
(Not;Bölümler birkaç kez Yavuz'un ağzından yazılacak. Çoğu zaman Hafsa'nın ağzından ve bazen yazarın evet o ben oluyorummm bazen de benim kalemimden dinleyeceksiniz bunuda söyleyeyim dedim. O halde geçelim hikayeye, keyifli okumalar şimdiden<3)
(Uyarı;Yavuz İstanbul'da çok fazla çalıştığı için şive ağzıyla değil İstanbul ağzıyla konuşuyor. Kafanız karışmasın diye söyledim, bazı cümleler sadece isteyerek değiştiriyor şivesini.)
Bölüm şarkısı;Marsis-Sevduğum.
****
Yavuz Payidar.
Bir kafeste çırpınan güvercinden farkım yoktu. Canım yanıyordu, öyle yanıyordu ki ben daha önce böylesine derin bir sızıyı hiç hissetmemiştim. Benzemiyordu hiçbir şeye, yakıyordu canımı. Aşkımı alıyordu benden, çürütüyordu ruhumu. Dağ gibi duran Yavuz Payidar, gözlerine baktığında herkesin içi ürperen Yavuz Payidar.
Ben, Yavuz Payidar. Ayakta duracak gücü bile zor buluyordum. Bir kafesteydim, zincirlerini Hafsa sarmış kitlemişti demir parmaklıkları üstüme. Çırpınıyordum orda çaresizce, yardım edecek kimse yoktu. Kimsede edemezdi zaten, benim derdimin dermanı yoktu. Hafsa yoksa Yavuz yoktu.
Bir kız için düştüğüm hallere şaşırmıyordum artık, çünkü ben o yolları çoktan geçmiştim. İnkarı bırakmıştım bir kenara kabul etmiştim Hafsa'nın sevdasını. Ama çıkıp karşısına aşkımı haykıramadan kayıyordu ellerimden. Ne yapabilirdim ki? Beni daha tanımayan bir kız bırakacak değildi benim için nişanlısını.
Nişanlısı..
Nefret ediyordum bu kelimeden. Midemi bulandırıyordu bunları düşünmek, Hafsa nişanlıydı. Benim uzaktan sevdiğim, kalbimde aşkını büyüttüğüm kız başka bir adamın yüzüğünü takıyordu parmağına. Hafsa mutluysa benim boynum kıldan ince, ama yakıyordu canımı. Dayanamıyordum, Karadeniz'in kokusu ilk kez boğuyordu beni. İlk kez memleketim bana yabancı geliyordu. Hafsa yoksa hayat yoktu. Aldığım hava bile haramdı bana.
Ben onun aşkından delirecek haldeyken, başka bir adamla evlenmesini nasıl kaldıracaktım?
"Napayisun burda bi başuna?" Babamın sesini duyduğumda başımı omzumun üstüne çevirdim. Dolan gözlerimi görmesin diye tekrar hızlıca döndüm önüme. Normalde olsa onun önünde sigara içmezdim, ama şu an acım daha ağır basıyordu. İşaret parmağımla orta parmağım arasında tuttuğum sigaradan bir nefes daha çektim ciğerlerime.
Acılarımı dindirsin istedim. Lakin, sigaranın kokusu bile bana Hafsa'yı hatırlattı. Sigaradan nasıl nefret ettiğini öğrendiğimden beri sürmemiştim ağzıma, ama bugün bir paketi bitirmiş ikinci paketi içiyordum. Kendimce unutmak istiyordum belki de onu, başka bir adamın nişanlısı olacak bir kadını sevemezdim.
Peki söz geçer miydi kalbime? Yedi sene söz geçirememiştim bundan sonra yapabilir miydim, var mıydı öyle bir cesaretim?
"Hiç babam." Yorgun bir sesle döküldü kelimeler dudaklarımdan. Konağın terasında dirseklerimi korkuluklara yaslamış uzaktan gözüken Karadeniz'i izliyordum. Deniz hafifçe dalgalanırken bu bile bana Hafsa'yı hatırlatıyordu.
Böyle işi ben!
Nereye bakarsam onu görüyordum! Çıkmıyordu aklımdan, çıkabilir miydi ayrıca? Onun aşkını nasıl silip atacaktım ben? Unutmak istiyordum. Onu unutmak istiyordum ve bu bile canımı yakıyordu.
Onu unutmayı isteyen kalbime karşılık aklım büyük bir savaş veriyordu.
"Öyle mu dersun?" Babam yanımda durup tek kaşını kaldırarak baktı bana. Anlıyordu halimde bir şeyler olduğunu, beni bu kadar iyi tanımayı nasıl başarıyordu? Oysa çok yakın da sayılmazdık.
"Öyle derum." Çektim dirseklerimi korkuluklardan. Gözlerim kısık bir şekilde izliyordum denizi.
"Bi haller varidur sende." Sesinde bir merakla sordu. Sesli bir nefesle elimde ki sigarayı yere atıp ayağımla bastım üstüne.
"Bu hayatta en çok insanın canını ne yakar baba?" Sanki kendimden habersiz konuşuyormuş gibiydim. Babam birkaç saniye inceledi yüzümü, ardından dudaklarına yayılan bilmiş bir tebessümle döndü önüne.
"Kimidur?" Kapattım gözlerimi. Kalbim sıkıştı.
"Var mı bir önemi?" Diye mırıldandım ellerimi ceplerime sokarak. "Yok midur?" O da kısık bir sesle sorarken açtım gözlerimi.
Hafsa'nın önemi vardı. Hafsa benim için öylesine önemliydi ki, ben şu an bile hiç düşünmeden onun için canımı verirdim. Evet ben, beni tanımayan bir kız için canımı verirdim.
"Vardır babam." Yorgun bir tebessüm yayıldı dudaklarıma. "Çok vardır hemde." Babam elini koydu omzuma ve sıktı hafifçe. "E ne durayisun?" Küçük bir kahkahayla elini vurdu birkaç kez omzuma. "Gidip isteyelum da."
Başımı ona çevirdim, gözlerime ulaşan acı onunda gülüşünü sildi. Çünki babam bile beni daha önce böylesine acı çekerken görmemişti. Kaşlarını hafifçe çatarken gözlerinin arkasında merakla ve belki birazda endişeyle izledi beni.
"Noldi?" Bir adım atarak yaklaştı bana hafifçe.
Yüzünü inceledim, ak düşen saçlarında gezindi gözlerim. Geldiğimden beri ilk kez dikkatlice baktım ona, yedi ay onu biraz daha yaşlandırmıştı. Nerdeyse benden biraz kısa, hafif kilolu ve beyaz saçları her zaman ki gibi özenle geri taranmıştı. Sakalları çıkmıştı hafifçe, yarın muhtamelen kesecekti çünki babam sakal bırakmayı pek sevmezdi.
Gözleri aynı merakla bakıyordu bana. Söylemese bile severdi beni bilirdim. Kahverengi harelerinde sakladığı bir endişe vardı.
"Gidemeyiz." Babam anlamayarak baktı bana. "Niye gidemeyuz? Uzaktami kalayi ha bu kiz?" Keşke uzakta kalsaydı.
"Uzakta kalıyor baba." Sesli bir nefesle kalkıp indi göğsüm. "Ulaşamayacağım kadar çok uzakta." Kederli sesime karşılık babam çekti elini omzumdan.
"Öldu mi?" Hızla ona baktığımda yutkundum sertçe. "Hayır baba tabii ki." Ölüm kelimesini Hafsa ile aynı cümlede duymak bile omurgandan aşağı bir ürperti gönderdi. "Ne ölmesi, Allah korusun." Bu dediklerimle babam daha fazla meraklandı.
"E noldi o zaman?" Ellerini arkasında birleştirirken parmakları arasında çevirdiği tesbihin sesi kulaklarıma doluyordu. "Gavur mi ha yoksa bu kiz, anandan korkayisan ben hallederum oni."
"İmkansız babam." Omuzlarımı kaldırıp indirdim hafifçe. "İmkansız."
"Ula kot kafali uşak ne konuşayisin labirent gibi. Ne diyecesen açuk açuk söyle." Ben ona boş gözlerle bakarken çattı kaşlarını. "Ne bakayisin baa manda gibi, kimi sevduysan gidup isteyelum işte, elalemun karisina göz koymadin ya." Konuşamadım.
Elalemin karısı değildi, ama olacaktı değil mi? Bu bile imkansız sayılırdı. Nişanlıydı, Hafsa 6 ay önce nişanlanmış ve şimdi de evleniyordu.
"Yavuz." Babam temkinli bir sesle sordu. "Niye bakayisin baa öyle?" Sesinde ki şüpheyi duyduğumda boğazıma oturan yumru nefesimi kesti. Babam aptal bir adam değildi, ne olduğunu gayet iyi anlıyordu.
"Yavuz alırum senu ayağumin altina!" Sesine bu sefer öfke akın etti. "Cevap ver baa kimi seveysun sen?" Bu soruyu sanki korkarak soruyordu. Ya da alacağı cevaptan korkuyordu.
"Hafsa." Aşkımdan hiç utanmamıştım. Utanmazdım, sevdaydı bu. Sevdadan utanır mıydı insan? Utanmazdı.
"Kim ula?" Gözleri şokla açılırken sanki ona büyük bir şaka yapıyormuşum gibi baktı bana. "Nurtenun kızi Hafsa?" Aklına başka bir şey gelmiyordu. "Ula o kız 17 yaşindadur."
"O değil." Dediğimde sesim kısık çıktı. "Cihan'ın kızı Hafsa.." kaşları havalandı. Bakışlarından o alay ve merak silinirken gözlerine bu sefer soğukluk erişti. Bu bakışı çok iyi tanırdım, biraz sonra burda kıyametin kopacağınada adım kadar emindim.
"Ne diyisin Yavuz sen?" Dişlerini sıkarak bir adım attı öne ve dikildi karşıma. "Ağzundan çıkani kulağin duyayi mi senun!" Bağırdığında kapattım gözlerimi sıkıca, ellerim iki yanımda yumruk oldu. Babama vuracak değildim, öfke mi kendimden çıkarıyordum.
Tabii kızacaktı. Başka ne yapmasını bekliyordum ki? Baba ben nişanlı bir kadına sevdalandım dediğimde saçlarımı okşayacak değildi.
"Baba, nolayi?" Cafer koşar adım yukarı çıktı. Bakışları anında bizi buldu. Tek kaşı havalanmış gözlerinde merak vardı.
"Noliyi burda?" Peşinden annemde çıktığında sesli bir nefesle elimi saçımdan geçirdim ve birkaç adım atarak kımıldadım yerimde.
Şimdi tüm ailem öğrenecekti.
"Gel Hafize gel!" Babam öfkeyle konuşup kollarını iki yana açtı. "Gel ha sende duy bu kot kafali oğlun neler diyi baa!" Annem kaşlarını çatıp bana baktı.
"Yavuz'im nolayi?" Ağzımı açıp konuşacak cesareti bulamadım.
"Bu gerizekali!" Babam öfkeyle gösterdi beni. "Geçmiş karşima ben Hafsa'yi seviyirim diyi!" Annem ve abim önce şok dolu bakışlarla birbirlerine baktılar. Ardından annem çattı kaşlarını ve babama baktı.
"Nurtenin kızi mi?" Babam sıvazladı sabırsızca çenesini. "Cihan'in kızina da Cihan'in kızina!" Başını iki yana sallayarak sıktı yumruklarını. "Çıldirtacak ha bu uşak beni!"
"Ne!" Cafer'in ağzından şok dolu bir çığlık kaçtı. Annemde aynı şokla bana bakarken ben gözlerimi çevirdim bir kez daha Karadeniz'e.
"Yavuz'im, ne diyi oğlum baban?" Annem sanki buna inanmıyormuş gibi bir tınıyla sorduğunda yutkundum sertçe. Çenem kasılırken tırnaklarım avuç içime batıyordu.
"Doğru söylüyor." Onlara bakmadan bakışlarımı yere diktim. "Seviyorum Hafsa'yı anne."
"Hâlâ seviyirim diyi!" Babam adımlarını üstüme götürüp yaklaştı yüzüme. "Yavuz kırdurtma kemuklerini baa!" Annem koşar adım aramıza girdi. Niyeti babamı sakinleştirmekti.
"Dur bi Mahir bey!" Temkinli bir sesle konuşup endişeli bakışlarını bana çevirdi. "Yavuz, oğlim ne diyisin sen? Ne demek seveyirum Hafsa'yi, kiz nişanlidir haftaya düğüni var. Sen ne ara gördün da sevdalandun bu kiza?" Soruları kalbimi ezip geçti. Cafer'de hayırdır der gibi aynı endişeyle beni izlerken nefesimi verdim ve başımı dikleştirip çevirdim bakışlarımı annemin gözlerine.
"Yedi senedir seviyorum ben bu kızı anne." Dediğimde aynı şok tüm ailemin yüzüne yayıldı.
"Ne, ne?" Cafer anlam veremeyen bir ifadeyle baktı bana. "Yedi sene mi dedu bu?" Ağır ağır sallarken başımı Cafer'e baktım. Annem genişleyen gözlerini dikti bana. Dediklerimle sanki babamın öfkesine daha fazla öfke eklemiş gibiydim.
"Ula madem yedu senedur seveyisun!" Yumruk yaptığı elinin içinde tuttuğu tesbihi bana doğru doğrulturken konuştu öfkeyle. "Ne diye daha önce gelup söylemedun? Şimdu mi akluna geldi ula kızi sevdiğun!"
"Korktum!" Bende sesimi yükseltirken kaçırdım bakışlarımı. "Sevmez diye korktum, karşısına çıkmaktan korktum!" Sıktığım dişlerimle bakışlarımı diktim babamın gözlerine. "Biliyorum korkağım! Ama yapamadım, nerden bileyim ki nişanlanacağını?" Annem artık konuşmuyordu. Ama ne olur ne olmaz bize yakın duruyordu. Cafer birkaç adım ötede durmuş sessiz ama endişeyle izliyordu.
"Korktin?" Babam kıstı gözlerini. "Korktin ha? Öyleyse devam edecesun korkmaya Yavuz! Unutacaksun o kızi!" Göğüs kafesim hızla inip kalkarken yaklaştım bir adım babama.
"Denemedin mi sanıyorsun?" Dediğimde sesimde acı vardı. "Her yerde o var!" Elimle Karadeniz'i gösterir gibi gösterdim etrafı. "Her yerde, nereye baksam! Şu Allah'ın yarattığı her şeyde sanki onun izleri var baba! Unutamıyorum!"
"Unutacasun!" diye bağırdı, sesi kulaklarımda çınlarken. "O kızidan saa yâr olmaz! Kız evleniyi!" O kızdan bana yâr olmaz.
İki cihan bir araya gelse, Hafsa Yavuz'a yar olmaz.
"Unutamam." Sözler zorlukla çıktı ağzımdan. "İstesemde yapamam baba, yedi sene söküp atamamışım ben o kızı kalbimden, bundan sonra nasıl yapacağım?" Annemin sözlerime karşılık gözleri dolmuştu artık, ama babamın yüzündeki ifade öfkeden başka bir şey değildi. Cafer sanki acımı kalbinde yaşar gibi sessizdi.
"Unutacasun!" Diye tekrarladı diretir gibi.
"Ula nasıl unutayım!" Haykırır gibi bağırdığımda sesim titredi. "Kafamda!" İşaret parmağımla vurdum şakaklarıma. "Burda!" Ardından kalbime indirdim. "Burdan çıkmıyor baba, nasıl unutacağım ben o kızı!" Aldığım nefes takıldı boğazıma. "Baba ölüyorum ben."
"Öl ula!" Acımasızca çıktı sözler ağzında. "Mahir!" Annem uyarır bir sesle baktı babama, ama babam onu es geçip gözlerini dikti gözlerimin en derinine.
"Öl Yavuz!" Bir elini yakama dolayıp beni kendine çektiğinde Cafer bir adım ileri attı araya girmeye hazır gibi. "Ya o üç günlik hevesunden vazgeç! Ya da.." onun gözlerine bakarken yutkundum sertçe. Sözlerinin devamını bekledim.
"Kenduni gömdurtme bu Karadenuze Yavuz." Kısık sesinde tehlike vardı. "Delirtme benu, Allah yaratti demem sıkarum kafana!"
"Baba tamam yeter-" Cafer araya girmek istediğinde babam çevirdi öfkeli bakışlarını ona. "Karuşma!" Diye bağırırken aynı hızla döndü bana. "Duydun mi ha benu?" Yakamı daha sıkı tuttu. "Unutacasun!"
Sevdanı unut diyordu. Oysa ben o kızı unutmak için sevmemiştim, ben o aşkı yaşatmak için sevmiştim. Hayallerim için sevmiştim. Şimdi istesem bile kalbimden söküp atabileceğim bir sevda değildi bu, Karadeniz şahitdi. Ben Hafsa'yı ölümüne sevdim. Ve onun aşkını benim kalbimden bir tek ölüm söküp alırdı.
"Hayır." Soğuk bir sesle fısıldadım. "Hayır baba, ben onu unutamam." Sözlerim onu bıçak gibi kesti. Yakamı bırakıp bir adım geri çekildi.
"Unutacasun." Öfkeden sesi kısılmıştı. "Unutamam." Diye tekrarladım.
"Unutacasun Yavuz!"
"Hayır!"
"Yavuz deli etma ha benu!"
"Unutamam!"
"Unutacasun ula!"
"Unutmayacağum ula!" Diye bağırdığımda yanağıma çarpan tokatla yerimde sendeledim. Başım yana düşerken yanağımdaki derin sızı tüm vücuduma yayıldı, ordan kalbimde bir iz bıraktı. Bugüne kadar bana bir kez olsun el kaldırmayan babam, sırf aşık oldum diye tokat mı atmıştı bana? Suçtu aşk.
Belki de en büyük suçlardan biriydi aşk.
"Mahir napayisun!" Annem hızla ellerini omuzlarıma koyup bana baktığında benim bir ölüden farkım yoktu. Yorgun bakışlarım yeri izlerken nefes bile almıyordum. Dudağımdan çeneme akan kanı hissettim ama umrumda bile olmadı. İçim kanıyordu benim, bir dudak yarasından mı korkacaktım?
Sevdiğim gidiyordu. Ben ölüyordum. Haberi yoktu.
"Yavuz." Abim hızla yanıma gelip annemin ellerinden aldı beni. Bir elini çeneme koyup kaldırdı başımı. Kızaran gözlerim onu izlediğinde dudağımdaki kanı görmesiyle buruşturdu yüzünü. Göz ucuyla baktım babama, sertçe yutkunduğuna şahit oldum. Gözlerindeki pişmanlığı gizlerken başı dikti.
Bende dikleştirdim başımı. Nefesimi vererek baktım ona. "Sağol baba." Diye fısıldadım yumuşak bir tebessümle. "Sağol." Omuzları hafifçe çökerken abimin yanından koşar adım geçip merdivenlere yürüdüm. Elimin tersiyle sildim dudağımdan akan kanı.
"Yavuz nereya!" Annem titreyen sesiyle bağırdı arkamdan, ama ben çoktan inmiştim merdivenlerden. Peşimden gelen Cafer'in ayak seslerini duydum.
"Yavuz!" Dedi hızla peşimden aşağı inip önüme geçerek. "Dur ula, nereya? Konuşalum!" Başımı iki yana sallayıp yanından geçmek istedim. "Abi çekil." Endişeli gözlerle baktı bana. "Bırakmam." Ellerini koydu omuzlarıma. "Konuşalum." Şu an kimseyle konuşmak istemiyordum. "Yalnız kalmak istiyorum abi, rahat bırak beni biraz..biraz rahat bırak nefes alamıyorum."
"Yok öğle dünya!" Çatıldı kaşları. "Sen nereya ben oraya, yüri beraber gideyuriz." İtiraz etmek için açtım ağzımı, ama yoktu bir faydası farkındaydım.
Hafsa'nın aşkı beni bir derte düşürmüştü. Aşk illet gibi çöküyordu insanın ömrüne. Yer ediniyordu orda, izinsiz sorgusuz sualsiz kuruluyordu en baş köşeye, ve kendisi çıkıp gitmeden, sen söküp atamıyordun o sevdayı. Ben yapamamıştım, yedi sene her sabah kalktığımda Hafsa'yı düşünür her gece gözlerimi kapattığımda onun gülüşünü hatırlardım. Onun gülüşü yaşatırdı beni, beni hayatta tutan bir kadının gülüşü artık başka bir adama mı sunulacaktı? O ışıldayan gözleri başka bir adama mı bakacaktı?
Midem bulanıyordu. Tüm bunlar bende bir kusma isteği uyandırıyordu.
Elimde tuttuğum içkiyi diktim kafama. Karadeniz'i izlerken taşların üstünde durmuş bir elim cebimdeydi. Sağ tarafımda Süleyman yere uzanmış bir dirseği üstünde durarak yaslanmıştı geri. Sessizce izliyordu denizi, onun yanında avuç içlerini geri yaslamış Zahir oturuyordu. Abim desen, yanı başımda durmuş benimle izliyordu Karadeniz'in hırçın dalgalarını.
"Ne yapacasun peki şimdu?" Zahir'in sorusuyla kaldırıp indirdim omuzlarımı. "Bilmiyorum." Denizin hışırtıları kulaklarıma dolarken omzumun üstünden baktım geriye. "Bilmiyorum ki Zahir, kalbime çöktü bu acı geçmiyor."
"Abi kusura bakma ama." Süleyman boştaki eliyle çenesini sıvazladı. "Sende yedi sene nerdeydin gerçekten, şimdi mi geldi aklına?" Cafer uyarı dolu bir bakışla ona bakarken Süleyman çekti omuzlarını kendine. "Ne var abi? Yani kız 7 yedi senedir baya boş kaleymiş Yavuz abi bir adım atmamış ki." Zahir dürttü onun kolunu.
"Boş boğazluğin tutti gene senun." Dediğinde Süleyman acı dolu ifademe baktı. "Affedersin abi." Diye mırıldanınca verdim nefesimi. "Dileme." Bir yudum daha aldım içkimden. "Haklısın zaten." Kendime olan öfkem içimde büyüdü. "Bir korkak gibi kaçıp gizlenmeseydim, belki de her şey daha farklı olurdu."
"Nasul sevdun sen bu kızi aklım almayi ki." Abim merakla bana baktı. "Hiçte bellu etmedun." Haklıydı bir bakıma. Aşkımı değil ona, kimseye göstermemiştim.
Ben Hafsa'yı gizli sevmiştim. Aşkı bana özeldi. Kimseye anlatamazdım. Anlatılacak gibi de değildi zaten. Benim kalbimin yangınını kim nasıl anlardı?
"Sevdim abi işte." İçkimin dibindeki son yudumuda içip elimden yere düşmesine izin verdim. Şişe yerde yuvarlanıp kayalıkların üstünden düştü denizin içine. "Şimdi de kayıyor ellerimden." Sesimdeki acıyla fısıldadığımda Cafer duyulacak kadar derin bir nefes verdi. Karşıma geçip ellerini koydu omzuma.
"Bak Yavuz." Sanki nerden başlayacağını düşünür gibi sessizleşti birkaç saniye. "Bak olmaz." Umutsuzlukla konuştu. "Geç kaldin Yavuz, Hafsa nişanli. Bunu söylemek istemiyim, ama babam haklidur. Kız evleneyi oğlum, düğüni vardur da bir haftaya." Gözlerime bakarak sanki aklıma sokmak ister gibi ağzından çıkan her bir kelime kanayan yarama tuz bastı.
"Cafer abi haklu Yavuz." Zahir sesli bir nefes vererek baktı bana. "Bu saatden sonra yapilacak bi şey yoktir. Unutacasun mecburen."
"Söylemesi kolay." Dedim öfkeli bir hırıltıyla. "Keşke unutmakta o kadar kolay olsaydı. Ama değil." Cafer'in gözlerine baktım. "Öyle yer edinmiş ki kalbimde, daha bana bir kez olsun bakmayan kız nasıl çaldı kalbimi böylesine bilmiyorum."
"Hevestur belku Yavuz?" Cafer kısık bir sesle sorarken çattım kaşlarımı. "Yedi sene diyorum Cafer! Heves olsa bilirdim herhalde!" Öfkelenmemden korkuyordu ve tam olarak olanda buydu.
"Cafer, kusura bakmayasun ama iyice saçmaladun." Dedi Zahir Cafer'e bakarak. "Yedi seneluk heves mi olur?" Kaşlarını kaldırdı yukarı hayır der gibi. "Heves değul bu, ama yapacakda bişi yok geç kalmuşsin Yavuz. Çok geç kalmuşsin." Bir abi nasihatiyle konuşurken elimi dağınık saçlarıma daldırdım.
Haklıydı, geç kalmıştım. Zamanı geri almak mümkün değildi, ama eğer mümkün olsaydı ben bunun için tüm ömrümü vermeye hazırdım. Bir kez olsa çıkabilseydim Hafsa'nın karşısına o zaman böyle yakıp kavurmazdı bu pişmanlık beni. Belki o zaman böyle çok tiksinmezdim kendimden.
"Yavuz inat etma." Cafer yalvaran gözlerle izledi beni. "Dönelum eve, konuş babamla. Baruşun, sıkıliyim ben böle anamda korkayi zaten saa bişi olacak diye. Dönelum, konuş babamla. Unutacağum de bitsin gitsun, bu saatden sonra Hafsa saa yâr olmaz."
Bir umut istedim içimden, her şey daha farklı olsun istedim. Ama geri alamazdım zamanı. Her şey için geç kalmıştım, gidecektim o düğüne. Ben sevdiğim kızın üstünde bir gelinlikle başka bir adamın kollarında dans etmesini izleyecektim. Nasıl dayanacaktım bilmiyorum, ama dayanacaktım bir şekilde. Vazgeçecektim.
Karadeniz şahitim olmasın bu sefer, çünki Yavuz Payidar vazgeçiyordu.
"Gidin siz." Dedim nefesimi vererek. "Geleceğim bende."
"Emin misin abi?" Diye sordu Süleyman endişeyle. Onlar benim için bir korumadan fazlaydı, Zahir abim gibi Süleyman küçük kardeşim gibiydi.
"Eminim." Başımı salladım ağır ağır, ardından baktım Cafer abime. "Gidin, sabah gelirim." Cafer birkaç saniye izledi gözlerimi. Ardından beni yalnız bırakmanın daha iyi olacağını düşünerek onayladı beni.
"Tamam, ara ama beni." Ellerini omuzlarımdan çekti ve Zahir'le Süleyman'a baktı. "Hayde." diye bir fısıltıyla arabaya yürüdü. Zahir ve Süleyman kalktılar kayalıkların üstünden. Biraz sonra uzaklaşan ayak seslerini duydum, ve arabanın farları aydınlattı karanlığı.
Cafer kısa saniye içinde arabayı geri geri sürerek çıktı kayalıklardan, ve yolu takip edip kayboldu karanlıkta. Ellerimi ceplerime yerleştirip baktım dalgalanan denize.

"Kaybettim." Diye fısıldadım hafif rüzgar alnımda ki birkaç tutam saçı geri iterken. "Kaybettik bu sefer Karadeniz..aşkıma iyi bak." Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı yukarı doğru. Ama acı dolu bir gülüştü bu. "Göm kendi topraklarına sevda mı, iyi bak ona.." Omuzlarım çökerken sesli bir nefes verdim.
"Kaybetti Yavuz Payidar.."
***
1 hafta sonra
O lanet günün üstünden tam bir hafta geçmişti. Uykularım kaçmıştı, günler bana zehir olmuştu. Her geçen gün canım biraz daha yanmıştı, ben geçer sandığım yaranın acısını her gün daha fazla hissetmiştim. Azalmak yerine çoğalmıştı bu acı. Kalbime her gün bir hançer daha saplamış, biraz daha kanatmıştı.
Bugün Ocak ayıydı, Hafsa'nın düğün günü. Meydan da, tüm sokaklarda büyük bir şenlik var, olacak tabi. Cihan Polatlı'nın kızı evleniyordu. Görmeye bile gözüm olmayan bir adamın kızını seviyordum ben.
O kızın düğününe gidiyordum.
Hafsa'nın düğününe gidiyorum!
Beynim sanki bunu bana durmadan tekrarlıyordu. Başımı iki yana sallayarak düzelttim gömleğimin yakasını. Özenmek bile istemiyordum aslında, ama babama bir şey belli etmek istemiyordum. O tokattan sonra biraz olsun düzelmişti aramız, yeniden bozulsun istemiyordum.
Nefesimi verip elimle düzelttim dağınık saçlarımı. Ardından dikleştirdim başımı. Aynada baktım kendime, gizledim gözlerimdeki yorgunluğu. Zoraki bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma.
Mutluydum. Oyundu bu, ölüyordum ben mutlu değildim. Kafama sıkma isteği duyuyordum, kendimi Karadeniz'de boğmak istiyordum. Lakin yapamazdım, bu acıyı kimseye yaşatamazdım ama Hafsa'nın aşkı bana ölümü diletiyordu.
Sesli bir nefes verdim. "Yapacaksın Yavuz." Fısıldadım kendi kendime aynaya bakarken. "Yapacaksın.." Ceketimi aldım sandalyenin başından ve kapıya yürüdüm. Çıktım odamdan, adımlarım beni geri geri götürmeye çalışıyor ama ben onlara direnerek ileri yürüyordum.
Terasın merdivenlerinden aşağı indiğimde bizimkiler çoktan hazırdı. Babam iki elini önünde birleştirmiş parmakları arasındaki tesbihi çevirmekle meşguldü. Üstünde siyah bir takım vardı, içine beyaz bir gömlek giymiş ve boynuna bir kravat takmıştı. Muhtamelen buna onu annem zorlamıştı, çünkü babam kravat takmaktan da nefret ederdi.
Anneme baktım, saçlarına mor renkte boş bir şal bağlamıştı. Üstünde şalıyla aynı renkte bir kıyafet ve onunda altında kadifemsi bir etek vardı. Kaç yaşına gelirse gelsin benim gözümdeki en güzel kadındı. Özlem, annemin yanında durmuştu. Onunda üstünde beyaz bir elbise vardı.
"Fıstığım." Dedim neşeyle, becere bildiğim kadar iyi oynadım rolümü. "Ne güzel olmuşsun öyle sen." Annemin yanına varırken Özlem'i elinden tutup döndürdüm etrafında. "Abisinin gülüne bak be!" Özlem kıkırdayarak bana ayka uydurdu.
"Abi yapma başım dönüyo!" Sitem ederek bağırdığında tebessümle durdurdum onu ve aşağı eğilip alnına bir öpücük kondurdum. "Çok güzel olmuşsun." Gülümseyerek baktı bana.
"Sende çok yakışıklı olmuşsun abi!" Gülümseyerek doğrulttum sırtımı. Annem elini göğsüme koyup vurdu birkaç kez. "Olacak tabi, babasuna çekmuş işte! Aynı senun gençluğin Mahir bey!" Annem bu bir haftadır babamla beni bir araya getirmek için bahaneler üretip durmuştu. Tabii ikimizde farkındaydık bunun.
Babamla göz göze geldiğimizde bana küçük bir tebessüm etti. Gözleri bir gururla gezindi üstümde, boydan boya izledi beni. Pişmandı attığı o tokatdan dolayı, bende zaten Hafsa'yı unutacağıma dair bir söz vermiştim ki bu yalandı.
"Ula napayisiniz!" Abim odasından çıktığında hepimiz ona döndük. Siyah bir gömlek giymişti, onunda altına aynı renkte bir pantolon. Gece karası saçlarını geriye taramıştı. "Ha bensuz aile sohbetu mi yapayisunuz? Kırılurum ve sizde benu kırduğunuz içun para vermek zorunda kalursunuz!" Gülerek baktım ona.
"Her konuyu paraya getirmeyi nasıl başarıyorsun? Hiç değişmeyecek misin sen?" Dediğimde Cafer işaret parmağıyla beni gösterdi.
"Değişursam-" dördümüzde aynı anda homurdandık, babam bile. "Şerefsuzim demişmuydim?" Cafer abim gülerek kollarını iki yana açıp yürüdü bize doğru.
"Canum ailem, nasida taniyiler beni gözlerum yaşardi." Annem gülerek dikti gözlerini Cafer'e. "Hadi da, geç kalacağuz saat üçe geliyi çıkalum artık." Özlem çoktan ön kapıya yürürken ben olacaklardan korkar gibi derin bir nefes aldım. O an babamın telefonu çaldı.
Annem dışarı yürürken abimle ben kaldık yanında.
"Alo?" Dedi açarak telefonu. Birkaç saniye sonra çatıldı kaşları. "Ula iki hesapi yapamiyisiniz siz!" Öfkeli sesiyle çenesini sıvazladı. "Tamam kapa! Halledeceğum!" Telefonu kulağından çekip öfkeyle kapatma tuşuna bastı.
"Noldi baba?" Dedi Cafer abim merakla. Babam sesli bir nefesle baktı bize. "Şirketten aradular, hesaplarda bi sorin olmuş." Dönüp bana baktı. "Yavuz saa zahmet, gidip bakar misun şu hesaplara?" O düğüne ne kadar geç gidersem benim için o kadar iyiydi. Kaçacak yer arıyor gibiydim.
"Giderim babam." Başımı salladım. "Siz gidin düğüne, ben ilgilenirim." Babam salladı başını ve elini koydu abimin sırtına. "Hadi oğlum." Diye fısıldadı, onlar ikisi kapıya yürürken bende ellerimi ceplerime koyup sesli bir nefes verdim. Başımı kaldırıp baktım gökyüzüne.
"Sana koşa koşa gelen bu ayaklarla senden kaçmakta varmış, Hafsa'm." diye döküldü kelimeler dudaklarımdan. Ardından usulca salladım başımı iki yana ve çıktım evden şirkete gitmek için.
***
Hafsa Polatlı.
Üstümdeki gelinlikle aynada kendime baktım. Yanaklarım al al olmuştu. Kalbim göğsümde öyle hızlı atıyordu ki sanki yerinden çıkacakmış gibiydi. Mutluydum, o mutluluk tüm kalbimi sarıyordu. Biraz sonra sevdiğim adamla kağıta imza atacaktım. Ben sonunda sevdiğim adama kavuşacaktım. Kapattım gözlerimi ve sakinleşmek için bir nefes verdim. Üstümde hafif kabarık bir gelinlik vardı.
Fazla abartmak bana göre değildi, zaten tek istediğim şey mutlu olmaktı.
"Pişt." Kapıdan gelen sesle başımı oraya çevirdim. Abim Tufan kafasını kapının arasından içeri uzatmış bana baktı. Gözleri üstümdeki gelinlikte gezinince tebessüm etti. Çocuğuna bakan bir babanın gözleriyle izledi beni.
Kapattı kapıyı ve içeri girdi. "Hafsa." Diye fısıldadı hafifçe titreyen sesiyle. "Çok güzel olmuşsun kız." Dolu gözlerle izlerken ellerini koydu beline ve aşağıdan yukarıya süzdü beni. "Ne çabuk büyüdün be kızım sen." Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde ofladım.
"Ay abi.." dedim dudaklarımı şakacıktan büzerek. "Yapma şöyle, makyajımı akıtacaksın!" Yürekten bir kahkaha atarak hızla sildi gözünden akan yaşı.
"Suç mu ağlamak?" Yanıma gelip elini başımın arkasına koydu ve alnıma bir öpücük kondurdu. "Kardeşim gelin olmuş gidiyor, bırakta ağlayalım!" Gülerek girdim kolları arasına ve sıkılca sarıldım ona.
"Gelin olmuşsam ne olmuş?" Fısıldadım şefkat dolu bir sesle. "Ben hâlâ senin küçük kardeşinim!" Gülerek o da sarıldı bana. "Öylesin tabi! Hele o şerefsizin cesareti var kırsın maymunumun kalbini bak ben neler yapıyorum o it oğluna!"
"Abi!" Dedim başımı geri çekip sahte bir öfkeyle. "Çok ayıp, enişten o senin!"
"Kıçımın eniştesi." Tufan devirdi gözlerini. "Sevmiyorum ben o çocuğu, gel vazgeç başka koca bulurum ben sana." Ofladım ve döndüm aynaya, tekrar baktım kendime.
Kahverengi saçlarımı açık bırakmıştım. Kahküllerim alnımı kapatıyordu, üstümdeki gelinlik hoş bir şekilde sarıyordu vücudumu.
Yüzümdeki sade makyaj, duvağım, ve ayaklarımda ki beyaz topuklular birbirleriyle uyum sağlıyordu. Kahverengi saçlarım sırtıma kadar uzanıyordu, sanırım en sevdiğim şeydi kahverengi saçlarım. Turkuaz gözlerim kendimi izledi. Acaba Tarık gördüğünde nasıl bir tepki verecekti?
"Gelmedi mi Tarık?" Dedim abime bakarak, nedense içimde anlam veremediğim bir huzursuzluk vardı.
"Gelir." Dedi Tufan nefesini vererek. "İşi uzamıştır, hadi ben iniyorum aşağı sende hazırlan in çok kalma babam kızıyor biliyorsun." Usulca başımı sallayarak onayladım onu.
Babamı kızdırmak isteyeceğim son şeydi. Öfkeli bir adamdı, acıması yoktu. Yıllarca ondan gördüğümüz işkenceler canıma yetmişti. Acımasız bir adamdı, her şeyi yapabilecek kadar acımasız.
Birkaç saniye daha baktım kendime. Ardından masanın üstündeki telefonu alıp saate baktım. Tarık'ın çoktan gelmiş olması gerekiyordu ama ortalarda yoktu. İçime düşen anlamsız endişeyi bir kenara ittim. Ama dakikalar geçtikçe bu huzursuzluk hissi arttı. Nefesimi verip gelinliğimin eteklerini toplayarak çıktım odadan.
8 yaşıma kadar babamla İstanbulda yaşamıştık. Annem öldüğünde, geri Karadeniz'e dönmüştük. Buraların şivesini bilirdim, ama İstanbul'da yaşadığım için oranın ağzına daha alışıktım. 22 yaşıma geldiğimde, yani üç sene önce Tarık'la tanışmıştım.
İlk görüşte aşktı bizimkisi. Daha beni tanımazken babama karşı korumuştu. Pazarın ortasında babam ile kavga ederken bana atmak istediği tokatı durdurmuştu. O günden sonra her gün karşılaşmaya başladık, ve zaman geçtikce açıldık birbirimize. Bugün evleniyorduk, ve heyecandan tüm vücudum titiriyordu.
Ama bu heyecan dakikalar geçtikce soldu. Tarık gelmedi, iki saat geçti. Koca iki saat, ama Tarık ortada yoktu. Bir şey mi olmuştu? Bırakmış mıydı beni? Bunu düşünmek istemedim. Bunu düşünemezdim, o beni düğün günü terketmiş olamazdı.
Düğün masasında tek başıma oturuyordum. Kollarımı göğsümde kenetlemiş ağlamaya hazır bir şekilde bakıyordum masaya. Tüm misafirler aralarında fısıldaşıyordu.
"Cihan bey işlerim var ama benim." Nikah memuru sabırsızca konuştu. "Başka nikahlarada yetişmem gerek!"
"Biraz daha bekleyin lütfen." Babam öfkeli gözlerini benden çekip baktı nikah memuruna. "Gelecektir şimdi." Tarık'a ulaşmaya çalışan abime döndü. "Açmıyor mu!?" Öfkeyle sorduğunda abim kaldırıp indirdi omuzlarını.
"Açmıyor!" Dedi rahatsız ifadesiyle. "Nerde ulan bu pezvenek evladı!" Bir kez daha numarayı çevirip tuttu telefonu kulağına ama faydası yoktu.
"Yeter ama." Nikah memuru kalktı ayağa. "Benden bu kadar, başka zamana Cihan bey işlerim var." Çantasını hızla toplarken babam onun kolunu tuttu.
"Gitmeyin, iki dakika lütfen." Beni evlendirmeye pek meraklıydı. "Üzgünüm Cihan bey, ama daha fazla kalamam." Nikah memuru kolunu çekip uzaklaştığında babam öfkeli gözlerini bana çevirdi.
"Nerde kaldı senin bu nişanlın!" Elini masaya vurduğunda üstümdeki geliniğin eteğini sıkarak irkildim.
"Dur bir baba sende!" Abim öfkeyle söylendi Tarık'a ulaşmaya çalışırken.
Gözlerim daha çok doldu. Ağlamaya hazırdım. İnsanların fısıldaşmaları canımı daha çok yaktı.
Tarık beni nikah masasında terketmişti.
Masanın üstüne bıraktığım telefonuma mesaj sesi gelince içimde bir umut yeşerdi. Hızla ellerimi eteğimden çekip titreyen parmaklarım arasına aldım telefonu. Ama ekranda gördüğüm mesaj nefesimi kesti. Tüm vücudumda kesikler oluştu, o kesikler kanadı ve benim ruhumu öldürdü.
"Affet beni, yapamadım Hafsa. Başkasını seviyorum, evlenemem seninle özür dilerim..."
Dudaklarım arasından çıkan titrek nefesle gözlerim boşluğa daldı. Yanağıma akan bir damla yaşı hissettiğimde abim hızla bana baktı. "Hafsa." Dedi endişeyle ve telefonunu cebine koyarak koşar adım geldi yanıma. "Ne oldu?" Benim omuzlarım çökerken kaşlarını çatarak aldı telefonu elimden.
"Ne o?" Babam aynı öfkeyle abimin yanında durarak başını uzattı öne. Ekrandaki mesajı okuduğunda sanki tüm öfkesi vücuduna saldırdı.
"Ulan!" Abim bağırdı öfkeyle. "Ulan öldürürüm ben bunu, ne diyor lan bu!"
"Belliydi böyle olacağı!" Babam bağırdığında irkildim yerimde ve gözyaşlarım aktı. "Bir erkeği bile elinde tutmayacak kadar beceriksizsin!" Bakışlarımı önümden kaldıramazken ağladım sessizce.
"Belliydi seni bırakacağı!" Öfkeyle sandalyelerden birine tekme atıp devirdi onu. "Üç sene fazla bile dayandı sana!"
"Baba saçmalama kızın ne suçu var!" Abim uyarı dolu bir sesle bağırdı. "Bağırıp çağıracağın biri varsa o şerefsize git bağır benim kardeşime değil!"
"Ulan yok ki bağırayım!" Babam tiksinerek bana baktı. "Adımı kirlettin!" Öfkeden elleri titiriyordu. "Ulan bir erkeğe sahip çıkamayacak kadar beceriksizsin!"
Tek düşündüğü kendi ismiydi. Ben burda ölüyordum, ama o sadece kendini düşünüyordu. Etraftaki insanlar merakla ve şokla izliyordu bizi. Kimsenin beklediği bir şey değildi Tarık'ın beni terketmesi. Çünkü ilk seneler ilişkimizi gizlesek bile son altı aydır herkes Tarık'ın bana nasıl aşık olduğunu görmüştü.
"Bunu da yaptın!" Bağırdığında elini beline atıp çıkardı silahını. "Yaşamaya bile değmiyorsun! En sonunda bunuda yaptın!" Silahı görür görmez kanım dondu. Ayaklarım benden habersiz haraket ederken vücudumu saran korkuyla ayağa kalktım.
"Baba delirme!" Abim hızla geçti babamın önüne. "Bırak o silahı!"
"Çekil ula!" Babam abimi geçip bana ulaşmaya çalıştı. Gözü dönmüştü, hiç acımadan öldürecekti beni. "Öldüreceğim onu!" Bana doğrulttuğu silahtan bir kurşun çıktığında abim hızla babamın kolunu havaya kaldırdı.
"Hafsa kaç!" Diye bağırdı dişlerini sıkıp bana bakarak. Ama benim vücudum bir şokun etkisindeydi.
"Bırak beni!" Babam öfkeyle abimin elinden kurtulmaya çalışıyordu. "Hakettiğini yaşatacağım ona!" Abim babamın elini havaya doğru tutarken bağırdı.
"Hafsa!" Sesi endişe ve korkuyla daha gür çıktı. "Kaç!" Babam gözü dönmüş bir şekilde bana bakıyordu. Öfkeden gözlerinin içi kızarmıştı.
Hızla topladım gelinliğimin eteklerini. Arkamı dönüp koşar adım uzaklaşmaya başladım. Korku tüm vücudumu sarmıştı hem ihanet, hemde babamın yaptıkları öyle çok yaktı ki canımı şuan ayakta bile nasıl durduğuma şaşırıyordum. Gözyaşlarım akarken uzun bahçeye koştum.
"Ramiz durdur şu kızı!" Babam korumalarından Ramiz abiye seslendiğinde göz göze geldik. Yüzünde kararsız bir ifade vardı.
"Abi çekil lütfen!" Dedim yalvaran sesimle, ölmek istemiyordum. Gerçi bir ölüdende farkım yoktu. Ramiz abi bir bana bir babama baktı.
"Ramiz abi izin ver gitsin!" Abim yalvarır bir sesle bağırınca babamı zapetmeye çalışıyordu.
"Kaç." Dedi Ramiz abi hızla sağa çekilerek. Dudaklarıma yumuşak bir tebessüm yayıldı. "Sağol abi!" Hızla koşmaya devam ettim ve çıktım bahçeden.
Ayağımda ki topuklular koşmamı engelliyordu. Gözyaşlarım akarken mahalleye çoktan çıkmıştım. Sokakta koşarken insanlar bana şokla bakıyordu. Muhtamelen şu anda herkes benim kaçtığımı düşünüyordu. Ama tam tersiydi.
Tarık başka bir kadın için bırakmıştı beni..
Mesajı hatırladığımda elim ayağıma dolaştı. Yere kapaklandığımda burkulan ayağımın acısıyla gözyaşlarım daha çok aktı. Meydanın ortasında üstümde bir gelinlike otururken resmen herkesin bakışları aynı merakla benim üstümdeydi. Ben bakışlarımı yere eğdim, ayağımın acısıyla zar zor haraket ediyordum. Aniden önümde son anda frene basan arabayla bakışlarım oraya döndü.

Dolu gözlerle arabanın içinde oturan adama baktım. Kehribardı sanırım hareleri. Gözleri beni izlerken bakışlarında büyük bir şok vardı. Sanki gördüklerine inanamıyormuş gibiydi. Birkaç saniye içinde kurtuldu o şoktan, hızla arabanın kapısını açıp indi. Gerçek olup olmadığımı anlamaya çalışır gibi baktı bana.
"Hafsa?.." diye döküldü dudaklarından ismim. Şu anda beni nereden tanıdığını düşünecek bir durumda değildim. Ayağım çok acıyordu, gözlerim kararıyordu.
Koşar adım yanıma geldi. Tek dizinin üstüne çökerken gerçek olmayan bir şeye bakıyormuş gibi bakıyordu bana. Sanki büyülenmiş gibi bakıyordu.
"Ne oldu sana?" Endişeli bir sesle sorduğunda yüzünde acı vardı. Yabancı bir adamın benim için böylesine üzülmesi karıştırdı kafamı.
"Hafsa!" Babamın sesini duyduğumda irkildim korkuyla.
"Yardım et bana!" Hızla döndüm önümdeki adama. "Öldürecek beni! Ölmek istemiyorum, yürüyemiyorum ayağımı burktum yardım et bana!" Başka çarem yoktu. Önümdeki bu yabancıya yalvarmaktan başka çarem yoktu.
"Kim öldürecek seni?" Çattı kaşlarını. "Babam." Dedim korkuyla, tek kaşı havalandı. Ardından dudaklarına tehlikeli bir tebessüm yayıldı.
"Öldürsun bakalum, nasi öldüreyi." Aniden bir kolunu bacaklarımın altından geçirip diğer kolunuda sırtımın arkasına dolayarak aldı beni kollarına. Beklediğim bu değildi, herkesin içinde yaptığı bu haraketle etraftakiler resmen bizi ağzıları iki karış açık izliyordular.
Hızla arabaya yürüdü. Ben şokla ona bakarken arabanın arka kapısını açarak beni oturttu oraya. Kapattı kapıyı. Sürücü koltuğunun kapısına yürürken babam yolun başında gözüktü.
"Ula!" Diye bağırdı silahını doğrultarak. "Ula sen kimsin! Nereye götürüyorsun kızımı!"
"Kaçırayirim kızını!" Yabancı alayla bağırdı. "Al ala biliursan." Arabaya binip hızla vitesi geri çekti ve bastı gaza.
Hiç çekinmeden babamın üstüne sürünce gözlerim daha da genişledi. Önde oturan bu yabancı bana neden böyle yardım ediyordu bilmiyordum, ama şuan tek istediğim şey kurtulmaktı. Ve eğer bugün kehribar gözlü adam olmasaydı, o meydanın ortasında bir kan dökülecekti.
O kan ise, bana ait olacaktı.
***
Bölüm sonu Allah'a emanet canlarım görüşürüz gelecek bölüm 🦋❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.82k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |