
Herkese merhabalarrrrrrrrr✨
Yeni bölüme hoş geldiniz, yorumlar ve oylamaları unutmayın 🍭
Özellikle bölümü 9 mayısa denk getirmeye çalıştım. Hiç inancım yoktu yetiştireceğime çünkü aşırı yoğundum. Ama bugün burdaysak evet demek ki yetiştirmişim.
9 mayıs benim için anlamlı, çünkü bugün benim doğum günümmm💖
Ve bugünü Yavuz içinde anlamlı bir hale getirmek istedim.🎀
İyi ki diyorum burdayım, iyi ki siz ve iyi ki Lafügüzaf. Daha nice böyle güzel yerlere gelmek dileğiyle hep birlikte iyi ki varsınız 💖

***
~Eğer istersen, sonsuza dek sürecek. İnan bu adam hep seni sevecek..~Kıraç~
.....
Yedi sene önce. Bir bahar akşamı.
....
Yavuz Payidar.
"Araştırmaların sonuçları peki?" Sözler ağzımdan çıktı ve telefonun diğer ucundan gelecek olanları bekledim. Abim öleli tam üç ay olmuştu. Bense üç aydır ne halde olduğumdan habersizdim. Tek bildiğim abimin katilini aradığımdı, ya da aslında bulduğum sadece kanıtlamaya çalıştığımdı. Biliyordum. Abimi öldüren Kemal itinden başkası değildi. Ama ben buna ne babamı ikna edebiliyordum, ne de katilin o adam olduğuna inandıra biliyordum. Yanımda durmuyordu. Tek bildiğim bu işin peşini bırakmayacağımdı.
Bir kaç hafta sonra İstanbul'a gidecektim. Orda tanıdığım çok iyi komiserler vardı. Gerekirse bu iş için bir dedektif bile tutardım. Elimde bir kanıt olmadan Kemal'i içeri tıkdıramazdım. Elbet gidip kafasına sıkmak benim için daha kolaydı, ama hayır. Onun yaşarken acı çektiğini görmek istiyordum.
"Yok bişi." Cafer'in sesi düşünceliydin. "Ne frenleri kesenlerden bir iz varidur, ne de bu kazaya sebep olanlardan!" Benim kadar öfkeliydi. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakarken dudaklarım arasından sıkıntılı bir nefes firar etti.
Güneş batmıştı, ve ay yavaştan gözükmeye başlıyordu. Hava serindi, tenim bunu çok iyi hissediyordu. Abimin katilinin o adam olduğunu kanıtlamadan bana uyku haramdı. Geri başımı önüme eğerek yürümeye devam ettim. Ama o an boğuşmaya benzer sesler doldu kulağıma. Ne olduğuna anlam veremedim, basit bir kavgadır sandım.
"Bırak manyak saçlarımı!" Orta yaşlı bir adamın sesi inletti sokağı. Birisi onun canını yakıyordu.
"Arayacağım seni." Telefonu kapattığım gibi cebime atarken hafifçe çatıldı kaşlarım. Birkaç adım daha attım. Uzakta olduğumdan neler olduğuna pek anlam veremedim. Bakışlarım meydana yoğunlaşmıştı.
"O konuşmalarına dikkat edeceksin, bu pazar senin babanın malı değil duydun mu beni!" Bir kız sesi duydum. Fazlasıyla öfkeli, cesur, ve kendisinden emin. Adamın saçlarına yapışmış onu bırakmamaya yemin etmiş gibi çekiştiriyordu.
Henüz bu ses için tüm ömrümü verebileceğimden habersizdim.
"Tamam!" Başka bir kız onu geri çekti. "Yeter, Hafsa! Bırak, ne hali varsa görsün!" Sarışın olan kız adının Hafsa olduğunu öğrendiğim kızı geri çekerken gözlerim hem kalabalık hemde sırtı bana dönük olan kız arasında gidip geliyordu. Üstünde beyaz bir elbise vardı, sade gündelik güzel beyaz bir elbise. Uzun saçları vardı. Kahverengi, ama bakımlı gözüküyordu. Onları gevşek bir şekilde bir tokayla arkada tutturmuştu.
"Bırak beni, göstereceğim ona!" Tekrar öne atıldığında sarışın olan kız bir kez daha Hafsa'yı geri çekti.
"Manyak bu!" Adam öfkeyle söylene söylene yandan bir bakış attı kızlara. Ama korkusunu burdan hissediyordum. Pazarın önünden çekildi ve resmen koşar adım yokuş aşağı yürüyerek benim yanımdan geçip gittiğinde alaycı bir nefes kaçtı burnumdan. Bana göre kızgın bir kadın, her şeyden daha tehlikeliydi. Bana göre kadınlar tehlikenin ta kendisiydi. Onlar fazlasıyla cesurdu, ve eğer sinirlerini bozarsan her şeyi yapabilecek kadarda yürekliydiler.
Bir erkeğin gözünü korkutmaksa..yokuş aşağı giden adama bakarken başımı iki yana salladım...İşte bu kadar kolaydı. Gözlerimi adamdan ayırıp bir zarar olup olmadığını kontrol etmek için meydana baktım. İnsanlar adı Hafsa olan kıza sakin olmasını söylüyordu. Bu kız buralarda tanınıyor muydu? Daha önce hiç görmemişti. Gerçi genellikle buralara uğrayan birisi değildim. Bugün acil bir işim olduğu için meydana inmiştim.
Nefesimi verdim. İçimden bir ses gidip bir şeye ihtiyaçları var mı diye sormamı söylüyordu. Ben onları tanımasamda Karadeniz'in bir çok yerinde insanlar beni tanırdı. Birkaç saniye düşündüm. Sonunda içimdeki sesi dinledim. Pazarın önüne doğru yürüdüm. Ben onlara yaklaşırken beyaz elbiseli kız, elini yüzüne düşen kahküllerine geçirip vücudunu refleksle gelişen bir öfkeyle arkaya çevirmişti. Böylece yüzü görüş alanıma girmişti. O beni görmemiş, ama ben onu görmüştüm.
O an ayaklarımın yere çivilendiğini hissettim.
Kalbim attı.
Hayır atmadı.
Kalbim durdu.
Soluğum kesildi. Aldığım nefes ciğerlerime takıldı ve ben bunu farketmedim. Nefes alamadığımı bile unutmuştum. Ayaklarım gitmiyordu.
Karnımda bir sıcaklık hissettim. Heyecandı. O heyecan yavaş yavaş vücudumun her zerresine yayılmaya başladı. En sonunda, kalbimi kapladı. Kalbimin her zerresini kapladı, ve kimse için yer bırakmadı.
Nasıl bir şeydi bu!
Gözlerimi o kızdan ayıramıyordum!
Yüzündeki öfkeli ifade bana fazlasıyla güzel geliyordu.
Kimdi bu kız?
Aklım durmuşsa şu an tam yeriydi.
Adımı unutmuştum.
Gidip kıza ne diyecektim?
Nasıl olduğunu soracaktım!
Neden soracaktım?
Düşüncelerim kayıptı.
Ve bende onun gözlerinde kayıptım.
Turkuaz'dı hareleri. Burdan baktığımda gökyüzünün mavisi onun gözlerine yansıyordu. Kalbim göğsümde çarpıyordu. Çok garipti. Daha önce yaşadığım hiçbir şeye benzemiyordu bu hisler. Ama bugüne kadar hissettiğim en güzel şeydi içimde dönen karışık duygular. Benim en güzel duygularımın sahipi bugün Hafsa'ydı. Hep Hafsa olacaktı, ömrümün sonuna kadar Hafsa olacaktı ve ben bunu henüz farketmemiştim.
Onu düşünecektim, her an, her saniye. Her dakika. Yemek yerken, su içerken, gezerken, çalışırken, uyurken, hatta uyanırken. Kalbim sızlayacak, kalbim onu arayacak. Kavuşamayacaktı. Acıtacaktı, onun aşkı benim her zerremi kanatacaktı. Çok acılar çekecektim, hiçbirinin farkında değildim.
Sevdalanmıştım.
Haberim yoktu.
Meydanın ortasında Hafsa'yı izliyor, sarışın kız onu güldürüp öfkesini dağıtırken bende kendimden habersiz gülümsüyordum. Üç aydır tek bir Allah'ın günü tebessüm bile etmeyen ben bir meydanın ortasında aptal gibi gülümsüyordum.
Gençtim.
22 yaşındaydım.
Ve gencecik bir kıza sevdalıydım.
Dünyalar güzeli, cesur, beni kendisine hapseden gencecik bir kız. Kendinden emin duruşu, iddialı bakışları.
Ve vurgun olduğum gülüşü.
İlk kez Hafsa'nın gülüşünü bu meydanda görmüş. Bu meydanda vurgun olmuş. Onu bir daha aklımdan çıkaramamıştım. Kendimi bildim bileli o sıcaklık, aşk, sevgi benimle yaşamış. Hafsa'yı aramıştı.
Bir bahar akşamı. Dokuz mayıs. Hafsa isimli güzel bir kıza aşık olmuştum. Ve ben o baharı hiç unutmamıştım.
"Hadi artık, sinirlenme." Yanındaki kız onun öfkesini yatıştırmaya devam ederken koluna girip kendisiyle birlikte yürütmeye başlamıştı. "Yürü, bak Tufan bizi bekler. Hem daha bu güzel maceramız için kendisinden bir ton azar yiyeceğiz."
"Hiçbir şey diyemez. Zerda." Hafsa kendisinden emin bir sesle konuştu. "O adam hepsini hakketi. Önce bana küfür etti, sonra sana ahkam kesti. Haketti." Küfür etmişti? Ne hakla küfür etmişti? Bu adam her kimse birde ben hırpalayacaktım orası artık açık bir şekilde ortadaydı. Zerda onu onaylar gibi başını sallarken nefesini verdi.
"Tamam, şu öfkene biraz hakim ol. Sende haklısın, ama değmez böyle haysiyetsiz adamlar için." Dediğinde Hafsa'yı kendisiyle birlikte bana doğru yürütmeye başladı. Bir çok insan evine bu yoldan gidip geldiği için normaldi bu tarafa doğru gelmeleri. Ama Hafsa yaklaştıkca benim kalp atışlarım anlamsızca hızlanıyordu. Tek bir adım bile yerimden oynamamıştım. Haraket etmemiştim. Sadece benden habersiz harelerim dünyalar güzeli kızı izliyordu.
"Ben öfkeme hakimim." Diye geçiştirdi Hafsa onu. Ve tam yanımdan geçerken gözleri gözlerime değdi. Bir saniye, sadece bir saniye gözleri gözlerime değdi.
Ama ben tüm mantığımı kaybettim. Bir yabancıydım. Benim yanımdan bir yabancı gibi yürüyüp geçti. Tanımadı. Beni tanımıyordu. Bırak tanımayı, bir saniyeden fazla bile yüzüme bakmamıştı. Ben onun için bir yabancıydım, ama o benim için öyle değildi. Nasıl oluyordu da sanki yıllardır onu tanıyormuşum gibi hissettiriyordu? Göğsüme takılan nefes hasretle çıktı dudaklarım arasından. O nefesle birlikte omuzlarım yükselip alçaldı. Yüzümdeki aptal tebessüm yerini koruyordu. Tam yanımdan geçip gitti. Ve o an bileğine bağlı olan bileklik yerle buluştu. Gözlerim aşağı kaydı. O uzaklaştığında aşağı eğilip bilekliği aldım. Aynı hızla geri doğruldum. Peşinden gidip vermek istedim, ama fazla geç kalmıştım. Hafsa sokaktan kaybolana kadar, benim gözlerim sadece onu takip etmişti.
Zalımın kızı. Bu lakap onu gördüğüm ilk günden beri aklıma kazınmıştı.
Güzel gülüyordu.
Her şeyi güzeldi.
En önemlisi.
Bakışları umutdu.
Onun umudu benide yaşatacaktı. Haberim yoktu.
Zar zor gözlerimi sokaktan ayırdığımda elim benden habersiz göğsüme gitti. Deli gibi çırpınıyordu kalbim. Daha önce Karadeniz'in dalgalarından başka hiçbir şey kalbimi böylesine hızlandırmazdı. Ama bugün kalbim, benim güçsüz kalbim bir kız için çırpınıyordu.
"Sakinleş.." dedim sanki kalbimle konuşur gibi. İçeride öyle bir hızla çarpıyordu ki hissettiğim duyguları şaşırıyordum. Biraz daha böyle çarparsa meydanın ortasına yığılıp kalacak gibi hissediyordum.
Güldüm bu çocuksu halime.
Avcumun içinde tuttuğum bilekliğe baktım. Yasemen desenleri vardı üstünde. Sade güzel bir bileklikti. En aşağısında bilekliğin kopup düştüğü kızımda bir isim yazıyordu.
Zümra.
Kime ait olduğunu henüz bilmiyordum. Ama büyük ihtimalle Hafsa için kıymetli birisiydi. O gün o bilekliği aldım. Ve ben o bilekliği senelerce sakladım.
Kalbime böylesine bir ateşi düşüren kız için, ben o bilekliğe gözüm gibi baktım.
Ondan bana bir hatıraydı.
Ve ben senelerce kendimi o hatırayla avuttum.
*****
Şimdiki zaman. 2 gün sonra.
Hafsa Polatlı.
Boğazımda ağır bir kuruluk hissettim. Nefes sanki boğazıma takılmıştı. Çünkü canımı yakıyordu. Aldığım nefes beni incitiyordu. Neler olduğuna anlam veremiyordum. Aklım sanki bulanıktı. Bilincim acı dolu bir şekilde yavaş yavaş uyanıyordu. Yüzümdeki kasların usulca haraket ettiğini hissettim. Ağzımdan küçük bir inilti çıktı. Acı doluydu. Şu an tam olarak nasıl bir halde olduğumdan habersizdim. Sanki kim olduğumdan bile habersizdim.
Gözkapaklarım büyük bir zorlukla açıldı. Görüşüm bulanıktı. Dudaklarımdaki kuruluğu hissettim. Boğazım kadar dudaklarımda kuruydu.
"Hafsa?" Sesin kime ait olduğunu anlamadım. Anlamam uzun zaman aldı. Harelerim yavaş yavaş görmeye başlarken sedyenin başında dayanan kişinin kim olduğunu seçmeye çalıştım.
Cengiz'di.
"Uyandı mı?" Zerda'nın sesi olduğuna emindim. Algılamam biraz zor oldu. Ama o olduğunu anladım.
"Uyanıyor sanırım." Cengiz gözlerini benden ayırmazken cevap verdi. Yorgun bakışlarım ona baktı. Zerda hızla sedyenin yanında eğilirken harelerim Cengiz'i terkedip yeşil gözleri dolu dolu olan Zerda'yı buldu.
"Kardeşim." Dediğinde sesi titrekti. Korku doluydu. Korkusu canımı acıttı. Elimi tuttu. Sanki yanımda olduğunu hissettirmek istedi. "İyi misin?" Kısık sesi ağlamaya hazırdı.
Zorlukla araladım dudaklarımı. Sesimi bulmam biraz zaman aldı. "İyiyim." Bir kelime ağzımdan güç bela çıktı. Ardından yavaş yavaş bilincimi tamamen kazanmaya başladım. Kemal'in evine girdiğimi hatırladım. Yavuz'u hatırladım. Delilleri. Canım daha çok yandı. Ardından, neden burda olduğumu hatırladım. Merdivenlerden nasıl yuvarlandığımı hatırladığımda bu dilimde acı bir tat bıraktı.
Yüreğime çöken korkunun hiçbir tarifi yoktu.
"Bebeğim." Kelime ağzımdan acı dolu bir şekilde firar etti. Telaş vücudumu yavaş yavaş sardı. "Bebeğim..Zerda bebeğime bir şey oldu mu..!" Üstünde serum olan elim karnıma doğru fırlarken yerimde doğrulmak istedim. Ama canım yandı.
"Haraket etme!" Zerda endişeyle konuşurken doğrulup elini omzuma koydu. Beni geri uzandırırken gözlerim büyük bir korkuyla genişlemişti.
"Zerda bir şey de!" Sesim aciliyet doluydu. "Bebeğim nasıl!" Gözyaşlarım gözlerime dolmuştu. Ağzımdan çıkacak hıçkırığa hazırdım.
Zerda birkaç saniye titrek nefesler aldı. Halimin onu ne kadar etkilediğini farkettim. "Bebek iyi."
"Yalan söylemiyorsun değil mi?" Korkuyla sordum. Zerda hızla hayır anlamında salladı başını.
"Bebek iyi, sana yemin ederim bebek iyi." Dedi inanç dolu sesiyle. O yalan söylediği an anlardım. Yalan söylemiyordu.
O hıçkırık acıdan değil, mutluluktan firar etti dudaklarımdan. Gerginleşen vücudum gevşerken geri uzandım. Ağladıkca canım yanıyordu, ama umrumda değildi. Elim karnımdayken karşılaştığım tehlike tekrar tekrar yüzüme çarpıyordu.
Bebeğim iyiydi. Ama piskolojim için aynısını söyleyemezdim.
"Bebek iyi.." Bana güven vermeye çalışır gibi konuştu.
"Bebeğim iyi." Diye fısıldadığımda titrek nefesler aldım. Elim karnımı okşadı. "Bebeğim iyi." Tekrarladım sessizce. Kendimi ikna etmeye çalıştım. Ve bu çok ağırdı.
Bebeğimi kaybedecektim.
Ben bebeğimi kaybedecektim.
Bunları düşündükce içimdeki acı giderek çoğaldı. Bize tüm bunları yaşatanlar, umarım ki asla mutlu olamazdı. Çünkü benim canım her gün biraz daha kopuyor, benden ayrılıyordu. Gözlerim yukarı tırmandı.
Cengiz bizi sessizce izlerken yüzündeki pişmanlık dolu ifadeyi gördüm. Onun babası yüzünden hayatım mahvolmuştu. Bu gerçek kafamda dönüp durdu. Onun babası yüzünden hayatım mahvolmuştu. Onun babası yüzünden bebeğim ölüyordu. Ve şu an benim odamda duruyor olması, tüm travmalarımı tetiklemeye yetti.
"Çık dışarı." Dediğimde sesim fazlasıyla sertdi.
Kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz yüzündeki ifadenin nasıl katlanarak çoğaldığını sezdim. Açıkça şu an bunu düşünecek durumda değildim. "Çık dışarı!" Diye bağırdığımda canım yandı, büyük ihtimalle yüzümde yaralar vardı. Görmesem bile hissediyordum. Ama umrumda olmadı. Benim yükselen sesimle Cengiz olduğu yerde irkildi hafifçe. "Çık dışarı!" Hafifçe doğrulup sırtımdaki yastığı aldım ve ona fırlattım. Her haraketimde kemiklerim sızlıyordu.
"Hafsa, haraket etme rahat dur!" Zerda korku dolu sesiyle konuşurken benim fırlattığım yastık Cengiz'e çarptı.
"Çık dışarı Allah'ın cezası! Ne istiyorsunuz bizden!" Bağırışım tüm odayı doldurdu. Nefesim giderek daraldı. Şu an bir panik atak geçirdiğimin farkındaydım.
Annemin ölümünden sonra bir çok kez panik ataklar geçirmiştim. Yıllarca tedavi almış, iyileşmiştim. Ama bugün hissediyordum ki, ben yine aynı günleri yaşıyordum.
"Hafsa, yalvarırım yapma kendine zarar vereceksin!" Zerda kollarını omzuma dolayıp beni geri sedyeye yatırmaya zorlarken ben kin kusar gibi Cengiz'e bağırıyordum.
"Senin baban yüzünden hayatım mahvoldu! Çık dışarı!" Sesim tüm hastaneyi inletiyordu. Cengiz'in bu sözleri nasıl yediremediğini sezdim. Gözleri bana bakmıyordu. Bakacak yüzü yoktu.
"Hafsa, nolursun!" Zerda'nın ağlayarak devam ettiği yalvarışlarına benim hıçkırklarım eşlik ediyordu. Şu an ne yaptığımdan emin değildim.
Tek bildiğim titreyerek ağladığımdı. Ve Cengiz'i görmek istemiyordum. O adamın kopyası olan birini görmek istemiyordum.
Kimseyi istemiyordum.
Ben Yavuz'u istiyordum.
"Neler oluyor!" Abimin sesini duydum. Kapıyı açıp içeri daldığında gözleri sedyede ağlayan beni buldu. Yüzünde hafif bir rahatlama sezdim. Uyandığım için sevindi, ama neden ağladığımı anlamadı. Sesimi duymuştu, uyandığımın yeni farkındaydı.
Abimin yanından geçip giden Cengiz'i gördüm. Öfkem ona mıydı bilmiyordum. Ama şu an akıl sağlığım iyi değildi. Vücudumun her zerresi sızlarken en yüklü acı kalbimdeydi. Kemal'e olan nefretimi Cengiz'e kusmuştum.
"Hafsa.." abimin ağzından adım çıkar çıkmaz aynı hızla yanıma koşmuştu. Kollarını bana sıkıca sardığında beni incittiğinin farkında değildi. Acıyla sızlandım, o sızıltıya hıçkırıklarım eşlik etti.
"Abi." Elim abimin üstündeki tişörte asıldığında hıçkırıklarım çoğaldı. Bebeğim iyiydi. Ama ben değildim. Ben hiç iyi değildim. Şükür ediyordum. Bebeğim iyiydi ve ben bunun için Allah'a binlerce kez şükür ediyordum. Lakin kendi sırtımda yüzlerce yük olduğunu hissediyordum. Sanki her şey üst üste toplanmış, ve bebeğime uzanan el bardağı taşıran son damla olmuştu.
"Abim." Abim saçlarıma öpücükler kondurmaya başladı. Sesi titriyordu.
Zerda'nın benden uzaklaşıp bize izin verdiğini hissettiğimde abimin göğsünde ağlamaya devam ettim. "Abim iyisin." Dediğinde elleri sırtımda aşağı yukarı haraket ediyordu. "İyisin, kurban olurum sana iyisin." Kokumu ciğerlerine çekti. "Korktum, kaybettim sandım seni, Hafsa." Ne kadar büyüsede, abim benim yanımda hep o küçük çocuktu. "Annem gibi gittin sandım.." bunları söylerken ağlamaya hazır bir şekilde kısıldı sesi. "İzin vermeyecektim." Suçladı kendisini. "O itin aklıyla gidip seni oraya sokmakta hata ettim!"
Onun suçu değildi. Tüm suç Kemal'den başkasında değildi. Ve Devran. Bu iki kişi dışında suçladığım başka birisi yoktu.
Devran.
En büyük suçlusu Devran'dı. Eskiden hikayesini dinledikce üzüldüğüm adam, bugün en nefret ettiğim insan olmuştu. Onun Yavuz'a oynadığı oyun, bugün benden çocuğumu alabilirdi. Ve zaten sevdiğim adamı almıştı.
Hıçkırıkarım sakinleşene kadar abimin göğsünde ağladım. Bu kaç dakika sürdü bilmiyordum, ama abim bana sıkıca sarıldı. Sakinleşene kadar öyle kaldım. Benimle ilgilenen doktor içeri girdiğinde serumumu değiştirmişti. Uyanır uyanmaz ağlamış ve resmen kriz geçirmiştim. Hemşire bunun için bana bir sakinleştirici yapmıştı.
Zerda, Aziz abi, ve Tufan yan yana durmuş merakla beni izliyordular. Hepsinin gözlerinde aynı endişe vardı. Diğerleri nerdeydi henüz bilmiyordum. Aziz abide beni uyanık görünce koskoca adam resmen ağlamamak için zor durmuştu. Benim merak ettiğimse, diğerleri nerdeydi?
"Sağ ayak?" Doktor sorduğunda yorgun bakışlarım onu takip ediyordu. Elindeki küçük iğneyle vücudumun tepkilerni ölçüyordu. Ayağıma batırdığı iyneyi hissettiğimde nefesimi verdim.
"Hissediyorum." Dediğimde güven veren bir tebessüm etti. "İyisiniz Hafsa hanım." Dedi ellerini ceplerine sokarak. Deminden beri kollarımı ve bacaklarımı hissedip hissetmediğimi anlamak için bir sürü test yapmıştı.
"Hatırlamadığınız bir şey var mı?" Diye sorduğunda sesli bir nefes verdim.
"Hatırlıyorum." Keşke hatırlamasaydım. Ama her şeyi hatırlıyordum.
"Yuvarlandığınız merdiven yüksekmiş." Bilge bir sesle konuştu. "Bebeğiniz iyi, ama Hafsa hanım geçirdiğiniz bu kaza..bazı kötü şeylere yol açmış." Doktorun sözleri kalbime bir cam gibi battı.
"Nasıl yani?" Abim benden önce konuşurken benimde endişeli gözlerim doktoru terketmiyordu.
"Karnınıza sert bir darbe almışsınız." Duyduğum her sözle gözlerim doldu. "Bebek iyi, ama düşük riskiniz çok yüksek."
"Ne demek bu?" Dedim hafifçe doğrularak. "Ne demek, ne demek düşük riski doktor bebeğime bir şey mi olacak?" Daha Yavuz'un haberi bile olmadığı çocuğumuzu kaybedemezdim.
"Hayır." Dedi doktor nefesini vererek. "Bebeğinizin şu anki durumu gayet iyi. Lakin, gelmeniz gereken kontroller var. Her hafta bunları düzenlice takip etmeniz gerek. Çünkü düşüş sonucu rahminiz zarar görmüş. Rahminizde kasılmalar olduğunu sezdik. Bu kasılmalar dikkat edilmezse kötü sonuçlar doğurabilir." Yeşeren umudumu birazda olsa söndürmüştü bu sözler.
Bebeğime bir şey olabilirdi. Şimdi iyiydi, ama ya daha sonra ben onu kaybedersem? Düşüncesi bile kötüydü.
"Nelere dikkat etmeliyiz?" Diye sordu Aziz abi. Ama ben onları duymak bir yana kalsın, sadece elim karnımda dolu gözlerle düşünüyordum.
"Sinir, stres, hatta küçücük bir öfke veya korku yaratabilecek şeylerden bile uzak durmalı." Tam bizi tarif etmişti. Korku, stres, hatta öfke. Tek bir şey aksineydi, uzak duramıyor, direkt kendimi bunların içinde buluyordum.
"Özellikle kanama gibi bir durumla karşı karşıya kalırsanız en acilinden bunu bize bildirin." Sözleri omurgamdan aşağı bir ürperti gönderdi.
"Kanama mı?" Dediğimde sesim titredi. "Bu kadar kötü mü?" Durum sandığımdan daha ciddiydi.
"Malesef." Dedi doktor üzüntüsünü belli ederek. "Önümüzdeki iki gün boyunca sizi gözlemleyeceğiz, krampların hangi aralıklarla meydana geldiğini anlayacağız. Eğer fazla endişelenecek bir durum olmazsa, taburcu olabileceksiniz. Ama unutmayın, en önemlisi önümüzdeki bu iki gün." Sesli bir nefes kaçtı ağzımdan. Başımı geri yaslayıp gözlerimi sıkıca kapattım.
"Hemşireler sizinle ilgilenecek, bunun dışında fazla haraket etmeyin. Düşme sonucu herhangi bir kırığınız ya da çıkığınız yok ama bir çok yerde ezilmeler ve yaralar var. Kendinizi fazla yormayın." Tek yapabildiğim gözlerimle doktoru onaylamak oldu. Aklım doluydu. Aklım fazlasıyla doluydu. Daha sevincini yaşayamadığım bebeğimi kaybetme ihtimalim vardı. Elim karnımı terketmiyordu.
Sanki olası tüm tehlikelerden onu korumak ister gibi elimi karnımdan çekemiyordum.
"Zamanında yetişmişsiniz." Dedi doktor sedyenin önündeki küçük masadan dosyaları alırken "Delikanlı biraz daha geç kalsa her şey için geç olabilirdi." Anlamayarak baktım ona.
"Delikanlı?" Diye sorduğumda doktor başını salladı.
"Şu çocuk, sizi buraya getiren." Dediklerinden hiçbir şey anlamıyordum.
"Cengiz'den bahsediyor." Dedi Zerda, çatılan kaşlarım hafifçe havalandı. Kemal'in evinde düştüğümü hatırlıyordum. Ama ondan sonrası bende yoktu. Beni buraya kimin getirdiğini bilmiyordum. İshak'ın adamlarından biri yaptı sanmıştım.
"Beni buray Cengiz mi getirdi?" Açıkça bu ondan beklediğim bir haraket değildi. O merdivenden düştüğüm an beni ölüme terkeder sanmıştım. Güvenim yoktu. Nasıl olurdu? Öz ablasına bile yardım etmeyen bir insandı. Sürekli babasının yanında olan, bana yardımı dokunmayan birisiydi. Her fırsatda babasıyla birlikte karşımıza çıkan bir adamdı.
"Ben sizi yalnız bırakayım." Dedi doktor. Ardından dönüp kapıya yürüyerek dışarı çıktı. Benimse gözlerim üç kişi arasında gidip geliyor olan biteni anlamaya çalışıyordu. Zerda mesajı almış gibi yanıma ilerledi. Sedyenin kenarına otururken konuşmaya başladı.
"Merdivenlerden düştükden sonra, seni o evden kimse çıkarmamış." Kaşlarım çatıldı.
"İshak?" Diye sordum. "İshak'ın adamlarına ne oldu?" Beni onlar çıkardı sanıyordum.
"İshak'ın adamları sırtını çevirdi bize." Duyduklarım beni bozguna uğratırken hayretle Zerda'yı dinliyordum. "O evin içine giren herkesin İshak'dan çok Kemal'den korkusu varmış, Hafsa. Dünya zekisi olduğunu iddia eden İshak yanılmış." İshak'ın zekası beni her zaman şaşırtırdı. Ama bu sefer, kaybeden o gibiydi.
Zerda'nın ağzından çıkan her kelimeyle abiminde Aziz'de öfkesi yükseliyordu.
"Kemal'de.. seni gömmeleri emrini vermiş." İşte bu içimde büyük bir acıya sebep oldu. Tüm bunları anlatırken Zerda'nında içinde büyük bir öfke gelişiyordu.
Beni diri diri gömmek mi istemişti?
Bir insan nasıl bu kadar cani olabilirdi?
"Cengiz seni götüren korumaların peşine takılmış. Üç dört kişilerimiş sanırım, bir şekilde seni onların elinden alıp hastaneye getirmiş." Ne hissedeceğimi şaşırmıştım. Ama az önce ona bağırıp çağırdığımı hatırladıkca istemsizce içimde bir pişmanlık gelişti.
Bana bunları yaşatan babasıydı. Ama beni ölümün kucağından alan Cengiz'di. O yüzden burdaydı. O yüzden hastane odasında kalmasına rağmen kimse ona hiçbir şey dememişti. Burnumdan sesli bir nefes kaçtı. Ona bir özür mü borçluydum, yoksa teşekkür mü bilmiyordum. Bir gerçek vardı, belki de o olmasa şu an bebeğimde bende hayatta olmazdım.
