
Yeni bölümden herkese merhabalarrr nasılsınız? Umarım iyisinizdir bende iyiyim.
Son zamanlar birazcık aktif bu kız o yüzden bölümü bitirir bitirmez atayım dedim. Keyifli okumalar şimdiden, oylamalar ve yorumları eksik etmeyin.
💖
~ Kıraç-Hiç utanmam gülüm divaneyim parçalanmış dünyam viraneyim~
****
Geçmiş.
"Odaya girdiğimde artık bana kızıyor." Dedim hüzünlü bir sesle. Ellerimi çeneme yaslamış abime bakıyordum. Benden dört yaş büyük olan abim Tufan önüme oturmuş baba edasıyla beni dinliyordu.
"Sana o odaya girme dedim, Hafsa." Dedi yumuşak ama aynı zamanda sertlik barındıran bir sesle.
"Nasıl girmem!" İsyan ettim ellerimi öne uzatarak çocuksu tavırlarımla. "Orası annemin odası!"
"Orası artık annemin odası değil." Abim ellerimi tuttu sesli bir nefesle. Benim için yüreği endişe doluydu. Babam evlendiğinden beri odaya girmeme izin vermiyordu. Yeni karısı bundan rahatsız oluyordu, rahatsız olduğu yetmezmiş gibi annemden kalan her şeyi atmıştı. Bu yüzden o kadından nefret ediyordum. Annemin anılarına hiç mi hiç saygısı yoktu. Üstelik bulduğu her fırsatta babamı üstümüze salıyor canımızı yakmaya çalışıyordu.
"Annemin odası!" Ellerimi çektim abimin avuçlarından. Böyle konuştuğu zaman onada çok kızıyordum. "Sende onlar gibi konuşuyorsun, yeter artık!" Oturduğum sandalyeden indim. Hüzünlü ifadem yerini korudu. "Babamda öyle diyor, sende öyle diyorsun. Hele o yelloz kadın anneme hakaret ediyor!" Zerrin'e karşı ne kadar öfke dolu olduğum yüzüme yansıyordu. Bir çocuğa yakışmayan öfkeyle konuşuyordum.
O kadından hazetmiyordum. Babamla evlendiğinden beri evin sahibi gibi davranmaya başlamıştı. Tek yaptığı bizi ezmekti. Bir an önce gitmesini istiyordum. Ama babam onun asla gitmeyeceğini söylüyordu. Tüm bunlar yetmezmiş gibi kısa süre içinde Karadeniz'e taşınacağımızı söylüyordu. Ben oraya gitmek istemiyordum. Anneme dair tüm anılarım bu evdeydi. Bu evi terkedip gitmeyi düşündükce bile ağlayacak gibi oluyordum.
Bunu ona söylediğimde bana annemi unutmamı söylüyordu. Annemi nasıl unuturdum? Onu unutmam mümkün değildi. O benim annemdi, benim her şeyimdi. Her gece beni güzel masallarıyla uyutan, saçlarımı okşuyan kadındı. O gittiğinden beri artık doğru düzgün uyuyamıyordum bile. Öldü diyordular..ölüm ne demekti tam olarak kavrayamıyordum, ama kötü bir şey olduğunun farkındaydım. Geçirdiğim krizler her gece çoğalıyordu.
Ne zaman gözlerimi kapatsam, o kanlı yatak ve annemin buz gibi tenini hissediyordum. Bu her seferinde canımı yakıyor, içime soğuk ürperti ulaştırıyordu.
"Hafsa." Abimde sandalyesinden inerek koşar adım önüme geçti. Ben mutfaktan çıkmadan önce önüme geçerek durdurdu beni. Elleri omuzlarımı buldu. "Güzel kardeşim." Dedi nazik bir sesle. Boyu bendem uzun olduğu için hafifçe eğildi bana doğru. "Sen bana kalan tek şeysin." Elleri omuzlarımı terkedip yanaklarımı kavradı. "Lütfen babamı kızdıracak bir şey yapma. Sana zarar gelsin istemiyorum." Omuzlarım hafifçe çökerken alt dudağım aşağı sarktı. İstediğim tek şey annemin odasına gidip onun yatağında uyumaktı. Ama şimdi annemin yatağında başka bir kadın vardı. Ve babam onunla mutluydu.
İşte bu beni daha fazla yaralıyordu. Anneme bir kez olsun gülmeyen babam, o kadını öpüyor, onun saçlarını okşuyor, ona gözünün bebeği gibi bakıyordu. Anneme vurmak için kalkan elleri o kadını sevmek için kalkıyordu. Onu göğsüne saklıyordu, annemi kaç kez konağın önüne atmıştı bilmiyordum. O kadını sarmalıyordu. Ama anneme hep vurur, anneme hiç değer vermezdi. Anneme bakarken üşüyen gözleri o kadına bakarken ışıl ışıl parlardı.
Benim annem bunları haketmemişti.
"Çocuklar!" Ramiz abinin sesini duyduk.
Abim başını omzunun üstüne çevirdiğinde tebessüm etti. "Ramiz abi dönmüş!" Dedi kolunu omuzlarıma sararak. Bense hâlâ üzgün ifademi sürdürmekle meşguldüm. "Hadi!" Abim beni ikna etmeye çalışan bir sesle konuştu. "Hem Ankara'dan yeni döndü, kim bilir sana neler almıştır? Çok istediğin o bebek vardı ya.." kasvetli ifadem aydınlandı. Hızla başım kalktı. Bir bebek istiyordum, ama bunu Ramiz abiye söylemeye utanmıştım.
Benim yerime abim söylemişti!
"Ramiz abi!" Mutfaktan dışarı fırladığım gibi konağın avlusuna koştum.
"Hafsa!" Ramiz abi yüzünde gülücükler açan bir ifadeyle elindeki poşetleri bırakırken bende onun aşağı eğilmesini fırsat bilerek bir koaladan farksız boynuna asılmıştım.
"Hoşgeldin!" Çocuksu neşemle bağırdığım an kolları belimi buldu. Boyumdan ve zayıf kilomdan dolayı beni kollarına almak onun için kolaydı.
"Hoşbulduk." Dedi bir eliyle saçlarımı karıştırıp. "Nasılsınız bakayım?" Gözleri mutfaktan çıkıp bize doğru yürüyen abime kaydığında sıcak bir tebessüm etti. Aynı şekilde abimde ona karşılık verdi.
"İyiyiz, gezi nasıldı??" Gözlerinin içi sıcacık bakıyordu. Ramiz abinin bana olan bakışını severdim. Babamın aksine o sıcacık bakardı. Şefkatle ve sevgiyle her zaman bize destek olurdu.
"Gezi iyiydi." Dudaklarında iç ısıtan tebessüm yerini koruyordu. "Yokluğumda başınızı belaya sokmadınız değil mi?" Çocuk aklımlada olsa ne ima ettiğini anlamıştım. Ramiz abi burdayken bizi babamdan koruyordu, ama onun olmadığı zamanlar babam ilk öfkesinde bize şiddet uygulamaktan çekinmiyordu.
"Yok abi merak etme." Dedi kollarını göğsünde kenetleyen abim. "Ama Hafsa hiç rahat durmuyor, yakında onuda kendimle beraber boks antermanlarına götürmek zorunda kalacağım diye çok korkuyorum."
"Fena mı olur? Güzel kızım dövüşü öğrenir belki." Dedi Ramiz abi bana takılarak.
"Teşekkürler, ben almayayım. O insanlar çok kaba, birbirlerini vuruyorlar. Ben insanların şiddet uygulamasına karşıyım." Başlı başına şiddetti işte. İnsanlar birbirine vuruyordu.
"Hafsa buna spor denir!" Dedi abim burun kemerini sıkarak. Gözucu baktım ona.
"Hayır, spor değil."
"Yine başlıyorsun!" Abim abartılı bir nefes verince ona dil çıkardım. Gözlerini devirerek başını iki yana salladı.
"En büyük sınavımsın." Diye homurdansada gözlerinde sevgi parıltısı vardı.
"Kesin bakayım didişmeyi." Ramiz abi kaşlarını çattı ve bana baktı. "Hem bak ben sana ne aldım." Dedi göz kırparak ardından beni kucağında tutarken poşetlerden birinin içinden kutusu açılmamış oyuncak bebek çıkardı. Yüzümdeki gülüşün kulaklarıma kadar uzandığına emindim. Birkaç gün önce Zerda ile bilgisayara bakarken bir oyuncak bebek görmüştüm. Çok istesemde, alamamıştım. Babama söylesem bile, almazdı. Ama abim, benim için Ramiz abiden rica etmiş olmalıydı.
Aynı annem gibi turkuaz hareleri vardı. Kahverengi saçları, ve üstünde kırmızı güzel bir elbise. Dünyanın en kıymetli şeyine uzanır gibi onu ellerime aldığımda parmaklarımı kutunun üstünde gezdirdim. Anında gözlerim dolmuştu.
"Hayda!" Dedi hüzünlü ifademi gören Ramiz abi şefkat dolu bir sesle. "Yüzün gülsün diye aldım ağlıyorsun kızım, olmuyor ama." Gözlerimi ona çıkardım dudaklarımda masum bir tebessüm vardı.
"Ağlamıyorum." Oyuncak bebeği göğsüme doğru tutarken Ramiz abinin yanağına küçük bir öpücük kondurdum. "Teşekkür ederim." Öpücüğümle kaşları hafifçe büküldü. Hiç anlam veremedim ama o an yüzünde kısa bir anlık acı çeker gibi bir ifade oluştu. İnsanların nasıl hissettiğini henüz kestiremiyordum.
"Ramiz." Dedi babamın sesi. Başım hızla merdivenlere döndü. Yine o soğuk ifadesi, duygusuz gözleriyle bize bakıyordu. "Bırak kızımı yere." Dediğinde Ramiz abi ona baktı. Sanki itiraz edecek gibi oldu, ama bunun yerine beni sakince yere bıraktı. Babam adamlarının bizimle samimi olmasını sevmezdi. Özellikle bizi mutlu görmek nedense onu her zaman rahatsız ederdi.
Üstünde beyaz gömleği, altında siyah pantolonu siyah saçlarını geri taramıştı. Gözlerindeki ifade insanın içini ürpertirdi. "Sen niye antermanda değilsin?" Abime yönelik bir kınamayla konuştu.
"Daha yarım saat var." Diye sessizce cevap verdi abim. Babamı görmek bile istemediğini ona bakmayarak açıkça belli ediyordu.
"Ama öğretmenin orda." Babam ellerini arkasında birleştirirken duygusuzca konuştu. "Git hazırlan, doğru antermana." Abim soğuk gözlerini ona dikti.
"Yarım saat var dedim." Benim aksime abim babama diklenmekten çekinmezdi. Ama babam, lafının iki edilmesinden nefret ederdi.
"Tufan!" Dediği an elini abimin yakasına dolaması bir olmuştu. "Sana git hazırlan, doğru antermana dedim, duymuyor musun!" Gür sesi konakta yankı yaptı. Babaaannem burda olsa onu durdurdu, ama o da Karadeniz'e dönmüştü. Korkuyla onları izledim. Ağzımı açmak istedim, ama abimin bana attığı uyarı dolu bakışla susmak zorunda kaldım.
"Aman beyim." Ramiz abi hızla araya girdiği gibi babamın elini abimin yakasından ayırmıştı. "Etmeyin." Ne zaman babam bize zarar vermek istese Ramiz abi onu durdururdu. "Gidecek antermana." Omzunun üstünden Tufan'a baktı. "Değil mi Tufan'ım?" Abim sıktığı çenesiyle gözlerini babama dikmişti. Daha fazla kavga etmek istedi, ama benim nasıl korkuyla bebeğe sarılıp geri çekildiğimi gördüğünde öfkeli ifadesi yumuşadı. Konuşmadı. Sessizce merdivenlere yürüdü, bu sessizliği evet demekti.
"Beni hiç dinlemiyor bu çocuk." Dedi babam sıkıntılı sesiyle. "Sen benden daha iyi lafını geçiriyorsun." Soğuk sözlerinin altında rahatsız bir ima vardı. Babamı dinlemezdik, ama Ramiz abinin sözleri bizim için pek kıymetliydi.
"Çocuklar şiddetden anlamaz beyim." Dedi Ramiz abi. Babam gözlerini devirip cebinden bir sigara paketi çıkardı. Çok sigara içerdi, ve ben sigara kokusu aldığım an midem bulanırdı.
"Benim çocuklarım şiddeten başka bir halt anlamıyor." Dudakları arasına bir dal sigara yerleştirdi. Sigarayı çakmağı sayesinde yakarak bana kaşları altından duygusuz bir bakış attı. "Git doğru dürüst bir şey giy, birazdan misafirler gelecek. Dilenci gibi çıkma milletin karşısına."
"Ben dilenci değilim." Dedim ona bakarken. Abim kadar bende babama diklenirdim. Ama abimin aksine ben daha ürkektim. Babamın sözleri karşısında eli yumruk olan Ramiz abiyi farkettim.
"Hafsa." Babamın sesinin tınısını çok iyi tanırdım. "Odana git, bir şeyler giy." Lafımı ikiletme diyordu. İsteksizce ayaklarımı yerle sürüyerek merdivenlere yürüdüm. Onun aptal misafirleri umrumda değildi. Ama eğer dediklerini yapmazsam, zarar verirdi ve abim yine kendini benim önüme siper ederdi. Benim yüzümden onun canı yansın istemezdim. Ben merdivenleri çıkarken aynı anda merdivenleri inen abim çoktan spor kıyafetlerini giymişti.
14 yaşındaydı, buna göre bir şort ve kolsuz atlet benzeri bir şey giymişti. Bir omzuna asılı anterman çantasıyla aşağı inerken durup bana baktı. "Akşama kadar dönerim." Alnıma hızlı bir öpücük kondurdu. "Ona bulaşma, tamam mı abisinin gülü?" Dediğinde usulca salladım başımı.
"Tamam, kendini yorma." Dediklerimin bir fayda etmediğinin farkındaydım. Babam abime sadece evde değil, anterman salonunun içinde de zarar veriyordu. Eğitmeni abime fazla sert davranıyordu, ve bunu ona babamın söylediğine emindim. Her ay en az bir kez olsun abimin bir yeri çıkıyor, ya da kırılıyordu. Yüzü gözü hep yara bere içinde oluyordu. Süt dişlerinin bazıları bu darbeler karşısında kırılmıştı bile. Babama göre abimi güçlendirmeye çalışıyordu. Ama abim, bu antermanları hiç sevmiyordu. Canı yanıyordu. O gizlese bile ben biliyordum.
Saçlarımı son kez karıştırdı. Merdivenleri indiğinde yüzümde küçük bir tebessümle odama yürüdüm. Babamın dediği gibi hiç istemesemde bir elbise giydim. Tek başıma olduğum için onu giymek zor olmuştu, ama yinede üstümde güzel kırmızı fırfırlı eteğiyle muhteşem duran bir elbsie vardı. Ayaklarımda da ynı şekilde kırmızı ayakkabılar vardı. Bunları giymeyi seviyordum, çünkü bana bunları Ramiz abi almıştı. Kendimi bir prenses gibi hissetmem için her şeyi yapıyordu.
Odadan çıktığımda pek ortalıkta dolaşma hakkım yoktu. Misafirler biraz sonra gelecekti, nedenini bilmediğim bir şekilde korumaları çoğaltmıştılar. Salona varır varmaz sessiz sedasız oturmayı seçmiştim. Sıkılmış bir şekilde oturduğum koltukta ayaklarımı ileri geri sallarken şirret kadın babamın peşinde dolanıyordu.
"Bak bu adamlara karşı çok dikkatli davranmalıyız sevgilim." Sesindeki o sevgi dolu tını bana hiç inandırıcı gelmiyordu. Gözlerimi ona dikmiş dik dik bakıyordum. Sevmiyordum bu kadını. Aklı fikri hep kötülükteydi. "Onları kazıkladığımızı bilmemeliler." Kimi kazıklayacaktılar? Fazla meraklı bir çocuktum. Elimde değildi ama her şeyi merak ederdim. Gözlerim yerde dolanıyordu, ama kulaklarım sadece onları dinliyordu.
"Sen rahat ol." Babamın kaşları düz bir çizgiyken telefonunda bir şeylere bakıyordu. "Ruhları bile duymadan halledeceğiz bu işi." Dudaklarında zafer kazanmış bir tebessüm vardı. Neyi kutladıklarını bilmiyordum. İçimden bir ses bu işin dışında kalmamı söylüyordu.
"Cihan beyim." Evin korumalarından biri kapıda göründü. "Misafirleriniz geldi." Dedi. Anında babamın karısı kendisine çeki düzen verirken babamda telefonunu kapatıp cebine koymuştu. Ben oturduğum koltukta onları izlerken babam ağır ağır salladı başını.
"Gelsinler." Dediğinde koruma usulca başını salladı. Bir kaç adım geri atıp odadan çıktı. Kısa süre içinde geri döndü. Onun yanında bir adam vardı. Nerdeyse babamla yaşıtdı. Hafif kilolu, duyguzu bir yüze sahipti. Buna alışıktım, babamın etrafında kim var kim yoksa hepsi duygusuz insanlardı.
O adamın peşinden içeri giren 14-15 yaşlarındaki çocuğa kaydı gözlerim. Meraklı gözlerim onu izledi. Benden daha büyüktü. Başı dikti, aynı yanındaki adam gibi onunda yüzü soğuktu ama tamamen duygusuz değildi.
"Cihan, nasılsın?" Adam elini uzatıp babamla tokalaşırken ikisininde yüzünde samimiyetsiz bir tebessüm vardı. Ben kalkıp onlarla görüşme zahmetine bile girmemiştim. Görüşmek zorunda değildim.
"İyiyim Rıfat, şeref verdiniz iyi ki geldiniz." Babamın her haraketi sahteydi. Kenardan bakan birisi bunu anlayamazdı. Ama onun ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu bilen ben anlıyordum. Sıkıntılı ifadem yerini koruyordu.
"Akgün." Dedi babam elini Rıfat denen adamın yanındaki çocuğun omzuna koyarak. "Büyümüşsün." Akgün omzuna koyulan elden rahatsız olmuş bir ifadeyle sakince baktı babama.
"Yıllar geçiyor efendim, bebek kalacak değildim." Babamla konuşurken hem saygı gösteriyor, hemde sanki küfür ediyordu. Babam onun bu sert sesi karşısında birkaç saniye afallasada ardından güldü ve çekti elini.
Babam Rıfat denen adamla konuşup söhbet ederken Akgün'ün gözleri bana kaymıştı. Ondan korkacak bir çocuk değildim. Meydan okur gibi uzun uzadı birbirimizin gözlerine baktık. Onun yemyeşil hareleri vardı. Yüzü düz bir ifadeye sahipti. Ne tür bir duygu vardı anlamıyordum. Ama yeşil hareleri babası kadar öfkeli bakmıyordu. Tüm bunların aksine, sanki onunla göz dalaşına girmem hoşuna gitmiş gibi dudağının kenarı yukarı kıvrılmıştı.
"Hafsa!" Babamın sesi hafifçe irkilmeme neden oldu. Anında yüzüm düştü. Yanına gidip bu adamlarla selamlaşmamı istiyordu. Bense hiç istemiyordum. İsteksiz bir şekilde koltuktan inerek oraya yürüdüm. Yanlarına varır varmaz önce Rıfat denen adamla selamlaştım. Bu sırada Zerrin'in ellerini omzumda hissettim. Şefkatli bir üvey anne rolünü oynuyordu, ama ellerinin omuzlarımı sıktığını hissettiğimde sızlanmamak için zor durdum. Bilerek canımı yakıyordu. Bulduğu her fırsatta gücünü üstüme oynuyordu.
Rıfat'ın önünden çekilip Akgün'ün önüne bir adım attığımda gözleri beni izliyordu. Sanki ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu. Ardından gözleri Zerrin'in omuzlarıma koyduğu ellerine kayınca tek kaşı hafifçe havalanmıştı.
"Adın ne?" Diye sorup elini bana uzattığında boş boş eline baktım. Tutmak istemiyordum. Ama hem babamın hemde Zerrin'in bakışları sanki sırtıma saplanmıştı. İsteksizce elimi uzatıp onun elini sıktığımda gözleri gözlerimi terketmiyordu.
"Hafsa." Dedim soğuk bir sesle. Elimde olsa hemen burdan kaçıp giderdim. Böyle insanların arasında olmayı sevmiyordum.
"Akgün." Dediğinde sakindi sesi. O elini çekmeyince ben usulca çektim.
"Çocuklar otursunlar, bizim söhbet etmemiz gereken konular var." Dedi babam. Ama amacı sadece bizi uzak tutmaktı.
"Olur." Dedi Rıfat sesli bir nefesle ve Akgün'e baktı. "Amcam, siz burda kalın bizim Cihan'la konuşacaklarımız var." Akgün'ün tek yaptığı başıyla onaylamak olmuştu. Amcasıydı, oysa ben babası sanmıştım. Sonunda Zerrin'in elleri omzumu terkettiği de biraz olsun rahatlamıştım. Onlar hep birlikte odadan çıkar çıkmaz elimi elbiseme silerek geri koltuğa yürüdüm. Bu çocuğuda hiç sevmemiştim. Ondan iğreniyormuşum gibi yaptığım bu haraket onu sadece güldürmekle kalmıştı.
Ve bu sinirlerimi daha fazla alt üst ediyordu. Koltuğa oturup bağdaş kurarak dirseklerimi dizlerimin üstüne koydum. Ellerim çeneme yaslandığımda o da küçük adımlarla yürüyerek odaya göz gezdirdi.
"O adam senin baban mı?" Diye sorduğunda ben ona cevap vermedim. Bir yabancıyla konuşmak istemedim. Bakışlarında durgunluk vardı. Fazla sakindi. Böylesine kirli bir dünya için çok sessizdi. "Bir soru sordum." Dediğinde sanki bir cevap istiyordu. Burnumdan abartılı bir nefes verdim.
"Başka ne olabilir?" Diye geçiştirdim. "Evet babam."
"Hiç benzemiyorsunuz." Yeşil irislerinde merak parladı.
"Sende amcana hiç benzemiyorsun." Sözler ağzımdan kaçtığında sanki sessiz bir çocuktan daha fazlası olduğumu anlamıştı.
"Beni genelde babama benzetirler." Dedi gelişi güzel. Ama sanki bundan rahatsızmış gibi yüzünün her zerresi kasıldı.
"Baban kim?" Merakıma yenik düşüyordum.
"Bunu bilmiyorum." Fazlasıyla sakin bir sesle konuştu. "Ona benzediğimi söyleyen amcam, ama ben babam kim bilmiyorum." İki elini üstündeki kahverengi pantolonun cebine soktu. Küçük yaşına rağmen serseri bir hali vardı. Açıkça böyle konuştuğu zaman ona karşı bir empati duymadan edememiştim.
"Belki de olmaması daha iyidir." Sözlerime karşılık birkaç saniye yüzümü inceledi. Ardından ağır ama kısa adımlarla tekli koltuklardan birine oturdu. Bir çocuktu, ama bir çocuktan daha fazla yükü varmış gibiydi.
"Bunu kendi yaşanmışlıklarına dayanarak söylüyorsun." İnsanları nasıl bu kadar kolay okuyabiliyordu şaşırmıştım.
"Alakası yok." Diye direttim.
"O yüzden mi korkuyorsun?" Gözlerinde alaycı bir ifade parladı. "Baban bağırdığında yerinde nasıl zıpladığını gördüm. Ondan korkuyorsun."
Her kelimesinde sinirlerimi daha fazla bozuyordu. "Sende amcandan korkuyorsun." Yapabildiğim tek şey ona kendi silahıyla saldırmak oldu. Dilini damağına vurdu. Başını iki yana salladı.
"Ondan korkmayı uzun zaman önce bıraktım." Yani bir zamanlar korkuyordu. "Ondan daha korkunç şeyler var." Başını hafifçe geri itti. "Ama sen babandan korkuyorsun." Her sözünde öfkem biraz daha yükseldi. Ondan korkuyor olmak kabul etmek istediğim bir şey değildi. Ama bu bana bağlı bir şeyde değildi. Bir şekilde bunu bana yaşatan oydu. Zihnimin içinde izler bırakmıştı. Ne zaman sesi yükselse, vücudum ona tepki veriyordu.
"Hiçbir şey bilmeyen bir aptalsın, insanlarla alay etmen hoş değil!" Koltuktan indim somurtkan ifademle ve homurdandım. "Burda yalnız kal, ben seninle konuşmak istemiyorum!" Kapıya yürüdüm salondan çıkmak için.
"Nasıl istersen!" Diye seslendi arkamdan. "Ürkek kedi!" Her kelimesinde içimdeki öfke körükleniyordu. Ona dönüp bir şeyler söylemek isterdim ama kavga çıksın istemedim.
"Aptal." Ellerim iki yanımda sıkılı koridorda yürüdüm. "Kendini bir halt sanıyor!" Söylene söylene geçerken adımlarım durdu. Annemin odasının önünden geçerken kalakalmıştım. Sertçe yutkundum ve kapıya baktım.
Şu an oraya girsem kimsenin ruhu duymazdı. Açıkça kaç gündür uykusuzdum. Uyku yanıma uğramıyordu. Krizler yüzünden kabuslarla uyanıyordum. Uyuyabildiğim tek zaman iki üç saati geçmiyordu. Birkaç saniye etrafıma bakındım. Ardından usulca adımlarını kapıya götürdüm. Çok garipti, ama o yatakta olduğum zaman gözlerime uyku çöküyordu.
Sessizce kapıyı açtım. Buraya girdiğim ortaya çıkarsa canıma okurdular. Ama şimdi kimse beni fark etmezdi. Babamın çok önemli bir misafiri varken derdi oda olamazdı. Küçük adımlarla içeri girip kapıyı kapattım. Zerrin annemin tüm eşyalarını atmıştı. Her şeyi, tek kurtarabildiğimiz annemin yüzüğü ve bilekliğiydi. Yüzüğü abimde bilekliğiyse bendeydi. Ama Zerrin'in bilmediği bir şey daha vardı. Sessizce içeri yürüdüm. Yatağın önünde usulca dizlerimin üstüne çöktüm. Sırtım kapıya dönükken hafifçe halıyı ittim. Kimse farketmemişti, ama annem daha önceden bu halının altında tahta parçasının altına bir yer açmıştı. Babamda gizlediği fotoğrafları orda saklardı. Çünkü babam güzel bir anımız olsun istemezdi. Ama Ramiz abi her fırsatta resmimizi çeker, bunları anneme verirdi. Böylece annemde çok güzel bir albüm yapmıştı.
Babamın olmadığı sadece bizim olduğumuz bir albüm. Ellerim tahtanın altında saklı olan kutuyu çıkarırken ses çıkarmamaya dikkat ediyordum. Demir kutuyu çıkarıp kapağını açtığımda yüzümde tebessüm oluştu. O kadın evin her yerini didik didik aradığı için resimleri başka bir yere gizleyemiyordum. Sadece Zerrin'le babamın evde olmadığı zamanlar abimle bu odaya giriyor resimlere bakıyorduk. Kutunun içinden çıkardığım albümün kapağını açtım. Daha rahat bir pozisyona geçerek sayfaları çevirmeye başladım.
Resimlerin içinde annem için özel olan bir resimde vardı. Hiçbir zaman kim olduğunu bilememiştim. Annemin yanında bir adam vardı. Genç, ve yakışıklı. Annem ona bakarken, o da fotoğraf makinesini havaya kaldırmış ikisinin resmini çekmişti. Annemin gözlerinde öyle bir bakış vardı ki daha önce kendisinde hiç görmediğim bir bakıştı. Bu yüzden bu resmi en az bende annem kadar seviyordum.
Annemi özlemiştim. Bu özlem bir yangın gibi kalbimde körükleniyordu. Parmaklarım usulca resimlerin üstünde geziniyor, annemin o tatlı tebessümüne biraz daha aşık oluyordum. Ben annesine sevdalı bir çocuktum. Onun gülüşü bana her şeyi unuttururdu. Annemin gülüşünü gördüğümde, sanki tüm dünya anlam kazanırdı. Şimdiyse o bana gülümseyemiyordu, annemin gülüşü yoktu. Ve tüm dünya anlamını kaybediyordu. Hisli bakışlarımla beraber omuzlarım çöktü. Dudaklarım aşağı sarktı. Onu bir kez daha görebilmek için yıllarımı verebilirdim. Onu geri getirmek için her şeyi yapardım. Ama yoktu, onu geri getirmenin bir yolu yoktu.
"Ne işin var senin bu odada!" Zerrin'in sesini duyduğum an korkudan irkilerek başımı omzumun üstüne çevirmiştim. Bir eli kapıda bir eli belinde tehlike saçan gözleriyle bana bakarken öfkesi göz önündeydi. Sertçe yutkundum ve hızla albümü demir kutunun içine koydum. Saklamak için geç kalmıştım. Her şeyi görmüştü.
"Ne bu?" Aşağlayıcı tınısıyla sert adımlarını bana doğru götürdü. Her adımında ayağındaki siyah topuklular zemine çarpıyordu. Kolumu sertçe kavrayıp beni oturduğum yerde kaldırmasıyla ağzını kapatmaya fırsat bulamadığım albümü demir kutudan almıştı.
"Ver onu bana!" Ellerimi öne uzatıp almak istediğimde canımı yakacak kadar çok kolumu sıkarak beni geri çekti. Gözleri albümde gezinince alaycı bir ifade yayıldı suratına.
"Küçük cadıya bak sen." Keyifli sesiyle bana baktı. "Demek annenin resimlerine bakıyordun."
"Sana onu bana ver dedim!" Sesim beklediğimden daha yüksek çıktı. Canımın yanmasını umursamadan onun kolundan kurtulmak istedim.
"Ben sana bu evde annenden bahsetmeyeceksin demedim mi?" Alaycı ifadesi artık tehlikeye bürünüyordu. Yüzüme yaklaşınca makyajlı yüzüne tükürmemek için zor durdum. "Ve sen burda bizden, benden onun resimlerini gizliyorsun!" Sesini yükseltti. Bilerek yapıyordu. Yüksek seslerden korktuğumu çok iyi biliyordu.
"Ver şunu kaltak kadın!" İzlediğim o filimlerde insanlar böyle hakaret ediyordu. Bence Zerrin'e bu laflar çok yakışıyordu. Ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama kötü bir laf olduğunu biliyordum. Ve Zerrin'in yüzünün aldığı o ifadeyi gördüğümde kesinlikle emin oldum ki bu kelime çok kötü bir şeydi.
"Dilin çok uzadı senin!" Kolumu kavrayarak beni dibine kadar çekti. Yeni yaptırdığı tırnakları kolumu çizerek bileğime kadar indiğinde yüzüm acıdan buruştu. Tırnaklarının arkasında bırkatığı izler kırmızıya dönmeye başlıyordu. Derim fazla hassasdı, ve o izlerin yerinde hafif kanlar birikiyordu. "O dilini keserim!"
"Hiçbir şey yapmazsın!" Hiç çekinmeden dizimi kaldırdığımda tüm gücümle karnına vurmuştum. Elindeki resmi kapar kapmaz yüzüne tükürmeyide ihmal etmemiştim. Haketmişti. Bence benim salyalarım onun yüzüne çok yakışıyordu. Karnına çok sert vurduğum için ağzından kaçan iniltiyle arkamdan bağırdığını duydum. Ama ben ona bakmadan açık kapıya koştuğumda kapıda beliren babam önümü kesti. Adımlarım durdu. Karşımda uzun heybetli figürüyle dikilen babamı gördüğümde yutkunmadan edemedim.
Tek korumak istediğim resimmiş gibi onu göğsüme sarmıştım. Babamınsa yüzünde somut bir ifade vardı. Biraz sonra ne olacaktı bilmiyordum, ama bu ifadeyi çok iyi tanıyordum. Onun misafirlerini bırakıp buraya gelmesini beklemiyordum. Ama yapmıştı. İkiside farketmeden elimde ikiye katlanmış olan resmi kırmızı elbisemin yan cebine soktum. Babamın bu resmi görmesine gerek yoktu.
"Senin bu kızın gerçekten artık fazla olmaya başladı!" Zerrin sırtını doğrulturken babamı çoktan kışkırtmaya başlamıştı. Yüzündeki tükürüğü silerken ne kadar iğrendiği gözlerine kazınmıştı.
Babamın duygusuz gözleri birkaç saniye kucağımdaki albüme kaydı. Ardından hızlıca elini uzatıp onu çekip aldığında irkildim. "Ver-!" Konuşmamı tamamlayamadım. Çünkü albümü alır almaz yüzüme geçirdiği sert tokat beni yere savurmuştu. Sertti. Daha öncekilerden kat kat daha sertti. Onu fazla kızdırmış olmalıydım ki attığı tokatın sesi hâlâ beynimde bir yankı oluşturuyordu. Ben daha kendimi topralayamadan albümü Zerrin'e uzatmıştı. Hemen ardından saçlarıma dolanan eliyle yüzüme yediğim ikinci tokatla ağzımdan kaçan acı dolu çocuksu çığlığa engel olamamıştım.
O tokatın ardından yerden kalkacak gücü kendimde bulamadım. Avuç içlerim yere kapaklandığında ağzımın içine dolan kan tadını hissettim. Daha kötülerini yaşamıştım. Yinede her seferinde canım yanıyordu. Canımı yakan tokatlar, dayaklar değildi. Canımı yakan öz babamın bana bunları yapıyor olmasıydı.
"Sana bana bu gece sorun çıkartma demiştim!" Babamın sıkıntılı sesi sanki ben onun için sadece evde beslediği bir böcekmişim gibi rahatsızdı. "Bir kez uslu dursan başına tüm bunlar gelmez!" Sesimi çıkarmıyordum. Başımı kaldırmıyordum. Çünkü ağlamak istemiyordum. "Annen öldü, onun boktan hayaletiyle yaşamayı kes artık!"
"Annem ölmedi!" Dudaklarımdaki acıya rağmen bağırdığımda Zerrin'in öfkeyle verdiği nefesi duydum. "Onu siz öldürdünüz!" O an neden bunu söylediğimi idrak edemedim. Ama bir bakıma haklıydım. Annemi bir kurşun mu öldürmüştü? Hayır. Annemin zaten bir ölüden farkı yoktu ki, her gece babam onu aldatıyordu. Onun gözleri önünde bu eve başka kadınlar getiriyordu. Annemin gururunu her defasında ayakları altına alıyordu. Ona zarar veriyor, incitiyor, duygularını alt üst ediyordu.
Benim annemin gerçek katili onlardı.
Sözlerim sinirlerine dokundu. Nasıl oldu bilmiyorum ama sanki gerçekten suçlu oymuş gibi tüm vücudu kasıldı. Ardından karnıma yediğim tekmenin şiddetiyle acı dolu bir çığlık attım. O çığlığa öksürük eşlik etti. Hiç durmadan bir tekme daha geçirdiğinde karnımın içinde bir şeyler parçalandı. Bu sefer öksürdüğümde ağzımdan kanla karışık salya yere aktı. Bu kadar darbeye dayanacak kadar güçlü bir vücudum yoktu.
"Cihan bey." Duyduğum ses boğuktu. Kendime gelmem zaman alıyordu. Karnımın içinde acı vardı. Hep tattığım, ama hiç hissetmek istemediğim bir acı.
"Ne işin var senin burda?" Babam öfkesini gizleyemeden konuştuğunda başımı zar zor kaldırdım. Bir elim aşağı inerek karnıma sarılmıştı. Ağzımdaki kan tadı midemi bulandırıyordu. Kaburgalarım kırılmış gibi sızlıyordu.
"Amcam sizi bekliyor." Sesleri daha net duyduğumda bunun Akgün olduğunu anladım. "Zerrin hanımıda görmek istedi."
Gözlerim kapının önünde durup gözlerini babamın yüzünden ayırmayan Akgün'ü buldu. Babam ve Zerrin birbirlerine bakıp durdular, ardından ikiside sanki üstümden geçip gider gibi salona giderken babamın tek dediği şey. 'Git temizlen!' olmuştu. Sanki bana bunca şeyi o yapmamış gibi, sanki üstümdeki kan değilmişte basit bir çamurmuş gibi bana kalk temizlen diyordu.
Akgün birkaç saniye onların arkasından bakmıştı. Onlar kaybolur kaybolmaz yüzündeki soğuk ifade kaybolmuştu. Hızla içeri girip yanımda diz çöktüğünde kaşları çatıkdı. "Ağzındaki kanı sakın yutma, yoksa kusacaksın." Bunu zaten biliyordum, kan yuttuğunda insanın ateşi yükseliyor ve yada kusuyordu. "Kalkabilir misin?" Elleri omzumu bulduğunda yutkunmamak için zor durdum. Başımı kaldırıp ona baktığımda daha önce beni alayla izleyen yeşil harelerinde bu sefer sanki..endişe vardı.
Hızla uzanıp pantolonun cebinden bir mendil çıkardığında dudaklarımdaki kanı silmişti. "Amcam sana yardım ettiğimi görmemeli." Dediğinde sesinde korku vardı. Az önce böbürlenerek korkmadığını söylüyordu ama şimdi açık açık amcasından korkuyordu.
"Lavabo nerede, seni götüreyim." Dediğinde ben hâlâ neden bana yardım ettiğini anlamamıştım. Ama konuşacak gücüm yoktu. Beni yerden kaldırdığında sanki midem çalkanalıyordu. "Konuşamıyor musun?" Sessizliğimle baş edemiyordu.
"Sağ.. koridor." Zar zor çıkan sesimle hızla başını salladı. Ağzımdaki kan tadı beni rahatsız ederken onun yardımıyla odadan çıktım. "Amcan, neden..görmemeli?" Diye sorduğumda onun ifadesi her an yakalanmaktan çekinir gibi temkinliydi.
"Çünkü merhamet göstermem yasak." Anlamayarak baktım ona.
"Merhamet güzeldir."
"Bizim ailede değil." Beni lavaboya götürüp kapıyı bularak içeri soktuğunda hızlıca ağzımı çalkalamıştım. Bu darbelerden sonra midem öyle çok acıyordu ki ayakta zar zor duruyordum. Ama artık alışmıştım. Belki de alıştığım için yadırgamıyordum. O aptal kadın albümüde almıştı..annemin tüm resimlerini yakmıştı, onuda yakacaktı. Bunları düşündükce gözlerim doldu.
"Daha iyi misin?" Fısıltıyla sorduğunda dudaklarımı elimin tersiyle sildim. Midem hâlâ acıyla kasılıyordu. Tek yaptığım başımı sallamak olmuştu. Klozetin kapağını indirdiğimde üstüne oturmuştum. Karşımdaki çocuk yeşil harelerini bana dikmişti.
"O zaman gidebilirim." Dediğinde fazla isteksizdi.
"Akgün." İsmi ağzımdan çıkar çıkmaz bakışları derinleşmişti. "Teşekkür ederim." Zorlukla fısıldadım. Emindim. Orda beni kurtarmak için yalandan babamları amcasının yanına gönderdiğine emindim. Umarım bunun için zarar görmezdi. Çünkü amcası hiç iyi birisine benzemiyordu.
"Rica ederim..diyordular sanırım." Nezaket kurallarını hiç bilmiyordu. Gülümsemek istedim ama bunu yaptığımda bile sanki ağzımın içi acıyordu. Yediğim tokatlardan dolayıydı bu. O da usulca başını salladı. Tam arkasını dönecekken kolunu tuttum. Tek kaşı havalanırken anlamdan bana baktı. Elimi elbisemin cebine atarak resmi çıkardım. Onu Akgün'e uzattım.
"Annemin tüm resimlerini yaktılar." Dedim titrek sesimle. "Bende bir iki resmi var, ama bu resim onun için çok kıyetmliydi." Gözleri resme kayarken hareleri yumuşaktı. "Bunu kaybederim diye çok korkuyorum. Bunu benim için saklar mısın? Bir gün senden geri alacağım. Büyüdüğüm zaman seni bulup bu resmi senden alacağım." Yutkundu hafifçe. Sanki kararsızdı. Ne yapacağını bilemez gibi derinlemesine düşündü. Ardından diğer yanında duran elini yavaşça öne uzattı.
"Ya beni bulamazsan?" Dediğinde resmi aldı usulca.
"O zaman sen beni bul." Ona çok kıymetli bir emanet vermişim gibi yüzünde bir sorumluluk ifadesi oluştu.
"Bir gün bunu benden almazsan, o zaman ben sana getireceğim." Resmi hızlıca pantolonun cebine koydu. "Salona dönmeliyim. Sende gidip biraz dinlenmelisin." Kolunu bıraktığımda usulca başımı salladım.
