23. Bölüm

23 BÖLÜM-KADER KURBANI

Selin Eliz
selinelizben

"Herkesin acısı sevgisi kadar~Müslüm Gürses~Hangimiz sevmedik?"

 

****

 

Hafsa Polatlı

 

"Abim sana cevap veriyor mu?" Diye sordum oturduğum yataktan Zerda'ya bakarak. Aynanın karşısına oturmuş saçlarını tararken aynı zamanda da hızla telefonunu kontrol edip duruyordu.

 

"Hayır." Dediğinde artık onuda germeye başlamıştım. "Hafsa, biraz acaba sakin mi olsan hani daha bir saat oldu ya bunlar evden çıkalı." Haklıydı, kahvaltı ettikten sonra korumaları kapıya dikip kaçar gibi çıkmıştılar evden. Ardından Yavuz ne attığım mesajlara bakmıştı, ne de aramalarımı açmıştı. Telefonun şarjı var mıydı yok muydu ondan bile emin değildim. Belki de sessizdeydi. Yoksa o bana cevap verirdi.

 

"Doğru söylüyorsun." Diye kendime güvence verdim. Günler sonra ilk kez kabussuz bir şekilde uyumuştum. Ama içimdeki o kötü his bir türlü geçmiyordu. Piskoloji olarak gerçekten berbat bir durumdaydım.

 

"Stres yapma." Zerda nefesini vererek kalktı sandalyesinden ve yanıma ilerledi. Yatağa oturdu. "Hem ne dedi doktor, sana stres yasak." Elini kaldırıp karnıma koyduğunda gülümsedim. "Küçük şeytanımız için bence daha az böyle kendini strese sokmalısın." Gülerek ona baktım.

 

"Sensin be şeytan." Ellerimi karnıma koydum. "Benim bebeğim masum."

 

"Masum mu?" Nadir abinin sesini duyduk. İkimizinde başı anında kapıya döndü. Ne zaman gelmişti bilmiyorum ama omzunu kapı pervazına yaslamış şefkat dolu gözlerle bize bakıyordu. "O damat bozuntusundan masum bir şeyin çıkacağına hiç inanmıyorum."

 

"Nadir abi." Dedim hafifçe yerimde dikelerek. Yüzünde tebessümle sırtını ayırdı kapı pervazından.

 

"Nasılsınız?" Sorusu hafif bir endişe taşıyordu. Zerda gülümseyerek baktı ona.

 

"Şu hanımefendi birazcık paranoyak hallerinden vazgeçerse daha iyi olacağız." Fısıltıyla konuştu. "Olur olmadık şeyler düşünüp kendisini strese sokuyor!"

 

"Ne yapayım?" Umutsuzca konuştum. "Öyle bir kara bela bulutu takılı ki peşimize düşünmeden edemiyorum." Dediğimde Zerda'nın bakışları yumuşadı. Usulca elini uzatıp saçlarımı okşadı.

 

"Biliyorum." Bakışlarında anlayış vardı. "Ama gerek var mı kendini böyle üzmeye? Kafanı boş şeylerle doldurmanı istemiyorum." Zerda son zamanlar geri gelen kabuslarımdan haberdardı. Bu yüzden ne kadar belli etmesede yeşil harelerinde benim için endişe vardı.

 

"Doğru söylüyorsun." Belki de ben fazla abartıyordum.

 

"Ne düşünüyormuş bakalım benim güzel kızım?" Nadir abinin bir baba şefkatiyle çıkan sesi içimi ısıttı. Yatakta sesli bir nefesle yanıma oturup bir kolunu başımın arkasından geçirince ona izin verdim. Çocukken az yoktu bana böyle masal okumuşluğu. Son zamanlar olanlardan sonra Nadir abiye karşı içimdeki güven artmıştı.

 

Yinede ona kırgın olduğum konular vardı. Annemin katilini tanıdığı halde bunu bizden gizlemişti. Neden yaptığını biliyordum, bunu söyleyerek bizi üzmek istememişti. Ya da o da bir intikam için susmuştu. Her halükarda annemin katilinin Cihan Polatlı olduğunu söylemesini isterdim.

 

"Ondan bir haber var mı?" Diye sorduğum an bana bakan kahverengi gözlerini soğukluk sardı. Kimden bahsettiğim tek bir bakışımdan anlamıştı.

 

Zerda'yla arasında kısa sessiz bir bakışma geçti. Ardından nefesini verdi. Yıllar onu yaşlandırmıştı. her geçen yıl biraz daha değişmişti. Nadir abi bizimle birlikte yaş almış yaşlanmıştı. Kahverengi gözleri eskisi kadar hisli ve sakin, yüz ifadesi her zaman bize karşı sevgi doluydu. O bir baba gibi seviyordu bizi.

 

"Hangi deliğe girdi bilmiyorum." Çenesi hafifçe kasıldı. Hâlâ anneme olan aşkı dinmemişti, aklım almıyordu..nasıl da farketmemiştim. Oysa Nadir abi anneme her baktığında gözlerinin içi gülerdi. Çocukken şefkat sandığım o bakışlar, aslında tamamen aşktan kaynaklıymış. "Ama arıyorum." Yüzünde kararlı bir ifade yer edindi.

 

"Onu bulacağım." Hâlâ öfkesi dinmemişti. "Bana ve size vermesi gereken bir hesap var. Hesabını vermeden gebermeyecek o piç kurusu."

 

"Bulduğunda ne yapacaksın abi?" Diye sordu Zerda.

 

"Bilmiyorum." Yılların savaşından çıkmış gibi yorgundu Nadir abi. "O adam Zümra'yı bir gün olsun sevmedi." Gözleri hatırladıklarıyla karardı. "Onun savaşı benimleydi." Her kelimesinde kalbim daha fazla acıdı. Harelerimdeki kederle beni sarmalayan Nadir abiye baktım.

 

"Neden abi?" Sorduğum soru yüzünden alacağım cevaptan korkuyordum.

 

"Ailesine karşı gelemeyecek kadar korkaktı." Küçümseyici ve öfkeli sesiyle anlatmaya devam etti. "O adam bir gün olsun aşktan istemedi Zümra'yı, hadi aşktan istese..Zümra ona aşık olsa neyse ben çekilirdim bir kenara. Mutlu olsun yeter derdim, ama değildi. İkiside birbirlerinden nefret ederdi." Bu hikayeyi ilk kez bu kadar detaylıca onun dilinden dinliyorduk. Zerda'da bende kederli ifademizle Nadir abiye odaklanmıştık.

 

"Ondan vazgeçmesini istedim." Bir insan için ne kadar zor olduğunu anlatan yüz ifadesi kasıldı. "Adam akıllı bir şekilde karşısına geçip ailesine bu evliliği istemediğini söylemesini istedim." Gözleri öfkeyle titreşti. "Ama ben ortaya çıktığımda daha düne kadar Zümra'nın yüzüne bakmayan Polatlı bir savaş başlattı bana karşı."

 

Nadir abi, babam olacak o adamla konuşmuş ama işte o an Cihan Polatlı buna karşı çıkmıştı. O insan iğrenç birisiydi, ne onunla mutlu olmamıza izin verirdi, ne de bir başkasıyla. Sadece Nadir abi saçlarımı okşadığında bile bu onu öfkelendirirdi. Ona göre sözde ona ait olan bir şeye başka hiç kimse dokunamazdı. Hiçbir zaman anlamadığı gerçekse şuydu, biz asla ona ait olmamıştık.

 

"Yani sırf prensip meselesi diye seninle savaşa mı girdi?" Zerda'nın hayret dolu sesiyle Nadir abi yılların yükünü taşıyormuş gibi sesli bir nefes verdi.

 

"O şerefsizin kafası çok garip bir şekilde çalışıyor." Ruh hastasıydı. "İstemediği kadını sırf gücünü kanıtlamak için yanında tutup bunu şeref sanacak kadar aşağlık bir adamdı." Annemden bahseden Nadir abinin yüreğindeki özlem ateşi giderek büyüyordu.

 

"Neden kaçmadınız abi?" Dediğimde sesim Nadir abiye öylesine dargın çıktı ki bu onunda canını yaktı.

 

"İstedim." Başını hafifçe eğip küçük bir kız çocuğuna bakar gibi bana baktı. "Çok istedim." Hayıflanır gibi nefesini verdi burnundan. "İkna edemedim, onu ikna etmeyi başardığımda düğün günüydü." Yüzünün her zerresi hasrete sarıldı. "Üstündeki gelinlik öyle yakışmıştı ki.." Güldü durgun bir şekilde. "Tek acı gerçeğiyse o gelinliği benim için giymemişti." Hafif dolan gözlerini odada gezdirdi. "Giydiği o gelinlik o gece ikimizinde kefeni oldu."

 

O gece annemle kaçamamıştılar. Yakalanmış, Nadir abiyi ölüme terketmiş, annemi zorla o nikah masasına geri götürmüştüler. Bilmedikleri tek gerçekse o gece Nadir abinin ölmeyip, bir gün geri döneceği olmuştu.

 

"Çok mu seviyordun annemi?" Diye fısıldadığımda gözlerinin içinde hâlâ aşkı ışıldamaya devam ediyordu.

 

"Annenin benim tüm hayatımdı." Sevgisi bir an olsun azalmamıştı. "Annen benim yaşama sebebimdi." Masal anlatır gibi sesi sakin ve huzurluydu. "Onu ilk Mardin'de gördüm."

 

Zerda kucağına bir yastık çekerken giderek daha da burukluk taşıyan ifadesiyle izledi bizi. "Nasıl oldu abi, özel değilse anlatsana."

 

Nadir abi kısa bir an Zerda'ya baktı. Ardından aynı bakışları bana kaydı. Benimde aynı merakla kendisine baktığımı fark ettiğinde sesli bir nefes verdi. "Anlatayım bakalım." Ayakkabılarını çıkarıp iyice yerleşti yatağa ve birkaç saniye düşünür gibi mırıltılar çıkardı.

 

"Mardin'de gördüm, çalışmak için girdiğim konakta."

 

"Behzat dayımın konağı mı?" Diye sordum çocuksu hevesimle. Annemin akrabalarıyla pek bir samimiyetim yoktu. Annem bir tek Behzat abisinin iyi birisi olduğunu söylerdi. Onu çocukken birkaç kez görme şansım olmuştu. Çok hatırlamıyordum. Ama bana karşı kötü davrandığını hatırlamazdım. Törelere karşı gelmeyen bir adamdı, ama tüm bunların yanı sıra annem onun içinde merhamet olduğuna inanırdı.

 

"Behzat dayının konağında işe girmiştim." O anları düşünür gibi derinleşti bakışları. "Ne anam var ne de babam, kendimi bildim bileli yetimim." Bunlar Nadir abi hakkında ilk kez duyduğum şeylerdi. Onun için elimde olmadan üzülmeye başlamıştım. O da yetimdi. Bizim gibi.

 

"Behzat'ın konağında işe girdiğim ilk gün, bahçede görmüştüm anneni." Dudaklarında hisli bir tebessüm oluştu. "Üstünde mavi bir elbise vardı. 17 yaşındaydı." Hayranlığı hâlâ üstündeydi.

 

"Nasıldı annem?" Ben annemi bildim bileli hep üzgündü. Bize gülümserdi, ama ben o gülümsemelerin altında bir çok acılar yattığını bilirdim. Bize belli etmezdi, lakin o gülüş tonlarca acı taşırdı.

 

"Çok güzel." Anlatmaya doyamaz gibi iç çekti. "Gülüşü Hafsa, gülüşü yüreğime acı yüklemezdi o zamanlar. Bana bir baksa kalbim deli gibi atar, kendimi dünyanın en zengin adamı hissederdim." Güldü kendine atıfat bulunur gibi. "6 bin lirayı bir arada görmemişim, ama bana sorsan Zümra bana güldü diye dünyanın en zengin adamı benim." Hâlâ bu hisleri unutmadığı için gurur duyduğu sesine yansıyordu. Annemin böylesine seven bir adam varken, ben yıllarca babamın o iğrenç bakışları altında ezilmiştim.

 

O zamanlar Nadir abinin muhtamelen maddi durumu iyi değildi. Ama onun için en büyük zenginlik, annemin gülüşüydü. Kahverengi gözlerine çoktan yaşlar dolmuştu. Aklına gelen her anı onun yüreğini biraz daha acıtıyordu. Benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu. Gözlerim yaşlarla dolmuş, ama ağlamamak için onları tutuyordum. Benim aksime Zerda çoktan yanağına düşen bir damla yaşı silmişti.

 

"Abi." Dediğimde Nadir abi dolu gözlerini bana indirdi. "Keşke babam sen olsaydın." Sözlerim onu ne denli yaraladı bilmiyorum, ama ben bunları söylerken sesim titredi. Canım yandı. Nedenini anlamadığım bir şekilde canım çok yandı. Sözlerim karşısında irisleri genişleyen Nadir abinin yüzüne acı dolu bir ifade sarıldı.

 

İsterdim. Babamın Nadir abi olmasını çok isterdim. Öylesine bir adamın kızı olduğumu bilmek canımı yerinden söküp alıyordu. Annemin katilinin kanında olmak kendimden iğrenmeme neden oluyordu. Annemi öldürenin değil, annemi yaşatmaya çalışanın kızı olmak isterdim.

 

Nadir abinin tepkisini bekledim, ama bakışları yetti. O da bunu çok isterdi. Bana olan bakışlarından ben bu anlamı çıkarmıştım. Nadir abi bana öz kızına bakar gibi bakıyordu. Çocukken bile bana kendimi sevdiren onun bakışları olurdu. Nadir abi bana baktığı zaman kendimi gerçekten birilerinin prensesi gibi hissederdim.

 

"Ay aman.." Zerda çoktan yanaklarına düşen yaşları silerken oflayıp pofladı. "Yeni rimel sürmüştüm hep aktı sizin yüzünüzden!" Dedi ama hâlâ ağlıyordu. Zerda'da bende babadan yaralı kız çocuklarıydık. İkimizinde babası beş para etmez adamlardı. Zerda öz babası yüzünden tacize uğramış, benim babamsa annemi benden almıştı.

 

Güldüm titrek bir sesle ve nefesimi verdim.

 

"Ben kalkayım." Nadir abi benim dışında odanın her yerine bakarken yavaşça haraketlendi ve kolunu çekti başımın arkasından. Sesindeki titremeyi zorla bastırıyordu. "Dikkat et kendine, geleceğim ben yine." Konuşamama bile izin vermeden yangından mal kaçırır gibi kapıya yürüyüp kendini resmen dışarı atmıştı.

 

Bu garip hallerine pek anlam veremedim. Muhtemelen sözlerim onu etkiledi diye düşünmüştüm. Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildiğim an Zerda'nın bakışları yumuşadı.

 

"Hafsa.." Nadir abinin yerini aldığı gibi çattı kaşlarını beni azarlar gibi. "Yemin ederim ağlarsan ararım Yavuz'u!" Gözyaşlarıma rağmen güldüm ve hafifçe devirdim gözlerimi.

 

"Ağlamıyorum. Ayrıca arasan bile açmıyor ki öküz." Telefonuma uzandım. "Hayır yani senin evde hamile bir karın var, hangi sebepe dayanarak telefonu açmıyorsun ki hödük." Numaralara girip Yavuz'un numarasını ararken gözlerimde yaş, çatılmış kaşlar ve sarkık dudaklarla nasıl komik görünüyorsam Zerda güldü.

 

"Sen az önce ağlamıyor muydun ya?" Ona yandan bir bakış attım.

 

"Ağlamam ben, kış kış git hadi rahat bırak beni hamileyim ben." Ona laf yetiştirirken bir taraftanda Yavuz'u aramakla meşguldüm. Ama beyefendimiz açmıyordu.

 

"Aa!" Diye güldü Zerda ve kalktı yataktan. "Emredersiniz sultanım, başka bir isteğiniz var mı?"

 

"Var, git bana Yavuz'u bul ayı açmıyor hâlâ telefonumu, kim bilir nerde!" Zerda bana keyifli bir bakış attı ve ellerini beline koydu.

 

"Süleyman'ı aradın mı?" Herkesi aramıştım ama Süleyman'ı aramak aklımın ucundan geçmemişti.

 

"Doğru dedin." Numaralardan bu sefer Süleyman'ı aramaya koyuldum. Yatakta hafifçe oturur pozisyona gelerek onu aradım. Yaklaşık 30 saniye çaldıktan sonra telefon açıldı.

 

"Buyur yenge." Arkadan gelen boğuk muzik sesleriyle kaşlarım çatıldı. Zerda bana 'açtı mı?' diye bir bakış atarken onu gözlerimle onayladım.

 

"Alo Süleyman, Yavuz yanında mı?"

 

"Yanımda yenge, bir şey mi oldu sen iyi misin?" Benim için endişeli çıkan sesine karşı küçük bir tebessüm ettim.

 

"İyiyim Süleyman, Yavuz telefonlarımı açmıyor o yüzden aradım." Arkadan muzik sesleri çoğalınca karşılarım çatıldı.

 

"Ne o muzik sesi, şirketde değil misiniz siz?" Arkadan gelen o haraketli muziğin bir şirketde çalmadığına emindim.

 

"Ne muziği?" Zerda tek kaşını kaldırıp yanıma yaklaşırken omuz silktim.

 

"Biz?" Süleyman afalladı. "Biz, şirketteyiz yenge başka nerede olacağız?" Yalan söylemeyi hiç beceremiyordu.

 

"Süleyman, nerdesiniz?" Şüpheli sesimle bir kez daha sordum.

 

"Barda." Masum masum cevap verdi.

 

Ne var bunda?

 

Bardalar.

 

"Ne!" Ağzımdan çıkan şok dolu çığlıkla sırtımı yatak başlığından ayırdım. "Ne barı Süleyman!"

 

"Bar mı?" Zerda şaşkınca baktı bana. "Ne barı!" Hızla telefonu elimden alıp hoparlöre aldı.

 

"Süleyman, bana bak Tufan orda mı!" Onun öfkeli sesiyle Süleyman'ın ürkmüş gibi mırıldanmaları yükseldi. Ne yapacağını şaşırmış gibi konuşmaya başladı.

 

"Yengelerim bir sakin olun-"

 

"Yavuz orda mı!" Bunların ne işi vardı barda!

 

"Yenge, Allah'ın adını verdim bildiğin gibi değil-" ne bilmem gerekiyordu? Benim kocam evden ben şirkete gidiyorum diye çıkıp da barda ne arıyordu?

 

"Orada mı Tufan!" Kıskançlık krizinin başında olan Zerda'nın sorusuna karşı Süleyman sesli bir nefes verdi.

 

"Burda-"

 

"Öldüreceğim onu!!" Diye bağırdığı an sesi tüm odayı sardı.

 

Telefonu kaptım Zerda'nın elinden. "Yavuz orda mı!" Nasıl öfkeyle konuştuysam Süleyman korkmuştu.

 

"Burd-"

 

"Ne işi var orda!" Aklıma binbir türlü düşünce gelirken irislerim genişledi. Yavuz'un ne işi vardı barda? En iyi seçeneği düşünmek istedim ama en iyi seçenek diye bir şey yoktu! Onca kadının olduğu yerde bu ayı ne arıyordu?

 

"Konum at!" Zerda öfkeyle konuşurken abimi boğacağına emindim.

 

"Yenge, gözünü seveyim bir durun!" Süleyman aciliyet dolu bir sesle konuştu. "Sandığınız gibi değil, toplantı için burdayız!"

 

"Ne toplantısı Süleyman, hangi kız daha güzel toplantısı mı!" Zerda'nın sözleriyle gözlerim genişledi.

 

"Ne kızı ya?" Sesim korkuyla çıktı. "Kızlar mı var orda!" Diye hızla telefona döndüm.

 

"Var." Süleyman yüreğime indirmeyi düşünüyorsa tam yeriydi.

 

"Ne demek var?" Telaşla sordum. "Yavuz'un o kızların yanında ne işi var!"

 

"Ve Tufan'ın!" Diye ekledi kıskançlıktan kalp krizi geçirmesine ramak kalan Zerda. Gerçi benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu. Yavuz beni aldatmazdı. Ama orda ne işi vardı? İliklerime kadar inen bu kıskançlık illet bir şeydi.

 

"Ya öyle var değil, varda bize yok!" Süleyman işleri iyice bilmeceye çevirirken artık aklımın tüm devreleri yanmak üzereydi.

 

"Ha birde size olaydı!" Diye yükseldi Zerda.

 

"Süleyman neden bahsediyorsun? Ne işiniz var barda şu durumu adam akıllı anlatır mısın-" sözlerimi bölen şey Zerda'ın telefona doğru bağırması oldu.

 

"Öldüreceğim o Tufan'ı!" Diyerek bir elini sarı saçlarına daldırdı. Ardından hızla çekip işaret parmağını bana doğrulttu. "Sende o Yavuz'u öldüreceksin!"

 

"Zerda ben kocamı öldüremem!" Ne saçma bir durumun içindeydik biz.

 

"Kocan başka kadınların yanında sen hâlâ onu mu düşünüyorsun!"

 

"Ne kadını ya!" Ağlayacaktım nerdeyse. "Süleyman Yavuz kadınların yanında mı!"

 

"Kadınların değil, kadın var ama-" Gözlerim genişlerken elimle ağzımı kapattım. İkimizde aynı anda şokla birbirimize baktık. İçimdeki kıskançlık her geçen an biraz daha yükseldi, yüreğim acıyla kasıldı. Zihnime bir sürü saçma düşünceler doldu.

 

Ne kadını?

 

Kıskançlık büyük bir hastalığa dönüştü ve her zerreme yayılmaya başladı. "Yavuz'un yanında kadın mı var!" Titreyen sesimle bağırıp sorarken Süleyman sesli bir nefes verdi.

 

"Bir anlatmama izin verse-"

 

"Sus! Sende onları koruyorsun! Nerdesiniz çabuk söyle!!" Telefonun ekranına öyle bir basmıştı ki yanlışlıkla kapatma tuşuna denk gelmişti parmakları. Öfkeyle kalktı ayağa, Süleyman'ı tekrar aradı. Odada volta atarken elini sarı saçlarına daldırdı. Bense afallamış ifademle boşluğa bakıyordum.

 

"Geberteceğim onu, hele bir gelsin!" Kıskançlıktan delirmiş bir haldeydi.

 

"Başka bir şey vardır işin içinde." Dediğimde kafamdaki aptal düşünceleri bir kenara ittim. Zerda'nın öfkeli ifadesini giderek hayal kırıklığı sardı. Alt dudağını içeri kıvırdığında artık onunda gözlerinde kırgınlık vardı.

 

"Ya bizi aldatıyorlarsa?" Bu düşünce canımı parçalara ayırdı. Öyle bir şey yoktur. Benim Yavuz'a güvenim tamdı. Ama Süleyman'ın söylediği onca şey içime belli belirsiz bir kurt düşürmüştü.

 

"Yapmazlar." Dedim başımı iki yana sallayarak sonra şüpheyle baktım ona. "Yapmazlar dimi?"

 

Zerda'yla ben diğerleri eve gelene kadar birbirimizi gazlayıp durduk. Bir bakıyorduk ben Aldatmaz diyordum, bir bakıyorduk Zerda aldatmaz diyordu. Sonra oturup sızlanarak ağlıyor endişeyle birbirimizi doldurup duruyorduk. Süleyman'ı aramaya çalışmıştık ama yüzüne kapattıktan sonra geri dönüp bize cevap vermemişti.

 

Eğer içime düşen bu kurt daha derine inerse artık kalbimi saran endişeden dolayı delirecektim. Yavuz'un bana böyle bir şey yapmasını kaldıramazdım.

 

****

 

Yavuz Payidar.

 

Saniyeler içinde yaşanan onca şey aklımı durdurmuştu. Tüm mantığımı kaybetmiştim. Bir adam geçmiş karşıma, önce masadaki herkesi devirmiş, ardıdan kardeşlerime bulaşıp, ve hiç vakit kaybetmeden geçip karşıma bir resim bırakmıştı. Hayat sanki durmuştu. İri gözlerim resimi terketmiyordu. Hafsa'nın annesi resimdeydi, ve onun hemen yanında yabancı bir adam vardı. Resim epey eskiydi. Ama resmin bu adamda ne aradığını anlamamıştım. Beynimin içinde sanki binlerce bulut birbirine çarpıyor şimşekler çakıyordu. Giderek hızlanan nefeslerimle dediği onca şey aklımda yankıya sebep oluyordu.

 

Babanı abinin öldürdü.

 

Emaneti uzun zamandır bendeydi.

 

Bu iki kelime, durmadan zihnimde dolanıp duruyordu. Herkesin bakışları masadaki resimdeyken öfkeden kasılan vücudumu hissettmedim.

 

Bu adam kim oluyordu da benim kurduğum masada benim karımdan bahsediyordu?

 

"Ne saçmalıyorsun sen!" Birkaç hızlı adımla onun karşısına dikildim. Nerdeyse benden birkaç santim küçüktü. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Sığ nefeslerim arasında kalkıp inen göğsümle dişlerim arasında konuştum. "Nerden buldun bu resmi?" Bana söylediği hiçbir saçmalığa inanmıyordum.

 

"Bir yerden bulmadım." Benim aksime fazla sakin tavrıyla konuştu. "Bunu bana karınız verdi." Her kelimesinde beynim biraz daha işlevini kaybetti. Nasıl böyle bir şeyi diline getirme cesareti gösteriyordu!

 

Yakasından tutarak onu geri ittirip masaya yatırdım. Arya'nın ağzından şaşkın bir çığlık kaçtı. Akgün itini Cenk ve Toygun'un oturduğu sandalyelerin ortasından masaya yatırdığım için ikiside ayağa kalkmak zorunda kalmıştı.

 

"Bana bak orospu çocuğu, dilinin ayarına dikkat et!" Yakasına yapışmış üstüne eğilmiş bir şekilde onu masanın üstünde tuttum. Öfkeden dolayı ne yaptığımın farkında bile değildim. Şu an bu herifi öldürsem gram pişman hissetmezdim. Karşıma geçip saçma sapan konuşup bundan kurulabileceğini sanıyorsa yanılıyordu.

 

Yüzünde rahatsız bir ifade vardı. Yinede bana karşılık vermiyordu. Elleri gereğinden fazla zayıf bir şekilde bileklerimi tutuyordu.

 

"Tavrınızı takdir etmiyorum Yavuz bey." Hâlâ nezaketle konuşması öfkemi körüklüyordu. Bırakmaya çalıştığı o iyi izlenimi kısa süre önce kaybetmişti. Ellerimi yakasından çektim ve anında boğazına doladım. Onu öldürmeyecek, ama ölümü hissetmesini sağlayacak kadar baskı uyguladım. Bu sırada Tufan çatık kaşlarıyla resmi masanın üstünden aldı.

 

"Nezaketini s*kerim orospu çocuğu, sana resmi nereden buldun dedim!" Nefes almakta zorlandığını aralanan dudaklarından anladım. Yinede tutuşumu gevşetecek hiçbir şey yapmadım.

 

"Söyledim." Nefessiz kaldığı için hafif kızaran yüzüyle konuştu. "Onu bana..karınız verdi." Hâlâ aptal oyunlarına devam ediyordu.

 

"Öldürürüm seni piç kurusu!" Öfke artık tüm vücudumu sarmıştı. Her geçen saniye biraz daha sinirlerimi bozuyor, sanki tüm bunları bilerek yapıyordu. Daha fazla geri duramadım. Yumruğumu havaya kaldırıp sert bir şekilde yüzüne geçirdim.

 

Kendimi kaybettiğimi henüz anlamamıştım. Söylediği her şey düşüncelerimi sarsıtmış, tüm duygularımı altüst etmişti. Histeri bir krizle ona saldırdığımın farkında değildim. Hafsa'ya ait ağzından çıkan her kelime deli öfkemi kaynatmayı başarmıştı. Koluma asılarak beni geri çekmek isteyen Arya başarılı olamıyordu. Bunun yanı sıra diğerlerininde sesini duyuyordum, ama umrumda değildi. Havaya kalkan her yumruğum Akgün'ün yüzünde patlıyordu. Derinin ezilme sesi odayı dolduruyordu.

 

Her yumrukta ağzımdan tutarsız kelimeler firar ediyordu. Karşımdaki adama bir canavar gibi davranıyordum. Üst üste defalarca kez onu yumrukluyor ağız dolusu küfürlerin havada uçuşmasına neden oluyordum.

 

"Yavuz yeter da!" Cafer'in endişeyle öfkeye karışık sesini duydum. Akgün'le arama girip beni geri ittiğinde ben tekrardan Akgün'e saldırmaya çalışıyordum. Onu hastanelik ettiğimin farkında bile değildim. Cafer beni geri tutarken acı içinde kıvranan Akgün itinin yardımına Arya koştu.

 

"Akgün, akgün bana bak!" Arya'nın korku dolu sesini duydum. Aynı öfkeli bakışlarını bana çıkardı. "Deli misin sen!" Diye bağırığında çoktan telefonundan ambulansı aramaya koyulmuştu. Akgün'ün ağzından burnundan kanlar akarken dudaklarındaki o sadist sırıtışı görmek beni deliye çevirmişti.

 

"Ne sırıtıyorsun orospu çocuğu!" Tam onun yakasına tekrar yapışacakken bu sefer Süleyman'da araya girdi. "Bana her şeyi anlatacaksın lan duydun mu beni!"

 

"Bir sakin ol!" Cafer beni geri tutarken göğsüm hızlı nefeslerle kalkıp iniyordu. Nasıl bir halde olduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim her zerremi öfke sarmıştı.

 

"Bırak beni, yalan söylüyor! O resmi nerden bulduğunu anlatacak!" Haykırarak konuşup haraket etmek istedim. "Konuşacaksın piç kurusu!" Masaya avcunun içini yaslamış konuşmak istese bile yapamıyordu. Ayakta durmayacak bir haldeydi. Onu fena benzetmiştim.

 

Kimse şikayeçi değildi, bizimkiler hariç Zahir bile beni durdurmaya çalışmamıştı. Akgün bu masada bir çok kişinin damarına bastığı için daha ilk dakkadan düşman kazanmayı başarmıştı.

 

"Sakin ol abi!" Süleyman ellerini göğsüme bastırıp beni geride tutmak için tüm gücünü kullandı. Alnımdaki damarın belirginleştiğine emindim. Çünkü ellerimdeki damarlarda belirgin hale gelmişti. Vücudumun her zerresi kasılıyordu.

 

Tufan'ında en az benim kadar öfkeden deliye döndüğünü farkettim. Ama buna rağmen bir şeyler onu bu duruma karşı soğuk tutuyordu. Sanki bildiği bir şeyler vardı. Lakin ona kıyasla benim aklım ve zihnim net bir şekilde düşünemiyordu.

 

Burnumda dudağıma doğru akan sıvıyı farkeden Cafer'in kara gözlerini endişe bürüdü. "Bu ne?" Kabaca çenemi yakaladı. "Niye kanayi bu?" Akgün bana hiçbir karşılık vermemişti. Ama burnum kanıyordu. Son zamanlar birkaç kez burnum kanıyordu. Bundan onların haberi yoktu. Neyse ki Hafsa'nın yanındayken böyle bir durum yaşamamıştım. Bu yüzden önemsiz bir şey olduğunu düşünerek geçiştirmiştim. Ama bugün geçiridğim sinir krizi tekrardan burnumda bir kanamaya neden olmuştu.

 

Bunun yanı sıra öfkeden deli gibi titriyordum. Bir adım geri atarak kendimi Cafer'in elinden kurtardım. Arya Akgün'ün koluna girmiş onu dışarı çıkarırken öfkeyle konuştum. "Seninle işim bitmedi!" Cafer beni tutmasa bir kez daha ona saldıracağım açıktı. "Seninle işim bitmedi ulan piç kurusu!" Adımlarım benden habersiz ileri haraket ediyor, bu sefer Aziz beni geri itiyordu.

 

"Dur!" Dediğinde elleri omuzlarını kavradı. "Yeter, bir sakin ol! Gitti adam sakinleş!"

 

"Ne sakinleşeceğim lan!" Sitem ederek kurtuldum ondan. Şu an hiç kimseyi gözüm görmüyordu. Öfkeden deli gibi davranıyordum.

 

Cafer sinirle konuştu bu sefer. "Burnin kanayi!" Onun bu endişesiyle Zahir'in bakışları beni buldu. O an odadaki herkes burnumdan akan kana odaklanmıştı. Ağzımdan kısık bir küfür firar etti. Diğerleride bir hayli merakla beni izliyordu. Bu masadaki kimsenin bana dost olmadığının farkındaydım. Ferhat hariç diğerleri bir açığımı bulmak için hazırdılar. Kalp hastalığımın olduğundan bile haberleri yoktu.

 

Çocukken geçirdiğim o kalp krizi gizli kalmıştı. Babamın bunu gizli tutmasının sebebi bir çok düşmanların zamanı geldiğinde bu gerçeği kullanabileceği olmasıydı. Bu yüzden bu durum gizliydi.

 

"Çok kanayi." Zahir endişeyle kaşlarını çatıp konuşurken bakışlarımı başka tarafa çevirdim.

Burda daha fazla durmak istemeyen düşmanlarım bu gün yeterince hüsrana uğramış bir şekilde ayırlmaya başladı.

 

Ekrem sıkıntılı bir nefes vererek kendini dışarı attı. Onun peşinden daha fazla burda durmak istemeyen çok sevgili düşmanlarımız takip etti. Dışarı çıkmadan önce bu kaosdan zevk alır gibi bana göz kırpan Bora'ya saldırmamı engelleyen şeyse yine Cafer oldu. Herkes çıktığında odada sadece İshak kalmıştı.

 

"Abi, bu normal değil." Süleyman endişeyle konuşurken bana bir mendil uzattı. Öfkeli bir tavırla mendili alıp burnuma tuttuğumda Tufan elindeki resmi masaya geri koydu. Hâlâ vücudum adrenalinden dolayı hafifçe titriyordu.

 

"Ne diye saldırıyorsun adama, delirdin mi sen?" İshak'ın sözleriyle öfkeden kasılan yüzüm biraz daha kasıldı. Bana sorduğu o aptal soru sinirlerimi daha fazla germişti.

 

"Bana onu mu savunuyorsun?" Soğuk sesim öyle tehlikeli çıktı ki İshak duraksadı. Farkında değildi belki ama yaptığı şey Akgün itini savunmaktan başka bir halta yaramıyordu.

 

"Onu savunmuyorum!" Diye diretti. "Amacı seni kışkırtmaktı, farkında değil misin? Büyük kozunu en sonunda oynadı, istediğinde aldı!" Belki de haklıydı, peki bu benim umrumda mı? Hayır.

 

"Ne halt yediği umrumda değil!" Sesim odada yankı yarattı. "Karım hakkında konuşamaz, değil o hiçkimse benim karım hakkında tek kelime edemez!" Tufan'a baktım. "Bu resmi nerden buldu!" Sözlerim beklediğimden daha sertti. "Nasıl geçti onun eline!"

 

"Bilmiyorum!" Kahverengi gözleri ateş saçıyordu. "Bu resmi nereden buldu bilmiyorum, tek bildiğim bu resmin yıllar önce kaybolduğuydu."

 

"Yıllar önce mi?" Dedi Cafer anlam veremeyerek bendeki bakışlarını Tufan'a çıkarıp. "Resimdeki kadın kim?" Tek kaşını kaldırıp sorarken Tufan sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Annem." Gözleri Cafer'i terkedip bizi buldu. "Yanındaki adamda büyük ihtimalle Nadir abi." Dişlerini sıktı. "Ama bu resim o piç kurusunda ne arıyor onu bilmiyorum!"

 

"Nasıl bilmiyorsun?" Burnumdaki mendili çektiğimde kime karşı nasıl bir öfke savurduğumdan habersizdim. "Hafsa bu resmi ona vermediyse o zaman nerden buldu!" Hafsa'ya güvenim kendimden bile fazlaydı. Herhangi bir adamın sözüyle ilerleyip karımı sorguya çekecek kadar delirmemiştim. Bu adamın niyeti her neyse daha ilk dakikadan taşlarını oynamaya başlamıştı.

 

Tek sorun şuydu, bu masadaki herkesin gücüyle oynarken benim hayatımla oynuyordu. Ağzımdan kaçan sesli bir nefesle beynim yavaş yavaş girdiği uyuşukluktan uyanmaya başladı. O şerefsizin söylediği her kelime teker teker aklımda gezindi. Bir an beynimden vurulmuşa döndüm.

 

Abini baban öldürdü.

 

Unuttuğum, ama bu olaylardan daha ağır olan o sözler. Öfkeme öyle çok kapılmıştım ki duyduklarım aklımdan uçup gitmişti. Lakin şimdi, her şey teker teker geri yükleniyordu.

 

Gözlerim boşluğa daldı. Duyduğum her şey fazlasıyla karışıktı. Önce o resim, sonra abim.

 

"Bir şey daha söyledi." Sesim beklediğimden daha soğuk çıktı. Havayı gerginlik sardı. "Abim." Tüm bakışlar bir anda durgunlaştı. Herkes sessizleşti. İshak rahatsız bir şekilde yerinde kıpırdanınca gözlerim teker teker onların üstünde dolandı. Bu suskunluk sevdiğim bir şey değildi. Bana her zaman kötü bir şeyler yaşanacağının haberini verirdi.

 

"Niye susuyorsunuz?" Gözlerim şüpheyle kısıldı. Kehribar harelerim bir hayli merak taşıyordu. Duyacağım şeylerden korkuyordum, ama yinede sormaktan geri duradım.

 

İçimdeki huzursuzluk hissi giderek çoğaldı. Zihnim bir kez daha durdu. Anlam veremedim. Aklımda binlerce düşünce dönüp durdu. Neyin içinde olduğumu anlayamamaksa bir kez daha kabustan farksız hapsetti beni kendisine. Gözlerim bu sefer öfke değil, büyük bir hayal kırıklığıyla gezindi onların üstünde.

 

Benden bir şeyler saklandıklarını anlamak zor değildi. Asıl zor olan, beni ne kadar yıkacağıydı..

 

"Anlatın." Dediğimde sesim öylesine kısık çıktı ki sanki bağırıp çağırsam onların canını daha az yakardım.

 

"Yavuz, eve-" Cafer'in konuşma girişimleri umrumda değildi. Anlatmakta zorluk çektiği ifadesine kazınmıştı.

 

"Anlatın." Bu sefer daha sert bir ifadeyle konuştum. "Ne gizliyorsunuz?" Kısa bir an birbirlerine baktılar. Ardından hepsi bir ağızdan sıkıntılı nefeslerini verdiler. Sessiz bir karardı bu bakışmanın sonucu.

 

"Otur." Dedi Tufan aynı rahatsızlıkla. Ne duyacağımı bilmiyordum ama şimdiden üstüme ağır bir yük çökmüştü.

 

Onlarla bunun dalaşına girmek istedim, ama oturmazsam hiçbir şey anlatmayacaklarını farkettim. Ağzımdan' 'ya sabır' diye sıkıntı dolu bir fısıltı çıkınca akan her saniye yüreğimdeki huzursuzluğu çoğaltıyordu. Sabrım kalmamıştı. Artık gerçekler neyse onları duymak istiyordum. Geçip sandalyelerden birine oturdum. Burnumdan akan kan yavaşça kurumaya başlıyordu. Yinede sıcaklığı ordaydı.

 

"Öncelikle sakin ol." Dedi masanın sağ tarafında bana yakın olan sandalyeye geçen İshak. Soğuk bakışlarım onun üstünde kaldı. Diğerleride sakince geçip oturunca bu sessizlik beni rahatsız ediyordu. Süleyman, Aziz, Zahir, Tufan, tamamen sessizken sanki bu işi Cafer ve İshak'a bırakmıştılar. Daha fazla gizli şeyler dinlemek değildi niyetim. Direkt konuya girmekten çekinmedim.

 

"Babanı, abin öldürdü derken ne demek istedi?" Soru ağzımdan büyük bir zorlukla çıktı. Kasılan elmacık kemiklerim ve masanın üstünde yumruk olan elim bunu açıkça belli ediyordu.

 

"Doğru söyledi." İshak sanki sakin bir tınıyla konuşursa benim yüreğimi hiç yakmayacakmış gibi anlatmaya başladı. "Mahir Payidar'ın ölmesinde payı olan Devran'dı." Birisi eline silahı aldı, ve hiç acımadan o silahı kalbime tuttu. Tetiğe bastı, kurşunu yüreğime sapladı.

 

"Ne demek payı vardı?" Gözlerim titreşti. "Beni oraya çağıran sendin, bana o sikt*ğimin oyununu oynayan sendin ne demek payı vardı!" Böyle bir saçmalığa inanacak değildim. Ne saçmalıyordu?

 

Ne demek abimin payı vardı?

 

"Benden bunu Devran istedi." Kaşlarım hafifçe çatıldı. Dudaklarım birbirinden aralanırken bakışlarıma hayret erişti. Dediklerini algılamam nerdeyse bir dakikamı aldı. O bir dakika içinde zihnimde binlerce düşünce belirdi.

 

Babamın ölmesini abim mi istemişti?

 

"Anlamıyorum." Başımı iki yana salladım dirseklerimi masaya koyarak. "Hiçbir halt anlamıyorum! Ne demek o istedi? Lan benim elime bir silah veren sendin neden bahsediyorsun!" Neydi bu? Kendini aklama çabası filan mı? Ne dönüyordu lan burda!

 

"İshak yapmadi." Diyen Cafer'in kaşları acıyla çatılmıştı. "Hepsi Devran'in oyunuymiş." İhanet hâlâ ona ağır basıyormuş gibi çenesi kasıldı. "Bizi o gece o depoya çağirttiran oymiş." Soluğum kesildi. İshak'ın ağzından çıkanlara belki inanmazdım. Ama Cafer gözlerini saran o acı ve pişmanlıkla bana baktıkca kalbimdeki acı körükleniyordu.

 

Ne tür bir tepki vereceğimi şaşırmıştım. İçimdeki duyguların karışıklığı açıklanmaz bir haldeydi.

 

Acı yükseliyordu. Acı her geçen an biraz daha vücuduma akın ediyordu. Hafifçe titriyordum.

 

Ben yavaş yavaş dağılıyordum.

 

"Mahir'in ölmesinin başka yolu yoktu." İshak bana bakarken gözlerinde pişmanlıkla konuştu. "O gece ikinizde oraya çağırdık, çünkü babanın senden herhangi bir yardım istemesini göze almazdık. Cafer'ide, senide, Mahir'ide etkisiz hale getirmeliydik."

 

"Ve tek çözüminiz bu miydi şerefsuz!" Cafer günlerdir içinde bastırdığı duyguları dışarı çıkarır gibi öfkeyle konuştu.

 

İshak'ın ona nasıl bir cevap verdiğini anlamadım. Taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başladı. Masanın üstünde yumruk olan elim gevşedi. Vücudum işlevini yitirdi. Gözlerim hafifçe titreşti. Görüşüm bulanıklaşmaya başladı. Tüm anılar öyle bir hızla aklıma akın etti ki bu benim dayanamayacağım kadar fazlaydı. Sesler boğuklaştı. İshak'la Cafer arasındaki anlaşmazlık devam ederken ben bir kez daha kendimi o depoda hissettim. Daha önce hiç böylesine yoğun olmamıştı bu hisler, ama bir kez daha üstüme çöküyordu her şey.

 

Bu sefer pişmanlık değildi. Bu sefer saf acıydı.

 

Pişmandım. Ben kaç gündür pişmanlıkla boğuşuyordum.

 

Eğer o tetiğe daha erken bassaydım..

 

Eğer kendi canıma kıysaydım, belki İshak dururdu.

 

Bu düşünce kafamın içinde günlerce dolanıp durmuştu. Girdiğim o dört duvarda babamın hayaletiyle savaşmıştım. Gözlerimi kapattığım an o silah sesi kulağımda çınlamış, o kanlar yüzüme tekrar tekrar sıçramıştı.

 

Ölmeye çalışmıştım.

 

Karımın hamile olduğunu bilmeden.

 

Ölmek istemiştim.

 

Geride bırakacaklarımdan habersiz.

 

Gözlerimin dolduğunu hissederken yüreğimde bu sefer öfke yükseldi.

 

Yedi sene.

 

Dile kolay yedi sene.

 

Her sene kendimden utanmıştım. Abimin emanetini bulamadım diye kendimden utanmıştım. Başka bir yerde sağ olan abim, bana böylesine bir utancı yedi sene yaşatmıştı. Bana hayatı sevmemi söyleyen abim, benden hayatımı çalmıştı. Son zamanlarda yaşanan her şey için kendimi suçlamıştım. Oysa tek suçlu, yıllardır didik didik aradığım, uykularımı kaçıran abim miydi?

 

Deli olduğumu düşünmüştüm..

 

Bana bunu düşündüren uğruna yıllarımı feda edip senelerdir katilini içeri tıkdırmaya çalıştığım abim miydi?

 

Yalım yamalak şeyler duyuyordum. İshak konuşuyordu, ben onu anlayamıyordum. Beni hapse attıran Devran mıydı değil miydi bilmiyordum. Ne halde olduğumu farketmeyen İshak Cafer'le didişmeyi kesip konuştu.

 

"Amacımız seni hapse attırmak değildi." Dediğinde dolu gözlerim ona döndü. "Yaptığımız oyun en feci şekilde sonuçlandı. Kemal'in elinde böylesine bir koz olduğunu bilmiyorduk." Devran düşmanıyla birlik olmuştu. Bana bunca acıları yaşatan düşmanla birlik olup hayatımı karartmıştı.

 

O gece Kemal'in bize kurduğu pusuya mum tutan abimdi. Beni hapse attırması için Kemal'in eline böylesine büyük bir kozu veren abimden başkası değildi. Her geçen an biraz daha çaresizlik sükut sürdü üstümde. Öfkem, ve hayal kırıklığım hat safhadaydı. Dolu gözlerimden yaşlar akmıyordu, ama o yaşların içime doğru akdığını hissediyordum.

 

Bana yaşattıklarının farkında mıydı?

 

Her şeyi unuturdum. Her şeyi geçerdim. Ama sevdiğim kadını bu uğurda nerdeyse kaybediyordum. Bunları düşündükce aklımı kaçıracak gibi oldum. Bir elimi saçlarıma daldırıp onları dağıttım. Tüm duygularım birbirine girdi. İhanet hissettim.

 

İhanetden ne farkı vardı bunun?

 

"Mümkün değil." Neyin inkarını yapıyordum? "Yalan söylüyorsunuz." Sandalyeden kalktım. Gözümden bir damla yaşın asılı kaldığını hissettim, ama hızla elimin tersiyle sildim onu. "Yalan söylüyorsun orospu çocuğu, nasıl bir oyun oynuyorsun!" Diye bağırdım dönüp onlara bakarak. Nefeslerim hızlanırken gözlerimdeki acı çoğalıyordu.

 

Abimin bana ihanet edeceği düşüncesi yüreğimi savaş alanına çeviriyordu. Sanki birisi göğsümü elleriyle açıyorda hançerini kalbimin tam ortasına saplıyordu.

 

"O kamerada her şey gördüm ben!" Elimle kendimi gösterdim. "Onu ölmekten beter hale getirmiştin!" Devran o görüntülerde acı içindeydi. İshak'ın yüzünde acı sezdim. Gözlerindeki pişmanlım giderek çoğaldı.

 

Diğerlerininde bakışlarına acı akın etmişti. Yumuşak bakışlarıyla beni izleyen Tufan'a Zahir ve Süleyman eşlik ediyordu. Aziz'in harelerinde aynı onlar gibi çaresizlik vardı. Cafer beni izlerken sert bir şekilde yutkundu. Ağzını açıp edecek kelime bulamıyor gibiydi.

 

"Hepsi bir oyundu." Dedi İshak zorlukla. "Senin inanman için yapılmış bir oyundu." İliklerime kadar ihanet duygusu beni sardı. Hiçbiri yalan söylemiyordu. Hiçbiri ağzından kelimeleri çıkarıp tüm bunların bir yalan olduğunu söylemiyordu.

 

"Nasıl oyundu lan?" Dediğimde çenem titredi hafifçe. "Ne oyunu lan!" Adımlarımı ileri atıp öfkeyle ellerimden birini masaya çarptım. "Ne oyunu! Nasıl bir oyun? Lan gözlerimin önünde kafasına silah dayamıştın hangi oyundan bahsediyorsun!" İshak'ın yüzüne doğru yaklaştım işaret parmağımı ona doğrulttum. "Yalan söylüyorsun." Dişlerim arasında çaresiz bir sesle konuştum. "Yalan söylüyorsun!"

 

"Yavuz." İshak tüm isyanlarıma karşı büyük bir savaş verdi. "O gün gördüğün her şeyi Devran istemişti." Mavi hareleri durgundu. "Ben sadece benden istenenleri yaptım. Yapmamlıydım, ama yaptım." Sesinde pişmanlık hüküm sürüyordu.

 

Neden bahsettiğinin farkında mıydı? Benim abimden bahsediyordu. Benim abim bana bir şey olsa dünyayı yerinden oynatırdı, şimdi ben onun dediklerine nasıl inanırdım?

 

"Neden!" Aklım almıyordu. Ellerim İshak'ın yakasına sarıldı yüzüm acıyla kasıldı. "Neden bana bunu yaşatsın?"

 

"Acı yaşatmak istediği sen değildin." Dedi İshak ellerimden hiç kurtulmadan. "Mahir'den intikam almak istedi. Mahir'in en kıymetlisi sensin, ölmeden önce senin o çaresizliğini görsün istedi. Mahir'i öldürmeden önce onun canını yakmak istedi." Zaman işlevini kaybetti. Duyduğum her kelime kurşundan farksız kalbime tekrar tekrar saplanıp durdu. Cafer'in verdiği hisli nefesi duydum.

 

Babam ilk başta vazgeçtiği bendim, ama aynı zamanda onun en kıymetliside bendim öyle mi? Buna saatlerce gülebilirdim. Lakin şu an yeri değildi. Mahir Payidar çocuklarını seven, ama onları koruyamayacak kadar korkak bir babaydı.

 

Devran nasıl bu kadar zalim bir insana dönüşmüş olabilirdi? Sırf bize acı çektirmek için nasıl böylesine çirkinleşmişti?..

 

Devran Payidar'ın Mahir Payidar'dan ne farkı vardı?

 

İkiside beni bir zindana kapatmıştı.

 

İkiside beni bu kadere mahkum etmişti.

 

"Nerde." Dediğimde sesimdeki soğukluk yüreğimi titretti. "Bana onun nerde olduğunu söyle." İshak'ın afalladığını farkettim. Bana bir şey söylemek istemediğinin farkındaydım. Ama bu saatten sonra benden bir şey saklayabileceğini sanıyorsa büyük yanılıyordu.

 

Devran'la görülecek bir hesabım vardı.

 

*****

 

Hafsa Polatlı.

 

"Kaç saat oldu görüyor musun hâlâ yoklar!" Zerda isyan dolu sesiyle hiç durmadan odada bir aşağı bir yukarı dolanıyordu. Artık aradan iki saat geçmişti. Ne arayan vardı ne de bir mesaj atan. Eğer yerlerini bilsek çoktan kalkıp giderdik, ama bilmiyorduk. Süleyman'a bile artık ulaşamıyorduk.

 

"Mesajlarıma bakmıyor." Dediğimde yüzümde solgun bir ifade vardı. Deminden beri belkide Yavuz'a yüzden fazla mesaj atmıştım. Önce nerede olduğunu sormuştum. Sonra Zerda'nın dolduruşuna gelmiş hakaretler etmiştim. Sonra beni aldatıyor musun diye resmen ağlaya ağlaya mesajlar yazmıştım. Sonra yumuşamıştım. Şimdide bir şey oldu diye korkuyordum!

 

İçimde bir huzursuzluk vardı. Zerda'nında benden aşağı kalır yanı yoktu. Önce öfkeye bürünüyor, sonra ağlıyor, tekrar endişeleniyordu.

 

Tamam belki de biraz abartıyorduk.

 

Aniden ön kapı çalınca hızla başımı telefondan kaldırdım. "Bizimkiler olmasın?" Diye sorduğumda Zerda hızla kapıya koşar adım yürüdü. Onun peşinden bende koltuktan kalkıp takip ettim. İçimizde koca bir umut kapıyı açtığımızda gördüğümüz manzara tamamen farklıydı.

 

"Hafsa abla!" Özlem bacağıma sarılınca hafif genişeleyen gözlerle gülümsedim.

 

"Özlem." Aşağı onun yanına eğildiğimde kapıda duran Narin ve Ceylan'a baktım.

 

"Narin." Dedi Zerda umudu sönmüş gibi. "Siz miydiniz, bizde bizimkiler sandık." Dediğinde Narin nefesini verdi.

 

"Zahir gönderdi bizi buraya." Dedi, anlam veremediğim bir şekilde çok yorgun görünüyordu. Özlem'in yanaklarına ıslak öpücükler kondurup geri doğruldum.

 

"Sizinle mi konuştular?" Dediğimde Narin başını salladı iki yana.

 

"Hayır, bu sabah adamlarına söylemiş." Yorgun mavi harelerinde anlam veremediğim bir acı vardı. Ceylan'ında ondan aşağı kalır yanı yoktu. Yeşil gözlerinde durgunluk vardı.

 

"İyi misiniz siz?" Diye sordu Zerda, Narin ikimize baktı.

 

"İçeri geçelim, anlatırım." Hızlıca başımı sallayıp ona yer verdim. Ceylan'la beraber içeri geçtiler. Ben kapıyı kapatırken Zerda'da aşağı eğilip Özlem'i kollarına almıştı.

 

"Biliyor musunuz ben abimi gördüm!" Gururla konuştuğunda Zerda ve ben iri gözlerle birbirimize baktık. Özlem'in annesinin benzeri olan mavi gözleri neşeliydi. Bunun yanı sıra sarı saçlarısa özenle toplanmıştı. Narin ona bu birkaç gün içinde çok iyi bakmış gibiydi.

 

"Hangi abini?" Dediğimde Özlem yüzünü bana doğru eğdi.

 

"Devran abimi." Yüreğim acıyla kasıldı. "Ama Narin abla ondan bahsettiğimde kızayi, o yüzden onun yanında bahsetmeyim." Zerda'yla ben anında birbirimize bilmiş bir bakış attık.

 

Narin her şeyi öğrenmişti.

 

"Tamam.." Zerda ne yapacağını şaşırmış gibi konuştu. "O zaman ben sana..odanı göstereyim, ablanlarda otursun tamam mı?" Özlem'inde bu evde bir odası vardı. Yavuz en başından beri onuda düşünmüştü. Özlem hevesle başını sallarken Zerda bana gözlerini aç kapa yaparak merdivenlere yürüdü.

 

Biraz sonra duyacağım her şeye hazırlıklı olarak salona yürüdüm. Narin ve Ceylan yan yana oturmuştu. Ben içeri girer girmez daldığı düşüncelerden ayrılıp bana baktı. "Hafsa." Dediğinde daha yeni aklına gelmiş gibi nefesini verdi. Gözleri usulca karnıma indi. Kafası o kadar karışıktı ki onu bu durumda yargılayamazdım. "Başına gelenleri duydum." Ayağa kalktı ve yanıma ilerledi. Kollarını bana sarıp sarıldığında tebessüm ettim. Bende ona sarıldım. "Geçmiş olsun." Sesi yorgundu. "Babamın sana yaşattığı her şey için özür dilerim." Sesindeki pişmanlık canımı yaktı.

 

"Hayır saçmalama." Hafifçe geri çekilip onun güzel yüzünü izledim. "Senin bir suçun yoktu." Narin'in aksine içeri girdiğimizden beri pişman bakışlarını benden kaçıran Ceylan'a baktım. Usulca nefesimi verdim ve ona baktım.

 

"Seninde bir suçun yoktu." Dediğimde yeşil hareleri usulca beni buldu. Sesli bir nefesle tebessüm etti. "O adamın yaptığı hiçbir şeyin suçlusu siz değilsiniz." Böyle bir durum için onları yargılayacak değildim. Bende bir şeytanın kızıydım. Birisi beni ona benzetse, iliklerime kadar kendimden iğreniridim.

 

Narin anlayışla bana baktı. Gözlerim sessizce onu izledi. "Öğrendin mi?" Dediğimde acı harelerini bir kez daha ele geçirdi. Bunun onun için ne kadar ağır olduğunu anladım.

 

Kolay değildi. Yedi senedir sevdiğin adamın öldüğünü sanmak, ve yıllar sonra geri çıkıp gelmesi hiç kolay değildi.

 

"Öğrendim." Dedi Narin hisli bir nefesle. "Ama keşke hiçbir şey öğrenmeseydim." Güçsüz çıktı sesi. Uykusuzdu. Gözlerinin altı morluklar taşıyordu. Onu birazcık tanıyorsam bu kaç gündür ağladığına adım kadar emindim. "Mezarın altında sandığım adam en başından beri sağmış.." uğradığı ihanet her zerresini yakıyordu.

 

Ceylan bizi yalnız bırakmak ister gibi ayağa kalktı. "Zerda'yla Özlem üst katta mı?" Dediği an başımı salladım. Beni onayladı ve yanımdan geçerek üst kata çıktı. Ondada bir haller vardı. Henüz ne olduğunu bilmiyordum ama fazla durgundu.

 

"Gel hadi." Narin'in elini tutarak onu koltuğa çektim. Yorgunlukla sızlayan vücudunu koltuğa bıraktı. Bitkin halinde gezindi gözlerim. Onun için fazlasıyla üzülüyordum. Böyle bir şeye katlanmak ne kadar zordu bilmiyordum. Bu konuda ben onu anlayamazdım, ama her zaman onun yanında olurdum. "En son ne zaman uyudun Narin?" O benden yaşca büyüktü, ama içimden ona Narin demek geliyordu. Sanki çok yakın bir dostmuş gibi.

 

"Uyuyamıyorum." Kaç yaşında olursa olsun savunmasız bir çocuk gibiydi. "Hiçbir şey aklımdan çıkmıyor." İçinde bir çok şey birikmişti.

"Karşıma öyle bir çıkışı vardı ki Hafsa.." dolan gözlerini kapattı. "Keşke ölseydim dedirtti." Sanki bunun pişmanlığını taşıyormuş gibi kısıldı sesi. "Keşke ölseydin dedim ona.." başı önüne eğildi. "Oysa ölmesini istemiyorum.." sözleri öyle ağırdı ki tüm duygularım alt üst oldu.

 

Devran Narin'in karşısına nasıl çıkmıştı bilmiyordum. Bunun onun içinde kolay olmadığına emindim. Her ne kadar Devran'a kızgın olsamda konu Narin olunca gözlerinin nasıl aşka büründüğünü görmüştüm. Beni bozguna uğratansa böylesine bir oyunu sevdiği kadına nasıl oynadığıydı.

 

Oysa Narin'in bir suçu yoktu. Hiçbirimizin suçu yoktu.

 

Biz sadece babalarımızın günahlarının yükünü taşıyan çocuklardık.

 

"Narin." Dediğimde ona sarıldım. Hızlıca bana karşılık verdiğinde dudakları arasından bir hıçkırık çıktı. Buna ihtiyacı varmış gibi bana sıkıca sarıldı. Nasıl çöktüğünü, son günlerde yaşanan her şeyin onu nasıl yıprattığının farkındaydım.

 

Devran herkesi nasıl bir harabenin altında bıraktığından böylesine mi habersizdi? Bize yaşattıklarını görmüyor muydu? Tamam belki o canı yanmış bir adamdı. Ama sırf bu yüzden neden bizimde canımızı yakıyordu?

 

"Onu affedemiyorum." Sesi titrerken içindeki yangını hissettim. "Onu hiçbir zaman affedemeyeceğim, Hafsa." Öyle bir eminlikle konuşuyordu ki bu canımı acıttı. Narin Devran'ı hiçbir türlü affedemeyecekti. Çünkü Narin tek başına kalmış bir kadındı.

 

Küçücük bebeği kollarından alınan, sevdiği adamı kaybeden. Kendi katiliyle aynı evde yaşayan bir kadındı. Devran Kemal Ordulu'nun nasıl bir insan olduğunu bilmesine rağmen karısını ve kızını korumayı değilde, Kemal'le uğraşmayı seçmişti. Sevdiği kadının karşısına çıkamayacak bir korkaktı.

 

"Buna nasıl dayanacağım ben?" Titrek sesine gözyaşları eşlik etti. "Bizim çocuğumuz daha kim olduğumuzu bile bilmiyor, Hafsa." Sözleri gözlerimin dolmasına neden oldu. Şimdi onu daha iyi anlıyordum. Bende hamileydim, karnımda bir çocuk vardı. Ve tüm bunlar benim başıma gelse dayanamazdım. Narin'in gücüne hayrandım. Kızının bir yerde yaşadığını bilerek hayata tutunmuştu. Ben bu kadar güçlü olabilir miydim bilmiyordum.

 

Narin'in bir yanı Devran'ı affetmek istiyor, diğer yanı ondan ölesiye nefret ediyordu. Narin Devran'ı affedecek hiçbir çözüm bulamıyordu. Çünkü gizlenmeseydi, en azından sevdiği kadını korumanın bir yolunu bulsaydı tüm bunlar olmazdı. İntikam önemli miydi gerçekten? Benim bir çocuğum varken intikam düşünecek kadar bencil olmazdım.

 

"Özlem'e herşeyi anlatmanız lazım biliyorsun değil mi?" Dedim usulca. Bunu ondan daha fazla gizleyemezdiler. En iyisi en erkenden söylemekti. Özlem dedesini babası sanıyordu. Üstelik annesinin başka bir şehirde olduğunu sanıyordu.

 

"Nasıl yaparım?" Narin'in sesini korku sardı. Başını usulca geri çekip doldurduğu gözleriyle bana baktı. "Onun karşısına geçip bunları nasıl söylerim, Hafsa..bana demez mi bunca sene nerdeydin diye?" Başını önüne eğerken omuzları titriyordu. "Ona gerçekleri nasıl söylerim.."

 

"Bunu tek başına yapmamalısın." Bir elimi onun omzuna koydum. "Devran'la yapmalısın." Devran'a her ne kadar öfkeli olsamda bu öfkeyi Özlem'e yansıtacak değildim. Ne olmuş olursa olsun Devran Özlem'in babasıydı. Artık bu korkaklığı bir kenara bırakıp bir kez olsun babalık rolünü oynamalıydı. Kızına orda olduğunu hissettirmeliydi.

 

"Şeytan görsün onun yüzünü!" Narin Devran'a yönelik bir öfkeyle konuştu. "Onu ne yanımda ne de kızımın yanında istemiyorum!" Öfkesini anlıyordum. Ama şu an bazı şeyleri göremeyecek kadar ihanete uğramış hissediyordu. Bunun için onunla kavga edecek değildim.

 

En iyisi sakinleşmesini beklemekti. Çünkü bu öylesine aniden Özlem'i karşılarına alıp anlatabilecekleri bir konu değildi. Özlem her şeyiyle gerçekleri hakediyordu, yalanları değil.

 

******

 

Yavuz Payidar.

 

Aklım öyle bir hızda çalışıyordu ki sanki şuracıkta patlayıp parçalara ayırlacakmış gibi hissediyordum. Zihnimin içinde düşünceler durmadan dolaşıyor, beynimin zonkalmasına neden oluyordu. Şu güne kadar delirmediysem bile artık bu saatten sonra delirecek gibi hissediyordum. Ne bir trafik ışığını görüyordum, ne de kuralları umursuyordum. Kaç hızda gittiğimden bile habersizdim. Tek bildiğim ayağımı gaza sonuna kadar basmış, İshak'dan zorla aldığım o konuma doğru yol aldığımdı.

 

Bardan kendimi dışarı atar atmaz korumalardan birinin arabalarını alıp yola koyulmuştum.

 

Ne yapacaktım? Kendimde değildim. Devran'ın karşısına geçip yıkılmaktan başka ne yapabilecektim?

 

Öfkeli bir nefesle elimi yüzümde gezdirdim. Dinlediğim onca şeye akıl sıra erdiremiyordum.

 

Bunu nasıl yapabilmişti!

 

Düşündükce deliriyordum. Sırtıma hançer saplayan bu sefer öz abimdi. Elime bir silah veren, bana ölümü dileten öz abimdi. O depoda bana hayatımın dersini veren öz abimdi.

 

Başlarım böyle işe!

 

Onun yüzünden ben bebeğimizi kaybedebilirdim!

 

Onun yüzünden ben Hafsa'yı kaybedebilirdim!

 

Yüreğim sıkışınca ağzımdan sesli bir nefes firar etti. Bu hızda araba sürerken bir kaza yapmamam bile mucizeydi. Camdan içeri giren rüzgar sert bir şekilde yüzüme çarpıyordu. Sanki kalbim hemen burda duracakta her şey son bulacakmış gibi hızlı atıyordu. Arabaya bindiğimden beri burnumdan akan kan şiddetlenmiş hatta gömleğimin yakasına düşmüştü.

 

Hiç durmadan yolların arabanın altında kaymasına izin verdim. Kısa süre içinde araba büyük bir evin önünde durdu. Her şey canımı daha fazla incitiyor ve yakıyordu. Bu evde benim abim vardı. Sağdı, yaşıyordu, birinin elinde tutsak değildi, ve bana cehennemi yaşatmıştı.

 

Göğsüm daraldı. Nefesim bir kez daha kesildi. Elimi belimdeki silaha götürdüm, onu almak istedim. Ama ne için? İçeri geçip abime sıkacak kadar cesaretim var mıydı? Yoktu. Aynı elim yumruk olarak önüme döndü. Diğer elim kapıyı açmak için haraket ederken hafifçe titriyordu.

 

Yumruk olan elimin tersiyle burnumdan akan kanı silip hızla arabadan indim. Ayağımı yere bastım. Diğerleri henüz bana ulaşamamıştı. Çünkü onlar tek bir arabayla geliyordu, açıkça ne kadar hızlı gitselerde benim altımdaki arabanın kilometre hızı daha yüksekti. Kapıda koruma yoktu. Hiçbir şey yoktu. Bu biraz kafamı karıştırdı. Vücudum hissiz bir şekilde kapıyı kapattı ve evin girişine yürüdü. Neyle karışlacağımı bilmeden eve yürüdüm.

 

Demir kapıyı elimle itip açtığımda yutkundum. Devran'ın yaşadığını biliyordum, bunu en başından beri biliyordum. Ama onun her an ölmesinden korkuyordum. Bugün öğrenmiştim ki o korkularım bile boşunaydı. Devran İshak'ın elinde değil, İshak'ın yanındaymış.

 

Ne halim vardı ne de mecalim. Yinede yürüdüm. Geniş bahçenin içinde haraket ettim. Evin önündeki birkaç basamağa vardığımda gözlerim aşağı kaydı. Seslenmek istedim, ama nasıl sesleneceğimi bilemedim. Abi demem gerekirdi, oysa abim yoktu. Abi dediğim adam beni bir ateşin ortasında bırakmıştı.

 

Kar yağıyordu kalbime, bunu hissediyordum. Çünkü bu sefer her zaman olduğundan daha fazla üşüyor, daha fazla yok oluyordum.

 

Ani bir cesaretle o basamakları çıktım. Elimi kapıya koyarak onu açtım. Adımlarımı içeri götürdüm. İçerisi sessizdi. Sandığımdan daha sessizdi. Etrafta ne bir koruma vardı, ne de başka bir şey. Tüm o acizliğimi bir kenara itmeye çalıştım.

 

"Nerdesin lan!" Diye bağırdımda sesim evin içinde yankılandı. Ondan bir cevap bekledim. Bana bir cevap vermek zorundaydı. Uzun koridoru takip ederek yürüdüm. "Nerdesin!" Hangi odada olduğunu bilmiyordum. Onu arayarak zaman kaybetmek istemiyordum. Bir an önce tüm vücudum ondan hesap sorma ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Büyük bir kapının önünden geçtiğimde gözlerime çarpan figur duraksamama neden oldu.

 

Başımı sola çevirdiğim zaman geniş bir salonla karşılaştım. O salonda tekli koltuklardan birinde oturan Devran'ı görmek dudaklarım arasından titrek bir nefesin kaçmasına neden oldu. Bir an ayaklarımın haraketleri kesildi. Eğer yapabilseydim dizlerimin üstüne düşecekmiş gibi hissettim. Ama yapmadım. Bunun yerine gözlerimi ona diktim.

 

Koltukta oturmuştu. Sırtı ve başı geri yaslıydı. Saçları dağınıktı. Parmakları arasında bir viski bardağı tutarken aynı şekilde gözleride kapalıydı. Konuşmak istedim, ama sanki çenem kilitlenmişti.

 

"Geleceğini biliyordum." Sesi öyle yorgun çıktı ki sertçe yutkundum. "İshak aradı." Dudakları belli belirsiz bir tebessüme sarıldı. Ama ne alay vardı ne mutluluk. Sadece acıydı. "Gözü dönmüş, dikkatli ol dedi." Güldüğünde bu iliklerime kadar sarsılamam neden oldu.

 

Sarhoştu.

 

Gözlerim yerdeki şişelerde gezindi. Kaç şişe içmişti kim bilir. Ancak kendi canına kasteden bir insan böylesine çok içerdi. Canım yandı mı? Yandı. Ama bunu belli edecek hiçbir şey yapmadım. Ellerim iki yanımda yumruk olurken soğuk harelerim onun üstünde kaldı. Hafifçe ayırdı sırtını koltuktan. Elindeki içkiyi kafasına dikerek içti. Ardından abartılı bir nefes verdi.

 

"Gözü dönmüş.." dediğinde sözleri tutarsızdı. "Çık ordan, öldürür seni dedi." İshak'ın bunları söylemesine şaşırmadım. Öyle bir haldeydim ki şu an bunu yapabilecek kapasiteye sahiptim.

 

"Bende dedim ki.." sarhoş sesiyle büzdü dudaklarını usulca. "Öldürsün." Kendinde bile değildi.

 

Bir an ona acıdım, ama daha sonra yaptığı her şey bir film şeridinden farksız gözlerim önünden geçti. Soğuk bakışlarım biraz daha soğuklaştı.

 

"Kalk." İçeri yürüyerek onun karşısına geçtim. Boş boş koltukta oturması tüm sinirlerimi geriyordu. "Kalk lan ayağa!" Yakasına yapışarak onu tek elimle ayağa kaldırdığımda elindeki viski bardağı yere düşerek parçalara ayrıldı. Tutarsız bir şekilde etrafta gezinen gözleri, solmuş yüzü onun iyi olmadığını belli ediyordu. "Bana bak." Dişlerim arasında fısıldadığımda kaşlarım acıyla büküldü. Boştaki elim yukarı çıktı ve onun çenesini sertçe tuttu. "Doğru mu?" Hâlâ neyi sorduğumu bilmiyordum. Ama sanki..

 

Sanki o bana bunlar yalan dese, inanacak kadarda aptaldım.

 

Yerinde hafifçe sendelediğinde onu sabit tuttum. Acıyla kıvranan gözlerim onun yüzünde kaldı. "Bana bir şey söyle, doğru mu!" Konuşamayacak kadar sarhoştu. Ya da yorgun. "Sana bir soru sordum!" Dişlerim arasından çıkan sesim fazla çaresizdi. Fısıltıyla konuşuyordum, acıyla boğuktu ağzımdan çıkan her kelime. "Abi." Dediğimde sanki tüm dünyanın acısı yükü üstüme toplandı. Kahverengi gözleri ağır ağır yeri terkedip yüzüme tırmandı. "Bana bunları sen mi yaşattın abi?" Çenesindeki elim aşağı inip onun yakasını kavradı. Öfkeden değil, çaresizlikten kavradı.

 

Gözlerine erişen pişmanlığı sezdim. Sessizliği evet kelimesinden farksızdı. Ama ben onun dudakları arasından bunlar çıksın istedim. "Abi bana bunları sen mi yaşattın?" Bir insan kendi cümlesinin ağırlığı altında ezilir miydi? Ben eziliyordum. Her geçen saniye biraz daha.

 

"Doğru." Ağzından çıkan kelime fazlasıyla kısık ve pişmanlık doluydu. O an doğru düzgün düşenmiyordu, ama içki onu daha da pişman bir hale getirmişti.

 

İshak'ın söylediği her şeyi doğrulaması nefesimi kesti.

 

Başka ne bekliyordun Yavuz?

 

Diye bir soru sordum kendime. Başka ne bekliyordum? İshak'ın söylediği her şey doğruydu. İri gözlerimle ona bakarken aldığım nefesler zorlukla çıkıyordu. Onu koltuğuna geri ittim. Elim belimdeki silahı öyle bir hızla aldı ki ben bile kendime şaşırdım.

 

Elimde bir silah vardı.

 

Onu abime tutuyordum.

 

"Yavuz!" Cafer'in sesini duydum, anında hepsi odaya giriş ettiğinde ben elimde silah yorgun gözlerini bana diken abimi izliyordum.

 

Hepsi iri gözlerle bana bakıyordu. "Sakin yapma!" Zahir bana uyaran bir ses tonuyla konuştu. Bunun sebebi Devran'ı düşünüyor olmaları değildi. Daha sonra benim boğuşacağım o pişmanlığı çok iyi tanıdıklarındandı.

 

"Abi indir o silahı kurban olayım delirdin mi!" Süleyman endişeyle konuşurken şu an onların dediği hiçbir şeyi duyacak durumda değildim.

 

"Neden?" Parmağım silahın tetiğinde hazır bir şekilde bekliyordu. Devran bana cevap vermedikce o öfke içimde yükseliyordu. Gözlerinde sanki bunu kabul eden bir bakış vardı.

 

O tetiğe bassam bana dur demeyecekti. Bunu biliyordum. Bakışlarından anlıyordum, niyeti beni durdurmak değildi. "Konuş!" Diye bağırdım da İshak yanıma yürümek istedi.

 

"Yaklaşma sıkarım!" Bunu yapacağımdan korkar gibi çenesi kasıldı. Ellerini hafifçe kaldırdı.

 

"Sakin ol, Yavuz." Bir hayli temkinli sesiyle konuştu. "İndir o silahı, bunlara gerek yok."

 

"Kapa çeneni!" Öfkeyle bağırdım. "Hepiniz kapayın çenenizi, buna karışmayın!" Benden gizledikleri yetmezmiş gibi şimdide duygularıma karışıyordular. Harelerim onları terkedip koltukta solgun yüzüyle beni izleyen abime döndü.

 

"Konuşacaksın!" Üstüne eğilip silahı alnına dayadım. İstediğim bu değildi. Onun alnına dayanan silah sanki benim kalbime dayandı. "Bu s*ktiğimin aklı hiçbir şey almıyor lan!" Boğazım acırcasına haykırdığımda sesim titredi. "Bana bunları neden yaşattığını anlatacaksın!"

 

"İntikam için." Gözleri ağır bir suçlunun bakışlarını taşıyordu. Her kelimede canımı acıtıyordu. Çenem seğirdiğinde silahın soğuk namlusunu onun alnına daha sert bastırdım. Böyle olmamlıydı.

 

Ben abimi gördüğüm yerde sarılacaktım, kafasına bir silah dayamak değildi niyetim.

 

"Neyin intikamı?" Sesim öyle bir buz kesti ki odanın havasına yansıdı. "Neyin intikamı zihniyetini s*kt*ğim!" Alnına yasladığım silahı aşağı kaydırıp çenesinin altına yasladım. Başı geri eğildi. "Ulan yedi senedir senin emanetlerini aradım ben dip köşe!" Yüzüne karşı haykırdıkca gözlerim doluyordu. Ağlamıyordum ama yaşlar ordaydı. "Her Allah'ın günü aradım, bu muydu karşılığı piç kurusu!" Ağzımdan çıkan tutarsız sözlerden habersizdim. Ettiğim küfürler bir anlam kazanmıyordu.

 

"Bana ne çektirdiğini biliyor musun sen?" Hızlıca konuşarak boştaki elimi onun yakasına doladım. Karşımda böyle oturması sinirlerimi altüst ediyordu. Onu hafifçe öne çektiğimde bir deliden farksız gülümsedim. "Ne çektirdiğini biliyor musun? Yedi sene boyunca kendimden iğrenmeme sebep olduğunu biliyor musun lan!"

 

Yıllarca abimin en iğrenç insanın elinde öldüğünü düşünmüş, onun bana emanet ettiği iki kişiyi bulamadım diye acı çekmiştim. Oysa emanetleri en başından yanı başımdaydı. Bilsem bırakır mıydım Narin'i o adamın elinde? Eğer bilseydim yaşatır mıydım küçücük bir çocuğa senelerce böylesine bir acıyı?

 

"Yedi sene boyunca seni aradım ben.." Ölmesi neyi değiştirirdi? Yedi sene boyunca abimin bir toprağın altında olduğunu bilmek iliklerime kadar beni yalnızlığa gömmüştü. "Ulan, hiç mi vicdanın yoktu senin?" Dişlerimi sıkarak silahı biraz daha bastırdım onun alnına. "Senin babamda ne farkın var abi!" Hafifçe sarstım onu. "Senin intikam almaya çalıştığın adamdan ne farkın var!"

 

Gözleri hafifçe titreşti. Artık benim kadar onunda gözleri dolu doluydu. Birbirimize olan bakışımız canımı daha fazla yakıyordu. Ben ona kırgın, o bana pişman bakıyordu.

 

"Konuşsana piç kurusu!" Sessizliği beni çıldırtacak dereceydi. "Konuş!" Yüzüne doğru bağırdığımda sesim tüm evi titretti. Ama sessizlikten başka bir şey vermedi bana. Burnumdan akan kan dudaklarım arasına sızıyordu. Ve geride acı bir tat bırakıyordu.

 

Kalbim hızla çarpıyor, öfkeden damarlarım daha belirgin hale geliyordu. Tüm bunların yanı sıra keder vücudumda yer ediniyordu.

 

Onun konuşmayacağını anladığımda yakasını bıraktım. Parmağımı tetiğe koydum.

 

"Yavuz sakın!" İshak hızla bağırdı. "Bunu yapma!"

 

"Değmez!" Diye Cafer'in sesi acı doluydu. En az benim kadar o da harap olmuş durumdaydı. "Değmez, ula indir oni!" Abime karşı nasıl bir kin duyduğunu sesinden anladım. Silahı tutan elim hafifçe titrerken buna durmadan seğiren çenem eşlik ediyordu. Devran gözlerini kapattığında mırıldandı.

 

"Sık." Dedi, başka tek bir kelime etmedi. Diğerleri ne korkularından yaklaşabiliyordu, ne de uzaklaşa.

 

"Yavuz, delirme!" Tufan konuştu, ona Aziz eşlik etti. "Değmez oğlum, bunun acısıyla yaşamaya değmez!" Ne fark ederdi? Zaten acıyla kıvranıyordum!

 

Parmağım tetikte beklerken her saniye bana zulümden farksızdı. Çok istedim, o tetiğe basıp tüm acılarımı dindirmeyi çok istedim. Ama yapamadım. Ağzımdan çıkan acı dolu bir haykırışla silahı tavana doğrultup üst üste kaç el ateş ettim bilmiyorum. Her kurşunda Devran hafifçe irkildi. Gözlerini açma cesareti göstermedi. Göğüs kafesim hızla inip kalkarken tavanda kaç delik açtım bilmiyordum. Tüm bildiğim kurşunlar bitene kadar durmadım.

 

Boş silahı onun önüne attım. Yüzümde tiksinti dolu bir ifade yer edindiğinde başımı hafifçe eğdim. "Al." Dedim silahı göstererek. "Bir dahakine hayatımın içine etmek istersen, üstünde el izlerim var." Sert bir sesle konuştum. "Hiç aramakla uğraşma." Onun canının ne kadar yandığı umrumda değildi. Omuzları çökerken gözleri yerdeki boş silaha takıldı.

 

"Seni affetmeyeceğim." Sesimdeki kin giderek çoğaldı. Hafifçe eğildimde dişlerim arasından çıkan sesim fısıltıdan ibaretti. "Unutma, andım olsun seni ölsem bile affetmeyeceğim abi!" Bu babamın yaptıklarından bile kat kat daha ağırdı. Öz abimin bana yaptıkları, yedi senelik bir zulümden farksızdı.

 

Önünden geçip gittiğimde ne onun ne de kimsenin yüzüne bakmadım. Cafer'in peşimden gelmek istediğini duydum. Ama kapıdan çıkmadan önce tek duyduğum İshak'ın 'bırak kafasını toplasın' dediği oldu. Hemen ardından kapıyı sertçe çarpıp çıktım. Ne araba düşündüm ne bir şey. Düz yürüyerek o bahçeden çıktım.

 

Sokağı yokuş aşağı inerken elim göğsüme gitti. Nefesim daralırken gömleğimin ilk iki düğmesini titreyen elimle çözdüm. Bunların hepsi kalp hastalığım yüzündendi. Titriyor, burnum, kanıyordu. Ama kalbimin sıkışması, yaşadığım bunca şey yüzündendi. Temiz havayı içime çektim, ama sanki o bile bana yüktü. Adımlarım fazlasıyla tutarsız ve ağırdı.

 

Ağlamak geliyordu içimden, erkek adam ağlamaz derlerdi..ben bu lafa hiç inanmazdım.

 

Yolları yürüdüm. Kaç saat o yolu yürüdüm bilmiyordum. Araba olmadan Karadeniz'e varmıştım. Akşam olmuştu. Kafam öylesine doluydu ki zaman nasıl geçmişti anlamamıştı. Kalbimde böylesine bir acı yer edinirken açıkça bir şey düşünemiyordum.

 

Kayalıkların kenarına oturdum. Ağzımdan kaçan sesli nefesle harelerim dalgalanan denizde gezindi. Mayıs ayına girmiştik. Havada hafif rüzgar vardı. Ve o rüzgar denizi dalgalandırıyordu.

 

Karadeniz'le konuşurdum, onun her dalgası bana bir cevap gibi gelirdi. Yüzümde hisli bir tebessüm yer edinirken gözlerim dolu doluydu. "Bu sefer sevdamdan gelmedim sana Karadeniz." Diye fısıldadım dertli bir sesle. "Bu sefer ki ihanet." İhanetden başka bir şey değildi bu. Sesli bir nefes verdim. Sırt üstü kendimi kayalıklara bıraktım.

 

Bu sefer ben Karadeniz'e sürgün eden sevdam değildi.

 

Öz abimin ihanetiydi.

 

"Çok ağır bir ihanet." Diye fısıldadım kısık sesle ve gökyüzünü izledim.

 

Asla bitip tükenmeyecek bir acı daha yüklenmişti hasarlı kalbime.

 

*****

 

Hafsa Polatlı.

 

Saat sekize geliyordu. Artık endişeden kafayı yiyecektim. Hiçbirisi aramalarımıza mesajlarımıza dönmüyordu. Ve ne olmuştu dersiniz?

 

Ceylan, Zerda, ve ben, tabi ki saatler geçtikce birbirimizi doldurup durmuştuk. Narin'se sürekli saçmaladığımızı söylemişti. Ceylan'a olanları anlattığımız an beyninden vuruşmuşa dönmüştü.

 

Ve böylece bizde Zahir abinin onu öptüğünü öğrenmiş olmuştuk. Narin bunu duyduğunda uzun bir süre şoka girmiş bir güzelde Ceylan'ı azarlamıştı. Ceylan'sa 'ben çocuk değilim' diyerek onu geçiştirmişti. Narin nedense Zahir'e pek güvenmiyordu. Ve tabi öğrendiğimiz şeyse kaç gündür Zahir'in Ceylan'a karşı soğuk davrandığıydı. O öpücükten sonra dip köşe kaçıp duruyormuş. Bu konuda açıkca ona kızgındım. Ama neden böyle bir şey yaptığını öğrenmemiz gerekiyordu.

 

"Geberteceğim o Zahir'i!" Diyen Ceylan belki de 500-cü mesajını atıyordu. "Hele bir gelsin o!"

 

"Ceylan otur başım döndü!" Dedi kucağında ki Özlem'le çizim yapan Narin. Onun yüzünü güldüren tek şey kızıydı.

 

"Niye böyle aşaği yukari gidiyorsunuz?" Özlem çattı kaşlarını. "Abimler sizi aldattı mı??"

 

"O abinin var ya içinden geçerim!" Zerda sıkıntılı sesiyle telefonunu sürekli kontrol etmeye devam etti. "Mahvedeceğim onu!"

 

"Ben öyle olduğunu düşünmüyorum!" Adeta Kemal'im yapmaz konumdaydım. "Yavuz yapmaz öyle şey."

 

"Sus, mesude!" Zerda kaptığı yastığı kafama fırlattı. "Barda başka ne halt yiyecekler sabahtan beri, Allahım fenalık geçireceğim şimdi!" Dediğinde bir elini yelpaze yaparak yüzüne doğru salladı.

 

"Yapmamıştır." Dediğimde fazla eminsizdim. "Ya demesinize şöyle şeyler, bak oturup ağlayacağım az kaldı!"

 

"Kızlar yeter!" Narin azarlayan sesiyle konuştu. "Kız hamile zaten, ne diye strese sokuyorsunuz!"

 

"Açmıyor ya!" Ceylan sitemle konuşunca Narin gözlerini berelterek baktı ona.

 

Sabahtan beri bir şey yememiştim. Aklımı kurcalayan kurtlar sağolsun bana rahat vermiyordular. Alt dudağımı ısırmaktan artık yaralamıştım.

 

En sonunda ön kapı açılınca hepimizin bakışları oraya döndü. Yavuz, ve abimler içeri girdiğinde hızla yerimden kalktım. Gözlerim direkt Yavuz'u buldu. Çökmüş bir hali vardı, bu bile bir şeylerin iyi gitmediğinin habercisiydi. Üstü başı niye dağınıktı?.. niye gömleğinin birkaç düğmesi açıktı! Yakasında kan vardı..kan mıydı? Ruj olmasın!

 

İyice kafam karışıyordu!

 

"Nerdesiniz siz!" Eline geçiridği vazoyu abimin üstüne fırlatan Zerda'ya baktığımda gözlerim şokla genişledi. Üstüne doğru gelen vazoyu farkeden abim hızla aşağı eğildi. Onun yanında olan Aziz ve Cafer'de tepki olarak eğilmek zorunda kalmıştı.

 

"Lan noluyor!" Abim korkuyla bağırınca Zerda ona ateş saçan gözlerle bakıyordu.

 

"Lan!" Vazo duvara çarpıp parçalanınca Aziz abi iri gözlerle önce Tufan'a sonra Zerda'ya baktı. "Abicim bu hıyarı öldürmek istiyorsan, önce uyarda köşeye çekilelim! Yakışıklı yüzümün içine ediyordun!"

 

"Nerdesiniz siz!" Başka bir vazo kapan Ceylan onu Zahir'e fırlattığında Zahir hızla aşağı eğilmişti.

 

"Kız napayisin!" Diye bir sitem ettiğinde girdiği şoktan dolayı gözleri genişlemişti. Zamanında eğilmese vazo kafasında parçalanacaktı.

 

"Lan nolayi!" Cafer şok içinde bağırdı. "Niyetiniz nedur durin ula!"

 

Aynı Zerda'da olduğu gibi o vazoda duvara çarpıp parçalandı. Ceylan'la Zerda'nın bakışları beni buldu. Bendende aynı şeyi beklediklerinin farkındaydım. Yavuz'un yüzündeki ifadeye baktığımda o da olanlarla anlam veremyerek kaşlarını çatmıştı.

 

"Kocama vazo fırlatacak kadar delirmedim!"

 

"İyi ben senin yerine atarım!" Zerda bir vazoya uzandığı an hızla önüne geçtim. Yavuz gözlerini kırpıştırdığında ağzını açıp konuşmak istedi ama ondan önce ben konuştum.

 

"Hayır, bırakır mısın onu!" Yavuz'a bir vazo fırlatılmasına kesinlikle karşıydım.

 

"Niye bırakayım? Bu adamlar bizi aldattı!" Sözleriyle yutkundum. Yapmamıştır. Ya yaptıysa.

 

"Yavuz sen beni aldattın mı!" Diye hızla ona döndüğümde Yavuz'un gözleri şokla genişledi.

 

"Ne yaptım mı?" Sanki duymamış gibi konuşunca kıstım gözlerimi.

 

"Aldattın mı beni!" Diye tekrar ettiğimde abim hızla Yavuz'a döndü.

 

"Ulan, sen benim kardeşimi mi aldattın!"

 

"Sen sus!" Zerda hızlı adımlarla eline bir yastık kaptığı gibi Tufan'ın yanına yürüdü. Daha abim Yavuz'a saldıramadan Zerda abimi yastıkla dövmeye başladı. "Utanmaz arlanmaz şerefsiz!"

 

"Lan noluyor!" Abim darbelerden kaçmak ister gibi kenara yürüyünce Zerda'da onun peşine takıldı.

 

"Hafsa.." Yavuz bana yaklaşmak isteyince gözlerimi doldurdum.

 

"Sende beni aldattın değil mi? Ne işiniz vardı barda!" Ağlamaklı sesimle konuştuğumda Yavuz üstüne suç atılmış masum çocuklar gibi bozguna uğradı. Ardından gözlerine bilmiş bir bakış erişti.

 

"Süleyman!" Diye bağırdığında çoktan aradan çıkmaya hazırlanan Süleyman yutkundu. Masum gözlerini daha merdivenlere varamadan Yavuz'a çevirdi.

 

"Buyur abi." Dediğinde Yavuz tehlikeli bakışlarını ona çevirdi. "Gel buraya." Süleyman nefesini vererek pıtı pıtı adımlarla Yavuz'un yanına yürüdü. Yavuz onun boynunun arkasını yakaladı ve önüne çekti.

 

"Ne dedin lan kızlara?" Diye sorduğunda Süleyman ona baktı.

 

"Abi ne diyeceğim ya, ağzımı açmama bile izin vermediler ki!"

 

"Bar dedin, kadın dedin! Yavuz bir kadının yanında dedin!" Diye konuştuğumda ağlamaya hazırdım. Yavuz bu halimi gördükce içi gider gibi açıklama yapmaya başladı.

 

"Güzelim ne kadını?" Yorgun bir nefes verdi dişleri arasında ve baktı Süleyman'a. "Açıkla!"

 

"Barda bir toplantı vardı ondan gittik yenge!" Süleyman açıklama yaparken Zerda yasıktla Tufan'ı dövmeyi bıraktı. Ama hâlâ yastığı indirmeyi reddediyordu.

 

"Ne toplantısı?" Dedi gözlerini Zahir'den ayırmayan Ceylan. Zahir sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Ulu orta yerde yapilmayacak bir toplanti." Yanlış anlaşılmak istemediği için hızlıca Ceylan'a açıklama yapmıştı.

 

"O zaman kadınlar kimdi!" Diye sordu Zerda öfkeli gözlerle. Hızlıca Zerda'yı onaylar gibi başımı salladım. Yavuz nefesini vererek bana baktı.

 

"Toplantıya katılanlardan birisi." Dediğinde üstüme büyük bir utanç çöktü. Sadece benim değil, o utanç Zerda ve Ceylan'ında üstüne çöktü.

 

"Yani siz.." Zerda yutkundu ve hızla masum çocuklar gibi yastığı arkasına aldı. "Özür dilerim sevgilim, ben zaten biliyordum sen beni aldatmatzsın ama hep bunlar doldurdu beni!" Diyerek bizi gösterdiğinde şokla Ceylan'la birbirmize baktık.

 

"Ne?" Dedim. "Ben öyle bir şey yapmadım!"

 

"Bana ne bu ayıdan!" Diye isyan etti Ceylan. "Umrumda filan değil, hep senin başının altından çıktı zaten bunlar!"

 

"Ben kimin ne yaptığını çok iyi biliyorum." Abim Zerda'ya bilmiş bir bakış atarken kıstı gözlerini. "Alırım bunun intikamını."

 

"Benim, ocakta yemeğim var." Diyen Zerda yastığı abimin üstüne fırlattığı gibi üst kata koştu. "Bay bay!"

 

"Gel buraya!" Abim yastığı yere atarak onun peşine düştüğünde Yavuz Süleyman'ın kafasının arkasına küçük bir tokat atarak bana doğru yürüdü.

 

"Bana niye vuruyorsun abi ya!" Diye isyan etti Süleyman, Cafer yorgun bir gülüşle bir kolunu Süleyman'ın omzuna attı. Aziz abi bu çocuksu tavırlarımıza hayıflandı.

 

"Ulan Tufan uzak dur kardeşimden!" Diyerek üst kata doğru yola çıktı.

 

Koltukta oturup gülerek bizi izleyen Narin ve Özlem'inse keyfi pek yerindeydi. Biz burda rezil olmuşuz ne var yani gülmeseniz!

 

"Yavuz." Dediğimde suçlu çocuklardan farkım yoktu. Yumuşak bakışlarıyla bana bakarken başını hafifçe eğdi yana doğru.

 

"Karım." Diye nefesini verdi. "Bu saçmalığa inandın mı?"

 

"Hayır." Diyerek yutkundum. Bana inanmayan bir bakış attı. "Belki biraz." Aniden bir kolunu belime dolayıp beni kendine çektiğinde afalladım.

 

"Aç mısın sen?" Diye endişeyle sorduğunda kaşlarımı çattım.

 

"Nerden anladın?" Ne bu be? Bu adam eve kamera filan mı koymuş!

 

"Yüzünün rengi solmuş, bana bu saçmalığa inanıp bir şey yemediğini söyleme, Hafsa." Bakışlarımı kaçırdığım an nefesini verdi.

 

"Başımın belasısın." Dediğinde bir kolunu bacaklarımın altından geçirdi. Diğer kolu sırtımın arkasına yerleşti ve beni kucağına aldı. Mutfağa doğru yol aldığında Ceylan'la Zahir'in didişdiğini duydum. Bu ikisinin arasında gerginlik bitmiyordu.

 

Gözlerim Yavuz'un yüzüne indi. Endişeyle yakasına baktım, ardından burnuna. "Neden kan var yakanda?" Diye sorduğumda gözleri gözlerime indi. Bir kez daha ne kadar yorgun olduğunu sezdim. Anlam veremediğim bir şekilde fazlasıyla durgundu. "Yavuz, ne oldu sana?"

 

"Bir şey olmadı bana." Zorla tebessüm etti. Ardından mutfağa girdiği gibi beni sandalyeye bıraktı. Ama yalan söylüyordu, onda bir haller vardı. İçeri girdiğinden beri fazla sessizti. Ne Özlem'i farketmişti ne de Ceylan'ın burda ne aradığını sormuştu.

 

"Yalan söylüyorsun." Diye ısrar ettiğimde o buz dolabını açıp yemek hazırlamak için erzaklar çıkarıyordu. "O kan ne Yavuz?"

 

"Burnum kanadı." Dediğinde düşünceleri başka yerdeydi. "Yumruk yedim." Dediklerinde anlam veremediğim bir şeyler vardı. Harelerim onu terketmiyordu. Fazla gergindi. Ayağa kalktım.

 

Usulca ona yaklaşarak elimi omzuna koydum. Dudakları arasından sesli bir nefes kaçtı. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp tekrar açtı.

 

"Yavuz, neler olduğunu-" sözümü tamalayamadan elleri belimin iki yanını buldu. Beni kaldırdığı gibi tezgaha bıraktı. Burnumdan sesli bir nefes vererek yumuşak bakışlarımı onun yorgun ifadesine diktim.

 

"İyi değilim." Alnı alnıma yaslandığında omuzlarım hafifçe çöktü. Bir şeyler olduğu artık belliydi. "Hiç iyi değilim."

 

"Bunu görüyorum." Dedim sevgiyle ve ellerimi onun yanaklarına koydum. "Bana neler olduğunu anlatır mısın?" Sakin ses tonum sanki onuda sakinleştirdi.

 

"Ne anlatayım Hafsa?" Dediğinde dudaklarında durgun bir tebessüm belirdi. "Abimi öğrendim." Dudaklarım hafifçe aralandığında gözlerim genişledi. Sertçe yutkunduğumda onun yüzünü izledim.

 

Devran mı öğrenmişti?

 

"Yavuz ben.." başını iki yana salladı.

 

"Shh.." diye bir fısıltı döküldü dudaklarından. "Bunun için kimseyi suçlayacak değilim." Eli aşağı indi, karnıma yaslandığında bakışlarım yumuşadı. Bir an bana kızgın olduğunu sandım, ama hayır konu bu değildi. Yavuz kendi içinde çaresiz bir savaş veriyordu.

 

"Söyleyemedim sana, özür dilerim." Dedim parmaklarım usulca onun kahverengi tutamlarında gezinirken.

 

"Özür dileme." Dudaklarını aşağı eğip usulca çeneme bastırdı. "Hiçbir şey için özür dileme." Sanki daha önce olanların pişmanlığını taşır gibi bir nefes verdi. Daha önce Özlem konusunda kavga ettiğimizde, olanlar hiç iyi sonuçlanmamıştı. Bu yüzden artık ikimizde birbirimizi kırıp dökmeden bir şeyleri halletmeye çalışıyorduk.

 

"Ben yorgunum." Gözlerini kapatıp usulca fısıldadı. "Sadece yorgunum." İçim gider gibi onu izledim. Girdiği savaştan kaybetmiş bir şekilde çıkmış gibi omuzları çökmüştü. Her geçen gün Devran'a olan öfkem çoğalıyordu. Yavuz'a yaşattığı onca şey beraberinde benimde canımı yakıyordu.

 

"Burdayım." Şu an Yavuz'a gereken tek şey buydu. "Ben senin için her zaman burdayım."

 

"Biliyorum." Başını yana çevirip avuç içime uzun uzadı bir öpücük kondurdu. "Ve beni yaşatan tek şey bu güzelim." Eli usulca karnımı okşadı. "Beni yaşatan tek şey sizsiniz." Başını kaldırdı ve alnımı öptü bu sefer. "Şimdi bırak bunları." Azarlar bir bakışla baktı bana. "Şu karnını doyurlarım, açsın." Usulca başımı salladım.

 

Onun kafasını dağıtması lazımdı, ve bunu bana yemek pişirerek yaptı. Benim için yaptığı yemekleri yerken onuda benimle birlikte yemek yemeye zorladım. E tabi ilaçlarını almadığı için onu azarlamayıda ihmal etmedim. Yinede fazla üstüne gitmedim, ama yarın birlikte gidip ilaçları alacağımızın sözünü aldım.

 

Son lokmamıda yerken Yavuz konuştu. "Tatile gidelim mi?" Dediğinde ona baktım anlamayarak. Hiç olmadık bir yerde yaptığım bu teklif kafamı karıştırdı.

 

"Nasıl yani?" Diye sorduğumda nefesini verdi. Hafifçe öne eğildi ve dirseklerini masaya yasladı.

 

"Baya tatile gidelim." Gözleri umutla bana bakıyordu. "Ankara'ya gidelim, hem yapacak işlerim var orda. Hemde gidip biraz kafamızı toplayalım." Onun baya ciddi olduğunu farkettiğimde gülümsedim.

 

Bu hayır diyebileceğim bir teklif değildi. Son zamanlar öyle zor şeyler yaşamıştık ki Yavuz bana balıklama atlayacağım bir teklif yapmıştı.

 

"Gidelim." Dediğimde yüzüne daha geniş bir gülüş yayıldı. Usulca başını salladı ve o da bir tebessümle onayladı beni.

 

Ne kadar yorgun olduğunun farkındaydım, buna en çok ihtiyacı olan oydu. Ayrıca birkaç haftalığına bir yere gitmek bence bize çok iyi gelirdi.

 

"Yani bunlar senin için anlamsız!" Ceylan'ın yükselen sesini duyduğumuzda kaşlarım çatıldı.

 

"Anlamsiz!" Bu sefer bağıran Zahir'di. Yavuz'un gözleri direkt olarak kapıya döndü. Birbirimize kısa bir bakış attık, ardından sandalyelerden kalkıp salona gitmek için haraketlendik.

 

Salona girer girmez Zahir ve Ceylan'ın kavganın ortasında olduklarını farkettik. Yavuz'un kaşları çatıldı. Narin'in kucağından inip bize doğru gelen Özlem'i gördüğünde ifadesi aydınlandı.

 

"Abi!" Özlem Yavuz'un yanına koştu. Az önce olanlardan dolayı Yavuz'un yanına yaklaşamayan Özlem ancak şimdi zaman bulmuştu.

 

"Özlem." Yavuz aşağı eğilip onu kollarına alır almaz yüzüne saçlarına öpücükler kondurmuştu. Kemal Yavuz'u Özlem'le tehdit etmişti, ve o günden beridir Yavuz Özlem'i ilk kez görmüştü. Yüzündeki o rahatlama, o sevgi görülmeye değerdi.

 

Özlem'in haberi bile yoktu, ama Yavuz onun için büyük bir fedakarlık yapmıştı. Kendini feda etmiş, ömürlük hapsi göze almıştı. Yavuz'un merhameti onda en çok sevdiğim şeylerden biriydi. Ve bir gün Özlem bunları öğrendiği zaman kahraman gibi gördüğü adama daha fazla bağlanacaktı.

 

"Nerdeydin!" Özlem çattı kaşlarını. "Hep seni bekledim, ama gelmedin!" Onların bu tatlı konuşması Ceylan'la Zahir'in öfkesine adeta bir savaştı.

 

"Geldim artık." Dedi Yavuz Özlem'in yanağını öperek hasretle. "Geldim, burdayım. Kimse alamaz artık seni benden." Özlem onun bu sözleri karşısında kollarını Yavuz'un boynuna doladı ve öptü yanağını. Yavuz'un Özlem'e olan sevgisi her zaman kalbimi ısıtırdı. Aralarındaki amca yeğenden ziyade, gerçek bir kardeş sevgisiydi.

 

Gözleriyle Zahir ve Ceylan'ı gösterdi Yavuz. "Noluyor?" Diye sorduğunda Özlem sesli bir nefes verdi.

 

"Kavga edeyiler." Diye bir cevap verdi. "Gerçi sürekli kavga edeyiler."

 

"Kendine gel artık!" Diyen Ceylan'ın bakışları kırgındı. "Sürekli benden kaçıp duruyorsun, hatam ne söylesen!"

 

"Bir hatan yok." Zahir'in yüz ifadesi fazla rahattı. Ama gözlerinde anlam veremediğim bir acı kırıntısı vardı. Ne kadar gizlemeye çalışsada ordaydı.

 

"O zaman neden kaçıyorsun benden!" Ceylan'ın sert sorusuyla Zahir nefesini verdi.

 

"Ümitlenme diye." Artık diğerleride bu seslere aşağı inmişti.

 

"Neler oluyor?" Diye sordu yanımıza gelen Aziz abi. Yavuz hafifçe omuz silkti. Kısa sürede Cafer, abim, Aziz, Zerda, Süleyman, yanımızda yerlerini alırken hepimiz Ceylan'la Zahir'i izliyorduk. Narin'de oturduğu koltuktan bakışlarını onlarda çekmiyordu.

 

"Ümitlenme diye?" Ceylan'ın gözlerini acı sararken yutkundu sertçe. "Sence bunun için geç kalmadın mı?"

 

"Sanmayirim."

 

"Nesini sanmıyorsun!" Ceylan ona doğru bir adım attığında artık gururu incinmeye başlıyordu. Zerda ve ben birbirimize anlam veremez bakışlar attık. Diğerleri bilmese bile, biz onların arasında geçenleri biliyorduk. Zahir abinin haraketleri açıkça şu an benimde sinirlerimi bozmaya başlamıştı.

 

"Sürekli benden kaçıyorsun, yüzüme bakmıyorsun, şimdide geçmiş karşıma bunları söylüyorsun!" Ceylan'ın her kelimesinde Zahir abinin gözleri biraz daha soğukluğa sarıldı.

 

"Sana aramizda bir şey olacağini hiç söylemedum." Narin ayağa kalkıp araya girmek istedi, ama Ceylan tek elini kaldırarak durdurdu onu.

 

"Öptün beni, bu yeterli bir gerekçe değil mi?" Diye sorduğunda diğerlerinin şok dolu bakışlarını farkettim. Yavuz şokla bir Ceylan'a bir Zahir'e baktı.

 

"Ne yaptı?" Diye hayretle sorduğunda Zahir onu es geçerek Ceylan'ı parçalara ayıracak o cümleyi kurdu.

 

"Bir hataydi." Fazlasıyla rahat bir tavırla ağzından çıkan iki kelime odaya soğukluk getirdi. Ceylan'ın yeşil irisileri genişlerken kaşları hafifçe havalandı. Gözleri anında doldu, ve bu manzara karşısında Zahir'in sanki nefesi kesildi.

 

Sadece Ceylan'ın değil, Zahir'in bu haraketi hepimizin kafasını karıştırdığı kadar öfkelendirdi. Hepimizin yüzünde öfke yer edinirken biz daha konuşmadan odada sert bir ses yankılandı.

 

Ceylan Zahir'e tokat attı.

 

Zahir'in bu tokatla başı yana doğru döndü. Gözlerini kapatırken sertçe çenesini sıktı.

 

"Kusura bakma." Diyen Ceylan'ın sesi hafifçe titredi. "Buda bir hataydı." Dolu gözleriyle Zahir'in omzuna çarptı ve yanından hızlıca geçip üst kata çıktı. Yavuz Özlem'i aşağı bırakıp Zahir'in yanına yürüdü. Narin öfkeli bakışlarını Zahir'e dikti.

 

"Ne halt ettiğini sanıyorsun sen?" Zahir Ceylan'a nasıl iğrenç bir şey söylediğinin farkında mıydı? "Sakın bir daha kardeşime yaklaşma." Narin'i ilk kez böylesine korumacı bir tavırda gördüm. "Duydun mu beni? Benim kardeşim senin gönlünün oyuncağı değil, adam gibi sahip çıkamayacaksan duygularına uzak dur kardeşimden!" Zahir'e kin dolu bir bakış atarak yanımıza yürüdü. Önce Özlem'in elini tuttu, ve ardından Ceylan'ın peşinden yukarı kata yürüdü.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun?" Yavuz çenesini sıkarak sorduğunda Zahir'in önüne geçti. "Kızı öptün mü!" Zahir yediği tokatın etksinden yavaş yavaş çıkarak Yavuz'a döndü.

 

"Öptüm." Dediğinde Yavuz'un tüm yüzü öfkeden seğirdi. Onu ilk kez Zahir'e karşı bu kadar öfke dolu gördüm. Konu kadınlara yapılan bir yanlış bir haraket olduğunda Yavuz karşısında kimin olduğunu umursamıyordu.

 

"Özür dileyecesun kizdan." Cafer'in öfkeyle konuştuğunu duydum.

 

"Hemde hemen, şimdi!" Bu sefer konuşan abimdi. Zahir bakışlarını onların üstünde gezdirdi.

 

"Yapmayacağum." Bu halleri artık hepimizin sinirlerini bozuyordu.

 

"Bana bak Zahir sinirlerimi bozma benim, kızı öpüp bir hataydı demek nedir!" Zerda sanki kendisi tüm bunları yaşamış gibi Ceylan'ı savunmaya geçince belki de bende ilk kez Zahir abiye böylesine soğuk baktım.

 

"Bunu söylemeyecektin abi." Dedim yargılar bir bakışla. "Özür dilemelisin."

 

"Özür filan dilemeyeceğum!" Nesi vardı bunun!

 

"Zahir, benim tepemin tasını attırma!" Yavuz bir elini onun yakasına doladı. "Çık yukarı kızdan özür dile!" Zahir öfkeyle onun elini itekledi. Bu haraketi hepimizi bozguna uğrattı. Zahir'le Yavuz arasındaki o sıkı dostluğu yavaş yavaş soğukluk sardı.

 

"Dilemeyeceğum." Diye devam etti inadına.

 

"Dinleyeceksin piç kurusu!" Bu sefer konuşan Aziz'di. Her an Zahir'in üstüne atılacak kadar öfke doluydu.

 

"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?" Yavuz öfkeden sıktığı elleriyle konuştu. "Kıza ne dediğinin farkında mısın, sen böyle biri değilsin Zahir!" Yavuz haklıydı. Zahir abi bırak Ceylan'a karşı kırıcı bir kelime etmeyi, dokunmaya kıyamazdı.

 

"Yaptiğim her şey bir hataydi!" Dediğinde buz gibi gözleri hepimizi germeye başlamıştı. Aniden ne olmuş olabilirdide Zahir abi böylesine Ceylan'a karşı soğuklaşmıştı?

 

"Ne hatası abi?" Sesimin öfkeli çıkmasına engel olamadım. "Kızı öpmüşsün, görmüyor musun sana aşık olduğunu?" Dediğim an sanki boğazı düğümlendi. Boğazında bir düğüm oluştu, ve onu yutmakta zorlandı. Ancak gözlerinde yumuşayan o bakış hızla kayboldu. Nefes alamaz gibi bir kaçış aradı. Bize arkasını dönüp çıkışa yürüdüğünde Yavuz'un öfkesine öfke yüklendi.

 

"Çıkıp şimdi o kızdan özür dilemezsen Zahir Çetiner bir daha o kapıdan içeri girmene izin vermem!" Yutkunarak Yavuz'a baktım. Tamam Zahir abi çok sert konuşmuştu, ama yinede içimde ona kıyamayan bir taraf vardı.

 

Ve Yavuz böylesine bir yanlışı kabul edecek bir adam değildi. Tüm bunların yanı sıra Ceylan'ı özbe öz kız kardeşi gibi görüyordu. Hiç kimseden çıt çıkmadı. Adımları duraksayan Zahir'in omuzları gerildi. Süleyman bile bu sahne karşısında kederli gözlerle Zahir'in sırtıyla bakıştı. Zahir abinin yaptığı bir kadının duygularıyla oynamaktan farksızdı, ama neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordum. Ve içimden bir ses bir sebebi olduğunu söylüyordu.

 

"İyu." Dedi Zahir hiç arkasına bakmadan. "Bir daha beni burda görmezsun." Bu sözler teker teker hepimizi sarsıttı. Hiç geri bakmadan kapıdan çıktığı gibi onu çarptığında o sessizlikle baş başa kaldık.

 

Boş boş birbirimize baktık. Zerda bu manzara karşısında yutkunarak bana baktığında bende ne yapacağımı şaşırmış bir haldeydim. Zahir abi hepimizi hem dargın hemde kızgın bırakarak o kapıdan çıkmıştı.

 

"İyi, böyle davranmaya devam edeceksen senin gibi bir adamın evimde yeri yok!" Diye bağırdı Yavuz onun arkasından. Ama Zahir abinin tüm bunları duyduğundan şüpheliydim. Yavuz Ceylan'a yapılan yanlışı kaldıramıyordu.

 

"Abi, öyle demesen." Süleyman'ın ortamı yumuşatma çabalarına karşılık Yavuz öfkeye sarılan kehribar harelerini ona çevirdi.

 

"Ne yapmamı beklerdin Süleyman?" Zahir'e ne kadar kızgın olduğu sesine yansıyordu, lakin gözlerindeki o pişmanlığı sezdiğimde canım yandı. "Duymadın mı kıza ne dedi? Biz böyle insanlarmıyız oğlum? O böyle bir insan mı!" Ani öfkeyle haraket ettiğinin farkında değildi. "Aklı başına gelene kadar o kapıdan içeri adım atamaz!" Aklı sıra Zahir'e bir ders veriyordu. "Ne zamanki gelir özür diler, o zaman kapım her zaman açık!"

 

Kimin haklı kimin haksız olduğunu şaşırmış bir haldeydim. Ceylan'ın gözünden bakarsam Yavuz'a tüm bu yaptıkları için kızamıyordum. Ama Zahir abinin gözünden baktığımda, kafamı kurcalayan şey neden böyle konuştuğuydu.

 

Aralarında bir çatlak oluşmuştu, çünkü Yavuz'unda bizimde tanıdığımız Zahir bu değildi. Zahir abi masum birinin kılına zarar vermezdi, tüm bunları bir kenara bırakırsak Ceylan'ın gözlerine baktığında iliklerine kadar onu sevgi sarardı. Daha önce Ceylan'a olan bakışlarına şahit olmuştum. Bu aşktan başka bir şey olamazdı. Öyleyse neden aniden böyle davranmıştı?

 

Herkes birbiriyle bakışıp durdu, bunların hemen ardından Süleyman daha fazla dayanmadan Zahir'in peşinden çıktı. Süleyman Zahir olmadan yaşayamazdı. Bu artık saklı bir gerçek değildi. Süleyman küçük bir kardeşten farksız sürekli abisinin peşinde dolanırdı.

 

Az önce olanlarsa ortamı öyle bir germişti ki o gerginlik asla yok olmuyordu.

 

*****

 

Gece çoktan çökmüştü. Zahir hâlâ eve dönmemişti, ne bir mesaj ne de bir arama yoktu. Ceylan ne kadar beklesede, Zahir ondan özür dileyecek hiçbir şey yapmamıştı. Saatlerce gözyaşları dinmemişti. En sonunda Narin'in göğsünde ağlayarak uyuya kaldığında Zerda'da bende odamıza dönmüştük. Yavuz deminden beridir tekli koltukta oturmuş derin düşüncelere dalmıştı.

 

Bugün yeterince gerilmişti, ve o gerginliği Zahir'i bulmuştu. Sırtını geri yaslamış fazlasıyla düşünceli bir halde tavanı izliyordu. Duştan yeni çıkmıştım. Hiç çekinmeyip benimle duşa kadar girmek istemişti. Yavuz'a kalsa ben beş yaşında bir çocuktumda duşta kayıp düşerdim. Neyse ki onu ikna edip odada beklemeye mecbur bırakmıştım.

 

Üstümde sadece bir havlu vardı. Aynı şekilde saçlarımada bir havlu sarmıştım. Odaya girdiğim için saçlarımdaki havluyu çıkardım. Haraketlerim Yavuz'un dikkatini çekmişti. Tavanadaki bakışları hızla beni bulduğunda tüm düşünceleri dağılmıştı. Evli olduğumuzun farkındaydım, ama bana öyle dik dik baktığında beni utandırma gibi bir huyuda vardı.

 

"Ne bakıyorsun?" Dediğimde yorgun bir nefes verdi. Ama dudaklarında huzurlu bir tebessüm vardı. Bunun yanı sıra gözlerini büyük bir arzu sarmıştı.

 

"Gel buraya." Nazik, ama aynı zamanda fazlasıyla emir verir gibi çıkan sesi omurgamdan aşağı bir ürperti gönderdi.

 

"Üstümü giyineyim gelirim." Dediğimde kaşları hafifçe havalandı.

 

"Giyinme." Gözleri arsızca üstümde dolandı. "Hatta çıkar o havluyuda, itiraz etmem."

 

"Olmaz." Bahane aradım. "Hava soğuk." Dudağının köşesi yukarı doğru kıvrıldı. Bu bakışı çok iyi tanırdım, yine beni utandıracak bir laf geliyordu.

 

"Isıtırım." Demiştim o bakışı çok iyi tanırım diye.

 

Bana daha fazla bahane sunma fırsatı bırakmadı. Elimdeki havluyu yatağa bırakarak onun yanına yürüdüm. Belki de böylesine konularda daha cesur olmam gerekirdi.

 

Tabi Hafsa.

Sen ve cesur.

Hiç yakın kelimeler değil.

 

Yavuz'un yanına yaklaştığım an bir kolu belimi sararak beni kucağına çekti. Yutkunarak ona baktığımda bacaklarım üstünde iki yana açılmış bir şekilde oturmuştum. Kolu sıkıca belimi sarmıştı. Sanki kaybetmekten korkar gibi bana sarılırken başı aşağı eğildi ve yüzünü boynuma gömdü. Tüm bunlar yüzümde bir tebessüme sebep oldu. Ellerimi usulca onun saçlarına daldırdım. Bu hoşuna gitmiş gibi bir mırıltı çıkardı. Ne zaman saçlarına dokunsam böyle tatlı sesler çıkarıyordu. Sanki tüm yorgunluğu akıp gidiyordu.

 

"Öyle güzelsin ki, şu aklımı bugüne kadar kaçırmadıysam bile bir gün senin güzelliğinden kaçıracağım kesin." Dudakları boynuma küçük öpücükler kondurup tüm vücudumu ürpertirken sözleride kalbimin hızlanmasına neden oluyordu. Her haraketi benimde onu arzulamama neden oluyordu.

 

"Bence sen benim güzelliğimi abartıyorsun." Diye ona takıldığımda sesim kadifemsi bir fısıltı gibiydi. Başını hafifçe kaldırdı. Muzip bakışlarıyla beni izlerken kaşları havalandı.

 

"Abartıyor muyum?" Eli usulca yukarı çıktı ve çenemi kavradı. "Bu Trabzon'da var midur karimdan daha guzeli?" O şivesi öyle hoşuma gidiyordu ki güldüm.

 

"Bilmem." Kollarımı sardım onun boynuna. "Var mı?"

 

"Ben nerden bileceğum?" Devam etti şivesine. "Elalemin kizlarindan baa ne? Karimdan başkasini gözüm görmeyi." Şakacı sesi, baygın gözleri, ve o alaycı suratı bunca gerginliğin içinde bile beni kahkahalara boğdu.

 

Gözleri gülüşümü buldu. Arzu dolu bakışlarını hayranlık sardı. Başını hafifçe yana eğdi. Yüzümün her zerresini aşktan kahrolan bir adam gibi izledi. Boştaki eli belimden tırmanarak havluyu bulduğunda alt dudağımı içeri kıvırdım. Vücudu müşkül bir durumdaymış gibi gerginleşmişti. Gülmemek için zor durdum.

 

"Biliyorsun." Dediğimde havluyu tutan parmakları durdu. "Doktor böyle yakınlaşmalar yasak dedi." Sözlerimle irisleri hafifçe genişledi. Doktorun bize söylediği her şeyi hatırladığında sıkıntılı bir homurtu çıkardı. Somurtkan çocuklar gibi havluyu açmayı bıraktı. Kramplar yüzünden fazla haraket etmem, stres, öfke, hatta heyecan bile yaşamama nerdeyse yasaktı.

 

"İşe bak arkadaş!" Gerçekten sinirlenmişti. Ama yinede gözlerinde kıyamayan bir bakış vardı. "Karımıza dokunmamıza izin vermiyor bu küçük fasulye, kimse bana böyle bir şeyden bahsetmemişti!" Başını eğip karnıma baktığında karnımdaki çocukla anlaşma yapamaya çalıştı. "Birkaç saatliğine çekilip bir köşede dursan olmuyor mu?" Sanki dünyanın en ciddi söhbetini yapıyormuş gibi yüzü ciddileşti. "Şu an bana hiç yardımcı olmuyorsun zalımın zalım fasulyesi!"

 

İçimde bastırdığım gülüş dudaklarım arasından sesli bir şekilde firar etti. Ellerimi karnıma sararak Yavuz'a azarlar bir bakış attım. "Çocuğumla doğru konuş lütfen. Ayrıca sen onun babasısın, yakışıyor mu hiç böyle sözler?"

 

"Babası olarak ona çok güzel bir fikir sundum." Dedi kaşlarını kaldırarak. "Ama çocuğumuz beni hiç beni dinlemiyor, aynı anası."

 

Gözlerimi kıstım gıybetçı teyzeler gibi. "İyiki bana benzemiş işte, en güzeli değil mi? Aynı anası olmuş." Dedim gururla, sözlerime bu sefer gülen oydu.

 

"Güzel." Dedi şefkatle. "En güzel, en güzel benim karım." Sözleri yüzümdeki gülüşü sıcak bir tebessüme çevirdi.

 

Gözlerindeki arzu yerli yerindeydi, ama bana dokunmayacağını bilmekte onu çıldırtıyordu. Bu durumda onunla biraz oynasam hiç sorun olmazdı.

 

O an içimde bir cesaret kıvılcımı belirdi. Utangaçlığımı bir kenara bıraktım. Parmak uçlarımla göğsüne küçük bir dokunuş yaptım.

 

"Sen de az yakışıklı değilsin hani." Dedim gözlerimi onun gözlerinden hiç ayırmadan alt dudağımı içeri kıvırarak. Onunla oynadığımı anladığı an bakışları karardı. Gözlerindeki arzu çoğaldı. Tek bir dokunuşum onu mahvediyordu.

 

"Bu cilvenizi neye borçluyuz?" dedi, sesi kahkahadan arınmıştı. Yine de sıcaklığını koruyordu. Elini sırtımda aşağı yukarı gezdirdi. Hemen ardından belimin altına bastırdı.

 

"Hiçbir şeye." Dedim masum masum. Parmaklarımı boynuna dokundurdum. Her temasla biraz daha mahvoldu. Avuç içimi yanağına yasladım. Boynumu öne eğerek dudaklarımı yanağına bastırdım. Ardından yüzümü boynuna gömdüm. Onun yanında olmak, onu hissetmek bana çok iyi geliyordu.

 

"Kocamla biraz dalga geçmez miyim?" Diye fısıldadım arzulu sesimle.

 

Yavuz'un bedeni hafifçe titredi. Nasıl mahvolduğu gözlerinin içine kazınmıştı. Hem bu durum hoşuna gidiyor, hem de kendine hakim olmaya çalışıyordu.

 

"Bu huylarını bana daha önce gösterseydin, bu zamana kadar böyle uslu oturup beklemezdim, Hafsa." Cesurluğum buraya kadardı. Bu adam beni utandırmaya yemin etmiş gibiydi!

 

"Ama bu laflarını unutma." Dediğinde bana bir söz vaat etti. "Dokuz ay sonra hepsini sana teker teker hatırlatacağım." Arzuyla kalınlaşmış sesi gözlerimi kırpıştırmama neden oldu.

 

"Defol git!" Diyerek kucağından kalktım. Gülerek o da ayağa kalktı. Ben koşar adım ondam uzaklaşırken odanın içinde bana yetişti. Kolu belime dolandı, ağzımdan kaçan küçük çığlıkla benide kendisiyle birlikte yatağa düşürdü. Boynuma sayısız öpücük kondurduğuna kıvranarak güldüm.

 

"Hah şöyle!" Dedi gülüşümle dünyalar sanki onun olmuş gibi. "Gülde şu kocanın gönlü şenlensin!"

 

"Kocamın gönlü pek ayran gönüllü." Diye ona nazlana nazlana cevap verdiğimde tek kaşını kaldırdı.

 

"Ama bir tek sana ait, senden başka kim yer edinir sanıyorsun gönlümde?" Başını hafifçe eğip yüzüme yaklaştı. "Bu gözler senden başkasını görür mü sanıyorsun Hafsa?" Sevgiyle fısıldadı. "Senden başkasına yar olacağına yansın bu gönül." Beni yumuşatıp, nasıl susturacağını çok iyi biliyordu.

 

"Zalımın oğlu." Dedim alayla. "Ağzın ne güzel laf yapıyor senin."

 

"Ağzım başka işlerde de çok iyi, mesela çok iyi öperim. Görmek ister misin?" Dediği an omzuna vurdum. Ağır bir yaralıymış gibi yana doğru uzanıp omzunu tuttu.

 

"Sana o elin ağır diye kaç kez diyeceğim!" Omzunu tutarak acıyla yüzünü buruşturdu. Endişeyle hafifçe doğrulup ona baktım.

 

"Acıdı mı?" Diye sorduğumda gözlerinden birini açtı.

 

"Çok." Dediğinde alt dudağımı içeri kıvırdım, omzuna bakmak istediğimde belimden kavradığı gibi beni kendine çekti.

 

"Yalancı!" Dediğimde gülerek beni bırakmayı redetti. Onun gülüşü benimde yüzümde gülüşe sebep oldu. Bir eli kalktı, yüzüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Aniden gözlerimin en derinine bakarak şarkı sözleri fısıldamaya başladı.

 

"Haber verun yarume gözlerim doldi taşti." Sesi öyle huzur vericiydi ki, o hayranlık dolu bakışları arasında kayboldum. "Gemi mil ilen olur, sevda dil ilen olur." Yaklaştı yüzüme ve hülyalı bakışlarımı izlerken fısıldadı. "Güzeller çok var ama meyil birine olur.."

 

Güzeller çok var ama..meyil birine olur.

 

Ben bu adama çok aşıktım.

 

*****

 

Bölüm sonu!!!

 

Yavuz düşüyoruz sana...

 

Nasıldı bölüm???

 

Ben yazarken çok eğlendimmm ve de çok ağladım...

 

Devran Allah belanı vermesin.

 

Zahir seninde Allah belanı vermesin.

 

Git özür dile çocuğum aklını mı kaçırdın.. SENDEN BEKLEMEZDİM.

 

(Onca haltı ben yememişim gibi karakterlere yükleniyorum ama olsun yazarlar yapar böyle şeyler..)

 

Şimdi gidip son sahneyi okuyup Yavuz'a tekrar tekrar hayran kalacağım.

 

İyi kalın hoş kalın efenim yeni bölümde görüşmek üzere çok çok çok seviliyorsunuzzz

 

Bilgiler için whatsapp kanalımı takip etmeyi unutmayınız! Instagram ve tiktok biomda var💓

 

 

Bölüm : 27.05.2025 19:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...