Gerçekten Cengiz değişmiş olabilir miydi? İnsanların değişeceğine hiç inanmazdım. Ama bugün belki de yanılmıştım.
"Ben, kötü davrandım." Dediğimde abim başını iki yana salladı.
"Kriz geçiriyordun." Abim beni çok iyi tanırdı. Bugün geçirdiğim küçük kriz onun alıştığı bir şeydi. Eskiden bundan binlerce kat daha kötü krizler geçirirdim.
"Ben sanırım." Ne diyeceğimi bilemez gibi gözlerim tavanda gezindi. "Yorgunum." Bunu dile getirmek ağır bir yük gibiydi. Elimi kahküllerime daldırarak onları geri ittim.
"Deliller." Dedim umutsuz bir şekilde. "Bilgisayara ne oldu?"
"Flaşdisk iyi." Zerda bana bakarken düşünceliydi. "Ama merdivenlerden düştüğünde bilgisayarda zarar görmüş. Cengiz bunuda akıl etmiş, Kemal'den ve adamlarından önce davranıp bilgisayarıda flaşdiskide almış." Güvenmediğim adam bir çok şeyi aynı anda halletmişti. Bu durumda kesinlikle yanılan bendim.
"Peki nasıl, bilgisayarı olmadan flaşdisk çalışmaz." Dediğimde Zerda başını salladı. "İshak bilgisayarı tamir ettiriyor, iki güne kadar her şey eskisi gibi olur dedi."
"Sen hiç merak etme abisinin gülü." Abim sedyenin yanına yürüdüğünde eli saçlarımı buldu. "Bunları düşünme, her şey yolunda. Bu günden sonra, Yavuz'un içeriden çıkmasıda an meselesi." Yüzümde bir tebessüm gelişti. En azından çektiğim onca acıya değdiğini hissediyordum. Ama kalbimde bir huzursuzluk vardı. Ne olduğunu anlamadığım bir huzursuzluk.
"Yavuz, onunla konuştunuz mu? İyi mi?" Dediğimde aralarında kısa bir bakışma geçti.
"İyi tabi." Dedi Aziz abide sedyeye yaklaşarak. "Çok iyi, anlattık her şeyi. Çıkacağını biliyor, nasıl mutlu oldu bir görsen." Neşeyle konuştuğunda dolu gözlerim onu izledi.
"Doğru söylüyorsunuz değil mi?" Diye sorduğumda Zerda başını salladı.
"Hiç seni kandırır mıyız biz? Çok iyi." Dedi geniş bir tebessümle. "Günleri sayıyor sana kavuşmak için!" Titrek sesimle güldüm. Usulca salladım başımı.
Yavuz'a kavuşacaktım.
En azından kader bu sefer acılarla birlikte mutlulukta getirmişti.
*****
Yazar.
Odanın içi bir hayli sessizdi. Cafer uzun koltuğa yaslanmış kaç saat olduğundan habersiz bir şekilde kardeşini izliyordu. Gözleri bir an olsun Yavuz'u terketmiyordu. Yavuz'sa kolunda bir serum burnuna takılı olan solunum cihazıyla kaç gündür gözünü açmıyordu.
Hapishanede geçirdiği ataktan beridir hastane odasından ayrılmamıştılar. İki gündür, Yavuz gözünü açmıyordu. Tüm bunlar her geçen an biraz daha korkuya sebep oluyordu. Cafer iki gündür gözünü kırpmıyordu. Tek yapabildiği ara sıra dışarı çıkıp hava alıp geri dönmekti. Hafsa başka bir hastanede bu durumdayken, Yavuz'unda ondan aşağı kalır bir yanı yoktu.
Cafer sessizce sedyede uyuyan kardeşini izlerken ağzını açıp konuşmuyordu. Onun sağında oturan Süleyman'ında pek bir farkı yoktu Cafer'den. Ama Cafer'in aksine Süleyman endişesini veya korkusunu gizleyebilen birisi değildi. Birine bir şey olacak diye ödü kopuyordu, çünkü Süleyman'ın başka bir ailesi yoktu. Onun bir annesi yoktu. Babası yoktu. Süleyman'n arkadaşlarından başka ailesi yoktu.
Zahir'se iki taraflı gidip gelen tek kişiydi. Bazı zamanlar Hafsa'nın olduğu hastaneye uğrayıp daha sonrasında Yavuz'un yanında dönerdi. Onu ölümün elinden kurtaran adamlardan birisi şu an sedyede yatıyordu. Yıllar önce kayalıklarda Zahir'e el uzatan adamlardan biri canıyla uğraşıyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Kız kardeşi dediği kadın hamile haliyle merdivenlerden yuvarlanıp ölümle burun buruna gelmişti. Ve onun hemen ardından Yavuz'un haberini almıştılar.
Cafer oturduğu koltukta sesli bir nefes verdiği an telefonu çaldı. Yorgun bir şekilde başını koltuğun yanındaki sehpaya çevirip ona uzanarak aldı eline. Tufan'ın adını görür görmez hemen açarak kulağına götürdü. Hafsa'nın durumunu kendiside bir hayli merak ediyordu. Çünkü Hafsa kendisi için bir kız kardeşten farksızdı, ayrıca ona bir şey olsaydı Cafer bunun hesabını Yavuz'a veremezdi. Gerçi şu an bile olanların hesabını nasıl vereceğini bilmiyordu.
Cafer telefonu açar açmaz ayağa kalkıp odadan dışarı çıkmıştı. Onun peşinden Süleyman meraklı bakışlarla takip etmişti.
"Alo Tufan, noldi var mi ula bir haber? Bak gözüni seveyim güzel bişi söle." Tufan'ın konuşmasına bile izin vermeden Cafer sıraladı sözlerini. Daha fazla kötü haber duyacak gücü kalmamıştı.
"İyi, merak etme iyi." Dediğinde Tufan'ın sesinde buruk bir mutluluk vardı. "Hafsa uyandı."
"Oy Allah'ına kurban." Diye sözler sevinçle çıktı Cafer'in ağzından. "İyi mi?"
"Ne olmiş?" Zahir'in sorusuyla Cafer ona baktı. "Hafsa uyanmiş." Diye hızlıca cevap verdiğinde Zahir'in yüzüne içten bir gülüş yayılmıştı. Süleyman eliyle yüzünü ovuştururken içinden ettiği duaların kabul olduğunun farkındaydı.
"İyi." Tufan sesli bir nefesle konuştu. "Ama Yavuz'u soruyor." Cafer'in neşeli ifadesi yavaş yavaş soldu. Elbette Hafsa gözünü açar açmaz Yavuz'u soracaktı, ama ona nasıl bir cevap vereceklerini kendiside bilmiyordu.
"Bişi deduniz mi?"
"Demedik." Tufan rahatsız bir sesle fısıldadı telefona. "Demedik Cafer, ama böylede olmuyor. Perişan halde, benim kardeşim perişan halde bu da yetmezmiş gibi ben kızın gözlerine baka baka yalan söylüyorum." Ne kadar acı çektiği sesine yansıyordu. "Allah için bir şey söyle, Yavuz uyandı mı?"
"Uyanmadi." Cafer'in sesi hafifçe titredi. "Açmayi gözüni. İki gün oldi, değişen bir şey yok." Tufan'ın bu sözler karşısında yüreğine daha fazla sıkıntı doldu. Hafsa kurtulmuştu, ama Yavuz? Yavuz'da hâlâ değişen bir şey yoktu ve bu durum fazlasıyla can sıkıcıydı.
"Bebek?" Dedi Cafer. "Bebek nasil?"
"Bebek iyi." Cafer bu sözler üstüne ferah bir nefes çekti ciğerlerine.
"Ama Hafsa'nın gözleri bir tek Yavuz'u arıyor." Tufan duvara yaslanırken bir elini saçlarına daldırdı. "Nereye kadar yalan söyleyebileceğimden emin değilim. Yavuz'u hâlâ cezaevinde sanıyor." Ne kadar zorlandığı sesinden belli oluyordu.
"Yavuz uyanacak." Dedi Cafer daha çok kendisini inandırmak ister gibi. "Uyanacak, siz Hafsa'ya iyi bakin. Saa söz, Yavuz'i Hafsa'ya getureceğuz."
"İnşAllah." Tufan burnundan verdiği bir nefesle salladı başını. "Haberdar et beni, ara bir uğrayın buraya aman Hafsa bir şeyden şüphelenmesin." Cafer Tufan'ın sözlerine karşılık onaylar bir kaç kelime sarf ederek kapattı telefonu.
"Ne dedi?" Diye sordu Süleyman merak dolu sesiyle. "İyi miymiş Hafsa? Bebek?" Ardı ardına gelen soruları duyan Cafer usulca salladı başını.
"Çok Şükir ki iyimuş, bebekte Hafsa'da iyimuş." Onun sözleri aynı anda hem Süleyman'ı hemde Zahir'i mutlu etmişti.
"Yavuz abide uyansa.." Dedi Süleyman özlem dolu bir sesle. "O da gözünü açsada her şey eskisi gibi olsa.."
"Olacak." Zahir kendinden emin bir sesle konuştu. "Her şey eskusi gibu olacak." Buna inancı tamdı.
*****
Hafsa Polatlı.
Aradan birkaç saat kadar geçmişti. Hemşire uyumam gerektiğini söylediği için günümün yarısını uyuyarak geçirmiştim. Akşam olunca uyanmış, bana getirdikleri yemeği yemiştim. Şu an her şeyden önce düşündüğüm tek şey karnımdaki bebekti. Daha küçücüktü, küçücük bir fasulye tanesi. Ve onu kaybetmem an meseleseydi. Doktor bebeğin düşmemesinin bir mucize olduğunu söylemişti. Mucizeler yine benimleydi. Mucize benim bebeğimdi. Bunca kötülüğün içinde beni terketmemişti. Ama her an gider diye çok korkuyordum.
Abim uyumam için beni yalnız bırakmıştı. Zerda'da aynı şekilde odanın dışında bekliyordu. Abim ara sıra yok oluyor, geri geliyordu. Aziz abininde ondan aşağı kalır yanı yoktu. Neden bilmiyordum, ama sanki bir şeyler saklıyordular. Nadir abi ziyaretime gelmemişti, bu beni çok fazla üzüyordu. Zerda'ya nedenini sorduğumda, karşıma çıkamaya yüzü yokmuş öyle söylemiş demişti. Beni o eve soktuğu için suçlu hissettiğinin farkındaydım. Ama yinede kendini suçluyordu, ve ben kendini suçlu görmesini istemiyordum. Çünkü onun bir suçu yoktu.
Kimse suçlu değildi. Ama Devran, başlattığı bu oyunla hepimizin sonunu getirmişti. Şimdi ben bir şeyleri düzeltmeye çalışırken umuyordum ki o tekrardan mahvetmezdi.
Nefesimi verdim uzandığım sedyede başımı geri yasladım. Sıkılıyordum. Bu oda bana fazlasıyla dar geliyordu. Bir an önce önümüzdeki iki gün geçip gitsin istiyordum. Bir an önce Yavuz'u görmekti tek dileğim.
Ben düşüncelere boğulmuş bir şekilde ellerim karnımda tavanı izlerken hastane odasının kapısı açıldı. Gözlerim tavanı terkedip kapıya indi. İshak'ı gördüm. Kafasını içeri sokmuş odaya göz gezdirirken bana bakmaktan kaçınır gibi pişmanlık doluydu ifadesi.
"Girebilir miyim?" Diye sorarken sesi fazlasıyla sakindi. Nefesimi vererek hafifçe dikeldim yerimde. Hâlâ her zerrem acısada bunu yaptım. Usulca salladım başımı.
"Gir." Düz bir sesle mırıldandığımda kapıyı kapatarak adımlarını attı içeri. Benim gözlerim onu takip ederken o da adımlarını atarak sedyenin yanındaki sandalyeyi çekti. Ardından bakışları sandalye ve benim aramda gidip geldi. Sanki oturup oturmayacağını bana sorar gibiydi. Sakin bir bakış attım ona. Sessizliğimi evet olarak algılayıp sandalyeye oturdu.
Dirseklerini dizlerine koyarken sesli bir nefes verdi. Ama verdiği nefes bile yorgundu. Bakışlarını bana kaldırırken alnındaki kırışları ortaya çıktı. "İyi misin?" Basit bir soruydu. Ama o bunu sorarken kendini suçladığını anladım.
"Olacağım." Dedim. "İyi olacağım." Onu suçlamıyordum. Kırgınlığım vardı, ama suçlamak bunlardan biri değildi. İshak Devran'a yardım eden bir adamdı, ama Devran'ın başlattığı oyunların sonuçlarını gördüğü an tüm bunlara bir son vermişti. En azından Devran'ın aksine o durmayı seçmişti. Bize yardım etmeye çalışıyordu. Ama Devran, Devran ortalarda bile yoktu. Korkağın tekiydi.
"O evde olanlar." Diye girdi söze. "Hafsa, ben çok özür dilerim." Herkesin önünde titrediği adam geçmiş karşıma benden küçük bir çocuktan farksız özür diliyordu. "Hesaba katamadığım şeyler oldu." Derken gözleri ellerinde gezindi. Başını usulca salladı iki yana. "Hangi akla sığınarak seni o eve soktum bilmiyorum. Yaptığım her şey bir hataydı." Sözleri ona olan kırgınlığımı yavaş yavaş küçültüyordu. Mavi hareleri gerçekten pişmandı.
"Senin suçun değildi." Dediğimde dilini damağına vurdu. Beni inkar etti.
"Seni o eve sokarken olası her durumu düşünmeliydim." Derin bir nefes soludu. "Seni koruyamadım." Başını sağa doğru çevirdiğinde burnundan garip bir nefes kaçtı sanki kendisiyle alay eder gibi ve acı dolu bir tebessüm etti. "Zaten ben Berna'yı bile koruyamamıştım ki, hangi akılla seni koruyabileceğimi sandım bilmiyorum." Kendisine fazlasıyla ağır bir yüktü bu. Bugün olan her şey İshak'a Berna'yı hatırlatmışdı.
Bir erkek için sevdiği kadını kaybetmek çok zordu. Ama bir erkek için sevdiği kadını koruyamamak bana göre daha zordu. İshak hem koruyamamış, hemde kaybetmişti.
"Sana bir şey olabilirdi, bebeğe olabilirdi." Yutkundu sertçe. "Suçlusu yine ben olurdum." Duygularla birlikte sesi kalınlaştı. "Görevim seni korumaktı, ölümün içine itmek değil."
"İshak." Dediğimde usulca başını çevirdi bana. Yüzüne pişmanlık kazınmıştı. Duyguları ağırdı. Yaşanan her şey ona sadece sevdiği kadını hatırlatmıştı. Onu kaybetmişti, hiç koruyamadan. "Orada olanlar senin suçun değildi. Adamların sana sırtını döndü. Tahmin edemezdin."
"Etmeliydim." Kendine kızar gibiydi. "Hâlâ birilerine güveniyorum, aptal gibi sonucunda yine birilerini kaybediyorum." Tamam belki İshak'ın adamları bana yardım etmemişti. Ama bunun için İshak'ı suçlayamazdım.
"Seni suçlamıyorum." Gözlerim boşluğa daldı. "Ama Devran..Devran benden her şeyimi aldı. O gün o eve girmenin en büyük nedeni Devran ve planladığı oyundu."
"O oyunda bende vardım." İshak bir kez daha kendini suçladı. "Buna bende alet oldum. Durdurmalıydım, ama yapamadım. Hafsa, Devran intikamıyla boğuşuyor. İntikamı onu yok ediyor, farkında değil."