"Hoşçakal.." diye fısıldadığımda içeri girdiğinden beri ilk kez bana küçük bir tebessüm sunmuştu.
"Hoşçakal ürkek kedi." Bana taktığı lakap her ne kadar sinirlerimi bozsada ona direnemedim. Sessizce çıkıp gidişini izledim. Ona verdiğim emaneti bir ömür saklayacağını hiç düşünemedim.
***
Şimdiki zaman.
Hafsa Polatlı.
Huzur sanırım tam olarak buydu. Huzurlu hissettmek tamamen böyle bir şeydi. Mutluydum. Çünkü uzun zamandır huzurun ne demek olduğunu unutmuştum. Acılar, tüm kötülükler ve bizimle uğraşan insanlar hiç durmadan üst üste saldırmıştı. Hepsi bizde ağır yaralar, ve belki de hiç geçmeyecek izler bırakmıştılar. En azından bende ve Yavuz'da geçmeyecek izler bıraktıklarına emindim. Ama sorun değildi, birlikte olduğumuz sürece o acıları unutacaktık. Saracaktık.
"Rahat mısın?" Beni kollarında tutan Yavuz'un sesi yumuşak ve sıcacıktı. Her an ağlayabilirdim. Hep umutluydum. Onun bana geri döneceğine her zaman emindim, ama içimde bir yerlerde küçücük kız çocuğu Yavuz benden gider diye çok korkuyordu. Bu sefer o küçük kız çocuğunun korktukları gerçek olmamıştı. Bu sefer Yavuz beni kollarında tutuyordu.
"Çok rahatım." Dedim sevimli bir sesle. Mutluluğumu hissediyordu. Nasıl hissetmezdi? Gözlerimin için parlıyor, yüzümde gülücükler açıyordu. Sadece ben değil, Yavuz'da aynıydı. Kehribar hareleri parlarken dudaklarında o çok sevdiğim tebessüm vardı. Artık daha iyiydik, ikimizinde yüzümüzdeki o uykusuzluk izleri kaybolmaya başlamıştı. Daha iyi beslendiğimiz için enerjimizde yavaş yavaş yerine geliyordu.
Tam dört gündür hastanedeydik. Sonunda doktor benide taburcu etmişti. Ve şimdi evimize gelmiştik. Eski evimize değil, Yavuz'un birebir ilgilendiği, hatta ikimize ait olan o eve. Bizim için bir ev satın almıştı. Evin odaları geniş, iki katlıydı. İki katlı olmasının sebebi, diğerlerinin sürekli bizimle olmasıydı. Elbet zamanla hepsi kendi evlerine geçecekti, ama ben bizimle kalmalarını tercih ederdim. Çünkü onlara alışmıştım ve şu an bizimle yaşamalarından hiç şikayetçi değildim.
Yavuz artık bebeğimizde haberdardı, dört gün önce hastanede ona bundan bahsetmiştim. Peki o nasıl mı tepki vermişti? Gülmemek için zor durdum. Bunun için dört gün önceye dönsek harika olacak gibiydi.
***
4 gün önce.
Şaşkındı. Öyle bir şaşkındı ki donup kalmıştı. Hiçbir hayat belirtisi göstermiyordu. Nefesini bile tuttuğunu inip kalkan göğsünün durmasından anladım. Kehribar hareleri şokun etkisinden olduğu gibi kalırken Yavuz'un tek bir kas belirtisi bile yoktu.
"Yavuz." Dediğimde artık endişe etmeye başlıyordum. Ona böylesine bir haberi aniden vererek hata mı etmiştim? Kalbine mi bir şey olmuştu? Eli hâlâ elimin altında karnımın üstündeydi. "Yavuz, iyi misin? Konuş.." Bir heykel gibi önümde durmuş bana bakarken herhalde hayatının en büyük şokunu yaşıyordu. Kaşları havalanmış, gözleri genişlemiş dudakları aralanmıştı. Far görmüş tavşandan farkı yoktu. Gülsem mi ağlasam mı bilmiyordum. Sonunda usulca gözkapakları haraket etti.
"Sen?" Diyebildi. Ağzından başka bir kelime çıkmadı. Sözleri unutmuş gibiydi. Bırak sözleri sanki konuşmayı bile unutmuştu. Dudakları seğirirken boğazına takılan kelimeler diline varamıyordu. "Sen.. hamile misin?" Fısıltıyla ağzından çıkan soru yüzüme tebessüm eriştirdi. Onun dudakları arasından bu soruyu duymak içimi sıcacık etmişti. Sevgisi, şokuna eşlik ediyordu.
"Evet." Dolu gözlerle hızlıca başımı salladım. Bir elimi kaldırıp onun yanağına koydum. Diğer elimse hâlâ onun elini karnımda tutuyordu. "Yavuz, ben hamileyim." Dünyanın en güzel cümlesi dudaklarım arasından çıkmış gibi içim huzur doldu. Mucizem karnımdaydı. Benim mucizem. Bizim mucizemiz. Yavuz'un şaşkınlığı katlanarak çoğladı. Bakışları derinleşti. Aşk dolu bakışlarında yüzlerce duygu vardı. Ancak bu sefer daha önce hiç görmediğim bir duyguda vardı. Korku, endişe, ve sevgi. Hepsi birbirine karışmış Yavuz'un kehribar harelerine bambaşka bir duygu eriştirmişti.
"Baba olacağım." Fısıltı gibi çıktı sözler ağzından.
"Baba olacaksın." Tekrarladım sesime yansıyan titrek bir gülüşle. Bir rüyada olduğunu sanar gibi bakışlarındaki şok devam ediyordu. Kafasındaki tüm devrelerin yandığına emindim. Zaten deliydi, şimdi dahada delirecekti.
"Oy nenem oy.." ağzından çıkan kelimeler Karadeniz şivesiyle çıkmıştı. Hemen ardından olan şeyse beni bozguna uğrattı. Bu sefer şaşıran o değil bendim. Bayılmıştı!
Bir kaç saniye iri gözlerle dondum. Hemen ardından patırtıyla sırtı üstü sedyeden yere düşen Yavuz'u farkettiğimde ağzımdan küçük bir çığlık kaçmıştı. "Yavuz!" Ellerimi sedyenin kenarına koyarak başımı aşağı eğdiğimde yerde yatıp kolları iki yanına yayılan Yavuz'u gördüm. Şoku hızlıca atlatıp üstümdeki battaniyeyi iterek kalkmak istedim ama her zerrem acıyordu. Kolumdaki serumsa kalkmama pek müsade etmiyordu.
"Yavuz!" Elimi uzatıp sedyenin dibinde bayılan Yavuz'un üstündeki kapşönlüyü çekiştirdim ama hâlâ baygındı. "Yavuz, uyansana ya!" Diye sitem ettiğimde sesim endişeyle çıkmıştı. "Abi!" Seslendim hızla dışarıya. Benim seslenişimin ardından abimlerin odaya dalması bir olmuştu.
"Ula nolayi-" yerde yatan Yavuz'u görüp ardından endişeli yüzüme bakan canım ailemde harika bir şok atağı geçirebilirdiler. İlk şoku atlatan Cafer olmuştu.
"Niye bayildi bu fuşki yiyenin oğli!" Cafer'in sesi sitem doluyken koşar adım Yavuz'un yanına yürüdü. "Bayilip bayilip durayi, bezdumda!"
Ne zaman bayılmıştı ki? Benim bir çok şeyden haberim yoktu! Hepsinin yüzünde endişe vardı. Muhtemelen kalbine bir şey oldu sanıyordular. Umarım olmamıştı. Buna dayanamazdım.
"Ben..hamile olduğumu söyledim." Dediğimde suçlu çocuklar gibi ürkek bakışlarım onların üstünde dolandı. Zahir burun kemerini sıkarken sıkıntılı bir nefes verdi.
"Pat diye mi söyledin cadi!" Alt dudağımı içeri kıvırdığımda yutkundum.
"Şey..evet. yani aslında, ona tahmin etmesi için zaman verdim." Kendimi açıklamaya çalışırken Cafer Yavuz'un yanaklarını tokatlamakla meşguldü. Endişeli gözlerim Yavuz'un yakışıklı yüzünü terketmiyordu. İçimde hem endişe vardı, hemde sevgi. Bu haber onu öylesine mutlu etmişti ki bayılmıştı. Ama umuyordum ki bayılmasının nedeni kalbi değildi. Bu ihtimali düşündükce kalbim deli gibi korkuyla çarpıyordu.
"Kim milyoner olmak istere hoş geldiniz efendim." Süleyman bir sunucu sesiyle konuştu. "Sıradaki sorumuz Yavuz beyimiz ne zaman uyanacak, doktora haber verelim mi? Yoksa bir dokuz ay uyanacak gibi durmuyor. Artık garip abim gözlerini açtığında çocuğunu görür sonra tekrar bayılır." Fazla ciddi bir sesle konuşan Süleyman'a ters bir bakış attığımda hemen susmuştu. Bir çocuk haylazlığıyla masum bakışlarını tavana dikmişti.
Dediği gibi Yavuz dokuz ay baygın kalmazdı dimi?
Bu adam beni deliretecekti! İnsan bebeğini haberini duyunca bayılır mıydı!
Ölecektim şurda korkudan!
"Ya uyansana ayı!" Diye bağırdığımda elimle Yavuz'un omzuna vurdum. Gözlerini açmazsa o değil ben burda kalpten gidecektim.
"Abisi kurban, birkaç tekmede at hazır vurmuşken." Abim keyifli keyifli konuşurken kısık gözlerimi ona diktim.
"Sana atayım mı abi tekmeleri, ister misin?"
"Hiç hoş olmazdı." Dedi abim sanki hayıflanır gibi. "Birkaç tekme atsan nolur abim? İçimin yağları erir işte!"
"Abi kocam hakkında doğru konuşsana, niye kocamı tekmeliyorum!"
"Hafsa doğru diyi, kardeşim hakkinda doğri koniş it oğli it!" Cafer isyanlarına devam ederken aynı anda Yavuz'u sirkelemekle meşguldü.
"Babamın it olduğu dışında diğer hakaretleri asla kabul etmiyorum." Kabarttı göğsünü. "Ve o çeneni kapatmazsan kırmayı düşünüyorum güzel kardeşim." Niye bunlar en saçma zamanlarda didişmeye başlıyordular?
"Çekil ulan, tokat manyağı yaptın çocuğu!" Kendisine doğru yürüyen Aziz'i farkeden Cafer kıstı gözlerini.
"Başka ne edeceğum? Filmlerde böyle ayilatiyidler!"
"Filimdemisin piç kurusu!" Diye söylendi Aziz ve Yavuz'un yanına tek dizinin üstüne çöktü. Onun yakasını kavrayıp tek bir eliyle sırtını yerden ayırıp oturur pozisyona getirdiğinde iri gözlerle baktım ona.
"Abi napıyorsun kocama!" Dediğimde homurdandı
"Ne yapacağım kocana, hayata döndürüyorum!" Ardından fazla ciddi bir ifadeyle konuştu. "Yavuz, uyan Hafsa'yı kaçırıyorlar." Abim Aziz'in bu sözlerine kendini tutmayıp gülerken ona Süleyman eşlik etmişti. Zerda abisine 'sen manyak mısın?' der gibi bakarken Aziz kaldırdı kaşlarını. Her şeye rağmen sanki işe yarayacakmış gibi Yavuz'dan bir tepki bekledik. "Lan bu harbiden bayılmış." Diye bir aydınlanma yaşadı Aziz abi.
Sağol abi hiç bilmiyorduk. Zahmet olmasa artık Yavuz'un yakasını bırakabilirmiydi!
"Birak ula kardeşumi!" Cafer Yavuz'u Aziz'in elinden çekerken nerdeyse ağlayacaktım.
"Allah için biriniz doktor çağırsın!" Dedim ağlamaklı sesimle. Niye hastanenin ortasında biz böyle saçma yöntemler deniyorduk!
Resmen kocamı elden ele gezdiriyordular!
"Acaba suratina su mi döksek?" Dedi Cafer fazlasıyla ciddiyetli bir yüz ifadesiyle. Yok bunların niyeti benim yüreğime indirmekti.
"Suya gerek yokidur." Zahir sesli bir nefesle Yavuz'un yanına yaklaştı. Aziz gibi o da tek dizinin üstüne çöktü. Sonunda o mantıklı bir şey yapacak sanarken elini kaldırıp Yavuz'a sert bir tokat attığında gözlerim genişledi. "Abi!" Sesim sandığımda daha gür çıktı. Az önce resmen Yavuz'un suratına tokat atmıştı. Ağzım iki karış açılmış ona bakıyordum.
"Ula ne vurayisin kardeşume!" Cafer yavrusunu korur gibi Yavuz'u göğsüne çekerken ağzımdan ağlamaya benzer bir sızlanma kaçmıştı.
"Çocuklar, çok saçma ama sanki Zahir'in tokatı işe yarıyor." Cafer'in başının üstünde dikilip kaşları altından Yavuz'a bakan abim kollarını göğsünde kenetlenmişti. Neye şaşıracağımı bilmiyordum. Beklentiyle gözlerim Yavuz'un yüzünü buldu. Kaşları hafifçe haraketlenmeye başlamıştı. "Keşke biraz geç uyansaydı, henüz uyanmış sayılmaz Zahir bir tokat daha at aslanım."
Resmen Yavuz'u dövdürtecek yer arıyordu!
"Tufan, senin bu damatla alıp veremediğin ne?" Zerda'nın kafası karışmış gibi sorduğu soruya karşılık abim gözlerini devirdi.
"Bir alıp veremediğim yok, kendisinden pek hazetmiyorum."
"Ondan mı demin çekmiş göğsüne sarılıyordun?" Zerda'nın gözlerinde muzip bir ima varken abim kırpıştırdı gözlerini. Ardından çocuksu bir savunmaya geçti. "Ne işim olur benim bu haydutla?" Güldü rahatsız gibi. "Ne sarılacağım, Cafer sandım ben onu ondan sarıldım. Yüzünde maske vardı nerden bileyim kim olduğunu?"
"He abi, ondan Yavuzğğ dedin." Süleyman sırıtarak konuşunca abim hızla ona döndü. Süleyman'ın kız sesi çıkarıp abimi taklit etmesi abimin sinirlerini bozmuştu. Hızla dirseğini kaldırdı.
"Geçireceğim şimdi bir tane!" Diye bir tehdit savurduğunda Süleyman korkuyla Zerda'nın arkasına geçti.
"Dokunmayacaksın Süleyman'a." Dedi Zerda. Küçük kardeşini sahiplenir gibi uyarı dolu bir bakış attı Tufan'a. "Yoksa atarım yüzüğü kafana!" Abim bozulmuş bir ifadeyle dirseğini indirmek zorunda kaldı.
"Geçirsene! Geçirde göreyim!" Süleyman'ın gururla göğsü kabarırken abim süt dökmüş kediler gibi nişanlısına bakıyordu. Zerda zafer kazanmış bir edayla güldü. Abimi nasıl yola getireceğini biliyordu.
"Geçeceksin oğlum sen benim elime!" Diye homurdandı abim.
Tüm sinirlerimi bozuyordular. Gözlerim Yavuz'un yüzüne bir kez daha indi. Kaşları hafifçe haraket etmişti. Ama henüz uyanmamıştı. Zahir abinin tokatı pek işe yaramamıştı. Yüzümdeki hüzünlü ifade geri geldi.
"Ula bu uyanmayi!" Sitem etti Cafer sıkıntılı sesiyle. "Şimdi ben bayilacağim buraya! Kalkmayi ki iki yüzümiz gülsin!"
"Ben olsam Zahir'in o tokatından sonra uyanmazdım." Zerda'nın arkasına saklanan Süleyman omuz silkti. "Yavuz abinin tahtalı köye gideceği yoktuysa bile gitmiştir." Az kaldı oturup ağlayacaktım.
"Beyninde bir hasar filan kalmasın çocuğun?" Abim masum masum sorarken iri gözlerle ona baktım.
"Ne hasarı! Abi olmaz dimi öyle bir şey!" Sanki hepimiz mantığımızı kaybetmiştik.
Zahir iri gözlerle onları izledi. "Daha ortada bişi yok, beni kardeş katili ettunuz!"
"Yavuz uyan ula!" Cafer abi bir kez daha Yavuz'un yüzünü tokatlayacınca cırladım.
"Abi kocamın yüzünü tabloya çevirdiniz yeter ama!" Kaşlarım çatılmış, gözlerim çaresizlikten dolmuştu. Aile değil sınavdı!
Abim nefesini vererek dünyanın en büyük hatasını yapmış gibi sahte bir pişmanlığa büründü. "Seni bunlara hiç vermeyecektim canım kardeşim. İkimizinde akıl sağlığıyla oynuyorlar." Ağlayan sesimle elimi alnıma yasladım. Sabrım tükeniyordu.
Zahir abi dünyanın en normal şeyini yapacakmış gibi elini kaldırınca hızla elini tuttum. "Abi sakın!" Tekrar tokat atmasına izin veremezdim.
"Kocamın yüzünü sağ bırakırsan çocuk doğunca fotoğraf filan çekineceğiz!" Bu gidişle Yavuz'da bir surat bırakmayacaktılar! Niyetleri neydi bilmiyordum! Yavuz'a karşı ne çok kinli insan varmış bayıldığından beri dövüp duruyordular!
Zahir abi bıkkın bir nefes verince ben sıkıntıdan dolan gözlerimi Yavuz'un yüzüne diktim. İçlerinden biri akıllı davranıp gidip doktora haber verse dişimi kıracaktım!
Aniden Yavuz'un yüzünde haraketlenme oldu. Hızla umut dolu gözlerim genişledi. Kirpikleri usulca haraketlendi. "Nihayet!" Diye söylendi Süleyman. Hepimiz Yavuz'un yüzüne bakarken Yavuz gözlerini açıp başının üstünde duran Cafer'e baktı.
"Cafer.." dediğinde Cafer abi usulca başını salladı.
"De abim, iyi misun?" Yavuz'un yüzünde titrek bir gülüş oluştu. Sarhoş adamlar gibi yayıldıkca yayıldı yere.
"Çok güzel bir rüya gördüm biliyor musun?" Bir gram aklı vardı. O da gitmişti. "Hafsa hamileydi." Gözleri yarı kapalı yüzündeki o tatlı tebessümle konuştu.
Abimle Süleyman kahkaha attığında Yavuz'un yarı kapalı olan gözleri giderek açıldı. Sanki olanları yeni farketmiş gibi gözleri genişledi. Ardından gözleri bana kaydı. Rüya olmadığını anlamıştı. Biraz daha devam ederse az kaldı boğacaktım onu! Yüzündeki ifade öyle komikti ki herkes gülmeye başlamıştı.
"Şimdi şöyle ki.." Aziz abim nefesini verirken gülüşünü durduramıyordu. "O rüya değildi."
Gözleri beni bulduğunda hızla sırtını ayırdı fayansalardan. Genişlemiş hareleri yüzüme ordan karnıma indi. "Hamilesin.." ağzımdan uzun vadelidir tuttuğum gülüş sonunda kaçtı. Sadece ben değil, hepimiz Yavuz'un bu haline gülüyorduk. Şu ifadeyle ne kadar tatlı göründüğünden habersizdi. İçim gider gibi ona bakarken Yavuz'un nefesi kesildi.
"Hafsa.." adım ağzından titrek bir şekilde çıktı. O titreklik kalbime dokundu. Hafifçe doğruldu ve zar zor ayağa kalktı. Titriyordu. Yanılmıyordum, öyle kendini kaybetmişti ki titriyordu. Sedyenin yanına oturduğunda hepimiz nefesimizi tutmuş onu izliyorduk. Sanki o da ne yapacağını şaşırmıştı. Cafer, Aziz, ve Zahir usulca ayağa kalktığında benim gözlerim sadece Yavuz'un haraketlerini takip ediyordu.
Elini uzattı. Karnıma dokunmak istedi, ama nasıl dokunacağını bilmiyordu. Sert bir şekilde yutkundu. Eli titriyordu. Her kesin karşısında dağ gibi duran Yavuz Payidar karnıma dokunmaktan çekiniyordu. Sanki dokunursa, onu inciteceğini sanıyordu. Daha karnımda küçücük olan bir fasulye tanesine böyle davranıyorsa bir gün çocuğumuz dünyaya geldiğinde nasıl görüneceğini tahmin bile edemiyordum.
