazeteciler dışarıda kalmıştı.

 

Gözyaşlarımı tutmaya zorlarken hızla koridora döndüm ve koşar adım oraya yürüdüm. Neler olduğunu anlamam gerekiyordu, her şeyi tek tek Yavuz'dan dinlemem gerekiyordu.

 

Ama görüş alanımdan çoktan çıkmıştılar, yoluma çıkan polislerden birine nezarethanenin yerini sordum. En iyi düşüncemle onu nezarethaneye götürmüş olabileceklerine emindim. Koşar adım merdivenleri çıkarak üst kata ulaşatığımda polisin tarif ettiği gibi önünde nezarathane yazılan yere ulaştım. Ama içeri girmeden önündeki polis beni durdurdu.

 

"Hanımefendi nereye?" Sert bakışlarıyla önümü kesince yutkundum. "Kocam içeride, buraya getirdiler onu görmem gerek." Derdimi anlatmaya çalıştım, ama halimden hiç anlar durmuyordu.

 

"İzinsiz giremezseniz, izin almanız gerek." Dedi beni geri tutarak. Dolu gözlerimi diktim ona. "İzninin canı cehenneme, onu görmem gerek!"

 

"Göremezsiniz." Dedi sabrı sınanır gibi. Ben öfkeyle ona bakarken bir kol beni hafifçe geri çekti.

 

"Hafsa, tamam." Abimdi bu, o da sert gözlerini polise dikti. Bana bir zarar gelmesin diye beni yanında tutuyordu. "Nerden alınır bu izin?" Kabaca sorduğunda polis nefesini verdi.

 

"Müdürle konuşmamız gerekir, birkaç saati bulur." Çattım kaşlarımı.

 

"Ne birkaç saati? Onu görmem gerek diyorum!" Beni anlamıyordular. "Bekleyecek vaktim yok!"

 

"Bende giremezsiniz dedim!" Bakışlarını çevirdi bana. "Laftan anlayışın yok mu senin?" İleri bir adım atmak istesemde abim izin vermedi. Benimde başım belaya girsin istemedi, ayrıca daha yeni hasta yatağımdan kalkmıştım. Beni korumaktı niyeti, biliyordum.

 

Peki ben korunmak istiyor muydum? Hayır. Gözlerim etrafta gezindi, masanın üstündeki bilgisayara baktım. Aklıma gelen fikirle kaşlarım hafifçe havalandı. Bu sırada Cafer çoktan polisi ikna etmekle meşguldü. Abimin kolundan sıyrılıp hızlı adımlarla oraya yürüdüm. Ve varır varmaz umrumda olmadı, masanın üstündeki bilgisayarı çekip yere düşürdüm, ardından ayağımla bir tekme savurdum.

 

"Napıyorsun!" Birkaç polis sesi duysamda umursamadım. Ayağımda ki ayakkabıyıla bilgisayara vurdum. Ekranı param parça oldu.

 

"Hafsa dur!" abimin endişeli sesini duysamda umursamadım. "Napayisin Hafsa?" Cafer şokla sorarken Süleyman'ın tek yaptığı girdiği şokla beni izlemekti.

 

"Atın şunu nezarete!" İçlerinden başka bir polis bağırınca bir diğeri koluma girdi. Tamda istediğim gibi olmuştu her şey. Ne o bilgisayar ne de başka birisi umrumda değil. Yavuz'u görmek için tek çarem buysa o zaman hiç çekinmeden uygulardım. Abimin azarlayan bakışlarını hissettim, hepsi sonunda ne yaptığımı anlamıştılar bu yüzden hiçbirisi bana kızmadı.

 

Nezarathanenin kapısı açılır açılmaz beni içeri soktular. Gözlerim direkt olarak parmaklıklara kaydı. Onların arkasında yerde oturan Yavuz'u gördüm. Bir dizini kırmış yerde otururken sırtı duvara yaslıydı. Direğini dizine yaslamış elini saçlarının arasına daldırmıştı. Kafasında yüzlerce soruyla boğuşur gibi ifadesi durgundu.

 

Beni sağındaki parmaklıkların arkasına sokup kapıyı üstüme kitlediklerinde yaptığım ilk şey ikimizin arasındaki parmaklıklara yürümek oldu. Kaşları hafifçe çatıldı, derin düşüncelerinden çıkmadan önce havayı hafifçe kokladı, ardından başı soluna döndü. Beni orda gördüğünde irisleri genişledi, hayal gördüğünü düşündü ama ben gerçektim.

 

"Hafsa?" Hayret dolu sesi dolu kulaklarıma. Bir o kadar yorgun, bir o kadar inançsızdı.

 

"Yavuz." Ellerimi demirliklere doladığımda ayağa kalktı. Olanları anlamıyordu, yüz ifadesinden bunu açıkça anlıyordum. Neden burda olduğumu merak ediyordu. Oturduğu yerden ağır ağır kalkarken yaklaştı demirliklere.

 

"Delirdim mi ben?" Sorusu şaşkınlık taşıyordu. Başımı salladım iki yana. "Delirmedin." Yumuşak sesimle konuştum. "Burdayım." Yaklaştı demirliklere, elini çekingen bir şekilde öne uzatmak istedi. Ama kanlar onu geri tuttu. Ellerindeki kanları gördüğünde yutkundu.

 

"Bilmiyorum, gerçek misin değil misin bilmiyorum." Fısıldadı kısık bir sesle. Gözleriyle anlamaya çalışıyordu olanları.

 

"Dokun o zaman." Onu cesaretlendirir gibi çıktı sesim. "Dokun, anlarsın gerçek olduğumu."

 

"Ellerim kanlı." Tınısında yüzlerce acı vardı. "Sana böyle dokunamam Hafsa, hayalin bile olsa seni böyle kirletemem." Kendinde değilmiş gibi konuşuyordu, onu aklı başında tutan hiçbir şey yoktu. "Ama kokunu alıyorum." Sesli bir nefes verdi burnundan. "Bu kokun hayal olamayacak kadar gerçek." Başım hafifçe omzuma eğildi.

 

Söylediği her kelime nasıl hem bu kadar acıtırken hemde bu kadar kalbimi ısıta bilirdi bir türlü anlamıyordum. Kokumu tanıyordu, Yavuz benim kokumu ezbere biliyordu. Öyle ki kokumu aldığı an yanında olduğumu anlıyordu. Ama gözleri bu kokunun bile yalan olmasından korkuyordu. Küçük bir tebessüm ettiğimde gözlerim çoktan dolmuştu.

 

"Burdayım." O yapmasa bile ben ellerimi kaldırıp demirliklerin arasından geçirerek yanaklarına koydum. Önce hafifçe ürperdi, ama ardından tüm şüpheleri yok oldu. Gözlerimin en derinine bakarken bir adım daha attı. Demirliklere yaklaştı. Ama daha fazla ilerleyemedi, aramızıda ki demirlikler bir kabustan farksızdı. Onu benden uzak tutuyordu, ona sarılmama izin vermiyordu.

 

Dokunuşum ona yine yaşamı tattırmış gibi ağırlaşmış gözkapakları arasından baktı bana.

 

"Nasıl?" Sordu güçsüz bir sesle. "Nasıl girdin, seni neden buraya aldılar?"

 

"Önemi yok." Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Bunların önemi yok, söyle bana ne oldu? Yavuz benim senden dinlemem gerek. Her kes saçma sapan konuşuyor, bilmem gerek neler olduğunu bana senin anlatman gerek." Yüzü kasıldı. Ellerimin altında bunu hissettim. İfadesi durgundu gözleri acılarla doluydu. Neye şahit olmuştu bilmiyorum, ama bu her neyse ondan ruhunu söküp almış gibiydi.

 

"İnanmıyorlar." Dediğinde sesi korku doluydu. "Bana inanmıyorlar, Hafsa. Kimse inanmıyor." Söyledikleri kafamı daha çok karıştırdı. Ona baktım sakin bir ifadeyle, kendimi sakin kalmak için zorladım ve dineldim. "Babanı öldürdün diyorlar." Sertçe yutkunurken bunun ona ne kadar ağır geldiğini anladım. "Ben öldürmedim."

 

Sesindeki netlik, gözlerindeki çaresizlik beni inandıracak bir türdendi. Kimse bana aksini söyleyemezdi. Eğer yapamdım diyorsa, o yapmamıştı. Bundan emindim.

 

"Ne oldu?" Onu konuşturmaya çalışır gibi sordum. "Ne oldu, nasıl oldu?" Gözlerini gözlerime kaldırdı. Usulca başını salladı iki yana.

 

"Ben sıkmadım." Sıktı dişlerini. "Benden bunu istediler, ama yapmadım Hafsa. Silahım onu hedef bile almamıştı, babamı ben öldürmedim." Babamı derken sesinin nasıl titrediğini duydum. Gözleri doluyordu, ama ağlamıyordu. "Öldü dediler." Zihni o anları hatırlar gibi acıyla kapandı gözleri. "Ben yapmadım." Başı hafifçe önüne eğilirken kanlı ellerinin hafifçe titrediğini gördüm.

 

"Kim?" Titreyen sesimi bastırdım. "Kim yaptı gördün mü?" Gözleri kapalıyken başını salladı iki yana. Aklı olanları bir bir düşünürken gözleri hzılıca açıldı. Onu rahatsız eden bir şeyler vardı.

 

"Kim yaptı görmedim, bir kurşun sesiydi.." o kurşun sesinin tekrar kulaklarında çınladığına emindim. "Bir kurşun sesi, sonra gözlerim önünde yere yığıldı." Göğüs kafesinin sıkıştığını daralan nefesinden anladım. Elini kaldırdı, elinde hâlâ sargı vardı ama o sargı bile kanlıydı. İşaret parmağıyla alnının sağ tarafını gösterdiğinde ne demek istediğini anladım. Dili varmadı, dudakları açıldı ama ağzından tek kelime çıkamadan geri kapandı. Kurşun Mahir beyin kafasına isabet etmişti. Ve bu Yavuz'u ne denli mahvetmişti işte o an anladım. Gözünden akan birkaç damla yaşı sildim.

 

"Sen yapmadın." Fısıldadığımda yinede gözlerinde suçluluk sezdim. Sanki babasını kurtaramadı diye vardı suçluluk duygusu yüzünde.

 

"Geç kaldım." Yutkundu. "Cafer, Cafer iyi mi?" Korkuyla sorduğunda usulca salladım başımı.

 

"Cafer iyi." Rahat bir nefes kaçtı burnundan.

 

"Ama Devran'ı bilmiyorum." Sesi korkuyla doluydu. "Ya babama zarar verdiği gibi onada.." kaşlarım çatıldı.

 

"Devran'ın ne alakası var?" Acıdan kıvranan bakışlarını yüzümde gezdirdi.

 

"İshak'ın oyununa geldik, şerefsiz it yaptı dediğini! Aklım duracak gibi. Hafsa, ne tür bir oyun oynuyor bilmiyorum!" Karışan duygularını ve kaybolduğunu farkettim. Yolunu bulamıyordu. Nasıl yapacağını, bu işin içinden nasıl sıyrılacağını unutmuş gibiydi.

 

Neler döndüğünü en ince ayrıntısına kadar öğrendim. Yavuz'dan olan biteni sonuna kadar dinledim. İshak'ın onlara gönderdiği konumu, gizlice getirdiği depoyu. Oynadığı o miğde bulandırıcı oyunu, ardından sıkılan kurşunu. Ama ondan önce, Yavuz'un silahı kendi kafasına doğrulttuğu. İşte bu canımı daha çok acıttı. Kendi canına kıyacaktı, intihar etmekten bir farkı yoktu bunun. Öz babasına sıkacağına, ne olduğunu umursamadan kendi canına kıyacaktı. Bencillik değildi bu, Yavuz biliyordu. Çok iyi biliyordu. Kendi kafasına sıkarsa, İshak o oyuna bir son verecekti. İstediği Devran'ın canını yakmak olabilirdi, ama İshak kurallar dışında haraket etmezdi. Ve onun kuralları dışında gerçekleşecek Yavuz'un ölümü İshak'ın oyunlarını durduracak en azından abilerine bir şans verecekti.

 

Ama ya İshak oyuna hile katarak Mahir bey'i öldürüp bunu canlı bir şekilde Yavuz'a izletmeyi seçmişti. Ya da bu iğrençliğin içinde başka bir şey vardı.

 

Eğer o kurşun biraz daha geç sıkılsaydı, Yavuz şu an önümde olmayabilirdi. O yüzden bu duruma sevinmelimiyim, yoksa üzülmelimiyim karar veremiyordum. Karnımda bir çocuk vardı, Yavuz'a ve bana ait. Bu haberi böyle haketmiyordu, bir nezartahne köşesinde bebeğimizin olduğunu öğrenmeyi haketmiyordu.

 

Yavuz'u bu soğuk duvarlar arasında bırakmayacaktım. Onu içeriden çıkaracaktım, ve bunun için ne yapmam gerekiyorsa yapacaktım.

 

*****

 

5 saat sonra.

 

Yazar.

 

"Böyle konuşmamıştık!" Nadir'in sert sesi doldurdu ofisi. Devran boş gözlerle ona bakarken üstündeki gömleği çıkarmış omzundaki yarayı temizlemekle meşguldü. Yaptığı oyun için resmen kendi omzuna bir kurşun sıkmış, kendini dövdürtmüştü. Rolünü daha inandırıcı oynamak için hiç çekinmeden kendisine zarar vermişti.

 

"Ne konuşmuştuk?" Soğuk bir sesle sordu. İshak nefesini vererek kenardan aldığı yara bandını uzattı ona.

 

"Bana çocuklara zarar gelmeyecek demiştin!" Öfke dolu gözleri Devran'ı terketmezken Devran dişleri yardımıyla yara bantını açtı. Gözucu baktı Nadir'e.

 

"Senin kızınla bir işim yok." Yara bantını yapıştırdı kolundaki dikiş atılan kurşun yarasının üstüne. "Hafsa'ya dokunmadım. Her şeyin aksine ne dediysen yaptım, senin için Tarık'ı bile öldürdüm. Şimdi işime karışmaya hakkın yok." Onun bu sözlerinde haklılık payı vardı, ama Nadir için pek öyle değildi.

 

"Kızımın kocasını içeri tıktırarak baya bir zarar verdin!" Sesi soğukluk taşıyordu. İlk kez Devran'a böyle soğuk bakıyordu. Kızı ve Tufan için yapmayacağı şey yoktu, yıllarca susmuştu. Sadece intikamı için, ve intikamını almıştı, Cihan'ın ölmesine çok az kalmıştı. Cihan öldükten sonra ise anlattığı yarım kalan hikayenin gizlediği taraflarınıda anlatacaktı.

 

Hafsa Cihan'ın değil Nadir'in özbe öz kızıydı. Hafsa Nadir'in kızıyken Tufan'ın damarlarında akan kan Cihan'a aitdi. Ama bu gerçekten odadaki üç kişi dışında kimsenin haberi yoktu.

 

"Ne hapsi?" Devran şüpheyle sorduğunda Nadir çattı kaşlarını. "Haberin yok mu?"

 

"Neden haberi yok mu?" İshak kafası karışmış bir şekilde sorarken baktı Nadir'e. "Yavuz'u mu almışlar?"

 

"Babasını öldürme suçundan içeri almışlar." Nadir meraklı gözlerini İshak'la Devran arasında ileri geri götürdü.

 

"Nasıl almışlar?" Devran oturduğu koltuktan kalkarken hafif çaplı bir şokla sordu. "Planda bu yoktu, neler oluyor!" Başını çevirip İshak'a baktığında İshak kısık bir küfür savurdu. Cebinden telefonunu çıkarıp çoktan birileriyle görüşmeye başlamıştı.

 

Devran'ın oynadığı oyun böyle değildi. Onun istediği sadece babasının ölmesiydi. Ve bunun için Yavuz'u devre dışı bırakmalı, babasının düşmanlarını harakete geçirmeliydi. En iyi yolu ise Kemal'i bu işe bulaştırıp Yavuz'un dikkatini dağıtmaktı. Mahir'i saklandığı yerden bulup çıkarıp öldürmek onun için bir hayli zor olurdu. Ne kadar iflasda etse Mahir'i seven koruyan bir çok kişi vardı. Bu işe kalkışsa bile Mahir yine oğlunu arar, Yavuz'dan yardım isterdi. Ve bu Devran'ın istediği son şey olurdu. Yavuz'a oynadığı oyun tamamen yalandan ibaretti.

 

O gece Yavuz babasına sıkmadan, Kemal'in bunu yaptıracağını zaten biliyordu. Onun tek istediği Yavuz'un elindeki imkanları yok etmek, Mahir'in o gece ölmesini sağlamaktı. Bunun için ikisinde aynı mekana çekmiş, tamamen savunmasız bırakmıştı. İshak'ı düşman gibi gösterip Kemal ile bir anlaşma yapmasını sağlamıştı. Herkes gibi Kemal'de Devran'ın İshak'ın elinde esir olduğunu düşünüyordu. Ama her şey tam tersiydi. Sonuç olarak Devran istediğine ulaşmış, babasının ölümüne imza atmıştı. Lakin bu suçun nasıl dönüp dolaşıp Yavuz'u bulduğunu bilmiyordu.

 

"Sana ona dokunma demiştim!" İshak'ın telefona olan bağırışı böldü Devran'ın düşüncelerini. Gözlerini odada volta atan İshak'a çevirdi. Çatılan kaşları ve yüzeyde kaynayan öfkesi yerli yerindeydi. "Ne cinayet silahı? Orospu çocuğu!"

 

"Hoparlöre al şunu!" Devran emir veren bir sesle konuşurken İshak telefonu hoparlöre aldı. Aynı anda Nadir'de Devran'da çelişkli bir ifadeyle yaklaştı telefona.

 

"Ormanda saldırdığım gece küçük Payidar silahını düşürmüş." Kemal'in keyifli sesi doldu kulaklarına. "Benim içinse tabiki bu kullanabileceğim bir fırsatdı. Ee İshak bey bilirsin önüme çıkan taşı yolumun üstünden çekerim." Sanki kahvesini yudumlar gibi ara bir yutkunma sesi duyuluyordu. Devran'ın elleri iki yanında yumruk olurken İshak öfkeyle konuştu.

 

"Geri çekeceksin şikayetini, ne halt ediyorsan et o silahı geri al eminyetden! Payidar ailesine bir zarar gelecekse bunu ben yapacağım sen değil, senin işin Mahir öldüğü an bitti!" Her şey plan dahilindeydi, ama hiçbirinin aklından Yavuz'un hapse gireceği düşüncesi, özellikle babasını öldürme suçuyla alınacağı geçmezdi.

 

"Cinayet onun silahıyla işlendi." Kemal soğuk bir tınıyla konuştu. "Senin meselen başka, benimki başka. Yaptıklarım bununla sınırlı kalmayacak. Bana yaptıklarını tek tek ödeteceğim ona. Sana teşekkür ederim, bu şansı bana sunduğun için. Şimdi bir daha beni rahatsız etme, ha tabi iş Payidar'lara zarar vermekse kapım her zaman açık. Hadi EyvAllah." Sert sözlerinin ardından İshak yüzüne kapanan telefona büyük bir öfkeyle baktı.

 

"Size dedim." Nadir öfkeden kısık çıkan bir sesle konuştu. "Size bunun sonu iyi olmayacak, durun dedim!" Bir çok kez söylemişti, Devran bu planı kendisine anlattığı an karşı çıkmış durmaları için onları uyarmıştı. Devran'ın intikamı gözünü kör etmiş giderek daha acımasız birisi gibi davranmaya başlamıştı. Her geçen gün biraz daha hırslanıyor, istemedende olsa kardeşlerinin canını biraz daha yakıyordu.

 

Devran'ın gözlerinin arkasına gizlenen pişmanlığı ve İshak'ın yüzündeki sıkıntıyı görüyordu. Açıkça umrunda değildi, nasıl sonuçlar doğurabileceğini zaten söylemişti. Devran yine onu dinlememiş, kendi intikamı için haraket etmişti. Bu yolda ise kardeşini harcamıştı.

 

"Ne halt ediyorsan et, Yavuz'u çıkar içeriden!" Öfkeyle baktı Devran'a. "Kendi kaderini şimdide benim kızımla kocasına mı yaşatacaksın?" Acımasızca çıkıyordu sözler ağzından, ama elinden gelen başka bir şey yoktu. Hafsa tüm bu olanların ardından durmadan beş saat içinde herhangi bir delil aramıştı. Hiçbir şeye ulaşamamıştı, ama yinede durmuyordu.

 

Nadir Tufan'ı aradığında Tufan olanları ona anlatmak zorunda kalmıştı. Bunları duyan Nadir hiç düşünmeden atlamış çocukların yanına gelmişti. Öğrendiği şeylerse onu bozguna uğratmıştı, kızı hamileydi. Hafsa hamileydi, ve Devran şu an kendi kaderini Yavuz'a yaşatıyordu.

 

"Amacımın o olmadığını çok iyi biliyorsun!" Devran savunmaya geçerek kıstı gözlerini.

 

"Devran, Hafsa hamile!" Nadir'in sert sözleriyle yutkundu Devran. Gözleri hafif bir şokla genişlerken yaptığı şeylerin pişmanlığı biraz daha üstüne çöktü. Soğuk bakışlarıyla bunu gizlemek için çabaladı. "Kendi kaderini benim kızıma yaşatmana izin vermeyeceğim. Narin'in kaderini beni kızıma yaşatmayacaksın Devran!" Her söz bir hançerden farksız sarsıttı Devran'ı. Güçlü ifadesi artık o kadarda sarsılmaz değildi.

 

Hafsa hamileydi, Yavuz hapisteydi. Ve bu olanlarda Devran'ın büyük bir payı vardı. Kemal'le iş birliği yaparken Kemal'in plan dışında haraket edip Yavuz'u hapise sokacağı aklının ucundan geçmezdi. O gece o ormanda Yavuz'un silahını almış olacağı gerçeği bir karanlıktan farksız çöktü üstüne. Öyleydi, silahı almış cinayeti o silahla işletmiş ve suçu Yavuz'un üstüne yıkmıştı.

 

"İshak, ara eminyeti Yavuz'un yerini öğren." Devran başını çevirdi arkasındaki adama. "Neymiş ne değilmiş, nerde tutuluyor hepsini!"

 

******

 

Hafsa Polatlı.

 

Durmuyordum. Durmadan arıyordum. Her yeri, olan biten her şeyi resmen bir dedektiften farksız sorguya çekiyordum. Polisler beni nezaretden çıkarmıştı. Abim kırdığım bilgisayarın parasını ödeyince onlarda beni bırakmıştı. Ne kadar çıkmak istemesemde yapmak zorundaydım. Yavuz'a onu ordan çıkracağıma dair söz verip hiç istemesem bile soğuk duvarların arasında onu yalnız bırakmıştı. Sabah oluyordu, nerdeyse güneş doğuyordu ve ben altı saattir hiç durmadan bir delil için ordan oraya koşturmuştum.

 

Polislerin kıramadığı şifreyi Süleyman kırmak için sabahtan beri uğraşıyordu. Bunca durumları öğrenen Fatih isimli bir komiser sağolsun bize yardımcı oluyordu. Bildiğim kadarıyla Cafer'in tanıdığıydı. Hatta Yavuz'un böyle bir suçla alındığını duyduğunda hemen bir avukat adamıştı.

 

Avukat Nisa Karaca.

 

Olanları ona bir bir anlatınca bu olayın gerçekten baya şüpheli olduğundan bahsetmişti. Diğer polisler bizi dinlemeyi bile düşünmüyordu, hatta emniyet bizi dinlemeyi es geçiyordu. Sanki onlarda bu oyunun içinde gibiydiler. Nisa Yavuz'u tanıdığından ve Payidar ailesini bildiğinden bu duruma hiç anlam verememişti. Hatta Cafer'le aynı üniversiteyi okuduklarını söylemişti. Şu an 29 yaşındaydı. Cafer'le aynı yaşta. Dosyayı hiç sorgulamadan almıştı, öyle büyük bir güveni vardı Payidar ailesine.

 

"Hafsa tamam, bak gel otur beş dakika. Kızım hamilesin zaten." Zerda bir anne endişesiyle konuşurken dolu gözlerimi ona çevirdim. Yorgun olabilirdim, ama hiç öyle hissettmiyordum.

 

Fatih abinin odasına toplanmıştık. Her kes burdaydı, tüm bu olanları duyan Zahir hızla emniyete gelmişti. Ceylan'da onun peşine takılmıştı. Onca olanlardan sonra ancak yeni yeni toplanıyor gibiydi. Özlem'i Narin'in yanında bırakmıştılar. Evde bir sürü korumalar olduğundan içimiz rahattı. Hamileliğimi Zahir'de Ceylan'da öğrenmişti, ne kadar mutlu olsalarda içinde bulduğumuz durum sevinmemize izin vermemişti.

 

"İyiyim ben." Dediğimde abim endişeyle elini koydu omzuma. "Biraz otur, Allah için Hafsa sabahtan beri ağlamaktan helak oldun. Çocuğunu düşün, dinlen biraz yüzünün rengi soldu be kardeşim." Şefkatli tınısı ve endişeli gözlerini gördüğümde sesli bir nefes verdim.

 

Kendim için değildi, ama karnımda bir çocuk vardı. Birkaç adım haraket edip koltuğa oturdum. Masanın başında oturan Süleyman pür dikkat şifreyi kırmaya çalışıyordu. İshak öyle bir yazılım yüklemiştiki, her şeye rağmen Süleyman onu kıramıyordu.

 

"Birde ben deneyeyim istersen?" Aziz sorar sormaz Süleyman baktı ona. Yaklaşık bir saattir bilgisayar başında oturmaktan boynu ağrımıştı.

 

"Gel." Sesli bir nefesle ayağa kalktığında onun yerini hızla Aziz aldı. Bu ikisi birbirileriyle resmen yarışırdı. Aziz'de Süleyman kadar iyi bir hackerdi.

 

"Çocuklar isterseniz üst düzeyden birilerini çağırayım." Fatih abinin sorusuyla baktım ona.

 

"Hayır." Karşı çıkan sesimle konuştum. "Herkes tüm emniyet bize karşı gibi, bu bilgisayardan haberleri olsun istemiyorum. İçinde bir şey varsa hiç düşünmeden delili yok ederler." En büyük korkum buydu.

 

"Hafsa haklı." Sonunda sandalyede oturan Nisa konuştu. "Tek kişilik bir iş değil abi bu." Fazlasıyla kararlı bakışları vardı, simsiyah saçları omzuna dökülürken yüz hatları keskindi. Cesur hali insana güven veriyordu. Hafif esmer tenliydi. Aynı renk siyah benzeri gözleri vardı. "Farkettin mi bilmem ama üst bürodaki herkes emirle haraket eder gibi."

 

"Yok artık." Dedi Fatih abi ona bakarak. "Kızım emniyet burası, kimseyi suçsuz yere içeri sokacak değiller."

 

"Sokayiler ama." Cafer öfkeyle konuştu. "Görmedun mi abi? görmek isteduk oğa bile izun vermeduler." Sıktı çenesini. "Birulerine çaluştuklari çok açik, ve başlarundaki de İshak itunden başkasi değul!" Bir şekilde delillere göre haraket ediyor, başka tanıkları dinlemek bile istemiyordular. Ayrıca o ana kimse şahit olmadığı için Yavuz'un içeriden çıkaramıyordular.

 

Yavuz'un dediklerine göre bu ana şahit olan bir tek İshak ve Devran'dı. Bu yüzden bende onları bulmak istiyordum. İshak'ı bulursak Devran'a ulaşırdık. İshak bizim için şahitlik etmezdi ama eğer Devran'ı İshak'ın elinden kurtarırsak o zaman Devran olanları anlatırdı.

 

Bir şekilde belki onları bulursak hem Devran'ı kurtarır hemde şahit olmasını sağlardık. Yoksa aksi halde yargısız bir şekilde Yavuz'un hapse girmesine izin verecektiler.

 

"Sakin olun oğlum." Dedi Fatih abi babacan bir sesle. "Olmayacak öyle bir şey. Biz varız, hiç izin verir miyiz öyle bir şeye? Gönlünüzü ferah tutun." Gözleri tekrar döndü bilgisayar ekranına. Elimi saçlarımdan geçirip nefesimi verdiğimde Ceylan yanımda bir dizinin üstüne çöktü ve elindeki pet şişeyi bana uzattı.

 

"Biraz su iç." Dediğinde baktım ona. Yorgun bir tebessüm ederek verdiği suyu kabul ettim ve birkaç yudum içtim. Bir faydası olmuyordu, Yavuz yokken ne yediğim yemeğin anlamı vardı ne de içtiğim suyun.

 

En sessiz olanımızsa Zahir'di. Ama gözlerinde nasıl bir öfke kaynadığının farkındaydım. Zahir için Yavuz çok değerliydi, ve Yavuz'un başına böyle bir oyun gelmesi Zahir abiyi öfkelendirmişti.

 

"Oldu!" Aziz abinin bağırışıyla oraya baktık. Hızla oturduğum koltuktan kalkıp yanlarına ilerledim. Birkaç işlem daha yaptı, parmakları hızla haraket ediyordu.

 

"Açıldı mı?" Dediğimde hızlıca salladı başını. Koltuktan kalktığında Fatih abi aldı onun yerini. Kısa süre içinde hepimiz masanın arkasına toplandık.

 

"Seslerin tekrarını oynata biliriz." Dedi Aziz. "Hatla bağlanmışlar, konuşmalara eriştim."

 

Fatih abi dosyaya tıkladığı an ekranda açılan sahne kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Siyah bir ekrandı, ama ses kaydı olduğunu belirten bir çizgi ortadan akıp geçiyordu.

 

"Yavuz'ların olduğu görüntü neden yok?" Dedim, Aziz abi nefesini vererek baktı bana. "Bilgisayar hatla bağlanmış, yani telefon hattı değil. Bilmediğimiz başka bir uygulama. Sadece konuşmalara erişe biliyoruz." Bize gerekli olan görüntüler Yavuz'la babasının arasında geçen görüntülerde, ama onlarda yoktu. Sadece sesleri vardı. İshak tehditlerini savururken Devran'ın başına bir silah dayandığını anlamıştım.

 

Yavuz'un acı dolu yalvarışları, Mahir bey'in son kez olsun evlatlarını korumak istemesi hepsi ses kaydında vardı. Ama işte her şey burda bitiyordu, bir silah patlıyordu. Ve o silah patlar patlamaz arama sonlanıyordu.

 

Bu ses kaydında İshak'ın oynadığı oyun ortadaydı. Bu suçu biraz olsun hafifletirdi. Ama yine bir işe yaramazdı, çünkü o kurşunu sıkan Yavuz'du. Benim gözümde böyle değildi, ama herkesin gözünde durum buydu. Zor durumda kaldığını kanıtlaya bilirdik, ama onu hapis cezasından kurtaramazdık.

 

Yine bizi şüphenin içinde bırakıyordu.

 

"Bu aramanın.." yutkundum. "Bu arama kayıtlarının sinyali nereden geliyor? Bulamaz mısınız?" Umutla gözlerim Süleyman ve Aziz arasında gidip geldi. Kısa bir süre bakıştılar, ardından Aziz abi usulca salladı başını.

 

"Elimden geleni yaparım." Fatih abiye baktı. "İzninle abi." Fatih abi başını sallayıp sandalyeden kalkarken Aziz'e oturması için yer verdi.

 

"Bu ses kayıtlarını bana yolla." Aziz onu onaylar gibi bir mırıldanma çıkarınca sıkıntılı bir nefes verdim. Tüm bu konuşmaları duyup da mahvolan sadece ben değildim. Benim kadar bundan çok etki alan Cafer'de vardı.

 

"Resmen oyun oynamış şerefsiz, tüm bunlar yetmezmiş gibi birde şikayet etmiş!" Abim kinle konuşurken ne kadar haklı olduğunun farkındaydım. Önce Yavuz'a büyük bir oyun oynamış, sonra onu işlemdiği cinayetle suçlamıştı. İshak sandığımızdan daha tehlikeli bir adamdı.

 

"Yakin zamanda şikayet edecek ne bir dili olacak nede ağzi." Zahir'in tüyler ürperten soğuk sesini duydum. "Kafasini boynindan koparduğumda düşünecek bir akli bile olmayacak!" Yavuz'a yapılan haksızlık hepimizin hem öfkesini hem nefretini körüklemişti.

 

"Saa kalmaz ben öldüreceğum oni!" Cafer'in öfkeden titreyen sesini duydum.

 

"Kimseyi öldürmeyeceksiniz, bu işi biz halledeceğiz." Nisa baktı onlara. "Daha Yavuz'u çıkaramadan sizde onun peşinden mi gitmek istiyorsunuz? Bu olmayacak. Kendinize gelin. Önceliğimiz Yavuz'un masumluğunu kanıtlamak, bunun içinde İshak Karahan'a ihtiyacımız var."

 

"Ve Devran'ı kurtarmak." Diye ekledim. "Abi Devran'ı bulamazsak hem İshak ona zarar verir hemde Yavuz'u içeriden çıkaramayız."

 

Cafer nefesini vererek yüzünü ovuşturdu. İçinde bulunduğumuz çaresizlik hepimizi yavaş yavaş boğuyordu. Nasıl çıkacaktık battığımız bu çukurdan gerçekten bilmiyordum. Yavuz'un üstünde çok ağır bir cinayet vardı. Her kes ona baba katili diyordu. Televizyonları açamıyor, telefona bakamıyordum. Çünkü Yavuz'a yüklenen her suç sanki benimde sırtıma yükleniyormuş gibi ağırdı her şey.

 

Her yerde yalan haberler vardı.

 

"Komiserim." Kapı açılıp içeri genç polislerden biri girdiğinde hepimizin bakışları ona döndü.

 

"Söyle Sedat." Fatih abi sandalyenin arkasından çekilip birkaç adım ileri atınca Sedat nefesini verdi.

 

"Cezaevine götürüyorlar." Ağzından çıkan cümle kaskatı kesilmeme neden oldu.

 

"Ne cezaevi?" Zahir abi şokla sorarken hepimiz bu soruyu merak ediyorduk.

 

"Müdür öyle karar vermiş." Sedat mahçup bir tavırla fısıldarken Cafer öfkeyle baktı ona.

 

"Ne karari? Hangi soniçla vermuş bu karari!" Gür sesi odada yankılandı.

 

"Ne cezaevi, daha sorguya bile alınmadı!" Dediğimde çaresizliğimi öfke gizledi. "Daha mahkeme bile kurulmadı ne cezaevi!"

 

"Hangi delile dayanarak verdi bu kararı?" Nisa sert bir sesle sorarken Sedat baktı ona.

 

"Mahkemeye kadar cezaevinde kalmasını uygun gördü." Mahkeme iki gün sonraydı, ve o aptal müdür iki gün boyunca benim kocamı kapalı bir kafeste tutmak istiyordu.

 

"Bunu yapamaz!" Ellerim iki yanımda yumruk olurken ilk kez böylesine öfke dolu hissediyordum. "Nerde müdürün odası!" Sedat bana bakarken başını salladı iki yana.

 

"Konuşmanın bir faydası yok, çoktan kararını vermiş." Umutsuz sesi öfkemi daha fazla körükledi. Bunların hepsi karşıma geçmiş ne saçmalıyordu? "Odası nerde!" Sorumu tekrarladığımda Fatih abi nefesini verdi.

 

"Üçüncü katta." Ondan cevapı alır almaz direkt olarak kapıya döndüm ve oraya yürüdüm. Adımlarım beklediğimden daha hızlıydı. İçimdeki umudu öldürmek için her yolu deniyordular. Cezaevine nasıl götürürdüler?

 

Tehlikeliydi. Başımızda bunca düşman varken Cezaevi büyük bir tehlikeydi. Üstelik Yavuz kapalı alanlarda kalamazdı. Karanlıktan korkardı. Ve belki de benden gizlediği daha nice korkuları vardı. Bir kafesin içine onu kapatıp üstüne demir bir kapı kitlemelerine izin veremezdim. Bir kez daha çocukluğundaki gibi zindana kapatılmayı haketmiyordu.

 

Ben müdürün odasını bulmak için üçüncü kata çıkarken Aziz hariç diğerlerininde peşimden geldiğini hissettim. Haksızlık üstüne kurulmuş yalanlar yüzünden Yavuz şu an demir parmaklıklar ardındaydı. Müdürün odasına vardığımda çok hafif kapıyı tıklatıp daha izinini bile dinlemeden içeri girdim. Masanın başında oturmuş elindeki dosyalara bakarken benim ani içeri girişim kaşlarının çatılmasına neden oldu.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun kızım!" Sert sesiyle konuştuğunda öfkeyle baktım ona.

 

"Asıl siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" Birkaç adım atıp yaklaştım masasına. Orta yaşlı bir adamdı, arkasına yaslanıp hissiz siyah gözleriyle bana bakıyordu. "Bir adamı daha mahkemesi kurulmadan cezaevine göndermek nedir!"

 

"Payidar'ın karısı değil mi?" Diye sordu bana bakarak. Soğuk bakışlarımla ona bakarken onaylar bir bakış attım.

 

"Kocanız işlediği suçun cezasını ödüyor." Hafifçe kaldırıp indirdi omuzlarını. "Babasını canice öldüren birisi için atadığımız bu ceza fazlasıyla zayıf bir ceza. Kendisine bir mahkeme kurulduğu için bile şükr etmeniz gerek ki mahkemenin sonucu zaten belli. Öz babasına canice kıyan birisine nasıl bir tavır takınmamızı beklerdiniz anlamıyorum." Açıkladığı her olasılık öfkemi daha fazla körükledi.

 

"O öldürmedi." Dedim dişlerim arasında.

 

"Eminim sizin hayal dünyanıza göre öyledir Hafsa hanım." Hafifçe öne eğilip dirseklerini yasladı masaya. "Ama ortada kocanızın parmak izleri olan bir silah var."

 

"Ona çalışayisiniz." Cafer abinin soğuk sesini duydum. Ben yeni farkediyordum ama peşimden onlarda odaya girmişti. "Hepiniz o İshak itine çalışayisiniz, benum kardeşum katil felan değildur!"

 

"Yavuz abi yapmadı!" Süleyman'ın gözlerinde ilk kez böylesine öfke ve nefret görüyordum. "Sorgusuz sualsiz hiç bir mahkeme kurulmadan bir insanı neden cezaevine gönderiyorsunuz? Ona çalıştığınız açık açık ortada!"

 

"Ben delilere göre haraket ederim çocuklar." Gözleri hepimizin üstünde gezindi. "Biraz daha odamda durup bana böyle saçma sapan ittihamlarda bulunursanız hepiniz gidersiniz kardeşinizin yanına!"

 

"Allah içun gönder!" Cafer öfkeyle ileri doğru haraket etmek istedi, ama Nisa onun önüne geçip sakin olmasını ister gibi bir bakış attı.

 

"Yeri değil, sakin ol." Cafer'in siyah gözleri onu bulduğunda çenesi kasıldı. Birkaç saniye baktı ama ardından sesli bir nefes vererek sakinleşmeye çalıştı.

 

"Verdiğiniz karara itiraz ediyorum." Nisa başını Müdüre çevirdi. "Avukatı olarak bunu reddediyorum. Yaptığınız tamamen haksızlık, mahkemesine iki gün kala daha ne olduğu belli olmayan bir suç yüzünden şüpheliyi cezaevine gönderemezsiniz."

 

"Kuralları siz benden daha iyi bilirsiniz Karaca hanım." Müdür soğuk bir sesle söylendi. "Fazla güvensiz, ne olduğu belli olmayan bir suçluyu ya da sizin deyişinizle şüpheliyi istediğim gibi istediğim yere gönderirim. Bu adam babasını öldürdü, daha ne yapması gerekiyor?"

 

"Yavuz katil değil!" Bağırdığımda sesim ofiste yankılandı. "Bunu sizede, herkesede kanıtlayacağım babasını o öldürmedi!"

 

"Deliller Hafsa hanım, deliller." Dedi geniş geniş. "Kocanızın bu cinayeti işlemediğine dair bir kanıtınız var mı?" Resmen benimle alay eder gibi ciddi bir yüz ifadesi takındı. Ama gözlerinde eğlence vardı. Sanki kasten bile isteye Yavuz'u hapse göndermeye razıydı. Gerçekten birileri için çalışıyordu.

 

"Yok, ama bulacağım." Kararlı bir sesle konuştum. "Bulacağım, hepiniz göreceksiniz."

 

"İyi şanslar." Umursamaz bir sesle konuştu. "Ama çok düşük bir ihtimalden bahsediyorsunuz."

 

"İhtimalinu bir yerlerune sokacağum!" Zahir'in sert sesini duydum. "Nerenun köpeğusin sen önce oni düşin, çünki ortaya çıktiği an o dört duvarin arkasinda sen olacasun Yavuz değul!"

 

Birilerine çalıştığı çok belliydi, ve bu ortaya çıkar çıkmaz görevden alınması an meselesi olurdu. Suçsuz birini suçlu gibi gösterip bile isteye hayatını mahvetmeye kararlıydılar. Üstelik Yavuz kalp hastasıydı, tüm bunları dile getirdiğimizde bize tedavilerin zamanına daha iki ay 27 gün kaldığını, Yavuz'un dışarıda kalmasının güvenli olmadığını söylemiştiler. Hepsi aynı aptal kelimeleri tekrarlamış yolumuza taş koymaya çalışmıştı.

 

Karşımda oturan müdür öyle rahattı ki onun sakin halleri beni delirtiyordu. Ağzımı tekrar açacakken telefonuma gelen mesaj böldü ortamı. Hızlıca elimi üstümdeki pantolonun cebine atarak telefonu çıkardığımda Aziz abiden mesaj geldiğini farkettim. Bana bir konum yollamıştı.

 

Aziz; Son bulundukları yerden.

 

"Size yanıldığınızı kanıtlayacağım." Dedim müdüre bakarak sert bir ifadeyle. Ardından hızlıca kapıya yürüdüğümde diğerleride bir şeyler olduğunu anlamış gibi peşime takıldı.

 

"Hafsa, neydi o mesaj?" Zerda yanımda yürürken hızlıca sordu.

 

"Aziz, son bulundukları konumu bulmuş." Koşar adım yürürken onun sorusunu cevapladım. Abim kaşlarını çatıp sağımda yürürken başını bana çevirdi.

 

"Neresi? Evlerini mi bulmuş? Yoksa depoyu mu?" Yavuz'un bana anlattıklarına göre İshak'la Devran'da depo gibi bir yerdeymiş. Ama neresi olduğunu bilmiyordu.

 

"Ya depo ya ev." Merdivenleri inerken konuştum. "Ya da belki de direkt olarak evin deposundaydılar, kim bilir? Gidip bakmadan öğrenemeyiz." Merdivenlerden inerken kapıdan çıkan Fatih abi takıldı peşimize.

 

"Çocuklar, durun! Tek başınıza gitmeyin tehlikeli!" Cafer hızlı bir bakış attı ona.

 

"Merak etma abi, haleddeceğuz, oni en iyu bir tanıriz. Polisle gitsek daha fazla sorin çikar." Onun hızlı açıklamasına Nisa çoktan takıldı peşimize.

 

"Ama avukata bir şey diyemez."

 

"Kendumiz hallederuz." Dedi Cafer ona inkarlı bir bakış atarak. Nisa ise onu hiç dinlemeden yanıma ulaştı.

 

"Arabanız var mı?" Diye sorduğunda ona bakıp küçük bir tebessüm ettim. Ne kadar çabaladığını ve bize ne kadar inandığını görüyordum.

 

"Fazladan araba fena olmaz." Usulca salladı başını ve o da küçük bir tebessümle karşılık verdi bana.

 

"Sen nereya?" Zahir yanında yürüyen Ceylan'ı yeni farketmiş gibi kırpıştırdı gözlerini.

 

"Sizinle geliyorum." Ceylan farkedilmenin verdiği rahatsızlıkla Zahir'e bakarken Zahir kaldırdı tek kaşını.

 

"Gelmeyisin." Gözleriyle işaret etti Fatih abiyi. "Durayisin buraya, orasi saa göre bir yer değul."

 

Yan yana yürüyüp aynı zamandada tartışıyordular. Çoktan dışarı çıkıp arabalara yürüdüğümüzde Nisa Zerda ve abimi yanına aldı. Cafer'de onların olduğu arabaya binerken Süleyman ve ben arkadaki arabaya yürüdük. Ardından sonunda karakoldan dışarı çıkan Aziz'de benim yanıma yürüdü.

 

"Niye bana göre bir yer değilmiş? Benim adıma karar veremezsin." Dedi Ceylan. Çoktan arabanın arka koltuğuna oturduğunda Zahir çenesini sıkıp baktı ona. Ağzının içinde bir şeyler homurdanıp o da Ceylan'ın yanına oturdu. Aziz onların yanına geçerken bende sürücü koltuğuna oturdum. Tabiki ehliyetim vardı. Ama araba kullanmayı sevmezdim. Lakin bugün haraket etme sırası bendeydi.

 

"Yenge ben sürerdim." Süleyman mahçup bir tavırla bana bakarken nefesimi verdim.

 

"Bin Süleyman." Bir şey söylemek istesede sert bakışlarım onu susturdu. Küçük çocuktan farksız oturdu sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa.

 

Telefonu arabanın önüne yerleştirip konumu açtım. Aziz'in konumu abimede gönderdiğine emindim. Park yerinden arabayı çıkarıp direkt olarak karakolun çıkışına sürdüm. Yavuz'u o çukurun içinden çıkarmak için her yolu deneyecektim. Ne gerekiyorsa yapacaktım, bu İshak'la savaşmak anlamına gelse bile.

 

"Hafize ana haberleri görmüş." Yanımda oturan Süleyman telefonda biriyle mesajlaşıyordu. "Buraya gelmek istiyor, Trabzon'a." Ona baktım ve başımı salladım iki yana.

 

"Gelmesin. Şu an onun burda olması tehlikeli olur." Bu konuda Yavuz beni uyarmıştı. Ne için olursa olsun annesinin geri dönmesine izin veremezdim.

 

"Söyle Selim'e ordaki korumaları artırsın." İshak'ın ne yapacağı belli olmazdı, Mahir Payidar'dan sonra Hafize hanım'a bulaşabilirdi. O adama hiç güvenim yoktu.

 

"Tamam." Süleyman beni onaylar gibi başını salladı. Resmen Yavuz'un yönettiği her şeyin ipleri birkaç saat içinde benim elime geçmişti. İçinde bulunduğum durumu sevmiyordum, ama Yavuz için tüm bunlara katlanıyordum.

 

Gözlerim bir kez olsun yoldan ayrılmadı. Konumu izleyerek yaklaşık iki saat süren bir yol gittik. Bu kadar uzun süreceğini tahmin etmezdim, ama vardığımız konum bizi bulunduğumuz yerden uzakta büyük bir malikanenin önüne getirdi. Bağlantılar sayesinde Aziz onların son bulundukları yeri bulmuştu, yani öyle umuyordum ki burası İshak'ın eviydi.

 

Kapıdaki korumalar bizi görür görmez kemerlerindeki silahlara uzanmıştılar. Uzansınlar bakalım. Onlardan korkum yoktu. Aynı hızla Süleyman'da Zahir'de silahlarını kaptı. Nerden çıktı bilmiyorum ama Aziz'de silahına sarıldı. Ön arabadan Cafer inerken onunda elinde bir silah vardı, peşinden takip eden abimde öyleydi. Sürücü koltuğundan inen Nisa Cafer'in itirazlarını dinlememiş rahat bir tavırla eli silahlı adamlara bakmıştı.

 

"Arabada kalın." Dedi Aziz aşağı inerken. Ceylan inmek isterken Zahir ona sert bir bakış attı.

 

"Otir yerunde! Yoksa senu yem diye atacağum bunlarin önune!" Ceylan küçük çocuklar gibi arkasına yaslanıp sessizleşirken Zahir Aziz'in peşinden indi arabadan.

 

Nisa'nın peşinden Zerda inerken abim ona içeri girmesini ister gibi bir bakış attı. Ama Zerda hiç umursamadan yaslandı arabanın kenarına ve izledi olanları.

 

"Arabada kal Ceylan." Dedim bende aşağı inerken. Ceylan çocuk gibiydi, ona bir zarar gelsin istemezdim. Arabada kalması en iyisi olurdu. Ofladığını duysamda indim arabadan.

 

"Kimisiniz siz!" Eli silahlı adamlardan biri konuşurken Cafer baktı ona.

 

"Efendunize heduye geturdik, kıçina sıkacağum iku kurşin varidur nereda o orospi çocuği!" Alaycı tavrında büyük bir öfke vardı. Yavuz'un başına gelenler, üstelik İshak yüzünden can veren babası hepsi üst üste gelmişti. Hepimiz nerdeyse Mahir Payidar'ın ölümüne sebep olanın İshak olduğunu düşünüyorduk.

 

Korumalar boş bakışlarla bize bakarken nefesimi verdim. "İshak Karahan burda mı?" Sesim beklediğimden daha soğuk çıktı. Korumalar konuşmadan büyük evin demir kapıları açıldı.

 

Birkaç adım atıp dışarı çıkan İshak'ı gördüğümde kısık gözlerim ona çevrildi. İlk kez karşımda bu kadar yakından duruyordu. Masmavi gözleri ne tür bir duygu barındırdı anlamıyordum. Başı dikti. Yüzünün keskin hatları belli oluyordu. Üstünde siyah bir gömlek altında onunla aynı renkte siyah bir pantolon vardı. Kahverengi benzeri saçları geri taranmıştı. Hissiz bakışları üstümüzde gezindi.

 

"Ne arıyorsunuz evimin önünde?" Sorusunda soğukluk vardı.

 

"Senca?" Zahir dişleri arasında sorarken silahı direkt olarak İshak'ı hedef alıyordu.

 

"Buraya elinizi kolunuzu sallayarak gelirken hiç mi korkmuyorsunuz merak ediyorum." Sesli bir nefesle kollarını göğsünde kenetledi. Nisa soğuk gözlerle ona bakarken ceketinin cebinden kimliğini çıkardı. Birkaç adım atıp onu İshak'a gösterdi.

 

"Avukat Nisa Karaca, şimdi söyle köpeklerine silahlarını indirsinler." İshak tek kaşını kaldırıp birkaç saniye baktı ona. Ardından adamlarına baktı. Hafif bir baş haraketi yaptığında korumaları emri almış gibi indirdiler silahlarını.

 

"Devran nerde?" Diye sorduğumda İshak bakışlarını Nisa'dan çekip bana baktı.

 

"Öldü." Alaycı sesi sinirlerimi bozdu. Tüm vücuduma öfkenin akın ettiğini hissederken abimin elindeki silahı kapıp birkaç adım atarak ona doğrulttum.

 

"O zaman bende seni öldürürüm, sana Devran nerde dedim!" Yaptığım şeye kendim bile şaşırıyordum. Bırak eline silah almayı, silah görünce korkan birisiydim. Ama bugün burda elimde bir silah onu düşmanın göğsüne doğrultuyordum. Bunu yaparken ne elim titriyordu ne de yüreğimde bir korku vardı. Tek hissettiğim nefret duygusuydu, Yavuz'a yarattıkları her şeyin intikamını almak istiyordum. Yavuz'u o soğuk dört duvardan kurtarmak istiyordum.

 

"Kurallarınız bana geçiyorda bu hanımefendiye neden geçmiyor Nisa hanım?" İshak'ın sorusu Nisa'ya olsa bile bakışları benim yüzümdeydi. Sanki cesaretim hoşuna gitmiş gibi dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrılmıştı.

 

"O adil oynuyor." Nisa gelişi güzel cevap verirken İshak burnundan bir nefes verdi.

 

"Konuyu sapıtma!" Birkaç adım daha ileri attığımda keskin bakışlarım İshak'ın yüzüne kitlendi. Soğuk namlu göğsüne yaslandı. "Sana Devran nerde dedim!"

 

"Bende sana cevabını zaten-" o daha konuşmadan gelen araba sesi dikkatimi çekti. Başım korumaların arkasında park edilen arabaya döndü. Ardından o arabanın kapısı açıldı. Devran kanlı canlı bir şekilde dışarı adım atmış bize doğru ilerliyordu.

 

Şu an önümde gelişen manzaraya hiçbir anlam veremedim. Devran karşımdaydı, onu ne geri tutan bir koruma vardı, ne elleri bağlıydı. Ne de karşısına geçen birisi vardı. İshak bile karşısında ki bu manzara yüzünden hafifçe şaşırmıştı. Ama ne adamlarına Devran'ı yakalamaları için emir veriyordu ne de bir kelamda bulunuyordu. Olanlara hiçbir türlü anlam veremiyordum. Aklımdaki sorular cevaplarını bulamıyordu.

 

Devran'ın gözleri hepimizin üstünde gezindi en son Cafer'in üstünde durdu. Cafer onu farkettiğinde sert bir şekilde yutkundu. Gözleri hayretle açılırken elindeki silahı aşağı indirmek zorunda kaldı.

 

"Abi?" Kelime kısık bir şekilde döküldü dudaklarında. Bu kelimeyi duymak Devran'ın canını yakmış gibi harelerinde acı titreşti. Yüz ifadesini korudu ama bakışlarını gizleyemedi.

 

"Neler oluyor burda?" Süleyman soğuk bir sesle sorduğunda onunda gözlerinde aynı acı vardı. Süleyman'da Zahir'de Devran'la uzun süreler geçirmiş arkadaşıklar kurmuştu. Şimdi Devran'ın karşımızda durması anlam veremediğimiz bir şeydi.

 

İshak nefesini vererek birkaç adım geri attı. Sanki meydanı sana bırakıyorum der gibi bir hali vardı. Devran onu hafifçe onayladı. İshak'ın yerini alıp önümde durduğunda artık silahımın ucunda o vardı. Şüpheli bakışlarım ondan ayrılmıyordu.

 

"Ne oluyor?" Gözlerinin içine bakarak sordum. Ne ondan bir çekincem vardı ne de bir başkasından.

 

"İndir silahını." Basit bir sesle konuştu.

 

"Anlamadım?" Çattım kaşlarımı.

 

"İndir dedim, silahını doğrultacağın kişi biz değiliz." Biz derken? Neler oluyordu!

 

"Ne saçmalıyorsunuz siz?" Dişlerim arasında sorarken bir adım daha attım öne doğru. "Ne oluyor burada!" Düşman değil, karşımda resmen iki dost gibi duruyordular. Bundan ne tür bir anlam çıkarmam gerekiyordu?

 

İshak konuşacak kelimeleri bulamaz gibi sessizken bizim bakışlarımız Devran'a yoğunlaşmıştı. Karşımda öyle bir duruyordu ki sanki içinde bulunduğumuz durumu hiç yadırgamıyordu. Her şeye hazır bir şekilde çıkmıştı karşıma.

 

Silahımın ucu Devran'ın göğsüne isabet ediyordu, tetiğe basmaya hiç niyetim yoktu. Ama burda neler döndüğünü anlamam gerekiyordu. Nasıl, nasıl olurda Devran sapasağlim karşımda duruyordu ve onu esir tuttuğunu söyleyen İshak hiçbir şey yapmıyordu?

 

"Sen nasıl?" Dediğimde nefesini verdi.

 

"Her şeyin cevapını vereceğim." Gözleri tek tek hepimizin üstünde gezindi. "Ama önce indirin o silahları." Hepimizin silahları elinde ona bakarken bakışlarımız durgunlaştı. Ağır ağır elim aşağı indi.

 

"Anlat." Sert bir sesle talep ettim.

 

"Önce siz, ne işiniz var burda?" İshak'dan gelen soruyu duyduğumuzda Zahir ona baktı.

 

"Maytap mi geçeyusiniz?" Öyle olmalıydı. Şu an bizimle dalga geçtiklerini düşünmeye başlamıştım.

 

"Çok ciddiyim." İshak boş bir ifadeyle bize bakarken Aziz kıstı gözlerini.

 

"Asıl siz ne bok çeviriyorsunuz, neler oluyor? Sen bunun elinde esir değil miydin!" Aziz hepimizin duygularına tercuman olurken Devran sesli bir nefes vererek dikleştirdi başını.

 

"Değildim." Netti cevabı. "En başından beri İshak bana dosttu, düşman değil." Gözlerim hafifçe genişledi. Duyduklarım karşısında donup kaldım. Elimdeki silaha tutuşum sıkılaştı. Aldığım cevapı algılamam biraz zaman aldı.

 

"Ne saçmalayisin?" Cafer'in soğuk sesini duydum. Ama hayır, o sesin altında binlerce duygu vardı. En ağırıda sanki ihanete uğramış gibi titremişti hafifçe sesi.

 

"Duydunuz." Cafer'e bakmadan cevap verdi. "Yaptığım her şeyde bana yardımcı olan İshak'dı."

 

"Ulan kendune gel!" Cafer'in sesi inançsızlık taşıyordu. "Onin neler yaptiğini bileyusimisin sen? Ne demek-!" Olanları tek tek anlıyormuş yavaş yavaş durgunlaştı.

 

"Birlik oldunuz." Abim kısık bir sesle fısıldarken öfke sesini zorladı.

 

"Bilerek mi yaptın?" Dediğimde yutkunmaktan kendimi alıkoyamadım. "Her şeyi, sen mi planladın?" Gözlerime baktı. Hiç konuşmadan sessizce beni izledi. Bakışları anlam veremediğim binlerce duygu taşıyordu. Bunların hepsini gizliyordu. Ardından usulca salladı başını.

 

"Ben planladım." Sesi duygusuz bir şekilde sertti. "O şirketleride ben aldım, iflasa ben sebep oldum. Mahir'in mezara girmesine ben sebep oldum." Babasından bahsederken sesine akın eden kin içimi titretti. Devran farkında bile değildi, ama her gün içinde büyüttüğü o nefretle biraz daha babasına dönüşmüş biraz daha onlardan bir parça olmuştu.

 

"Nasıl yapabildin?" Birinden tiksineceğim aklımın ucundan geçmezdi. Özellikle bunun Devran olacağı. Ama Yavuz'a yaşattığı her şey tek tek gözümün önünden geçiyordu. Onun yüzünden Yavuz babasına silah çekmişti, onun yüzünden Yavuz acı çekmişti, onun yüzünden Yavuz nerdeyse intihar edecekti. Onun yüzünden benim karnımdaki çocuk babasız kalacak, ben Yavuz'dan ayrı düşecektim. Onun yüzünden Yavuz dört duvarın arasında hapisti.

 

Ve karşıma geçmiş her şeyi bize itiraf ederken rahatlığı yerini koruyordu. Dost sandığımız Devran düşmanın ta kendisiydi. Yıllarca Yavuz'a acı çektiren bunlara göz yuman ve ona en büyük oyunlardan birini oynayan öz abisiydi.

 

"Nasıl mı babamı öldürttüm, sorduğun bu mu gelin hanım?" Kaldırıp indirdi omuzlarını. "Umrumda bile olmadı." Yüzünde rahat bir ifade ama gözlerinde ona meydan okuyan büyük bir nefret vardı.

 

"Onu sormadığımı çok iyi biliyorsun!" Dişlerim arasında konuşurken sesim hafifçe titredi. Tüm bunları düşünmek gözlerimin dolmasına neden oldu. "Kardeşine bunu nasıl yapabildin?" Bir adım ileri attığımda silahımın ucunun onun göğsüne yaslanması beni korkutmadı.

 

"Benim Yavuz'la bir derdim yoktu." Yavuz'dan bahsederken gözlerindeki nefret yok oldu. Yerine gizlediği duygular akın etti. "Ben istediğimi aldım, amacım Yavuz'a zarar gelmesi değildi."

 

"Amacın neydi!" Bağırdım yüzüne karşı. "Kardeşinin eline bir silah verip babana sık derken amacın neydi şerefsiz!" Ona olan öfkemin farkındaydı. Bunu haklı bulur gibi bana karşı hiçbir tepkide bulunmuyordu.

 

"Bilmediğin şeyler var gelin hanım." Soğuk bir şekilde baktı bana. "Burnunu sokma."

 

"Neyi bilmem gerek?" Çattım kaşlarımı. "Daha neler öğrenmem gerek? Neden bahsediyorsun? intikamından mı? Sevdiğinle bir aile kuramadın diye bunu şimdi bize mi yaşatıyorsun!" Yüzüm öfkeyle buruştu. Silahımı sertçe bastırdım onun göğsüne. "Madem böyle iğrenç oyunlar oynadın geleceksin ifade vereceksin!" Umrumda değildi. Yavuz'un içeride kalmasına izin veremezdim, bunun için Devran harcanacaksa harcansın. O bir şekilde kurtulmanın yolunu bulurdu, ama Yavuz için aynısını söyleyemezdim. Gelmesi gerekiyordu, ifade vermesi gerekiyordu.

 

"Öyle bir şey yapmayacağım." Sözleri ifademi sarsıttı. Öyle kararlı öyle kendinden emindiki bu halleri artık midemi bulandırıyordu.

 

"Yapacaksın!" Sesimin titremesini bastırarak konuştum. "Yavuz'u o dört duvar arasında bırakmaya hakkın yok! Biliyorsun, nedenini çok iyi biliyorsun!" Gözümden akan bir damla yaşa içimden binlerce kez lanet ettim. Yıllar önce Yavuz'u dört duvarın içinden çıkaran Devran bugün onu kendi elleriyle bir dört duvara hapis etmişti. Ve Yavuz'un bunlardan haberi bile yoktu. Olanların hepsi İshak'ın oynadığı bir akıl oyunu sanıyordu.

 

Sözlerimle gözlerinde bir şeyler titreşti. Sanki o zamanları hatırlar gibi yumuşadı hafifçe bakışları. Ama ardından başını salladı iki yana.

 

"Oyunum sona ermeden, ifade vermeyeceğim."

 

"Başlarim ula oyunina!" Cafer bağırdığında birkaç adım ileri attı. Hiç çekinmeden silahının emanetini çekti ve durdu Devran'ın karşısında. Her hücresi titrerken gözlerinin beyazları kızarmıştı. Ağlamak üzereydi, ama yapmıyordu. "Yedi sene her Allah'in güni seni aradi o çocik! Bu mi karşuluği? Geleceksun! Duydin mi benu? Allah yaratti demam sıkarum kafana!"

 

"Gelmeyeceğim." Devran baktı ona. Karşısında duran kardeşiydi, ve ona bir silah çekiyordu. Cafer Devran'a silah çekerken canı nasıl yanıyor görüyordum. Sanki yıllardır görmediği abisine koşup sarılmak istiyor, ama ihanet üstüne çöküyor onu geri tutuyordu.

 

"Ne demek gelmeyeceksin?" Süleyman konuştu bu sefer. O da silahını sıkıca tutarken kaldırdı Devran'a karşı. "Geleceksin!"

 

"Hele bir gelme!" Zahir'in kısık sesini duydum. "Senu dizeceğum kurşina!"

 

"Bunu yaptığınız an bende sizi kurşuna dizerim." İshak başını dikleştirip baktı bize. Devran'ın arkasında nasıl dik durduğunu görüyordum.

 

"Senden mi korkacağız lan?" Abimin alaya karışık öfkeli sesini duydum. "Yiyorsa yap!"

 

"Benimle uğraşma küçük bey." İshak'ın sesi duygudan yoksundu. Bizimle oynamayamı çalışıyordu bilmiyordum. Ama şu an olan durumdan rahatsız bile değildi, ve savurduğu tehditin boş olmadığının farkındaydım.

 

Bizim düşman sandığımız iki kişi birbirlerini ölümüne koruyordular.

 

Bu gerçek bir kurşundan farksız saplanıyordu yüreğime. Benim bile canım bu kadar yanarken Yavuz tüm bunlara nasıl dayanacaktı?

 

"Hiçbir şey yapamazsınız. Ne siz ne de onlar, kan dökmeye gelmedik buraya." Nisa bakışlarını dikti Devran'a. "Gelip ifade vermezsen kardeşin müebbet hapis cezasına çarptırılacak." Bunu biliyordum. Bunu her duyduğumda her zerrem uyuşuyor acılar parmak uçlarıma kadar yayılıyordu.

 

"Kardeşim hiçbir cezaya çarptırılmayacak." Dedi Devran nefesini vererek. "O mahkeme olmadan her şeyi halledeceğim, ama bunu yaparken ortaya çıkmak gibi bir niyetim yok." Başını bana çevirdi. "Yavuz'u içeride bırakmayacağım." Gözlerinde yalandan eser yoktu. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum, ama ne bir kin vardı ne de öfke. Sadece ona inanmamı istiyordu.

 

"Nasıl yapacaksın bunu?" Temkinli bir sesle sorduğumda yüzünde kendine güvenen bir ifade vardı. "Var bir bildiğim." Ardından gözleri tek tek bir kez daha döndü üstümüzde. "Yavuz'u içeride bırakacak değilim." Cafer çattı kaşlarını. Dolu gözlerini gizledi.

 

"Niye oğa böle bir oyin oynadin?" Silahını daha sıkı tutarken soracak çok sorusu vardı. "Ula, öz babani öldurecek kadar gözun mi döndi senun?" Mahir bey'in acısı Cafer'inde yüreğinde mevcuttu. Bir ara hastaneye gidip ceseti morga aldırmıştı. Bunun onun için ne kadar zor olduğunun farkındaydım. Devran'ın oynadığı bu oyun hepimizin hayatını cehenneme çevirmişti.

 

"O benim babam değil." Dedi Devran. Sesini saran soğukluk kalbimi titretti. Nefretini gizlemiyordu. "O benim canımdan can aldı, bende onun canını aldım."

 

"Hangi candan bahsediyorsun?" Sözlerin tükürür gibi ağzımdan çıkmasına engel olamadım. "Geride bıraktığın kızından mı? Yoksa sevdiğin kadından mı? Korkak gibi kaçıp gizledin Devran Payidar!" Yüz ifadesinin ne denli sarsıldığına şahit oldum. Gözleri karardı, yüzünün her zerresi gerilirken onun damarına bastığımı çok iyi anladım.

 

"Kaçmadım." Uyarı doluydu sesi. "Ben bize yapılanların intikamını alıyorum." Bize derken Narin ve Özlem'den bahsettiğinin farkındydım. Özlem bir intikam istemezdi, Özlem'in istediği sıcak bir yuvaydı. Özlem babasının kollarında annesinin yanında olmak isterdi. Narin bir intikam değil, sevdiği adamı yanında isterdi. Daha Devran'ın yaşadığını bile bilmiyordu. Ve bunu öğrendiği an yerle yeksan olacaktı.

 

"İntikamın seni yok etmiş." Dediğimde yüzüm buruştu hafifçe. "Sen Yavuz'un anlattığı abisi değilsin, sen Narin'in bana anlattığı adam değilsin." Sert bir şekilde yutkunduğunda sözlerimin onu etkilediğinin farkındaydım. "Sen kendinide, Narin'ide, kızınıda. Bizide mahvediyorsun. Can vermeden, birileri ölmeden son ver buna." Silahımı aşağı indirdiğimde bu sefer yutkunan bendim. "Yavuz'la uğraşmadan önce, onun ne durumda olduğunu araştır." Bunları söylerken sesim titredi. Daha fazlasını yapamadım.

 

Ona Yavuz'un kalp yetmezliğinden bahsedemedim. Bunu dilime getiremiyordum. Ağırdı, kaldıramayacağım kadar ağırdı. Şimdi Devran'ın karşısında geçip ona tüm bunları teker teker anlatacak kadar güçlü hissettmiyordum.

 

Sözlerim onu sarsıtmışdı farkındaydım. Gözlerinde bir şeyler titreşmiş, nefesini tutmuşdu. Herkesi mahvediyordu. İntikamı uğruna kendi acısını bize yaşatıyordu.

 

Ve ben bunun daha fazla devam etmesini istemiyordum. Tek istediğim sözünü tutması, Yavuz'u o cehennem çukurunda çıkarmasıydı.

 

*****

 

Gece yarısı.

 

Yavuz Payidar.

 

Bulunduğum ortama yabancıydım. Ranzalar, masalar, demir bir kapı, ev gibi görünen ama soğuk bir o da. Binbir türlü tip. Kimisi masum kimisi suçlu. Kimisi hırsız, kimisi pişman, kimisi vicdansız. Ama en çok suçsuzlar suçlu durumundaydı bu yerde. Bir cezaevinin soğuk bir koğuş odasıydı burası. İşe bak..kırk yıl düşünsem aklımın ucundan geçmezdi bir gün bir cezaevine düşeceğim. Ama burdaydım, suçlu veya suçsuz, kader beni buraya getirmişti. Hafsa'dan ayrı soğuk bir yatağa, kardeşlerimden ayrı tekin olmayan bir yere.

 

Ellerimden kelepçeler çıkmıştı, ama bu sefer ruhuma kelepçeler vurulmuş gibi hissediyordum. Hafsa'nın olmadığı her saniye bana haramdı. Onun kokusu yokken uyuyamıyordum. Oturduğum ranzada pencereden dışarı bakıyordum. Pencereler bile dışarıyı zar zor gösteriyordu. Sessizce ayı izliyordum. Yüreğim sıkışıyordu, burda olmak burda Hafsa'sız kalmak beni mahvediyordu.

 

Üstümdeki cinayetin ağırlığı biraz daha üstüme çöküyordu. Kapatamıyordum gözlerimi. Çünkü gözlerim kapandığı an, babamın kanlı hali solup gitmiyordu. Nefesimi bir kez daha verdim ve elimle ovuşturdum yüzümü. İçeri girdiğimden beri bana dik dik bakan adamlar sinirimi bozuyordu. Burdaki herkes beni baba katili olarak görüyordu. Başlardım böyle işe! Nereye gidersem gideyim bana aynı gözle bakıyordular.

 

İçeri girdiğimden beri benimle ilgilenen orta yaşlarının üstünde bir adam vardı. Diğerlerinden daha iyiydi. Sefer'di adı. Bir ihtiyacım olup olmadığını sormuş, sağolsun derdimi dinlemişti. En azından sanki o bana inanıyor gibi bir hali vardı. İçeri girdiğimde bundan sonra neler olacaktı bilmiyordum. Mahkemem vardı. İki gün sonra bir mahkeme salonunda ancak Hafsa'yı görebilecektim. O zaman bile bana kesecekleri hüküm ne olacaktı bilmiyordum.

 

Babam gözlerim önünde ölmüştü. Bırak onu kurtarmayı ben onun cenazesine bile katılmayacaktım. Özlem ne haldeydi? Bensiz ne yapıyordu? Annem nasıldı? Her şeyi çoktan duymuş olmalıydı.

 

Devran.

 

Abim.

 

O nasıldı? İshak'ın onada bir zarar verdiğini düşünüyordum. Ama bunu her düşündüğümde canım daha çok yanıyordu. Nasıl bir oyunla bizi bir ateşin içine itmişti bilmiyordum. Önce benimle oynamış, abimin başına silah dayamıştı. Babamı öldürtmek istemiş, ben tam kendi kafama sıkacakken başka bir kurşun babamı benden almıştı.

 

Kafam çok karışıktı. İki saattir masanın başında oturmuş bana dik dik bakan adama baktım. "La havle.." fısıltıyla başımı çeviridim önüme. Elindeki ekmeği kemirirken gözlerini bana dikmişti. Başımı geri ona çevirdiğimde hâlâ bakıyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Hayırdır kardeş? Fotokopimi filan mı çıkartıyorsun?"

 

"Bakıyorum." Dedi düz bir sesle. "Sıkıntı mı var?"

 

"Gözünü dikip bana bakıyorsan, demek ki var." Bunca derdimin arasında birde bu adamla uğraşıyordum. Gözlerini bana dikip bakması tüm gün boyunca maruz kaldığım iğrenç bakışları hatırlatıyordu.

 

"Gözümü istediğim yere dikerim." Sesinde meydan okuyan bir tını vardı. "İster duvara, ister yere, ister bir baba katiline.." bilerek damarıma bastığını farkettim. Ağzından çıkan sesler kısa süre içinde ifademi soğukluğa mahkum etti.

 

"Dikkat et sözlerine." Sert sesim fazla sakindi.

 

"Etmezsem." Rahat bir şekilde yaslandı arkasına. Benden on yaş büyük olduğu açıktı, pala bıyıklı kel kafalı bir adamdı. Arkasına yaslanır yaslanmaz şiş karnıda gün yüzüne çıkmıştı.

 

"Ettiririm." Dakika bir gol bir kavga çıkacağı belliydi. Sinirim tepemdeydi, ve böyle bir zamanda bana bulaşıyorsa bu onun hatası olurdu.

 

"Allah Allah." Kaldırdı kaşlarını. "Ettirsene." İsyanlı sesi ve sert bakışları sinirlerimi daha fazla bozdu.

 

"Evlat, sen bulaşma." Karşı ranzada oturan Sefer abi bana sakin olmamı söyler gibi bir bakış attığında nefesimi verdim. Avuç içlerimi dizlerime yaslayarak başımı önüme çevirdim.

 

"Pek beyefendiymiş bu çocuk." Bana bulaşmaya devam ediyordu. "Anandan mı aldın bu terbiyeyi? Ne bu? Önce babana sıkıp sonra saygı gösterisi mi yapıyorsun?" Kaba sözleri kulağıma dolar dolmaz daha fazla dayanamadığımı farkettim.

 

"Göstereceğim sana saygıyı ben!" Ayağa fırladığım gibi koşar adım yanına yürüdüm. O daha kendini savunmadan elimi boynunun arkasına koyarak alnını masaya çarptığımde öfke içimde kaynıyordu. "Nasıl?" Acı dolu iniltisi doldu kulaklarıma. Başını geri çekip eğildim yüzüne. "İyi mi bu saygı?" Dişlerim arasında konuşurken sırtıma çarpan sandalye tutuşumu gevşetmeme neden oldu.

 

"Durun!" Sefer abinin sesini duyarken birkaç saniye sırtımdaki acı geçsin diye bekledim. Arkamdaki adama döndüğümde ayağımı kaldırıp karın boşluğuna tekme attım. Yere savruldu. Acı sırtımda keskin bir sızı bırakırken tüm koğuş birbirine girmişti.

 

Aynı anda arkadan boynuma dolanan iki kolun az önceki adama ait olduğunu anladım. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Ula fuşki yiyenin oğli!" Elini hızla boynumdan çekip dirseğimi karnına geçirip ona döndüm ve bir yumruk geçirdim yüzüne. Acı dolu tıslaması doldu kulaklarıma. "Nasi?" Yere düşmesine sebep olacak kadar sert bir tekme attım karnına. "İyi mi yerde havalar?" Acıyla burnundan akan kanı eliyle kapattı. Sağ elimi kaldırıp işaret parmağımı kulağımın etrafında döndürdüm. "Duymayirim, sesin gelmeyi bir şey mi diyesin?" Ağzından yarım yamalak bir küfür çıktığında tekmemi karnının sağ tarafına geçirdim.

 

Aynı anda omzuma yediğim yumrukla sendelemem bir oldu. Daha sonra işler dahada kızıştı, bir tek ben değil koğuştaki herkes birbirine girmeye başladı. Sanki herkesin birbiriyle bir sorunu varmış gibi ardı ardına savrulup atılan küfürleri duydum. Sırtımda kırılan sandalye hâlâ yerinde sızısını koruyordu. Birkaç ağzından çıkan baba katili kelimesi tüm hücrelerime kadar öfkeyi hissetmemi sağlıyordu.

 

Kriz mi denirdi, ya da başka bir şey bilmiyordum. Tek bildiğim durmadan birilerine yumruk savurduğumdu. Kaç gündür üstümdeki gerginlikten dolayı yeterince öfkeli ve boşluktaydım. Ve bugün duyduğum her kelime beynimde kalıcı bir hasar bırakıyor, kalbime binlerce cam parçası saplıyordu.

 

Bana katili değildim, ama bana herkes öyle bakıyor herkes öyle sesleniyordu. Tüm insanların aklında ben bir katil, tüm insanların gözünde elleri kanlı biriydim. İşlemediğim bir cinayetin suçunu taşıyor, kimseyi kendime inandıramıyordum.

 

"Ayrılın!" Ne zaman kapı açılmıştı ne zaman içeri polisler girmişti haberim yoktu. Tek bildiğim burnumdan yediğim bir yumruk sonucu kan aktığı, ve birkaç darbeden dolayı vücudumun sızladığıydı. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken tüm vücudum gergindi.

 

"Dışarıda suç işlediğiniz yetmiyor içeride de rahat durmuyorsunuz!" Orta yaşlı polislerden biri sert sesiyle inletti içeriyi. Soğuk gözlerim onu izlerken bakışlarını hepimizin üstünde gezdirdi.

 

"Kim başlattı kavgayı!" Ben daha ağzımı açmadan tüm gözler parmaklar beni gösterdi. Ben mi? Orospu çocuğu gözünü yüzüme dikip bakmasaydı!

 

"Bu başlattı komiserim." Yüzünü gözünü kan içinde bıraktığım adam kin dolu gözlerini bana dikti. "Ortada hiçbir sebep yokken kalkıp saldırdı bana!"

 

"Seni uyarmıştım!" Dişlerim arasından çıkan kelimeler umrunda değildi. Burnunu tutarken öfkeyle konuştu. "Gerçekleri dinlemek mi ağır geldi küçük Payidar." Hay içine.

 

En başından beri tüm bunlar kasıtlıydı değil mi?

 

Tuttuğum nefes yavaş yavaş burnumdan dışarı çıktığında kasılan omuzlarım gevşedi. O kelimeyi nerde duysam tanırdım, birinin bana böyle seslenmesi bana hiç tesadüf gibi gelmiyordu. Üstelik imali bir şekilde her kelimenin üstüne bastırması öfkeden gözümün seğirmesine neden oldu. Kemal'in adamıydı. Karşımda kaç saattir gözlerini bana dikip bakan şerefsiz Kemal'in adamıydı.

 

İçeri girdiğimi duyar duymaz vakit kaybetmemiş benimle uğraşmaya başlamıştı.

 

Onun derdi Narin ve Ceylan'ı almış olmamdı. Geri istiyordu. Ama ben onları geri vermiyordum. İçeride olmam hiçbir şeyi değiştirmezdi, Ceylan'ıda Narin'ide korumaya alsınlar diye Hafsa'yı tembihlemiştim. Tüm bunları ondan istemek bana ağır geliyordu, ama biliyordum kardeşlerim ordayken Hafsa'yı son nefeslerine kadar korurdular.

 

Ben yokken onlar güvendiğim tek kişiydiler.

 

"Daha ilk günden kavga çıkarıyorsun." Polis'in bakışları beni buldu. "Yediğin haltların sonuçlarını bir kez olsun düşünsen burda olmazdın." Gözlerini arkadaki genç polislerden birine çevirdi. "Götürün!" Kaşlarım hafifçe çatıldı. Koluma giren iki polisi hissettim, ve odadan çıkmadan önce Kemal'in adamı bana bakıp keyifle sırıtmakla meşguldü. Polislere karşı gelip birkaç yumruk daha atmak isterdim. Ama bu başımı daha fazla belaya sokardı.

 

Bile isteye beni kışkırtacak şeyler söylemişti. Bende bu oyuna gelmiştim. Burda bana Allah günü yoktu, bunun çok iyi farkındaydım. İçeri girdiğim andan beri daha bir dakika olmadan benimle uğraşmaya başlamıştı. Açıkça beni ürküten bir durum değildi bu. Eğer dışarıdakiler iyiyse, ailem iyiyse benimle uğraşmasını kabul ederdim. İki polis sessiz bir şekilde beni yönlendirirken bende sıkıntılı bir şekilde onları takip ettim. Birkaç demirlikleri geçip sağ koridora döndük. Bir kat aşağı indiğimizde burda sıralı mavi kapılar karşıladı bizi.

 

"Mahkeme gününe kadar burdasın." Dedi polislerden biri diğeri kapıyı açarken. Sert bir şekilde yutkunmaktan kendimi zar zor alıkoydum. Beni hafifçe içeri iteklediğinde kapıyı geçmek zorunda kaldım. Ardından demir kapı sert bir şekilde yüzüme kapandı. Başka bir şey demediler. Üstüme kapanan kapı beni karanlığa boğdu.

 

Gözlerim odada gezindi. Ama hiçbir şey görmedim. Soğuktu, bir tek onu hissettim. Oda soğuktu. Işık gelen tek yer duvarın en yukarısındaki küçücük pencereydi. Ayağımın altında gezişen fareleri hissettiğimde hafifçe irkildim. Yutkundum. Birkaç adım geri attığımda karanlık odada bir şeyler seçmeye çalıştım.

 

Hayatımda en nefret ettiğim yerlerden birindeydim. Bir karanlıkta, soğuk dört duvar arasında. Ve ne kadar istemesemde ne zaman böyle bir karanlığın içinde olsam aklıma akın eden anılar beni yavaş yavaş boğuyordu. Derin bir nefes alamaya çalıştım, ama rutubet kokusu burnuma doldu. İşte bu beni yavaş yavaş öldürdü. O kokudan nefret ediyordum, soğuktan nefret ediyordum. Dört duvarın arasında çaresiz bir şekilde kalmaktan nefret ediyordum. Ama burdaydım. Aklım bunu kabullenmek istemiyordu. Çünkü kabullenirse yine o küçücük çocuk olacağımın farkındaydım.

 

"Kendine gel." Yine kendimle konuşmaya başladım. Biliyordum, bu kendimi avutma şeklimdi. Böyle durumlarda içimdeki korkuyu duyan her kimse onunla konuşurdum. Abimin kaza geçirdiği günde böyle olmuştu, Hafsa'nın düğününü duyduğum günde. Ne zaman bir şey canımı yaksa, beni çok korkutsa o zaman kendi içimdeki küçük çocukla konuşmaya başlardım.

 

Göğsüm daralıyordu, bunu fazlasıyla hissediyordum. Birkaç adım ilerledim soğuk hücrede. Oysa hücrelerden nefret ederim, karanlıklar beni boğardı. Nefesimi keser, canımı acıtır, kaburgalarımdaki kırıkları tekrar tekrar hissetmemi sağlardı. Bir kapı üstüme kapandığında kendimi hiç olmadığım kadar savunmasız hissederdim.

 

Sırtımı soğuk duvara yasladığımda ürperdim. Gömleğimi geçip tenime işleyecek kadar güçlü bir soğuktu bu. Ellerimde bu sefer zincirler yoktu, ama ben varmış gibi hissediyordum. O zincirler ordaymış, beni bir ömür buraya hapsedecekmiş gibi hissediyordum.

 

Yavaşça yere oturduğumda sesli bir nefes firar etti dudaklarım arasından. Elimi saçlarıma daldırıp onları karıştırdım. Bir rahatlık aradım, ama burda hiçbir rahatlık yoktu.

 

Kaç saat geçti bilmiyordum, ama hava tamamen karanlığa bürünmüştü. Muhtamelen uzun zaman olmuştu. Ve ben sessizliği dinlmekten artık yoruluyordum. Hayatımın en kötü dönemlerinin geçtiği o dört duvar bir kez daha gözlerimin önünde beni savunmasız bırakıyordu.

 

"Ya abi dur- açıldı!" Kaşlarım çatıldığında başım hızla kalktı. Duyduğum ses Süleyman'a aitdi. Yankı yapar gibi duvarların ardından kulağıma dolduğunda irislerim genişledi.

 

Kesin delirdim artık.

 

Başka bir açıklaması yoktu.

 

"Ver ula şuni!" Cafer'in sesiydi. Didişiyordular, ne içindi bilmiyordum ama seslerini duyuyordum.

 

"Doğru düzgin konuşin! Adam sizun yüzunuzden uzayli saldirisina felan uğradi sanacak!" Zahir'e aitdi. Kafam allak bullak olurken olanları anlayamıyordum.

 

"Ula uzayli saldirisina uğramadin!" Cafer alayla konuşurken sesi birkez daha yankılandı. "Saa özel konser edeyuriz!"

 

Ya onlar delirmişti, ya da ben.

 

"Umarim duyayisin! Boşa konuşmişim gibu ise ses tellerume yazik olir!" Hayal olamayacak kadar gerçekti. Bu kesinlikle Cafer'in yüksek egosuydu.

 

Dudaklarıma yayılan küçük bir gülüşe engel olamadım. Birkaç saniye sonra tekrar konuşma sesleri geldi.

 

"Sevgilim duyuyor musun?" Hafsa'nın sesini duyduğumda o gülüş yüzümde donup kaldı. "Biz burdayız!" Sesi neşeliydi, ama altında yatan hüzünü sezdim.

 

Duyduğum seslerin gerçek olduğunun farkına varır varmaz sindiğim duvardan ayırdım sırtımı. Koşar adım duvara yaklaştım, başımı kaldırıp küçük pencereden zar zor görünen gökyüzüne baktım. Ayın ışığı içeriyi çok az aydınlatıyordu. O sese biraz daha yaklaşmak için anlamsız bir çabaydı bu. Ama onların çabası, bana ulaşmaya yetmişti. Benden çok uzakta olduklarını biliyordum. Ama bir şekilde bana seslerini duyuruyordular. Bunu başarıyordular.

 

Dudaklarım arasından sessiz bir gülüş kaçtı. Burda yalnızım sanarken, onlar yine bana yanımda olduklarını hatırlatmayı başarmıştılar.

 

"Hücre hapsi almışsın." Hafsa'nın bana kızgın duyduğum sesi gülüşümü yumuşak bir tebessüme çevirdi. Hafif bir suçluluk çöktü üstüme. "Orada da uslu durmuyorsun." Olduğu yerden buraya yine beni azarlamyı ihmal etmiyordu. "Başka zaman olsa bırak yüzümü sesimi bile duymana izin vermezdim bu yaramaz hallerin karşısında ama hadi bakalım o da bizim yumuşak kalbimizden." Bir kahkahanın dudaklarım arasından kaçmasına engel olamadım.

 

Beni taklit ediyordu.

 

Seven sevene benzeri, güzel karım her geçen gün biraz daha bana benziyordu. Şikayet edeceğim bir durum değildi bu, o her haliyle güzeldi. Bana benzesin ya da benzemesin, ben onu başkası olduğu için değil.. Hafsa olduğu için seviyordum.

 

Sesini bana duyuruyordu, çünkü en büyük korkularımı o biliyordu. Karanlıktan nasıl korktuğumu, nasıl bir zindanda kaldığımı, nasıl havaya suya muhtaç olduğumu bir tek o biliyordu. Ama şimdi, şimdi her şey farklıydı. Şimdi Hafsa'nın sesi vardı, yedi sene önceye kadar beni hayata bağlayan hiçbir şey yokken, 22 yaşında gördüğüm kadın tüm hayatımı kendi kalbine bağlamıştı. Bana nefes vermişti, tıpkı şimdi de olduğu gibi. Çünkü onun sesini duyar duymaz daralan göğsüm hafiflemiş, sıkışan nefesim düzenli bir hâle gelmişti.

 

"Kısa özet geçeceğim damat sana bunların konuşası yok-" Tufan'ın sesini duydum, ardından didişme sesleri. "Ya, abi! Versene kocamla konuşuyorum!"

 

"Dur bir, konuşursun kocan kaçmıyor." Tartaklama seslerine güldüm. Yüz ifadem yumuşarken hayatım buna bağlıymış gibi onları dinlemeye devam ettim.

 

"Araba çektik mahalleye." Sesli nefesini elindeki mikrafona verdiğini anladım. "Serenat yapıyoruz sana, kıymetini bil koçum." Kendisiyle böbürlenen sesini duydum. Gülerek başımı salladım iki yana.

 

Onları özlemiştim, hepsini özlemiştim.

 

Ama en çok Hafsa'nın kokusunu özlemiştim. Daha yedi sekiz saat olmuştu ama ben onun her zerresini şimdiden özlemiştim. Ona sarılmayı, tenini hissetmeyi, dudaklarını öpmeyi, onun turkuaz harelerine bakmayı, kendimi oraya mahkum bilmeyi özlemiştim.

 

Bu dört duvarlar umrumda değildi, bu demir kapı, ya da bu soğuk hava. Bunlar beni sadece ürkütürdü, benim asıl mahkum olduğum yer bir

tek Hafsa'nın gözleriydi. Onun kalbi benim dört duvarım, gözleri üstüme kapanan demir kapıydı. Zindanları sevmezdim, ama ben Hafsa'nın kalbinde bir zindanın içinde olmayı bile kendime yuva bilirdim.

 

Onlar beni yine yalnız bırakmamıştılar. Ailem yine burdaydı, yine yanımdaydı. Karım bir kez daha beni terketmemiş aynı söz verdiği gibi beni karanlıklarda yalnız bırakmamıştı.

 

****

 

Hafsa Polatlı.

 

Devran'ın yanından ayrılır ayrılmaz ilk işimiz karakola dönmek olmuştu. Yavuz'un karakoldan çıkarılışını gözlerimizle izlemiştik. Yine ellerine o kelepçeleri takmış, yine kollarına iki polis girmişti. Onun suçsuz olduğuna emindim, adım kadar bundan emindim. Ama bizim dışımızda hiç kimse ona inanmıyor gibiydi.

 

Arabaya alınmadan önce ona sarılmıştım, benden iyi olmamı istemişti. Ona olan inancımı hiç kaybetmemi istemişti. Benden istediği şey zaten mümkündü, çünkü ben Yavuz'a her türlü inanırdım. Kim ne derse desin umrumda değildi, insanların neye inandığı veya onu neyle suçladığı umrumda değildi. Ben Yavuz'un gözlerine bakar bakmaz onun yalan söyleyip söylemediğini anlıyordum. Ve onun kalbinin yangını bana sonuna kadar her şeyin bir yalan olduğunu, Yavuz'un bir oyuna kurban gittiğini açık açık gösteriyordu.

 

Ardından ceza evine sevk edilmişti. Onu göremeyeceğim kadar uzağa götürmüştüler. Devran'ın vereceği sözü tutacağını umuyordum. Umut ediyordum, çünkü seneler önce Yavuz'u bir dört duvardan çıkaran oyken bugün kendi elleriyle koyması kaldıramayacağımız kadar ağır bir gerçek olurdu.

 

Canım acıyordu, çünkü Yavuz yanımda değildi. Biliyordum, onun bensiz kalamadığını biliyordum. Benim kokum olmadan o uyuyamazdı, ve aynı şey benim içinde geçerliydi. Yavuz yokken, o yanımda değilken benim uykum bir türlü gelmiyordu.

 

Karakolda Nisa'nın odasında oturmuş kucağımdaki yastığa sarılmıştım. Nisa daha erkene getirebilmek için bir şeyler yaparken sessizce onu izliyorduk. Zahir Ceylan'ı bir ara geri eve götürüp yanımıza gelmişti. Zerda yanımda oturmuştu, başım onun omzuna yaslıyken yorgun gözlerim sessizce Nisa'nın çalışmasını izliyordu.

 

"Gönderdu mi?" Cafer'in sorusuyla gözlerim ona kaydı. Sağ taraftaki cama yaslanmış kolları göğsünde kenetliyken Nisa'nın bilgisayarda aynı sayfaya girip girip çıkmasını izliyordu.

 

"Atsaydı Fatih abi email olarak banada gönderirdi. Henüz bir şey göndermemiş." Sesi sıkıntı doluydu.

 

"Ya hiç göndermezse?" Korkuyla sordum. Devran sözünü tutmaz diye çok korkuyordum. Olanların bir oyun olduğunu açıklayacaktı, ama bu işte ne kendisinin ne de İshak'ın başını yakacaktı. Bir planı vardı, ama ne olduğunu henüz bilmiyorduk.

 

"Düşünme öyle." Dedi Zerda, ama benden çok kendisini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. "Atacak, abisi sonuçta o kadar şerefsiz değildir."

 

"Öz babasına kıyan bir şerefsiz." Dedi Aziz nefesini vererek. Bir bakıma haklıydı, Devran intikam uğruna her şeyi yapacak kadar gözünü karartmıştı. Sıkıntılı bir nefes kaçtı dudaklarım arasından, elim içgüdüsel olarak karnıma yaslandı. Düşüncelere daldığımda abimin elini omzumda hissettim. Sağ tarafıma geçip oturdu.

 

"Abisinin gülü." Sesi şefkatle ve güvenle doluydu. "Korkma, Yavuz'u çıkaracağız içeriden."

 

"Eğer öyle bir halt edupde deluleri atmaz ise, o zaman öncesunde o itun kafasuni koparip sonra hapishaneye bir çukir kazacağiz." Zahir'in sözlerini duyduğumda hafifçe güldüm.

 

"Bunları duymamış sayacağım." Nisa teslim olmuş gibi ellerini kaldırdı. "Kariyerimi bitirmenize izin veremem. Bana bir şey sorarlarsa haberim yok diyeceğim. Sizin yüzünüzden kendimi ateşe atamam."

 

"Hâlâ eskusi kadar şimariksin." Sırıtarak konuştu Cafer. "O olmayan aklinla nasi Avukat çıktin oğa şaşirayirim."

 

"Senin gibi eşşek başı olmadım en azından." Dedi Nisa alayla omuz silkip. "Bir mesleğim var, sen anca al eline silahı dağ keçisi gibi gez ortalıkta."

 

"Çok ayip edeyisin." Cafer devirdi gözlerini. "İkumizde iyu bileyuriz ki ben silah kullanmayirim, daha çok şu gördüğin dört kişuyi kendume siper etmeyi seveyirim."

 

"Sağol abi." Süleyman kıstı gözlerini. "Ben siper olmaktan doydum." Gerçekten bundan bıkmış gibi bir hali vardı. Nisa onların bu haline hafif bir şekilde gülüp geri bilgisayarına döndü.

 

Cafer sesli bir nefesle başını geri yasladı. Dudaklarındaki tebessüm yavaş yavaş söndü. Onunda bizim kadar endişeli olduğunun farkındaydık. Bugün olanlar, öğrendiği onca şeyden sonra kaç saatir ilk kez alaycı bir yorum yapmıştı. Devran'ı karşısında gördükten beri sessizleşmişti. Ama Nisa bir şekilde onunla uğraşmanın yolunu bulmuştu.

 

"Aç mısın?" Zerda'nın şefkatli sesini duydum. Gözleri hisli bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Değilim." Fısıltıyla konuştum. "Yavuz olmadan bir şey geçmez boğazımdan."

 

"Saçmalayisin." Zahir abinin azarlayan sesini duydum. "Kalk, gidup bir şeyler yedureceğuz saa, Yavuz senu böle aç birakdiğimizi duysa içumuzden geçer."

 

"İştahım yok." Yemek yiyecek bir durumda değildim. Elim usulca karnımı okşuyordu.

 

"Karnındaki amcasi kurban öyle demiyi." Cafer kıstı gözlerini. "Kalk, senu aç bırakacak değuluz."

 

"Doğru diyorlar." Abim ısrarlı bir bakış attı bana. "Bir şeyler yemelisin." Gözleri karnıma indi. "Onun iyiliği için." Bakışlarındaki ve sesindeki şefkat yüreğimi ısıttı.

 

Karnımdaki bebek kocaman bir aileye sahipti. Yavuz olmadığında bile ona kocaman bir aile veriyordular. Ve bu sevgi şefkat yüreğimi ısıtıyordu. Gözlerimim dolmasına izin vermeden sertçe yutkundum. Gözlerim karnıma indi.

 

"Tamam." Dedim sesli bir nefesle. Onun için her şeyi yapardım. Karnımdaki bebek için, Yavuz'un ve benim bebeğim için her şeyi yapardım.

 

"Hadi." Zerda tam kalkacakken kapı açıldı. Fatih abi yüzünde sıkıntılı bir ifadeyle içeri girdiğinde yüz ifadesinden bir şeyler olduğunu anladım.

 

"Sizin bu kardeşiniz rahat durmuyor!" Elindeki telefonu masaya bırakırken ayağa kalktım. Endişeyle ona baktım.

 

"Bir şey mi oldu?"

 

"Kavga çıkarmış." Eliyle yüzünü ovuşutururken sıkıntılı bir nefes verdi. "Hücre hapsi almış daha ilk günden!"

 

"Hücre hapsi mi?" Cafer'in sesi buz kesti. Ve aynı soğukluk yavaş yavaş benim tüm vücuduma akın etti. Sert bir şekilde yurkunmaktan kendimi geri çekemedim. Sendelememek için zor durdum.

 

Yavuz'un korkularını ben bilirdim, o soğuktan korkardı. O dört duvarları sevmezdi. O karanlıktan nefret ederdi. Ve onu ışık görmeyen bir hücreye sokmuş, soğuğun ortasına hapis etmiştiler. Gözlerimin çoktan dolduğunu hissettim.

 

"Ne demek kavga çıkarmış?" Titrek bir sesle sordum. "Abi nasıl, nasıl hücre hapsine sokarlar? Resmi olarak suçlu bile değil!" Birkaç adım atıp başımı salladım iki yana. "Bir şey yapsınlar, bir şey yapın! Abi Yavuz karanlıkta duramaz, orda yapamaz bir şey yapın!" Gözlerim Nisa ve Fatih abi arasında gidip geldiğinde Nisa temkinli bir nefes verdi. Fatih abi öfkeyle elini saçından geçirdi.

 

"Aldığı cezayı geri çekmenin bir yolu yok." Bana açıklamaya çalışırken bir hayli dikkatli olmaya çalışıyordu. "Kavga çıkardıysa, cezayı geri çekemeyiz."

 

"Ne demek çekemesinuz?" Cafer sırtını ayırdı duvardan. "Daha mahkemesi bile kurulmadi, ilk gunden hücreye sokmak nedur ula!"

 

"Nereda sizun o oropsi çocuği muduriniz!" Zahir öfkeden kasılan sesiyle konuştu. "Nazik dilden anlamayi, illa sert konuşmak isteyi!"

 

"Kararı o vermedi!" Fatih abi sert bir sesle konuştu. "Ceza evi kuralları bunlar, ve Yavuz kuralları çiğnedi!"

 

"O zaman bir şey yapın!" Dediğimde sesimin yüksek ve çaresiz çıkmasına engel olamadım. "Bilmiyorsunuz, onun hakkında hiçbir halt bilmiyorsunuz! Yavuz o dört duvarda bırak bulunmayı bir dakika bile duramaz!"

 

Fatih abi bana çaresiz bir bakış attığında yapabileceği hiçbir şey olmadığını anladım. Yapılan onca şey, üstüne atılan suç, omuzlarımıza yüklenen ağırlık hepsi bir lekenin üstüne kuruluydu. Yavuz'un ellerine kan bulaştırmış, bir cinayeti onun üstüne yıkmış tüm bunlar yetmezmiş gibi onu hücreye kapatmıştılar.

 

Kavga çıkarmasına kızıyordum, hemde çok kızıyordum. Ama Yavuz'un durduk yere böyle bir kavga çıkarmayacağınıda biliyordum. Bir şeyler olmuş olmalıydı, ama ben neler olduğunu öğrenemeyecek kadar Yavuz'dan uzaktaydım.

 

Çok kötü bir durumdu bu.

 

Sesini duymak istiyordum, duyamıyordum.

 

Gözlerine bakmak istiyordum, bakamıyordum. Onu görmek istiyordum, göremiyordum. Ona sarılmak, onu sevmek, onu hissetmek istiyordum ama kalbim yangın yeriydi onun her zerresini özlüyor her geçen saniye biraz daha çöküyor yine ve yine Yavuz'a ulaşamıyordum.

 

Dakikalar geçip geçiyordu, saniyeler bir su gibi gözümün önünden akıyordu. Ona ulaşmanın hiçbir yolu yoktu.

 

Karnımdaki bebekte bende fazlasıyla yalnız hissediyorduk. Evet arkadaşlarım vardı, bir ailem vardı. Ama Yavuz yokken bir tarafım hep yarım bir haldeydi.

 

Akşam karakolun bahçesinde oturmuş sessizce ağlarken kollarımı dizlerime sarmıştım. Benim canımı yakan Yavuz'un böylesine zor bir durumda olduğuydu. Bana anlattığı her korkuyu teker teker tekrar yaşıyor, belki de o günleri tekrar her zerresinde hissediyordu. Ve ben bundan korkuyordum, Yavuz'un yine yıkılmasından ona bir zarar gelmesinden korkuyordum.

 

Kalbi hastaydı, kalbi hasta bir insanı nasıl bu kadar acımasızca havasız bir alana kapatabiliyordular?

 

Tüm bunlar Devran yüzündendi. Her geçen saniye o adama öfkem ve kinim biraz daha çoğalıyordu. Onun yüzünden Yavuz babasını kaybetmiş, cinayeti kendi omuzlarında hissetmişti.

 

"Heba ettin kendini." Ceylan nefesini vererek baktı bana. Evde daha fazla durmamış yanımıza gelmişti. "İyi olacak her şey, Yavuz çıkacak içeriden. Ağlama artık."

 

"Bak Ceylan doğru söylüyor." Dedi Zerda saçlarımı geri iterek. "Yavuz dayanır, hem seni bırakmaz ki o."

 

"Biliyorum." Burnumu çektim içli bir nefesle. "Biliyorum bırakmaz, ama dayanamıyorum." Dolu gözlerimi bahçede gezdirdim. "Bu kadarı haksızlık değil mi? Suçsuz bir adamı hapse atıyor üstüne hücreye tıkıyorlar!" Gözlerim daha fazla doldu. "Hem ilaçlarınıda alamıyor, Yavuz ilaçlarını almazsa durumu dahada kötüye gider! Orası soğuk, hemde karanlık, duramaz ki orda-"

 

Ağlamaktan daha fazla konuşamadım. Zerda bir kolunu omuzlarıma dolayınca Ceylan ne yapacağını şaşırmış bir şekilde Zerda'ya bakıyordu. Nisa kaç saattir bir şeyler yapmaya çalışıyordu, ama her seferinde Cafer abi hiçbir değişiklik olmadığını söylemek için bahçeye iniyordu.

 

Karakolun ön kapısından çıkan Süleyman, Cafer, Zahir, abim, ve Aziz'i gördüğümüde hepimiz oraya baktık. Yüzlerinde anlam veremediğim bir umut ifadesi varken bize yaklaştılar.

 

"Kalkın gidiyoruz." Abimin sözleriyle ona baktık.

 

"Noldu Tufan, bir şey mi oldu?" Zerda merakla sorarken abim başını salladı.

 

"Oldu, Yavuz'u göremesek bile ona ulaşmanın bir yolu var." Dediğinde hızla ayağa kalktık.

 

"Nasıl?" Gözyaşlarım akmayı durdururken Süleyman sırıttı.

 

"Aklımı seveyim, harika bir fikir buldum yenge." Zahir salladı başını.

 

"Hakkini vereceğum, kedi olali bir fare yakaladi. Yuruyin hade, Tufan gerekli eşyalari ben alacağum siz ceza evune en yakin sokakta bekleyun." Dediğinde çoktan karakolun çıkışına yürümeye başlamıştı.

 

"Ne oluyor ya?" Ceylan'da takıldı onun peşine. "Ayı! Beklesene benide!" Ceylan her zaman bir şekilde Zahir'in peşine takılmayı başarıyordu.

 

"Abi ne yapmaya çalışıyorsunuz siz Allah aşkına?" Hızlı bir şekilde sorduğumda kafalarındaki planın ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum.

 

"Yürü Hafsa yürü hadi göreceksin." Aziz abi bir kolunu omuzlarıma atıp beni kendisiyle birlikte yürüttüğünde neye uğradığımı şaşırdım. Ne yapamaya çalıştıklarını bilmiyordum, ama Yavuz'a ulaşmanın bir yolu varsa sorgusuz sualsiz onları takip ederdim.

 

******

 

Gecenin karanlığında geldiğimiz sokakta merakla onların ne yapmaya çalıştığını izliyordum.

 

"Lan oraya değil, buraya!" Abim öfkeyle kabloları nereye bağlayacağını Cafer'e anlatırken Cafer Oflamakla meşguldü.

 

"Ucunda kardeşumiz olmasa bu halt ile uğraşmaya değmez ula!"

 

"Bunlar ne yapıyor?" Ceylan tek kaşını kaldırıp sorarken nefesimi verdim.

 

"Bilmiyorum." Yorgun çıktı sesim. "Abi biz ne yapıyoruz burda?" Diye sorduğumda Süleyman resmen arabanın üstüne tırmanmış bir şeyler takmakla meşguldü.

 

"Canlı konser yapıyoruz yenge." Ardından alaycı bir bakış attı bana. "Dahiyane fikirlerim sonunda işe yarıyor, bir gün kıymetimi bileceksiniz ama o gün ne zaman bilmiyorum."

 

"Bilim adami gibu konuşmayi keste uzat şuni!" Zahir onu azarlayınca Süleyman gözlerini devirip elindeki kabloyu uzattı ona.

 

"Zekamı kıskanıyorsunuz zekamı." Hayıflandı Süleyman. "Yavuz abi burda olacaktı var ya o takdir ederdi beni."

 

"Yavuz abin burda olsa kafana iki tane geçirirdi." Dedi Aziz arabanın içinde bir şeylerle uğraşırken.

 

"He abi he." Süleyman kolunu aşağı eğip Tufan'ın elindeki mikrafonu kaptı. "Ver bakayım!" Üstündeki düğmelere gelişi güzel basarken Zerda güldü.

 

"Ben sanırım ne yapmaya çalıştıklarını anladım." Merakla onları izlerken artık yavaş yavaş bende anlamaya başlamıştım.

 

Yavuz'a ulaşmak için ses düzeneği kuruyordular.

 

Onların planını anlar anlamaz yüzüme bir tebessüm yayıldı ve koşar adım yanlarına gittim.

 

"Abi siz?" Dediğimde abim nefesini vererek bana baktı.

 

"Sonunda anladınız." Devirdi gözlerini. "Daha ne kadar durup orda bize bakacaktınız gerçekten merak ediyordum."

 

"Ver şunu Süleyman!" Dedi Aziz mikrafonu arabanın tepesinde oturan Süleyman'dan almaya çalışarak.

 

"Bir dur açmaya çalışıyorum!" Süleyman mikrafonla uğraşırken abim devirdi gözlerini ve almaya çalıştı mikrafonu. "Kıracaksın ver şunu!"

 

"Kır, bak bende nasi kafani kırayirim! Oğa para verdum ula ben!" Cafer'in öfkeli sesini duydum.

 

"Ya abi dur-" Süleyman konuşurken mikrafondan gelen tık sesiyle sırıttı. "Açıldı!" Süleyman'ın sesi tüm şehri inletecek kadar çok çıkıyordu. İnsanlara rahatsızlık verdiğimizin farkındaydım, ama açıkça şu an umrumda değildi.

 

"Ver ula şuni!" Cafer uzanıp hafifçe yukarı zıplayarak Süleyman'ın elinden kaptı mikrafonu.

 

"Doğru düzgin konuşin! Adam sizun yüzunuzden uzayli saldirisina felan uğradi sanacak!" Zahir'in azarlayan sesiyle Cafer devirdi gözlerini.

 

İçimdeki heyecanla mikrafonu almak istiyordum, ama Cafer konuştu. "Ula uzayli saldirisina uğramadin!" Alaycı sesiyle konuşsada yüzünde özlem dolu bir ifade vardı. "Saa özel konser edeyuriz! Umarim duyayisin! Boşa konuşmişim gibu ise ses tellerume yazik olir!" Diye hayıflandı Cafer abi. Elimi uzatıp mikrafonu istediğimde gözlerimdeki çaresiz bakışa karşı koyamayan Cafer mikrafonu bana uzattı küçük bir tebessüm eşliğinde.

 

Hızla mikrafonu aldım. "Sevgilim." Ona seslendiğimde sesimdeki titrekliği bastırdım. "Duyuyor musun? Biz burdayız!" Kendisini yalnız hissediyorsa, burda olduğumuzu bilsin istedim. Biz onu bırakmazdık, ona her zaman inanırdık.

 

Abim sağımda Aziz solumda arabaya yaslandılar. Arbanın üstünde oturan Süleyman ayaklarını aşağı sarkıttı. Cafer sesli bir nefesle arabanın önüne otururken Zahir'de onun yanında durmuştu. Mikrafon hepimizin sesini nerdeyse algılıyordu. Cafer buna yüklü miktarda bir para vermiş olmalıydı.

 

Ceylan Zahir'in yanına geçerken Zerda'da abimin yanında durup başını onun omzuna yaslamıştı.

 

"Hücre hapsi almışsın." Bu konuda ona kızgındım. Ama hiçbir şekilde ona kıyamıyordum. İçimden bir ses beni duyduğunu söylüyordu. "Orada da uslu durmuyorsun." Onu azarlarken tınımda şefkat vardı. "Başka zaman olsa bırak yüzümü, sesimi bile duymana izin vermezdim bu yaramaz hallerin karşısında, ama hadi bakalım o da bizim yumuşak kalbimizden." Alaycı sesimi duyar duymaz diğerlerinin ağzından şakacı kıkırdamalar döküldü.

 

Yavuz'u taklit ettiğimin farkındaydılar.

 

"Kısa özet geçeceğim damat sana bunların konuşası yok-" Abim aniden mikrafonu kapıp konuşunca hızla ona döndüm.

 

"Ya, abi! Versene kocamla konuşuyorum!" Elimi uzatıp ondan almaya çalışırken sırıtarak elini havaya kaldırdı. Benden daha uzundu ve bunu avantaj olarak kullanıyordu!

 

"Dur bir, konuşursun kocan kaçmıyor." Dedi gıybetçi kadınlar gibi ve bağırdı. "Araba çektik mahalleye. Serenat yapıyoruz sana, kıymetini bil koçum." Gözlerimi devirdim ve aldım elimden mikrafonu.

 

"Sen bakma ona." Göz süzdürdüm abime. "Aklı sıra dalga geçiyor." Nefesimi verdim ve mikrafona doğru konuştum. "Seni özledik." Özlemiştik. Hepimiz onu çok özlemiştik, sanki karnımdaki bebek bile onu çok özlemişti.

 

Daha Yavuz'un haberi bile olmadığı, karnımda küçücük olan bebek. Onun babası hapiste dört duvarın arasındaydı. Onun bizi özlediğini biliyordum. Kalbimi dolduran sıcaklık hissi her zerreme yayılıyordu. Onun bizi dinlendiğini hissediyordum.

 

"Orda yalnız hissetme kendini." Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Sertçe yutkunmamak için zar zor durdum. "Biliyorum, öyle hissediyorsun ama değilsin." Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim. Çünkü Yavuz benim ağlamamı sevmezdi. "Sana inanıyorum, sana inanıyoruz."

 

"İnanayiriz tabi." Zahir abi yanıma geldi ve kolunu omuzlarıma dolarken bir tebessümle yaklaştı mikrafona. "Hiçbir şey içun enduşe etma. Çikacaksin oradan."

 

"Hele bir bırakmasınlar, planımız hazır kardeşim." Dedi Aziz alayla mikrafona doğru. "Merak etme, Hafsa bize emanet. Gerçi biz ona emanet gibi bir şeyiz ama neyse." Dudaklarım arasından bir gülüş kaçtı.

 

Bugün neler yaptığımın farkındaydım, silah tutmuştum. Elime silah almıştım. Silahtan korkan ben parmaklarım arasında bir silah tutmuş gözümü kırpmadan İshak'ı vurmaya hazırdım.

 

Süleyman arabanın üstünden inip yanıma geldi. Ağzını mikrafona yaklaştırdı. "Abi nasıl ama, ben buldum bu fikri. Gördün mü kavuşturdum seni karına çok zekiyim değil mi?" Birkaç saniye duraksadı ardından sırıttı. "Övgülerini duyar gibiyim, sağol çok haklısın harika olduğumu biliyorum."

 

"Övmeduğine bahse girerum, ama kanitlayamam." Dedi Cafer alayla ve bileğimi hafifçe tutup mikrafonu kendi ağzına çekti. "Ula kavga çıkarmişsin, daha dakika bir gol bir yerunde duramayimisin sen fuşki yiyenun oğli!" Azarlayan sesinde aslında hiçbir öfke yoktu.

 

"Uğraşma kocamla." Dediğimde buruşturdu yüzünü.

 

"Koca manyaği." Kıstım gözlerimi ve döndüm önüme.

 

"Lan oğlum kapatın şunu!" Diye camdan bağıran bir amcayı farkettiğimizde Zahir devirdi gözlerini. Silahını çıkarıp doğrulttu havaya ve bir el ateş ettiğinde olanları şokla izledim.

 

"Bir şey mu dedun amca?" Silahı kulağına indirdi. "Duymayirim!" Orta yaşlı adam hızla pencereyi kapatınca abimle Süleyman'ın kıkırdadığını duydum.

 

"Korkutmasana milleti!" Ceylan'ın azarlayan sesiyle Zahir silahını beline koydu.

 

"Kolay yoldan halledeyurim, saa ne?"

 

"Evet, insanları tehdit ederek!" Ceylan'ın azarlayan sesine Zahir boş bakışlar attı. Ama bir şekilde yumuşadı o sert bakışları Ceylan'ın öfkeli gözleri karşısında. Zahir zaman geçtikçe Ceylan'a kıyamaz bir hale gelmişti.

 

"İnsanlarin anladiği bu." Tekrar arabaya yaslandığında Ceylan'da oflayarak konuştu mikrafona doğru.

 

"Yavuz abi Allah aşkına bir an önce gel al bu deli korumanı başımızdan!"

 

"Deli meli ayip olayi." Dedi Cafer alayla. "O zir delidur."

 

"Her ne haltsa." Diye geveledi Ceylan.

 

Gülerek başımı salladım iki yana. Şimdi Yavuz burda olsa bağırır onlara azarlar susmalarını söylerdi. Bunları düşündüğünü duyar gibiydim, çünkü edilen her kavga tüm sokağı inletiyordu.

 

"Görüyorsun, bizde değişen bir şey yok cilveli bey." Sesimin hafifçe titremesine engel olamadım. "Tek değişen şey, senin burda olmaman ama geleceksin. Bize döneceksin, biliyorum. Ve bize döndüğünde ben sana dünyanın en güzel haberini vereceğim." Elim karnıma gitti. Bebeğimizi Yavuz'un gözlerine baka baka yavaş yavaş usulca söyleyecektim. Onun her bir tepkisini izleyecektim.

 

"Gitmeyeceğiz, seni yalnız bırakmayacağız." Gözlerim karnımdayken düşünceli bir şekilde konuştum. "Çünkü ben sana bir söz verdim. Yavuz, bana tutamayacağın sözler verme demiştin..ama ben sana verdiğim her bir sözü tutacağım. Bir daha seni karanlıklarda bırakmayacağım demiştim. Senin asla üşümene izin vermeyeceğim, vermeyeceğiz."

 

Hepimizin bakışları biraz hüzünlü biraz şefkatle doluydu. Kalbimde hissettiğim hafif çarpıntı ve sıcaklık Yavuz'un bana hissettirdikleriydi. Yavuz'u hissediyordum. O benden çok uzak olsada ben onu hissediyordum. Ve emindim o da beni hissediyordu.

 

Ardından aklıma gelen fikirle gülümsedim. Ona burda olduğumuzu hep bildirecek bir fikrim vardı. Hızla telefonumu çıkardım ve şarkılara girerek arabaya bağlandım. "Şimdi senin için bir şarkı açacağım." Güldüm. "Kendi sesimle söylerdim, ama benim sesim seninki kadar güzel değil cilveli bey." Arabanın içine geçtim, şarkıyı açarak mikrafonu radyonun önüne yerleştirdim. Böylece şarkı sesi tüm sokaklarda duyulmaya başladı.

 

(Şarkı; Harem-Dertlerumi yazayim.)

 

Nefesimi verdim ve arkama yaslandım. Elim karnımdayken usul bir nefes kaçtı dudaklarımdan. Şarkının sözleri çalmaya devam ederken hepimiz sessizdik. Bazıları arabaya yaslanmış bazıları arabanın önüne veya arkasına oturmuştu.

 

Bu şarkı Yavuz içindi, bu şarkı bizim içindi.

 

Çünkü şöyle diyordu. "O yarin yüreğune, mezarimi kazayim." Ve ben Yavuz'un kalbine gömülüyken o da sadece benim kalbime gömülüydü. Bizim aşkımız birbirimizin kalbinde yaşamaya devam ediyordu.

 

Çok garipti tüm bu olanlar, ama Yavuz'un her üzüntüsünü her öfkesini, her acısını bir şekilde kalbimde hissediyordum. Ben tamamen Yavuz'a bağlıydım. Kalben ve ruhen tamamen ona aitdim. Ve o da öyleydi, Yavuz'un her zerresi sanki benim bir parçamdı.

 

Sözlerimi tutardım. Ve ben en başından Yavuz'a sözler verdiğimde onu asla bırakıp gitmeyeceğimi biliyordum. Gidemezdim, o beni mahkum etmek istemese bile, ben zaten ona mahkumdum. Ben Yavuz'a bağlı, tamamen ona ait onun aşkında mutluydum. Onun hasarlı kalbinde bir evim vardı, ve ben o evin içinde sıcacıktım.

 

****

 

****

 

2 gün sonra.

 

Mahkeme salonun önünde volta atmakla meşguldüm. İki gün geçmişti, iki kocan gün Yavuz olmadan uyku bile uyuyamamıştım. Yediğim yemekleri bile nasıl yediğimi bilmiyordum, sürekli aklım ondaydı. Her saniye onu düşünüyor, onu düşünmeden duramıyordum. Uyuduğum birkaç saati toplasam muhtamelen dördü geçmezdi.

 

Bu iki günde kimse beni yanlız bırakmamıştı. Sürekli peşimde, benimle ilgilenmiştiler. Şimdi çok büyük bir merakla beklediğimiz o mahkeme günü gelip çıkmıştı. Kahverengi saçlarımı toplama zahmetine bile girmeden açık bırakmıştım. Göz altlarımdaki morlukları kapatıcıyla kapatmaya çalışmıştım. Pek işe yaradığını sanmıyordum, ama Yavuz'dan bu çökmüş halimi gizlemek için her şeyi yapıyordum.

 

Nisa Yavuz'u cezaevinden almak için gitmişti. Avukatı olduğu için bu gibi işlerle o ilgileniyordu. Kendisi bize fazlasıyla yardımcı oluyor, bir an olsun yanımızda ayrılmıyordu.

 

Abim ve Zerda sandalyelerde yan yana oturmuştu. Cafer duvara yaslanmış, Süleyman'da onun sağında duvara yaslanmıştı. Aziz abimle Zerda'nın oturduğu sandalyenin yanında durmuştu. Zahir Ceylan'ı evde Narin'le birlikte bırakıp onları güvende tutmak adına korumaları orda tutmaya devam edip o da mahkeme için yanımıza gelmişti.

 

Elimi saçımdan geçirdim sıkıntılı bir şekilde. Yaklaşık 15 dakikadır aşağı yukarı gidiyor Yavuz'un koridorun ucundan dönüp buraya doğru yürümesini bekliyordum.

 

İki gün içinde hepimiz perişan olmuştuk, ama bu sabah Devran'la konuşmuştuk. Devran her şeyi halledeceğini söylemiş, bize güvence vermişti. Kemal'deki delileri aldığını, Yavuz'un suçunu başka birine yükleyeceğini söylemişti. Ve suçu yüklediği kişi kesinlikle masum birisi değildi. Bize her şeyi detaylıca anlatınca bizde kabul etmek zorunda kalmıştık.

 

Aniden gelen ayak seslerini duyduğumda gözlerim hızla koridorun girişne döndü. Yavuz'u orda gördüğünde kasılan vücudum kısa saniyeler içinde gevşedi. Onu özlemiştim, onu öyle çok özlemiştim ki ancak karşıma dikildiğinde kalbimde yangının dindiğini hissetmiştim.

 

Üstündeki kıyafetler toz içindeydi, gömleği gelişi güzel bir şekilde pantolonun içine sıkıştırılmıştı. Üstündeki elbiselerin değişmediğini anlamıştım. Yüzünde yerini morluğa bırakan yara izleri vardı. Tüm bunlar çıkan kavgadan kaynaklanıyordu. Yorgundu, çok yorgundu. Kahverengi saçları dağınıktı, hiç özenmemişti, sanki hiçbir şeye umutu yokmuş gibiydi ve ben neden böyle olduğunu anlamamıştım. Oysa ben ona söz vermiştim, o gece o sokakta beni duymamış mıydı? Duymuş olmalıydı. Beni duymuştu, sözlerimi dinlemişti. Ben sözlerimi tutardım, ben Yavuz'a verdiğim her sözü tutardım. Bugün bu cehennem çukurdan onu çıkaracaktım bundan emin olmalıydı.

 

Bize yaklaşırken başı kalktı hafifçe, gözleri ilk beni buldu. Kehribar harelerindeki ışık sönmüştü, ama beni gördüğü an sanki o ışık tekrar parlamaya başlamıştı. Diğerlerinin ayağa kalktığını, Yavuz'a seslendiklerini duymuştum. Ama tüm sesler boğuktu, Yavuz'un ne kadar çabalarsa çablasın gözlerinde benden gizleyemediği kadar büyük bir ağırlık vardı. Büyük bir acı vardı, kendisine zor gelen ama çoktan kabullendiği bir acı. İnanmıyordu. Bugün burdan çıkacağına inanmıyordu. Sertçe yutkundum. Gözlerim dolarken ağlamamak için zor durdum. Ayaklarım benden habersiz ona koşup boynuna sarıldığında sesli verdiği nefes dolmuştu kulaklarıma.

 

"Bırakın." Nisa'nın bir sözüyle polisler Yavuz'un kollarından çıkmıştı. Kelepçeli ellerini havaya kaldırıp beni sardığında burnunu saçlarıma daldırdı. Ardı ardına kondurduğu öpücükler özlemini gidermek içindi. Ve sanki bir şeyin vazgeçişiydi, beni tutuşu öyle sıkıydı ki kaybetmekten korkar ama kaybetmeyi göze almış gibiydi.

 

Diğerleri adımlarını durdurdu. Bize zaman verdiler, ama ben o zamana asla doyamayacak gibi hissediyordum. Yavuz'dan sadece iki gün ayrı kalmıştım. Ama o iki gün bana iki asır gibi geliyordu.

 

"Yavuz." Dediğimde titrek bir nefes çarptı boynuma.

 

"Kurban olduğum." Fısıltısı canımı yaktı. Kokumu ciğerlerine öyle bir doldurdu ki sanki iki günün acısını çıkardı. "Sevdam." Sesi özlem doluydu, Titriyordu, beni tutan kolları hafifçe titriyordu. Ayakta duracak gücü benden alıyordu.

 

Başımı hafifçe geri çekip ellerimi yanaklarına koyduğumda onunda gözlerinin dolduğunu farkettim. Yüzünün her zerresi kasılmıştı. Gözleri çehremde geziniyor aklına kazınan her santimi tekrarlıyordu.

 

"İyi misin?" Gözlerim yaraları arasında gidip geliyordu. "İyi misin Yavuz?" Yasemini andıran kokusu burnuma doluyor bana büyük bir huzur veriyordu.

 

"Özledim." Mırıldandığında polisler ve Nisa bizden hafifçe uzaklaştı. Nisa'nın sözünün geçtiğini anlamak çok sürmedi. "Kokunu özledim, seni özledim." Çaresizliği yüzüne kazınmıştı. "Zalımın kızı, sana böyle seslenmeyi bile özledim." Yüzüme eğildiğinde kısık sesi titrek ve sevgiden kalınlaşmış bir haldeydi.

 

"Bende özledim." Ellerimi yanaklarına koyduğumda boğazımdaki yumruyu yuttum. "Çok özledim, sesini özledim..bana seslenmeni, bakmanı özledim." İki gün, bana iki yıllık bir işkenceden farksızdı. Bırak iki günü Yavuz'dan bir saniye ayrı kalmak bile azap gibiydi.

 

Kehribar hareleri yüzümde bir kez daha gezindi. Hasreti yüreğini yakıyordu, belki de tekrar kalbi acıyordu. Elimi aşağı indirip göğsüne yasladığımda hasarlı kalbinin nasıl çarptığını hissettim. Deli gibi atıyordu, muhtaç gibi. Hasret gibi atıyordu, ve benimde kalbimin onunkinden aşağı kalır yanı yoktu.

 

"Anlamı yokmuş Hafsa." Tınısı öyle bir acıyla doldu ki gözlerine erişti. "O dört duvarın içinde bir kez daha anladım. Sensiz bu Yavuz'un bir anlamı yokmuş." Kolları hâlâ benim etrafımdayken mırıldandı. "Ve ben bugün anlamımı yitireceğimi hissediyorum." Her kelimesi fazlasıyla ağırdı. Yüzüme tokat gibi çarptı ve birkaç saniye kendime gelemedim.

 

İçeriden çıkacağına dair hiçbir umudu yoktu.

 

"Deme, öyle deme yalvarırım deme.." Elimi kaldırıp avuç içimi hafifçe dudaklarına bastırdım. "Sana söz verdim değil mi? Sözlerimi tutarım. Seni içeride bırakmam, ben seni o karanlıkta bırakmam Yavuz burdan çıkacaksın." Sesim umut doluydu, benim umudum onada umut olurdu biliyordum. Ama bu sefer olmadı, bu sefer benim inancımdan beslenen Yavuz Payidar gitmiş yerine o kimsesiz üşüyen çocuk gelmişti. Çaresiz bakıyordu, sessiz, sakin, ve çaresiz. Umutsuz

 

Anlam veremiyordum. Bana neden böyle baktığını anlamıyordum.

 

"Sen beni karanlıkta bırakmazsın, biliyorum." Gözlerimin en derinine baktı. Yanağıma süzülen birkaç damla yaşı farketti. "Ağlama, ağlamanı istemiyorum." Yüzüme biraz daha yaklaştığında gözleri dolu doluydu. "Gülüşüne vurgunum, gülüşünü görmek istiyorum. Hafsa, bir kez olsun güler misin benim için?" Sözlerinde aciliyet vardı. Sanki hemen şu an bir şeyler elinden kayıp gidecekmiş gibiydi.

 

"Yavuz neden böyle konuşuyorsun?" Çattım kaşlarımı dolu gözlerimle. "Neden bana inanmıyorsun? Her şeyi hallettik. Kurtulacaksın bu durumdan. Bir baba katili olarak anılmayacaksın." Israrcı sesi tekrarladı sözlerini.

 

"Gül.." Fısıldadı. "Benim için gülümseyecek misin zalımın kızı?" Onunda dudaklarında hisli bir tebessüm belirdiğinde sarsıldım. Onun gülüşü benimde yüzüme bir tebessüm ekledi. Dolu gözlerime karşılık kendimi tutamadım ve güldüm.

 

"Senin için, her şeyi yaparım." Gözlerine bakarken tebessümüm yerini korudu. Ve Yavuz benim dudaklarıma takılıp kalan tebessüme büyük bir özlemle baktı. Onu aklına kazıdı, sanki dudaklarımdaki her bir kırışığı her gamzeyi kendi aklına kazıdı.

 

"Yavuz Payidar!" İçeriden gelen sesle bizi mahkeme salonuna çağırdıklarını anladım.

 

"Hafsa, hadi." Nisa'nın sesini duyduğumda yutkundum. Yavuz'a baktım ve nefesimi verdim elim usulca çekildi göğsünden.

 

"Çıkacaksın burdan." İkimizin duyacağı kadar kısık bir sesle konuştum. "Çıkaracağım seni burdan, çıkaracağız." Sözlerime karşılık sessiz kaldı. Gözleri bana sevgiyle bakarken kollarını usulca kaldırıp beni kendinden uzaklaştırdı.

 

Neden böyle davrandığına hiçbir anlam veremiyordum.

 

"Abim." Cafer'in sesini duydum, Yavuz içeri girmeden yaklaştı ona ve sıkıca sarıldı. Dayanamadığını biliyordum. Hiçbirimiz dayanmıyorduk. Oysa sorun değildi, Yavuz burdan çıkar çıkmaz hepimiz doya doya sarılacaktık.

 

Aralarında geçen kısa bir konuşma oldu, Cafer aynı benim gibi Yavuz'a teselli dolu birkaç kelime söyledi. Ona Zahir, Süleyman, Aziz, ve abim eşlik etti. Ardından mahkeme salonuna girdik. İtirafcı henüz gelmemişti, içindeki endişeyle birlikte mahkeme salonundaki sandalyelerden birine oturdum yanıma Zerda diğer yanıma Cafer onlarında yanında diğerleri yer alırken Yavuz'un sırtıyla bakışıyorduk.

 

Hakim önümüzde bizden uzakta kendi koltuğunda otururken kollarını masasına koymuştu. Onun sağında oturan kadın her şeyi not almak için hazırdı.

 

"Diğer şüpheli nerede?" Hakim'in sorusuyla birbirimize baktık. Nisa nefesini verdi ve mahçup bir ifade takındı. "Eminim biraz sonra burda olacaktır, izin verirseniz ben elimdeki delileri sunarak başlayayım." Hakim'in bu konuda rahatsız olduğunun farkındaydık. Ama baktı Nisa'ya.

 

"Söz sizde Nisa hanım, müvekkilinizi savunmak için deliliniz var mı?" Hakim'in sert ve soğuk ifadesi direkt olarak Nisa'yı hedef almıştı. Nisa yerini çoktan almıştı. Hakim'den söz alır almaz ayağa kalkıp başını salladı.

 

"Cinayeti müvekkilimin işlemediğine dair kamera kayıtlarına sahibim." Elindeki bilgisayarla birlikte Hakim'e baktı. Hakim ona yaklaşması için izin verdiğinde başını salladı ve birkaç adım attı. Masaya yaklaşarak bilgisayarı Hakimin önüne bıraktı.

 

"Her şey bu kayıtlarda mevcut." Bir flaş disk yerleştiriken kendinden emin bir şekilde konuştu. Kalbim ağzımda atarken yüzüme tebessüm yayıldı. Devran dediği her şeyi yapmış olmalıydı.

 

"Gerçek katil müvekkilim değil." Hakim önüne konulan bilgisayar ekranın baktı. Yüzünde hiç inanmayan bir ifadeyle düğmeye basıp kaydı açtı. Hepimiz büyük bir sabırla beklerken birkaç saniye sonra Hakim hafif öfkeli bir tınıyla konuştu.

 

"Kızım siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" Nisa'nın yüzündeki kendinden emin ifade solunca kaşları çatıldı.

 

"Ne?" Dediğinde bilgisayarı kendisine çevridi.

 

"Neler oluyor?" Süleyman merakla sorarken bende çoktan ayağa kalkmıştım. Nisa bilgisayarda birkaç düğmeye basarken ifadesini şaşkınlık sardı.

 

"Ama nasıl?" Nisa şaşkınlıkla konuştu. "Hepsini kontrol etmiştim, kamera kayıtları burdaydı!"

 

"Neler oluyor Nisa?" Dedim endişeyle ona yaklaşmak isteyerek ama Hakim'in sert sesi yankılandı.

 

"Yerlerinize oturun! Mahkeme salonu burası! Sizin oyun bahçeniz değil!" Yutkundum. Adımlarım yere kapaklanırken birbirimize baka kaldık.

 

"Nolayi Nisa?" Cafer endişeyle sorarken Nisa ona baktı telaşla.

 

"Bilmiyorum." Dediğinde o da çaresizdi.

 

"Şüpheli ortada yok, deliler yok. Ne bu? Benimle dalga mı geçiyorsunuz Avukat hanım?" Nisa'nın yutkunduğunu farkettim.

 

"Hayır, kayıtlar burdayd-"

 

"Kayıtlar yok." Yavuz sessizliğini bozdu. Onun sesi havayı bıçak misali kesti. "Şüphelide yok." Konuşmakta zorlandığını hissettim, ama susmadı. Ayakta duramadığımı hissediyordum, ne dediğini algılayamıyordum. Devran söz vermişti, Devran bize söz vermişti. Şimdi neden her şey tersine dönüyordu?

 

"Yavuz, ne diyisin sen?" Zahir öfkeye karışık bir endişeyle sorarken Hakim bize baktı.

 

"Susun." Sesi emir verir gibi sertti. Ardından Yavuz'a baktı. "Devam et." Dedi buyurgan bir sesle.

 

"Ben yaptım." Tüm hücrelerime kadar titrediğimi hissettim. "Babamı o gece tek el bir ateşle kafasından vurarak ben öldürdüm." Sesini öyle bir soğukkanlılıkla korudu ki bu canımı yaktı.

 

"Ne diyorsun Yavuz?" Olanları anlayamadım. "Ne diyorsun? Ne demek ben yaptım! Yalan söyleme!"

 

"Sessizlik!" Hakim bağırdığında irkildim, dolu gözlerim Yavuz'un sırtıyla bakışıyordu. "Sen mi yaptın?" Hakim Yavuz'a bakarak sorduğunda Yavuz'un usulca başını salladığını farkettim.

 

"Ben yaptım." Dişlerini sıktı. "Babamı ben öldürdüm." Ne kadar güçsüz bir şekilde çıktı bu kelimeler onun ağzından sanki bir tek ben hissettim. Canım yandı, hemde çok yandı. Gözlerimden benden habersiz yaşlar aktı.

 

Ben yaptım diyordu.

 

Oysa ben onun gözlerinde görmüştüm, o yapmamıştı. Yavuz yalan söylüyordu. Yavuz'un ağzından çıkan her kelime yalandı.

 

"Yalan söyleyi!" Cafer'in titrek sesini duydum. "O yapmadi! Ula sen yapmadin!" Birkaç adım atıp sandalyelerden uzaklaşıp Yavuz'un durduğu yere yürüdü. Onun yakasına asıldı. "Baa bak ula! Doğruyi koniş!" Dolu gözleriyle Yavuz'u sarstığında Yavuz'unda gözleri dolu doluydu.

 

Bense vücudumun kaskatı kesildiğini hissediyordum. Nasıl böyle bir yalana baş vururdu?

 

"Yerlerinize!" Hakim ayağa kalkıp bağırdığında ben gözlerimi Yavuz'dan çekemiyordum.

 

Acımasızdı, gidiyordu. Beni burda bırakırken kabul ettiği şeyin farkında bile değildi.

 

"Cafer lütfen." Nisa Cafer'i geri çekmek için haraket ederken Hakim tekrar konuştu. "Geçin yerlerinize yoksa sizde soluğu onun yanında alırsınız!" Nisa Cafer'i geri çekmeyi başarırken hepimizin gözlerinde yaşlar mevcuttu. Süleyman duyduğu şeyin şokundayken ne Aziz ne de abim olanlara bir anlam verebiliyordu. Zerda ve Zahir'de bir hayli aynı şokun içindeydi.

 

Bense artık nefes alamadığımı hissediyordum.

 

Yavuz'un yüzüme bakacak cesareti yoktu. Benden ona son kez gülmemi istediğinde anlamamıştım. O gülüş son gülüştü, gülüşüme vurgun olan adam benden bunu isterken bir daha gülüşümü göremeyeceğini biliyordu. Kabul edeceği şeyin en başından beri farkındaydı.

 

"Suçunu kabul ediyorsun?" Hakim'de yerine oturup en sonunda sakin sesiyle sorduğunda Yavuz nefesini verdi.

 

"Ediyorum, itiraf ediyorum." Ellerinin önünde yumruk haline geldiğini farkettim. Dolan gözlerimden birkaç damla yaş aktı.

 

Hakim birkaç saniye baktı Yavuz'a, ardından sesli bir nefesle dikleştirdi başını. Gözlerini solunda oturan kıza çevirdi.

 

"Yaz kızım." Gelecek şey yüreğimi yakacaktı. "Öz babasını kasten öldürme suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı." Zaman durdu.

 

Benim için her şey durdu, kalp atışlarım bile durdu. Düşünemedim, duyamadım, göremedim. Yavuz'un aldığı ceza sanki benim ömrüme sonsuza kadar sürecek olan bir mühür bağladı.

 

Müebbet.

 

Dile kolaydı. Bir ömür boyunca Yavuz'u benden alacağını söylüyordu. Bir ömür boyunca Yavuz benden gidecekti. Oysa Yavuz'un bir ömürü yaşayacak kadar vakti bile yoktu.

 

Başını omzunun üstüne çevirip bana baktığını gördüm. Dolu gözlerinden bir damla yaş düştüğünde bunun bir vazgeçiş olduğunu anladım. O en başından beri vazgeçmişti, Yavuz vazgeçmişti. Benden, bizden, hayallerimizde ve hayatından. Her şeyinden vazgeçmiş, kendisini benden alıyordu.

 

Yanağından aşağı düşen gözyaşı ve o bakış asla unutmayacağım kadar acı doluydu. Ben sırtıma daha önce hiç yüklenmediği kadar ağır bir yükün yüklendiğini hissettim.

 

Yavuz benden gidiyordu..

 

******

 

Bölüm sonu.

 

Bir şey demeden kaçabiliyor muyum? Orda öfke dolu birkaç göz görüyorumda hsjsj bakın biliyorum..biliyorum bu yaptıklarım fazla acımasız ama hikayeyi ben yazmıyorum ki onlar yönetiyor sonuçta değil mi? Yani onlar nereye bende oraya ve beni getirdikleri yer kırgın bir mahkeme salonu..

 

Yazarken gözyaşlarımın aktığı bir bölüm daha bitti efenimm iyi günler dilerim iyi bir gün bırakmadım ama neyse sjjsjs

 

Allah'a emanet gelecek bölümde görüşürüzzz💓💓💓💓

 

 

Bölüm : 11.04.2025 20:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...