"Kızgınım." Dedim ona bakarak. "Tüm bunlara alet olduğun için sana kızgınım. Ama senden nefret etmiyorum."
"Nefret edilmesi gereken bir insanım." Dediğinde sesi alay taşıyordu. Ama gerçekten öyle hissediyordu. Kendisini nefret edilmesi gereken bir adam gibi görüyordu. Bence değildi. İshak zekiydi. Ama konu değer verdikleri olduğunda fazlasıyla aptallaşıyordu.
Devran onun değer verdiği dostuydu. Ama Devran'ın oyunları İshak'ıda kötü adam yapmıştı.
"Tüm suç sende değil." Dedim nefesimi vererek. "En azından uğraşıyorsun, ama Devran..onu bile yapmıyor. Aklım almıyor, kendi kardeşine bunu nasıl yapabiliyor?"
Devran Yavuz'u dört duvara kapatmıştı. İstemedende olsa bunu yapmıştı.
Yavuz'u zindandan çıkaranda, zindana koyanda aynı kişiydi. Yıllar önce Yavuz'u Kemal'in pençesinden alan Devran, bugün kendi elleriyle Kemal'in pençesine bırakmıştı. Ve ona elini uzatmamıştı. Yavuz'u o karanlığa mahkum eden bu kez Devran Payidar'dı.
"Devran acısıyla yüzleşemiyor." İshak konuştu buna alışmış bir sesle. "Çok denedim, olmadı. Ben eski Devran'ı bulamadım. Eski Devran birinin canı yansa, hele ki ailesine zarar gelse dünyayı yerle bir ederdi. Ona Mahir'i affetsin demiyorum. Mahir affedilecek bir baba değildi. Ama eski Devran olsa, babasına kıyamazdı. Şimdiki Devran'sa hiç acımadan öz babasına bir kurşun sıkılmasını istedi." Dediğinde sesinde hayret vardı. Sanki tüm bu olanlara o da inanamıyordu.
"O hasta." Sesim acımasızdı. "Başka bir açıklaması olamaz." İshak konuşmadı. Sanki dediklerimi haklı buldu. Ardından gözleri karnıma koyduğum ellerime indi.
"Bebek." Dediğinde fısıldar gibiydi. "İyi mi? Nasıl hissediyorsun?"
"İyi." Diye cevapladım. "Bebeğim iyi." Kötü olduğunu hiç düşünmedim. Onun zarar gördüğünü düşünmek istemedim. Bu yüzden hiç bu konulara girmedim. Zaten İshak doktorla konuşmuş olmalıydı. Bana bunları soruyordu çünkü sadece benim nasıl olduğumu bilmek istiyordu.
"İyi olsun." Diye cevap verdi usulca. "Terketmemiş seni." Dediğinde sesinde acıya karışık bir mutluluk sezdim. Buruktu yüzünde oluşan tebessüm. Sanki bir yaşanmışlık vardı ifadesinde. Dikkatle inceledim onu. Daha önce onunla konuşma fırsatım hiç olmamıştı. Gerçekte nasıl biriydi hiç bilmiyordum.
"Sen hiç.. evlenmedin mi?" Dediğimde güldü. Acı dolu bir gülüştü ama fazlasıyla gerçekçi görünmesi için elinden geleni yaptı.
"Evlenmedim." Dedi kuru bir sesle. "Nasıl evlenirim? Kalbim Berna'dan başkası için hiç atmadı." Sanki uzun zaman olmuştu kimseyle bu konuyu konuşmayalı. "O da bebeğimizde gittiler, beni geride bırakarak." Sertçe yutkundum. Canım yandı, hemde düşünebileceğimden daha fazla. İshak sandığımızdan daha fazla acıyla boğuşuyordu.
"Berna..hamile miydi?" Bunu daha önce bana kimse söylememişti. İshak'ın mavi harelerinde acı birikti. Ya da yıllarca biriken acı gün yüzüne çıktı.
"Yedi aylık." Ağır bir yükü sırtlamış gibi kasıldı ifadesi. Hissettiği acıdandı bu. "O kurşun olmasa, kızım kollarımda karım yanımda olurdu." Onlar evliydi. Bu hikayenin bilmediğim kısımları vardı. Berna sadece İshak'ın sevgilisi değildi. Onlar evlenmişti, ve karısı hamileydi. İshak'ın gözlerinin nasıl dolduğuna şahit oldum. Ağlamadı, ama gözyaşları ordaydı.
"Devran'ın yaptığını mı sanıyordun?" Dedim usulca.
"Beni buna inandırdılar." Sakindi sesi. "Bana oyun oynadılar, bir şekilde tüm okları Devran'a çevirdiler. Ve bende belki acım diner sandım. Buna inanmayı seçtim. Ama biliyordum, içten içe bir şeyler olduğunu hep biliyordum. Kardeşime olan savaşım anlamsızdı." Devran'dan hâlâ kardeşim diye bahsediyordu. İshak Devran'ı gerçekten seviyordu. "Gerçek katilleri bulduğum zamansa, yine bir fayda etmedi." Hafifçe titredi sesi. "Evet onları öldürdüm. Onları yaktım. Devran'la iş birliği yaptıklarını sanarak aynı gece Payidar konağınıda düşmanlarımıda yaktım. Ama içimdeki acı hiçbir zaman dinmedi. Çünkü Berna hiç geri dönmedi. Ne Berna ne de bebeğim bana geri dönmedi. Bu yüzden Hafsa, en büyük ilk hatam sevdiğim kadını yalnız bırakmaktı. Ve en büyük ikinci hatamsa, seni o eve sokmaktı."
İşaret parmağı usulca kalktı ve karnımı işaret etti. "Bebeğine bir şey olsaydı." Aynı parmağını kendisine çevirirken arkasına yaslandı. "Bu benim hatam olurdu. İhtimallerime güvenmemeliydim." Kendine karşı büyük bir öfke taşıyordu. "Çünkü benim ihtimallerim hiçbir zaman hiçkimseyi kurtarmadı." Bu cümle, derin bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk taşıyordu. "Benim umutlarım, planlarım ya da olasılıklarım hiçbir zaman işe yaramadı." Güldü çaresizce. "Eğer yarasaydı.." Cümlesinin devamını getiremedi ama ben anladım
Eğer yarasaydı, Berna yanımda olurdu.
Bunu söylemek istedi.
Ama sustu. Çok konuştuğunu yeni farketmiş gibi sustu.
"Senden özür dilerim." Dedi gözlerini bana çevirerek. "Her şey için." Nefesini vererek ayağa kalktı. "Yavuz'u içerinden çıkaracağım, Hafsa. Sana sözüm olsun." Dikleştirdi başını. "Kocanı sana getireceğim." Sözleri yüzüme hisli bir tebessüm yerleştirdi. Gözümden akan bir damla yaşı sildiğimde usulca başımı salladım. İshak'da bana karşılık küçük bir tebessüm edip arkasını dönerek kapıya yürüdü.
"İshak." Dediğimde adımları durdu. Elini kapı koluna koyarken başı omzunun üstüne çevrildi. "Sen iyi bir adamsın." Dedim kısık bir sesle. Birkaç saniye duraksadı. Ardından güldü hafifçe.
"Sende çok cesur bir kızsın." Sesinde hayranlık vardı. "Savaşmaya devam et Hafsa. Yenilme." Dedikten sonra küçük bir tebessümle çıktı odadan.
İshak bir konuda haklıydı. Eskiden böylesine cesur olduğumu bilmezdim. Ama son zamanlar yaşanan her şey cesaretimi tetiklemişti. Sadece günler kalmıştı. O flaşdisk çalışır çalışmaz, tüm gerçekler ortaya çıkacaktı. Bu gerçeklerse beni Yavuz'a kavuşturacaktı. Gözlerim karnıma indi. Sönen umutlarım teker teker tekrardan ışıklandı.
"İyi olacağız bebeğim." Diye fısıldadım elim karnımı okşarken. "Biz çok iyi olacağız.."
*****
Yazar.
Narin nefesini vererek takıldı Özlem'in peşine. Sabahtan beri onun peşinde dolanıp duruyordu. Küçük kızına güveni yoktu. Özlem sürekli bu kilitli şatonun dışına çıkmaya çalışıyordu. Ama bir sürü korumalar, ve Narin buna izin vermiyordu. Dışarısı tehlikeydi. Büyük bir tehlike. Kimse gelmiyordu. Ne Hafsa vardı ortalıkta, ne de diğerleri.
"Özlem." Dedi Narin kızı ayaklarının üstünde yukarı zıplayıp boyunun yetmediği pencereden dışarı bakmaya çalışırken.
"Bence burdan çıkabiliriz." Dedi Özlem çocuksu sesiyle. "Narin abla, şu pencereyide açmayı denesene. Belki açılır." Eliyle pencereyi gösterirken gözlerinde umut vardı.
"Pencereler kilitli." Dedi Narin yumuşak bir sesle. Kızına baktıkca kendi çocukluğunu görüyordu. Özlem'de en az kendisi kadar inatçıydı. Bunun yanı sıra Özlem'in Narin'e her abla diyişi Narin'in kalbine saplanan hançerden farksızdı.
"Belki değildir!" Diye ısrar etti Özlem ve Ceylan'a baktı. "Ceylan abla, sen denesen!"
"Ablam ne derse o." Dedi Ceylan bu durumdan kurtulmanın yollarını ararken. "Hem dışarısı tehlikeli, seni dışarı çıkaramayız, Özlem."
"Ama ben abimleri özledim!" Israrla konuşurken kollarını göğsünde kenetledi. "Kaç gündür buradayız!" Ailesini özlemişti. Bir zamanlar mutlu olan ailesini. Küçücük bir çocuk içinde büyüdüğü kötülüklerden habersizdi.
"Özlem." Narin içi gider gibi fısıldarken Özlem'in yanına yaklaşarak aşağı eğildi. Eliyle yüzüne gelen sarı saçlarından birini Özlem'in kulağının arkasına sıkıştırdı. "Buradayız, çünkü burası güvenli." Nerede olduklarından kendisi bile emin değildi. Tek bildiği, Cafer'in onlara burda kalmalarını söylediğiydi. Güvendiği bir şeyler olmalıydı. Cafer Özlem'in incinmesine izin vermezdi. O zaman en iyi seçimde bu gibi duruyordu.
"Yavuz abimi özledim." Özlem'in omuzları çökerken dudakları arasındam hisli bir nefes kaçtı. "Onu ne zaman göreceğiz?" Özlem'in sorusuyla afalladı Narin. Çünkü daha kendiside bilmiyordu. "Göreceğiz boncuğum." Dedi avuç içini Özlem'in yanağına yaslarken. Özlem bilmezdi, ama Narin bebeğini kollarına ilk aldığında ona boncuğum diye seslenmişti. Yıllar olmuştu bu kelimeyi kendisine yasaklayalı. Ama bu gün yine, kızı yanındaydı. Narin bir kez daha kızına boncuğum diye sesleniyordu.
Kollarına verilmesiyle alınması bir olmuştu. Kızına verebildiği tek şey ismiydi. Kavuşmadığı kızına olan özleminden dolayı kızının adının Özlem olmasını istemişti. Bunu Cengiz'e söylemişti. Ve Cengiz ablasını kırmamış, Payidar ailesine bebeği verirken ismininde bu şekilde olmasını istemişti. O günden sonra Narin bir kez olsun kızını görememişti.
"İşte ne zaman!" Diye ofladı Özlem. "Hemencecik görsem olmayimi?"
"Olmayi." Dedi Narin onu taklit ederek tatlı bir sesle. "Ama abin iyi, abini göreceğiz." Gülümsedi. "Sana hiç yalan söyler miyim? Onu göreceğiz. Ama sana zarar gelmesini göze alamam. Seni bir kez daha kaybedemem..o yüzden lütfen Özlem, uslu dur." Narin'in gözlerinde acı vardı. Küçük bir çocuğun bile hissedebileceği bir acıydı bu. Özlem birkaç saniye baktı Narin'e. İçinde anlam veremediği duygular vardı. Adını koyamadığı. Ama ait hissettiği bir duyguydu bu.
"Tamam." Dedi sakin bir sesle. "Uslu duracağım." Narin gülümserken eliyle okşadı kızının saçlarını.
"Afferin boncuğuma-" sözünün bölen şey açılan kapı oldu. Korumalardan biri içeri girdiğinde gözleri Narin'i buldu.
"Narin hanım." Dedi düz bir sesle. "Sizi dışarı alabilir miyiz?"
"Niye?" Narin konuşmadan Ceylan ayağa kalkıp konuştu.
"Ev sahibi onu görmek istiyor." Koruma aynı tınısıyla cevap verdi. Ceylan çattı kaşlarını.
"Hani şu hayalet ev sahibiniz mi?" Şüpheyle konuştu. "Niye sadece ablam? Ablamı hiçbir yere göndermiyorum."
"Ceylan." Dedi Narin uyarı dolu sesiyle. Ceylan çatık kaşlarıyla bakışlarını çevirdi ona. "Ne var abla? Görmediğimiz bir adamın nesine güveneceğiz?"
"O adam bizi koruyor." Narin nefesini verdi. "Ayrıca Cafer ona bizi emanet ettiyse demek ki kötü birisi değil." Özlem'in saçlarını son kez okşayıp yürüdü kapıya doğru. "Gidelim."
"Abla! Ciddi misin sen!" Ceylan ağzı iki karış açılmış bir şekilde sinirle konuşurken Narin ona sıkıntılı bir bakış atarak koruma ile birlikte çıktı salondan. Korumayı takip ederek merdivenlere yürüdü. Kaldıkları evin üç katlı olduğunu ancak çıktığı merdivenler sayesinde anlayabilmişti. Bakışları daha önce görmediği duvarlarda dolandı. Sanki bu ev uzun zamandır kullanılmayan bir hapishane gibiydi. Evet eşyalar çok pahalıydı. Ama her şey altın kafesteki bir güvercin gibi hissettiriyordu.
Ve Narin sebebini anlamadığı bir şekilde o altın kafesteki güvercinin kendisi olduğunu hissediyordu.
Koruma bir kapının önünde durup onu açtığında Narin hiçbir şey anlamadı. Usulca adımlarını içeri attı. Odaya göz gezdirdi. Bu sırada arkasından kapanan kapıyla irkildi hafifçe. Yinede bozmadı kendisini. Adımlarını odada hareket ettirerek duvarlara ve koltuklara göz gezdirdi. Ardından hareleri çalışma masasına kaydı. Masanın üstü tamamen boştu. Sadece masanın kenarında kitap benzeri bir albüm vardı.
"Kimse var mı?" Diye sordu Narin. Ancak kendi sesinin yankılanmasından başka bir şey duyamadı. Merakına yenik düşerek masaya doğru yürüdü. Üstü tozlanmış bembeyaz bir albümdü. Narin avcunu albümün üstüne koyarak sağa doğru haraket ettirip tozunu sildi. Altında parlayan iki isim vardı.
Narin
&
Devran
Aldığı nefes birkaç saniye içinde boğazına takıldı. Burada olan hiçbir şeye anlam veremediği gibi bunada anlam verememişti. İçine çektiği nefes titrek bir şekilde kaçtı ağzından. İrisleri genişlerken elleri albümü aldı. Kapağını açar açmaz geçmişe ait Devran'la birlikte çektirdiği resimlerden birisi karşıladı kendisini. Narin babasından çekindiği için asla eve resim götürmezdi. Ama Devran, çektirdikleri tüm resimleri toplardı. Bir oyun dönüyordu. Narin'in gözleri dolmaya başlarken başka bir sayfaya geçti. Bir sürü resim vardı. Mutlu zamanlara ait resimler. Biri ağaçların altında, biri herhangi bir kafede, bir diğeri kütüphanede, bir diğeri sokakta. Bir sürü resimler. Ve Narin'in kendisinden habersiz çekilmiş nice fotoğrafları.