"Hafsa.." dediğinde nefesi titredi. "Nasıl dokunacağım?" Sessiz bir gülüş çıktı dudaklarımdan. Tepkileri yüreğimi ısıtıyordu. Ona karşı hissettiğim sevgi her geçen saniye öylesine çoğalıyordu ki, Yavuz bana aşkı her şeyiyle en güzel şekilde öğretiyordu. Yavuz'a karşı olan aşkım, her geçen gün onunla birlikte yeşeriyordu. Elini aldım usulca, diğerleri bizi izlerken yan yana durmuştular.
Cafer bir kolunu Zahir'in omuzlarına atmıştı. Aynı şekilde abim Zerda'yı kolları arasına almıştı. Süleyman'la Aziz abide yan yana durmuştu. Hepsinin yüzünde sıcacık ve yumuşacık bir ifade vardı. Hatta gözlerinin dolduğunda bile yemin edebilirdim.
Yavuz'un elini usulca karnıma yerleştirdim. Henüz hiçbir şişlik yoktu. Hiçbir belirti yoktu. Ama Yavuz sanki onu hissediyormuş gibi kaşları bükülmüştü. Dudakları arasından kaçan hisli bir nefesle çoktan gözleri dolmuştu.
"Hafsa." Dediğinde ne yapacağını şaşırmış gibi bir hali vardı. Diğerleri kısa bir an birbirlerine baktılar. Ardından Zahir başıyla kapıyı gösterdiğinde teker teker dışarı çıktılar. Bizi yalnız bırakmak istediklerinin farkındaydım. Yavuz'un eli nazikce karnımda gezindi. "Ne zaman?" Sesi sevgiden kalınlaşmıştı. "Bunu ne zaman öğrendin?"
"Bir haftadan çok oluyor." O bir haftada ben cehennemi yaşamıştım. Yavuz'un gözlerine şefkat dolu bir parıltı erişti. Ardından olaylara daha büyük bir pencereden bakmaya başladı. O şefkat giderek pişmanlığa dönüştü. Aynı pişmanlığa suçluluk duygusu eklendi. Boğazı düğümlendi. Vücudundaki tüm kan çekilmiş gibi ifadesi durgunlaştı. Bir haftadan fazladır öğrenmiştim. Aklında bir hesap yaptığının farkındaydım. Artık nerdeyse 3-4 haftalık hamileydim. Bu iki-üç haftada o kadar şey yaşanmıştı ki saymakla bitmezdi.
Yüzünün her zerresi kasıldı. Gözleri karardı. Öfkesi giderek körüklendi. "Orda değildim." Kendisine kızıyordu. Hayret ediyordu. Nasıl bunca acılarla tek başıma uğraştığıma şaşırıyordu. "Sen, karnında çocuğumuzla.." eli karnımdan usulca çekildi. Sanki bana dokunacak hakkı kendisinde görmedi ve bu yüzümün asılmasını neden oldu. Gözlerimdeki o sevgi dolu bakışı hüzün sardı.
"Yavuz." Hafifçe sedyede ona yaklaştım.
"Sen bunları yaşarken ben yanında değildim." Bir eliyle yüzünü ovuşturduğunda canının nasıl yandığı ifadesine kazındı. Aklına gelen her şeyle öfkesi biraz daha körüklendi. Kemal'in bana yaşattığı onca şeyi hatırladığında iliklerine kadar ürperdi. Buraya gelmeden önce diğerlerinin ona olan biten her şeyi anlattığına emindim. Devran konusunu henüz anlattıklarını sanmıyordum, ama benim bu hastanede olduğumu biliyorsa nedeninide biliyordu. Her saniyede öfkesi çoğalır gibi elmacık kemikleri aldığı sığ nefeslerle daha belirgin hale geliyordu. "Öldüreceğim o piç kursunu!" Sedyeden fırlayarak ayağa kalktığı an korkuyla koluna yapıştım.
"Hayır!" Yalvarır gibi çıkan sesimle adımları durakladı. İçine çektiği nefes boğazına takıldı. "Yavuz, yalvarırım." Bir kez daha gidip o adama bulaşmasını istemiyordum. Bunu düşünmek bile beni korkutuyordu. "Hayır, yalvarırım." Ona yalvarıyor olmam canını yakmış gibi ifadesi sarsıldı. Gözleri kapıyla benim aramda gidip geldi. Gidip Kemal'in çıplak ellerle boğacak kadar öfke doluydu. Ama bir yanı, burda kalmak istiyordu. Onun kararsız tavrı korkumu körüklerken gözlerim doldu. "Lütfen, yapma." O adam hayatımızı mahvetmek için sürekli uğraşıyordu. Ve bunu becermesine ramak kalmıştı.
"Nasıl yapmam?" Çenesi kasılırken bana baktı. "Sen, sana bir şey olsaydı ben ne yapardım Hafsa?" Gerçekler tekrar tekrar aklına batar gibi sanki yüreği sıkıştı. Onun kolunu hafifçe çekiştirdiğimde omuzları çöktü. Yenilgiye uğramış gibi sedyeye geri oturmak zorunda kaldı. "Hafsa, hiçbir şeyden haberim yoktu." Her zerresi acıyla kasıldı. "Bebeğimiz.." dediğinde bu kelime dilinde öyle güzel yer ediniyordu ki o farkında bile değildi. "O adam, sana çocuğumuza el uzatmış." Dişlerini sıkarak konuştu. "Benim haberimin bile olmadığı çocuğuma." Bu sözleri beni sarsıttı. Ona söyleyememiştim. Bunca zaman nasıl söyleyeceğimi düşünürken, her şey üst üste gelmişti. Gözlerim daha fazla dolarken yanağıma doğru bir yaş süzüldü.
Yavuz haklıydı. Bebeğimiz kaybedebilirdim. Ve hâlâ bu tehlike devam ediyordu.
"Yavuz.." başımı omzuma eğerken dolu gözlerimi ona diktim. "Ben artık birilerini kaybetmek istemiyorum." Sözlerimle öfkesi dağıldı. O öfkenin yerini acıya bıraktı. Ne demek istediğimin çok net farkındaydı. Daha fazla düşman istemiyordum. Bir bebeğim vardı. Artık bizim korumamız gereken bir çocuk vardı.
"Kimseyi kaybetmeyeceksin." Hızla elleri yanaklarımı buldu. "Güzelim." Sesi beni sakin tutmaya çalışır gibi dikkatliydi. "Benim biricik karım, sen kimseyi kaybetmeyeceksin. Bebeğimizi kaybetmene asla izin vermem. Yanında olmadığım için çok özür dilerim, ama bu günden sonra. Sana kimse, kimse elini bile sürmeyecek. Seni benim için savaşmak zorunda bırakmayacağım." Bunları düşündükce ne kadar acıyla kıvrandığını hissettim. Onun için savaşıyor olmam Yavuz'u yaralıyordu. Çünkü bu yolda zarar görüyordum, ve zarar görüyor olmam Yavuz'un yüreğini titretiyordu.
"Ben senin için savaşmaktan şikayetçi değilim." Dedim onun gözlerinin en derinine bakarken. "Ben seni kaybetmekten şikayetçiyim, Yavuz." Sanki sözlerimin ağırlığı altında ezildi. Benden giderek canımı ne çok yaktığının farkında değil miydi? Onu kaybetmekten ne kadar çok korktuğumu neden görmüyordu?
Son zamanlar olan her şey Yavuz'u benden koparmıştı. Önce Devran'ın onca iğrenç oyunları. Daha sonra cinayet, hemen ardından Kemal'in Özlem'i kaçırması ve Yavuz'u tehdit etmesi. Hangi birisi için Yavuz'u suçlayabilirdim? Hiçbiri. Ama onu kaybetmek, dayanbileceğim bir şey değildi.
"Bana söz ver." Ellerimi onun ellerinin üstüne koydum. "Gitmeyeceksin, kimseye bulaşmayacaksın. Yavuz, tek istediğim şey tedavini olman." Bu sözü bana vermeyi çok istiyordu. Ama dudaklarından bir türlü o laflar çıkmıyordu. Ne zaman tedavi konusu açılsa, hep bunu yapıyordu.
"Geride bırakacağın tek kişi ben değilim." Dolu gözlerim karnıma indi. Belki de en yanlış zamanda gelmişti. Ama buradaydı. Şimdi onu korumamız gerekiyordu. Ve onu korumak için, önce kendimizi korumayı öğrenmeliydik. "Sana bir şey olursa, ben ona ne diyeceğim?" Bu sözlerin hemen ardından gözlerimi sıkıca kapattım. Anında beni kollarına çektiğini hissettim.
"Asla." Dediğinde sesi kasıldı acıyla. "Söz, sana söz. Bana hiçbir şey olmayacak." Beni sıkı sıkıya sararken saçlarıma uzun bir öpücük kondurdu. "Kokusuna ömrümü adadığım kadın, seni asla bırakmayacağım. Senden asla gitmeyeceğim." Derin derin çekti kokumu içine. Eli usulca aşağı kayarak karnımı buldu. "Ne seni, ne de bebeğimizi." Fısıldadı. "Ben sizden asla gitmeyeceğim." Eli karnıma dolanırken diğer elide saçlarımda gezindi. Kokumu uzun uzun ciğerlerine doldururken bende onun denizi andıran kokusunda gözlerimi kapattım.
Bana bir söz vermişti.
Yavuz sözlerini tutardı.
Yavuz, bana verdiği tüm sözleri tutardı.
4 gün sonra şimdiki zaman.
Evin içi fazlasıyla ferahtı. Geniş bir bahçesi vardı. Ön bahçesi fazlasıyla güzeldi. Aynı şekilde geniş bir arka bahçeside vardı. Çiçekleri sevdiğimden Yavuz bu dört gün içinde arka bahçeyi resmen gül bahçesine dönüştürmüştü. Ve en sevdiğim yasemen çiçeklerinden saksılara diktirmeyi unutmamıştı. Evin bir çok eşyaları yerleştirilmişti. Ama tüm bunların dışında, herkesin odasına yerleştirmesi gereken eşyalarda vardı. Sanırım bu evin en sevdiğim yanı, bir çok yeri bizimkilerin tasarlamış olmasıydı. Mesela mutfağı Zerda seçerken salon eşyalarını Tufan ve Cafer didişerek seçmişti. Yavuz bana onların bu alışveriş macerlarını anlatırken gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Aynı şekilde odaların bir çoğunuda Zahir, Aziz, ve Süleyman tasarlamıştı.
Arka bahçe tamamen Yavuz'un esriydi. Henüz evin her köşesini görmemiştim. Ama hastanedeyken Yavuz bana evin her odasının resimlerini göstermişti. Herkesin rahat etmesini sağlayacak kadar çok oda vardı. Bu süre zarfında Nadir abide ziyaretime gelmişti. Bana ne kadar üzgün olduğunu söylesede, onunda bir suçu yoktu. Tek yaptığım ona sarılıp teselli bulmak olmuştu. Aynı şekilde İshak'lada aramız düzelmişti. Yavuz henüz şüphe doluydu. Ona her şeyi anlatacağımı söylemiştim. O gün olanlara hâlâ bir anlam veremiyordu. İshak'ı her gördüğünde o günün anılarını hatırlar gibi ifadesi kasılıyordu. Bu yüzden İshak pek bize bulaşmamayı seçiyordu.
Nisa sık sık hastanede ziyaretime gelmişti. Bunun yanı sıra Cafer'le gün boyu didişip durmuştular. O ikisinin fazla güzel ve eğlenceli bir kimyası vardı. Bu dört gün içinde abimin tek yaptığı Zerda'yı düğüne ikna etmekti. Ortalık biraz durulduğu için sürekli bu konuyu alaya vurarak bir evlilik söhbetini gündeme getiriyordu. Zerda'ysa her seferinde kızaran yanaklarıyla kaçacak delik arıyordu. Ne kadar cesur görünsede böyle konular Zerda'yı utandırırdı. E tabi Aziz abide sağolsun, her evlilik lafında krizler geçiriyordu.
Zahir abi bu günlerde sık sık Ceylan'ı ziyarete gitmişti. Neden bilmiyordum, ama sanki Zahir'in bize söylemediği bir şeyler vardı. Henüz bunu kurcalamak istememişti. Zahir abi sessiz bir adamdı. Bir bildiği varsa bile, zamanını beklerdi.
Evimizin bahçesine giriş eden arabayla etraftaki yüzden fazla korumayı görmüştüm. Normalde böyle şeyler seven birisi değildim. Bu kadar koruma bana boğucu geliyordu. Ama nasıl bir tehlikede olduğumuzun farkındaydım. Bu yüzden bu işleri tamamen Yavuz'a bırakmıştım. Her zaman olduğu gibi arabaya bindiğimde emniyet kemerimi takan adam, yine kendisi çözmüştü.
Ardından arabadan inerek benim kapımın karşısına gelmişti. Benim yürümeme bile izin vermeden arabadan indirirken rahat olup olmadığımı sormuştu. Onun yanında ben tamamen rahattım. Başımı göğsüne yasladığımda beni taşımasına izin verdim.
Yavuz hamileliğimin riskli olduğunu biliyordu. Bunları duymak en az benim kadar onuda mahvetmişti. Tüm bunları öğrendikten sonra artık nazımla oynuyor, yürümeme bile izin vermiyordu.
Bu dört gün içinde Yavuz babasının cenazesinide halletmişti. Mahir bey öldüğü günden beri morgdaydı. Sonunda onun adına yakışır bir cenaze yapılmıştı. Yavuz babasının mezarına gitmeyi bile istemezken, bu gün kendi elleriyle onun cenazesini yapmıştı. O gün ne kadar çöktüğünü görmüştüm. Babası ona bunca şey yaşatmışken onu affetmişti. Yavuz'un hasarlı kalbi sandığımdan daha merhametliydi. Babasının cenazesini yaptırırken annesinde getirmişti. O gün neler olduğunu bana anlatmamıştı. Onu zorlamamıştım. Hafize hanım cenazeye katıldıktan hemen sonra geri memleketine dönmek zorunda kalmıştı. Burda olması tehlikeliydi.
Eve girdiğimizde Yavuz üst kata bizim odamıza doğru yol aldı. Beni kucağından indirmeden dirseğiyle kapıyı açıp içeri girdi. Ve o an beni şoka sokmayı başardı.
Başımı usulca kaldırdım göğsünden. Hayret dolu bakışlarımı odada gezdirdim. Burası daha önce kaldığımız o odalardan kat kat daha iyi ve güzeldi. Duvarları maviye boyanmıştı. Yüzümde içim gider gibi bir tebessüm oluştu. Yavuz ona söylediğim hiçbir şeyi unutmamıştı. O duvarlarda bizim resimlerimiz vardı. Yavuz usulca beni yatağa taşırken ben hayran hayran odaya bakıyordum. Geniş bir gardrop vardı. Yatağın iki tarafında çekmeceler. Sağ tarafta bir makyaj masası. Aynı şekilde odaya bağlı olan bir banyo. Yerde yuvarlak bej rengi bir halı.
Düğünde ve onun dışındaki günlerde çektirdiğimiz tüm fotoğraflar duvarlara asılmıştı. Güneş alan bir penceresi vardı.
"Yavuz." Sesimin hayranlık dolu çıkmasına engel olamamıştım. Beni çift kişilik geniş yatağın üstündeki rahat çarşaflara bıraktı. "Burası çok güzel olmuş."
"Ben yaptım, sence kötü olma gibi bir ihtimali var mıydı? Yavuz Payidar'ın elinden çıkan her şey mükemmel olmak zorunda." O egosunu ne kadar özlediğimi söylesem bana gülerdi.
"Döktürmüşsün." Dedim ona bakarak sanki oda değilde yaprak sarması pişirip önüme koymuş gibi. Bilerek onun damarına basıyordum. Yüzünü buruşturup dilini damağına vurdu.
"Karım hiç romantik değil." Nefesini verdi. "Nerede benim öpücüğüm, nerede karımın kolları? Sanarsın odaya karımızı değilde Bakkal Hasan amcayı almışız işe bak arkadaş!" Sözleriyle gözlerim kısıldı. Kenardan kaptığım yastığı yüzüne fırlattım.
"Sensin hasan amca öküz!" Yastığı havada kaptığı gibi bu sefer gözleri kısılan oydu. Yastığı kaldırıp bana fırlatmak istediği an kollarımla kendimi korumaya aldım. Sanki birkaç saniye nereye fırlatacağını düşündü. Ardından aklına bir şey gelmiş gibi kaşları havalandı. Önce yastığa baktı, sonra karnıma.
"Yastık ona zarar verir mi?" Sorusuyla afalladım. Tüm öfkem yumuşayıp solarken kollarımı yüzümden usulca ayırdım. Tebessüm ettim. Bir tarafım gülmek istedi. Küçücük bir yastık karnımdaki çocuğa zarar vermezdi. Ama açıkça Yavuz sandığımdan daha korumacıydı.
"Vermez." Dediğimde resmen bana yastık fırlatmasını kabul ettiğimin farkında bile değildim. Kolunu aşağı indirdi ve başını iki yana salladı.
"Olsun, yinede atmayacağım." Yavaş adımlarla yatağa yürüyüp yastığı bana fırlatmak yerine sırtımın arkasına yerleştirdi. Ardından ayakkabılarını hızlıca çıkarıp yatakta yanıma yerleşti. "Karnındaki küçük fasulyeye dua et, yoksa o yastığı kafana geçirirdim. Bana şiddet göstermek öyle kolay mı?" Çocuğumuza sürekli olarak fasulye diyordu. Onun ne kadar küçük olduğunu gördüğünden beri ağzından bu kelime düşmüyordu. Komikti, ama Yavuz'un ağzından öyle şefkat dolu çıkıyordu ki onu durduramıyordum.
Birkaç gün önce hamilelik kontrolünde bebeğimizin bir fotoğrafını vermiştiler. Küçücüktü, yok denecek kadar küçük. Ama kalp atışları duyuluyordu. O kalp atışlarını duyduğumuz an daha fazla dayanamamıştık. Ben hıçkırarak ağlarken, Yavuz'un benden tek farkı sessizce ağlamasıydı. Tek değişen şeyse bu kez üzüntüden değil, mutluluktan ağlıyor olmamızdı.
"Yok artık." Dedim gülerek. "Sanki sana yumruk atmışım gibi konuşuyorsun."
"Atmayacak gibi durmuyorsun." Kehribar harelerinde alaycı bir parıltı vardı. "Hatta biraz daha zorlarsam üstüme çıkıp beni boğacak gibisin." Ona sinsi bir bakış attım. Ardından hiç çekinmeden ellerimi omzularına koyarak onu geri ittiğimde gözleri genişledi. Sırtı yatakla buluşunca bende kucağına tırmandım.
"Nasıl böyle?" Dedim kendimle övünür gibi. "Boğmalımıyım sence seni?" Fazlasıyla ciddi görünen suratıma bakarken hiç geri durmadan kollarını belime doladı. Şimdi ben onun üstünde otururken beni kendisine daha yakın tutuyordu.
"Kıyar mısın sen bana?" Aşık bakışları gözlerimden dudaklarıma kaydığında dudaklarımda yer edinen tebessüm yaramaz bir çocuğu andırıyordu.
"Kıyarım." Tamamen üstüne uzanıp yüzümü yüzüne yaklaştırdığımda irislerini arzu ele geçirdi. Vücudu küçücük haraketlerime bile tepki veriyordu.
"Evlilik kararımı bir kez daha gözden geçireceğim." Hayıflanır gibi nefesini verdi. "Karımın tek derdi beni boğup öldürmek."
"Karının tek derdi seni sevmek, ama sen bunu görmeyecek kadar aptal bir adam olduğun için belki seni boğmayı düşünebilirim cilveli bey." Yürekten bir kahkaha attığında bu sesi ne çok özlediğimi farkettim. Yavuz'un gülüşüne bir ömür sığardı. Kahkahasının sesi öyle güzel, öyle hoştu ki dinlediğim o tüm muziklerden daha güzeldi.
"Bunu özleyeceğimi hiç düşünmezdim." Ellerinin parmak eklemleri usulca saçlarımda gezindi. Ardından büyük elinin avcu yanağıma yaslandı. "Ama bana cilveli bey diye seslenmeni bile özlemişim." Gözlerinde bunu görüyordum. Sanki her şeyi, sesimin tınısını bile özlemişti.
"Bu cilveli bey yine şımarmaya başladı." Ona küçük bir laf etsem, hemen küçücük çocuklar gibi kendisiyle övünüyor, yada aşık aşık konuşmaya başlıyordu. Yalanı yoktu, bu hallerinin hastasıydım. Yinede onun bunu bilmesine gerek yoktu.
"Şımartıyorsun." Çene çizgime uzun uzadı bir öpücük kondurdı. Elleri usulca kalçalarıma kaydı. "Ayrıca, bu kadar güzel bir karım varken bırakta biraz övüneyim."
"Sen benimle övünmüyorsun ki." Dedim onun gözlerine bakarken. "Kendinle övünüyorsun." Dudaklarında beni ezip geçecek bir tebessüm yer edindi. Çok sevdiğim, aşığı olduğum o tebessüm.
"Beni övünülecek bir adam yapan sensin güzelim." Çapkın bir ifadeyle konuştu. "Sen olmasan benim övünecek neyim var?" Kalbim tekledi. Her kelimesi öyle güzel, öyle kalp çalıcıydı ki yanaklarımın kızardığını hissettim. Gözlerimin içi neşeyle ışıldadı.
"Her seferinde nasıl başarıyorsun bunu?" Sesimdeki hayranlığı gizleyemedim. "Her geçen gün biraz daha nasıl aşık ediyorsun beni kendine?" Yavuz her geçen gün beni biraz daha mahvediyordu. Aşkıyla beni besliyor, beni tamamen ona ait kılıyordu. Ve ben bundan zerre şikayetçi değildim.
"Kalbim kalbine vurgun, Hafsa." Dedi şiir gibi bir sesle. "Ve ben artık biliyorum ki." Başını hafifçe eğdi. Üstümdeki gömleği hafifçe omzumdan kenara itti. Sol göğsümün üstünü hafifçe açarak dudaklarını tam kalbimin üstüne bastırdı. "Senin kalbinde ben varım." Diye fısıldadı burnunu boynuma kaldırırken. Soluğum kesildi. Bana söylediği her kelime aklımda dönüp durdu.
"Senin kalbinde ben hiç yokum değil mi?"
Uçakta bana söylediği her kelime bir tokatdan farksız yüzüme çarptı. O zamanlar ben Yavuz'dan habersiz ona olan aşkımın gerçek olup olmadığından emin değildim. O zamanlar Yavuz, benim kalbimde kendisine bir yer edinemiyordu. Ama bugün, kalbim sadece Yavuz'a aitdi. Ve benim meskenimin sahibi Yavuz'du.
Ellerim usulca saçlarına çıktı. Parmaklarım kahverengi ipeksi tellerin arasında gezindi. Yarı kapalı gözleriyle gür kirpikleri arasından bana baktı. "Kalbimde sen varsın." Sevgiyle fısıldadığımda bunu duymak sanki onu büyülemişti. "Kalbimde bütünüyle sen varsın." Alnımı alnına yasladım. "Yavuz, benim kalbim sensin." Bir eli yukarı doğru gezindi. Belimi daha sıkı kavradı.
"Güzel kalbine hasarlı kalbime hiç yakışmıyor sevdam." Kapattı gözlerini usulca. "Ama bilmeni isterim ki, hasarlı kalbim sadece sana ait. Sadece kalbim değil, ruhum sana bağlı. Kalbim olmasa bile Hafsa'm benim ruhum tamamen sana bağlı."
"Yanılıyorsun." Dediğimde benimde gözlerim kapandı ağır ağır. "Hasarlı kalbine, sadece ben yakışıyorum." Onun kalbi değildi beni seven, ruhuydu. Yavuz beni sadece kalbiyle değil, ruhuyla seviyordu. Çünkü kalpler dursa bile, ruhlar her zaman sevmeye devam ederdi. Benim ruhum Yavuz'u iliklerine kadar severken onun ruhu yıllardır bana hapisti. Bendeydi. Yavuz'un kalbide, ruhuda bendeydi.
"Bana en çok sen yakışıyorsun." Dediğinde bu hoşuna gitmiş gibi dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı. "Ve sana en çok bu adam yakışıyor." Haylaz sesine güldüm. Alayla vurdum omzuna.
"Ego yığınısın Yavuz Payidar." Keyifle sırıttı.
"Ve bu ego yığının karısısın Hafsa Payidar." Kelimeler dudaklarından dökülürken kalbim daha hızlı attı. İlk kez bana böyle seslenmişti. Ama öyle hoşuma gitmişti ki tarifsiz bir duyguydu.
"Eyvah Eyvah." Dedim. "Sen böyleysen, kim bilir çocuğumuz nasıl olacak." Yavuz'un gözlerinde tehlikeli bir ifade ve alay parladı.
"Çocuğumuz aynı babası gibi bir egoist olacak." Birde bununla gurur duyması yok mu.. "Ve.." eli aşağı kaydı. Karnımın kenarında durduğunda bir kez daha gözlerini sevgi sardı. "Annesi gibi beni kendine bağlayan umut dolu gözleri olacak." Duygularla kalınlaştı sesi. "Çocuğumuz aynı annesi gibi bir savaşçı olacak." Gözlerim hafifçe dolarken güldüm sessizce.
Çocuğumuzun kaderi bizimkisi gibi olmayacaktı. O bir zindanda işkence görmeyecekti. Ona kalkan elleri olmayacaktı. Annesini kaybetmeyecekti. Babasından korkmayacaktı. Onun korkuları olmayacaktı. Biz onu koruyacaktık, ve hiçbir zarar gelmesine izin vermeyecektik.
Onun vücudunda işkence izleri değil, sevgi izleri olacaktı.
*****
Akşam saatleri olduğunda diğerleri çoktan eve toplanmıştı. Her kes odalarına yerleştikten sonra salondaki büyük masanın etrafına toplanmış tıka basa yemek gömmekle meşguldük. Hepimiz açtık. Bunlar yetmezmiş gibi bende fazlasıya açtım. Yavuz'un yanımda olması sanki iştahımı açmıştı. Son dört gündür sürekli midem bulandıktan sonra böylesine iştahla yemem sanki diğerlerinide mutlu ediyordu.
Bu sırada Yavuz gidip Özlem'i görmek istemişti. Ama biz henüz Yavuz'un Devran'ın evine gitmesine razı olmadığımız için bir yalan uydurmuştuk. Yavuz'un yalanlardan nefret ettiğini biliyordum. Ama geçirdiği o krizden sonra açıkça bana kızsa bile umrumda değildi. Artık onu tehlikeye atacak her şeyden kaçınıyordum. Yalandan Özlem'in Narin'in yanında olduğunu, onların biraz zaman geçirmelerine izin vermek istediğimizi söylemiştik.
"Bu yemekleri kim hazırladı?" Diye sordu Aziz abi ağzını doldururken. "Çok güzel olmuş, Hafsa sen mi yaptın?"
"Yoo abi." Yemeğimi bitirip önümdeki börekten koca bir ısırık alırken konuştum. "Zerda yaptı." Aziz abi birkaç saniye önündeki yemeğe baktı. Ardından Zerda'ya baktı.
"Çok kötü olmuş!" Dediğinde hâlâ yemeğe devam ediyordu. Klâsik abi terörü.
"Abi ya!" Zerda öfkeyle konuştu. "Kötüyse yeme, ne diye zıkkımlanıyorsun!"
"Ziyan olmasın diye, nimettir nimet." Aziz abi gelişi güzel cevap verirken diğerleri gülmeye başlamıştı. Yemekleri hapur hupur götürüyordu ama kötü olduğunu söylüyordu. Kimse buna inanmazdı çünkü Zerda'nın el lezzeti çok güzeldi.
"Doğru konuş nişanlımla." Abim savunmaya geçince Aziz abi kısık gözlerini ona dikti.
"Birincisi nişanlın değil, ikincisi o benim kardeşim sana ne oğlum!"
"Nişanlım." Dedi abim keyifle. Ardından parmağındaki yüzüğü gösterdi. "Ona o yüzüğü verdiğim gün kendimede bir yüzük aldım. Artık benim nişanlım, ister kabul et ister etme kardeşin benim nişanlım."
"Bok nişanlın!" Aziz abi masadan aldığı salatalığı abime fırlattı. "Kaldırtma beni ayağa ağzınla burnun yerini değiştiririm piç kurusu!"
"Bunlar hep böyle didişir mi?" Yanımda oturan Nisa'nın sorusuyla nefesimi verdim. Akşam yemeğine onuda davet etmiştik. Ettiği onca yardımlardan sonra açıkça kendisiyle aramızdaki bağ da güçlenmişti.
"Oldum olası, alışırsın." Ben alışmıştım. Çocukluğumdan beri onların didişmelerini dinlerdim.
Yanımda oturan Yavuz bir sincaptan farksız ağzımı doldurmamı izlerken sırıtıyordu. Mahalle dayıları gibi ona 'ne var?' diye bir bakış attığımda gülmemek için zor durdu.
"Yok bir şey güzelim." Çocuğuyla konuşur gibi nazikti sesi. "Ye sen, afiyet olsun."
"Abi, böyle yemeye devam ederse çocuk içeride boğulacak." Süleyman'ın sözleriyle Yavuz'un gözleri hafifçe genişledi. "Boğulacak mı?" Bana baktı ve endişeyle sırtını ayırdı sandalyeden. "Böyle bir şey mümkün mü?" Anında masadan kahkahalar yükseldiğinde Yavuz'a boş bir bakış attım.
"Evet Yavuz, hatta yemekler içinde yüzüyor çocuğumuz." Sözlerimle beraber kahkahalar çoğalınca Yavuz alay ettiğimiz yeni farketmişti. Bize bozulmuş bir bakış atınca kollarını göğsünde kenetledi.
"Susun lan!" Diye gürledi. "Nesi komik? Alay ediyorsunuz birde piç kuruları!"
"Bize niye kızayisin?" Dedi çayını yudumlayan Zahir abi. "Karinda dalga geçeyi, kolaysa oğa es gürle."
"Oğa esip gürleyemeyi." Cafer keyifle arkasına yaslanırken bir dirseğini masaya yasladı. "Ona miyavlamaktan başka bir şey bilmeyi." Cafer'in sözlerine dayanamadım ve dudaklarım arasından çıkan kahkahayla Yavuz'a baktım. Tüm egosu sarsılmış gibi kaşları çatıldı.
"Aynı kandan olmasak bu masayı sana geçirirdim Cafer biliyorsun değil mi?"
"Ama gel gör ki ayni kandaniz." Cafer bu büyük bir avantajmış gibi keyifle konuştu. "İstesen bile edemezsun, çünki geriye kalan tek ailen benum." Artisler gibi yakasını düzeltti. "Benum gibi bir harikayida kaybetmek istemyeceğune göre baa mecbursin." Yavuz onu boş gözlerle izlerken masadan aldığı çatalı Cafer'e fırlattı. Cafer hızla başını aşağı eğdiğinde gözleri irileşti. Yavuz'unsa ifadesinde büyük bir keyif vardı. Manyak adam hiç yaptıklarından çekinmiyordu.
"Ula, şiddettir bu!" Nisa'ya baktı. "Şikayetçiyim Avukat hanim, tikin bu iti içeruye!"
"Abi kocamı rahat bırakır mısınız?" Dedim yemekleri bırakıp Yavuz'un koluna girerek. "Gelen geçen kocamı içeri atıyor!"
"Ne güzel kocam diyorsun." Yavuz bana baktı. "Tekrar desene." Odaklandığı şey bu muydu?
"Merak etme Hafsa." Dedi Nisa azarlar bir bakışla Cafer'e bakarken. "Çatal fırlattı diye kimseyi içeri atıyoruz."
"O zaman bende oğa fırlata bilirim." Cafer çatalına uzandığı sırada Nisa tek kaşını kaldırdı.
"Senin için bir istisna yapabiliriz. Mesela üç' ile dört yıl arası başlayan bir hapis." Dediğinde Cafer ona boş gözlerle baktı. Elini somurtkan çocuklar gibi geri çekti.
"Baa haksizlik yapılayi." Kısık gözlerle suçlar bir ifadeyle baktı bize. "Kimse benum tarafimi tutmayi, neyim ula ben üvey evlat mi!"
"Evet." Abim büyük bir ciddiyetle konuştu. "Bilmiyor musun? Tüm Karadeniz konuşuyordu çöpten buluşmular seni."
"Tek kelime daha edersen gümüşhane kızlari açacağum!" Cafer'in isyan dolu sesiyle anında hepimiz.
"Aman!" Diye bağırmıştık.
Cafer abi o şarkıyı açarsa hayatta kapatmaz biz akşama kadar gümüşhane kızları dinlerdik. Şarkı çok güzeldi, ama bir şarkıyı defalarca kez tekrar tekrar dinlemek hiç hoş değildi.
Cafer hepimizi susturmanın keyfini yaşarken onun bu hallerine gülmeden edemedik. Gerçekten bizimle nasıl uğraşılması gerektiğini biliyordu.
Yemekten sonra diğerleri salona geçmişti. Nisa, Zerda, Cafer, ve Yavuz masayı toplamakla meşgulken tek yaptığım elimdeki meyve suyunu içerken somurtmaktı. Masayı toplarken onlara yardım etmek istemiştim, ama Yavuz sandalyeden kalkamama izin vermemişti. Utanmasa tuvalete bile beni kucağında taşıyacaktı. Hamileydim ben, amansız bir hastalığa tutulmamıştı. Yavuz sandığımdan daha diklatliydi. Ne kadar şikayetçi gibi davransamda fazlasıyla hoşuma giden bir haraketti bu.
"Şişirme yanaklarını." Yavuz önümdeki tabakları alırken alnıma hızlı bir öpücük kondurdu. "Mutlu ol biraz, bak kocan senin için köle olmuş çalışıyor." Burnumu kırıştırarak trip atar gibi baktım ona.
"Ya çok multu olacağım, birde şu bacaklarımı kullanmama izin versen daha mutlu olacağım." Biraz daha beni her yere kucağında taşırsa ayaklarım uyuşacaktı.
"Nankörsün."
"Kim ben?" Dedim masum masum ve meyve suyumdan koca bir yudum aldım. "Ben sana ezyet etmeyeyim diye çabalayayım, sen bana nankör de." Başımı geri uzatıp mutfaktan çıkan Nisa'ya baktım. "Boşanma evrakları talep ediyorum!"
"Cesarete bak." Yavuz başını salladı iki yana. "Senden boşanacağımı düşündüren ne?"
"Fikrini sormadım." Ondan boşanmak gibi bir niyetim yoktu. Ama böyle zamanlarda birbirimizle didişiyor olmamız aşırı hoşuma gidiyordu.
"Bende senin fikrini sormadım güzelim." Son yudum içtiğim bardağı elimden alarak gözlerindeki sahte üzgün bakışla bana baktı. "Tabi sen benim kalpten gitmemi istiyorsan, durma devam et boşan benden. Ertesi sabah artık cenazemde iki rekat namaz kılar-"Hızlıca kolunu çimdiklediğimde kaşlarımı çattım.
"Ne cenazesi!" Acıyla yüzünü buruşturup kolunu ovuşturduğunda bana yargılayıcı bir bakış attı.
"Boşanmamızın hediyesi olan cenaze, yemin ederim benden bir boşan bak nasıl sıkıyorum kafama." Masadan aldığım salatalığı kafasına fırlattığımda hızla aşağı eğildi. Fırlattığım salatlık Yavuz'un değilde koltukta oturan Zahir abinin kafasını bulduğunda alt dudağımı içeri kıvırdım.
"Özür dilerim abi!" Dediğimde dünyanın en saçma şeyine bakar gibi saçlarının ortasına düşen salatalığı alıp yüzünün önüne getirdi.
"Çoluk çocikla uğraşayiriz." Diye hayıflanıp elindeki salatalığı Süleyman'a fırlattığında Süleyman o an gülmekle meşguldü. Nasıl bir isabetse salatalık Süleyman'ın açık olan ağzından içeri girmişti ve anında Süleyman'ın yaptığı tek şey tükürmek olmuştu.
"O neydi lan!"
"Haman böceği." Diye abim bu fırsatı kaçırmadığında Süleyman oturduğu koltukta dehşet içinde geri çekilmişti.
"Ne böceği!" Gözleri far görmüş tavşan gibi açılırken Cafer yürekten bir kahkaha atmıştı.
Yavuz gülerek elindeki bardak ve tabakaları Zerda'ya verip ardından beni kollarına alarak sandalyeden kaldırdığında Süleyman hâlâ dehşet içindeydi. Birimiz ona bunun basit bir salatalık olduğunu söylemesek kalpten gidecekti.
"Hiyardir hiyar." Zahir'in alaycı sesine karşılık Süleyman ona baktı. Ardından dehşete sarılı gözleri giderek soğuklaştı. "Nasi anlamadin, oysa bir akrabaliğiniz var gibi durayi." Diye devam etti Zahir abi ve çenesini kaşıdı.
"Allah belanı versin Zahir!" Süleyman ayakkabısını çıkarıp Zahir'e fırlattığında bu görüntü karşısında Nisa ve Zerda kahkahalara boğulmuştu.
"Süleyman, bu sefer seni korumayacağım." Dedi Zerda gülüşleri arasında.
Zahir siyah pantolonuna çarpan ayakkabıya baktı. Ardından gözleri kısıldı. Başını hafifçe rahatça oturduğu koltukta yana eğdi. Sağ bacağının pantolonuna bulaşan ayakkabı tozunu görmek tüm sinirlerini gerdi. O bakışı artık hepimiz çok iyi tanıyorduk. Geliyordu gelmekte olan.
"Süleyman, kaç aslanım." Dedi abim kollarını geri yaslayıp rahatca koltuğa yayılarak. Süleyman ani şokunu atlatıp hızla koltuktan kalktığı gibi kapıya koştuğunda tek ayakkabası olmadığı için bir hayli komik görünüyordu.
"Gel buraya!" Zahir abi hızla yerdeki ayakkabıyı kaptığı gibi Süleyman'ın peşine takılmıştı.
"Prens kül kedisini kovalayi." Cafer 32 diş sırıtarak konuştuğunda Aziz abi baktı ona.
"Ben o prensin ayakkabıyı kül kedisinin ayağına giydireceğini hiç sanmıyorum." Başını eğdi omzuna. "Daha çok bir yerlerine sokacak gibi duruyor."
Yavuz çocuklarını azarlar gibi başını usulca iki yana sallarken yüzüne baktım. İfadesinin her zerresine bu anları ne kadar özlediği kazınmıştı. Bakışları öyle güzeldi ki ben bir kez daha ona hayran olmaktan kendimi alı koyamadım. Kollarım usulca boynuna dolanırken yüzümde sıcak bir tebessüm yer edindi. Başı eğilip anında bakışları beni bulduğunda yanağıma sert uzun uzadı bir öpücük kondurdu. O öpücük benim gümeme neden oldu. Ardından dudaklarını ayırdı yanağımdan.
"Bu kadar eğlence yeter." Dedi salondan çıkarken ve bana bilmiş bir bakış attı. "Karımı götürmek istediğim bir yer var." Kaşlarım havalanırken ona daha sıkı tutundum.
"Nereye?" Dedim merakla. Ardından tek kaşımı kaldırarak alaycı bir ifadeyle gülümsedim. "Yine sıra gecesine mi?" Kirpikleri arasından bana bakarken dilini damağına vurdu.
"Benim için özel bir yere." Gizemi seviyordu. Bense nefret ediyordum. Yinede çenemi kapalı tuttum. Çünkü ne kadar istersem isteyeyim Yavuz'un bana söylemeyeceğini biliyordum. Öküz herif pek güzel sır saklıyordu.
Öncesinde odamıza gitmiştik. Yavuz hava soğuk olduğunda ikimizinde montlarını giydirmişti. Bir bebek gibi benimle ilgileniyordu. İlgisi onda en çok sevdiğim şeylerden sadece biriydi. Ardından ayakkabılarımı giydirip beni yine kucağına almak istediğimde bu sefer ona tekme tokat dalacağıma az kaldığını hissettmiş olacak ki yapmadı. Sadece elini tutarak onunla birlikte dışarı çıkarken diğerleri didişip duruyordu.
Bahçeye çıktığımızda temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Sanki yağmur yağacakmış gibi bulutlar toplanmıştı. Yavuz beni arabaya bindirip kemerimi takarken tebessüm ettim. Ne zaman arabaya binsem kemerimi o takıyordu. Kendiside arabaya bindiğinde yalnız başımıza gitmemize izin vermemişti. Peşimize birkaç korumada takmıştı. Açıkça olan onca şeyden sonra belki de en iyisi buydu.
Araba taşlı yolları takip edip ilerlemişti. Kısa zaman içinde vardığımız yeri görmek içimde bir sıcaklığa sebep olmuştu. Yavuz beni Karadeniz''e getirmişti. Daha önce Karadeniz'i bir çok kez uzaktan görmüştüm. Ama hiç kayalıklara gelmemişti. Bu bir ilkti. Ve ben ilklerimi yine Yavuz'la yaşıyordum. Arkamızda duran arabaları duydum. Korumalar kısa süre içinde etrafı sararken bizi rahatsız etmeyecek kadarda uzaktaydılar.
Dönüp Yavuz'a baktığımda arabanın anahtarlarını çevirdi. Ardından ben daha konuşamadan bir şarkı açtı. Belli belirsiz bir gülüş dudaklarım arasından kaçtı. Yavuz gözlerinde o çocuksu ışıltıyla bana bakarken dudaklarında tebessüm vardı.
"Benimle dans edermisiniz güzel hanımefendi?" Sorusuyla belli belirsiz gülüşüm kahkahaya dönüştü.
"Bilemiyorum beyefendi." Nazlana nazlana konuştum. "Kocam kızar, bir yabancıyla dans edemem."
"Kocanız halt eder." Dediğinde sanki başka bir adamdan bahsetmişim gibi yüzü kasıldı.
"Böyle konuşmanız hiç hoş değil beyefendi." Dediğimde bana azarlayan bir bakış attı.
"Zalımın kızı, in arabadanda dans edelim." Öküz.
"İnmem, dedim ya kocam kızar."
"Kocanızın gelmişini geçmişini hanımefendi." Fazlasıyla nazik sesine o konuşmalar hiç yakışmıyordu. "İner misiniz şu arabadan?"
"İnmem." Hanım hanımcık konuşurken onun sinirlerini bozmaktan zevk alıyordum.
"İnme bakalım." Kendi kapısını açıp inerken hızlı adımlarla dolandı arabanın önünden. Ben daha ne olduğunu anlamadan kapımı açıp kemerimi çözdüğü gibi beni kollarına almıştı.
"Buna zorlamak denir yalnız!"
"Susacak mısın sen?" Kaşları altından bana bakıp konuşurken şefkatli ifadesi bana yine kıyamıyordu.
"Susmam, kocam sesimi çok seviyor."
"Ah zalımın kızı ah." Dedi kayalıklara yürürken. "Kocan sesine bir ömrünü yakar, sevmek bunun yanında ne ki?" Kalbim bir kez daha tekledi. Bu adamda şair havası vardı.
Beni dikkatlice ayaklarımın üstüne bıraktığı gibi kolu belimi sarmıştı. Arabada yükselen muzik sesi, denizin güzel kokusu, tenimize değen rüzgar. Hepsi o kadar güzeldi ki, huzurluydu. Şarkı sözleri denizin dalgalarına karışırken yanağıma düşen birkaç damlayı hissettim. Başımı kaldırdığımda yağmurun başladığını gördüm. O an anladım. Bütün bunların ne olduğunu o an anladım. Dudaklarım hafifçe aralanırken hayran bakışlarımı Yavuz'a indirdim. Onunda yüzünde sıcak bir ifade vardı.
"Sana demiştim." Yüzüme yaklaşırken kalbimi hızlandıracak bir sesle konuştu. "Sana o cehennem çukurundan kurtulursam yağmurun altında seninle dans edeceğim söylemiştim." Bir eli belimi sararken diğer eliyle elimi tutup kaldırdı. "Şimdi.." bakışları yumuşadı. "Benimle dans edermisin sevdam?" Yağmur giderek şiddetleniyordu. Her damla denize çarpıyor seslerin havaya karışmasına neden oluyordu.
Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, mutluluktan sanki yerinden çıkacaktı. Sevgi her zerremi ele geçiyordu. Yavuz'un kokusu rüzgarın getirdiği deniz kokusuna karışıyor burnuma doluyordu.
Ellerimi kaldırıp onun omzularına usulca koyduğumda gözlerim hafifçe dolmuştu. "Ederim." Sesimdeki sevgi gizlenecek bir sevgi değildi. "Ederim sevdam." Ona bana seslendiği gibi seslendiğimde sanki tüm zerresine kadar ürperdi. Hoşuna gitti, ve bunu gizlemedi.
"Ne başkası oldu ne de olacak.." Muzikten tanıyamamıştım, ama sözler başladığında şarkıyı tanımıştım. Yüzümdeki tebessümle Yavuz'la dans ederken onun haraketlerine uyum sağlıyordum. "Sen çalmazsan kapım hiç açılmayacak.." Yavuz hafifçe başını aşağı eğdi. Uzun boyundan dolayı alnıma yaslanmak için hafifçe eğilmek zorunda kalmıştı. Gözlerim kapanırken yağmur damlaları üstümüze çarpıp duruyordu.
"Şimdi içimde yanan bu ateş sanma ki bir son bulacak.." Yavuz'un dudakları arasından sevgi dolu bir mırıltı kaçtı.
"Aylar önce.." dediğinde sesi sevgiyle kalınlaşmıştı. Vücutlarımız birbirine yaslanmış hafifçe salınarak haraket ederken sessizce onu dinledim. "Sevdamı buraya gömmüştüm." Ne demek istediğinin farkındaydım. Ben farkında bile olmadan Yavuz'a öyle acılar çektirmiştim ki bir suçum olmasa bile bunun için pişmanlık duyuyordum.
Sevmediğim bir adamı sevdim sanmıştım. Onun peşinden gidip, en sonunda tüm hayatımı mahvetmiştim. Bunu o değil, ben yapmıştım. Yanlış bir adamı seçerek, bu seçimi ben yapmıştım. Onu sevdiğimi sanarken, gerçek aşkın ne olduğundan bile habersizdim. Ben minnet duygusunu, aşka dönüştürmüştüm. Oysa aşk karşılıksızdı.
Aşk Yavuz'du. Karşılıksız, beklentsizi, kavgasız, gürültüsüz, kıyamamktı aşk. İncitememekti. Kalbine bile dokunmamaktı. Onu kendine mahkum etmekten korkmaktı aşk.
"Bugün sevdam kollarımda." Dediğinde bunun için Tanrı'ya belki de binlerce kez dua ettiğini farkettim. Çünkü bir dua gibi çıkmıştı kelimeler dudaklarından. Ellerim onun omuzlarında teninin sıcaklığını hissederken bende gözlerimi kapatmış sadece kendimi ona bırakmıştım. "Kaybetmekten korktuğumda, bir vazgeçişte çıktın karşıma." Güldü. "Karadeniz aşkıma çok iyi bakmış, Hafsa'm." İmasını anlamadım ama içimdeki burukluk sevgiye sarıldı. "Bu sefer kaybetmemiş Yavuz Payidar." Sesi bir masal kadar derin ve güzeldi. Sözlerinin altında derin anlamlar vardı.
"Kaybetmemiş." Fısıldadım. Onunla dans ederken vücutlarımız sanki birbirini tamamlıyordu. Yağmur ikimizide sırıl sıklam etmişti. Ama umrumuzda değildi. İkimizinde umrunda değildi. Önemli olan bu andı.
Yavuz sözünü tutmuştu. Bir yağmurun altında dakikalarca benimle dans etmişti. Onun için özel ve güzel olan bu yer artık ikimize aitdi. Karadeniz'in kıyıların bu sefer bizi bir araya getirmişti. Karnımda küçük çocuğumuz, Yavuz ve ben. Karadeniz bu sefer üçümüzü bir araya getirmişti.
****
Eve döndüğümüzde çoktan gece olmuştu. Diğerleri salona toplanmış film izlemekle meşguldü. Bunun yanı sıra, Yavuz'da bende sırılsıklam olmuştuk.
"Hangi gerizekali açti buni!" Cafer'in sesini duydum. Yastığa sarılmış korku dolu gözlerle ekrana bakarken Nisa gülerek izledi onu.
"Ben." Dediğinde kucağındaki kaseden patlamış mısır yemekle meşguldü. "Sende onayladın hatırlasana."
"İnsanlarin kollarini bacaklarini yediklerini nerdan bileyim!" Birileri bunun bir film olduğunu ona söylemeliydi. Bu korku filmini biliyordum. Açıkça böyle şeyleri sevmezdim, izlememiştim ama konusunu duymuştum.
"Adı üstünde film korku filmi." Dedi abim rahat tavrıyla. Onunda böyle şeylerden korkusu yoktu. Onun yanı sıra her ekrana çıkan yaratıkla bir çığlık atıp kafasını abimin kapşönlüsünün altına sokan Zerda için aynısını söyleyemezdim. Gülmemek için zor durdum. Abim bundan hiç şikayetçi değildi, ama Zerda böyle filmlerden hep korkar olmuştu.
"Ne abartayisiniz." Zahir rahat tavrıyla konuştu. "Filmdir, izleyin geçin."
"Senin için demesi kolay, filmdeki yaratıktan pek bir farkın kalmadığı için!" Kafasına buz tutan Süleyman'ı farkettim. Tekli koltuğa kedi yavrusu gibi çökmüş kafasına buz tutmakla meşguldü.
"Ne yaptın çocuğa?" Yavuz rahatsız bir sesle sorarken Zahir abinin dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Bizim içeri girdiğimizi daha yeni farketmiştiler.
"Ayakkabisini geri verdum."
"Ayakkabıyı kafamda paraladı!" Süleyman ayaklarını öne uzatıp öfkeyle konuştu. "Üstelik onlar benim en sevdiğim ayakkabılarımdı! Remziye yatıyordu içlerinde!" O tavşanı hâlâ yanında gezdiriyordu. Pusunun olduğu o gece bir tavşan bulmuştu. O gün bugündür tavşanı yanından ayırmıyor bazen ceketinin cebinde gezdiriyordu. Süleyman fazla masum ve çocuksu bir ruha sahipti. İfadesi bile bir insana güven veriyordu. Merhameti kalp ısıtıyordu.
"O tavşan senin ayakkarının kokusuna nasıl ölmedi lan?" Aziz abinin hayret dolu sorusuna karşılık Süleyman düşmanına bakar gibi baktı ona.
"Allah ömründen alsın Remziyeye versin." Yaşlı teyzeler gibi gözlerini kısıp konuştuğunda kendimi tutamadım ve güldüm.
Onları ne zaman yalnız bıraksak sürekli didişip duruyordular. Yavuz nefesini verdi ve bana baktı. "Odamıza çıkalım." Dediğinde yine beni kollarına aldı. "Yorulmuşsundur, şu üstünüde değişelim. Hasta olacaksın." Merdivenleri çıkarken tebessüm ettim. Açıkça yalanı yoktu yorgun hissediyordum. Son zamanlar olan şeyler fazlasıyla yorucuydu. Bugünse bana bir ilaç gibi gelmişti.
Yinede o yastığa başımı koyduğumda bir kabusla uyanmaktan korkuyordum. Hastanede ilaçların etkisiyle uyuyordum. Ama son iki gündür kabuslarla uyanıyor, ve geri uyuyamıyordum.
Odamıza çıkar çıkmaz ilk yaptığımız şey üstümüzü değiştirmek olmuştu. Yavuz beni yatağıma yatırıp saçlarımı okşayarak uyutmaya çalışırken gözlerimi onun yüzüne dikmiştim.
O kadar şey yaşanmıştı ki, bunların yanı sıra son zamanlar rüyalarımı rahatsız eden babam aklımı kurcalıyordu. Dahası artık ona baba demek bile istemiyordum. Cihan, onun adı Cihan Polatlı'ydı. Annemin katili olan Cihan Polatlı. Son zamanlar öyle sık rüyalarımı ziyaret ediyordu ki bunlar artık beni rahatsız etmeye başlamıştı. Yavuz hepsinin farkındaydı, ama ben bir türlü ona beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu söylemiyordum. Tek istediğim her şeyi unutup bir kenara bırakmaktı. Ama o iğrenç adam nerdeydi?
Annemin katili ne zaman cezasını alacaktı?
"Güzelim benim." Yavuz'un yumuşakcık sesini duydum. Hafifçe çenemi tutarak başımı kendisine çevirdi. "Ne düşünüyorsun?"
"Hiçbir şey." Onu sorunlarımla rahatsız etmek istemedim. "Önemsiz, sadece..son zamanlar olan onca şey beni biraz yormuş, ama bugün.. bugün için teşekkür ederim sevgilim." Sözlerime inanmadığını belli eden bir ifade vardı yüzünde. Yinede sanki beni zorlamak istemedi. Yavuz beni tanırdı. Zamanı geldiğinde, kendim konuşurdum.
Göğsüne sokuldum usulca. "İlaçların." Dedim. "Yarın onları almaya gideceğiz." Sesli bir nefesle salladı başını. İnkar edemezdi artık, çünkü bir geleceğimiz vardı. Bir gelecek vaat etmemiz gereken çocuğumuz vardı.
O gece kabuslarla boğuşmamayı umarak gözlerimi Yavuz'un kollarında kapattım. Onun kokusuyla, bir kez daha derin bir uykuya dalarken yüzümde huzurlu bir tebessüm yer edindi.
****
Yavuz Payidar.
Sabah gözlerim açılır açılmaz yattığım yerde hafifçe kıpırdandım. Kollarım arasında tuttuğum Hafsa'ya baktığımda yüzümde uykulu bir tebessüm belirdi. Bu gece deliksiz uyumuştu. Bu durum beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Söylemese bile, bir sorun vardı bunu hissediyordum. Kaç gündür kabuslarla uyanıyordu. Anlatmıyordu. Biliyordum, karımında benim kadar canavarları vardı.
Sessizce bana açılacağı zamanı bekliyordum.
Parmaklarım kahverengi saçlarında dolanırken onu uyandırmamaya dikkat ettim. Harelerim yüzünü terkedip karnına kaydı. O an kalbimi saran duygunun bir tarifi yoktu. Günler önce ben karımın hamile olduğunu öğrendiğim an o anın şokuyla bayılmıştım. Bir rüya sanmıştım, değildi. Hafsa hamileydi, benim sevdam karnında küçücük bir çocuk taşıyordu.
Bu her aklıma geldiğinde sanki bir rüyadan uyanıyordum. Dünyalar benim oluyordu. Hayallerim teker teker gerçek oluyordu. Benim artık yaşamak için sebeplerim vardı. Eskiden bu hayatı sevmemin tek nedeni Hafsa'yken bugün ona çocuğumuz eşlik ediyordu.
Annesine hayran olduğum yetmezmiş gibi şimdide çocuğuna hayran olacaktık..
Dudaklarımdan sessiz bir gülüş kaçtı. Yaşanan onca şeyin yorgunluğu Hafsa'ya baktığımda öyle yok oluyordu ki bu beni şaşırtmayı başarıyordu. Hafsa'nın üstümde etkisi o kadar büyüktü ki tüm dünya karşıma dikilsin onun tek bir gülüşü derdimi tasamı silip götürürdü.
Ben Hafsa'yı izlemeye dalmışken çekmecenin üstündeki telefonuma gelen mesaj sesiyle nefesimi verdim. Hafifçe haraketlenip onu aldım.
Tanımadığım bir numaraydı. Basit bir merhaba. Hafsa'yı uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça onu kollarımdan ayırdığımda sanki bundan şikayetçi gibi kaşları büküldü ama uykusunda uyanmadı. Yavaş haraketlerle yorganı üstüne örtüp yataktan kalktım ve cama doğru yürüdüm.
Mesaja görüldü attığım anda aynı numaradan gelen arama sesi odayı doldurdu. Hızla ses tuşuna basarak sesi azaltıp onu açarak kulağıma götürdüm. "Kimsiniz?" Yaşanan onca şeyden sonra sesim her kese karşı sert çıkıyordu.
"Yavuz, oğlum?" Gediz abinin sesini duymak kaşlarımın çatışmasına neden oldu. Gediz abi babamın iş ortağıydı. İyi bir adamdı, ama kendisiyle pek bir geçmişimiz yoktu. Saygım vardı. Çünkü oturduğu o masada kirli işlere bulaşmazdı.
"Gediz abi." Onu tanıdığımı anlar anlamaz sesini samimiyet sardı.
"Nasılsın?" Diye sorduğunda nefesimi vererek elimi saçlarımdan geçirdim. "Tekrardan başın sağolsun." Dediğinde birkaç saniye afalladım. Babamın cezanesine katılmıştı. Orda bir çok kez baş sağlığı dilemişti. Ama bugün beni arayacağı aklımın ucundan geçmezdi.
"Sağol abi." Fazlasıyla sakin tutmaya çalışıyordum sesimi. "Bir şey mi oldu? Neden aradın?" Hal hatır soracağını sanmıyordum. Daha yeni cenazede görüşmüştük. O günleri hatırlamak kalbimde bir ağırlığa sebep oluyordu.
"Hiç yeri değil, biliyorum." Ciddi bir konuşma yapar gibi keskinleşti seni. "Ama masanın başına ne zaman geçeceksin oğul?" Ne ima ettiğini anladığımda ağzımdan sesli bir nefes kaçtı.
O masaya bulaşmaya hiç niyetim yoktu. Hafsa'nın dediği gibi sakin bir hayat isterdim. Ama bu nasıl mümkündü? Elimdeki tüm işleri bırakırsam giderek iflasa sürüklenirdik. Devran'ın alıp benim üstüme yaptığı tüm mal varlıkları ortada kalmıştı. Babamdan ve Kemal'den kalan tüm mallar benim üstümeydi.
Bunuda birkaç gün önce öğrenmiştim. Tek sandığım Kemal'in mallarının üstümde olduğuydu. Ama yanılmıştım, abim babamında tüm mal varlığını benim üstüme devretmişti. Ve işler devam etmezse, onların hepsini kaybedecektim. Babamın ortağı elbette bunu istemiyordu. Geminin kaptanı bendim, ve bir gemide kaptan batarsa herkes batardı. Bu yüzden Gediz abi dahil bir çok kişi tehlikeye giriyordu. Yeraltı tehlikeliydi, bir satrançtan farksızdı. Dikkatli olmak gerekirdi. Tek bir hata seni kaybetmeye sürüklerdi.
"Bilmiyorum." Diye geçiştirdim. "Biraz kafamı toplamam lazım." Meydana çıkacak durumda değildim.
"Yorgun olduğunu bilirim." Gediz abi anlayşlı bir sesle konuştu. "Ama yerini almak isteyenler var Yavuz." Sesinin altında yatan ima içime huzursuzluk düşürmeye başlamıştı. "Bir adam var." Sıkıntılıydı sesi. "Herkesi yıkıp geçiyor."
"Kim?" Çatık kaşlarla sorduğumda Gediz abinin sesi o adama karşı kinliydi.
"Akgün, Akgün Turaç." Harelerimi şüphe sararken yüzümde meraklı bir ifade yer edindi. Bu ismi daha önce duymamıştım. Yeraltında aniden yüskelmek, ad kazanmak zordu. Kimdi bu adam?
"Derdi ne?" Sesim soğukluk barındırdı.
"Derdi belli oğul." Gediz abinin bu durumda nasıl sıkışıp kaldığını farkettim. "Tüm gücü istiyor, kısa süre içinde bir çok aileyi yerle bir etti. Savaş mı istiyor barış mı belli değil. Karşısına çıkanı ezip geçiyor, işler kesat. Hepimizi mahvetmeden durmayacak. Bugün onlara dokunanın eli yarın bize değecek, aman diyeyim izin verme."
Bana savaş diyordu. Girdiğim savaştan aldığım yaralar henüz iyileşmemişti, ve hayat beni ikinci bir savaşa itiyordu. Güç istiyordu, güç istiyorsa bu bize bulaşacağı anlamına geliyordu. Çünkü yerlatında en çok korkulan isimlerden biri Payidar'dı. Bugün nice soyları kurutan adam, yarın bize bulaşacaktı. Sıkıntılı bir nefesle elimi cebime soktum.
"Bir toplantı ayarla." Gözlerim duvardaki saate kaydı. "Babamın mekanlarından birinde." Madem öyle büyük oyun istiyordu, önce düşmanı masamıza davet etmemiz lazımdı. "Saat üçte orda olacağım."
"Nasıl istersen paşam." Gediz abinin sesindeki rahatlamayı duydum. O masaya oturacak olmam onu bir hayli mutlu etmişti. Bunu bir tek onun için yapmıyordum. Elimdeki tüm işleri kaybedersem bu hepimizin sonu olurdu. Bu yüzden izin veremezdim.
Beynimi kurcalayan sorularla kapattım telefonu. Babamın yokluğunda bir sürü düşman elbet ortaya çıkacaktı. Ama bu Akgün her kimse onu ilk kez duyuyordum.
"Yavuz?" Hafsa'nın uykuya karışık sesini duyduğumda başım yatağa döndü. Yüzümdeki gerginliği silip attım ve gülümseyerek onun yanına yürüdüm.
"Uyandırdım mı?" Uykulu gözleriyle beni izlerken nasılda güzel gözüktüğünden habersizdi.
"Hayır." Konuştuklarımı duymamıştı. "Kiminle konuşuyordun?" Henüz onu korkutmak istemedim.
"Bir tanıdığım." Yatakta onun yanına oturdum anında bir kolumu başının arkasından geçirerek omuzlarına doladım.
"Kim bu tanıdığın?" Dediğinde uykulu yüzünü inceledim.
"Eskilerden, düşünme bunları, sen nasıl hissediyorsun onu söyle ağrın var mı?" Her hatırladıkca tüm zerrem kasılıyordu. Hafsa hamileydi, ama hamileliği risk taşıyordu. Bu yüzden onu yormamak için her şeyi yapıyordum. Ne Hafsa'ya ne de bebeğinize bir zarar gelmesini göze alamazdım.
"Yok." Masum masum baktı bana. "Ama açım!" Öyle bir istekle söyledi ki gülmeden edemedim. Turkuaz hareleri istek doluyken yüzünde gerçekten acıkmış bir ifade vardı.
"Normal insanların midesi bulanır, sen ha bire acıkıyorsun." Karım hiç normal değildi, ama sorunda değildi. Böylede hastasıydım.
"Niye?" Yüzü düştü. "Çok mu yiyorum?" Her dediğimi niye tersten anlıyordu!
"Hayır sevdam." Onu üzmek değildi niyetim. "Ne kadar istersen ye, hatta söyle bana canım bir şey çekiyor mu? Dışarı çıkınca alayım sana." Başını salladı iki yana.
"Çekmiyor." Burnunu göğsüme yasladı. "Bir yere mi gideceksin?" Sessiz bir mırıltıyla onayladım onu.
"Öğleden sonra işlerim var biraz."
"Ne işi?" Çattı kaşlarını. "Yavuz, bir şeyler karıştırmıyorsun değil mi?"
"Hayır." Ona anlatacaktım, ama şimdi değil. "İlaçları alacağım, sonra şirkete uğrayacağım." Dudaklarımı alnına bastırdım ve kokusunu içime çektim. "Ama önce, karımın karnını doyuracağız." Sesli gülüşü doldu kulaklarıma.
"Pankekde isterim!" İstekleride hiç bitmezdi.. Şefkatli gözlerle onu izlerken keyifle salladım başımı.
"Karım ne isterse." Bu hallerim pek hoşuna gidiyordu. Sanki bir şekilde alaycı sözlerim onun neşesini çoğaltıyordu. Onun yüzünü güldürmeyi başardığım için açıkça ne kadar saçma göründüğüm umrumda değildi.
******
Kahvaltı diğerlerinin didişmeleriyle geçmişti. Ben Hafsa'ya istediği pankekleri yaparken bunların yanı sıra kuymakta yapmıştım. Yaptığım kuymakları seviyordu, ve iştahla yiyordu. Bu görüntüyüse yüreğimi ısıtan bir kareydi. Hafsa'nın tamamen iyi olduğundan emin olduktan sonra diğerlerinde peşime takarak çıkmıştım evden.
Evde anlatamadığım her şeyi onlara yolda anlatmıştım. İçi geniş arabalardan birine binmiştik. Şöför arabayı barın önüne sürerken bende diğerlerine olan biteni anlatmıştım. Onlar benim güvendiğim tek kişiydiler ve hepsi bu yolda yanımda olan insanlardı. Benim kardeşlerimden gizlim saklım yoktu.
Bara gitmemizin sebebiyse bu tür toplantıların orda yapılmasıydı. Göz önü bir yerde bu toplantıyı yapamazdık. Babamın mekanlarından birisi bunun için en uygunuydu. Daha önce bir çok kez babamla oraya gitmiştim. O barın arka tarafında yerlatına inen merdivenler vardı. İçerisi bir oda gibi tasarlanmıştı. Ortada büyük bir masa, dosya rafları, ve sandalyeler. Tek hatırladığım bunlardı.
Sağımda oturan Zahir bir hayli düşünceliydi. Nesi vardı bilmiyordum ama sanki bir şeyler gizliyordu. Normalde gizmeli bir adamdı, ama bu son günler sanki biraz daha gizemliydi. Üstünde siyah bir pantolon siyah bir gömlek vardı. Siyah saçlarını eliyle geri taramıştı. Son günler özensizdi. Sakalları bile çıkmaya başlamıştı. Onun yanında oturan Süleyman her zaman ki tavrını koruyordu. Alaycı, eğlenceli, meraklı.
Üstünde beyaz bir gömlek vardı. Altında basit siyah pantolon. Süleyman tarzına düşkün birisiydi. Beyaz gömleğin boğazına taktığı kravat hafifçe gevşemiş ona serseri bir tip vermişti.
Cafer her zaman ki Cafer'di. Önümüze oturmuştu. Arabanın arka koltukları karşı karşıyaydı. Siyah gömleğinin kollarını yukarı sıyırmıştı. Yakasında birkaç düğme açıktı. Kara saçları sanki joleyle geri yatırılmıştı. Ağır abi rollerinden asla çıkmıyordu.
Onun yanında oturan Tufan, ve Tufan'ın yanında oturan Aziz'di. İkisde koca arabanın içine sığmıyordu. Tufan'ın üstüne geçirdiği basit bir mavi tişörtü. Altına kahverengi bir pantolon geçirmişti. Oldum olası rahat takılan bir adamdı. Onun yanında oturan Aziz'inde aşağı kalır yanı yoktu. Rahat bir tişört pantolon giyiniyordu.
"Daha önce hiç duymadim bu ismi." Dedi Cafer. Süleyman kucağındaki bilgisayardan araştırmalar yaparken kaşları çatıkdı.
"Aslında duymamamız normal." Bilgisayarı bize çevirdi. Ekranda gördüğüm resimle kaşlarım çatıldı. Dirseğim cam kenarına yaslıyken parmak eklemlerimin arkası dudaklarıma yaslıydı. "Adam Gürcistan'da yaşıyormuş." Meraklı gözleri üstümüzde gezindi. "Rıfat Turaç'ın yeğeniymiş." Kaşlarım havalanırken gözlerimi hafif bir şokun sarmasına engel olamadım.
O adamı tanırdım. Babamla araları pek iyi sayılmazdı. Adam kirli ne iş varsa yapardı. Silah kaçakçılığı, insan ticareti. Kumar, kan, hepsi bu adamaydı. Çocukların üstünden sağladığı paraları konuşmuyorum bile. Bunları düşündükce her zerrem kasıldı. Babamın yerine ben olsam çoktan o adamı yeraltından silmiş olurdum. Ama babam benim aksime, böyle insanların işlerine bulaşmazdı. Buysa onda kızdığım şeylerden sadece biriydi. Babam aslında iyi bir insan hiç olmamıştı, ve bende bunu kabul etmek istememiştim.
"Rıfat Turaç mı?" Tufan sordu anlam veremeyerek. "Türkiye'nin en güçlü iş adamlarından değil mi o?"
"Şerefsizin teki." Dedi Cafer benden önce konuşup öfkeden kasılan sesiyle. "Her boktan işte parmaği var."
"Gelirini en kirli yerlerden sağlayi." Zahir tiksinerek konuştu. "Bulaşmadiği iş yok."
"Siz tüm bunları nerden biliyorsunuz?" Aziz tek kaşını kaldırıp sorarken ona baktım soğuk gözlerle.
"Yeraltının en bilinen isimlerinden." Gözlerim teker teker hepsinin üstünde gezindi. "Tehlikeli bir adam, işlerini inceden yürütüyor şu ana kadar tek bir sabıka kaydı olmadı." Dizimin üstündeki elim yumruk oldu. Ne kadar tehlikeli olsa bile öyle bir itten hiçbirimizin korkusu yoktu. "İşlerini en illegal yollardan hallediyor." Buna her şey dahildi. O adam şerefsizin önde gideniydi. Bugün bana bulaşıyorsa, işlerinin balatlanmasınıda göze almış demekti.
"Tüm bu işlere neler dahil?" Diye sordu Tufan. Ama sanki ne duyacağını daha şimdiden anlamıştı.
"Her şey." Süleyman'ın ifadesi soğuklaştı. "Çocuk ticareti, kadın ticareti, silah kaçakçılığı, uyuşturucu. Bulaşmadığı iş yok." Her kelimede öfkemiz biraz daha yükseldi. Bugüne kadar öyle dikkatli yürümüştü ki tek bir işinde açık yoktu.
"Böyle bir insan sizden ne ister?" Aziz'in öfkeden kısılan sesiyle ona baktım.
"Güç ister." Nefesimi vererek başımı kaldırdım. "Bende ona o gücü verecek değilim."
"Yavuz." Tufan şüpheli gözleriyle izledi beni. "Bu işin sonu kötüye gitmez değil mi?" Endişe ettiği kızlardı. Sadece o değil, bu endişe hepsinin yüzünde yer edinmişti. Ama aptal değildim. Bir işe giriyorsam, ailemi korumasınıda bilirdim.
"Kimseye hiçbir şey olmayacak." Kendimden emin bir sesle konuştum. "Bu işin içinde sadece biz varız, başka kimse bulaşmayacak." Ona baktım. "İçinizden herhangi birisi uzak durmak isterse, benim için bir sorun yok." Onları benim yanımda olmaya mecbur etmezdim. Bu onların değil, benim savaşımdı.
"Aksiyonu kaçıralım mı diyorsun?" Süleyman keyifli sesiyle konuştu. "Hiç sanmam."
"Ortalik son günler pek sakin." Koltuğuna yayılan Cafer bezgin bir ifadeyle bize baktı. "Biraz kavga gürülti fena olmaz." Onun sözleri ardından diğerleri hafifçe gülmüştü. Bana attıkları kısa bakışlarla hepsinin bu oyunda yer edinmek istediğini anladım.
Şöför yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından arabayı kuytu köşelerden birinde kullanılan barın önünde durdurmuştu. Arka kapıyı açarak teker teker arabadan çıktık. Daha içeri girmeden şarkı sesi kulaklarıma doldu. Kapının önündeki adam bize tek bir şey bile sormadan kenara çekilip içeri geçmemize izin vermişti. Kumarhane yerine kullanılan bara adımlarımız attığımda nefesimi verdim. Değişen hiçbir şey yoktu. İnsanlar kumar oynuyor, bazıları içki içiyor, kadınlar sahnede dans ediyordu. Bakışlarımı önüme çevirerek merdivenlere yöneldim.
Hayatın gerçekleriydi bunlar. Kiminin yüzünden keyif, kiminin yüzünden sadece mecburiyet okunuyordu. Bazıları buraya mahkum, bazıları bağımlıydı.
Merdivenleri aşağı inerek seslerin uzaklaşmasını dinledik. Muzik sesi giderek azaldı, insanların kahkahaları ve fısıldaşmaları yok oldu. Yüzümdeki somut ifade yerini koruyordu. Aşağı kata iner inmez toplantı odasının önünde duran Gediz abiyi farkettim. Soğuk ifadem biraz olsun düzeldi.
"Oğul." Dediğinde çoktan bana doğru yürümeye başlamıştı. "Hoş geldin." Elini uzattığında vakit kaybetmeden elini sıkmıştım.
"Hoşbulduk." Gözlerim onu terkedip arkasındaki kapıya kaydı. "İçerdilere mi?" Bana cevap vermeden usulca başını salladığında elini elimden ayırıp odaya yürümüştüm. Tufan ve Aziz hariç diğerleride Gediz abiyi tanırdılar. Bu yüzden onunla kısa bir selamlaşma yaşayıp peşime takıldılar. İçeri girmeden önce adımlarım kapıda birkaç saniye durdu. Tüm düşmanlarımız bu masanın başına toplanmıştı.
Geniş bir masa vardı. Yaklaşık 35 kişiyi sığdıracak kadar büyüktü. Herkesi buraya toplamak uğraşacağım bir şey değildi. Bu yüzden yeraltındaki en önemli isimleri masada görmek istemiştim
Taner Şahin dağ. Yeraltında önemli isim taşıyan insanlardan sadece biriydi. Genellikle silah kaçakçılığıyla uğraşırdı. Bunun yanı sıra Türkiye'nin pek çok yerinde kara para aklamakla meşguldü. Kazandığı paraları şirketlerden geçiriyor, temiz bir şekilde kullanışa sunuyordu. Bir sürü kumarhane mekanı vardı. Barlar, depolar, tırlar, Rıfat Turaç kadar olmasada o da iğrenç işlerin birliğindeydi.
Nedim Maraz, 40-lı yaşlarını çoktan geçmişti. Gözleri duygusuz bir şekilde önünü izliyordu. Garip biriydi, üstünde siyah takım elbise vardı. Boynun yarısından aşağı inen anlamını bilmediğim açıkcası uğraşmadığım bir dövme vardı. Uğraşılacak bir tip değildi. Acıması yoktu. Hakkında duyduğum iyi şeyler değildi. Ne tür işlerle uğraştığı pek belli değildi. Ortalıkta görünmez, toplantılar dışında meydana çıkmazdı. Tek bildiğimiz uyuşturucu ticaretinde parmağı olduğuydu. Başka işlerde de parmağı olduğuna adım kadar emindim. Yinede bunu ispatlayacak bir delile sahip değildim.
Ferhat Karakurt, babamla iş yapan açıkça bende saygısı olan insanlardandı. Dudakları arasında koyduğu sigaradan ciğerlerine bir nefes doldururken rahat bir şekilde sandalyesine yaslanmıştı. Onu tanıdım tanıyalı insanlara dik dik bakmak gibi bir huyu vardı. Silah kaçaklığıyla uğraşıyordu. Sattığı silahlarsa ruhsatsızdı. Sevkiyatlarını tamamlamak istediğindeyse devreye Ekrem Kurtcepe giriyordu.
Yeraltının bir çok sevkiyatı nerdeyse onun elinden geçerdi. Bir sorunum yoktu, ama kendisinden pek haz etmezdim. Gözlerinde gözlük vardı, bunun sebebi sağ gözünün altındaki derin yara iziydi. Kel kafalı, soğuk bakışlı bir adamdı. Onunda üstünde beyaz gömlek siyah pantolondan başka bir şey yoktu. Ceketini çıkarmış masanın başına atmıştı.
Onunla hemen karşı karşıya oturan Cenk Yılmaz. Yurt dışı bağlantılarıyla bilinirdi. Ekrem'le kavgalıydılar. Çünkü ikiside sevkiyat işine bakıyordu. Başka mekanda olsalar birbirlerine boğazına asılacak iki kişi bu masada sakin kalmaktan başka bir çare bulamıyordular. Çünkü başkasının masasında savaş başlatmak o kişiyi kendine düşman edinmekten başka bir anlama gelmezdi. Beni karşılarına almak isteyeceklerini düşünmüyordum, babam vefat etmiş olsa bile, hâlâ Payidar ailesinin arkasında duran bir sürü insan vardı. Ve bunların yanı sıra, benimle uğraşmak istediklerini sanmıyordum.
Bora Kansoy, 30 yaşındaydı. Babası öldükten sonra ona kalan işlerin başına geçmişti. Üstüne giydiği siyah gömlek pantolonun içinden çıkmış kırış kırıştı. Geceden kalma olduğunu anlamak zor değildi. Ona baktığımda bile gözlerimi saran tiksintiye engel olamadım. Bu yeraltında en nefret ettiğimiz insanlardan birisi kim diye sorsalar çekinmez Bora Kansoy derdim. İnsan Ticaretinin en önde giden insanlarındandı. Tek yaptığı gece gündüz içip gönül eğlendirmekti. Siyah saçları karışık, gözlerinin altı uykusuzluktan ya da başka bir şeyden mosmordu. Nice kadınların, çocukların hayatını mahvetmişti. Ve bundan gram pişmanlık duymuyordu.
Gözlerim masanın sağ tarafındaki sandalyelerden birine yerleşen İshak'a kaydı. Onu burda görmek beklediğim bir şeydi. Çünkü ismi geçince herkesin titrediği kişilerden biride İshak'tı. İshak insanlarla öyle bir oynardı ki, zekasına rakip yoktu. Yinede o zekası son zamanlar duraklamış gibiydi. Hafsa'yı Kemal'in evine sokanın o olduğunu öğrendikten beri kendisini nerde görsem üstüne atılıp ağzını burnunu dağıtmak istiyordum. Henüz yaşanan onca şeyin hesabını bana vermiş değildi.
Tüm bunların aksine İshak'la Bora'nın derin bir düşmanlığı vardı. Aralarındaki gerilim burdan bile hissediliyordu.
Sıkıntılı bir nefesle başımı sırtı bana dönük olan sandalyeye çevirdiğimde orda oturan kişininde başı hafifçe omzuna doğru döndü. Kemal Ordulu'yu bu masada görmek her zerreme öfke yaysada belli etmedim. Kimsenin karşısında kendimi küçük düşürecek değildim. Ama ondan Hafsa'ya yaşattığı her şeyin acısını misliyle çıkaracaktım. Her şeyini kaybeden Kemal Ordulu öyle bir üne sahipti ki yer altında hâlâ ortaya çıktığında kimse ağzını açıp ona tek kelime edemiyordu.
Gözlerimi ondan çekerek yan yana oturan iki kişiye kaydırdım. Toygun Kızıltan, siber suçlara bulaşmış bir insandı. Henüz gençti, ama her türlü bilgiye erişip, her türlü ayarla oynaya bildiği için gayet başarılı bir konumdaydı. Bir çok banka soygunlarında parmağı vardı.
Onun yanında oturan Arya Turaç'ı gördüğümde kaşlarım çatıldı. Rıfat Turaç'ın kızıda babası kadar bu işlerin içindeydi. Uzun zaman olmuştu onu görmeyeli, ama bugün bu masada olması açıkça beni biraz şaşırtmıştı. Babasının tüm kirli işlerini örten, devletten bilgi sızdıran sözde avukattı. Rıfat Turaç hem kendi yediği haltların üstünü örtmek için kızını avukat yapmış, hemde adını temizlemişti. O kızla bir muhattabım yoktu.
"Sonunda teşrif ettiniz." Parmakları arasında tuttuğu viski bardağını döndüren Bora kibirli sesiyle konuştu. "Akşama kadar bizi bekletirsiniz sandım." Sesli bir nefes kaçtı ağzımdan. Üstümdeki ceketi çıkarırken adımlarımı içeri götürdüm.
"Sıktık mı sizi?" Sesim fazla duygusuzdu.
"Yok Yavuz beyim." Elindeki içkiyi kafasına dikip masaya çarptığında dudaklarında belli belirisiz bir sırıtış vardı. "Babanın mallarına ne zaman konacaksın diye beklemekle meşguldüm. O gün bugünmüş desene." Kendisi babasının mallarına konduğu için her fırsatta bu durumda ezikleniyordu. Şimdi aynı olay benim içimde geçerli sanıyorsa yanılıyordu, çünkü ben onun gibi insanların hayatıyla oynamayı düşünmüyordum.
Masanın en başındaki sandalyeye geçip oturdum. Diğerleride çoktan masada yerlerini edinirken bu masadaki birkaç kişi hariç herkesin birbirini bir kaşık suda boğmak istediğine emindim.
Gediz abide içeri girip sağımdaki sandalyeye kurulunca bakışlarım masada gezindi.
"Esas misafirimiz nerede?" Sırtımı geri yaslarken bir kolumu sandalyenin kenarına diğer elimi masanın üstüne yasladım. Gediz abi kol saatini kontrol ederken Arya konuştu.
"Trafiğe takılmıştır." Gözleri benim üstümde gezinirken başını dikleştirdi. Yıllardır onda değişen tek bir şey yoktu. 20 yaşındayken babamla katıldığım bir toplantıda tanışmıştık.
O zamanlar babamla Rıfat Turaç arasında düşmanlık yoktu. Arya benden iki yaş küçük Üniversiteye yeni başlayan bir kızdı.
Kibirli tavrı bende her zaman ters etki yarattığı için kendisinden uzak dururdum.
"İstanbuldamiyiz Arya hanim?" Abim soğuk bir sesle sordu. "Ne trafiği?"
"Trafik bir tek İstanbul'da olmuyor ya Cafer bey." Arya kırmızı eldivenler taktığı ellerini masanın üstünde birleştirirken sahte bir tebessüm takındı. "Kuzenimi tanırım, bir yerlere geç kalmayı sevmez."
"Kuzeniniz." Dediğimde sesim biraz sert çıktı. "Ne güzel gizlenmiş senelerce." Akgün Turaç hakkındaki tüm bilgiler son iki gündür sosyal medyada boy göstermeye başlamıştı.
"O bizim aksimize meydana çıkmayı sevmez."
"Niye?" Ferhat sigarasını kül tabalasında söndürürken çattı kaşlarını. "Üstüne basıp geçeceğimizden mi korkuyor?" Ferhat'ın alaycı sözlerine karşılık Arya soğuk gözlerini ona çevirdi.
"Belki de o sizin üstünüze basıp geçecektir." Kuzenini fazla sıkı koruyordu. "Fazla kendinizden emin konuşuyorsunuz Ferhat bey."
"Bunu size düşündüren nedir?" İshak tek kaşını kaldırdı küçümseyici ifadesiyle. Ama tüm bunların altında Akgün hakkında bir bilgi edinmeye çalıştığını farkettim.
"Benden söz almaya mı çalışıyorsunuz?" Arya kandırılacak birisi değildi. Babası kadar şeytan bir insandı.
"Ne haddime." İshak fazlasıyla masum bir ifadeye büründü. "Sadece aniden ortaya çıkan bu kuzeninizin ne halt olduğunu merak ediyoruz." Sadece o değil, bu masadaki her kes merak ediyordu.
Aniden telefonu çalan Süleyman ortamdaki gerginliği bozmuştu. Nefesini vererek bana kısa bir bakış attığında önemli bir şey olduğunu anladım. Masadan kalkmasını onayalayan bir bakış attığımda kalkıp odadan çıkmıştı. Aklım Süleyman'da kalırken zar zor konuşmaya verdim dikkatimi.
"Kuzenim aniden ortaya çıkmadı." Arya'nın sinsi bakışları üstümüzde dolandı ve bende durdu. "Siz onu aniden farkettiniz."
"Nasıl aniden ortaya çıkmadı?" Aziz hafifçe öne doğru eğildi. "Kuzeniniz hakkındaki tüm haberler bile sitelere iki gün önce yüklenmiş."
"O da sizlerin dikkatsizliği." Arya'nın dediği gibi bu adam uzun zamandır ortalıktaysa nasıl farketmemiştik?
"Beyler." Duyduğum yabancı sesle gözlerim kapıya döndü. İçeri giren Akgün Turaç'ı farkettim. Resimdeki adam şu an kanlı canlı karşımdaydı. Bakışlarında sakinlik vardı. Ama nedense o sakinliğin altında yatan tehlikeyi daha ilk dakikadan hissettmiştim.
Yeşil irisileri teker teker masada dolanıyordu. Yüzünde fazlasıyla iyi rol yaptığı o tebessümle herkesi içine çekiyor kimin nasıl bir kişiliği olduğunu analiz ediyordu. Vücut dilinden çok iyi anladığını belli eden bir tavrı vardı. Aynı gözleri benimle kesişince diğerlerine kıyasla bana daha uzun bakmıştı. Onun karşısında değişmeyen ifademle gözlerimdeki soğukluk yerini korumuştu.
Diğerlerine yaptığı gibi benimde nasıl birisi olduğumu anlamaya çalışmış, bunu başaramamıştı.
Arya'nın yanındaki masaya geçip oturduğunda yüzündeki temkinli ifade değişmemişti.
"Nasılsınız?" Havadan sudan bir söhbet başlatıyordu. Üstümüzde sakin bir görünüm bırakmaktı niyeti.
"Hal hatir sormaya mi geldin?" Cafer'in iğneleyici tınısıyla Akgün ona baktı.
"Söhbet etmeye çalışıyorum." Nezaket kurallarının geçmediği bu yerde fazla nazikti. "Sonuçta ilk kez tanışıyoruz değil mi?" Elindeki dosyayı masaya bırakırken dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. "Ya da, sadece siz beni ilk kez tanıyorsunuz ama ben hepinizden haberdarım." İlk gözdağını vermeye başlamıştı. Burnumdan kaçan alaycı nefesle başı bana döndü. Sırtımı sandalyemden ayırıp öne doğru eğilerek dirseklerimi masaya dayadım.
"Saman altından su yürüttüm diyorsun." Yeşillerinde manidar bir bakışla rahat tavrını süzdürdü.
"İş yapacağım insanları araştırdım Yavuz bey."
"İş yapacağın?" Ekrem sordu temkinli bir ifadeyle. "Bu masada seninle iş yapacağımızı sana düşündüren nedir?"
"Hayal dünyasında yaşıyor." Nedim keyifli sesiyle konuştu. "Gelmiş geçmiş masaya, varımızı yoğumuzu önüne sermemizi bekliyor. Kıyamam."
"Bir teklif sunmadım." Elindeki dosyaları açarken teker teker evraklar çıkarıp masaya dağıtmaya başladı. "Aslında biraz daha söhbet etmek isterdim, ama siz madem konuya girelim diyorsunuz. O zaman anlatayım, benimle çalışmak zorundasınız." Herkesin önüne varan dosya benim önüme varmadı. Ama bu masada herkesin ismine yazılı bir dosya vardı. Bir tek İshak ben ve bizimkiler hariç.
"Ne bunlar?" Cenk anlamaz bir şekilde sorarken kendi isminin yazdığı evrağı çoktan eline almıştı.
Tufan meraklı bir şekilde gözlerini masada gezdirirken Süleyman çoktan odaya dönmüştü. Ona sessiz bir bakış attığımda bir sorun yok der gibi başını sallamıştı. İçimdeki rahatlama hissiyle artık tamamen görevime odaklanmaya dönmüştüm.
"Bana olan borçlarınız." Dediğinde Bora yeni doldurup çoktan dudaklarına götürdüğü içkiyi geri püskürtmüştü.
Dosyada her ne gördüyse bu onu bozguna uğratmıştı. "Yedi milyon mu!" Sandalyesinden fırladığı an öfke vücudunu sarmıştı. "Ben böyle bir borca girmedim s*ktiğimin evladı!"
"Bunlarda neyin nesi!" Cenk boğazındaki kravatı gevşetirken yutkundu sertçe. "Dosyada beş milyon borç olduğu yazıyor!" Zahir'in kaşları belli belirsiz çatılırken İshak'la ben tepkisiz bir şekilde masada olanları izliyorduk.
Akgün sandığımızdan daha akıllıydı.
"Bu borçları biz yapmadık!" Ekrem elindeki dosyayı masaya fırlatırken çoktan ayağa kalkmıştı. Akgün ve Arya yüzlerinde zafer kinayesiyle gayet rahattılar.
Masadaki herkesin ifadesini kasvet sarmıştı. Taner'in elleri tuttuğu kağıtlar yüzünden hafifçe titrerken diğerleride girdikleri şoktan kurtulamıyordular.
"Aldığınız faizler, yaptığınız sevkiyatlar, akladığınız paralar, hepsi sahte bir dosyanın üstüne kuruluydu." İshak'ın kaşları hafifçe havalanırken Akgün'ün oyununa açıkca biraz şaşırmıştı.
"Ne saçmalıyorsun sen orospu çocuğu!" Ferhat bağırarak ayağa kalktığında silahını çekip Akgün'e doğrultmuştu. Dosyasında ne kadar borç vardı bilmiyordum ama her zerresi öfkeden kasılmıştı.
"Ferhat!" Bu masada birinin ölmesini istemiyordum. "İndir silahını." Oyuna gelmiştiler, sinirlenmekte haklıydılar. Ama bu masada bir savaş başlasın istemiyordum.
"Neden bahsediyorsun sen!" Bana bakarak öfkeyle konuştu. "Adam resmen hepimizi sahte yollarla kendisine borçlandırmış!"
"Hiçbiriniz masum işlerle meşgul değilsiniz." Akgün somut ifadesiyle Ferhat'ın ona doğrulttuğu silaha baktı. "Siz milleti dolandırıyorsunuz, bende sizi bunda bir sorun mu var?" Kibirli sesine karşılık Cenk öfkeden titreyen elini ona doğrulttu.
"Bunu yapamazsın!" Dosyayı avcunun içinde sıkıyordu. "Hile bu, benim sana borcum yok bunu ödemeyeceğim!"
"Ödemeyeceksin." Akgün kaşlarını piskopat bir adamdan farksız kinayeyle kaldırdı. "Peki benim senide, o çok sevdiğin ailenide öldürmeyeceğimin garantisini sana ne veriyor?" Gözlerim hafifçe genişledi. Cenk'in ailesi mi vardı? Bu adam hepimizin bildiğinde daha fazla şey biliyordu.
"Ne?" Cenk'in beti benzi atarken Akgün gülümsedi genişce.
"Bende öyle düşünmüştüm." Aynı gülümsemesi hızla soldu ve donuklaştı. "Ya işi kabul edersiniz, ya da kimsenin bilmediği o sırlarınızı bu masada deşifre etmekten çekinmem." Ceketinin iç cebinden bir kalem çıkarıp onu masanın ortasına attı. "Şimdi beyler, başlayın." Benim yaptığım bu toplantıyı sanki daha önceden tahmin etmişti. Buraya hazırlıklı gelmişti. Böyle bir toplantı düzenleyeceğimi biliyordu.
Akgün bu masadaki herkesi devirmekten çekinmiyordu. Masadaki herkes kısa bir an birbirleriyle bakıştı. Hepsinin yüzü solmuş, solukları kesilmişti. Bu iğrenç insanların bile değer verdikleri birileri vardı. Belkide kirli sırları, korkuları. İlk adımı atan Ekrem oldu. İsteksiz bir şekilde kalemi alıp dosyayı imzaladı. Onun ardından diğerleri takip etti. Gediz abi hafifçe kulağıma eğildi.
"Sence bize neden bulaşmadı?" Sorusunu sadece ben duydum. Nefesimi verdim. "Öğreneceğiz." Karşımdaki adamın kolay biri olmadığının farkındaydım. Ama bende kolay birisi değildim.
Dosyalar imzalandıktan sonra hepsi ağız dolusu küfürler içinde yerlerine oturmuştu. Masadaki bir çok kişi ayağından asılmış kurbanlık koyun misali Akgün'e bağlıydı. Akgün topladığı evrakları dosyanın arasına yerleştirirken bize baktı.
"Ve siz Yavuz bey." Dudaklarında rahatsız bir sırıtış vardı. "İtiraf etmeliyim ki, abiniz fazla akıllı oynuyor." Gözleri İshak'a kaydı. "Sizin içinde aynısını söyleyeceğim. Ne kadar çabalarsam çabalayayım sizi kendime borçlandıracak bir açık bulamadım." Denemişti.
Sandığım gibi değildi. Akgün Turaç bizide mahvetmeyi denemişti ama yapmamıştı.
"Kendimi fazla yormak istemiyorum." Bu sefer iki dosya çıkardı ve onu masada bize doğru itti. Ben yerimden dahi kıpırdamazken İshak burnundan verdiği sıkıntılı nefesle dosyayı alıp açtı. "Benimle güzellikle anlaşacağınızı düşünüyorum." İshak ağızının içinde bir şeyler mırıldanıp dosyayı okudu ardından başını kaldırıp Akgün'e baktı. Dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi.
"Hangi aptal bunu imzalar?" Dosyayı kapatıp masanın üstünde bana doğru itti. "Göz göre göre seni içimize alacağımızı düşündüren nedir?" Dosyayı alıp açarak ona göz attım. Bu adam yaptığı tüm kirli işleri bizim gemilere yüklemek istiyordu.
Bunun için bir anlaşma hazırlamıştı. Tüm sevkiyatların, kara paraların, ve ticaretlerin bizim gemilerle yapılmasını istiyordu. Soğuk bakışlarımı ona çıkardım.
"Bunu kabul etmiyorum." Dosyayı kapattım ve sertçe Akgün'e doğru ittim. "Kirli paraya bulaşmayacağım." Hiçbir kadının ya da çocuğun ahını alacak değildim. Bora'yı devirmeye çalışırken başka bir adamla iş birliği yapacak değildim.
Bu alemde İnsan ticaretinde en sık ismi geçen Bora'ydı. Ve İshak yıllardır onu devirmeye çalışıyordu. İshak'ın bir çok kadını ve çocuğu Bora'nın elinden kurtarmışlığı vardı. Bu tür işlerden gelen paraları kabul etmezdi. Bu yüzden Bora ile aralarında derin bir düşmanlık vardı.
"Bugün siz kabul etmesiniz bile, yarın ya da kim bilir bir sonra ki gün etmek zorunda kalacaksınız." İmalı tanısına karşılık Tufan konuştu.
"Öyle mi?" Onların nasıl bir aile olduklarını öğrendikten sonra kardeşlerimin içindeki kin öfke çoğalmıştı. "Nasıl ettirecekmişsiniz?"
"Affedersiniz ama." Akgün ellerini masanın üstünde birleştirdi. "Siz kimsiniz?" Küçümseyici çıkan sesine karşılık Tufan güldü sesli bir nefesle.
"Tanışmak ister misin?" Diye sorduğunda Akgün ona soğuk bir bakış attı.
"Lütfen."
"Memnunyetle." Tufan oturduğu sandalyeden kalktığı gibi öne uzanıp Akgün'ün yakasına doladı bir elini. Ardından Akgün'ün yüzüne geçirdiği kafasıyla beraber odada kemiğin kırılma sesi yankılandı. Ancak hiçbirimiz masadan kalkıp onu durdurmadık. Bunun aksine Akgün'e nefret duyan herkes bu halden memnundu.
"Ne yaptığını sanıyorsun!" Arya kuzenini korumaya geçince Tufan nefesini vererek burnunu tutan Akgün'ü sandalyesine geri itti.
"Kendimi tanıtıyorum." Öfkeli gözleriyle Tufan'a bakan Akgün elini beline götürürken gözlerim kısıldı.
"Bunu yaptığın an kafana sıkarım." Gözleri bana kaydı. Onun en başından beri sakin bir tip olmadığının farkındaydım. Yumruğu yer yemez nezaketi kaybolmuş gözlerini tehlikeli bir ifade sarmıştı.
"İyi misin?" Arya'nın endişeli sorusuyla Akgün ceketinin ön cebine takılı olan mendili çıkarıp burnuna tuttu.
"İyiyim." Dediğinde Arya'nın elini itekledi. Arya nefesini vererek geri yerine otururken düşmanlık taşıyan bakışlarını Tufan'a dikti. Tufan'sa bir avcıdan farksız gözlerini Akgün'den ayırmadan yerine oturdu.
"Tatsız bir tanışma oldu." Akgün tehlikeli sesiyle konuşurken gözlerini dikti Tufan'a. "Eminim zamanı geldiğinde sizde beni tanıyacaksınız. Ama merak etmeyin, bundan daha tatsız olacağından emin olacağım."
"Dört gözle bekleyiriz." Zahir buzdan bile soğuk bir tonla konuştu.
"Zahir bey." Dedi Akgün ona bakarken. "Siz bunun dışında kalın."
"Sen kardeşime laf edecesun, bende dişinda kalacağum?" Zahir bir dirseğini masaya yaslarken iğneleyici bir sesle konuştu. "Hiç sanmayirim."
"Siz öncesinde kendinizi korumaya bakın." Akgün sahte bir endişeyle konuştu. "Söylesenize Zahir bey, hâlâ kabuslar görüyor musunuz?" Onun sorusuyla Zahir'in masanın üstünde duran eli yumruk oldu. Artık ileri gitmeye başlamıştı.
Oturduğum sandalyede rahatsızca ona baktım. "Sözlerine dikkat et." Biraz daha devam ederse ben Tufan kadar sakin olamayacaktım.
"Onin kabuslarından saa ne piç kurusi." Cafer sinirle konuşurken ona Süleyman eşlik etti.
"Kapat o çeneni yoksa biz kapatırız."
"Hatta bence başlamalıyız." Diye Süleyman'a destek oldu Aziz.
"Neden kızıyorsunuz?" Gözleri kısa bir an bana kaydı ve tekrar Zahir'i buldu. "Açıkça merak ediyorum, gerçekten sizin için üzülüyorum. Annesi yakılarak ölen birisi için tüm bunlar zor-" o sözünü tamamlayamadan Zahir ayağa kalkıp silahını çekmişti. Vücudum bu adamın ümüğü sıkma isteğiyle kasıldı. Geçmişimiz hakkında bu kadar şeyi nasıl biliyordu?
Akgün iki kaşı arasına doğrultulan silaha bakaraken bir hayli duygusuzdu. Oturduğum sandalyeden kalktığımda Zahir'i durdurmak için hiçbir şey yapmadım. Kan dökülmesini istemiyordum. Ama bu kadar ileri gidiyorsa, bu onun hatasıydı.
"İndir o silahı!" Arya ayağa kalktığında Zahir öfkeden kasılmış vücuduyla silahını hâlâ Akgün'e doğrultuyordu.
Zahir tepkisiz bir şekilde tetiğe basmaya hazırlanıyordu. Bakışları kısa bir an bana kaydığında, onu durdurmadım. Bakışlarımdaki sessizlik bu işi tamamen ona bıraktığımın kanıtıydı. Parmağı tetiğin üstünde bekledi. Birkaç saniye herkes nefesini tutmuştu. Ama sıkmadı, kendisini değil bizi düşündü. Bir küfür savurarak silahı beline taktı. Öldürücü bakışları Akgün'ü terketmedi.
Burnumdan sessiz bir nefes kaçtı. Soğuk gözlerim Akgün'ü buldu. Sandalyesinden kalktı.
"Anladığım kadarıyla anlaşmak istemiyorsunuz." Onunla birlikte Arya'da haraketlenmişti. "Sorun değil, ne de olsa zamanla sözlerimin değerini anlayacaksınız." Masadaki herkes ona öldürücü bakışlar atarken mendili burnunda çekti ve gülümsedi. "Bu arada, babanız için gerçekten çok üzgünüm." Gerçekten üzülüyormuş gibi başını hafifçe eğince omuzlarım gerildi. "Başınız sağolsun." Gözlerinde sadist bir ışıltı parladı. "Aklım almıyor abiniz bunu nasıl yaptı."
Kaşlarım çatıldı. Abim derken?
"Ne saçmalıyorsun?" Başımı dikleştirip sorarken İshak'ın ifadesi kasılmıştı.
"Kapa çeneni." Neyi gizlemeye çalıştıklarını anlamadım.
Cafer oturduğu sandalyeden kalkarken onunda beti benzi atmış gibiydi. Ona eşlik eden Tufan ve Aziz'inde aşağı kalır yanı yoktu.
"Haberiniz yok mu?" Şaşırmış gibi kaldırdı kaşlarını. "Babanızı abinizin öldürdüğünden."
Duyduğum sözlerle bu sefer yüzüme ulaşan şok ifadesini gizleyemedim. Vücudum kaskatı kesilirken irislerim genişledi. Duyduğum sözlerin kötü bir oyun olduğunu sandım. "Sanırım ağzımdan kaçırdım." Yaptığı şeyin keyfiyle konuşurken geniş bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. "Üzülmeyin, böyle şeyler..aile içinde olur." Nefesini vererek kanlı mendili masaya attı. Donuklaşmış ve öfkeden kasılan vücudum şokun etkisindeyken arkasını döndü. Ama aklına bir şey gelmiş gibi durdu.
"Unutmadan." Ceketinin iç cebinden bir resim çıkararak yanıma yürüdü. Gözlerim onu büyük bir tehlikeyle takip ederken masanın üstüne tam önüme bıraktığı resme baktığımda olanlara anlam veremedim.
"Bunu karınıza verirsiniz." Gözlerim genişlerken masanın üstündeki eski resim beynimin içinde şimşeklerin çakmasına neden oldu. Vücudumun iliklerine kadar öfke akın etti. "Emaneti uzun zamandır bendeydi." Son sözleri vücuduma saplanan binlerce bıçaktan fakrsızdı.
Hafsa'nın annesinin olduğu bir resim bu adamda ne arıyordu?
Ne demek uzun zamandır ondaydı?
****
BÖLÜM SONU.
Yeni bölümde görüşmek üzere Allah'a emanet seviliyorsunuzzz❤️💓
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 90.78k Okunma |
5.78k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |