20. Bölüm

20 BÖLÜM-ÇIKMAZ YOL

Selin Eliz
selinelizben

Yeni bölümden herkese merhabalar💖

 

Oylamaları eksik etmeyin keyifli okumalar ✨💖

 

*****

 

 

 

~Yaz bunu bir kenara, gidersen unutursun.~Aysel Yakupoğlu.~

 

*****

 

Geçmiş.

 

Oturduğu koltukta camdan dışarıyı izliyordu Narin. Artık beş aylık hamileydi. Karnı saklayamayacağı kadar belirgin bir hale geldiğinde aileside elbet bu durumu öğrenmişti. Kemal ilk önce öz kızını öldürmek istemiş, annesi en azından buna karşı çıkmıştı. Ama Narin, bir şeyi çok iyi biliyordu. Bu ölüm kaderi ya kendisi için çizilmişti, ya da kızı için. Yolun sonu Narin için ölümdü, öyle ya da böyle kurtuluşu yoktu. Kızının ölmesine asla izin vermezdi, ve bunun için gerekiyorsa kendisi ölürdü.

 

"Ne düşünüyorsun?" Erkek kardeşi Cengiz'in sesini duyduğunda sıyrıldı düşüncelerinden.

 

Dalıp gitmişti yine, Cengiz alışkındı ablasının bu hallerine. İçten içe üzülmüyor değildi onun için. Cengiz babasının gözüne girmek isteyen, ama içinde bulunduğu durumdanda pek hazetmeyen birisiydi.

 

"Niye soruyorsun?" Narin sesli bir nefesle baktı ona. "Düşüncelerimide gidip babama yetiştirmeyi mi düşünüyorsun? Söyleyeyim o zaman-"

 

"Devran'ı düşünüyorsun." Cengiz sakin bir sesle konuştu. Yaslandığı kapı pervazından izliyordu koltukta oturan ablasını. "Hep onu düşünüyorsun. Ama öldü, ne kadar daha onun hayalini göreceksin?" Cengiz haklıydı sözlerinde.

 

Narin mahvetmişti kendisini, beş ay ne odasından çıkmış ne doğru düzgün bir uyku uyumuştu. Karnında bir çocuk vardı, onu yaşatan bir tek karnındaki küçük çocuktu. Oysa cinsiyetini bile bilmiyordu. Bu evden çıkıp gidip cinsiyetini öğrenmesine bile izin verilmemişti.

 

"Sana ne bundan?" Narin titreyen sesini bastırdı. "Artık gördüğüm hayallerinde mi hesapını verir oldum?"

 

"Onu demek istemedim." Cengiz gri gözlerini ablasına dikti. Ardından aynı bakışları çoktan belirgin olan karnına indi. Yüreğinde bir parça sızı hissetti. Ablası karnında bir çocuk taşıyordu, ve o çocuk kendisinin yeğeniydi.

 

"Ya ölmediyse?" Dedi Cengiz mırıldanarak. "Ya seni kandırıp çekip gittiyse? Değer mi kendini mahvetmeye?"

 

"Saçmalık!" Narin oturduğu koltuktan kalktığında gözlerinde kardeşine karşı kin oluştu. "O yaşasa gelirdi, iki eli kanda olsa beni burda bırakmazdı. Ama siz öyle şerefsizsiniz ki çocuğumun ölen babasının cesedine bile saygınız yok!" Doldu gözleri. "Sürekli ona hakaret edip duruyorsunuz! O sizin sandığınız gibi birisi değildi!"

 

"O düşmanın oğluydu abla!" Cengiz sert bir sesle konuştu ve içeri adımladı. "Sende bula bula gidip düşmanın oğlunu mu buldun? Aklını mı kaçırdın tüm bunların olacağını hiç mi düşünmedin? Aşık olduğun yetmezmiş gibi birde gidip-!" Eliyle karnını gösterdiğinde kapattı çenesini. Dili varmadı daha fazlasına.

 

"Gönlümedemi mühür vuracaktınız?" Narin'de yükseltti sesini. "Kime aşık olacağımıda mı siz seçecektiniz? İzin vermediniz! Hepiniz, bir oldunuz çocuğumun benim ve Devran'ın hayatının içine ettiniz!" Kin kusuyordu, bunun farkındaydı. Ama hakkı değil miydi? Beş aylık bir çocuk taşıyordu, babası mezarda kendiside yaşayan bir ölüden farksızdı.

 

"Bende ölmediyse diyorum." Cengiz acımasız bir şekilde konuştu. "Ya korkak gibi kaçtıysa abla, ya gerçekten de babam yapmadıysa?" Cengiz hâlâ babası yapmadı diye durumu inkar ederken, Narin o gece o frenleri kimin kestiğinden adı kadar emindi. Babasını tanırdı, babasını bilirdi. Ve bu ilişki gün yüzüne çıkar çıkmaz babasının ilk işi Devran'ı ortadan kaldırmak olmuştu.

 

Oysa yapmasaydı, oysa birkaç gün daha geç kalsaydı belki Narin şu an sevdiği adamın kollarında bebeğine çok güzel bir aile sunacaktı.

 

"Eğer kaçtıysa.." Dedi Narin öfkeli sesiyle. "Bilir Cengiz, eğer yaşıyorsa, ve beni bu cehenneme mahkum ediyorsa bir gün karşıma çıkarsa onun canını benim alacağımı bilir." Sözlerinde hiçbir gerçeklik payı yoktu, ama büyük bir eminlik vardı. Gerçek gelmiyordu ona tüm bunlar, çünkü Narin biliyordu.

 

Eğer Devran yaşıyorsa, gelirdi. Durum ne olursa olsun, ölümün ayağında olsa, ama nefes alıyorsa yine Narin'e geri dönerdi.

 

Cengiz'in sesli bir nefesle çöktü omuzları. Abisinin mavi harelerindeki o güveni, ve inancı, eminliği, görüyordu. O eminlik ve inanç Narin'in canını yakıyordu. Ne kadar acı olursa olsun Narin bir yerlerde Devran nefes alsın isterdi. Ama eğer nefes alıyorsa, geri dönsün isterdi. Ve geri dönmüyorsa, bu da gerçekten onu kaybettiği anlamına gelirdi.

 

"Çocuğu yaşatmam diyor babam." Cengiz'in çenesi kasılırken Narin yutkundu hafifçe. Daha fazla ayakta kalacak gücü yokmuş gibi yatağnın ayak ucuna oturdu.

 

"Çocuğuma bir zarar vermesine izin vermem." Eli korumacı bir tavırla karnına yaslandı. "Bana ne yaparsa yapsın, çocuğuma dokunamaz."

 

"Onu doğurduğun gün senden alacak biliyorsun değil mi?" Cengiz gözucu ablasına bakarken Narin kaldırıp başını baktı karşısında dikilen kardeşine.

 

"Onu kimseye vermiyorum." İddialı bir bakış attı ona. Annelik duygusu sarıp sarmaladı yüreğini ama bunun yanında bir nebze olsun korku hissettmekten kendini alıkoyamadı. Tek varlığı çocuğuydu, ve babası o çocuğu almak için uğraşıyordu.

 

"Vermezsen zorla alır, öldürür onu." Cengiz'in açık sözleri Narin'in yüreğini titretti.

 

"Önce beni öldürmesi gerekir!" Yükseldi sesi öfkeyle. "Ben ölmeden-"

 

"Seni öldürmez mi sanıyorsun?" Cengiz sitemle sordu. "İki cenaze aynı anda mı çıksın bu evden? İstediğin bu mu? İki dediğime bakma. Çocuğunun bir mezarı olmasına bile izin vermez." Narin'in yükselen öfkesi yavaş yavaş geri indi. Ne kadar nefret etsede bu durumdan, kardeşinin sözlerinde büyük bir haklılık payı vardı.

 

Kemal Ordulu bir canavardı. Çocuklara merhameti olmayan, öz çocuklarına bile acımayan bir canavar.

 

"Ne istiyorsunuz?" Bu sefer çaresizdi sesi. "Bir o kaldı geriye, benden ne istiyorsunuz Cengiz? Onuda benden alırsanız yaşamamın ne anlamı kalır?" Cengiz ablasının çaresizliğini sevmedi. Sıkıntılı bir nefes çıktı burnundan, ardından ablasına birkaç adım yaklaşıp tek dizinin üstüne çöktü. Baktı Narin'in gözlerine.

 

"Konuşurum babamla, bebek doğar doğmaz veririz Payidar ailesine." Sesi itiraza yer bırakmıyordu. "Ama sorun çıkarmaman gerek abla, sorun çıkardığın an bebeği yer yüzünden siler bunu çok iyi biliyorsun." Narin kardeşinin sözleri karşısında afalladı. Bu ihtimali daha önce hiç düşünmemişti, çünkü kızının kendisinden ayrılmasını hiç istememişti.

 

Ama içinden ne kadar lanet etsede bu duruma fazlasıyla mantıklı geliyordu. Lakin bu yüreğinin yanmadığı anlamına gelmiyordu, yine her şeyin sonunda çocuğundan ayrı kalacak tüm anlamını yitirecekti.

 

"Nasıl yaparım?" Narin dolu gözleriyle sordu. "Benden çocuğundan vazgeç diyorsun, evlatdan vazgeçilir mi? Ben ondan nasıl vazgeçeyim Cengiz Allah aşkına.."

 

"Başka çaremiz yok." Ellerini koydu ablasının kollarına. "Beni nasıl bir canavar olarak görüyorsun bilmiyorum. Ama kötü birisi olarak görüyorsun, işte bunu çok iyi biliyorum. Yinede inan bana, abla inan bana o çocuğun ölmesini istemiyorum." Duyduğu sözler Narin'i ufak çaplı bir şoka sokuyordu. Çünkü beklemiyordu, Cengiz kendisine ilk kez böylesine bir sıcaklık gösteriyor sanki ilk kez kardeşlik duygusunu Narin'e hissettiriyordu.

 

"Bir çocuğun ölmesini isteyecek kadar cani değilim. Hele ki her şeyden habersiz bir çocuğun." Sesi kısıktı. "İzin ver konuşayım, kabul et ki en azından yaşayacak bir hayatı olsun."

 

"Cengiz.." Narin' dolu gözleriyle başını omzuna eğdi. Hayır demek istedi, itiraz etmek istedi ama yapamadı.

 

"Bana bir evet de, gidip konuşurum babamla. İkna ederim bilirsin dinler beni, sen sadece söz ver. Susacağına söz ver abla." Narin başını eğdi aşağı. Kalçaları üstünde duran ellerinin parmakları avcuna doğru çekildi. Ağladı. Dudakları arasından sesiz bir hıçkırık kaçtı.

 

Ama kabul etti. Usulca aşağı yukarı salladı başını. Çocuğu ölmesin diye, bunu kabul etti.

 

"Tamam." Dedi Cengiz ablasının ağlamasını durdurmak ister gibi yumuşak bir sesle. "İnan bana, orda daha güvende olur. Biz o çocuğa mutlu bir aile vermeyecek kadar zalimiz abla." Bu ailenin içi zehirdi, her geçen gün biraz daha çoğalan ve hiç durmadan akmaya devam eden bir zehir.

 

Bir çocuk için, hele ki bir bebek için bir yuva değil hapisti burası. Çünkü bu evin bir zindanı vardı. Her itirazda çocukların kapatıldığı bir depo, her karşı gelişte üstlerine kapanan demir bir kapı vardı. Bu ev peri masalı değil, ateşin ta kendisiydi.

 

"Konuşacağım babamla." Başını hafifçe eğip baktı ablasına. "Canın bir şey çekiyor mu?" Niye sordu bu soruyu kendiside bilmiyordu, ama içinden gelmişti. Cengiz yüreğinde hiç hissetmediği kadar merhamet hissetmişti ve bu duygular ona yabancıydı.

 

Narin dolu gözleri arasından baktı kardeşine. Bırak ona canının bir şey çektiğini kimse bu olaylardan sonra yüzüne bile bakmamıştı. Ama şimdi Cengiz burda, ona bir şey isteyip istemediğini soruyordu.

 

"Çilek.." diye mırıldandı Narin.

 

"Çilek." Diye tekrarladı Cengiz nefesini vererek. Ardından küçük bir tebessüm etti. "Alacağım sana çilek, canın başka bir şey çekerse..söyle bana." Narin salladı usulca başını. Bir elini kaldırıp kardeşinin saçlarına koydu. Uzun zaman olmuştu kardeşine böyle yakın hissetmeyeli, çocukken Narin'in peşinden ayrılmayan Cengiz büyüdükce babasına çekilmişti. Babası onu kendisine benzetmiş, Cengiz hangi tarafta olacağını şaşırmıştı. Şimdiyse içindeki ses, ablasının yanında olmasını söylüyordu.

 

Bazen anlaşamasalarda Narin iki kardeşinide aynı şekilde severdi. İyisiyle kötüsüyle kalbi onları böyle kabul ederdi.

 

Narin, Cengiz'in onca acı dolu kelimesinin altında yatan imaları çok iyi bilirdi. Cengiz belli etmese bile ablasına değer verirdi. Her ne olursa olsun içinde bir yerlerde onun üzülmesini istemezdi. Bu yüzden artık Devran'ı düşünmesini istemiyordu. Cengiz ablasının Devran'ı unutmasını istiyordu, ve Narin için bu mümkün değildi. Aşk'ı unutmak onların sandığı kadar kolay değildi.

 

Devran yaşamıyordu. Eğer yaşasa o zaman Narin'e geri dönerdi. En azından Narin böyle düşünüyordu..

 

Şimdiki zaman.

 

Hafsa Polatlı.

 

Aklımı kurcalayan onca şeyle birlikte donup kalmıştım. Mahvolmuştum, çünkü içimde yaşadığım onca duygunun başka bir açıklaması olamazdı. Bulduğum her çıkış yolu çökmüş, açmaya çalıştığım her kapı sert bir şekilde yüzüme kapanmıştı. Ve ben o seslerin altında, o çaresizlikle boğuşuyordum.

 

Yavuz.

 

Aşık olduğum adam.

 

Karnımdaki çocuğun babası.

 

Müebbet hapis cezasına çarptırılmıştı.

 

Kafamda tek bir kelime dönüp duruyordu. "Müebbet." Yıllar demekti. Aylar demekti. Günler, saatler, dakikalar, hatta saniyeler demekti. Bir son demekti, asla başlamayan bir hikayenin sonu demekti tüm bu dinlediklerim. Canım daha önce hiç böyle yanmamıştı. İncinmiştim, her zerrem incinmişti. Dengemi kaybetmemek için elim sıkıca önümdeki demirlikleri kavradı. Soluğum kesildi. Nefes alamadım, çünkü içime çektiğim nefes ciğerlerime takılıp kaldı.

 

Hakim'in ağzından çıkan cümle yüzünden her şey birkaç saniye içinde yaşanmıştı. Bu mahkeme hepimizin sonu demekti. En kötüsü, hayallerimizin sonu demekti. Yavuz kabul ettiği şeyle ne yaptığını bilmiyordu. Aklını kaçırmış olmalıydı, bu sefer kesinlikle delirmişti. Bundan emindim. Her zerrem ağlamamak için dayanırken titriyordu. Mahkemenin sona erdiğine dair duyduğum kelimeler bir türlü aklıma batmıyordu. İki polisin içeri girdiği, Yavuz'a doğru yürüdüğünü farkettim.

 

Diğerlerinin itirazları, Cafer'in çaresiz sözleri abimin Süleyman'ın ve Aziz'in şaşkınlığı Zerda'nın Nisa'ya sorular sorduğu. Hepsi boğuk bir şekildeydi. İstediğim bu değildi, hayal ettiğim bu değildi.

 

Deliller yoktu, suçlu diye atayacakları şahıs gelmemişti.

 

Devran yine bizi kandırmış mıydı?

 

Kalbim sıkıştı. Sanki kaburgalarım giderek küçüldü ve kalbim onların arasında sıkışıp kaldı. Öyleydi, öyle olması gerekiyordu. Yoksa yüreğimdeki bu acının başka bir açıklaması olamazdı.

 

Kendime gelmem saniyelerimi aldı, ve aklımda Yavuz'un bileklerine takılan kelepçenin tık sesi durmadan dolanıp durdu. Orda bir yankı yarattı. Ve ben bir daha o sesi asla unutmayacağımı farkettim. O geceki kadar çaresiz hissettim. Aynı sigara kokusundan nefret ettiğim kadar, kelepçe sesindende nefret ettim. Annemin öldüğü geceye eş değer miydi bu yaşadıklarım bilmiyordum, ama sigara kokusundan ne kadar nefret ediyorsam bu sestende o kadar nefret ettim.

 

Çaressiz hissettirdi, ve ben bu histende nefret ettim.

 

Bırak nefes almayı, tüm vücudum donmuştu. Hareketlerim kısıtlanmıştı, sanki birisi kollarımı tutmuş ayaklarımı yere çivilemiştide benim her zerremi yerin dibine gömmüştü. Benden habersiz kirpiklerime asılı birkaç damla yaş düştü aşağı. Başımı zar zor kaldırdım, ve baktım Yavuz'a. İki polis onu ortasına almış kapıya götürürken o da dönüp geriye bakamıyordu. Bana attığı o son bakıştan sonra bir daha benimle göz göze gelmemişti.

 

Diğerleride onun peşinden gidip beni burda unutmuştular. Kimi suçlaya bilirdim? Şu an herkes aklını kaybetmişti. Dizlerim titrerken dengemi kaybetmekten beni kurtaran Zerda oldu.

 

"Hafsa!" Betim benzim atmış bir şekilde ona baktığımda gözleri dolu doluydu. "Dur, dur tutun bana.." elini kaldırıp yanağıma koyacakken başımı geri çektim. Tuttuğum nefesim usulca kaçtı burnumdan.

 

"Ne.." konuşmayı bile unutmuş gibiydim. "Müebbet dedi.." şoku hâlâ atlatmış değildim. Bu sefer içimde başlayan yangın asla dinmeyecekti. Orda beni yavaş yavaş tüketecek en sonunda mahvedecekti bunu çok iyi biliyordum.

 

"Hafsa.." Zerda çaresizce adımı fısıldarken beni girdiğim boşluktan çıkarmaya çalışıyordu.

 

"Ne müebbeti ya?" Sesim kendimden habersiz yükseldi. "Ne müebbeti!" Zerda'nın kolları arasından sıyrılıp nerden bulduğumu anlamadığım o güçle birkaç saniye önce Yavuz'un çıkarıldığı o kapıdan koşar adım çıktım.

 

Uzun koridoru yeni dönüyordular. Gözlerimden yaşlar akarken kendime engel olamadım. Diğerleri Yavuz'u konuşturmak için kendilerini paralarken polisler onlara uzaklaşmalarını söylüyordu.

 

"Yalan söylüyor!" Süleyman'dan yükseldi bu ses.

 

"Yavuz kurban olayim, niye böyle edeyusin sen!" Cafer'in endişesi ve çaresizliği yüzüne yansıyordu. Ne kadar yapsada Yavuz'dan tek bir ses çıkmıyordu.

 

"İçerude nasi bir halt yeduğunin farkindamisin!" Zahir'in öfkeden ve endişeden kasılan sesini duydum.

 

"Aklını kaçırmışsın! Ne oldu söyle, konuşsana!" Abimdi bu sefer bağıran.

 

"Biri bir şey mi yaptı, susmasana oğlum!" Yine başka bir ses Aziz'den. Hepsinin çaresizdi yalvarışları. Umutsuzca ne olduğunu anlamaya çalışıyordular.

 

Polislere inat bir şeyler öğrenmeye çalışıyordular. Ama asıl kıyameti benim koparacağımı bilmiyordular. Çünkü içimde biriken duygular patlamaya hazırdı. Bu sefer susamazdım, bu sefer sesimi içime hapsedersem ben bir daha o karanlıktan çıkamazdım.

 

Ayaklarımın altından zemin kayıyordu sanki, hızla koşup onlara yetiştim. "Durun!" Bağırdım. Bağırışım iki polisinde sabrını sınadı ama ben umursamadım. Önlerine geçtiğimde gözlerimde tek bir duygu vardı, öfke.

 

Yavuz'a ilk kez böylesine öfkeyle bakıyordum. Çünkü mantığımı kaybetmiştim. İçeride ağzından çıkan her cümle bizim hayatımızı mahvetmişti.

 

"Gidemezsin, götüremezsiniz!" Belki bir deliden farksız davranıyordum. Ama şu an nasıl göründüğüm ya da nasıl konuştuğum umrumda bile değildi.

 

"Hanımefendi, yeter bu kadar bırakın işimizi yapalım!" Polislerden genç olan konuşunca başımı salladım iki yana.

 

"Hangi işi? O suçsuz!" Yavuz'a baktım. İki polisin ortasında öyle bir duruşu vardı ki sanki gerçekten suçlu oydu. Oysa o değildi, gözlerimin içine baka baka bana masum olduğunu söyeleyen adama inanmıştım ben, şimdi hakimin karşısında suçu omuzlarına yükleyen adama değil.

 

"Sen suçlu değilsin!" Yüzüne bağırdığımda bana baksın istedim. Ona karşı birkaç adım attım ama inatla kaçırıyordu gözlerini. Başımı kaldırdım hafifçe. "Gözüme bak!" Emir veriyordum, biliyordum. Sesim öyle sert öyle bir öfkeyle çıkıyordu ki, ama bunun yanı sıra ağlamayada hazırdım. Hemen şurda dizlerimin üstüne çökmemek için zor duruyordum. İstiyordum. Dizlerimin üstüne çöküp bağıra çağıra ağlamak istiyordum.

 

Ama bundan önce, onun bana hesap vermesini istiyordum. Gözlerime bakmıyordu, sanki hareleri benden kaçar gibi sağa kaymıştı. Benim kadar o da ağlamaya hazırdı. Gözlerinin beyazları kızarmıştı. Kehribar hareleri benden ilk kez köşe bucak bakıyor, ona sevgimi hissettirmemden korkuyordu.

 

"Sen yapmadın!" Bağırdım yüzüne karşı. "Yapmadığın bir şeyi niye kabul ettin!" Ellerim yakasına asıldığında gözlerini sıkıca kapattı.

 

Asla düşünmezdim, bir gün ellerimin Yavuz'un yakasında olacağını asla düşünmezdim. Ama şimdi burda, gözlerimin içine baksın diye ben onun yakasına asılmıştım. Gücüm yetmiyordu yinede onu sarsmaya çalışıyordum. Kendine gelsin istiyordum. Biliyordum, her şey için çok geçti. Ama en azından, ben ona inanmak istiyordum.

 

Diğerleri bu tepkim karşısında afallamıştı, artık Nisa'da Zerda'da buradaydı. Nisa'nın yüzünde hafif bir pişmanlık vardı. Yavuz'u içeriden çıkarabilmedi diyeydi bu büyük ihtimalle. Ama onunda bir suçu yoktu. Kimsenin suçu yoktu, ama Yavuz? Yavuz nasıl bunu kabul ederdi!

 

"Hanımefendi bizi güç kullanmak zorunda bırakmayın!" Polisin sert sesini duydum.

 

"Hiçbir güç beni burdan uzak tutamaz!" Yavuz'un yüzüne bakarken gözlerimin ardını sızlatan yaşlar vardı.

 

Oysa Yavuz bana bakmıyordu. Kaşları hafifçe çatılmış, her zerresi sanki kasılmıştı. Acıydı. Yüzündeki ifadenin ne olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyordum onu, ifadesi saf acıdan oluşuyordu.

 

"Sen gözlerime bakmadan kıpırdamam!" Titrek sesimle bir kez daha inlettim koridoru. "Aç gözlerini!" Yakasına asılan ellerim göğsüne indi ve onu ittirdim geriye. "Bir şey de!" Nisa'nın tek bir el hareketiyle polisler sıkıntılı bir nefes verip çıktılar Yavuz'un kollarından. Bu bir yüzleşmeydi ve Nisa buna izin verdi.

 

"Konuş!" Gözyaşlarım akarken artık onları durdurmadım. Resmen ona saldırdığımın farkındaydım. Ama aklım yerinde değildi. "Bana benden gitmenin hesapını vereceksin!" Bir kez daha çarptı ellerim onun göğsüne ve gücü yokmuş gibi geri sendeledi. Sanki dudaklarına mühür vurulmuştuda konuşamıyordu.

 

Ardından kalbi geldi aklıma. Pişman oldum. Göğsüne çarpan avuçlarım için kendime lanet ettim. Ne yapacağımı şaşırdım. Bir yanım onu incitmek istiyor, diğer yanım pişmanlıktan kıvranıyordu.

 

Aklım almıyordu, ortada hiçbir sebep yokken nasıl bunu kabul ederdi? Devran bizi kandırdıysa bile Yavuz bu suçu nasıl kabul ederdi! Aklım hiçbir şeyi düşünemeyecek haldeydi!

 

"Yavuz konuş.." titredi sesim. Yaklaştım ona gözleri beni görsün istedim. "Yalvarırım konuş."

 

"Ne duymak istiyorsun?" Yüz kemikleri hafifçe belirginleşti. Gözleri açıldı. "Duydun, her şeyi duydun Hafsa sana daha ne söylememi istiyorsun?"

 

"Gerçekleri istiyorum!" Ellerimi saçlarıma daldırdım ve fevri bir şekilde geri çektim. "Aklım almıyor! İçeride dediğin onca şey, sen nasıl..? Bana yapmadım demiştin, nasıl bu gün yaptığını söylersin!"

 

"Yaptım!" Kasıldı yüzü. "Sana söylediğim her şey yalandı, gerçekler bunlar o gece o tetiğe basan bendim!"

 

"O zaman bak gözlerime!" Ona doğru bir adım attım elim yukarı çıkıp çenesini kavradı. Başını bana çevirmeye çalıştım. "Bak, gözlerime bak!"

 

"Gözlerine baksam ne değişir? Bir katilin yüzümü görmek mi istediğin!?" Bana bakmadan o da yükseltti sesini.

 

"Sen katil değilsin!" Kafasını sokmak ister gibi sertdi sesim.

 

"Öyleyim!" Dişleri arasında yükselen tonu hafifçe titredi. Öyle bir yola girmişti ki, geri dönüşü yoktu. Karar verilmiş, Yavuz bir ömür boyunca benden alınmıştı.

 

"Değilsin!" Dolu gözlerle bağırdım. "Eğer öyleyse gözlerime bakarak söyle bunu!" Ben ondan asla şüphe etmezdim.

 

Yavuz'un çehresi duruldu. Kaçırdığı gözleri beni buldu. Sonunda kehribar hareleri benim turkuaz harelerimle buluştu. Benden gizlediği acılar ordaydı, neydi kabullendiği o acı bilmiyordum ama daha da katlanmış daha da berbat bir hâl almıştı. Dudakları hafifçe haraketlendi. konuşmak istedi. Ama kelimeler boğazına takılmış gibi yanakları hafifçe seğirdi. Başını hafifçe omzuna eğdiğinde sanki yapma der gibiydi.

 

"Mahvetme kendini daha fazla." Yüreği yanıyormuş gibi kısıldı sesi. "Benimle birlikte mahkum olmana izin vermem." Neydi bu sözlerin altında yatan anlam bilmiyordum, ama umrumdamıydı? Ben zaten bu yolun sonunda onunla mahkum olacakmış gibi hissediyordum.

 

Ve korkmuyordum. Yavuz'la olan mahkumluk bile benim için cennet demekti.

 

"Vazgeç artık benden, bir katilini nesini seviyorsun?" Kendinden tiksinir gibi konuştuğunda bu yüreğimi parçaladı. Öfkem yerini kırgınlığa ve acıya bıraktı. O hep kendinden nefret ederdi, ve bugün yine kendinden nefret ediyor yetmezmiş gibi benimde ondan nefret etmemi istiyor ve vazgeçmemi söylüyordu.

 

"Senin bir katil olduğuna, asla inanmayacağım." Dikleştirdim başımı titreyen vücuduma rağmen. "Ve sen gözümün içine baka baka bunu söylemediğin sürece ben asla susmayacağım!"

 

Ona olan inancım yaktı canını. Gördüm bunu gözlerinde. İrisleri hafifçe genişlerken kaşlarıda büküldü. Ondan vazgeçmemi istiyordu, delirmiş olmalıydı. Benim ondan vazgeçmem söz konusu bile değildi. Bakışlarında büyük bir ızdırap vardı belki o bilmiyordu ama ben o acıyı hissediyordum.

 

Çünkü seven, sevdiğinin acısını hissederdi.

 

"Konuş." Sesim bir nefes kadar kısıkken yaklaştım ona. "Gözlerime bakarak söyle ki, inanayım sana." Bana ağır gelen sözlerin altında kendim ezildim. "Söyle ki, inandığım o masum adamın bir yalan olduğunu öğreneyim. Bunu bana söyle ki, Yavuz. Senin nasıl bir cani olduğunu öğreneyim." Bilerek yapıyordum, belki onun canını yakıyordum ama şunuda biliyordum. Eğer Yavuz benim ondan nefret ettiğimi düşünürse, o zaman dayanamazdı.

 

Ve istediğim oldu. Yüzünün her zerresi acı çeker gibi kasıldı. Gözlerindeki o soğuk bakışı korumak istedi, ama yapamadı. İçinde barındırdığı duygular ona ağır geldi. Ağzını açıp bana tek kelime edecek gücü bu sefer kendisinde bulamadı. Eğer elinden gelse sanki şu an yere çökecek, acısını dindirmek için ağlayacak gibiydi. Ama yapmadı. Konuşmadı. Konuşmasa bile, ben onun sessizliğini anladım. O, bir baba Katil değildi. Yinede benden gitmeyi seçmişti.

 

Polisler bize daha fazla zaman vermeden onun kollarına girip yürüttüğünde elim çenesinden çekilip yanıma düşmek zorunda kaldı. İki elim yanımda yumruk oldu. Birkaç adım yerimde haraketlenip arkasından bakarken canımdan can gidiyormuş gibi her zerremde sızılar hissettim. Sanki vücudumun her yerine bir iğne batarak daha derine indi. Yavuz'un attığı her adım benim kalbimide parça parça söktü.

 

Ama bitmedi. O bitti sanıyor olabilirdi. Benim için hiçbir şey bitmemişti.

 

Bir şeyler vardı, ters giden bir şeyler.

 

Ve ben onları bulmadan, durmayacaktım.

 

******

 

Yazar.

 

Akşam saatleri olmuştu. Gecenin ayı gökyüzünde yavaş yavaş gözükürken herkes dağılmış gibiydi. Gibide sayılmazdı, dağılmıştılar. Yavuz bu ailenin kalbiydi. Ve ailenin kalbi, bir anda sökülüp alınmıştı. Aileyi ayakta tutan kişi, ellerinde kelepçe bir zindana hapis olmuştu. En nefret ettiği yerle bir kez daha buluşmuş, kurtulamayacağını anlamıştı.

 

Cezaevine götürülmüştü. Elbet acısı vardı, acısı hep vardı. Yavuz Payidar'ın acısı hiç geçmez hep bir yerlerde sızlar onu mahveder yavaş yavaş öldürürdü. Ama bugün, daha derine inmiş o acı daha derinde bir şeylere dokunmuştu. Bugün acısı, aşkına dokunmuş, aşkına zarar vermişti.

 

Bugün Hafsa'ya doknumuş, Yavuz'un korktuğu başına gelmişti. Acısı aşkını incitmiş, kendisinden çok o ateş aşkını yakmıştı. Bundan daha zor bir şey yoktu belki de, ama mecburiyeti bir kez daha Yavuz Payidar'ın ayaklarına pranga vurmuştu. Umudu vardı, onun umudu hep vardı. Ama bugün illet diye adlandırdığı umutuda sökülüp alınmıştı.

 

Mahkemeden önce sabah saatlerinde görüştüğü adam, yine onu bir dört duvara mahkum etmişti.

 

Aynı çocukkende olduğu gibi.

 

Sabah.

 

İki gündür kaldığı hücreden çıktığı an üstünden koca bir yük kalkmıştı sanki. Temiz havayı ciğerlerine doldurmuş, o rutubet kokusundan artık midesi bulanmaya başlamıştı. İki gündür ne uyuduğu uyku düzgündü, ne de yediği yemek. Ama hiç aç hissetmiyordu, normalde böyle olması gerekmiyordu. En azından günde bir kez bile olsa hücre hapsine giren şahıslara yemek getirildi. Ama iki gündür Yavuz'a bırak yemeği suyu bile çok görmüştüler. O an anlamıştı Yavuz, burda olan biten her şey Kemal Ordulu'nun emriyle yapılıyordu. Ve Kemal yine Yavuz'u aç susuz bırakmış, ona ezyet etmek için elinden geleni yapmıştı.

 

Şimdiyse çıktığı hücreden dolayı bir nebze olsun ferahlamıştı. Rutubet kokusunun yerine cezaevinin soğuk havasını kabul ederdi. Yanında yürüyen polisi takip ediyor, polisin onu yönlendirmesine izin veriyordu. Dudakları kurumuştu, ama su dilenecek değildi. Kemal'in adamlarına elbet yalvarmayacaktı. Gururu buna asla izin vermez, içindeki çocuk ihanete uğramış hissederdi. Sessizce polis onu nereye götürüyorsa takip etmişti.

 

Geldikleri kapı açıldığında polis ellerini çözmüş onu içeriye iteklemişti. Yavuz burnundan sıkıntılı bir nefes vererek adımlarını atmıştı sorgu odasına. Kendisi bir hayli berbat haldeydi, üstü başı toz saçları darma dağınıktı. Uykusuzluktan gözlerinin altı morarmış, muhtamelen açlıktan beti benzi atmıştı. Lakin hiçbirisi umrunda değildi, çünkü sevdiği kadın ona bir umut vermiş, onu içeriden çıkaracağına söz vermişti. Yavuz inanırdı, Yavuz Hafsa'nın her sözüne inanırdı.

 

Yeter ki o söylesin, yeter ki sözler onun dudaklarından çıksın o zaman Yavuz Payidar vurgun yemiş mecnun olurdu. Umrunda olmazdı. Kimin ona ne dediğini zerre umursamazdı.

 

Girdiği sorgu odasında başını çevirir çevirmez gördüğü çerçeve onu bozguna uğrattı. Kemal Ordulu sandalyesine yayılmış keyif alır gibi Yavuz'u izliyordu. Elbet keyif alıyordu, Yavuz'u düşürdüğü bu durumdan zevk alıyordu.

 

Yavuz'sa onun görür görmez kalbinde sadece saf nefret hissetmişti. Kaldırdı başını, onun önünde küçük duracak değildi. Dikleştirdi omuzlarını, oysa sırtı acıdı ama umursamadı. İki gün önce yapılan o kavgada aldığı darbeler yerini acıya bırakıyordu.

 

"Ne işin var burda?" Sesindeki duygusuzluğu bastırma zahmetine girmedi.

 

"Ziyarete geleyim dedim." Kemal sesli bir nefesle gülümsedi. Ama o gülüş sevgiden ya da dostluktan değildi. Her şeyin aksine Yavuz bu tebessümü tanırdı. Kemal kazandığı bir zaferi kutlar gibiydi.

 

"İyi, ziyaretini bir yerlerine sok kalk git." Önündeki bu adamdan hiçbir çekindiği yoktu. Çocuk değildi artık, aksine büyümüş onun karşısında bir dağ gibi dikilecek kadar güçlenmişti.

 

"Niye öyle diyorsun?" Kemal dirseklerini masaya yaslarken keyfi bir hayli yerindeydi. "Kıymetini bil çocuk, zira benden başka kimse bu bok çukurunda ziyaretine gelmeyecek."

 

"Fazla heveslenmişsin sen." Yavuz'un yüzünde alaycı bir ifade oluştu. "Ne oldu? İçeri düştüğümü duyar duymaz ayaklarını kıçına vura vura nasıl şunun başını daha fazla derde sokayım diye mi düşündün?" Birkaç adım attı içeride. "Bilmiyor muyum sanıyorsun piç kurusu? İki gündür benimle uğraşıp duruyorsun."

 

"Biliyorsun." Kemal rahat tavrından ödün vermeden sırıttı. "Biliyorsun, çünkü bilmene ben izin veriyorum, çocuk." Ardından gösterdi eliyle sandalyeyi. "Geç otur, oturacağın son rahat yerde bu sandalye olacak." Yavuz kısarak gözlerini baktı ona.

 

"Uzatma." Oturmayı reddetiği açıktı. "Ne demeye geldin buraya?"

 

"Söhbet etmeye." Dedi Kemal ve elini attı ceketinin cebine. Birkaç saniye sonra çıkardığı resmi bıraktı masanın üstüne. "Ve bunları vermeye." Onun sesindeki gururdan iğrendi bir kez daha Yavuz. Ona bakamdan sıkıntılı bir şekilde yaklaştı masaya. Ama çerçevesine dahil olan resimler sert ifadesini biraz olsun sarsıttı.

 

Özlem vardı o fotoğrafta. Küçücük bir çocuktu daha, bir sandalyeye bağlı kafasına bir silah dayanmıştı. Yavuz'un irisileri genişlerken o depoyu çok iyi tanıdı.

 

Nasıl tanımazdı?

 

Her bir çiziğine kadar duvarları ezberlemiş, o kokuyu orda yaşadığı hiçbir şeyi unutmamıştı. Yavuz Payidar'ın acı yuvası o depoydu. Asla unutmadığı, içinde hep bir yerlerde kendisini hapis tuttuğu yerdi o zindan. Şimdi o zindanda kız kardeşi sandığı yeğeni oturuyordu. Bir sandalyeye bağlı, severek okşadığı sarı saçlarına bir silah dayanmıştı.

 

Özlem'in gözlerinde yaşlar, daha önce Yavuz'un hiç görmediği kadar büyük bir korku vardı.

 

"Ne yaptın orospu çocuğu?" Küfür ağzından bir zehirden farksız fırladı. Eli hızla masanın üstündeki resmi aldı. Refleks olarak onu yaklaştırıp baktı. Kalbinin sesi beyninde bir yankıya neden oldu. Canı yandı, öfkesi yükseldi. En çok endişesi giderek katlandı, kendi çocukluğunu hatırladı. Ve şimdi onun cehennemi olan depoda Özlem vardı.

 

"Ona ne yaptın şerefsiz!" Yavuz kendine hakim olamadan bağırıp yumruğunu kaldırdı. Resim avuç içine doğru büzüşürken hiç vakit kaybetmeden attığı yumrukta çarptı Kemal'in suratına. Acı bir inleme duyuldu, o inleme sandalyeden sendeleyerek kalkıp yere düşmekten son anda kurtulan Kemal'e aitdi. Aynı inlemenin yerini kısa saniyeler içinde keyifli bir gülüş aldı.

 

"Hatırladın." Dediğinde zindana atıfta bulunur gibiydi. "Ya da hiç unutmadın.."

 

"Seni öldürürüm!" Resim elinden yere düşerken yürüdü Kemal'in üstüne. Onun yakasına asılıp arkadaki soğuk duvara yasladı. "Ona ne yaptın!"

 

"Bir şey yapmadım." Kemal'in sert sesi ve sert bakışları Yavuz'un harelerini takip etti. "Ama bu yapmayacağım anlamına gelmiyor." Dudakları bir sırıtışla yukarı doğru kıvrıldı. Yavuz bir kez daha yumruğunu kaldırdığında Kemal acilen konuştu.

 

"İstersen öldür beni burda, kır ağzımı burnumu gebert beni senin kararın." Kaldırıp indirdi omuzlarını. "Ama bunu yaptığın an, o mermi yeğeninin kafasında patlar." Havaya kalkan yumruğu öylece asılı kaldı. Yüzünün her zerresi kasılırken Kemal'e atacağı yumruğu ağzından kaçan haykırışla duvara savurdu. Ama acısını umursamadı bile. Şu an acı hissetmeyecek bir durumdaydı.

 

"Ulan şerefsiz!" Dişleri arasından çıktı sesi. "Ne istiyorsun, ne istiyorsun ulan orospu çocuğu!" Duygusal bir konuşma yapmayacaktı, Yavuz. Çünkü biliyordu, bugün o silah Özlem'in kafasına dayandıysa Kemal'in istediği bir şeyler vardı.

 

"O orospu umrumda değil." Kemal öz torunundan bahsederken bir hayli duygusuzdu. "Sizin kanınızı taşıyan birini öldürmek bana zevk verir." Nefesini verdi. "Elimde olsa çoktan sıkardım kafasına, ama bugün pek bir işime yaradı canım torunum." Torunum derken sesi hiçbir sevgi barındırmıyordu. Yavuz'un zihnine işleyen her cümle kontrolünü sarsıtıyordu. Önündeki adamın boğazına asılıp onu öldürmemek için zar zor duruyordu.

 

"Ne istiyorsun!" Tıslar gibi çıkan sesiyle sordu Yavuz. Daha fazla dinlemek istemiyordu bu adamı, kendisine daha fazla hâkim olmayacağını çok iyi biliyordu.

 

"Cinayeti kabul etmeni istiyorum." Kemal acımasızca konuştu. "O mahkemede, suçu kabul etmeni istiyorum." Yavuz'un tüm iradesi sarsılırken Kemal'in yakasına olan tutuşuda hafifledi. Bunu beklemiyordu. Kemal'in böyle bir şey isteyeceği aklının ucundan geçmemişti.

 

Ama şimdi düşmanı tam karşısında, Kemal Yavuz'dan böyle bir istekte bulunuyordu.

 

Ağırlığı vardı bunun. Büyük bir ağırlığı vardı.

 

Geride bırakacağı insanlar vardı. Ama eğer kabul etmezse hayattan koparılacak küçücük bir kız çocuğuda vardı. Yalan yoktu, lanet olsun ki Yavuz canavarını çok iyi tanıyordu. Onun nasıl bir hasiyetsiz olduğunu biliyor, istedikleri için ne kadar ileri gidebileceğini biliyordu. Yıllar öncesine dayanan bu kan davası bitmiyor, bir Azrail gibi bugün yine Yavuz'un karşısına dikiliyordu. Önce ondan hayatını çalıyordu, sonra abisi gidiyordu. Ardından kız kardeşi yeğeni çıkıyor, babası tek bir kurşunla yere serilirken şimdi de cinayeti kendi omuzlarına yükle diyordular.

 

Bir canı yakıyor, Yavuz'un idam ipini kendi boğazına geçirmesini istiyordular. Onu ömürlük bir zindana mahkum ediyordular.

 

Bu sefer onu aşkından ayırıyordular.

 

Özlem'i ölüme terkederse, nasıl yaşardı? Daha babasının kanları elinden gitmemişken şimdide küçücük bir kız çocuğunun kanını ellerine nasıl bulaştırırdı?

 

Onca koruma, diğerleri Özlem'in yokluğunu nasıl farketmemişti? Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirlerdi! Aklı bir türlü almıyordu..

 

"Onu nasıl aldın?" Dediğinde bir kez daha sıkılaştı elleri. "Ne yaptın, başka kimlere zarar verdin!"

 

"Kimseye." Dedi Kemal gelişi güzel bir şekilde. "Onun yokluğundan haberdar bile değiller. Kızlarımda, torunumda benimle." Keyifle konuştu. "Ve arkadaşlarının ruhu bile duymadı. Eve uğradıkları mı var sanıyorsun? Pekâlâ korumalarında pek sadık değiller. Bir telefona bakar, arkadaşlarının tek yaptıkları arayıp evden haber almak, son beş saatir eve uğramadılar bile."

 

Bir tek Özlem değildi Kemal'in elinde olan. Narin'de Ceylan'da o cehenneme tekrar girmişti. Sadece iki gün içinde, her şey berbat olmuştu.

 

"Sana neden güveneyim lan!" Dedi Yavuz dişleri arasında. "Nerden bileyim suçu kabul edersem onları bırakacağını!"

 

"Bana güvenmezsin hamenna." Kemal duygusuzca baktı öfkeyle onu izleyen adama. "Ama abine güvenirsin değil mi?" Yavuz'un kaşları kendisinden habersiz çatıldı. Kemal elini cebine atıp telefonunu çıkardı.

 

"Abin kurtulmuş İshak'ın elinden." Sabırsızca konuştu. "Ben eve baskın yaptığım sırada, o da bizden birkaç dakika sonra kızını almaya gelmiş olsa gerek. Adamlarım söyledi, eve geldiğinde kimseyi bulamamış çünkü ben çoktan onları almıştım. Benim olduğumu anlar anlamaz köstebek gibi izlerimi takip etmiş. Buldu, onada aynı şeyleri söyledim. Eğer o mahkeme salonunda suçu kabul edersen, o zaman yeğeninide kızlarımıda veririm. Ne de olsa daha sonra onları almak yine benim için fazlasıyla kolay olacak."

 

Yavuz pür dikkat dinliyordu nefret ettiği adamı. Gözü seğirdi hafifçe. Dişlerini sıkmaktan nerdeyse kıracaktı.

 

"Nerden bileyim doğru söylediğini?" Şüpheyle sorarken artık sesinde küçük bir yenilgi vardı. Kemal bunu farkeder farketmez gözlerinde muzdarip bir ışık parladı. Telefonundan kısa bir ses kaydı açtı.

 

"Senin mahvedeceğim orospu çocuğu! Kızıma bir zarar verirsen, hele Narin'e dokunursan sana bu dünyada cehennemi yaşatacağım duydun mu beni? Andım olsun beni yaktığını kadar yakacağım seni!"

 

Abisinin sesiydi bu. Günler sonra ilk kez bu kadar net bu kadar güçlü geliyordu. Devran Kemal'i bulmuş şimdi öz kızını ve sevdiği kadını almak için uğraşıyordu.

 

"Kaba konuşuyorsun, Devran Payidar." Bu sefer konuşan Kemal'di. "Sana kurallarımı söyledim, dua et kardeşin o kurallara göre oynasın. Yoksa daha sonra olacaklar beni ilgilendirmez."

 

O kurallar Yavuz Payidar'in bileklerine kelepçe vurmak, onu bir ömür zindan etmekti. Olmayan ömrüne, kelepçeler vurmaktı.

 

******

 

Aynı gün akşam saatleri mahkemeden sonra.

 

"Bir şeyler olmuş belli!" Tufan'ın isyan eder gibi sertdi sesi. Onca olan bitene bir türlü anlam veremiyordu. Yavuz'un orda kabul ettiği cinayet herkesin canından can almıştı. Kardeşi dediği adam hapse, öz kız kardeşi sandığı Hafsa'da çökmüş bir haldeydi. Hafsa gizlese bile, Tufan onun bu hallerini çok iyi bilirdi.

 

Mahkemede çıktıkları an eve gelmiştiler, Yavuz cezaevine alınana kadar onu takip etmiş en sonunda bir yol olmadığını anlamıştılar. Tek yol tüm bunlara kimin sebep olduğunu bulmaktı.

 

"Ne kadar çabalasamda bir görüşme olup olmadığını söylemiyorlar. Hepsi hayır diyor, ama bence yalan söylüyorlar." Dedi Nisa nefesini vererek onlarla beraber evin yürüyordu. İçinden bir ses onlara yardım etmesi gerektiğini söyleyip duruyordu, bu bir gerçekti ki Nisa Karaca genç zamanlarında bir çok kez Payidar ailesinin evine konak olmuştu. Yavuz'un babasıyla olan ilişkisine bizzat şahit olan insanlardan birisiydi. Ve Yavuz ne derse desin, o cinayeti onun işlediğine bir türlü inanası gelmiyordu.

 

"Yalan söyledikleri zaten açık." Dedi Süleyman bahçenin kapısına yürürken. "Aklım almıyor benim yenge, bu adam sana ben yapmadım demedimi!?" Süleyman'ın sorusuyla Hafsa baktı ona. Gözlerindeki acıyı gizliyor, ama kalbinin sızsını bir türlü dindiremiyordu.

 

"Dedi, bana dedi Süleyman." Acısını bastırdı. "O yapmadı, yalan söylüyor biliyorum." Hafsa bugün asla inanmayacağı yalanları dinlemişti. Ağzından kaçan nefesle birlikte sonunda geniş kapıyı geçerek bahçeye girdiler.

 

"Diğer korumalar nerde lan?" Aziz kaşlarını çatıp sorarken Hafsa'nın önüne eğdiği başı kalktı. Hepsinin bakışları bahçede dolandı. Bir şeylerin yokluğunu daha yeni farkediyordular.

 

"Zahir, ula kapiya diktuğun korimalar nereyedur?" Cafer şüpheyle sorarken Zahir'in gözlerinde ufak çaplı bir şok vardı. Ardından gözleri çalıların yanında yerde baygın yatan korumaya kaydı. Sertçe yutkundu.

 

"Ula.." küfür eder gibi fısıldadı. "Ula koşin ula!" Ayakları kendinden habersiz haraket ederken koşar adım eve girdi. Ne evin içinde korumalar vardı ne de dışında. Yalnızca bahçede birkaç baygın ya da cana vermiş korumalar vardı.

 

Onun peşinden diğerleri takip ederek koşar adım girdi içeri. "Nerdeler?" Dedi Hafsa korkuyla. Hepsi aynı anda birkaç saniye birbirlerine baktılar. İçeri adım atar atmaz ayaklarının dibinde baygın bir korumayı farkettiler.

 

"Baskın yapmışlar." Süleyman olan bitenin yeni farkına varmış gibi fısıldarken Aziz'in dudakları arasından bir küfür firar etti.

 

"Özlem.." dedi Hafsa telaşla. "Diğerleri? Onlar evdeydi!" Koşarak ikinci katın merdivenlerine yürüdü.

 

"Narin!" Bağırarak sesini duyurmak istedi, ikinci kata ulaşır ulaşmaz odaya yürüdü. Onun peşinden Zahir koşar adım takip etti. Hafsa odanın önüne varır varmaz kapıyı açtı. Kafasını içeri uzatıp sağa sola yatağa göz gezdirdi. Ama korktuğu başına geldi, evde kimse yoktu. Uzun saatlerdir eve uğradıkları yoktu. Bir şeyler olduğu açıktı.

 

"Hayır ya.." fısıltısı çaresizdi. Odaya girerek banyoya yürüdü. "Narin! Ceylan!!" Banyonunda kapısını açıp içeri baktı. Yine hiçkimse yoktu.

 

"Burda yoklar!" Dedi Hafsa endişeyle.

 

Zahir'in ifadesini kasvet sardı. Üstüne çöken hafif bir pişmanlık ve öfke bir araya toplandı.

 

"Nasi yoklar?" Sesi sorgular gibi endişeye sarıldı. Odadan uzaklaşıp bu sefer Ceylan'ın odasına yürüdü. "Ceylan!" Dediğinde belki de sesi ilk kez bir kadın için böylesine korku taşıyordu. Vakit kaybetmeden kapıyı açıp içeri baktı, lakin yine hiçkimse yoktu.

 

"Aşağıda yoklar." Dedi merdivenleri çıkan Zerda.

 

"Diğer odalardada yoklar!" Diye seslendi Cafer.

 

"Almişlar." Zahir elini saçlarından geçirirken kaşları hafifçe büküldü.

 

"İyide kim!" Dedi Tufan anlam veremeyen sesiyle. Hafsa Narin'in odasından çıkarken yüzünde hem endişe hemde düşünceli bir ifade vardı.

 

"Kemal." Dediğinde herkesin bakışları bir anda ona döndü.

 

"İçune edeyum ama böyle işun!" Cafer eliyle yüzünü ovuşturup dudakları arasından bir isyan savurdu.

 

O an sanki yavaş yavaş taşlar yerine oturdu. Emin değildi, Hafsa bundan emin değildi. Ama aklında tek bir şey vardı, o da tüm bunların Yavuz'un suçu kabul etmesiyle bir bağlantısı olduğu. Ceylan yoktu, Narin yoktu. En önemlisi Özlem yoktu. Özlem bir caninin elinde olabilirdi.

 

"O köpeğu konağa geldiğu gün gebertmem icab edeyidi!" Zahir belindeki silahı çıkarıp merdivenleri yürürken Zerda'nın yanından rüzgar gibi geçti. Daha kendisi bile anlam veremiyordu bu hallerine, elbet endişesi Özlem ve Narin içinde vardı. Ama bu farklıydı, kalbi sıkışıyor aklı Ceylan'a zarar gelir düşüncesiyle yarışıyordı. Neden böyle hissettiğine bir anlam veremesede o adamın Ceylan'a bir zarar verir düşüncesi Zahir'in kanını kaynatıyordu.

 

"Senden önce o piç kurusini ben geberteceğum!" Cafer'de silahına sarılıp Zahir'in peşinden indiğinde gözünün önüne sadece Yavuz'un kurtulduğu o gece gelmişti. Berbat hali, ve yaralarla dolu vücudu. Şimdiyse o canavarın elinde, küçücük kız çocuğu ellerinde büyüyen ve öz yeğeni olan Özlem vardı.

 

"Nereye gidiyorsunuz!" Nisa endişeyle onların peşine takıldığında diğerleride vakit kaybetmemişti.

 

Bu sırada Hafsa'nın gözleri Yavuz'la kendi odasına takılmıştı. iki gün önce eline bir silah almıştı. Çok korktuğu o silahı, eline almıştı. Bunu Yavuz için yapmıştı, aşkı korkusundan daha güçlü durmuştu. Ve bugün yine, gerekiyorsa Hafsa Payidar bir silaha sarılacaktı. Hiç düşünmeden odaya doğru haraket etti, içeri girer girmez yutkundu sertçe. Oda hâlâ günler önceki halindeydi. Dağınık, parçalanmış, mahvolmuş.

 

Burayı temizlemeye vakit bile bulamamıştı. Ve bu oda hâlâ günler öncesinin acısını taşıyordu.

 

Gözlerine dolan yaşları umursamadı. Koşar adım ayaklarını yere çarparak çekmeceye yürüdü. Yavuz'un silahlarını bu çekmecede sakladığını biliyordu. Daha önce görmüştü. Çekmeceyi çekti, tamda düşündüğü gibi. Orda birden fazla silah vardı. Çünkü Yavuz her an temkinliydi, bu eve taşınırken her an bir saldırı olabileceğinden korkuyordu. İşte bu yüzden bu çekmecede ve belki de odanın daha bilmediği nice yerlerinde silahlar gizlemişti.

 

Elini çekmecenin içine sokarak bir silah aldı. Soğukluğu hissetti, annesi kadar soğuktu bunun farkındaydı. Ama şu an bunu düşünmek istemedi. Çocukken, yani annesi ölmeden önce silahlara bir hayli ilgiliydi. Garip olansa hâlâ nasıl kullanılması gerektiğini unutmamıştı. Çocukken Nadir'in silahını çalar, onu inceler sonrasında bir güzel azarlanırdı. Nadir Hafsa'nın kendisine ya da bir başkasına zarar vereceğinden korktuğu için silaha dokunmasına izin vermezdi. Yine de Hafsa bunu umursamaz, o silahı her seferinde çalar nasıl kullanıldığını neyin ne işe yaradığını öğrenirdi. Birkaç kez Nadir'e öğretmesi için nerdeyse yalvardığında Nadir'de ona her şeyi bir bir anlatmıştı.

 

Burnundan verdiği bir nefesle elindeki silahı beline yerleştirdi. Sandalyenin başından kaptığı ceketiyle birlikte odadan çıkmak için arkasını döndü. Gözleri bir an duvarın dibinde duran yerde parçalara ayrılan evlilik resmine takıldı. Bahçeden gelen arabanın gaz seslerini duydu, Hafsa. Daha fazla zaman kaybetmek istemedi, kapının yanına yürüdü. Yerdeki resmi hızla aldı ve odadan çıktı. O resmi ceketinin cebine sıkıştırırken merdivenlere koşarak indi aşağı.

 

Yerdeki baygın ya da ölü olduğunu bilmediği korumaları geride bırakmak zorunda kalarak dışarı attı kendini. Hafif rüzgar tenine çarptı bir kez daha. Koşarak boş arabalardan birine yürüdü, neyse ki daha Süleyman ve Zahir araca yeni binmiştiler. Hafsa hızla arkadaki arabalardan birine oturduğunda öndeki arabayı takip etmek için hazırlandı. Kimse şu an düşüncek bir durumda değildi, herkesin odaklandığı tek bir şey vardı.

 

Özlem. Narin. Ceylan.

 

En büyük endişe ise Özlem'di.

 

Arabayı sürdükleri konum elbette Ordulu konağıydı. Hafsa'nın içinde büyük bir anlam yüklediği öfkesi mevcuttu. Eğer Yavuz'un bugün o suçu omuzlarına yüklemesinin sebebi Kemal Orduluysa o zaman Hafsa'nın tetiğe basacak kadar gözü dönerdi. Çünkü ondan alınan karnındaki çocuğunun babası, aşık olduğu adamdı.

 

Hiç vakit kaybetmeden önündeki arabayı takip ederken aklı hızla çalışıyordu. Yavuz'un tehdit edilme olaslığı fazlasıyla yüksekti, ve Hafsa bunu biliyordu. Dolu gözlerinden akan bir damla yaşı hızla sildi. İşte o an cebindeki telefonu çaldı. Bir eli direksiyondayken sağ elini cebine götürdü ve çıkardı onu. Ekranda gördüğü numarayı tanıyordu. Ve bu öfkesini daha da körükledi.

 

Telefonu açarak kulağına tuttı. "Ne var Allah'ın cezası!" Öfkesini önüne gelen ilk kişiye kusacak kadar kendini kaybetmişti. Ve belliki ilk kişi Devran oldu.

 

"Nerdesiniz?" Devran düz bir sesle sorarken bu Hafsa'nın sinirlerini daha fazla bozdu.

 

"Cehennemin dibinde, sen beni hangi yüzle arıyorsun!" Önündeki arabayı kaybetmemeye dikkat ederken konuştu telefona doğru. "Dediğin hiçbir sözü tutamayacak kadar adi bir şerefsizsin Devran! Bizi inandırıp sonra bok çukuruna itmekten çekinmeyen bir şerefsiz!" Ortada bir tehdit varsa bile, Hafsa hâlâ anlamış değildi.

 

Devran neden sözünde durmamıştı?

 

"Durum bildiğin gibi değil." Dedi Devran, sesinde pişmanlık vardı. "Kemal'in evine gidiyorsanız, gitmeyin. Narin'de Ceylan'da Özlem'de benim yanımda."

 

"Ne demek seninle?" Hafsa'nın öfkesinin yerini şaşkınlık aldı. "Ne demek seninle, ne tür bir saçmalık bu? Neler oluyor!"

 

"Atacağım konuma gelin, anlatacağım." Ardıdan tek bir kelime daha etmedi, Devran. Tek yaptığı telefonu kapatıp konumu göndermek oldu.

 

Hafsa yüzüne kapanan telefona kafa karışıklığıyla bakıyordu. Olan bitene anlam veremiyordu. Nefesi daralırken vakit kaybetmeden konumu abisine yollayıp kısa bir mesajla her şeyi açıkladı. Tufan'ın Zahir'i durdurup konuma yönlendireceğini çok iyi biliyordu.

 

Lakin kendisinin daha fazla gücü kalmamıştı. Musait bir yer bulur bulmaz arabayı kenara çektiğinde sesli bir nefes soludu dudakları arasından. Başını geri yaslayıp sol eliyle camın düğmesine basarak açtı onu. Anında içeri dalan soğuk havayla gözlerini kapattı.

 

Hiçbir şeye anlam veremiyordu. Ne Devran'ın oyunlarına, ne Kemal'in. Ne de o mahkeme salonunda Yavuz'un dedikleri. Hepsi bir ip gibi boğazına dolanmış, genç kadının nefesini kesiyordu. Ağlamamak için dirensede, pek becemiyordu. Kapalı gözlerinden siyah kirpiklerine birkaç damla yaş asıldı. Eli ceketinin iç cebine ilerledi, ordan çıkardığı resimle araladı gözlerinide.

 

Hafif ezilen resimi parmakları arasında tuttu. O düğünde mutluydu, Yavuz'un ona yaşattığı her anda mutluydu. Geri yasladığı kafasını öne eğdi. Dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu. O tebessüm gözyaşlarına meydan okudu. Diğer elide resmi buldu. Baş parmağı usulca ileri geri Yavuz'un üstünde gezindi. Ardından aynı gözleri karnına indi. Hem canı yanıyor, hem de o acının içinde küçük bir umutu olduğunu sürekli kendisine hatırlatıyordu.

 

"Seni ordan çıkaracağım sevgilim.." sesli bir nefes çıktı dudakları arasından. Ne kalbi ne de aklı Yavuz'u böylesine kaybetmeyi kabul etmiyordu. "Ne pahasına olursa olsun, seni orda bırakmayacağım."

 

Sözleri andım olsun der gibiydi. Yavuz'dan vazgeçmeyecekti. Onu kurtarmayı kafaya koymuş, her yolu deneyecekti. Ne olursa olsun, sonunda ölüm bile olsa Hafsa'nın durmaya niyeti yoktu. Çünkü Yavuz'un dört duvar arasında bir hayat sürmesi, zaten bir ölümden farksızdı kendisi için.

 

****

 

Yolda geçen birkaç dakikalık sessizliğin ardından yine gaza asılmış Devran'ın gönderdiği konuma gelmişti. Diğerleri kendisinden birkaç dakika önce eve varmış, çoktan kapıya dayanmıştılar. Hafsa geniş bahçeye parkettiği arabadan indi. Bu sefer farklı, ama büyük bir villaya gelmiştiler. Geçen sefer gittikleri yer İshak'ın evi olduğuna göre burası büyük bir ihtimalle Devran'a aitdi.

 

"Açsana ula şerefsuz!" Zahir öfkeyle ayağını kapıya geçirdiğinde Hafsa birkaç basamak olan merdiveni tırmandı.

 

"Noldu, niye açmıyor?" Dediğinde abisine baktı. Tufan burnundan soluduğu nefesle baktı kardeşine.

 

"O şerefsizin bir dediği dediğini tutuyormu ki, kim bilir yine ne haltlar çeviriyor!" Zahir'le Cafer kapıya vurmakla meşgulken Devran'ın sesi duyuldu. Aynı anda bir araba kapısının kapanma seside yankılandı bahçede.

 

"Bir haltlar çevirdiğim yok." Kendisi daha evde değil, yeni geliyordu. "Kapı kilitli." Hafsa onunla göz göze gelir gelmez içinden bir his silaha sarılmasını söylemişti. Ancak şu an yeri değildi, şu an önceliği diğerleriydi. Ve onların güvenliğinden emin olduktan sonra Devran'ın canını okuyacaktı. Çünkü bu durumda Devran'a bile güveni yoktu. Zaten olan onca şey Devran'ın intikamı yüzünden yaşanmıştı.

 

"Ne güzel." Dedi Nisa samimiyetiz bir tebessümle. "Aç o zaman, neyi bekliyorsun? Davetiye filan mı?"

 

"Sakin olun Avukat hanım." Devran nefesini vererek cebinden bir anahtar çıkarıp yürüdü kapıya doğru. Kendiside bir hayli yorgun gibiydi, birkaç gün önce dimdik duran Devran'dan sanki hiçbir iz kalmamıştı. Saçları dağınık, üstü başı düzensiz bir haldeydi. Sakalları hafifçe çıkmış, gözleri uykusuzdu. Bu olanlar onuda etkilemiş gibiydi.

 

Anahtarı anahtar deliğine sokup onu çevirdi. Kapıyı hafifçe itip içeri adım attı. Evin önünde olduğu gibi içindede birkaç koruma vardı.

 

"Nerdeler?" Dedi Hafsa ona bakarak. Öfkesini gizleme zahmetine girmedi. Bu yüzden sesi beklediğinden daha sert çıkmıştı.

 

"Üst kat, ikinci oda." Devran gözleriyle merdiveni gösterip ellerini ceplerine sokarken Hafsa ona bakma zahmetine bile girmeden yürüdü üst kata. Ayağındaki ayakkabıların sesi sert zeminde yankılanıyordu.

 

Diğerleride onu takip ediyordu, ve bunun tek bir nedeni vardı. Burdaki hiç kimsenin Devran'a güveni yoktu. Onların iyi olduğunu kendi gözleriyle görmeleri gerekiyordu.

 

Üst kata ulaşır ulaşmaz ikinci kapının önünde dayanan iki korumayı farketti, Hafsa. Adımlarını hiç durdurmadan oraya yürüdü. Kapıyı açmak için yeltendi, ama kitliydi. "Açın şunu." Dediğinde gözleri iki koruma arasında gidip geldi. İçlerinden biri usulca salladı başını. Çünkü burda yaşanacak her şey için daha öncesinden emir almıştılar. İçlerinden biri anahtarı takıp kapıyı açar açmaz Hafsa'nın gözleri Narin'e takıldı.

 

Narin kapının önünde birkaç adım uzakta dururken gözlerinde endişe vardı. Neden burda olduğunu bilmiyordu. Hatta onu kimin buraya getirdiğini bile bilmiyordu. Sadece şunu biliyordu, bu adam her kimse ona yardımcı oluyordu. Korumacı gözleri kapıdayken kollarında Özlem'i tutuyordu.

 

Ceylan'da ablasından birkaç adım geri durmuş endişeli gözlerle kapıya bakıyordu.

 

"Narin." Hafsa rahat bir şekilde nefesini verirken aynı nefes hem Narin'in hem Ceylan'ın burnundan kaçmıştı.

 

"Hafsa." Dedi Narin güçsüz bir şekilde. Hafsa birkaç adımla içeri girdi ve sarıldı ona. "İyi misin?" Diye sorduğunda Narin'de vakit kaybetmeden bir elini doladı Hafsa'ya.

 

"İyiyim, ben iyiyim siz iyi misiniz?" Dediğinde Hafsa usulca geri çekilip salladı başını. Gözleri anında Özlem'i buldu. Onun yorgun korkmuş ve çökmüş halini gördü. "Özlem." Dedi titrek sesiyle ve ellerini yanaklarına koyarak iyi olduğundan emin olmak istedi.

 

Onun peşinden kapının ucunda duran Zahir'in gözleri ilk önce Ceylan'ı buldu. Narin iyi olabilirdi, ama onun aksine Ceylan'ın dudağında bir yara izi vardı. Ve kolunda uzun kazağından dolayı belli olmayan birkaç morluk. Babasına karşı gelmek isterken epeyce hırpalanmıştı. Narin kendisine kalkan eli artık tutup bükerken Ceylan henüz kendisini nasıl savunacağını pek iyi bilmiyordu.

 

Aynı şekilde Özlem kollarını Narin'in boynuna dolamış yüzünü onun omzuna gömmüştü. Tek bir tepki alamıyordu hiçkimse ondan. Depodan çıktığından beri sessizdi.

 

"Ceylan." Zahir'in ağzından çıkan isim titrek bir nefesle çıkmıştı. Kimse artık şaşırmıyordu bu duruma. Zahir'in her geçen gün Ceylan'a nasıl çekildiği ortadaydı. Ve bu duruma en çok sevinen Süleyman'dı. Çünkü Süleyman'a göre Zahir yaşama umudu olmayan, ömrü boyunca kimseye tutunmayan birisiydi. Aşka inanmayan, duyguları zayıflık olarak gören ve bir gün ölmeyi bekleyen birisi. Annesinden sonra, yüreğinin kapısını herkese kitleyip annesiyle beraber o ateşin içinde yanan birisi.

 

Daha önce Zahir Çetiner'in sesi kimse için titrememişti. Ama bugün, o titrek nefesi ve sesi sadece Ceylan içindi.

 

Zahir koşar adım Ceylan'ın yanına yürürken Cafer'inde yaptığı ilk iş içeri girip Özlem'i Narin'in ellerinden almak olmuştu. Narin onu vermek istemesede, Cafer'den bir zarar gelmeyeceğini biliyordu.

 

"Özlem." Dediğinde bir eliyle onun sarı saçlarınıda geri itmişti. "Bak bakayim baa." Gerçekleri öğrendiğinden beri Özlem'le doğru düzgün bir diyalogu bile olmamıştı. Ama şu an açıkça umrunda değildi. Şu an önceliği Özlem'in iyiliğiydi. Bir gün içinde kimse çıkıpda hisleri değiştiremezdi. Özlem hâlâ Cafer'in küçük kız kardeşiydi.

 

"Oy abisinun güli." Özlem'in yorgun harelerine baktıkca canı yandı. "İyi misun, de bakayum baa."

 

"İyiyum." Diye mırıldan Özlem nefesini vererek. "Yorgunim."

 

"Bir şey mi oldi?" Kara gözlerini endişe sararken baktı Narin'e. "Nolayi yenge, bir şey mi oldi? Sizun ne işuniz varidur burda!"

 

"Evde baygın korumalar vardı." Dedi Tufan öfkeli sesiyle. "Neler oluyor, siz ne arıyorsunuz bu adamın yanında?"

 

"Bak bakayim." Zahir elini Ceylan'ın çenesine koyarken dudağındaki yarayı inceledi. "Kim yapti?" Dediğinde öfke kısa saniyeler içinde vücudunun her zerresine yayılmıştı.

 

"İyiyim ben." Ceylan nefesini verip konuşurken Zahir hafifçe daha sıkı tuttu onun çenesini.

 

"Ceylan, yalan dema baa, kim yapti buni?"

 

"O mu zarar verdi size?" Hafsa şaşkınca sordu. "Noluyor, Narin bu haliniz ne?"

 

"Kim?" Dedi Narin aciliyetle. "Kimden bahsediyorsunuz, Hafsa? Bizi buraya kim getirdi bilmiyorum! Korumalar konuşmuyor, iki saatir burda kilitliyiz, biri bir şey yapacak diye aklım çıktı sizin burda ne işiniz var Allah için biri her şeyi anlatsın artık!" Aynı saniyelerde odayı sessizlik sardı. Herkes birbirine kısa bir bakış attı. O an anladı Hafsa, Narin'in onu buraya kimin getirdiğinden haberi bile yoktu.

 

Elbet yoktu. Devran yine korkaklık etmiş, sevdiği kadını kendi evine getirmiş ama onun karşısına çıkmamıştı.

 

"Nerdeydiniz siz?" Diye sordu Süleyman.

 

"Babam aldı bizi." Ceylan yorgun bir nefesle konuştuğunda Zahir'in gözleri hafifçe kısıldı.

 

"O şerefsuz yapti.." sesi dişleri arasından çıkarken öfkeden kısıktı. "O piç kurusi saa eluni mi kaldirdi!"

 

"Zahir Allah aşkına bir sakin ol!" Ceylan ona baktı hafif dolu gözlerle. "İyiyim ben, bir şey olmadı!"

 

"Bu bir şey olmamiş halin mi ula!" Bağırdığında Ceylan'ın hafifçe irkildiğini farketmeyecek kadar öfke sarmıştı kendisini. "Tokat mi atti sa, hangi eliyle vurdi!"

 

"Zahir lütfen!" Ceylan onu sakinleştirmek isterken Zahir sıktı dişlerini.

 

"Ya hangisi olduğuni söyle, ya da hiç farketmez bileyumusin iki elunde birden keseceğum o şerefsuzun!"

 

"Zahir, tamam gitme üstüne!" Tufan araya girmek istediğinde Zahir öfkeden kararan harelerini çevirdi ona. "Karişma! De baa hangi eliyle vurdi!"

 

"Demiyorum bir şey!" Ceylan bir adım geri atıp Zahir'in elinin havada kalmasına neden oldu. "Sende git kır öyle mi? Demeyeceğim!"

 

"Ceylan! Delurtme benu!" Zahir'in öfkesi durmadan çoğalıyordu. Aklını kaybedecek gibi olmuştu. Ve bu Ceylan'a kalkan o tokat yüzündendi.

 

"Abi bir sakin ol." Hafsa birkaç adımla Ceylan'ın yanında duran Zahir'in yanına yürüdü.

 

"Diyecek misun? Yoksa gidup iku elunede keseyum mi!"

 

"Ya bir şey desenize şu arkadaşınıza!" Ceylan isyanla konuşurken baktı diğerlerine. İçten içe hoşuna giden bir durumdu Zahir'in bu endişesi. Ama bir yanıda şunu söylüyordu, Zahir'in ellerinde kan olsun istemiyordu. Bu bir şerefsizin kanı olsa bile, Ceylan bunu istemiyordu. Kendisi için birisine zarar vermesini istemiyordu.

 

"Ne diyelim?" Dedi Aziz. "Adam haklı, dur demeyeceğimize göre anca yanındayız deriz."

 

"Sonuna kadar." Diye onayladı Süleyman onu. "O şerefsiz sana el kaldırmadan önce düşünseymiş yenge."

 

"Ne yengesi ya!" Ceylan öfkeli gözlerle baktı onlara. Ama sesi hafifçe yükselince dudağındaki yarada ağzının haraketinden dolayı acımıştı.

 

"Bir sussanız mı acaba!" Zerda sonunda araya girdiğinde onlara azarlar bir bakış attı. "Yeri mi şu an bunun? Kimse kimseyi öldürmeyecek önce şu karmaşık durumu halletsek olmaz mı?"

 

"Ayrıca beni unutuyorsunuz." Dedi Nisa nefesini verip kapı pervazına yaslanmış bir halde. "Ve o babana on yıllık bir hapis cezası çıkaracağım haberin olsun." Ceylan'a yönelikti bu sözleri. "Avukat olmasam çeker vururdum, terbiyem musait değil."

 

"Bakın ben gerçekten artık düşüp bayılacağım az kaldı, içinizden biri bana burda neler olduğunu açık açık anlatır mı? Önce babam, sonra bu adamlar, neler oluyor!" Narin'in sesi gerçek bir endişe ve anlaşmazlık taşıyordu. Tüm bu olanları anlamaya çalışıyordu, ama babasının pençesinden nasıl kurtuldu bir türlü aklı almıyordu.

 

Aynı anda birkaç ağızdan sesli bir nefes kaçtı. Ceylan'ın konuşmayacağını anlayan Zahir daha fazla dayanamamış dönüp sert adımlarla Nisa'nın yanından geçip çıkmıştı odadan. Ceylan onun arkasından bakarken omuzları hafifçe çökmüştü. Cafer kollarında Özlem'i tutup ona neler olduğunu, orda başına neler geldiğini sorarken Özlem sessizdi. Narin'in kafası karışık Tufan, Aziz, Süleyman ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi.

 

"Hafsa abla.." Cafer'in sorularını es geçen Özlem bakışlarını Hafsa'ya çevirdi. Mavi hareleri yaşlarla sızlıyordu. Hafsa onun sesini duyar duymaz bakışlarını Narin'den çekmiş Cafer'in kollarında ağlamaya hazır kıza çevirmişti.

 

"Güzelim." Hafsa ona doğru yürüyüp Cafer'in kollarından almıştı vakit kaybetmeden. "Ne oldu, niye ağlıyorsun?"

 

"Abim nerde?" O ana kadar verilen her sorunun cevabı elbet kolaydı. Ama Hafsa için, en zoru ve cevabını kendisinin bile kabullenemediği bir soru olmuştu bu.

 

"Abin, iyi.." Kendisininde gözleri dolmak için hazırdı. Ama Özlem'in önünde ağlamamak için direndi. Narin'in gözleri kızıyla Hafsa arasında gidip geliyordu.

 

"Nasıl demedim, nerde dedim.." Özlem'in küçük ellerinden biri Hafsa'nın üstündeki kazağa tutundu. Bir cam simiti gibi tutundu ona. Sanki hayatı buna bağlıydı. "Abim öldü mü benim?"

 

Ani soruyla Tufan'ın ağzından bir küfür kaçtı. Cafer gözlerini sıkıca kapatıp odada volta attı birkaç kez. Ardından kendisine hakim olamayıp yumruğunu duvara geçirdi. "Köpek!" Dediğinde bu sitemi Kemal'eydi. Kemal'in Özlem'in kafasına böyle şeyler soktuğu çok açıktı. Kaç saat susan çocuk, Hafsa'yı görünce konuşmaya başlamıştı.

 

Narin dolan gözlerini kaçırarak eliyle ağzını kapatırken Hafsa'nın yüzü acıyla kasıldı. "Hayır." Sesi büyük bir sitemle doluydu. Başını hızla salladı iki yana. "Abin ölmedi, sana bunu o mu söyledi?"

 

"Abin öldü dedi, beni almaya gelmeyecekmiş artik." Dolu gözlerinden damlalar düşerken ağlamaya başladı. "Babam da ölmüş, öyle dedi!" Eli hafifçe çekiştirdi Hafsa'nın kazağını. "Abla, ben babamı istiyim!" Yüzünü Hafsa'nın omzuna bastırıp hıçkırarak ağladı. "Annemi isityorum, ben burda kalmak istemiyorum annemi babamı özledim!" Hafsa kulağının dibindeki hıçkırıkları dinlerken gözlerini sıkıca kapattı. "Eskiden oraya ait hissettmeyidim ama abla ben burayada ait hissetmeyirim ki! Evume dönmek istiyim!"

 

Küçük bir çocuğun sözleri her yürekte acıya neden oldu. Tufan ve Zerda ne yapacağını şaşırmış gibi birbirlerine baktıklarında Aziz ve Süleyman'ında onlardan aşağı kalır bir yanı yoktu. Zahir odadan çıktığından beri geri dönmemişti. Nereye gittiğiniyse kimse bilmiyordu, Süleyman bu durumdan kaçınmak adına dolu gözleriyle arkasını dönüp odadan çıktığında daha fazla dayanamamıştı. Tüm her şey sanki giderek biraz daha parçalara ayrılıyordu.

 

Her kelime bir hançerden farksız yaralıyordu bu odadaki her kalbi. Narin daha fazla ayakta duramayınca Ceylan onun elini tutup yatağa oturtmuştu. Annesi burdaydı, Özlem'in annesi burda önündeydi. Ama Özlem bundan habersiz, annesi sanıdığı kadını Hafize'yi istiyordu. Bu daha acıydı, çünkü Narin ne kadar çabalarsa çabalasın Özlem ona açılmamış ancak Hafsa geldiğinde konuşmaya başlamıştı. Öz kızına anneliğini hissettiremiyordu, nasıl yapardı? Anneliğin nasıl olduğunu bile bilmiyordu. Çünkü onun bu duyguyu yaşamasına hiç izin verilmemişti. Ne öz annesinden annelik görmüştü, ne de öz kızını büyüte bilmişti.

 

"Özlem bana bak." Hafsa'ın sesi sanki yanaklarına hiç yaşlar düşmüyormuş gibi sertdi. Oysa kendi içinde fırtınalar kopuyordu, ama bunu belli etmemek için her zerresini zorluyordu. Özlem hıçkırıkları arasında başını zar zor kaldırdı Hafsa'nın omzundan.

 

"Abin ölmedi." Dedi büyük bir meydan okumayla. "Tamam mı güzelim? Abine hiçbir şey olmadı. Abin gelecek, yine yanında, yanımızda olacak. Gördüm ben, gördüm ki ben abini birtanem hiçbir şeyi yok sapasağlim." Kuruyan dudaklarını ıslatırken ona bakan yaşlı mavilere kitlendi hareleri. "Abin gelecek, sadece biraz zaman alacak ama sana söz abin gelecek."

 

"İyi mi?" Özlem titrek sesiyle sorarken Hafsa salladı başını. "İyi elbet, abin çok güçlü seni hiç bırakır mı o? Gelecek tabi." Dediklerinin nasıl mümkün olacağını kendisi bile bilmiyordu. Ama yapacaktı, Yavuz'u bir şekilde içeriden çıkaracaktı.

 

"Peki babam?" Özlem gözlerinde umutla sorarken alt dudağı hafifçe titiriyordu. "Babamda gelecek mi?" Bu sefer sessizlik devam etti. Çünkü bu soruya verilecek bir cevap açıkça yoktu. Özlem'in bir babası vardı, ama onu tanımıyordu. Baba sandığı adamsa, gömülmek için bekliyordu.

 

"Niye cevap vermiyorsunuz?" Gözleri odada gezindi. Önce Hafsa'ya sonra gözleri dolu başı eğik olan Cafer'e baktı. "Abi, babam nerde? O neden gelmeyi?" Cafer nefesini verdi. Elini yüzünde gezdirirken Nisa'nın elini kolunda hissetti. Küçük bir cesaret jestiydi bu. Çünkü Özlem'e bu gerçekleri Cafer'den başkası anlatamazdı.

 

Cafer Nisa'nın mesajını anlamış gibi usulca salladı başını. Ardından birkaç adım attı ileri. "Gel bakayim." Özlem'i Hafsa'nın kollarından alırken sesli bir nefes kaçtı burnundan. "Konuşalim biraz." Hafsa ona teşekkür eder gibi bakarken Cafer kollarında Özlem'le çıktı dışarı.

 

Narin'in sessiz ağlamaları devam ederken Ceylan onun yanında hafifçe dizlerinin üstüne eğilmişti. "Abla.." dediğinde Narin elleriyle kapattı yüzünü.

 

"Annesini istiyor.." sesinde tonlarca acı vardı. "Annesi burda, ama hiç hissetmiyor Ceylan, beni tanımıyor..annesi olduğumu bilmiyor." Ağlamaktan gözlerinin içi kızarmıştı. "Ona anne olamadım, öyle kötü bir anneyim ki burda olduğumu bile hissettmiyor, benim yanımda güvende hissetmiyor."

 

"Abla öyle deme." Ceylan'ında sesi artık titremeye başlarken yeşil harelerine yaşlar dolmuştu. "Bilmiyor ki.."

 

"Bilmiyor." Narin'in dudaklarından küçük bir hıçkırık kaçtı. "Babası toprağın altında, annesi burda. Ama o hiçbirini bilmiyor.." Bu sözleri duymak Hafsa'nın midesinde bir bulantıya sebep oldu. Kimsenin Devran'ın yaşandığından haberi yoktu. Ceylan'ın bile yoktu, çünkü Ceylan o evin içinde neler olduğundan habersiz bir çocuk olarak büyümüştü. Birkaç gün öncesine kadar Özlem'in Narin'le Devran'ın çocuğu olduğunu öğrenmişti.

 

Ama daha önce onu hiç görmemişti, onu tanımamıştı. Gençliğine dair hiçbir resim görmemişti, çünkü o evde Devran konusu kapatılmış ve bir daha asla açılmamıştı. Gizli aşk ortaya çıkar çıkmaz, Devran'ı aradan kaldırmıştılar. O gün arabada otururken Devran'ı görse bile tanımamış, ve kimse o adamın Devran olduğunu Ceylan'a söylememişti.

 

Tüm bunlar Hafsa'yı biraz daha mahvediyordu. Devran öyle bir korkaktı ki, Narin'le Ceylan'ı buraya getirirken onların gözüne gözükmemişti. Ve tüm bu oyunların içinde, Hafsa'da onlara yalan söylemek zorunda kalıyordu. Dolu gözleriyle başını başka tarafa çevirdiğinde Nisa yaklaştı ona.

 

"Hafsa iyi misin?" Dediğinde Hafsa ona baktı. Usulca başını salladı iki yana.

 

"Değilim." Fısıltıyla çıktı sesi. Daha fazla dayanacak gücü yoktu. Dayanmak istiyordu, ama Özlem'in dudakları arasından çıkan her kelime direncini sarsıtmıştı. Ve aklında tek bir şey vardı..ya içeride Yavuz'a bir zarar gelseydi?

 

Kemal'in sözlerinin hepsi ucu açık bir uyarı gibiydi. Yavuz'a bir zarar vereceğini ima eder gibi küçücük bir çocuğa, öz torununa böylesine acımasız sözler söylemişti.

 

"Hafsa." Dedi Zerda birkaç adım ona yaklaşarak. Yeşil gözlerini dikti kız kardeşi gibi gördüğü kızın gözlerine. "Bana bak." Elleri yukarı çıkıp Hafsa'nın yanaklarına düşen birkaç damla yaşı sildi. Kendisinde gözlerinde yaşlar vardı, ama ağlamayı reddediyordu. "O kafandan neler geçiyor biliyorum." Zerda Hafsa'yı çok iyi tanır, bir bakışından onun nasıl hissettiğini anlardı. "Ama hiçbir şey olmayacak." Dudaklarında yorgun bir tebessümle güven vermek istedi. "Hem daha siz bebeğinizi büyüteceksiniz kızım var mı hemen öyle boyun eğmek? Kaldır başını."

 

Hafsa gözlerini sıkıca kapatırken Zerda onun çenesini parmakları arasına alarak kaldırdı. "Pes etmek yok." Dediğinde Hafsa usulca salladı başını. "Pes etmiyorum." Açtı gözlerini yavaşça. "Sonunda ne olursa olsun, pes etmeyeceğim."

 

*****

 

Gece artık tamamen çökmüştü. Saatler geçmiş, Devran hâlâ Narin'in karşısına çıkacak cesareti bulamamış salonda oturuyordu. Hafsa, Tufan Zerda ve Aziz'le birlikte Nadir'le küçük bir görüşme yapmak için gitmişti. Neler olduğuna dair hiçbir fikirleri yoktu, ama Nadir durmadan bir yolunu bulup Yavuz'u içeriden çıkarmak için çabalıyor ve bunun için bir plan yapıyordu.

 

Olan her şeyin farkındaydılar. Devran onlara tehdit mesajlarını göstermiş, Kemal'in oynadığı oyunları anlatmıştı. Hafsa tüm tahminlerinin doğru çıktığını anlayınca bir kez daha çıkmaza girmişti. Bu durumda Nadir'in planlarına göre haraket etmeye başlamıştılar. Ayrıca açık bir gerçek vardı ki, Nadir'in yardımı Devran'dan daha çoktu. Devran sessizce köşesine çekilmiş, yıllar sonra sevdiği kadın ve kızıyla aynı evde kalmanın verdiği hissi anlamaya çalışıyordu. Onun aksine düşman olan İshak artık bir dost gibi Nadir'e yardım ediyordu.

 

Süleyman bahçede oturmuş düşüncelerine boğulurken, Cafer odalardan birinde Özlem'e olanlara anlatmış hatta onunla ağlamış en sonunda ikiside uyuya kalmıştı. Onun aksine Nisa karakola dönüp olan biteni araştırıp son görüşmeleri araştırmaya devam etmişti.

 

Herkes bir taraflara dağılmış gibiydi.

 

"Zahir." Ceylan'ın sesini duyan Zahir başını omzunun üstüne çevirdi. Birkaç saattir yoktu. Geri gelincede yaptığı tek şey terasta durup sevmediği gökyüzünü izlemek olmuştu.

 

Ceylan'a cevap vermeden sessizce döndü önüne. Ceylan'sa onun bu huysuzluğuna karşı nefesini verdi. "Gelebilir miyim?" Diye tekrarladı çok yumuşak bir sesle. Sanki Zahir'in bu ses tonuna karşı koyamayacağını iyi bilir bir hali vardı.

 

"Niye sorayisin? Teras babamin mali değildur gelmek isteyusen gel." Düz bir sesle cevap verince Ceylan alt dudağını içeri kıvırdı ve birkaç adım atarak Zahir'in yanında durdu. Derin bir sessizlik vardı, ve bu sessizlik Ceylan'ı rahatsız ediyordu.

 

"Kızgın mısın sen bana?" Sessizliği bozduğu an Zahir başını çevirdi ona.

 

"Saa niye kızgin olayim, Ceylan? Piç kurusi babana kızginim." Konuşmayı sevmiyor, kestirip atıyordu her seferinde konuları. Ama bu kızda başka bir şey vardı, sanki saatlerce konuşmak istiyor, Ceylan saatlerce onu dinlesin istiyordu. Ya da tam tersi, Ceylan anlatsın kendisi saatlerce dinlesin istiyordu.

 

"Ona bir şey yaptın mı?" Ceylan'ın sorusuyla Zahir burnundan soludu.

 

"Çok bişi yapmadim." Geniş geniş konuştu. "Ayağina kurşin sıktim, birde sanirsam burni kırıldi."

 

"Yuh Zahir!" Ceylan şokla konuştu. "Bir şey yapmamış halin bu mu!"

 

"Budir." Zahir salladı başını. "Saa tokat atti, az bile ettum. Kafasini kirmam icab edeyidi ama az daha gebereceğum içun oni yapamadim. Gelecek sefere onida yapacağum."

 

"Sana bir şey mi yaptı?" Ceylan endişeyle sorarken birkaç adımla Zahir'in önüne geçmeye çalıştı. "Yaralı mısın? Bir şey mi oldu?" Ceylan'ın endişesi hoşuna gitsede Zahir bunu dile getirmedi. Dilini damağına vurdu.

 

"Bir şey olmadi, ben iyiyum ama babanin kaportasi bir hayli dağildi." Yaptıklarıyla gurur duyuyordu, ve bunu gizleme gereği duymuyordu. Ceylan onun bu gururunu farkettiğinde nefesini burnundan vererek kaşlarını çattı.

 

"İnsanları dövmek iyi bir şey değil, Zahir." Sanki böyle şeyler söylerse Zahir'i tüm kötü amellerinden kurtaracak gibi inanç doluydu sesi. Zahir onun bu inancını fazla masum bulduğu için kendinden habersiz dudağının iki kenarı yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Bence çok iyi bişi." Ellerini ceplerine sokarak böbürlendi. "Baa terapi gibi geliyi." Onun bu genişliği her geçen saniye Ceylan'ı biraz daha bozguna uğratıyordu. Bu adam resmen kavgadan besleniyordu. Ceylan onu azarlamaktan çekinmiyordu bile.

 

"Terapi almak istiyorsan sana bir terapist bulabilirim. İnsanları dövmek terapi değildir!" Ceylan'ın her kelimesi Zahir'in bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Tek kaşını kaldırmış kendisinden boyca küçük olan kıza 'vay be ciddi misin?' der gibi alaycı bir bakış atarken dudaklarında küçük bir sırıtış vardı.

 

"İnsanlari dövmek terapi." Ceylan'a bakarken onun azarlamalarını umursamadı. "Hatta baban olacak piçu dövmek en büyik en zevkli terapi tüm derdumi tasami unutturayi."

 

"Çok sinir bozucu bir adamsın, Zahir." Ceylan yargılar bakışlarla ona bakarken Zahir bundan hiç rahatsız olmadı.

 

"EyvAllah." Rahat bir tavırla verdiği cevap Ceylan'ın sinirlerini daha fazla bozdu.

 

"Öküz." Diye homurdandığında Zahir'in gözüne fazla tatlı gelmiş olacak ki kendini tutamayıp güldü. "Ne gülüyorsun? Komik mi?" Ceylan onun her haraketiyle sanki biraz daha öfkeleniyordu. Ama içinde bir yerlerde, sanki bu gülüşü sevmişti. Sanki değil, gerçekten sevmişti.

 

Zahir normalde gülmez, bırak gülümsemeyi yüzündeki bir tebessümü bile insanlara çok görürdü. Konuşmayı sevmez, sessizce yaşardı. Ama bugün Ceylan, ilk kez farkediyordu. Zahir güldüğünde gözleri kısılıyor, dudaklarının kenarında küçük gamze çıkıyorları belli oluyordu. Harelerinin içi belki de ilk kez böyle ışıldıyor, yumuşak tarafını gösteriyordu.

 

Ceylan henüz ne yaptığını bilmiyordu, ama karşısındaki adamın gülüşüne hayranlıkla bakıyordu. Zahir onun bu bakışları arasında sertçe yutkunmuştu. Normalde olsa kimseyle bu kadar uzun göz teması kurmazdı. Ancak Ceylan'a bakarken içinde bir şeyler gözlerini kaçırmasına engel olmuştu.

 

İnsanların gözlerine uzun süre bakmayı sevmezdi. Çünkü onun bir inancı vardı. Zahir kimin gözlerine dalıp gitse, o insan en sonunda ölüyordu. Annesinde böyle olmuştu bir depoda dakikalarca annesinin gözlerine bakmış, onun gözlerindeki çaresizliği silmek istemiş ama tam tersi olmuş annesi gözleri önünde yanarak can vermişti. O günden sonra bir lanet gibi bu gerçek Zahir'in yakasına yapışmış, insanların gözüne uzun süre bakmaya korkar olmuştu.

 

Kendi mavi harelerini kaçırdığında Ceylan inatla onun gözlerine bakmak istiyordu. Çünkü farketmişti. Ceylan onun bu hallerini uzun zaman önce farketmişti. Buraya geldiğinden beri zamanının çoğunu Zahir'le geçirmişti. Ama ne zaman onun gözlerine bu kadar uzun baksa, Zahir ondan hep kaçınmıştı.

 

"Ne bakayisin kızim?" Zahir kaşlarını çatarak sorduğunda en sonunda yenilip Ceylan'ın yüzüne bakmıştı. "Yüzümü mi ezberleyisin?"

 

"Neyini ezberlerleyeceğim yüzünün?" Ceylan inatla ona bakmaya devam etti. "Niye kaçırıyorsun sen bakışlarını? Hep aynı şeyi yapıyorsun."

 

"Burnini her şeye sokayisin." Konuyu değiştirmek isterken gözleri Ceylan'ın dudağındaki yara izine takıldı. "Temizledun mi?" Dediğinde Ceylan refleks olarak elini kaldırıp parmağıyla dudağındaki yaraya dokundu.

 

"Zerda krem sürdü." Dedi nefesini vererek ve bir kez daha tokatın anılarını hatırlar gibi bakışları hissizleşti. Babasına karşı nefreti her geçen saniye biraz daha büyüyordu.

 

"Bakayim." Zahir sessiz bir fısıltıyla konuşup bir adım atarak yaklaştı. Elini kaldırıp Ceylan'ın çenesine koyduğunda baş parmağı usulca yarayı buldu. Kirpikleri arasından kısık gözleriyle yaraya her baktığında içindeki öfkede yükseliyordu. Daha fazlasını yapamadı diye kızıyordu kendisine, ya da daha önce yetişemediği için.

 

"Acımıyor." Dedi Ceylan yeşil gözlerini ona dikerken yumuşak bir tınıyla. Zahir ona inanmayan bir bakış attığında nefesini verdi. "Yani, acıyordu..ama artık acımıyor." Küçük bir tebessüm ettiğinde mırıldandı. "Teşekkür ederim."

 

"Ne içun?" Zahir'in parmağı yarayı terkedip usulca Ceylan'ın dudağını takip etti. Ceylan'ın gözleri aşağı inip onun parmağını takip ettiğinde yanaklarının yerli yersiz ısındığını hissetti.

 

"Beni, korumaya çalıştığın için." Dediğinde eli arkadaki demirlikleri kavradı. Zahir ona bir adım daha yaklaştığında içinde anlam veremediği bir arzu vardı. Karşısında böylesine masum ve şaşkınca duran kadını hem öpmek istiyor, hemde onu kendi lanetiyle kirletmekten korkuyordu.

 

"Bunin içun baa teşekkür etme." Sıcak nefesi Ceylan'ın yüzüne karşı burnunda çıkarak usulca havaya karıştı. Ceylan ilk kez onun kokusunu bu kadar yakından hissederken kalbi hızlıca çarpamaya başlamıştı.

 

Usulca izledi karşısındaki adamı. Gözlerindeki bakış yumuşadı. Onun ne kadar yorgun olduğunu anladı. İlk kez ona böylesine dikkat etti, Zahir'in uykusuzluğu yüzüne yansımıştı. Son zamanlar olan her şey onuda bir hayli yıpratmıştı.

 

"Zahir.." kısık bir sesle fısıldadı.

 

"Hm..?" Zahir'in ağzından çıkan sessiz bir mırıldanmadan ibaretti.

 

"Sen iyi misin?" Duyduğu soruyla baş parmağı dondu. Ceylan'ın dudaklarına takılı kalan hareleri usulca yukarı çıktı. İlk kez ve belki de son kez bir kadının gözlerine bu kadar yakından baktı. Yeşildi, güzeldi, sanki insanın içinde umutlar yeşertiyor hayatın ne kadar güzel olduğunu hissettiriyordu.

 

"Kardeşim dört duvarin arasinda Ceylan, ben nasil olacağumi bilmeyurim ki." Kimse ona bu soruyu sormamıştı. Ve Zahir kimseyi yargılamıyordu. Hafsa'nın nasıl bir durumda olduğunu görüyordu. Açıkça böyle bir durumda kendi iyiliğini değil, arkadaşlarının iyiliğini düşünüyordu.

 

Zahir derdini kalbine gömerdi, ve o mahkeme salonunda yaşanan onca şeyin kendisini nasıl yaraladığında yangınların asla dinmediği kalbine gömmüştü. Ama korkuyordu, Zahir Çetiner bir gün içindeki ateşte yanmaktan çok korkuyordu.

 

"Yavuz abinin ordan çıkacağına inanıyorum ben." Ceylan umutla konuştu. "Zahir, Yavuz abiye olanların hepsi haksızlık babam yüzünden oldu hepsinin suçlusu o." Sesinde pişmanlık vardı. Babası yerine bunca insan mahvoldu diye kendisi utanıyordu. "Babam kazanmayacak, Zahir. Bir kez hayatınızı mahvetti, bir kez daha mahvetmeyecek. Gerekirse bende dikilirim karşısına, ama asla izin vermem Yavuz abinin orda kalmasına." Onun cesur sözleriyle afalladı Zahir. Yumuşak bir tebessüm ettiğinde ellerini Ceylan'ın yanaklarına koydu.

 

"Peki sen?" Diye sorduğunda Ceylan onun ne demek istediğini anlamadı. Hafifçe bükülen kaşlarından onun kafa karışıklığını anladı Zahir. "Sen Ceylan, sende yanmadin mi kızim o cehennemun içunde?" Zahir'in sözleri Ceylan'ın yüreğini ısıttı. Sesli nefesi yorgunluk taşıyordu.

 

"Ben o cehenneme alıştım, ama o cehennem bizi yakmayı bırakıp bu sefer dışarı sıçramaya başladı.." Zahir tüm bu olanlardan Ceylan'ın nasıl üzüldüğünü anladığında kaşları hafifçe çatıldı. Çok iyi bilirdi, bir babanın adına utanmayı kendisi çok iyi bilirdi.

 

Çünkü yıllarca babasının yaptıklarından utanmış, öz babasından iğrenerek büyümüş ve bir gün ona benzemekten çok korkmuştu.

 

"O cehenneme alışmani istemiyim." Dedi Zahir sakin bir tınıyla. Bir kez daha hareleri Ceylan'ın gözlerini terkedip dudaklarına indi.

 

Ceylan onun ne istediğini açıkça anlamıştı. Ve kendiside anlam veremediği bir şekilde bunu istiyordu. İçinden bir ses durmasını söylerken diğer ses sakın durma diyordu. Zahir Ceylan'ın dudaklarına böyle istekle bakarken aynı istek Ceylan'ında içinde büyüyordu.

 

"Yapacak mısın artık şunu?" Sesindeki heyecanı bastırmaya çalışarak konuştuğunda Zahir gözlerini Ceylan'ın dudaklarından ayırmıyordu.

 

"Neyi?" Dediğinde Ceylan nefesini tuttu.

 

"Öpecek misin?" Utanarak sorduğu soruya karışılık Zahir'in yüzüne geniş bir sırıtış yayıldı.

 

"Ha sen seni öpmemi istiyisin." Onun sözleriyle Ceylan'ın gözleri genişledi. Sanki kendisi hiç istemiyormuş gibi tüm suçu Ceylan'a yıkıyordu.

 

"Ben öyle bir şey demedim-" isyanını bitiremeden onun lafını kesen hissettiği sıcaklık oldu. İrisleri genişlerken Zahir çoktan gözlerini kapatmış karşısındaki kızı öpmekle meşguldü. Susturmuştu, onun konuşmasını bile dinlemeden öpmüştü. Ceylan üstündeki şoku atlattığında gözleri usulca kapandı. Zahir'in dudaklarını kendi dudaklarında hissederken ikiside nefes almayı unutmuş bir haldeydi.

 

İkisinin sessiz öpüşmesi devam ederken rüzgar bile soğuk hissettirmiyordu. Zahir'in aklı ve kalbi tamamen Ceylan'la meşgulken, Ceylan'ında kalbi sanki bende burdayım der gibi atıyordu. Aniden saçlarına dolanan parmakları hissetti, sert değildi. Bunun aksine, incitmekten korkar gibi nazikti. Dudakları Ceylan'ın dudaklarına doğru haraket ederken Zahir bir hayli dikkatliydi. Başka bir şeydi bu, daha önce hiçbir kadına karşı böyle hissetmemişti. Ama bu arzu, sanki onu delirtiyor daha fazlasını istemesine neden oluyordu.

 

Bir elini Ceylan'ın beline dolayıp onu kendine mümkün olabilecek her türlü şekilde yakın tutarken Ceylan'ın dudaklarından çıkan küçük inlemeyi duymuştu. Daha fazlasını ister gibi dudaklarının haraketleri sertleşti.

 

"Yuh!" Aniden terasta duyulan bağırışla Zahir'in gözkapakları usulca aralandı. Ve anında içinden binlerce küfür sıraladı. "Yuh yuh! Oha!"

 

Süleyman'a aitdi bu ses.

 

Ne harika.

 

Artık Süleyman yıllarca susmazdı.

 

"Neler görüyorum lan ben!" Süleyman'ın şokla karışan sesi Ceylan'a yeni ulaşmıştı. Neye utanacağını şaşırmış bir haldeydi. Zahir'in kollarındaydı, belki de bu dünyadaki en güzel histi. Ama Süleyman tarafından basılmıştılar işte bu en utanç verici histi.

 

"Süleyman." Dedi Zahir gözlerini Ceylan'dan ayrımadan. Bu hem farkındalığı hemde öfkeyi taşıyan bir sesti.

 

"He abi?" Süleyman şokunu atlatıp neşeyle cevap verdi. "Ulan keşke kamerayla gelseydim ya, tüh bak görüyor musun ne güzel resminizi çeker duvarıma asardım. Senide böyle gördüm ya ölsemde gam yemem! Duygulandım oğlum!" Sahte bir hayıflanmayla konuşurken Zahir başını çevirdi ona. Gözlerinde tehlikeli bir bakış vardı. Açıkça öpücüğünün bölünmesinden mutsuzdu.

 

Ve Süleyman bu bakışı çok iyi tanıyordu. "Ha.." aydınlanma yaşar gibi aralandı dudakları. "Ha sen onu diyorsun. Gideyim mi?" Masum masum sorarken Zahir öfkeli bir nefes verdi burnundan.

 

"Ölsende gam yemezsun dimi Süleyman?" Zahir tehlikeli bir tebessümle sorarken Süleyman ellerini beline koydu ve neşeyle salladı başını.

 

"Yemem abi, seni böyle gördüm ya ölsemde gam yemem." Gurur duyar gibi bir hali vardı, kendisini çocuğunu büyütmüşte mutlu anlarına şahit oluyormuş gibi hissediyordu.

 

"Biz buni bir deneyelum." Dediğin istekszice ayırdı kollarını Ceylan'ın belinden. Ceylan gülmemek için zor dururken Süleyman daha yeni anlamış gibi gözlerini kırpıştırdı. Zahir boynunu sağa sola birkaç kez eğip kırdıktan sonra salladı başını. Süleyman sert bir şekilde yutkunduğunda başının belada olduğunun farkındaydı.

 

"Gel ula buraya!"

 

"Abi şakasına dedim ben onu!" Dediğinde çoktan çıktığı merdivenleri geri inip koşmaya başlamıştı.

 

Zahir Süleyman'ın peşinden koşmadan önce birkaç saniye duraksayıp Ceylan'a baktı. "Sonra devam edeceğuz, yazdim bir kenara. Ama ondan önce şu ite gam yedureceğum!" Sözü biter bitmez merdivenlere koşup aşağı kata inen Süleyman'ın peşine takıldı. İki çocuk gibi didişmeyi asla bırakmıyordular.

 

Ceylan onların arkasından bakarken kendini tutamayıp gülmüştü. Yanaklarının hâlâ sıcak olduğunu hissediyordu. Ayrıca kalbide hızlıydı. Hep korkuyla çarpan kalbi, ilk kez böylesine bir mutlulukla çarpıyordu. Ve yaptığı şeyden pişman değildi. Hiç değildi. Ceylan hayatında ilk kez özgür ve belki de sevgi dolu hissediyordu.

 

****

 

Hafsa Polatlı.

 

Oturduğum masada Nadir abinin dediklerini dinlerken bir tarafdanda beni yemeye zorladığı yemeği yiyordum. Açıkça kaç gündür aç geziyordum. İştahım yoktu, bırak iştahı ayakta duracak gücüm yoktu. Ama hamileydim, karnımda bir can vardı ve bebeğim bu durumda zarar görmesini istediğim son kişi bile değildi. Uykusuzdum, susuz, yorgun, ve aç. Ama hiçbirini hissetmiyor gibiydim. Yediğim yemekten bile bir şey anlamıyordum.

 

Aklım fikrim ve kalbim tamamen Yavuz'a odaklanmıştı. Bu sefer Devran'ın değil, olanların Kemal'in suçu olduğunu anlamıştım. Yinede Kemal'e bu fırsatı sunan Devran'dı. O gece Yavuz'a düzenledikleri saldırıda niyetleri açıkça belliymiş. Yavuz'un zayıflığından yararlanıp silahını almış, o gün işlenen cinayetiyse onun silahıyla yapmışlardı. Ona bu teklifi sunan Devran'dı. Tamam belki silahın Kemal'de olduğunu bilmiyordu. Ama yinede ona bu şansı sunan Devran'dı. İşte bu yüzden ona fazlasıyla kızgındım.

 

"Yani ne yapacağız?" Diye sordu abim. Masanın sağ tarafında Zerda'nın yanındaki sandalyeye oturmuştu. Uzun boyuyla oraya sığımıyor olacak ki yayılmıştı resmen.

 

"Görüntüleri alacağız." Dedi Nadir abi nefesini vererek.

 

"Görüntüler niye sizde değil?" Aziz abi soğuk bir sesle sorarken gözlerini İshak'a dikmişti. İshak burda bize yardımcı olmak adına bulunuyordu. Çünkü o gün o da ordaydı, Devran gelip ifade veremiyordu. Çünkü aptal bir intikamın peşindeydi. Kemal ölmeden durmayada niyeti yoktu.

 

"Görüntüler Kemal'e verildi." Dedi İshak sigarasından bir duman daha çekerek. Ve bu koku midemi bulandırıyordu. Ona rahatsız olduğumu söylemiyordum, ama rahatsızdım.

 

"Niye ona verildi?" Bu sefer ki soru Zerda'dan geldi.

 

"Çünkü anlaşmamız bu yöndeydi." İshak'ın gözleri birkaç saniye bana kaydı. Yüzümü nasıl istemeden buruşturup başımı hafifçe geri çektiğimi görünce birkaç saniye elindeki sigarayı baktı. Ardından onu kül tablasına bastırıp söndürdü. Hafifçe öne eğilip nefesini verdi. Sigradan nefret ettiğimi anlayınca onu söndürmüştü. Bu adam nasıl biriydi bir türlü anlamıyordum. Bir karşımızdayken birde bakıyorduk arkamızdaydı.

 

"O gece olan her şey planlıydı, biz ona oyun oynuyoruz sanarken aslında o bize oyun oynamış. Yavuz'a ait bir silahın onda olduğundan haberimiz yoktu." Sesli bir nefes kaçtı dudaklarım arasından.

 

"O gece o ormanda Yavuz'a yardıma gelen siz miydiniz?" Diye sorduğumda İshak başını salladı usulca.

 

"Bizdik, Cengiz'le yaptığımız bir konuşmanın ardından pusu düzenleyeceğini öğrenmiştik. Aslında o gece gerçekten niyeti hepsini öldürmekti. Neyse ki zamanında ordaydık." Hem bize yardım etmiş, hem de bize acı çektirmiştiler. Ne yapmaya çalıştıklarını anlamış değildim. Bazen bize yardımcı olurken bazende bizi dipsiz bir kuyunun içine itmiştiler.

 

"Hiç mi şüphelenmediniz?" Abim gözlerini kısıp sordu. "Adam görüntüleri istedi diye koşa koşa avcuna mı koydunuz piç kurusu!" İshak soğuk gözlerini çevirdi ona. Bu durumda kendisinin suçlu olduğunu bildiğinden öfkesini bastırıyordu.

 

"Öyle bir şey olmadı." Dediğinde bir hayli duygusuzdu sesi. "Anlaşma yaptık, görüntüler bende kalsın dedi. Devran kendi eliyle babasını öldürürse bu dikkat çekerdi. O yüzden beni kullandı. Beni kullandı, ve bu öldürme işini Kemal'e yükledi. O gece olanların hepsi birer oyundu. Yavuz'un babasına sıkmasına asla izin vermezdik. Yavuz'dan önce Kemal'in geleceğini zaten biliyorduk. Sadece buna inanması gerekiyordu, orda olan herkesin benim bir düşman olduğuma inanması gerekiyordu. Bu yüzden Devran böylesine bir oyuna girdi."

 

Hangi saçmalıktan bahsettiğine emin değildim. Her kelimesinde öfkem yükseliyordu.

 

"Peki geç kalsaydınız?" Sesim sinirden titredi. "Orda o silahı kendisine çevirdi, orda Yavuz kendi kafasına bir silah dayadı ya tetiğe bassaydı!" Bu çok büyük bir ihtimaldi. Her düşündüğümde aklımın yerinden çıkmasına neden olan bir düşünce. "Şimdi masum mu oldunuz?" İshak'ın bakışlarını kaçırdığını farkettim. "Yavuz içerdeyse hâlâ bunun sebebi sizsiniz!" Hakettiğini düşünüyordum. Duyduğu her şeyi hakediyordu. O da, Devran'da bize oyun oynamış bize cehennemi yaşatmıştı.

 

Nadir abinin kınar bakışları İshak'ın üstündeydi. Bu durumdan o da rahatsızdı. Bize en büyük yardım edenlerden biri de oydu.

 

Zerda'nın elini kolumda hissettiğimde nefesimi verdim. Sakin olmamı istiyordu, ama ben nasıl sakin olacağımı bilmiyordum.

 

"İçeri nasıl gireceğiz?" Diye sordu Aziz konuyu değiştirmeye çalışarak. Nadir abi ellerini masaya yaslarken baktı ona.

 

"Cengiz içinizden birini içeriye alacak." Kaşlarım çatıldı.

 

"Cengiz mi?" Dediğimde Nadir abi başını salladı usulca. Kafam daha çok karıştı.

 

"Abi ne Cengiz'i?" Zerda duygularıma tercüman olur gibi konuştu. "O köpek yüzünden en son evde büyük bir kavga kopmuştu." İshak'ın çocuk gibi kıvrandığını farkettik. Hepimizin bakışları oraya döndüğünde harelerini bize çevirdi zar zor.

 

"Onuda biz yaptık." Hemen şu anda küfür edebilirdim.

 

"Anlamadım?" Dediğimde hafifçe kekeledim. "Neyi siz yaptınız?"

 

"Cengiz uzun yıllardır bizimle." Dediğinde gelecek olanlara çoktan hazırlıklı gibiydi. "Kemal'in evindeki en büyük casusumuz Cengiz'di. Hâlâ da öyle. Görüntüleri ondan alabiliriz lakin evden çıkması yasak. Kemal son zamanlar ondan şüphelenmeye başlamış, bu yüzden eve kapattığı yetmemiş gibi başına bir koruma dikmiş. Pusuyu, ve bir çok şeyi bize haberdar eden oydu." Duyduklarımla her saniye biraz daha şoka giriyordum.

 

"Peki o gün olanlar?" Aziz tek kaşını kaldırıp sorarken İshak nefesini verdi.

 

"Özlem'in Devran'ın kızı olduğunu artık öğrenmenizin vakti gelmişti. Biz ipucular bıraktık, ama Yavuz bulamadı. O bulamayınca, biz söyledik. Cengiz'in o gün oraya gelme sebebi bizdik. Ayrıca yıllar önce Özlem'in Payidar ailesine verilmesinide sağlayan yine bizdik. Cengiz sadece ablasını ikna etti." Her şey planlıydı. Başımıza gelen her şey, yaşadığımız tüm bunlar sanki birisi tarafından kontrol ediliyordu. Devran yaptığı her şeyle bizi mahvediyordu.

 

"Peki.." öfkemi bastırmaya çalıştım. "İçeriye kim girecek?"

 

"Sen." Dedi İshak düz bir şekilde. Anında abimin öfkeli sesini duydum.

 

"Cesedimi çiğnersin orospu çocuğu, bunca haltı başımıza açan sensen bir zahmet sen gir!" İshak boş gözlerini ona çevirdi.

 

"En güvenilir yol bu.." Dediğinde ona baktım. "Cengiz Hafsa'dan başkasını içeri sokamaz. Bunu uygun gördük."

 

"Halt etmişsiniz!" Bu sefer Aziz abi konuştu öfkeyle. "O kadar çok istiyorsa biz gireriz!"

 

"Anlamıyor musunuz? Onun lazım!" İshak öfkeyle konuştuğunda Nadir abi baktı ona.

 

"Benim niye bundan haberim yok?" Bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu farkettim.

 

"Sana söylesek kıyameti koparırdında ondan." Nadir abi ona soğuk gözlerle bakarken sıktı dişlerini.

 

"Öyle, ve ben kızımın o tehlike yuvasına girmesine izin vermiyorum!" Nadir abinin sözleriyle gözlerim onunla buluştu.

 

Bana kızım derken bunu öyle yürekten söylüyordu ki beni ne kadar sevdiğini gerçekten hissediyordum. Nadir abi bana babamın yapmadığı babalığı yapmıştı. Benim için bir babandan farksızdı, bende yeri çok başkaydı. Elbet onada kırgınlıklarım vardı. Ama bir yanım onu çok iyi anlıyordu. Annem onun sevdiği kadındı, Nadir abi benim anneme aşıktı ve annem onun ellerinden alınmıştı. Ona olan kırgınlığımsa sadece çocukluğum yüzündendi.

 

Tabiki ondan böyle bir şeyi asla isteyemezdim, sonuçta o sadece annemi seven bir adamdı. Öz babam bile bana cehennemi yaşatırken ona beni koru demem saçma olurdu. Yinede içimdeki küçük çocuk en çok Nadir ya da eski adıyla Ramiz abisine güvenir, ona sığınmayı seçerdi. İçinde bir yerlerde, kurtarılmak isterdi. Böylece abim acı çekmez bende o şiddet yuvasında büyümezdim.

 

"Girerim." Dedim onlara bakarken ve anında İshak hariç hepsinin ağzından isyan dolu laflar çıktı.

 

"Gitmeyeceksin! Hafsa, delirme ben seni oraya göndermem!" Abim bana öfkeden genişlemiş gözlerle bakarken benim yüzümde inat dolu bir ifade vardı.

 

"Sadece benim girmemi istemiş, ben gitmezsem görüntüleri vermeyeceğide açık." Dediğimde Aziz çattı kaşlarını.

 

"Hafsa iyi misin sen? O köpeğin neyine güvenipde seni içeri gönderelim ya başına bir şey gelirse?" Sesindeki endişeyi duyuyordum. Ama umrumda değildi. Yavuz için yapmam gereken buysa, o zaman yapardım.

 

"Ben iyiyim, aklımda gayet yerinde. Gidip görüntüleri alıp döneceğim." Zerda'nın sıkıntılı ifadesi beni terketmezken sadece o değil hepsi bu ifadeye sahipti.

 

"Neden onu istiyor?" Diye sordu Nadir abi öfkeden sakin çıkan bir sesle.

 

"Çünkü onun dışında kimseyi koruyamaz." Dediğinde anlam veremeyerek birbirimize baktık.

 

"Nasıl yani?" Zerda'nın sorusuyla nefesini verdi İshak.

 

"Evin içi koruma kaynıyor, içinizden herhangi birisi oraya girip yakalandığı an kafanıza sıkmaları an meselesi olur. Başka birinizi içeri almak istemiyoruz, Ceylan desen onu görür görmez zaten alırlar. Zerda giremeyeceğine göre, geriye bir tek Hafsa kalıyor." Diye basit bir açıklama yaptığında arkama yaslandım.

 

"Ben girerim, benim için sorun değil." Dedi Zerda aniden. Başım hızla ona döndü.

 

"Zerda, kapa çeneni gülüm." Abimin uyarı dolu sesiyle Zerda çevirdi bakışlarını ona.

 

"Niye kapıyormuşum çenemi? Ben girerim dedim."

 

"Böyle bir şey olmayacak!" Sert bir sesle konuştum. "Beni istiyorsa, ben gireceğim kimseyi böyle bir tehlikeye atmayacağım."

 

"Anlamıyorum." Aziz kısık gözlerini dikti İshak'a. "Bizi öldürmeleri an meselesi olur diyorsun, o zaman Hafsa'yı nasıl koruyacak?"

 

"Kemal'in en çok acı çektirmek istediği kimdir?" Diye sordu İshak işaret parmağını alnının sağına vurarak birkaç kez. "Yavuz Payidar." Gözleri hepimizin üstünde tek tek gezindi. "İçinizden herhangi birisi içeri girdi diyelim, hanginizin canı Yavuz'un gözünde Hafsa'dan daha değerlidir? Alınmayın ama hiçbiriniz." Sesli bir nefes verdi dudakları arasından. "Ama Hafsa değerli, Kemal'in onu öldürmeyeceği çok açık. Bunun yerine ona acı çektirmek isteyecektir, işte Cengiz'de bunu fırsat bilip Hafsa'yı koruyup kaçırdık adına ordan çıkaracaktır. İçeride Kemal'e çalışan korumalar olduğu doğru, ama o korumaların yarısı bize çalışıyor. Sizin hangisine denk geleceğinizi bilemeyiz, ve Kemal'in korumasına denk geldiğiniz an işiniz biter. Sizi öldürme ihtimali çok yüksek. Ama bir düşünün, Kemal uzun zamandır Hafsa'nın peşinde." İşte bunu beklemiyordum. Gözlerim hafifçe genişledi. Bakışlarımı İshak'a çevirdim.

 

"Kemal benim peşimde mi?" Dediğimde İshak harelerini çevirdi bana.

 

"Senden haberi olduğu ilk andan beri senin peşinde. Yavuz'a acı çektirmek için seni almanın bir yolunu arıyor, seni öldürmek için değil sana acı çektirmek için. Elbet oğlunun bize çalıştığından haberi yok, bu güne kadar başına bir şey gelmediyse aslında bunların çoğunluğu Cengiz sayesinde. Yapılan her pusu, her saldırının haberini bize veren oydu." Çok konuştuğunu farketmiş gibi birkaç saniye sustu. Biz hepimiz onu pür dikkat şokla dinlerken her seferinde biraz daha bu oyunun içinde taşlar yerine oturuyordu.

 

"Anlayacağınız, oraya girip sağ çıkabilecek tek kişi Hafsa." Diye devam etti kısa bir sessizliğin ardından.

 

"Ya dediğiniz gibi olmazsa?" Diye sordu abim endişeyle. "Ya boktan teroiniz tutmazda kardeşimin başına bir iş gelirse?"

 

"Kemal'in odasına girmek kolay mı sanıyorsun?" Dedi İshak ona nisbeten bir öfkeyle. "Yavuz içeri girdiği andan beri bunu planlıyoruz, bir zahmet yaptığımız planların içinde kurtuluş yollarıda olsun."

 

"Neymiş o kurtuluş yolları?" Dedi Nadir abi.

 

"Kaçabileceğiniz ikinci bir çıkış var, ordaki korumalar bize ait. Birincisi işe yaramazsa, ikinicisinden kaçacaksınız."

 

"Ne lan bu, labirent ev gibi her yerinde bir çıkış var." Dedi abim anlam veremeyen bir sesle.

 

"Her an ölüm tehlikesi ile yaşayan bir adam için normal tüm bunlar. Adam korkusundan evin her yerine bir çıkış yaptırmış." İshak sanki evin her yerini avcunun içi gibi biliyordu. Öyle olmalıydı. Cengiz sayesinde tüm bunları biliyor olsa gerekti.

 

Kemal'in bunca zamandır benim peşimde olduğuysa beni birazcık bozguna uğratmıştı. Adam önce kocamla, sonra benimle uğraşmaya başlamıştı. Ondan korkum yoktu. Tam aksine, şu an her zerrem onun canını almak istiyordu. Yavuz o şerefsiz yüzünden ellerimden kayıp gitmişti. Ama sakin kalmam gerekiyordu, bunu çok iyi biliyordum. Sakin kalırsam o eve girer görüntüleri alır ve Yavuz'un masumluğunu kanıtlardım.

 

Tek istediğim her şeyin yoluna gitmesiydi.

 

"Saat kaçta gidiyoruz?" Dediğimde İshak kolundaki saatte baktı. Hava zaten kararmıştı. Yavuz olmadan uyku bana haramdı, o zaman hemen bir an önce gidip bu işi bitirsek daha iyi olurdu.

 

"Hazırsan, şimdi çıkalım." Dediğinde başımı salladım. Ayağa kalktım.

 

"Çıkalım." Dediğimde çoktan kapıya doğru yol almıştı.

 

"Olmuyor ama böyle!" Nadir abinin itirazını duysam da başka çaremiz olmadığının farkındaydım. Oraya ben girmeliydim. Çünkü ordan çıkabilecek tek kişi bendim.

 

Peşimden diğerleride kalkmıştı. "Seni eve kadar benim korumalarımdan birisi götürecek." İshak yanımda yürürken aynı zamanda benimle konuşuyordu. "Durması gerektiği yeri o bilir."

 

Başımı salladım. "Tamam." Dediğimde ceketimi aldım. Onu üstüme geçirirken aynı anda dışarı çıkmakla meşguldüm. Geniş evin bahçesinde bizi bekleyen arabaya doğru yürüdük. Ardımdan diğerlerinin adım seslerini duydum.

 

Hava soğuktu, hava sanki bize inat eder gibiydi. Buz kesmişti. Saçlarımı geri savuruyor, beni üşümeye zorluyordu. Oysa bilmiyordu, Yavuz'un olmadığı her an ben zaten soğuktan titriyordum.

 

"Hafsa, dikkatli ol." Abimin endişeli sesini duyduğumda dönüp ona baktım. Sesli bir nefesle ona döndüm. Zorla bir tebessüm ettim.

 

"Merak etme." Bir adım atıp ona sarıldığımda kolları belimi buldu. Ona sıkıca sarıldığımda gözlerimi kapattım birkaç saniyeliğine. "Beni düşünme, ben iyi olacağım görüntüleri alıp geleceğim." Beni isteksizce bıraktığında hareleri gözlerimi buldu.

 

"Sen bir bana geri dönme, bak bakalım nasıl yakıp yıkıyorum bu Karadeniz'i." Sözleriyle güldüm sessizce. Yapardı, abim benim için değil Karadeniz'i tüm dünyayı yakardı.

 

"Dikkatli ol, çıkar çıkmaz bizi ara." Zerda'ya bakarak başımı salladım.

 

"Kızım ne olur ne olmaz." Nadir abi ileri birkaç adım atıp belindeki silahı çıkardı ve bana uzattı. "Bunu al, biliyorum silahları sevmiyorsun, ama kendini koruman için." Bir silahım zaten vardı. Ama ani bir panikle onu içeride bıraktığımı farkettim.

 

Kemal'in canını almak için resmen elime silah almıştım. Ama Narin'le Ceylan'ın Devran'ın yanında olduğunu öğrendiğim an bu hayalim suya düşmüştü. Evet bir hayaldi, çünkü Kemal'i bana ve Yavuz'a yaşattığı onca acı için kendi ellerimle öldürmek istiyordum.

 

Elimi uzatıp Nadir abinin elindeki silahı aldım. Bana hiç yakışmıyordu. Ama buna ihtiyacım vardı. Silahı belimin arkasına sıkıştırdım. Nadir abinin gözlerindeki endişe adeta içime işliyordu. Bir şey olmayacağını söyler gibi ona küçük bir tebesüm ederek İshak'a döndüm.

 

"Ben hazırım." Dediğimde başını salladı. Kapıyı açacakken aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı.

 

"Hafsa gitmeden önce." Elini ceketinin iç cebine attı. Cüzdanını çıkardı. Parmakları hızla haraket ederken cüzdanı açtı. Gözlerim benden habersiz cüzdanın içindeki kadın resmine takıldı. Yüzünde derin bir gülüş, bal rengi saçlarıyla cüzdanın içinden İshak'a gülümseyen bir kadın resmi vardı.

 

Berna olmalıydı. İshak'ın sevdiği kadın olduğuna adım kadar emindim. İshak hâlâ cüzdanında sevdiği kadının resmini taşıyordu. Bildiğim kadarıyla ne bir sevgilisi vardı ne de bir karısı. Berna'dan başkasını sevmemişti. Ve hâlâ ona olan aşkını belli ediyor onun resmini yanından ayırmıyordu. Cüzdanın içinden bir kağıt parçası çıkardığında kendi hareleride birkaç saniyeliğine kadının resmine takılmıştı. İç çekerek kapattı cüzdanı ve kağıtı bana uzattı.

 

"Kocan göndermiş, senin için." Anında gözlerimin içi ışıldamıştı. Kalbimdeki özlem her geçen saniye biraz saha çoğalıyordu. Elimi uzatıp aldım kağıtı. Heyecanlanmıştım. Aniden bana verdiği bu kağıt heyecanlandırmıştı beni.

 

Yavuz'dan bana bir nottu bu. Ellerim hafifçe titrerken açtım kağıtı. İçinde şunlar yazıyordu.

 

"Sana söz zalımın kızı. Eğer bu cehennem çukurundan kurtulursam, ilk yağan yağmurun altında seninle dans edeceğim. ~En güzel umuduma."

 

Nefesim kesildi. Bırak nefesi, ben şu an ne yapacağımı bile şaşırmıştı. Ağlamak istedim. Belki de ilk kez bu kadar çok ağlamak istedim. Kalbim sevgiyle doldu, kalbim hem sevgiyle doldu hemde yüzlerce parçaya ayrıldı. Yüreğim bir kez daha onun sevgisiyle ısındı ve üşüdü.

 

En güzel umuduma diyordu.

 

Ben Yavuz'un en güzel umudu, onun asla vazgeçemediğiydim. Ben onun dayanma sebebiydim.

 

"Ne zaman?" Titreyen sesimle konuşurken bakışlarımı İshak'a çevirdim. "Ne zaman göndermiş, nerden aldın bunu?" Sesim fazlasıyla yumuşaktı.

 

"Kemal'le görüştükden sonra." Dediğinde onunda sesi duygulara boğulmuştu. "Yavuz'la içeride ilgilenen adamlarım var. Onları benim gönderdiğimi bilmiyor, ama ben onun her anını izliyordum. Bir şey ister misin diye sorduklarında, görüşmeden hemen sonra sana bu notu yazmış." Onun tek istediği sadece benden bir haber almaktı. Turkuaz harelerim tekrar indi kağıta. Dolu gözlerimden akan bir damla yaşı hissettim. Ama umrumda olmadı.

 

Onun umudu yoktu. Onun tüm umudu bendim. O yüzden diyordu ya, en güzel umuduma. Çünkü Yavuz'un o dört duvardan kurtulacağına dair hiçbir umudu yoktu.

 

"Gidip alalım şu görüntüleri." Dedim notu okşarken parmaklarım dalgın bir şekilde.

 

"Hadi." İshak arabanın kapısını açarken vakit kaybetmeden oturdum. Elimdeki notu ceketimin iç cebine sol tarafıma yerleştirdim. Kalbimin üstüne. Benim hemen ardımdan İshak sürücü koltuğuna geçmişti.

 

...

 

Bir saatlik yol gitmiştik. Yarı yolda İshak beni kendi arabasından indirmişti. Dikkat çekmemek için ara bir sokakta beni başka bir arabaya bindirmişti. Bu da İshak'ın korumam dediği adamdı. İshak gerçekten sandığımdan daha akıllı bir adamdı. Her ihtimali düşünüyordu. Şu an takip ediliyoruzdur diye yolda araba değiştirmeyi bile düşünmüştü. Benim hiç düşünemeyeceğim planlar kurmuştu.

 

Yinede bu işi başımıza açan onlardı, bir zahmet onlar temizlemeliydi.

 

Koruma beni Kemal'in evine getirmişti. Araba korumalardan uzak olan girişe park edilmişti. Tahtadan bir kapıyla açılıyordu sanırım. Önünde iki koruma vardı. Ama bunlar İshak'a aitdi. Çünkü yanımdaki adam bana bunları söylemişti. Aynı şekilde kameraların başında oturan kişininde İshak'a çalıştığını biliyordum. Nefesimi vererek arabadan inmek için kapıyı açtım. O an kapıdan çıkan Cengiz'i farkettim.

 

Bana bakarken elini hafifçe kaldırdı 'gel' der gibi. Arabadan uzaklaşıp etrafıma bakarak onun yanına yürüdüm. Elbette bana görüntüleri sadece o getire bilirdi. Ama açıkça benim Cengiz'e güvenim yoktu. Aynı şekilde İshak'ında Cengiz'e pek bir güveni olmadığını sezmiştim. Yoldayken bana Cengiz'in bana zarar vermeyecek kadar korkak ama beni kandırabilecek kadar cesur olduğunu söylemişti. Görüntüler yerine bana başka bir şey vermesini istemiyordum. Kendimi böylesine bir tehlikeye atıyorsam işimi temiz yapmak istiyordum.

 

O odaya girip ne aldığımı izleyecek, ve öyle alacaktım. Adam bizden daha akıllı çıktığını düşünmüş olacak ki Cengiz diskin bir kopyasını yaptırmak istediğinde ne yaparsa yapsın becerememişti. Kemal bu görüntüleri öylesine gizliyordu ki hiçbir yerde kopyası olmayan olsa bile bu ülkede olmayan bir flaşdiske kaydetmişti. Hiçbir şekilde videonun kopyasını alamıyorduk. Başka bir ülkeye aitse alabilirdik, ama bu çok uzun sürerdi. Ve benim bekleyecek sabrım yoktu.

 

Yavuz'un tedavi olması gerekiyordu. Yavuz'un ordan bir an önce çıkması gerekiyordu. Bırak bir günü, bir saat bile bekleyemezdim. Buraya gelmeden önce İshak'a Cafer'lere hiçbir şey söylememesini söylemiştim. Onlarında başını belaya sokmaya niyetim yoktu. Bu eve girmeden o diski almamın başka yolu yoktu. Çünkü bu evden çıkacak kimseye güvenim yoktu. Bu saatden sonra bir kez daha Yavuz'a umut verip birde bunların üstüne kendimde umutlanıp tekrar dipe düşmek istemiyordum. Görmem gerekiyordu. Ayrıca içeride bir sürü koruma vardı. İshak'ın bu saatden sonra bize karşı bir yanlış yapmayacağını umuyordum. Burda ki asıl tehlike İshak değil, Cengiz'di. Bize her an oyun oynayabilirdi. Bana zarar vermese bile beni kandırabilirdi.

 

Flaş disk sadece onun bilgisayarında çalışıyordu. Neden o flaş diski kendinde sakladığını bilmiyordum. Yine nasıl bir işin peşindeydi emin değildim ama bununda altından bir şeyler çıkacağına emindim. Belki de Yavuz'dan sonra Devran'a ya da İshak'a zarar vermek istiyordu. Bilmiyordum, o adamın kafası nasıl çalışıyor anlamıyordum.

 

Düşünceleri bir kenara bırakıp Cengiz'in yanına ilerledim. "Nerden?" Dediğimde sağdaki merdiveni gösterdi ve kapıyı kapatıp önüme geçti.

 

"Sessiz ol, dış kapıda korumalar var çıt çıksa içeri giriyorlar." Fısıltıyla konuşuyordu.

 

"Senin başına diktikleri koruma nerde?" Dediğimde Başını arkaya çevirip gri gözleriyle baktı bana.

 

"Bayılttım." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Nasıl bayılttın, anlamayacaklar mı?" İkimizde kısık sesle konuşurken aynı zamanda nereye gittiğimizi bilmeden onu takip ediyordum.

 

"Anlarlar, ama onlar anlamadan sen burdan çıkacaksın." Çıktığımız uzun koridorda onu takip ettim. Fazlasıyla sessiz olmaya çalışıyordum.

 

"Başın belaya girmez mi?" Sorduğum soruyla güldü hafifçe.

 

"Benim bu evde başım her gün belada, ilk değil. Ama en azından ilk kez bir işe yarıyorum." Cengiz'in nasıl birisi olduğunu bilmiyordum. Ama babasının oğlu, ondan bir farkı yoktur diye düşünmüştüm hep. Oysa o da Devran'a çalışan bu evde yaşayan bir casusdu.

 

Kapının önüne geldiğimizde iki koruma vardı. Onlarında İshak'a ait olduğunu anlamak zor olmadı. Her geçen saniye biraz daha şoka sokuyordu beni. Resmen evin bir çok yerine kendi korumalarını dikmişti. Sorun şu ki benim onlarada güvenim yoktu. İşte bu yüzden kendim içeri girmeyi bu kadar kabul etmiştim. Öyle şeyler yaşanmıştı ki, kimseye artık güvenim yoktu. Bugün İshak'ın yanında olan korumalar yarın dönüp Kemal'e çalışabilirdi.

 

Kapıyı açıp içeri girdiğimizde rahat bir nefes verdim. "Babam birazdan evde olur, çabuk izle sonra çıkaralım seni burdan." Başımı salladığımda masaya yürüdüm.

 

"Flaş disk nerde?" Diye sorduğumda odanın içinde ilerledi. Kitaplığın altındaki küçük kapağı açarak bir kasa çıkardı ortaya.

 

"Şifresini biliyor musun?" Diye sorduğumda başını salladı. "Şifresini birkaç gün önce bir şekilde öğrendim." Bu yüzden babası başına koruma dikmiş olmalıydı. Muhtamelen odada yakalanmıştı.

 

Şifreyi girip kasayı açtığında içinde bir şeyler karıştırdı. Ardından bulduğu flaş diski çıkarıp onu bana gösterdi.

 

Yavuz'un kurtuluş bileti buydu. İçimde yeşeren umut giderek büyüdü. "Hadi." Dediğimde dönen sandalyeye oturdum. Yüzümde bir tebessüm varken istediğim tek şey bu görüntülerin o depoda yaşananlara ait olmasıydı.

 

"Özel yapım bir disk." Dediğinde diski bilgisayara yerleştiriyordu. "Bana güvenmediniz, eğer güvenseydiniz o zaman buraya kadar seni almazdım. Kendini tehlikeye attın." Hem bilgisayarı açarken hemde benimle konuşuyordu.

 

Cengiz'in nasıl bir kişiliği olduğunu bilmiyordum ama bu evde kız kardeşlerini korumak için hiçbir şey yapmamıştı. Ona neden güvenirdim? Nasıl biri olduğunu bile bilmiyordum. Sürekli babasının yanında yer alan bir adamdı.

 

"Sana güvenmem için bir nedenim yok." Dediğimde gözlerim bilgisayarı terketmiyordu.

 

"Bana güven demedim, sadece kendini tehlikeye atmana gerek yoktu." Ekranda bir şeyler yüklenirken ben pür dikkat açılmasını bekliyordum.

 

"Bana sahte bir umut yaşatacağınıza gelip kendim görmeyi seçtim." Sesli bir nefes verdiğini duydum ama dönüp ona bakmadım. Ekrandaki sayılar dolduğunda bir video kaydı başladı.

 

Bir depo vardı. Daha önce seslerini dinlediğim şeylerin şimdi canlı canlı görüntülerini görüyordum. Bunları izlemek canımı acıttı. Yavuz'un ifadeleri o çaresizliği kalbimi kanattı. Ardından silahı çevirdi. O silahı kendi kafasına dayadı. Kalbim sıkıştı. Bunu canlı izlemek göğüs kafesimin daralmasına neden oldu. Bir an düşündüm. O tetiğe bastığını düşündüm. O an nefes alamadım. Saniyeler aktı ve başka bir silah patladı.

 

O kurşun Yavuz'un silahından çıkmadı.

 

Patlayan silahla hafifçe irkildim. Mahir bey'in yere düşmesini izledim. Gerginleşen vücudum yavaşça gevşedi. Yavuz'un masumluğunun kanıtı burdaydı. Kemal bu görüntüleri öyle sıkı koruyordu ki sanki bir gün birimizin gelip alacağını zaten biliyordu.

 

"Hadi artık gördün işte her şeyi." Cengiz bilgisayarı kapattığında kendime gelerek ayağa kalktım. Bilgisayarı kablolarıyla birlikte hızla bulduğu çantasına koyarken flaş diskinde içinde kalmasına izin verdi. Fermuarını kapatıp onu bana uzattığında aldım.

 

Yavuz'u kurtaracaktım. İçimdeki ses bana bunu söylüyordu. Sonunda Yavuz kurtulacaktı, ben ona bebeğimizden bahsedecektim. Yine birlikte olacaktık ve bu sefer bizi hiçbir şey ayıramayacaktı. Bilgisayarı sıkıca tutarken kapıya yürüdük.

 

"Nerde o Cengiz!" Kemal'in sesini duyduğumda gözlerim genişledi.

 

"Kahretsin, babam!" Cengiz hızla beni kapının arkasına yavaşça iteklediğinde ne yapacağımı şaşırdım. Ben kapının arkasındayken Cengiz hızla telefonunu çıkardı.

 

"Cengiz-!" Kapıyı açıp içeri girdiğinde nefesimi tuttum. Kalbim deli gibi çarparken sıkıca sarılmıştım bilgisayara. Karnımı bile içeri çekmiştim. Açılan kapıdan dolayı duvarla kapı arasında sıkışmıştım.

 

"Yok Fuat amca baktım bulamadım-" Cengiz birisiyle konuşuyormuş gibi yapıyordu. Sadece sesini duyabiliyordum. Fazlasıyla iyi oynuyordu rolünü.

 

"Ne işin var senin burda!" Babasının sert sesi doldu kulaklarıma.

 

"Ben seni ararım Fuat amca." Dediğini duydum. "Baba Fuat amca aradı, dosyasını unutmuş bir bakar mısın babanın odasında mı dedi ben ondan-"

 

"Sana odama girme dememişmiydim!" Kemal hâlâ acımasız aynı zalim adamdı. Çocukları kaç yaşına gelirse gelsin onlara bağırıp çağıran bir babaydı.

 

"Dedin baba, ama keyfimden girmedim bende." Agresif bir şekilde cevap verdi Cengiz.

 

"Fuat itinin sözüyle mi haraket ediyorsun piç sen, baban ben değil miyim? İznim olmadan ne halt etmeye odama giriyorsun!" Onun kınar sözlerine karşılık Cengiz cevap veremeden bir korumanın sesi duyuldu.

 

"Kemal bey, bir bakar mısınız önemli bir konu var." Kemal'i burdan uzaklaştıran korumanın İshak'a ait olduğuna adım kadar emindim. Birkaç saniye sessizlik oldu. "Bir yere kaybolma." Dedi Kemal uyaran bir tınıyla, ardından arkasını dönüp gittiğini anladım. Biraz bekledikten sonra Cengiz kapıyı öne çekti.

 

"Hadi, çabuk!" Dediğinde ona bakarak başımı salladım. Kapının arkasından çıkar çıkmaz koşar adım onun peşine takıldım. Kemal bize sırtını dönmüş biraz uzakta korumasıyla söhbet ederken öfkeli gibiydi.

 

"Desene oğlum ne diyeceksen!" Kemal'in soğuk sesiyle koruma bir şeyler geveledi. Kemal ona karşılık bir küfür savurup başını sola çevirdiğinde beni farketmişti. Anında gözleri genişledi.

 

Kaçma hayallerim suya düşmüştü. Çünkü koruma onu oyalayamamış Kemal beni farketmişti.

 

"Lan!" Sesi tüm evde gürlediğinde Cengiz'in adımları kesildi. "Lan yakala şunu!" Babasının emri Cengiz içindi. Cengiz ne yapacağını şaşırmış halde hızla kolumu kavrayıp beni durduğunda gözlerinde susmamı ister bir bakış vardı.

 

"Sessiz kal." Dediğinde yutkundum sertçe. Sadece benim duyabileceğim kadar kısıktı sesi. "C planını uygulayacağız." Yinede bu beni çıkmaza sokmuyor değildi.

 

A planı, birinci kaçış yolu.

 

B planı, ikinci kaçış yolu.

 

C planı, İshak'ın anlattığı son kurtuluş yoluydu. Bu durumda Cengiz babasının yanındaymış gibi davranıp beni evden çıkarmak için bekleyecekti. Diğer planlar suya düşmüştü, çünkü Kemal bizi farketmişti. Peki ben bu plana uyacakmıydım? Bilgisayar bende kaldığı sürece evet. Çünkü biliyordum, o bilgisayar benden alınırsa Yavuz'un içeriden çıkmasının hiçbir yolu yoktu.

 

"Payidar'ın sevgili karısı, Hafsa." Kemal'in sözlerimde bana yöneltilen bir kin vardı. Adımlarını uzun koridorda yanıma götürdü. "Seni gökte ararken yerde buldum. Ben seni ararken kendi ayağınla bana mı geldin?" Sesinin tınısı bile insanı iğrendiriyordu. Onun her zerresinden iğreniyordum. Tek gözü bandanayken sağlam gözüyle beni izliyordu. Yüzü gözü yara bere içindeydi. Neden bu halde olduğunu bilmiyordum ama birisi onu çok güzel benzetmişti. Ayrıca yürürken topallıyordu. "Ne işin var evimde? Kocan içeri düştü diye hırsızlık mı yapmaya başladın?"

 

"Hırsızlık mı?" Dişlerim arasında konuşurken Cengiz'in elinden kurtuldum. "Bana ait olanı almaya geldim!"

 

"Bu evde sana ait hiçbir şey yok, tabi kocanın çocukluğunun geçtiği depo hariç. İstersen seni bizzat orda misafir edebiliriz ne dersin?" Beni korkutacağını sanıyorsa yanılıyordu. Gözü bir an arkamda duran Cengiz'e kaydı. Cengiz rolünden ödün vermeden öfkeli gibi görünürken Kemal açıkça ondanda şüphe ediyordu ama şu an bunu dile getirmedi. Cengiz'den şüphe etsede Cengiz'in beni durdurmuş olması onu kararsız bırakıyordu .

 

"Cehenneme kadar yolun var derim." Bir adım atarak yaklaştım ona. Korku yoktu içimde. "Çekil önümden." Sözlerimle alay ettiğini attığı kahkahadan anladım.

 

"Tabi, gel geç buyur istersen evine kadarda bırakalım seni?" Kahkahası duruldu ve aniden kolumu kavradı. Öyle sıkı kavradı ki orda bir iz bırakacağına emindim. Ama belli etmedim. Çektiğim acıyı ona belli etmedim. "Hiçbir yere gitmiyorsun Hafsa Payidar." Kendime hakim olamadım. Dizimi sert bir şekilde malum yerine geçirdiğimde acıyla iki büklüm oldu. Bunu fırsat bilerek merdivenlerden aşağı inmek için yeltendim. Bir basamak inmişken saçlarıma dolanan elle ağzımdan küçük acı dolu bir çığlık kaçtı. Saçlarım çok hassastı. Ve onun eli saçlarıma öyle bir asılmıştı ki yerinden kopacakmış gibi hissettim.

 

"Nereye gidiyorsun?" Sesi dişleri arasından fısıltıyla çıktı. "Seni bırakır mıyım sandın?"

 

"Baba tamam." Cengiz'in kendine hakim olamaya çalışan sesi öfkeden kasıldı. "Bırak, biz hallederiz."

 

"Karışma!" Diye bağırdığında bir basamak inerek önüme geçti. Elimdeki çantayı boştaki eliyle kaptığında iri gözlerle ona baktım.

 

"Asla, ölümü çiğnersin benden bunu alamazsın!" Dik başlılığım sinirlerini bozuyordu.

 

"Bırak şu çantayı!" O çektikce ben daha fazla çekiyordum.

 

"Asıl sen bırak adi herif!" İkimizde var gücümüzle çantaya asılmıştık.

 

"Hafsa, bırak şunu!" Cengiz'in endişeli sesini duydum. Kemal'e diklenmek iyi bir şey değildi ve ben tam olarak bunu yapıyordum.

 

"Hiçbir yere bırakmam!" Gür sesim evde yankılandığında Kemal'in sıkıntılı sesini duydum.

 

"Yeter be!" Diye bir isyan döküldü ağzından. Ondan sonraysa bir elini omzuma bastırıp beni geri itti. Dengemi sağlamak istedim, ama yapamadım.

 

"Hafsa!" Son duyduğum şey Cengiz'in bağırışı oldu. Ondan sonraysa hatırladığım tek şey acıyla sızlayan bir vücut ve merdivenden düştüğümdü.

 

.....

 

Yazar.

 

"Sevduğumi saramam!" İsyan benzeri döküldü sözler Yavuz'un ağzından. "Kaderum böyle imuş ne yapsam yaranamam!"

 

"Hay yaşa!" İçlerinden orta yaşlı bir adam bardağını havaya kaldırıp çarptı hafifçe Yavuz'un bardağına.

 

"Yazmadaki pul miyum sevilmez bir kul miyum!" Yakararak söylüyordu şarkıyı. Öyleydi, canı yanıyordu. Kalbi yangın yeriydi. Diğerleri onu keyifli sanarken, Yavuz'un içi kan ağlıyordu. "Herkes basarda geçer, kapida ki yol miyum!"

 

Kafasına diktiği içkinin ardından bardağını bıraktı masaya. Kaçıncı bardaktı bilmiyordu. Ama unutmak istiyordu bir şeyleri. Mesela Hafsa'nın ona son bakışını, sözlerini, acısını, kendisini unutmak istiyordu. Koğuş odasına içki sokmuştular, bu da yetmezmiş gibi Yavuz'uda kendilerine alet etmiştiler. Gerçi Yavuz'unda onlardan aşağı kalır yanı yoktu. Kendini kaybetmiş bir haldeydi. Gözleri baygındı. Umutsuzdu, sessiz, sakin, mahkum.

 

Mahkumdu.

 

Yavuz Payidar bir ömür mahkumdu.

 

Bu gerçek yüzüne çarpıp duruyordu. Nefesini vererek bir içki daha doldurmak istediğinde kalbine saplanan sancıyla duraksadı. Anlam veremedi. Daha önce hissetmediği bir acıydı bu, bir çok kez kalbi sıkışmıştı ama bu başkaydı.

 

"İyi misin evlat?" İçlerinden biri sorduğunda Yavuz yutkundu sertçe.

 

Yüreğinde bir his vardı.

 

Bir şey olmuş diyordu sanki bu his ona.

 

Zar zor kalktı sandalyesinden, kalbindeki acı çoğalırken koğuşun kapısına yürüdü. Eli ağır ağır kalkıp birkaç kez çarptı demir kapıya.

 

"Komiser!" Sarhoş hissetmiyordu. Diğerleri onun bu haraketlerini sarhoşluğundan sanıyordu. Ama Yavuz hiç olmadığı kadar kendineydi. "Komiser!" Bu sefer sesi daha acildi.

 

Demir kapının üstündeki küçük gözetleme deliği açıldığında Yavuz'un kehribar hareleri dışarıdaki polisle karşılaştı.

 

"Ne istiyorsun?" Diye sorduğunda Yavuz elini yasladı kapıya.

 

"Bir şey oldu." Sözleri tutarsızdı "Komiser, yüreğim dağılıyor, parçalanıyor bir şey oldu!" Polis onun bu dediklerine anlam veremedi.

 

"Ne saçmalıyorsun?" Dediğinde Yavuz elini vurdu kapıya. Diğer eli kalbine gitti.

 

"Aç şunu! Bir şey oldu!"

 

"Neye bir şey oldu, ne geveliyorsun!"

 

"Bir şey oldu Komiser, hissediyorum aç şu boktan kapıyı!" İyi değildi, ne kalbi ne de kendisi iyi değildi. Acısı katlanırken yakasında ve alnında terler birikmeye başlamıştı. İçtiği içkiden dolayı şu an kapı açılsa çıkıp gidebileceğini sanıyordu. Oysa gerçekler bunlar değildi.

 

"Oldu, her bir şeyler hissedenide açıp salalım dışarıya istersen." Dedi Polis alaycı bir öfkeyle. "Geç yerine."

 

"Gitmiyorum, benim Hafsa'ya gitmem gerek! Bir şey oldu!" İçki aklını bulanıklaştırıyor, kalbi giderek daha fazla sıkışıyordu. Nefes alamıyordu. Çünkü sevdiği kadının nefes aldığını hissetmiyordu.

 

"Delisin sen, delirmişsin oğlum sen geç yerine." Polis gözetleme deliğini kapatamadan Yavuz'un yere yığıldığı duyulmuştu. Daha fazla dayanamamış, o kapının önünde yere yığılmıştı.

 

Sesler boğuktu. Başına toplanan koğuş arkadaşlarını anlayamıyor, onları duyamıyordu.

 

Tek hissettiği acıydı. Sevdasının acısını hissediyordu.

 

Seven sevdiğinin acısını hissederdi, ve Yavuz Payidar Hafsa'nın acısını derinden hissediyordu.

 

    

******

BÖLÜM SONU.

 

Merhabalar efenimm

 

Uzun zaman olmuş bölüm atmayalı ama şunu söylemeden geçmeyeceğim. Bölümler bazen geç gelebiliyor biliyorum, lakin şöyle bir durumda var bir bölümü hızlıca yazıp mahvetmek yerine biraz geç gelmesini ama ortaya güzel bir bölüm çıkmasını tercih ederim. O yüzden geciken bölümleri bekleyen herkese burdan teşekkürler ve kucak dolusu kalplerrr💓💓💓💓

 

Şimdi gelelim bölüm sonuna, iyi değilim.

 

Ben bu kitapa başlarken canımın yanacağını bu kadar düşünmemiştim, ama olaylar sandığımdan daha fazla can yakıyor. Arkadaşlar her karaktere başka üzülüyorum bakın gerçekten iyi değilim...

 

Siz nasılsınız? Yüzüm yok bunu sormaya ama yinede hsjsjs

 

Bölümü nasıl buldunuz??

 

Siz ne düşünüyorsunuz, sizce Hafsa nasıl kurtulacak bu durumdan??

 

Peki Yavuz'un Hafsa'nın acısını hissetmesi🥺 oraya kalbimi bıraktım. Yavuz bey bizde de kalp bırakmıyor artık😩

 

Ben sanırım çiftimi birlikte okumayı özledim🙃

 

Peki Ceylan'la Zahir? Ne demişler kaos arasında yaşanan aşk en güzelidir🥳 sonrasında Süleyman onları bastı ama olsun ahjsjs

 

İnşAllah Yavuz'la Hafsa'yıda böyle göreceğizz

 

Az kaldı onları birlikte okumamıza💖

 

Şimdilik Allah'a emanet hepinizle tekrar görüşmek üzere seviliyorsunuz 💃💖

 

Not;İnsta hesapımı bulamayanlar için link wattpad profilimde var💓

 

İnsta;Selinelizzzz

 

Tiktok;Selin_elizzz

 

Güncel bilgiler için whatsapp kanalımı takip edebilirsiniz Tiktok biomdan ulaşabilirsiniz ordan olmazsa insta veya tiktok hesapıma yazın linki gönderirim💖

 

 

Bölüm : 28.04.2025 18:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...