Devran resim çekmeye bayılırdı, Narin'se hiç sevmezdi. Bu yüzden Devran her zaman Narin'in gizlice fotoğraflarını çekerdi. Bazen çekmez defterine çizerdi. Resim yeteneği fena sayılmazdı.
"Bizim için yaptırmıştım." Bir ses duydu Narin. Elindeki albüm yerle buluştu. Tüm vücudu titredi. Öyle ki, tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. İçi ürperdi. Daha önce hiç tatmadığı kadar fazla soğuktu bu ürperti.
Ses Devran'a aitdi.
Yorgundu. Güçsüz. Ve çaresiz. Devran bu kadar kötü olacağını düşünmezdi. Yıllar sonra Narin'in karşısına çıkınca böylesine küçülüp yok olacağı aklının ucundan geçmezdi. Ama olmuştu. Devran Payidar hiç olmadığı kadar savunmasız hissediyordu. Narin'in arkasında duruyordu. Aralarında 10 adımlık bir mesafe vardı.
Narin içinse tüm bu yaşananlar bir kabustu. Hayal gördüğünü sanıyordu. Çünkü daha önce bir çok kez Devran'ın hayallerini görmüştü. Onu rüyalarında görmüştü. Bazen bir sokakta, bazen bir odada, bazen gittiği bir mekanda. Bazense gördüğü birilerini ona benzetmiş peşinden gitmişti. Bir türlü öldüğünü kabullenememiş, kim bilir belki de sadece delirmişti.
Eli masaya tutundu. Eğer tutunmasa düşerdi.
"Gerçek değilsin." Gözlerini sıkıca kapattı. Gerçi uzun zaman olmuştu Devran'ın hayalini görmeyeli. Yıllarca bu durumla boğuşmuş, en sonunda kabullenmişti. Tam kabullendiği an, Devran yine gelmişti.
Narin'in inanmıyor olması Devran için daha ağırdı. Bu kadar zor olmamalıydı, ama zordu. Gözleri dolmuştu. Zaten kaç gündür fazlasıyla perişan haldeydi. Tek yaptığı içmekti. İçmek, ve kendinden geçmek. Çünkü biliyordu. Devran aklı başında bir halde Narin'in karşısına çıkamayacağını çok iyi biliyordu. Narin'in karşısına çıkmak istiyorsa, kendini mahvetmeliydi. Böyle yaparsa, zor olmaz sanmıştı. Ama yanılmıştı. Böylesi daha zordu. Saçları dağınık, koyu halkalarla dolu bir yüz, güçsüz ve zayıf bir vücutla her şey daha zordu.
"Gerçeğim." Dediğinde sesi titredi. "Keşke olmasaydım. Ama öyleyim."
"Değilsin." Narin başını iki yana sallarken arkasından yaklaşan adım seslerini duydu. Her şey fazlasıyla gerçekti. Sesler, oda, resimler. Fazla gerçekti. Narin'in kaldırmayacağı kadar gerçekti.
"Bu albümü sana hiç veremedim." Devran acıdan kısılan bir sesle fısıldadı. "Bu albümü sana vermeme izin vermediler..bizim için yaptırmıştım." Yıllar bir tokatdan farksız ilk kez böylesine ağır çarpıyordu Devran'ın suratına. Yaptıklarının pişmanlığı bir kez daha çöküyordu üstüne.
"Gerçek değilsin, sen gerçek değilsin. Biliyorum değilsin." Narin'in sözleri tutarsızdı. Titrek, ve bir o kadar da korku doluydu. Korkuyordu, ama korktuğu şey Devran'ın hayal olması değil, gerçek olmasıydı.
"Ben burdayım." Devran'ın nefesi Narin'in omzuna çarptı. Bu sahte olamazdı. Çünkü Narin daha önce bir çok kez Devran'ın hayalini görmüş, ama onu hiç hissedememişti. Şimdi onun varlığını hissediyor, onun nefesini yıllar sonra ilk kez teninde anıyordu. Devran'ın kokusu ilk kez böylesine gerçek bir şekilde odayı dolduruyordu.
"Narin yalvarırım." Devran titrek sesiyle konuştu. "Bak bana." Kendi gözünden bir damla yaş akarak çenesine doğru yol izledi. Ağlamazdı. Ağlamayacağına söz vermişti. Lakin şimdi o sözlerin pek bir anlamı kalmamıştı.
"Sen gerçek değilsin!" Narin gözlerini açmıyordu. Sözleri inkar doluydu. İnanmıyordu.
"Narin." Bir hayli çaresizdi Devran'ın fısıltıdan ibaret olan sesi. "Bak gözlerime, bak yüzüme ben gerçeğim." Gözleri usulca kapanırken burnu Narin'in sarı saçlarına sürtündü. Özlediği kokusunu ciğerlerine doldurdu. "Ben burdayım." Sözler zorlukla büyük bir titreklikle çıktı ağzından. Narin'in kirpikleri çoktan ıslanmıştı.
Ani bir cesaretle arkasını döndü. Ve burnu tamda Devran'ın göğsüne denk geldi. Dudakları aralandı. Büyük bir hayretle. Soluğu kesildi. Gözleri sonuna kadar genişledi. Burnuna dolan koku Devran'a aitdi. Yıllarca hasret kaldığı koku tam burnunun dibindeydi. Gözleri büyük bir korkuyla yukarı çıktı. Devran'ın kahverengi hareleriyle kesişti. Fazlasıyla gerçekti. Hâlâ aynı duygularla, aynı aşkla bakıyordu. O aşkın yanı sıra, pişmanlıkla bakıyordu. Tüm duyguların karışımıyla bakıyordu. Yıllar yaşlandırmıştı Devran'ı. Eski adam değildi. Yüzüne kırışlar düşmüştü. Saçlarına aklar. Ama bakışlarından hiçbir şey kaybetmenişti. Aşkına olan hisleri değişmemişti.
Mavi hareleri Devran'ı terkedemiyordu. Devran'sa kalbinde büyük bir yangının uyandığını hissediyordu. Narin'e bakarken hâlâ kalbi deli gibi çarpıyordu. Tüm bunlar nasıl mümkün olabilirdi bilmiyordu. Ama hâlâ Narin Devran'ın gözlerinde gencecik olan o kız çocuğuydu. Sanki yıllar bir anda silinip gitmişti. Sanki Devran hiç ortalıktan yok olmamıştıda, hep birlikteydiler, hiç ayrılmamıştılar. Yabancılık yoktu. Nasıl olurdu böyle bir şey? Birbirine bakan harelerde hiçbir pişmanlık yoktu. Aksine daha fazla tanımışlık vardı.
"Gerçeksin." Fısıltıyla konuştu Narin. Gözlerine inanamıyordu. Mavi harelerinden yaşlar akarken ağladığının farkında bile değildi. "Gerçeksin." Dediğinde sanki sayıklar gibiydi. "Burdasın."
"Burdayım." Diye destekledi Devran onu. Elleri Narin'in yanaklarını bulduğunda içinden bir kez daha her şeye lanet etti. Yıllarına lanet etti. Uğruna savaşatığı intikamı unuttu. Bu kadar pişman olacağını bilmiyordu. Ama pişmandı. Devran yıllarca cesaret edip Narin'in karşısına çıkamamıştı. Eğer çıkarsa, intikamını silip atacağına emindi. Ve öyle olmuştu. Bu saatden sonra Devran için intikamın bir anlamı kalmamıştı. Elbet daha çok canlar yakacaktı, ama şu an bunu unutmuştu. Umrunda değildi.
"Devran." Narin'in elleri titrerken kendinden habersiz Devran'ın göğsünü buldu. Her zerresi titrerken elleri sanki Devran'ın gerçek olduğuna inanmak ister gibi Devran'ın vücudunda dolaştı. Boynuna tırmandı, çenesine, yanaklarına, saçlarına. Dokundu. Dokundukça onun ne kadar gerçek olduğunu hissetti. "Devran.." ağlarken Devran'ın adını sayıklıyor onu kaybetmekten korkar gibi bakıyordu. "Devran burdasın." Dizlerindeki güç kaybolmuş gibi aşağı çökerken Devran'da onunla birlikte aşağı çökmek zorunda kalmıştı.
"Burdayım." Elleri Narin'in saçlarında dolaşırken kendi gözlerinden birkaç damla yaş aktı. "Bak ben burdayım." Dudaklarında hisli bir tebessüm oluştu. "Burdayım güzelim, burdayım. Burdayım kurban olduğum ben burdayım. Narin'im.." Hasreti diline yansıdı. "Narin'im ben burdayım.."
Narin'in alnı Devran'ın göğsüne düştüğünde tüm gücünü kaybetmiş gibi hıçkırarak ağladı. Elinden gelen buydu. Ağlıyordu. Sadece ağlayabiliyordu. Devran'ın kokusunu ciğerlerine doldururken onun gerçek olduğuna ikna olmuştu. Bu çok zordu. Narin Devran'ın gerçek olduğunu hissediyordu. Ve bunu kabul etmek istemiyordu.
"Gerçeksin." Ağlarken konuştu. Her şey tek tek akın etmeye başladı zihnine. Durmadı. Tüm anılar, bunun yanı sıra acılar. Geçmiş tozlu raflardan çıkarak Narin'in gözleri önüne geçti. Devran burdaydı. Ama, bunca senedir nerdeydi?
"Gerçeksin." Dediğinde bir gerçeğin farkına varır gibi şaşkınlık doluydu sesi. "Burdasın." O şaşkınlık yavaş yavaş işkence verecek kadar ağır bir duyguya dönüştü. İhanet duygusuna. "Burdasın..sen..Devran." başını ağır ağır kaldırıp Devran'a baktığında Devran'ın acısını hissetti. Buna kendi acısı yüklendi. "Nerdeydin?" Güzel bir rüyaydı. Devran yaşıyordu. Narin için bu çok güzel bir rüyaydı. Ama o rüya, giderek bir kabusa dönüşüyordu. "Nerdeydin sen..?"
Devran sustu. Kaşları acıyla büküldü. Verecek bir cevabı yoktu. Narin'in ona sorduğu soruya verecek bir cevabı yoktu. Bu güne kadar yaptığı her şey yanlıştı. Devran Payidar bir kez daha çaresiz kalmıştı. Ama bu sefer çaresizliğin sebebi, kendisiydi.
Devran'ın eli, Narin'in titreyen omuzlarında gezinirken boğazındaki düğüm gittikçe büyüdü. Göz göze gelmekten korkuyordu. Çünkü Narin'in gözlerinde ki aşkı can çekişiyordu.
"Sen neredeydin?" sorusu, içini delip geçen bir hançer gibi, yeniden yankılandı kulaklarında. Narin'in sesi incecikti ama taşıdığı yük bir dağınkinden ağırdı.
Bir damla daha süzüldü Devran'ın yanağından. Suskunluğu konuştu onun yerine. Parmakları Narin'in saçlarının arasından geçiyordu. İçinden geçen onca duyguyu bir türlü sözlere dökemiyordu. Dışarıda rüzgâr, kırık bir keman sesi gibi uğulduyordu. Sert rüzgar sanki Devran'ın içini üşütüyordu.
Narin'in göğsü hıçkırıklarla inip kalkarken, Devran onu kollarının arasına alıp sarmaladı. Ama bu sarılış bir teselli değildi. Bu sarılış, kaybedilen yılların, geç kalınmış sözlerin kefareti gibiydi.
"Bırak.." Narin önce güçsüz bir şekilde elleriyle Devran'ı itmeye çalıştı. Ardından o güçsüz itişler sert itişlere dönüştü. "Bırak!" Haykırdı. Avuç içlerine dirsekleri eşlik etti.
"Hayır." Devran başını iki yana sallayarak Narin'i daha sıkı tutarken Narin onu itmeye devam ediyordu. "Bırak!" Bir kez daha bağırırken Devran'a direniyordu.
"Bırakmam." Devran'ın sesi savunmasızdı. "Bir kez daha seni bırakmam, bunu isteme seni bırakmam-" Narin'in acı dolu bağırışı kulaklarında çınladı.
"Bırak beni!" Devran'ın kollarından kurtulmayı başarır başarmaz titreyen vücuduyla ayağa kalktı. Birkaç adım geri attığında mavi harelerine yaşlar dolmuştu. Yüzünün rengi solmuştu.
"Narin.." onun aksine Devran'ın kalkacak gücü yoktu. Gözleri dolu dolu kolları iki yanına düşerken dizlerinin üstünde kalmıştı.
Narin'in kalbi, göğsünün içinde yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Her nefesi ciğerlerini yakıyor, boğazı düğüm düğüm oluyordu. Devran'a bakıyordu..hayır, Devran'a değil. Kaybettiği geçmişine bakıyordu.
"Yapamazsın bunu bana.." diye fısıldadı kendi kendine. Aklını yitirmiş gibiydi. "Yapamazsın bunu bana!" Yaşadığı şey bir ihanetti. Devran'ın yılların sessizliğine gömülü olması Narin için bir ihanetden farksızdı.
Sözleri titrek, sesi neredeyse buhar gibiydi. Odada yankılanan tek şey, kırılmış bir kalbin sessiz çığlığıydı.
Devran hâlâ dizlerinin üstündeydi. Başını kaldırmaya mecali yoktu. "Öldün!" Diye haykırdı Narin inanmıyor gibi. "Bunca sene nasıl? Sen nasıl yaptın!" Bir kuş kadar ürkek ama bir fırtına kadar öfkeliydi. Gözlerinde bir zamanlar parlayan aşk şimdi buz gibi bir donuklukla yer değiştiriyordu. Her bakışı Devran'ın içini dağlıyor, yavaş yavaş yok ediyordu onu.
Devran dolu gözlerini zar zor kaldırdı. Yerden destek alarak titreyen vücudunu dikeltti. Narin'in karşsında durdu. Ama ne başı dikti, ne de omuzları. Devran her geçen saniye biraz daha yok oluyordu..
"Narin..." diye fısıldadı, sesinde ne isyan vardı, ne savunma. Sadece tükenmişlik.
"Bana Narin deme!" Bağırdı Narin. "Bana seslenme! Bana bakma!" Hızlı adımlarla ileri yürüyerek avuç içlerini Devran'ın göğsüne vurdu. "Git!" Hıçkırıkları arasında bağırarak Devran'a saldırıyordu. "Bunca yıl sonra nasıl karşıma çıkarsın! Bunca yıldır sen benim neler çektiğimi biliyor musun?" Bir kez daha ileri atıldığında bu sefer bir deliden farksız Devran'ın yakasına asıldı. "Sen benim neler yaşadığımı biliyor musun? Nasıl acı çektiğimi biliyor musun!" Çattı kaşlarını acıyla. Yüzünün her zerresi kasıldı. Dişlerini sıktı. "Kızımı aldılar benden!" Bunca sene içine hapsettiği her şey teker teker dışarı fırlıyordu. "Bizim kızımı aldılar yedi senedir sen hangi cehennemdeydin korkak!"
"Gelemedim." Devran onun bileklerini yakalarken artık kendiside ağlıyordu. "Gelemedim Narin, gelemezdim."
"Gelemez miydin?" Dedi Narin hayretle. "Gelemezdin? Niye? Korktun mu? Ölmekten mi korktun Devran Payidar!" Dedi Narin hesap sorar gibi öfkeli sesiyle. Sesi yettiği kadar bağırıyordu.
"Sana gelecek gücüm yoktu." Devran Narin'in gözlerine bakarken kendi hareleri titriyordu. "Sana gelecek bir Devran yoktu. Sana bakabilecek, seni koruyacak bir Devran yoktu. Yürüyemiyordum, Narin. İnan bana, sana gelemezdim. Seni koruyabilecek güce ancak şimdi erişe bildim."
"Neden bahsediyorsun?" Narin'in gözleri yerinden fırlayacak gibi genişlemişti.
"Kazadan sonra felç geçirdim." Devran hızlıca konuştu. "Yedi senedir her gün uğraştım. Ayağa kalkmadan, iyileşmeden. İntikamımızı almadan karşına geçemezdim." Narin'e duyduğu her şey anlamlı geliyordu. Ta ki intikam lafına kadar.
"Ne intikamı?" Dedi Narin tiksintiyle. "Ne intikamı, hangi intikam! Babam mı? Bunca yıl intikamını düşünüp bizi, kızını nasıl.. sen nasıl!" Narin her şeyi anlardı. Ama bir intikam uğruna Devran'ın kendisinden saklandığını duymak asla anlayabileceği bir şey değildi. Çünkü Narin hiçbir zaman intikam istememişti. O bir ev istemişti, o evin bahçesinde Devran'ı Devran'ın omuzlarında kızını görmek istemişti. İntikamsa, bunların dışındaydı.
"Yedi sene ben ne çektim sen biliyor musun?" Dudakları titrerken midesi bulanıyordu. "Yedi sene boyunca ben neler yaşadım biliyor musun? Nerdeydin!"
"İntikamımızı alıyordum!"
"Boktan intikamın umrumda değil!" Narin dişleri arasında bağırdı. "Senin! Boktan! İntikamın! Benim! Umrumda! Değil!" Her kelimesine kendini paraladı. Avazı çıktığı kadar bağırdı. Her seferinde elleri biraz daha sert Devran'ın göğsüne çarptı. "Korkağn tekisin! Adi herif! Şerefsiz-" sözünü kesen şey Devran'ın dudakları oldu. Devran konuşamadı. Kendini savunamadı.
Çünkü içten içe biliyordu. Narin haklıydı. Narin sonuna kadar haklıydı. Devran'ın sadece kendisi için bir anlam ifade eden bu intikamı herkesin sonunu getirmişti.
Narin dudaklarına çarpan tanıdık sıcaklıkla sızlandı. Devran Narin'i öpmüyordu. Ama dudaklarını onun dudaklarına yaslamış canını daha fazla yakacak sözleri sustuyordu. "Özür dilerim." Dedi soluk soluğa. "Özür dilerim." Narin'in dudaklarına doğru konuşurken Narin'in yapabildiği tek şey kısık hıçkırıklarla ağlamaktı. Ne Devran'ı öpebiliyordu, ne de geri adım atabiliyordu.
"Keşke." Dedi gözlerini sıkıca kapatıp ağlarken Narin. "Keşke ölseydin." Devran'ın nefesi kalbine sıkıştı. Hafifçe başını geri çektiğinde gözlerinde inanmayan bir ifade vardı. Ama bunu hakettiğini biliyordu. Narin'in ağzından çıkacak hiçbir söze layık değildi. Devran sadece, nefret dolu sözcüklere layıktı. "Keşke!" Narin cesaretini toplayarak Devran'ı geri ittiğinde aşkını tiksinti sardı. "Ölseydin!" Devran yerinde sendeleyerek gerilediğinde yüz ifadesi donuktu. Söyleyecek bir sözü yoktu. Narin haklıydı. Belki de ölmeliydi..
Devran aldığı bu intikamla, herkesi kaybetmişti.
*****
Yavuz Payidar
Usulca titreşen kirpiklerimi hissettim. Gözlermi açar açmazsa gördüğüm tek şey beyaz tavan olmuştu. Bu görüntüyü hiç sevmezdim. Ama her zaman bir şekilde dönüp dolaşıp kendimi burda buluyordum. Ardından kalbimde bir ağırlık hissettim. Olanları hatırlamaya çalışırken hafifçe haraketlendim. Aynı anda bileğime çarpan soğuklukla gözlerim aşağı kaydı. Yavaş yavaş görüşüm düzeldi. Bileğime takılı olan kelepçeyi farkettiğimde içimden bir küfür savurdum.
O an her şeyi hatırladım. Kalbimdeki sıkıntı geri geldi. "Hafsa." Dedim yorgun sesimle.
"Yavuz!" Cafer'in sesini duydum. Başım çok yavaş bir şekilde sağa dönerken onun koltuktan fırladığını gördüm. Odada olduğunu daha yeni farkediyordum.
"Abi." Süleyman konuştu neşeyle. "Açmiş gözüni." Zahir'in sesiydi bu. Kısa sürede üçüde başıma toplandı.
"Yavuz, nasi hissedeyisin?" Cafer'in sorusuyla kuruyan dudaklarımı ıslattım.
"Hafsa." Dedim. Şu an konuşacak gücüm yoktu. Ama kendimi zorluyordum. "Hafsa nerde?" Ben bu haldeyken o duysa duramazdı. Öyleyse nerdeydi? Koğuşta kalbime saplanan o acı ve sıkıntı hissi neyin nesiydi?
"Hafsa gelecek." Dedi Cafer çaresizce. "De bakayim baa sen nasisin?"
"Ne demek gelecek?" Zorlukla konuşurken yavaş yavaş boğazımdaki yanma hissi azalıyor dilim kelimeleri daha iyi biliyordu. "Nerede?"
"Abi Hafsa kantine indi." Dedi Süleyman, hiç inanmadım. Yalan söylediği an anlardım.
"Nerde?" Cafer'e bakarken artık sesimi aciliyet sardı. "Abi karım nerde!" Cafer'in gözleri diğerleriyle buluştu. Aralarında sessiz konuşma o konuşmanın altında derin bir pişmanlık vardı.
"Yavuz, bir sakin ol." Cafer ellerini nazik bir şekilde omuzlarıma koyarak kalkamamı engelledi. "Bir dur, bak kendune zarar vereceksun. Daha yeni atak geçirdun ula!"
"Sana Hafsa nerde dedim!" Elim benden habersiz güçsüz bir şekilde Cafer'in yakasına asıldı. "Ona bir şey oldu, bir şey oldu değil mi? Hissettim! Bunu hissettim abi Hafsa nerde, niye burda değil!"
"Yavuz etma." Zahir'in sesini duyduğumda o da çoktan bana yaklaşmış beni sakinleştirmeye çalışır gibi bakıyordu. Olanlara bir türlü anlam veremiyordum. Tek bildiğim, Hafsa'ya bir şey olduğuydu.
"Ne saklıyorsunuz?" Korkuyla çıktı sözler ağzımdan. "Lan benden ne saklıyorsunuz!" Haraket etmek istedim, ama bileğimi sedyeye bağlı tutan kelepçe bunu engelledi. Her haraketimde sedyenin demirlerine çarpıyor, beni rahatsız edecek kadar iğrenç bir ses çıkarıyordu. Bir tekrar gibi orda demire çarpıp duruyordu. Bana içinde bulunduğum durumu hatırlatmaya yemin etmiş gibiydi.
"Hafsa iyi." Dedi Süleyman telaşımı görünce çaresiz bakışlarla.
"Ne demek iyi?" Gözlerim deli gibi üçünün arasında gidip geldi. "Noldu? İyi olmasını gerektirecek ne var ki iyi diyorsunuz!"
"Yavuz.." dedi Cafer, sanki beni kandırmayacağını anlamıştı. Bir şeyler itiraf edecekti, vereceğim tepkiden korkuyordu. Vereceğim tepkiden neden korkuyordu? Ne olmuştu! "Hafsa, kaza geçirdu." Zaman bir anda tüm kavramını kaybetmişti.
Kaza?
Ne demek kaza?
Hafsa nasıldı!
İrislerim genişlerken şoka girmiştim. "Ne?" Dedim kaşlarım çatılırken. Karşıma geçmiş neden bahsediyordu? Ne demek kaza geçirmişti!
"Ne kazası?" Sesim onu kaybetmekten dolayı korkuyla titredi. "Ne kazası Cafer!" Elim abimin yakasına daha sıkı sarıldı. "Ne kazası!!" Sesim tüm odayı inletti.
"Abi iyi, yemin ederiz iyi." Süleyman hızlıca konuşurken ben bir deliden farksız hangisine bakacağım şaşırmış haldeydim.
"Nasıl iyi? Lan siz ne dediğinizin farkında mısınız!" Yorgunluğumu bile unutmuştum. Bırak yorgunluğu, kalbim bile umrumda değildi. Kalbim, ölüme yürüyen kalbim öyle bir hızla çarpıyordu ki korku tüm vücudumu ele geçirmişti. Bileğimi çekiştirdim. Öyle ki kelepçe bileğimde bir iz bırakmaya başlamıştı. "Nerde!" Elim Cafer'in yakasını bırakırken kelepçeyi tuttu. Sanki becerebilecekmişim gibi kelepçeden bileğimi kurtarmaya çalıştım. Sanki bunu yaparsam, Hafsa'ya gidebilecekmişim gibi. Ama bildiğim bir gerçek vardı. Hafsa'ya gitmeme asla izin vermezdiler. Çabalarım boşunaydı, lakin vazgeçmiyordum.
"Yavuz, bir sakin ol!" Cafer elimi yakalayıp beni yerimde tutmaya çalışırken öfkeden titreyen gözlerimi ona çevirdim.
"Sakin olayım?" Dünyanın en saçma cümlesiydi. "Ne sikimden bahsediyorsunuz lan siz!" Aklım yerimde değildi. "Karım nerede! Ne kazası konuşsanıza!"
"Merdivenlerden düşti." Vücudum kaskatı kesildi. Kelepçeyi çekiştiren ellerim sanki işlevini kaybetti. Canım yandı. Hemde çok.
Merdivenlerden mi düşmüştü? Canı yanmıştır. Canı çok yanmıştır.
Hafsa ne kadar güçlü görünsede onun fazlasıyla narin bir vücudu vardı. O bilmezdi, onun hakkında ne çok şey bilirdim ama Hafsa bunların bazılarından hâlâ habersizdi. Kolunu çarpsa, günlerce morarır iyilşemesi epey zaman alırdı. İzler derisinde yer edinir, onu uzun zaman terketmezdi. Canı çok yanardı, ama dile getirmezdi.
"Merdiven?" Kekelediğimin farkında değildim. "Ne düşmesi? Nasıl..?" Basit bir kaza değildi. İçimdeki kötü hissin sebebi tamamen buydu. İçimde beni talan eden duygular, ve parçalara ayrılan kalbimin sebebi buydu. Hafsa'nın canı yanmıştı, ve ben bunu hissettmiştim. Yanılmamıştım.
"Anlatacağum." Cafer perişan halime baktıkca suçluluk hissi çoğalıyordu. "Sadece dinle. Bak Hafsa iyu, Hafsa çok iyu seni oğa götüreceğuz ama öncesunde sakin ol." Zihnim şu an dediği hiçbir şeyi algılamakla meşgul değildi. Bana söylediği her şey boş geliyordu.
"Nasıl sakin olayım?" Öfkem yerindeydi, ama öfkeden çok içimde fırtınalar kopuyordu. "Hafsa'nın canı yanmış diyorsun, Cafer ben nasıl sakin olayım!" Bunca yaşanan her şey Hafsa'yı benden uzak tutmuştu. Ve şimdi bir kez daha kader Hafsa'yı benden almaya çalışmıştı. "Abi Hafsa nerde.." yalvarır gibi çaresizdi sesim. Süleyman'da Zahir'de bana baktıkca mahvoluyordu. Ama konuşma sırasını Cafer'e bıraktıklarının farkındaydım.
"Bir plan yapmişlar..." Cafer söze girerken olmayan aklımla pür dikkat onu dinlemeye çalışıyordum. Oysa gözlerim önünde silik bir hayal vardı. Hafsa vardı. O güzel gülüşüyle karşımdaydı. Ama şimdi, o güzel gülüş solmuş yerini morluklar almıştı. Bunları düşündükce nefesim daraladı. Dünya bir kez daha bana dar oldu.
"Ne planı, ne haltlara kalkıştınız!" Aklım ve kalbim sadece Hafsa'nın yanına ışınlanmak istiyordu. Cafer taksit taksit konuşuyordu ve benim bu saçmalığı dinleyecek sabrım yoktu. "Konuşsana!" Diye bağırdığımda titrek bir nefes verdi.
"Kemal'in evine girmiş." Dediğinde başını önüne eğdi. Neden bahsettiğinin farkındamıydı? Elim sıkıca sedyenin demirliklerine tutundu.
"Yapmadı." Diye inkar ettim. "Yapmaz, yapmadı..Cafer! İzin vermedim de!" Nasıl buna göz yumardılar? "Karımı o canavarın yuvasına sokmadınız..sokmadınız değil mi!"
"Abi biz.." Süleyman mahçup bir sesle konuşurken genişleyen gözlerle onlara baktım. Karımı kardeşlerime emanet etmiştim, ve kardeşlerim buna göz mü yummuştu? "Haberimiz yoktu." Süleyman suçunu kabul etmiş çocuklar gibi bakışlarını kaçırırken cevap verdi.
"Nasıl yoktu!" Gür sesim doldu odaya. "Nerdeydiniz! Ben Hafsa'yı size emanet etmedim mi!" Burnumdan sesli bir nefes kaçtı. İçimdeki korku giderek çoğalıyordu. Bir tarafım onlara fazlasıyla kızgındı. Şu an mantıklı düşünecek bir akıla sahip değildim. "Ona gitmem gerek." Dedim bir kez daha bileğimi çekiştirerek. "Hafsa'yı görmem gerek-" kalbime saplanan acı gücümü kaybetmeme neden oldu. Başım yorgun bir şekilde yastıklara yaslandığında Cafer telaşla konuştu.
"Sakin, nolur sakin ol. Bu halde mi gidecesun Hafsa'nın yanina? Önce bir iyileş." Sözlerinde haklı olabilirdi. Ama benim göğsüm sıkışıyor sadece Hafsa'yı istiyordu. Gözlerimin ardını sızlatan yaşları hissediyordum.
"Nasıl?" Dediğimde bu sefer çaresizdi. "Hafsa nasıl.."
"İyu." Cafer'inde gözleri hafifçe dolmuştu artık. "Hafsa iyu, saa yemin ederum ki iyu."
"O yaptı." Kendi kendime konuşur gibi kısıldı sesim. "Kemal yaptı.." Cafer cevap vermedi. Ama sessizliğiyle birlikte usulca başını salladı.
Belki baba katili değildim. Belki ellerimde kan yoktu. Elbet önceden öldürdüğüm insanlar vardı. Ama ben suçsuz olanlara dokunmazdım. Ölüme giden insanlarsa beş para etmez insanlardı. Elimden geldiğince bu kanlı hayatın içinde kavgalardan uzak durmaya çalışmıştım. Yinede hayat bir şekilde beni bu kanlı savaşa itmişti. Ve bugün Kemal Ordulu hayatının hatasını yapmış, Hafsa'ya dokunmuştu. Benim aşkıma dokunarak, artık ölümüne imza atmıştı.
"Ona gitmem gerek." Dedim çaresizce. İdam masasına layık görülmüş bir mahkumun son isteği gibiydi isteğim. Hafsa'yı nasıl görebilirdim ki? Ellerimde kelepçeler vardı. Bu hastane odasından çıksam dönüp dolaşıp varacağım yer yine o koğuştu.
"Ona gideceksin." İshak'ın sesini duyduğumda gözlerim kapıyı buldu. Odanın kapısını açıp içeri girdi. Ne zamandır kapının önündeydi bilmiyordum ama olanları duymuş gibiydi.
"Ne arayisin ula sen buraya?" Cafer hafifçe doğrulup İshak'a bakarken İshak nefesini verdi. "Flaşdiskin çalışması ancak bir haftayı bulur." Diye hızlıca cevapladığında kaşlarım çatıldı. Ne flaşdiski? Neler oluyordu!
"Nasi bir hafta, daha sabah iki gün sürer demdedun mi it!" Zahir'in öfkesi İshak'a karşıydı. Benim bilmediğim, ama onların bildiği bir şeyler vardı.
"İşler uzadı." İshak'ın gözleri beni buldu. Ardından hızlıca omzunun üstünden kapıya bir bakış attı. Bir şeyleri kontrol eder gibi birkaç saniye durdu ve kapıyı kapattı. Yanıma ilerledi. Burda ne haltlar dönüyordu? Bu adam yüzünden babam ölmüştü! Şimdi hangi cesaretle karşıma çıkıyordu? Abimin kafasına silah dayayıp bana cehemnemi yaşatmıştı!
"Neler oluyor?" Kendimi buraya fazlasıyla yabancı hissediyordum. Benden neler saklıyordular? "Bu orospu çocuğunun burda ne işi var!" İshak hayatımı mahveden en büyük insanlardan biriydi. Cafer bana baktı.
"Sandiğin gibu değul kardeşum." Dediğinde kafam daha çok karıştı. Benden saklanan çok şeyler vardı.
"Ne sandığım gibi değil?" Neler olup bittiği bir türlü aklıma uyuşmuyordu. "Bu adam yüzünden babam-"
"O yapmadı." Süleyman sıkıntılı bir nefesle konuştu. "Şimdi hiç sırası değil, ama o yapmadı abi." Nasıl o yapmadı? Bana tüm oyunları oynayan oydu! Ben mi delirmiştim? Neden kimse bana inanmıyordu? Dudaklarım arasından kaçan sesli nefesle sustum. Farkındaydım. Şu an önceliğim bunlar değildi. Hafsa, önceliğim sadece Hafsa'ydı.
"Seni kaçıracağız." İshak konuştuğunda sözleriyle gözlerim genişledi. Bana yardım mı edecekti?
"Ne diyisin?" Cafer şokla sorarken İshak bize kendinden emin bir bakış attı.
"Hafsa'ya bir söz verdim." Sadece birkaç gündür içerideydim. Ve bu zaman arasında her ne olmuşsa her şey birbirine girmişti. "Seni ona götüreceğim. Ama bekleyecek zamanımız yok, ne onun ne de benim. Bu gece seni ona götüreceğim."
"Neden?" Diye sorduğumda sesim temkinliydi. "Bana neden yardım ediyorsun?"
"Niyetim hiçbir zaman sana zarar vermek olmadı. Bazı hatalar yaptım, izin verirsen.." burnundan sesli bir nefes verdi. "Telafi edeceğim." Boğazıma takılan yumuruyu yuttum. Kime güvenip kime güvenmeyeceğimi şaşırmıştım. "Doktor kontrollerinden sonra seni burdan çıkaracağız." Fazlasıyla emindi kendisinden. Kasılan vücudum gevşemiş gibi sırtım geri yaslandı.
"Nasıl?" Süleyman sordu. "Dışarıda polisler var."
"Polisleri halletmek kolay." İshak çenesini sıvazlarken birkaç adım attı içeride. "Bize içeriden yardım edebilecek birisi lazım." Cafer'e baktı. Cafer mesajı anlamış gibi konuştu.
"Nisa." Dediğinde İshak salladı başını. Cafer hızla telefonunu çıkarırken ben sessizliğe gömülmüştüm. Gözlerim İshak'ı buldu.
"Hafsa'yı gördüğünü söyledin.." Dedim düz sesimle. İshak'a güvenim yoktu. Bana onca şeyi yaşatan oyken kardeşlerim o değil diyordu. "Nasıl?"
"İyi." Diye cevapladı İshak. "Sadece seni istiyor." Elimde olmadan bakışlarım yumuşadı. Beni isterdi. Çünkü bir şekilde biz her zaman birbirimizi iyileştirirdik. Lakin şimdi, onun canı yanmıştı. Onun canını benim düşmanlarım yakmıştı. O eve neden girdiğini bilmiyordum, ama içimden bir ses benim için olduğunu söylüyordu ve işte bu canımı daha fazla yakıyordu. Benim için kendisini nasıl tehlikeye atabilirdi?
Bir elimi yüzümde gezdirerek derin bir nefes soludum. Kalbim öyle bir sıkışıyordu ki şu an patlasa tam yeriydi. Hafsa'ya olan aşkım bir kez daha yüreğimde çırpınıp duruyordu. Canım yanıyordu. Umutsuzca ona ulaşmak istiyordum. Sadece Hafsa'ya sarılmak onu hissetmek istiyordum.
****
Doktor biraz sonra gelip beni kontrol etmişti. Tüm değelerimi, ve kalbimin ne durumda olduğunu yoklamıştı. Birkaç serum ve ilaç derken gece çökmüştü. Bu sırada İshak her şeyi halletmiş, Nisa ona fazlasıyla yardımcı olmuştu. Kapıdaki polisleri değiştirmiş, İshak polisler yerine kendi adamlarından birkaçını yerleştirmişti. Kısacası, tüm hastaneyi İshak kendi aleyhine çevirmişti. Eli kolu uzundu, onun için tüm bunlar çocuk oyunacağıydı. İşte tüm bunlar kafamı daha çok karıştırıyordı. O gün bana hayatımın dersini veren adam bugün sessiz sakin yardımcı oluyordu.
"İşte." Dedi Nisa. Sedyeye bağlı olan kelepçeyi açtığında üstümden koca bir yük kalkmış gibi rahatladım. Bileğimin etrafında kızarıklıklar oluşmuştu. Kendimi kaybedip kelepçeyi çekiştirdiğim için bileğimi yaralmıştım. Bunu görmezden gelerek üstümdeki gri kapşönlünün kolunu aşağı çektim. Altımda isyah bir eşofman üstünde aynı renk siyah tişört vardı. Onun üstünde önü fermuarlı gri bir kapşönlü giymiştim.
"Abi bu ne saçma şey ya." Süleyman kafasına geçirdiği siyah kar maskesiyle bize döndü. Gözleri dışında her yeri kapalıydı. "Soyguna mı gidiyoruz? Daha havalı bir şey yok muydu?"
"Soyguna gitmek havalı değil mi?" Diye sordu İshak elleri cebinde.
"Değil, niye gidip milletin bankasını soyayım? Canıma susamadım." Kafasındaki kar maskesiyle bir hayli komik görünüyordu.
"Ölmüyorsun." Dedi İshka bilge bir sesle. "Daha önce banka soydum, bak burdayım."
"Kusura bakma ama yemediğin bok kalmamış." Dedi Süleyman hayret içinde.
"Buni takmasak olmayi mi?" Zahir elinde tuttuğu maskeye sıkıntıyla bakarken Nisa konuştu.
"Kameralara yakalanıp hapse girmek istiyorsan takma tabi." Onun sözleri üzerine Zahir gözlerini devirerek maskeyi kafasına geçirdi.
"Niye kameralari kapatmayiz?" Diye sordu Cafer'de Zahir'i takip ederek maskenini takarken.
"Kameraları kapattım." İshak aynı konuyu sanki defalarca anltıyormuş gibi sabırsız bir ifade takındı. "Ama sadece hastanenin kameralarına erişimim var. Dışarıda bilmediğim yerlerde kameralar olabilir. Ne olur ne olmaz önlemimizi alıyoruz." Dediğinde bana bir maske fırlattı. Onu havada kaparak kafama geçirdim. Böyle çok saçma görünüyorduk. Ama ucunda Hafsa'yı görmek varsa fazlasıyla saçma görünebilirdim. Umrumda değildi.
"Silah filanda alacak mıyız elimize?" Dedi Süleyman alayla ellerini silah gibi tutarak. İshak onun yanından geçerken çocuğuna vurur gibi Süleyman'ın elini hafifçe tokatladı. "İndir o elini. Silah filan yok, dışarıda araba bekliyor. Burdan o arabaya binip uzaklaşacağız. Sonra benim işlerim var, şöförüm sizi hastaneye kadar götürecek. Ordan rahatca içeri girip odaya çıkabilirsiniz."
"Peki Yavuz'un yokluği anlaşilirsa?" Diye sordu Cafer. İshak kendi maskenini takarken konuştu.
"Anlaşılmayacak. Bir hafta boyunca Yavuz'u saklamak benim için çocuk oyuncağı. Başka bir suçluya, senin adınla bir kimlik yaptırdım. Suçsuzluğun kanıtlanana kadar idare eder. Yinede sen fazla ortalıklarda gözükme." Suçsuzluğum nasıl kanıtlanacaktı işte bunu bilmiyordum. Ama kendisinden fazla emin konuşuyordu. Her şeyi planlamıştı.
"Tamam hadi!" Nisa ellerini birbirine vurarak nefesini verdi. "Çıkalım şu işi bitirelimde seni karına götürelim." Kapşönlümü kar maskesinin üstünden geçirirken içim kıpır kıpırdı. Nasıl oluyordu da her seferinde sırf Hafsa'yı göreceğim için böyle heyecan dolu oluyordum? Omuzlarını hafifçe sirkeledim. Bu sefer heyecanın yanı sıra korkuda vardı. Onu nasıl bir durumda bulacağımdan korkuyordum.
Canı çok yanmışmıdır?..
Bu düşünce kaç saattir beynimin etini yiyip duruyordu. Ve bunu öğrenmenin tek yoluda gidip Hafsa'yı görmekti.
*****
Hastaneden çıkmak bizim için fazlasıyla kolay olmuştu. Nisa'nın kullandığı arabada sürücü koltuğunun yanındaki koltukta oturuyordum. Arabanın içinde olduğumuzdan maskeleri çıkartmıştık. Nisa'ysa bizim aksimize maske takmaya gerek duymamıştı. Onu tanıdım tanıyalı kafasının dikine giden bir kızdı. Hiçbir şeyden korkusu yoktu. Bu yüzden kendine yakışan mesleği, avukatlığı seçmişti. Arka koltukta Cafer Süleyman ve Zahir vardı. Bizim aksimize İshak dediği gibi ayrılmıştı. Dirseğim camın kenarına yaslı bir dizimi sallarken kar maskesini avcumun içinde sıkıyordum.
Bir yanım bir an önce Hafsa'yı görmek istiyor diğer yanım deli gibi korkuyordu. Nefesimi vererek başımı geri yasladım. Günlerce kalmam gereken hastaneden kaçmıştım. Doktor gözetim altında tutmak istemişti. Peki ben bunları dinlemiş miydim? Hayır. Zaten Veli abiden zamanında yeterince azar yemiştim, başka bir doktorla daha uğraşamazdım. Durumum ortadaydı, neyi düzeltmek için bu kadar uğraşıyorlardı? O tedavileri olsam bile bir kalp bulmak çok zordu.
"Ne kadar kaldı?" Sabırsızca sordum. Arka koltukta oturan Cafer sırıttı.
"Bu soruyi 15-ci kez sorayisin." Dediğinde Zahir önüne bakarak konuştu.
"15 olmadi, 17 oldi. Matamatikte hâlâ bir halt bilmeyisin Cafer." Çocuğunu azarlayan babalar gibi konuştuğunda solunda oturan Cafer bozulmuş bir bakış attı ona.
"Kusura bakma Zahirciğum, benim kafa paradan başka bir şeye basmayi." Haklıydı..kafası bir tek para ismi duyunca çalışmaya başlıyordu.
"Abi çok merak ediyorum, sen ikiyle ikiyi çarpamazsın, para ismi duyunca nasıl takır takır konuşuyorsun?" Süleyman bu sorunun cevabını uzun yıllardır bulamıyordu.
"Allah vergisidur ula." Cafer yakasını düzeltirken tek kaşını kaldırdı. "Allah'in sevdiğu kuluyim ki baa böyle bir şans vermiş."
"Ya da sadece paragözsündür." Dedi Nisa Cafer'e takılarak.
"Paragöz olmak baa iltifat gibu geleyi, o yüzden teşekkür edeceğum. Bir ara yemeğe çıkalim mi?" Kaşlarım çatıldı. Başımı arkaya çevirip Cafer'e baktım. Az önce bir kadına yemek teklifi mi etmişti o? Cafer..bizim Cafer? Nisa birkaç kez gözlerini kırpıştırıp arka koltukta yayılıp sırıtan Cafer'e baktı.
"Sence bu teklifin yeri mi Cafer?" Diye sordu Nisa. Tek sorun şuydu, sesi hiçte itiraz eder gibi çıkmıyordu.
"Bence yeri." Cafer rahat bir tavırla konuştu.
"Senin bu olmadık yerlerde yaptığın tekliflerle benim başım dertte anlaşılan." Nisa sesli bir nefesle konuşunca bunun ilk olmadığını anladım. Kim bilir Cafer Nisa'ya neler çektirmişti. Sonuçta aynı üniversitede okumuştular, ve Cafer..çekilmez bir adamdı. Rahatlığı insanın sinirlerini hoplatırdı.
"Cevap alamadim." Dedi Cafer yapmacık üzgün bir ifadeye bürünerek.
"Çıkarız." Diye geçiştirdi Nisa onu. Cafer'se aldığı cevaptan memnun bir şekilde daha geniş sırıtmaya başladı.
"Zahir, sana zahmet şunun ateşini yokla." Süleyman şokla konuştu. "Birini dışarı çıkarıp restorana götürüp para harcamaktan bahsediyor! Dünyanın sonu filan geldi değil mi? Abi haberleri en son ne zaman izlediniz? Meteor filan düşmüyor değil mi? Allah için düşüyorsa söyleyin gidip kendime şimdiden deniz manzaralı bir mezar alayım."
"Düşmeyi." Zahir bıkkın sesiyle konuştu. "Saçma sapan konişmada sus, kafami şişurdun kulağimin dibunde riv riv etma!"
En saçma ortamlarda, en saçma kavgaları başlatan kardeşlerime düz bir bakış atarak önüme döndüm. Onların bu hali bile beni neşelendirmeye yetmiyordu. Aklım Hafsa'dan başka bir şey düşünemiyordu. Öyle ki Cafer'in para harcamak, ve birini yemeğe götürecek olması bile beni şaşırtmıyordu.
Sonunda araba bir hastanenin önüne yaklaştı. Yerimde hafifçe dikeldim. "Burası mı?" Dediğimde sesim sabırsızdı.
"Burası." Dedi Nisa. "Maskeyi tak, ne olur ne olmaz." Başımı salladım. Maskeyi kafama geçirdiğim gibi kapşönlüyüde üstünden geçirdim. İnsanlar umarım yüzüme bakmazdı. Çünkü bakarlarsa, Süleyman'ında dediği gibi beni bir soyguncu sanardılar.
"Bizim takmamıza gerek yok diye umuyorum." Dedi Süleyman, Nisa usulca salladı başını.
"Gerek yok. Ama Yavuz aranıyor, daha düne kadar boy boy fotoğrafları tüm televizyonlardaydı. Dikkatli olmalıyız." Haklıydı. Zaten Karadeniz'de tanınan bir aileye sahiptim. Ve şimdi, daha da meşhurdum. Bir katil olarak.
"Kaçıncı odada?" Bir an önce içeri girmek istiyordum. "İkinci kat, 176 numaralı oda." Hızlıca başımı sallarken emniyet kemerimi çözüp indim arabadan. Benim peşimden diğerleride indiğinde Nisa arabayı park etmekle meşguldü. Kapşönlü yüzünden yüzüm pek bilinmiyordu. Zaten karanlıktı, kimse kimsenin yüzüne bakmıyordu. Koşar adım yürüyerek hastaneye girdim. Çalışanlara hiçbir şey sormadan merdivenlere yürüdüm. Güvenlik çalışanları bile bize bulaşmıyordu. Kalbim yerinde fırlayacak gibi öyle bir hızla çarpıyordu ki böyle bir durumda herhangi bir atak veya kriz geçirmekten korkuyordum.
Gözlerim kapıların üstünde geziniyordu. Sıcak nefesim maskenin içinde beni bir hayli rahatsız ediyordu. Ama rahatsız olmak umrumda değildi. Gözlerim sonunda sol koridora takıldı. Kapının önünde duvara yaslanan Tufan'ı gördüm. Onun hemen yanında Tufan'ın koluna girmiş başını koluna yaslayan Zerda vardı. Aziz'se kenardaki sandalyelerden birine oturmuş kollarını göğsünde kenetlemiş tavanı izliyordu.
Doğru yerdeydim.
"Tufan!" Cafer Tufan'a seslenince bakışları bize döndü. Kaşları çatıldı. Üçüde olanlara anlam veremedi. Ardından Aziz'in gözleri kısıldı. Oturduğu sandalyeden kalktı.
"Hadi canım." Dedi inanmayan bir sesle. Kar maskenin altındaki adamın ben olduğumu anlamak onlar için zor olmadı. Büyük ihtimalle onların bu plandan haberleri vardı.
"Yavuz?" Dedi Tufan hayretle.
"Hafsa içeride mi?" Diye sorduğumda hepsinin yüzüne aynı anda gülüşler yayıldı. Burda olduğuma inanamıyor gibiydiler.
"Aslansınız siz!" Neşeli bir sitem çıktı Aziz'in ağzından. "Nasıl, bu kadar erken nasıl başardınız lan!"
"Ne sandin?" Cafer kendisiyle övünür gibi konuştu. "Biz öğle hafife alinacak adamlar miyiz?"
"Gel buraya!" Tufan elini omzuma atıp beni kendine çekti. Sarıldığı zaman tek yapabildiğim hızlıca ona sarılmak oldu. "Korkuttun bizi." Sesinde gerçek bir endişe vardı. Bu adam beni sevmediğini söylese bile sanırım seviyordu.
Onun hemen ardından Aziz sarıldı. Tamam hepsini özlemiştim. Ama şu an bu sarılma fastını bitirmek istiyordum. Aklım çalışmıyordu. Aklım bir tek Hafsa'yı düşünüyordu.
"Hafsa bu odada mı?" Diye sordum Zerda'ya bakarak. Dolu gözleriyle usulca başını salladı. Nisa bana odanın numarasını söylemişti. Ama ben ani heyecanla o numarayı bile unutmuştum.
Ayaklarım onların yanından ayrıldı. Kapı kolunu tutarak onu aşağı ittim. Daha fazla bekleyecek sabrım yoktu. İçeri adım attığımda Hafsa'yı sedyede buldum. Duraksadım. Kapı arkamdan kapanırken benim adımlarım olduğum yere takılıp kaldı. Saçının teline kıyamadığım kadının kollarında morluklar vardı. Sağ yanağında bir bandaj, aynı şekilde kaşına dikiş atılmıştı. Sadece fiziksel değil, zihinsel olarakda iyi durmuyordu. Gözlerinin altı morluklarla süslenmişti. Bir kez daha nefes alamadığımı hissettim. Kahverengi saçları bakımını kaybetmişti. Hafsa, kendisi gibi değildi.
Yüzünün rengi solmuştu. Dudağının kenarında yara vardı. Sağ yanağının elmacık kemiğinde morluk bulunuyordu. Yumruklarım iki yanımda sıkıldı. Benim dokunmaya kıyamadığım sevdamı ne hale getirmiştiler?
Bu gerçekten benim karım mıydı?
Kapının açılmasıyla gözleri bana çevrilmişti. Beni tanımadığını refleks olarak yerinde haraketlenmesinden anlamıştım. Bir eli karnındaydı. Karnı acıyor olmalıydı, çünkü korumacı bir tavırla elini karnından çekmiyordu. Onu bu halde görmek beni binlerce parçalara ayırdı. İyi değildi. Hayatıma neşe olan kadının umudunu söndürmüştüler. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde bir adım ileri attım.
Kaşları hafifçe çatıldı. Yüzünde hafif bir korku vardı. Ama o korkunun yanı sıra, şüphede vardı.
"Sen kimsin?" Sesi temkinliydi. Sedyede hafifçe geri çekildiğinde gözlerinde yine bir şeyleri kaybetmekten korkar gibi bir ifade vardı.
Ellerimi usulca kaldırdım, başımdaki kapşonlüyü geri ittim. Aynı haraketlerime devam ederek maskeyi çekip çıkardığımda kahverengi saçlarımdan birkaç tutamın alnıma dağdıldığını hissettim. Ben burdaydım. Sonunda ona gelmeyi başarmıştım.
*****
Hafsa Polatlı.
Odaya giren yabancının kim olduğundan haberim yoktu. Tek bildiğim içimde korku olduğu, ve elimin korumacı bir tavırla karnıma yaslandığıydı. Her an tehlikede hissediyordum. Piskolojik olarak iyi bir durumda değildim. Ve şimdi hastane odamda yüzü maskeli bir adam varken hiç sağlıklı düşünemiyordum. Ona kim olduğunu sorduğum an, elleri haraket etmişti. Önce kapşönlünün şapkasını itmişti geri. Ben olası her durumda kendimi korumanın yollarını düşünürken içimde anlam veremediğim bir huzurda vardı.
Ardından yüzündeki maskeyi çıkardı. Kahverengi tutamlarından birkaçı alnına döküldü. Soluğum kesildi. Nutkum tutuldu.
Karşımdaki adam Yavuz'dan başkası değildi.
"Yavuz?" Girdiğim şok mutluluğa dönüştü. O mutluluk gözlerimi doldurdu. Yavuz'un ismi büyük bir hasret ve çaresizlikle ağzımdan firar ettiğinde gözyaşlarımda aynı anda firar etti. Daha fazla dayanacak gücüm kalmadığını farkındaydım. Onu görür görmez ağlamıştım. Ama bu sefer acıdan değil, mutluluktan. İshak sözünü tutmuştu. İshak bana Yavuz'u getirmişti.
Yavuz'un adımları öyle hızlıydı ki ne zaman olduğunu anlamadım ama çoktan sedyeye oturup sıkıca bana sarılmıştı. Gerçekti. Bu sefer gerçekti. Yavuz burdaydı. "Hafsa." Dediğinde yüzüme kaç tane öpücük kondurdu bilmiyordum. Tek bildiğim şey hıçkırarak ağladığımdı.
"Çok korktum." Titreyen sesiyle kehribar hareleri gözlerime dikildi. Titreyen ellerim onun yanaklarını buldu. Baş parmakları gözyaşlarımı siliyor, ama gözlerim onun parmaklarına meydan okuyor ve daha fazla yaş akıyordu. "Biliyordum." Dedi soluk soluğa. "Hissettim." Acıyla fısıldadı. "Sana gelemedim, Hafsa. Çok özür dilerim, ben sana geç kaldığım için çok özür dilerim." Küçük ve savunmasız bir kız çocuğu gibi başımı onun göğsüne gömdüğümde içimden bir tek bu geldi. Ona sarılmak, onu hissetmek ve onun göğsünde ağlamak. Çünkü bir tek burası beni güvende tutardı. Bir tek Yavuz'un kalp atışları beni korurdu.
"Yavuz.." elim omzuna tutundu. Tekrar gitmesinden korkar gibi ona sıkıca tutundum. Her hıçkırıkta göğüs kafesim kalkıp iniyordu.
"Geldim güzelim." Dedi sevgiyle. Aşkla, hiç tükenmeyecek bir umutla. "Canın yanmış senin.." dediğinde sesi kendini suçlar gibi kısıktı. "Canın yanmış, ben orda değildim özür dilerim, özür dilerim sevdam senden çok özür dilerim." Onun elinden gelen bir şey yoktu. İstese bile bana gelemezdi. Ama yinede, benden özür diliyordu. Biliyordum. Yavuz dışında hiç kimse, beni böylesine sevmiyordu.
"Canım artık yanmıyor.." Dolu gözlerimi onun yüzüne kaldırdım. Ellerim çok kıymetli bir şeye dokunur gibi diklatliydi. Parmak uçlarım onun çıkan sakallarına dayandı. Yorgun çehresini süzdüm. Benim kadar o da perişandı. "Yavuz, ben seni çok özledim.. lütfen bir daha gitme.." gitmesinden korkuyordum. Benden bile isteye gitmemişti. Bilerek gitmemişti, bunu biliyordum. Ama artık kader bile bize bulaşmasın istiyordum.
"Gitmeyeceğim." Dediğinde sesi acı çeker gibi kısıldı. "Bir daha senden gitmeyeceğim." Elleri yanaklarımı okşuyor, saçlarımı geri itiyordu. "Sensiz geçen her günüm zulüm." Fısıldadı yüzüme karşı. "Seni görünce kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor zalımın kızı. Sanki hemen şuracıkta patlayacakmış gibi." Alnı alnıma yaslanırken onunda gözünden akan bir damla yaşı sezdim. "Ama razıyım. Sevgimden ölmeye razıyım, hasretinden değil." Bana fısıldadığı kelimelerle her geçen an biraz daha yüreğimde taht kuruyordu.
Harelerim onun kehribar haraleriyle kesişti. Ve ben bu aşk dolu bakışı bir kez daha sevdim. O gün o mahkeme öncesi bana attığı bakışlara karşılık şu anki bakışları büyük bir umut taşıyordu.
"Umudum." Sözleri kalbimi ısıtacak kadar derindi. Bakışları yumuşacıktı. Bana kıyamaz gibi, bensiz yapamaz gibi. Bensiz geçen günler, onun için anlamsızdı. Ve onsuz geçen günlerde benim için anlamsızdı. "En güzel umudum." Dedi bana vurgun gibi. Gibisi fazla, bana vurgundu.
"Bir daha benden gitme.." Güçsüz çıktı sesim. Onun yanında güçlü olma ihtiyacı duymadım.
Geri çekilmedi. Yaklaştı. Yaklaşabildiği kadar yaklaştı. Gözlerime baktı, öyle uzun öyle derin baktı ki içimdeki o boşluk hissini doldurdu. "Burdayım." Der gibi baktı. "Hiçbir zaman gitmeyeceğim." Der gibi. Kalbim onun bakışlarında kendine yer edindi.
Hiçbir şey söylemedi. Bunun yerine başını öne eğdi. Dudakları dudaklarıma temas ettiği an gözlerim kapandı. Elim karnımı terketti. Onun yanında, çocuğumuzu koruma ihtiyacı duymadım. Kollarımı boynuna sardım. Ellerimden biri yukarı çıktı. Parmaklarım dağınık saçlarını buldu. Belki bu açgözlülüktü, ama umrumda değildi. Onu derinden öptüm. Öyle ki öpücüğün ıslak sesleri odayı doldurdu. Benim kadar o da umursamazdı. Teninden gelen sıcaklık günlerdir hasret kaldığım bir duyguydu.
Dudakları dudaklarıma doğru haraket ederken elleri yanaklarımı terketmekten korkar gibiydi. Beni öpüyordu. Hem derinden, hemde nazikce. Hem talepkar, hemde incitmekten korkar bir tavırla.
Sessizliğin içindeki nefesi bile içime işledi. O an zamanın kalbinde bir yerdeydik, ne dün vardı, ne yarın. Sadece şimdi… sadece biz. Göğüs kafeslerimiz inip kalkarken yeterince nefessiz kaldığımızı ancak birkaç dakikanın sonunda anlayabilmiştik. Dudaklarımız usulca ayrıldı. Eli saçlarımı okşadı. Bakışlarında hayranlık vardı. Benimse yüzümde günler sonra ilk kes böylesine huzurlu bir tebessüm yer edinmişti.
Aynı dudakları bu sefer dudağımdaki kesiği buldu. İyileştirmeye çalışır gibi öptü onu. "Öyle özledim ki seni.." dedi mayışmış bir sesle. "Anlatılmaz Hafsa, anlatılmaz.."
"Ama ben anlatacağım." Dedim bu sefer sevgiden titreyen bir sesle. "Benim anlatacaklarım var. Bizim sana anlatacaklarımız var.." Bizim. Benim ve bebeğimin.
"Bizim?" Dedi Yavuz anlamayan bir sesle. Dudaklarım arasından titrek bir gülüş kaçtı. Yanağıma yerleştirdiği elinin üstüne elimi koydum. Onu yanağımdan uzaklaştırdım ve aşağı indirdim. Karnımın üstüne. Avcu karnıma temas ettiğinde önce anlamadı. Bakışları yüzümle karnım arasında gidip geldi. Sonra..
Yavaş bir şekilde havalandı kaşları. Her şey kavramını yitirdi. Zaman sanki akmayı bıraktı. Yavuz'un eli karnımdaydı. ima ettiğim şeyi anlamış gibi ifadesi aydınlandı. Ardından gözleri genişledi, gözlerine irisileri eşlik etti. Başı hızla kalktı ve o şok dolu gözleri benim harelerimle kesişti.
Güldüm.
Her an şoktan bayılacak gibi duruyordu..
Belki de bayılacaktı..
*******
BÖLÜM SONU.
MERHABAAAA
Bölüm sonundan merhabalarrrr🥳
Çiftimizi birlikte yazmayı o kadar özlemiştim ki bana bir terapi gibi geldi. Yavuz, çok güzel seviyorsun her geçen gün biraz daha düşüyoruz sana haberin olsun..
Benim için fazlasıyla güzel geçen bir bölüm oldu. İşler burda yolunda gidince bende depresyondan çıkıyorum. Yaklaşık bir aydır evde depresyonda geziyorumda bölümler yüzünden shsjjsjsj
Olsun, bence bu bölüm ve bundan sonraki bölümler hepimize fazlasıyla iyi gelecek.
Sizler nasıl buldunuz bölümü??
En hoşunuza giden kısım desem??
Peki Narin'le Devran? Bölüm çok güzeldi ama onların sahnesi bir hayli canımı yaktı. Devran yanlış yolları seçip o yolların kurbanı olan bir adam😩 açıkça ben Narin'e hak veriyorum. Ben olsam, affetmezdim diye düşünüyorum. Devran'a kıyamayan bir tarafım var ama bence birazcık hakketti.
Ve İshak, farkettiniz mi bilmiyorum ama nerseyse tüm karakterlerimin bir aşk acısı var. İçlerinde beni en çok üzende İshak'ın geçmişi. Adam seviyor seviyor, hâlâ unutmamış. İshak en başından beri anlamsız bir şekilde kıyamadığım karakterlerimden biriydi. Demek ki acılarıymış hissettiklerim. Ayrıca bence İshak kötü birisi değil. Onu hiç öyle kötü bir karakter diye düşünüp yazmadım. Günün sonunda ne halt yemiş olursa olsun çiftimi buluşturdu bence bu da çok güzel bir bahane hjssjsjs
Bir bölümün daha sonuna geldiğimize göre bu kız kaçabilir. Gelecek bölümde görüşmek üzere. Allah'a emanet kendinize iyi bakın💓
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |