24. Bölüm

24 BÖLÜM-GÜVEN BAZEN EN İYİ SİLAHTIR

Selin Eliz
selinelizben

Şimdiden keyifli okumalar, oylamlar ve yorumları eksik etmeyin! 💖

 

*******

 

4 gün sonra.

 

Hafsa Polatlı.

 

"Doğru düzgün serin şunu!" Diyen Nadir abinin sesiyle gülerek Yavuz'a baktım. Normal bir gün geçiyorduk. Uzun zaman sonra geçirdiğimiz en güzel ve normal gün olabilirdi. Tatile gelmiştik.

 

Hemde ailecek.

 

Hepimiz.

 

Tufan ve Cafer iki çocuk gibi topun peşinde koştururken Süleyman'da onlara katılmıştı. Onca derdin arasından bir kez olsun sıyrılıp böylesine güzel bir yere gelmek hepimizin işine yarıyordu. Zonguldak ilçesinde yerleşen bir yere gelmiştik. İlk günü Yavuz Ankara'daki birkaç şirketle iliglenmekle geçirmişti. Hemen ardından 4-5 saat süren bir yolculukla Ereğli isimli bir plaja gelmiştik. Yavuz burda bağ evleri kiralamıştı. Manzarası öyle güzeldi ki baktıkca insanın içi gidiyordu. Ön taraftaki deniz manzarası, arkadaki yeşillikler, çiçekler, çimenler. Hepsi fazlasıyla huzur vericiydi.

 

Nadir abi Aziz ve Zahir'in piknik örtüsü sermekle meşgul olduğunu görüyordum. Açıkça her ne kadar Zahir abiye kızgın olsakda, onu bu geziden mahrum bırakamazdık. Yavuz'la araları hâlâ soğuktu. Ne yapsam düzeltememiştim. Yavuz Zahir özür dilemeden bu işe hiç yanaşmayacak gibiydi. Zahir abiyse henüz Ceylan'ın yüzüne bile bakmamıştı. Ama nasıl uykusuz olduğunu, bu birkaç günde nasıl mahvolduğunu görüyordum.

 

Ceylan'ında ondan aşağı kalır yanı yoktu. Ne kadar gelmeyeceğim diye bağırıp çağırsada Zerda ve ben onu ikna etmiştik. Bizi kırmamak için katılmıştı, ama Zahir'in olduğu her yerden dip köşe kaçıyordu. Onu gördüğü yerde laf sokmayıda ihmal etmiyordu. İkiside durmadan didişiyordu.

 

Buraya gelirken Devran'la İshak'ı geride bırakmıştık. İshak bir süre Devran'ın yanında kalmak istediğini söylemişti. Açıkça Yavuz o günden sonra abisine tek kelime bile etmemişti. O gün her ne olduysa, kendi içinde bir şeylerle barışıp abisinden uzak durmayı seçmişti. Bunun için onu suçlayamazdım. Yavuz'un ve hepimizin hayatı nerdeyse Devran yüzünden mahvolmuştu.

 

"Hafsa, sen çatalları koydun mu?" Benden biraz uzakta duran Narin'in sesini duyduğumda başımı oraya çevirdim. Sepetlerin içinde çatalları arıyordu.

 

"İkinci sepete bak!" Diye ona seslendiğimde küçük bir tebessümle başını salladı. Tabiki onuda Özlem'ide peşimizde sürüklemiştik. Bence biraz kafayı toplamak onlarında hakkıydı.

 

Ve Yavuz..

 

Şu an baba rolüne girmekle meşguldü. Gülerek ona baktım. Mangalı körüklerken güneşten dolayı gözlerini kısmıştı. Bu gün hava sıcaktı. Üstünde rahat beyaz bir tişört vardı. Onunda altında siyah bir eşofman. Bugün rahatına düşkün giyinmeyi seçmişti. Üstelik mangalında sıcağı onu terletiyordu.

 

Gözlerini bana çevirdi, mangaldan birkaç adım uzak olan ağacın dibine çökmüş kucağımdaki çilekleri mideye indiriyordum. Ara bir ona nazlı bakışlar gönderdiğimde karşılığında yumuşak bakışlarıyla gülüyordu.

 

"Doldurma karnını meyveyle." Dedi oturduğu taburenin üstünde bana doğru dönerek. "Sonra yemek yiyemeyeceksin."

 

"Yoo yerim." Bir çileği daha bitirirken gülümsedim ona haylaz çocuklar gibi. "Ayrıca çileklerin tadı senin pişirdiğin o köftelerden daha güzel." Bozulmuş bir bakışla çattı kaşlarını.

 

"Sen az önce benim el lezzetimi mi kötüledin?" Dilini damağına vurdu. "Karima bak arkadaş, milletin karisi ne güzel olmuş diye över benim ki ordan vir vir konuşayi!" Kucağımdaki çileklerden birini ona fırlattığımda başını yana eğdi. Kafasına çarpacak olan çilekden son anda kurtuldu.

 

"Şimdide baa şiddet uygulayi." Sesli bir nefes verdi. "Darp raporu alacağım!" Elindeki yelpazeyi bana doğrulttu. "Kocaya şiddet uygulamak kaç yıl hapis cezası haberin var mı senin?"

 

"Yatarız koçum." Dedim sokak ağzıyla. "Hapisten mi korkacağız?" Sözlerim onu güldürdü. Böyle şakacı hallerim hoşuna gidiyordu.

 

"Mapus damları kolay mı sanarsın sen?" Ağa havasına girdiğinde bana sert bir bakış atarak tek dirseğini sağ dizine ve sol elinide diğer dizine yasladı. "Senin gibi narin bir kız günlerini geçiremez orda."

 

"Küçümseme beni." Bir elimi silah şekline getirerek ona doğrulttum. "Valla vururum seni ağa." Bende ciddi bir tavıra büründüğümde dudağının köşesi yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Vur!" Kollarını iki yana açarak bana çapkın bir bakış attı. "Kurban sana bu ağa!" Şu şakacı ortamda bile benimle flört etmekten geri kalmıyordu.

 

"Yaa Yavuz ya!" Dedim somurtarak, ve indirdim elimi. "Ne güzel havaya girmiştim, niye bozuyorsun?!"

 

"Allah Allah." Dedi alaycı sesiyle. "Sen pek bir meraklısın hanım ağa olmaya, az izle o dizileri!" Burun kıvırdım ona ve kucağımdaki telefonda oynayan filmi kapattım.

 

"İzlerim, sana ne?" Kıstım gözlerimi. "Ayrıca dizi güzel."

 

"Güzel mi?" Dedi mangal yapmaya devam ederken. "Hep aynı konular, adamın oğlu ölür, kan davası başlar, evlilik olur, berdel.. biraz amerikan filmleri izle!"

 

"Sevmiyorum ben onları!" Çocuklar gibi mızmızlandım. "Sürekli öldürüyorlar birbirlerini, önlerine gelenlerle öpüşüyorlar, kimin kimi sevdiği belli değil!"

 

"E bunlar napıyor?" Dünyanın en saçma şeyine bakar gibi telefonu gösterdi. "Adam karısının yengesiyle yattı ulan! Çocuğuma niye böyle şeyler izletiyorsun kızım sen!" Çocuğumuz aklına gelir gelmez yargılar bir bakış attı bana. "Hiç yakıştıramadım sana, kapa o diziyi biraz amerikan filmler izle!" Azarlayan sesinin altında bariz bir alay vardı.

 

Elime bir taş alarak ona doğrulttum. Kusuruma bakma sevgili kocam, diziler kırmızı çizgimdi!

 

"Bak atarım bunu kafana ortada iki boyutlu dizi karakteri gibi dolaşırsın, Yavuz!"

 

"Ben namuslu bir babayım." Gururla gösterdi kendisini. "Ve çocuğumun böyle şeyler izlemesine karşıyım, hayatımız zaten film gibi ne gerek var buna?" Bir bakıma haklıydı, ama yinede diziler güzeldi!

 

"Öküzsün Yavuz, hemde en büyüğünden."

 

"Cadı."

 

"Hanzo!"

 

"Kim ben?" Burnundan sesli bir nefes verdi. "Bulmuş benim gibi kocayı hanzo diyor birde!"

 

"Öylesin!"

 

"Sus, çeneside hiç susmayi!"

 

"Susmayacağım!"

 

"İki kelime daha et, bak nasıl susturuyorum!"

 

"Nasıl sustaracaksın!" Kucağımdaki kaseyi yere koyarken ona iddialı bir bakış attım. "Hiçbir şey yapamazsın sen bana!" Tek kaşını kaldırdı.

 

"Gör bakalım neler yapıyorum sana." Tabureden kalktığı gibi üstüme geldi. Ben daha ne olduğunu anlamadan bileklerimi kavradı. Onları başımın üstünde birleştirdiğinde şokla gözlerimi kırpıştırdım. Diğerlerinin bizi görmesini engelleyen büyük ağaçtı. Yoksa Süleyman çoktan çığlığı basmış olurdu.

 

"Yavuz, ne yapıyorsun?" Dediğimde az önce ona diklenen sesim bir kedi yavrusundan farksız çıkıyordu.

 

Afferin Hafsa.

 

Afferin kızım.

 

Böyle devam et iyice ezer bu ayı seni!

 

Uzun boyu üstümde beliriyordu, ayrıca bileklerimi tuttuğu için haraket edemiyordum. Sırtımı yasladığı çimenler, rüzgar, ortamı daha bir garip yapıyordu.

 

"Ne yapıyorum?" Dediğinde resmen benimle oynuyordu. "Görmüyor musun ne yaptığımı? Ne oldu karım? Daha demin vır vır konuşuyordun. Dilini mi yuttun?"

 

"Yavuz, bak etleri yakacaksın!" Birinin bizi görmesini istemiyordum. Özlelikle Süleyman görürse kırk yıl susmazdı! Tamam evliyiz, ama arkadaş bu herkes bizi görsün anlamına gelmez ki!

 

"Yansın." Dedi iç çeker gibi. "Ben yanmışım, bırak tüm dünya yansın."

 

"Yanmasın." Dedim masum masum. "Hem çocuğumuz aç mı kalsın, hamileyim ben."

 

"Çocuğumuz aç kalmaz, yenisini pişiririz." Dedi gözleri dudaklarıma inerken.

 

"Ne gerek var masrafa canım kocam, hadi sen işine dön."

 

"Hafsa." Dediğinde sesi arzuyla kalınlaşmıştı. Uzun kirpiklerimi kırpıştırdım ve ona baktım.

 

"Hı?" Diye bir mırıltı döküldü boğazımdan.

 

"Kuranıma kitapıma öpeceğim seni, boşa yorma o dilini." Yutkunarak baktım ona. Tam konuşmak için dudaklarımı açacağım an vakit kaybetmeden dudaklarıma kapandı. Yaptığı bu haraket vücuduma arzu dalgaları gönderirken benimde gözlerim kapandı. Birbirimize daha fazla dokunamaz olmak onuda benide bir hayli rahatsız ediyordu. Tek yapabildiğimiz ya öpüşmekti, ya da küçük dokunuşlar yapmak. Daha ileri gidemiyorduk.

 

Bileklerimdeki tutuşu gevşedi, dudakları benim dudaklarımın üstünde haraket ederken arzusunu ve sevgisini öpücüğe aktarmaktan geri durmuyordu. Onunda gözleri benimkiler gibi kapalıydı buna çok emindim. Her seferinde beni öpüşleri asla isteğini kaybetmiyor, sanki her seferinde daha da çoğalıyordu. Dili dudaklarımın üstünde geziniyor giriş talep ediyordu. Bense geri durmadan ona izin veriyordum. Bileklerimdeki tutuşları tamemen kaybolduğun da ellerim refleks olarak onun saçlarını buldu. İkimizde öpücüğün içinde kaybolmuştuk.

 

Ama aniden ikimizinde burnuna dolan yanık kokusuyla gözlerim açıldı. Aynı hızla Yavuz'unda gözleri açıldı. "Hay içine!" Diye bir sitem etti, ikimizinde başı mangala döndüğünde çoktan dumanı yükselen etleri gördük.

 

"Yaktın." Dediğimde nefesini verdi. Başını geri bana çevirdi.

 

"Görüyorum." Omuz silkti. "Boşver, yenisini pişiririm. Şu an rica etsem sevgili karım tüm dikkatini bana verir misin?"

 

"Yavuz, abim seni gebertecek!" Diye sesimi yükselttim telaşla. O etler abimin kırmızı çizgisiydi. Ve Yavuz hepsini yakmıştı.

 

"Bu seni daha fazla öpebileceğim anlamına geliyor, kapa o çeneni." Dedi ve bana fırsat vermeden tekrar kapaklandı dudaklarıma.

 

Baş belasıydı!

 

Yinede ikimizde bu konuda doyumsuzduk..

 

******

 

Yavuz yeniden pişirmek zorunda kaldığı etleri yerdeki piknik örtüsüne koyarken abimde ona öldürücü bakışlar atmakla meşguldü. Bir ara Yavuz'a saldırmayı bile düşünmüştü, çünkü sofraya nerdese bir saat geç oturmak zorunda kalmıştık! Açıkça hepimiz açlıktan kıvranıyorduk, yinede öpücükler için pişman değildim. Yalanı yok, ne kadar Yavuz'a kızsamda hoşuma gidiyordu.

 

Üstümdeki mavi elbisenin bol eteğini öne doğru ittim. Bugün hava sıcak olduğundan hepimiz daha rahat şeyler giymiştik. Üstümde omuzlarımı açıkta bırakacak askılı mavi bir elbise vardı. Aynı şekil Zerda'nında üstünde keten bir elbise vardı, ama onunkin askıları benimkinden daha ince ve rengi pembeydi. Sarı saçlarını abimin ona aldığı tokayla toplamıştı.

 

Narin'in bize kıyasla üstünde beyaz güzel omuzları kapalı yarı kollu bir elbise vardı. Yinede kumaşı fazla ipek olduğundan sıcak hissetmiyordu. Ceylan'sa Zahir'e en uzak olacak yere oturmuştu. Yani Zerda'yla benim aramada otıruyordu. Zahir'e bakmamak için plajın her yerine göz gezdiriyordu. Çünkü her ne kadar Zahir'e uzak otursada karşı karşıya oturmuş durumdaydılar.

 

"Neyi var bu iki inatçı keçinin?" Nadir abinin fısıltı gibi sesiyle Yavuz'a sorduğu soruyu duydum. Yavuz nefesini vererek Zahir'e kısa bir bakış attı.

 

"Bilmiyorum. Tek bildiğim tüm hata bizim oğlanda." Başını hafifçe yana çevirip Nadir abiye baktı. "Büyük halt yedi."

 

"Ne yaptı?" Nadir abi kaşlarını çatarak sorduğunda Yavuz'un çenesi kasıldı. Sanki o gün olanları hatırlamak Zahir'e karşı biraz daha soğuk hissetmesini sağladı.

 

"Kızın duygularıyla oynadı diyelim." Zahir abinin yaptığı öyle bir şeydi ki Yavuz bunu diline bile getiremiyordu. Zahir'e böyle bir şeyi yakıştıramıyordu, ama Zahir bunu yakıştırmayı bir kenara bırakalım direkt yapmıştı.

 

"Zahir?" Dedi Nadir abi inanmayan bir sesle. "Zahir mi Ceylan'ın duygularıyla oynamış?"

 

"Öyle yaptı şerefsiz." Yavuz her ne kadar öfkeli olsada sözlerinin altında gerçek bir nefret ya da kin yoktu.

 

"Atsaydın birkaç yumruk." Nadir abiyle Yavuz'un anlayışı nerdeyse aynıydı!

 

"Az kaldı." Diyen Yavuz'un sesi sabırsızdı. "Yediği haltın hesabını vermezse atacağım birkaç yumruktan fazlası olacak." Zahir'in bu konuşmaları duymuş gibi ifadesi rahatsızlaştı. Yavuz'la arasının bozuk olması onu yoruyordu. Gözlerindeki o pişmanlık beni üzüyordu. Zahir abiyi biraz tanıyorsam o doğru bildiği şeyden asla pişman olmazdı, yaptığı yanlışın o da farkındaydı.

 

"Yerine ben yapayım mı?" Yaramaz çocuklar gibi şöyle konuşmasalar..

 

"Hayır demem." Şuna bak, dünden razı!

 

"Hiçbir şey yapmayacaksınız." Dediğimde sonunda böldüm ikisinin konuşmalarını. "Zahir abi böyle birisi değil, bir derdi var. Onu tanımıyor musun Yavuz? Böyle birisi değil." Dediğimde Yavuz'un öfkeli ifadesi yavaşça solmaya başladı. Bana hak veriyordu, ama Zahir'in hareketleri kendisini fazlasıyla rahatsız ediyordu. Yine de Zahir abi tamamen acısız bir insan değildi. Onun nasıl bir hayatı vardı bilmiyordum, ama iyi bir hayata sahip olmadığına emindim.

 

"Daha beni beklemeden oturmuşsunuz!" Nisa'nın sesini duyduğumuzda hepimiz başımızı sesin geldiği yöne doğru çevirdik. Bugün resmi kıyafetlerinden arınmıştı. Buraya gelirken onada haber vermiştik. Birkaç işinin olduğunu, bitirir bitirmez katılacağını söylemişti.

 

Bize öyle çok yardımları dokunmuştu ki, onu davet etmezsek olmazdı. Sonunda İshak o flaş diski çalıştırmayı başarmıştı. Flaş diskin içindeki görüntüler mahkemeye sunulmuştu, bu süreçte Yavuz Ankara'da olduğu için, imza işlemlerini ve diğer her şeyi burdaki bir karakolda halletmiş oraya göndermiştik. Yavuz'un masumluğu tüm haberlerde gündem haline gelmişti. Nisa'nın ve İshak'ın yardımlarıyla Yavuz'un adına çalınan o kara leke silinmişti. Artık baba katili olarak anılmıyordu, ve bu durum azda olsa onu mutlu ediyordu. Yavuz insanlar tarafından yanlış anlaşılmayı sevmeyen, ama her zaman yanlış anlaşılan bir insandı.

 

"Senimi bekleyecektik birde!" Abimin sitem eden sesini duydum. Çoktan yemeklere gömülmüştü. "Zaten bu aptal damat yüzünden yeterince aç kaldım!" Yavuz'a bulaşmadan rahat duramıyordu.

 

"Bir kelime daha edersen akşama kadar aç kalacaksın kayınbirader, istediğin bu mu?" Yavuz'un sorusuyla abim gözlerini kısıp baktı ona.

 

"Canımı al, yemeğimi alamazsın damat bozuntusu." Derken ağzını dolduruyordu. Zerda ona bakarken hayıflandı.

 

"Çok yiyorsun Tufan, ben yemek filan yapamam sana!" Kıstı gözlerini. "Tüm Türkiye'nin erzağını tüketeceksin sonunda!"

 

"Hayır arkadaş, bu kadar yiyorda nasıl kilo almıyor?" Süleyman kafasını kaşırken sordu merakla. "Ben su içsem kilo alıyorum, vücut organlarım filan mı yanlış çalışıyor anlamıyorum ki!"

 

Onlar didişmeye devam ederken Nisa Cafer'in yanında yerini almıştı. Nisa gelir gelmez Cafer'in ifadedi resmen aydınlanmıştı. Bu ikisini görmek en azından beni gülümsetiyordu. Sürekli didiştiklerini sanıyordular, ama tek yaptıkları flört etmekti.

 

"Sende az ye." Diye azarladı Aziz abi elindeki köfte ekmekten bir ısırık alırken.

 

"Zekadan kıt mısın Aziz sen?" Süleyman kaşlarını çatarken yarım ekmeği yemekle meşguldü. Bence yalan söylüyordu, en az abim kadar çok yiyordu ama asla kilolu birisi değildi. "Az yiyorum zaten, ama kilo alıyorum. Hamile kadınlar gibiyim anasını satayım!"

 

"Hamile kadınlar gibi mi?" Dediği şeylerle gözlerimi kırpıştırıp önce karnıma baktım sonra elimdeki çatala ve Yavuz'un tabağıma yığmaya devam ettiği yemeklere. "Yani ben çok mu kilo alıyorum!" Yavuz'un başı hızla tabağından kalktı ve bana baktı.

 

"Yok öyle bir şey güzelim." Süleyman'a sert bir bakış attı. Ama aynı bakışlara bana dönerken bir çocukla konuşur gibi yumuşadı. "Ayrıca kilo alsan ne olmuş? Her halinle güzelsin sen." Bir aylık olan sevgili çocuğumuz daha bir şey belli etmiyordu. Ama tek gerçek şuydu, sürekli bir şeyler aşermeye başlamıştım.

 

"Yani kilo aldım!" Diye isyan dolu kelimeler ağzımdan çıktığında Süleyman yutkundu.

 

"Yenge ne kilosu? Öyle demek istemedim ben! Valla çok güzelsin, kilo milo yok sende!" Biraz daha ben bu tavrılarıma devam edersem, Yavuz'un kendisine saldıracağını çok iyi bilen Süleyman hızla savunmaya geçti.

 

"Yalan söylüyorsunuz!" İttim önümdeki tabağı sofranın ortasına. "Yemeyeceğim işte!"

 

"Kardeşim saçmalama istersen." Zerda tabağımı geri önüme itti. "Yemeğini ye, hem ne kilosu şuna bak inceciksin!" Ardından ağzını tıka basa dolduran abimin kolunu çimdikledi. Abim önce ona anlamayan bir bakış attı, ardından bana baktı. Boğazını temizledi.

 

"Kır çiçeğim doğru söylüyor, benim kardeşim dünyanın en güzeli. Şimdi ye onları." Gözlerimi kısıp abime diktim.

 

"Yemeyeceğim!"

 

"O zaman bizde yemeyeceğiz!" Dedi Zerda. Abim iri gözlerle ona baktı.

 

"Şaka mı yapıyorsunuz siz!" Elindeki böreği isteksizce bıraktı. "Hay arkadaş böyle işe ben, sırf beni aç bırakmak için her yolu deniyorlar!"

 

"Güzelim, yemeğini yer misin lütfen?" Yavuz'un rica dolu sesini duydum. Bana beni ikna etmeye çalışır gibi bakarken başımı iki yana salladım. "İştahım kaçtı benim. Çok istiyorsan sen ye." Diye inat ettiğimde Aziz abinin ve Süleyman'ın bastırdığı gülüşleri duydum.

 

"Kesin lan sesinizi!" Yavuz onlara sert bir sesle diklenince ikiside önlerine döndüler. Yavuz nefesini vererek bana döndü. Kollarımı göğsümde kavuşturmuş ona bakmayı redderken tabağımı kendi önüne çekti. Göz ucu ona baktığımda tabağımdaki yemeklerden çatala alarak onu dudaklarıma doğru uzattı.

 

Herkesin içinde beni elleriyle beslemekti niyeti, ve onu reddersem aşırı saçmalamış olurdum. O istekli bakışlarını reddemezdim. Dudaklarımı usulca araladığımda zafer kazanmış gibi gülümsedi ve çataldaki yemekleri bana yedirmeye başladı.

 

"İlla beni köle gibi çalıştırmaktan zevk alıyorsun değil mi?" Diye söylendiğinde güldüm hafifçe.

 

"Ne var bunda?" Dedim onun uzattıklarını yerken. Bir gerçek vardı ki yemekleri bana Yavuz yedirdiğinde tadı bir başka güzel oluyordu.

 

"Rezil ediyorsun beni millete zalımın kızı." Dediğinde sesi alay doluydu. Diğerleri ona gülmekle meşguldü.

 

Yavuz Payidar karısını kendi elleriyle besliyordu.

 

"Yavuz sen bir ara bizim Tufan'a centinmelik dersi filan ver!" Dedi yanımda oturan abimin omzuna bir tokat geçiren Zerda. Abim yuttuğu lokmayla tekrar ağzını doldururken ona baktı.

 

"Ben ne yaptım şimdi!" Diye isyan ettiğinde Zerda gözlerini devirdi.

 

"Yemekleri benden daha çok seviyorsun!"

 

"Senden daha çok sevmiyorum." Dedi abim lokmasını yutarken. "Bu dünyada senden daha fazla sevebileceğim hiçbir şey yok." Onun bu sözleri karşısında bakışları yumuşayan Zerda'yı farkettim.

 

Abim Zerda'ya değer veriyordu. Hemde bazı zamanlar belki de benden bile fazla Zerda'ya değer veriyordu. Aşk öyle bir şeydi ki insanı herkese karşı kör kılıyordu. Abim Zerda için elini kana bulamaktan çekinmemişti. Onun için her zaman savaşmıştı, ve geçte olsa Zerda sonunda duygularının farkına varmış abimi kabul etmişti. Şimdi onun parmağında annemin yüzüğü vardı. Ama ben annemin bilekliğini kaybetmiştim. Yıllar önce ondan bana kalan tek şey bileklikti, ve kaybetmiştim. Bunun pişmanlığı ara sıra üstüme çökmeye devam ederdi.

 

Bir gün o bilekliği geri almayı çok isterdim.

 

*******

 

Kahvaltıdan sonra bir ağacın altında Yavuz'la oturmuştuk. Zerda'yla abim çimlerin üstünde oturmuş söhbet ediyordular. Zahir ve Ceylan birbirlerinden dip köşe kaçıyordular. Ve diğerleri yine top oynuyordular. Süleyman'ın top sevdası bitmiyordu.

 

Başımı Yavuz'un göğsüne yasladığımda dudaklarımda huzurlu bir tebessüm vardı. Bir kolu omuzlarıma sarılıydı. Başımı hafifçe kaldırıp ona baktım. Kehribar hareleri sadece beni izlemekle meşguldü. Önümüzdeki güzel manzara yerine benim gözlerimin en derinine bakıyordu.

 

"Ne bakıyorsun öyle aşık aşık?" Diye sorduğumda küçük bir gülüş çıktı ağzından. Beni biraz daha yakın tuttu kendisine.

 

"Aşığız kızım, yalan mı?" Kaldırdı kaşlarını. Dikti kehribar gözlerini gözlerime. Bir elimi alıp kalbinin üstüne koyduğunda yüreğinin nasıl bir hızla çarptığını hissettim.

 

"O güzel gözlerine baktığımda bana her seferinde bunu yapıyorsun." Hafifçe eğildi yüzüme doğru ve sessizce mırıldandı. "Kalbimin yerinden çıkmasına neden oluyorsun." Dudaklarıma bir tebessüm erişti. Tam ona cevap verecekken Süleyman'ın sesini duydum.

 

"Abi, gelsene top oynayalım Zahir mızıkçılık yapıyor!" Diye sitem etti Süleyman. Aslında Zahir abinin mızıkçılık yaptığı yoktu. Süleyman'ın tek istediği onları bir araya getirmekti.

 

"Siz oynayın." Yavuz ona seslenirken fazla mesafeliydi.

 

"Kalk şu karının yanında da katıl şu maça!" Ayağının altına gelen topu kolunun altına alan Aziz abi nefesini verdi. "Adam sayımız az, şu muhatap olmadığımız şahıs fazla iyi oynuyor!" Derken Zahir abiyi kastediyordu. Zahir abise hiçbir ifade barındırmadan bizi izliyordu.

 

Yavuz bana baktı birkaç saniye. Ama benim düşüncelerim tamamen farklıydı. Gözlerim Ceylan'a kaydı, ardından Zahir abiye. Aklıma bir fikir geldi. "Bende katılacağım!" Diyerek ayağa kalktığımda Yavuz birkaç saniye hayretle beni izledi. Ardından o da kalktı ayağa.

 

"Yok öyle dünya." Çattı kaşlarını endişeyle. "Nereye, sen hamilesin!"

 

"Evet!" Dedim ve abimlerin yanına yürümek istedim yüzümdeki geniş tebessümle. "Bebeğimizin canı futbol oynamak istiyor!"

 

"Bacaksız karım!" Diyerek kolumu nazikce tutup beni geri çekti. "Otur şuraya, yok sana futbol filan!"

 

"Bırak!" Dediğimde çirkefleşerek kurtuldum ondan. "Hem ben çok güzel futbol oynarım!" Başımı çimlerin üstünde oturan abime çevirdim. "Değil mi abi?"

 

"Öyle abisinin gülü, ama dinlenmen en iyisi." Dediğinde somurtarak ona baktım.

 

"Kafanı kırarım abi." Yapardım.

 

"Çekil bakayım damat bozuntusu." Abim ayağa kalkarken tehditimi fazla ciddiye almıştı. Gülmemek için zor durdum. "Benim güzel kardeşim futbol oynamak istiyorsa sen kim oluyorsun?" Yanımıza yürümeden önce Zerda'yıda kaldırdı.

 

"Kapa o çeneni, defol git Tufan." Yavuz beni yanına çekerken sert bakışlarını abimden çekmiyordu. "Top filan oynamayacak."

 

"Oynayacak." Dedi abim tam onun önünde durup başını dikleştirerek. "Benim kardeşim kendisine dikkat etmesinide bilir."

 

"Ya düşerse?" Dedi Yavuz endişeyle.

 

"Tutarız ever Allah." Diye hızla cevapladı abim onu.

 

"Ya tutamazsan? Arkadaş oynatmıyorum ben karımı gidin ne halt ediyorsanız edin!" Somurtarak Yavuz'a baktım. Kolunun altından çıkmak istedim, ama kolunu öne getirip beni incitmeyerek çenemin altına yasladığında resmen beni kafeslemişti.

 

"Rahat dur." Diyerek bana yandan bir bakış attığında gözlerimi kıstım.

 

"Zalımın zalım oğlu!" Diye isyan ettiğimde dudağının köşesi yukarı doğru kıvrıldı.

 

"Öyleyimdir." Egosunun içine ettiğim.

 

"Oynamak istiyorum!"

 

"Kapa o çenemi bakayım, oynamayacaksın!" Başımı sola çevirip ona baktım.

 

"Çek şu kolunu!"

 

"Çekmeyim." Dedi dilini damağına vurarak. Abim ona sert bir bakış attı. Ardından bana bir bakış attı. Gözlerindeki o imayı anladığımda nerdeyse kahkahayı basacaktım.

 

"Kocan izin vermiyorsa." Dedi nefesini vererek ve kolunu Zerda'nın omuzlarına doladı. "Hadi kır çiçeğim, biz katılalım." Yavuz onun bu kadar kolay vazgeçmesine şaşırmış bir haldeydi.

 

"Aziz, gönder oğlum topu!" Diyen abim fazla keyifliydi. Aziz abi birkaç saniye ona baktı, ama ardından mesajı almış gibi dudaklarına bir sırıtış yayıldı.

 

"Göndereyim paşam!" Topu ayağının ucuna yerleştirdi, ve şut çekti. Ama şu Tufan'a değil çok sevgili kocamın tam malum yerine denk geldi.

 

"Ulan!" Yavuz acıyla tıslayıp tutuşunu gevşettiği an hızla kolunun altından çıktım. Küçük çocuklar gibi ona dil çıkarıp abimlerin yanına koştuğumda acıyla hafifçe eğilmişti. Diğerlerinin kahkahaları birbirlerine karışırken Cafer bağırdı.

 

"Ula iyiki çocuk yapmışsiniz ha, şu darbeden sonra kısir kalacağına 50 kuruşuma bahse gireyurim!" Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yavuz'un acısı geçerken tehlike saçan gözlerini bize dikti.

 

"Sizin o olmayan beyninizi-!" Küfür edecekti, ama sonlara doğru sesini kıstı. Bana attığı bakış alırım bunun intikamını der gibiydi. Gözlerimi kaçırıp masum çocuklar gibi ona bakmayı redettim.

 

"Bende 70 kuruşuna bahse dahil oluyorm!" Abim keyifle ellerini beline koydu. "Var mı arttıran?"

 

"Geleceğim hakkındaki saçma fkirlerinizi kendinize saklayın!" Dedi Yavuz sırtını düzeltip acının geçtiğini belli eden rahatsız bir yüz ifadesiyle. "Buraya gel Hafsa!" Dedi, ama sesi asla yükselmemişti. Kaşlarımı hayır der gibi kaldırdım.

 

"Valla gelmeyeceğim!" Çattım kaşlarımı. "Ben top oynamak istiyorum, yemin ederim tek kelime daha edersen doğurmam bu çocuğu yıllarca karnımda kalır!"

 

"Yuh!" Yavuz iri gözlerle bana baktı. "Böyle tehdit mi olur kızım!"

 

"Olur ya!" Dedim ona bakarak. "Gönder topu bana!" Top onun yanında olduğu için abartılı bir nefes verdi. Sabır ister gibi gökyüzüne baktı, ardından yerdeki topu bana pas olarak attı.

 

Üstüme gelen topu ayağımla yakaladım ve bir kez döndürdüm. Bunu beklemiyormuş gibi kaşları hafifçe havalandı. Top oynamakta iyi olduğumu o bilmiyordu ama ben çok iyi top oynardım.

 

"Hadi cilveli bey, katılmayacak mısın?" Dediğimde bu sefer keyiflenen oydu.

 

"Katılalım bakalım, ama uyarayım bu sefer karşında olurum." Dedi yanımıza yürürken.

 

"Olur kocam, hiç şikayet etmiyorum." Abimlere baktım. "Kim kim oynuyoruz?"

 

"Nisa, gelsenize!" Zerda Ceylan'ın yanında oturan Nisa'ya baktı. İkisininde başı anında bize döndü. Deminden beri daha yeni yeni tanışmalarına rağmen sohbet ediyordular.

 

"Top mu oynuyorsunuz?" Dedi Nisa neşeyle.

 

"Seni sahalarda görmeyi özleduk." Cafer iddialı bir bakış attı ona. "En son lisede top oynamiştik."

 

"Ve seni beş sıfır yenmiştim." Nisa hâlâ bu zaferine tadını çıkarırken Cafer'in egosu bozuldu.

 

"Bilerek kaybedeyidim." Nefesini verdi. "Değerimiz bilinmeyi."

 

"Niye bilerek kaybedesin ki? Sen kaybetmeyi sevmezsin!" Nisa oturduğu sandalyeden konuştu tekrardan. Cafer birkaç saniye baktı ona.

 

"Kazaninca güleyidin, gülüşin çok güzeldi. Ondan kazanmanada izin vereyidim." Cafer iltifat ettiğinin farkında bile değildi. Nisa'nın bu sözler karşısında afallayıp utandığını farkettim.

 

Cafer hepimizin ona uzaylı görmüş gibi baktığımız farkedince omuzlarını indirip kaldırdı. "Ne var ula?" Anlamıyordu. "Ne bakayisiniz öyle!"

 

"Az önce bir kadına iltifat etti!" Süleyman başını iki elleri arasına aldı. "Allah'ım kıyamet günü geldiyse nolursun beni cehenneme koyma ben bu Zahir'le cehennemde yaşamaya dayanamam!"

 

"Ula ben niye cehenneme gideyum!" Zahir isyan ederek ona baktığında Süleyman tek gözünü açıp ona baktı.

 

"Zaten cennete giremeyeceksin memati, son yediğin haltan sonrada cehennemi hakettiğin kesin. Allah'ım sen ezdiğim karıncaların günahı için beni bağışla!" Diye yakardığında Aziz onun kafasının arkasına bir tane geçirdi. Süleyman sızlanarak elini hızla kafasının arkasına götürdü.

 

"Gelen vuruyor giden vuruyor arkadaş!"

 

"Susun!" Abim sert bir sesle söylendi onlara ardından Cafer'e yaklaşıp ellerini omzuna koydu. "Cafer, iyi misin?" Derken bundan gerçekten şüpheliydi. "Kafanı vurmadın dimi? Korkuyorum. Bir şey olmadı dimi?"

 

"Bu baa niye iyi davranayi!" Gözleri genişledi. "Kesin hastaliğa yakalandım, Allah'ım..söyleyun kaç ay ömrüm kaldi!"

 

"Ölmüyorsun Cafer!" Dedi Yavuz burun kemerini sıkarak. "Az önce Nisa'ya iltifat ettiğin için böyle davranıyorlar."

 

"İltifat mi?" Yaptığı şeyin farkında değildi. "Ben gerçekleri dedum ula, bunin neresi iltifattir!"

 

"Buna iltifat denir." Diye açıkladı ona Yavuz. Başımı çevirip ona baktım.

 

"İltifattanda ne iyi anlıyorsun." İğneleyici bir bakış attım. "Kesin kızlara çok iltifat etmişsindir."

 

Gelişi güzel başını hafifçe yukarı itti. "Yok, ben karımdan başka bir kadını iltifat edecek kadar güzel bulamadım." Her durumda da nasıl kalbimin teklemesine sebep oluyordu..

 

"Ay yeter, hadi ama!" Kızlara baktı Zerda. "Hadi gelinde seçelim takımları!" Nisa hızla ayağa kalktı, yanımıza gelirken Ceylan başını iki yana salladı.

 

"Ben gelmiyorum." Dediğinde bunun Zahir abi yüzünden olduğunu anladım.

 

"Hadi Ceylan!" Dedim ona bakarak. "Kırma bizi, gel oynayalım işte!" Birkaç saniye bana baktı, ardından omuzları hafifçe düştü. Bana kıyamadığı için ayağa kalktı ve isteksizce yanımıza yürüdü.

 

"Narin, geliyor musunuz sizde!" Dediğimde kızıyla keyfi yerinde olan Narin güldü.

 

"Yok Hafsa, siz oynayın biz izleriz!" Onu başımla onayladım.

 

"Evet, kim kim oynuyor?" Dedi Aziz abi. Cafer'in gözleri teker üstümüzde gezindi.

 

"On kişiyiz, beş beş ayrılalım." Abimin gözleri üstümüzde gezindi.

 

"Cafer'in takımında Aziz, Nisa, Zahir, ve Yavuz olsun." Herkesi birbirinden ayrı koymaya bayılıyordu abim. "Ben, Hafsa, Zerda, Ceylan, Süleyman."

 

"Peki hakem?" Dedi Ceylan.

 

"Ben!" Özlem neşeyle bağırdı bizi izlerken. "Ben olayım mı hakem, abi olayım mı!" İstekle Cafer ve Yavuz'a bakarken ikiside aynı anda güldü.

 

"Ol fıstığım." Yavuz topu ayağımdan çalarken bana iddialı bir bakış attı. "Hadi bakalım Hafsa hanım, o kadar ısrar ettiniz madem sizi sahalarda görelim." İğneleiyici sesine karşı ona sahte bir tebessüm sundum.

 

Düz bir alan ve çimenler olduğundan futbol sahasında seçilmiyordu. Geniş bir alandı, Cafer iki kalenin yerlerini taşlarla belli ettiğinde hepimiz fazlasıyla heyecanlı ve hazırdık.

 

"Pekâlâ." Yavuz ayağıyla topu bize itti. "Başlayın!"

 

Abim topu yakaladı, Özlem'in sesini duyar duymaz oyuna başlamıştık. Neyse ki takımımızda kötü bir oyuncu yoktu. Süleyman kapıdayken, Aziz'de karşımızdaki takımın kapısında duruyordu. Abimin önünü kesen Cafer'le abim vakit kaybetmeden topu Zerda'ya fırlattı.

 

Çocukluğumuz top oynayarak geçmişti. Bunlar bizim için zor şeyler değildi. Zerda öyle hızlı koşuyordu ki açıkça bu diğerlerini şaşırtmıştı. Abim bilerek Zerda'yı yanına almıştı. Nişanlısının ne iyi oynadığını biliyordu. Zerda önünü kesen Zahir'le hızla topu kaçırıp bana atmıştı, muhtamelen bu takımda en küçümsenen bendim. Ama yanılıyordular. Övünmek gibi olmasın ama futbol en iyi alanlarımdan birisiydi. Zahir abi Zerda'yı es geçip benim önümü kesmişti, benden topu alabileceğin sanan canım abimin bacakları arasından topu geçirip hızla koşarak yanından uzaklaşmıştım. Beni kolay yem sanıp fazla yüklenmemişti, ama yanılmıştı.

 

"Karımdaki marifetlere bak." Yavuz önüme çıktığında gözleri kısıldı. Kendini beğenmiş sırıtışıyla uzanıp topu ayağımdan çalmak istedi, ama ondan hızlı davranıp sol ayağımdaki topu sağ ayağıma geçirdim. Yüzündeki hafif şaşkınlık bana zevk verdi, çünkü benim haraketlerim onunkinden daha hızlıydı. Tekrar topu almak istedi, ama ondan daha hızlı davranarak yanından döndüm ve topuda bacaklarının sağından geçirerek koşmaya devam ettim. Yaptığım bu taktiği atlatması baya zamanını aldı.

 

Küçük çaplı bir şok geçirdi, çünkü bacaklarının sağından topu geçirip soğundan kendim dönmüştüm, ve yine topa kavuşmuştum.

 

"Tufan, lan sen bana bundan hiç bahsetmedin!" Yavuz'un kendini beğenmiş halleri kaybolmuş hırslanmıştı. Abimin güldüğünü duydum.

 

"Meslek sırrı paylaşılmaz!" Dediğinde ben çoktan kapıya ulaşmıştım. Aynı zamanda sağ tarafımda beliren Ceylan'a pas attım çünkü Yavuz topu almak üzereydi. Ceylan topu kapıp gol atmak için haraketlenmeden Zahir önünden rüzgar gibi geçerek topu kapmıştı. Ceylan kısa çaplı bir şokla ona bakıp hızla peşine takılmıştı. Abim Zahir'in önünü kestiği an, Yavuz kulağıma eğildi.

 

"Ağrın var mı?" Maçın ortasında bile beni düşünüyordu. Tebessüm ettim.

 

"Çok iyiyim." Salladı başını.

 

"İyi, ağrın olursa söyle." Dedi ve koşmaya devam etti. Gülümseyerek ona baktım birkaç saniye, Nisa yanımdan geçerken hafifçe omzuma çarptı.

 

"Az odaklan kocana, kaybedeceksiniz böyle bakmaya devam edersen!" Dedi alayla beni utandırmaya çalışarak. Tüm o resmiyeti gitmişti. Gülerek peşlerine takıldım. Abim topu Zahir'in ayağından kaparak Ceylan'a atmıştı.

 

Ceylan'sa kapıya yakın olan bana fırlattığında topu kaptığım gibi kapıya fırlattım. Şut çekmekte iyiydim. Top Aziz abiden kaçar kaçmaz Özlem "Gol!" Diye bağırmıştı.

 

"Hayda!" Cafer'in öfkeli isyanını duydum. "Ula, karina göz kulak ol, bu gidişle bi on gol daha yeruz!" Dedi Cafer, Aziz topu alıp ona atarken.

 

Açıkça şu an şımarmanın tam yeriydi. "Hafife alanlar utansın." Dediğimde sözüm Yavuz'aydı. Başını salladı yumuşak bakışlarla.

 

"İşvesine cilvesine.. böyle yaparsan oynayacak gücü kendimde bulamam." Yanımdan geçerken kokumu doldurdu içine. "Aklımı çeliyorsun aklımı." Dudaklarımda bir tebessüm seğirdi. Bana bakmaktan Yavuz top bile oynayamıyordu.

 

Tekrar maçı başlamıştık. Biraz sonra 2-2 oyun devam ediyordu. Hepimiz yeterince terlemiştik ve bu son maçtı. Bu maçtan sonra kimin kazanacağı belli olacaktı. Zahir ayağındaki topu bizim kapıya sürerken Ceylan önünü kesti. Topu ondan almak için yeltendi, ama asla Zahir'in yüzüne bakmıyordu. Bunun aksine büyük bir hırsla onunla oynuyordu. Aynı hırs Zahir'de de mevcuttu. Ceylan topu almak isterken ayağı takılmıştı, bu da düşmesine neden olmuştu. Fazla hırslı oynuyordu, ve bu hırsı Zahir'in iri cüsssine takılmasına sebep olmuştu.

 

Zahir topu filan unuturken hepimizin adımları durmuştu.

 

"İyi misun?" Zahir'in sesi fazlasıyla endişeliyken elini yere düşen Ceylan'a uzatmıştı. Yüzünde belirli bir endişe vardı. Ceylan duygusuzca onun uzattığı eline baktı, ardından yerden kalkmak için haraketlendi.

 

"Senin yardımına ihtiyacım yok." Dediğinde ayağını incitmiş gibiydi. birbirimize baktık, ama onların arasına girmek istemedik.

 

"Tut şu elimi, kalkamayisin inat etme!" Dedi Zahir sabırsızca. Gözleri Ceylan'ın ayak bileğiyle yüzü arasında gidip geldi.

 

"Daha önce kalktım üstelik beni iten senken, senin yardımın olmadan kalkmayı başardım. Tekrar kalkarım." Zahir abi Ceylan'ın sözlerinin ağrılığını hissettiğinde ona uzattığı eli yavaşça yumruk oldu. Yüzünün her zerresi kasılırken omuzları gerildi. Ağzını açıp bir şeyler söylemek istedi, ama yapamadı. Az önce hepimiz neşeyle top oynarken, şu an ortamı derin bir soğukluk sarmıştı.

 

Zahir abi birkaç saniye ona baktı, ardından Zerda Ceylan'ın yerden kalkmasına yardım ederken Zahir abi kimseye bakmadan arkasını dönüp uzaklaştı. Yavuz yanıma geldiğinde nefesimi verdim. Ona baktım. "Gidip onunla konuşacağım." Dediğimde bana baktı endişeyle.

 

"Çok koşturdun." Elini kaldırıp yanağıma yasladı. "İyi misin?" Başımı hızla salladım. Onun yanağına bir öpücük kondurdum.

 

"İyiyim, sen dinlen. Geleceğim." Dedim ve Zerda'ya baktım. Beni başıyla onayaldığında Ceylan'ı sandalyeye götürüyordu. Onun iyi olduğunu bildirdiğinde bende Zahir abinin peşine takıldım. Koşturduğum için terlemiştim. Enseme yapışan saçlarımı bileğimdeki tokayla toplarken Zahir abinin yürüdüğü yöne doğru yürüdüm.

 

Kendine gözlerden uzak bir yer bulup bir ağacın altında oturduğunu farkettiğimde omuzlarım hafifçe çöktü. Nefesimi vererek küçük adımlarla onun yanına yürüdüm. Vücudu fazlasıyla gergindi. Buradan bakınca bile hissediliyordu.

 

"Zahir abi?" Dediğimde başı kalktı. Gözleri bana döndüğünde tuttuğu nefesini burnundan verdi.

 

"Niye geldin?" Gitmemi ister gibi konuşuyordu, ama yüz ifadesi bana tam tersini söylüyordu. Ağacın altına yürüyerek onun yanına oturdum.

 

"Seni görmek istedim." Dedim sakin bir sesle. Gözlerini önüne dikerek sırtını geri ağaca yasladı.

 

"Gördin ya, gayet iyiyum." Beni terslediği için somurttum.

 

"İyi." Kollarımı göğsümde kenetleyerek küsmüş gibi davrandım. "Gitmemi istersen giderim." Hızlıca başını bana çevirdi, anında yüzünü pişmanlık sardı.

 

"Öyle demek istemedum." Nefesini vererek yüzümü inceledi. "Otir, gitmeni istemedum." Ona göz ucu baktım ve birkaç saniye sessiz kaldım. Ancak yüzündeki pişmanlık ifadesi küçük oyunuma daha fazla devam etmeme izin vermedi.

 

"Abi..noluyor sana?" Dedim göğsümde kenetlediğim kollarımı açıp anlayışlı gözlerle ona bakarak. "Son zamanlar garipsin."

 

"Neyim garip?" Başını önüne çevirirken dirseklerini dizlerinin üstüne koydu. Gözleri yeşil ormanda gezindi. "Gayet iyiyum, her zamanki halim."

 

"Değilsin." Konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum, ama bir yerden başlamam gerekiyordu. "O gün dediklerin.."

 

"Sende baa akil dersi vereceksan heç başlama." Diye tersledi beni. Kelimeleri yutmama neden olduğunda usulca başımı hayır anlamında salladım.

 

"Hayır abi." Elimi kaldırıp onun koluna koydum. "Sana ne olduğunu bilmek istiyorum." Bakışları hafifçe yumuşarken ona kızgın değilde, anlamaya çalışıyor olmam huysuz halini etkilemişti. "Kız kardeşin değil miyim ben senin?" Dedim onun gözlerine bakarken tebessüm ederek. Her kelimemde sert bakışları biraz daha yumuşadı. "Anlat bana abi, seni rahatsız edenin ne olduğunu bilmek istiyorum."

 

"Kiz kardeşimsun tabi." Dedi kolunu omzularıma dolayıp beni kendine çekerek. Güldüm ve bende ona yaslandım. "Dünyanin en güzel kiz kardeşi hemda." Zahir abinin bana hissettirdiği abi sevgisi kalbimi ısıtıyordu. Eskiden sadece bir abim vardı, ama şu an dörtten fazla abim vardı.

 

"O zaman dökül bakalım." Dedim sahte bir emir tanısıyla. "Kardeşin her şeyi bilmeyi hakediyor."

 

"Ne bilmek isteyisin cadi?" Dediğinde hafifçe başımı kaldırıp ona baktım.

 

"Ceylan'a neden öyle davrandığını." Konuyu dolaştırmadım. Zaten neden burada olduğum ikimiz içinde açıktı.

 

"Onin benden uzak durmasi daha iyi." Sesindeki yorgunluk kaşlarımı çatmama neden oldu. Yanılmıyordum, Zahir abide bu birkaç gün içinde mahvolmuştu. Çökmüş halini ilk kez bana gösteriyordu.

 

"Ben öyle düşünmüyorum." Dedim ona bakarken. "Sensiz ne halde görmüyor musun? Sende onsuz duramıyorsun."

 

"Göreyirum." Kolunu omuzlarımdan çekti. Kaşları çatılırken alnında birkaç kırışık ortaya çıktı. "Ama en iyisi budir." Elleri yumruk olurken bir kez daha dirsekleri dizlerine yaslandı. "Ben oğa iyi gelecek bir adam değilum."

 

"Saçmalıyorsun abi." Dedim hafif öfkeli sesimle. "Aniden neden böyle bir şey düşünmeye başladın? Ayrıca belli ki duygularınızda karşılıklı. Bunun nesi yanlış? Aşkın nesi yanlış abi?"

 

"Onin aşki yanliş değul." İfadesini keder sardı. "Ama ben yanlişim, Hafsa." Gözlerindeki bariz acı canımı acıttı. "Onin hayatini mahvedeceğum, buni bileyurim. Hep mahvettum, böylesine candan sevdiğum kimse kalmadi yanimda. Lanetli gibi bi şeyim, hayatima kim girdiyse benden en köti şekilde alindi." Her kelimesi fazlasıyla sarsıtıcıydı.

 

"Bunun doğru bir düşünce olmadığını biliyorsun." Ona olan öfkem silinmişti, Zahir abinin korkuları vardı. "Anlamıyorum, madem en başından böyle düşünüyordun onu neden öptün?"

 

"Duygularima engel olamadim!" Kendisine fazla öfkeliydi. "Çünki oni deli gibi seveyurim!" Omuzları hafifçe çökerken başıda eğildi. "Ama oni kaybetmekten korkayirim."

 

"Abi onu kaybetmezsin." Ona güven vermeye çalıştım. "Neden böyle düşünüyorsun?"

 

"Bir rüya gördim." Kaşlarım çatılırken dikkatle onu dinledim. "Annem gibi onida kaybettiğimu gördim." Yutkunamadım.

 

"Anneni nasıl kaybettin?" Dediğimde bu soruyu korkarak sormuştum. Çenesi kasılırken ilk kez Zahir abinin gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Acıdan doldu, özlemden, ve hasretden.

 

"Yakilarak." Tek kelimesine öyle acılar sığdır ki gözlerim şaşkınlıkla genişledi. Soluğum kesilirken söylediklerini algılamam zamanımı aldı.

 

Yakılarak mı?

 

Zahir abinin ellerini birbirinin üstüne koyduğunu farkettim. O an gördüm, elinin üstündeki eski yanık izine o an anlam kazandırdım. Daha önce birkaç kez gözüm takılmış, ama anlam verememişti. Bir kavgada olduğunu sanmıştım. Ama bugün o izin hikayesini öğrenmiştim.

 

Vücudumun her zerresine soğukluk ulaştı, ve ben o soğuklukta titredim. "Kim?" Soru ağzımdan titrek bir şekilde kaçtı. Zahir abinin gözünden bir damla yaş aktığında tüm dünyanın yıkılıp yok olduğunu hissettim.

 

"Babam." Sesi nefret, öfke, kin, ama en çok dargınlık taşıyordu. Babasına dargındı. Ona bunu yaşattığı için.

 

Canım öyle bir yandı ki bu sefer gözünden yaş akan bendim. Elindeki o izin gerçeği bir tokatdan farksız suratıma çarptı.

 

Ancak ateşe dokunan bir çocuğun eli yanardı.

 

Annesini görmüştü.

 

Annesine belki de dokunmuştu.

 

Kalbim sıkıştı, patlayacakmış gibi sıkıştı.

 

"Abi.." fısıldadım, ama ne diyeceğimi bilemedim.

 

"Ben oni sevecek kadar cesur değilim, Hafsa." Başını kaldırıp bana baktığında gözleri dolu doluydu. "Canımi istesun, uğruna canimdan geçerim. Ama oni sevecek kadar cesur değilum." Yüzü çaresizce kasıldı. "Ben ona hayat verebilecek bir adam değilum. Kabuslar göreyurim, her gece, her gün bir ruhtan farksiz dolanayirim. Hiçbir kadin benim gibi bir adami haketmeyi."

 

Kendini ne kadar küçük gördüğünü farkettiğimde dünyanın rengi soldu. Güçlü sandığım abim, aslında içinde bir yerlerde gizli kapılar arkasına sığınan bir çocuktu. Konu sevdikleri olduğunda, o güçsüz çocuk ne yapacağını bilmiyordu. Zahir her gece kabuslar görüyordu, her gece belki de çığlıklarla uyanıyordu. Ve hiçbir kadını bu çığlıkları dinlemeye mahkum etmek istemiyordu.

 

Ama yanılıyordu.

 

Zahir abi sevgiyi en çok hakeden insanlardandı.

 

"Onu kaybetmeyeceksin." Dolu gözlerimi açıp kapattım ve hafifçe kayarak onun önüne oturdum. "Abi, insanlar sen sevdiğin için ölmüyorlar." Bu hissin nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyordum. Çünkü çocukken hep şunu düşünüyordum, annem öldü. Onu çok sevdiğim için oldu. Önce annem öldü, onu çok sevdiğim için, sonra babaannem öldü, onu çok sevdiğim için. Bunu hep böyle sandım.

 

Lakin babamın annemi öldürdüğünü öğrendiğim gün, herşey değişti. O an farkettim ki, annemin katili ben değil, onlardı. Ben sevdiğim için değil, onlar sevemediği için annem ölmüştü. Onlar değer veremediği için annemi bir mezara koymuştular. Çünkü eğer benim sevgim anneme bir şey yapacak olsaydı, onu yaşatırdı. Benim sevgim anneme kıyamayacak kadar güzeldi. Onların sevgisizliğiyse bir kadını öldürecek kadar zalimdi.

 

"Annen sen onu sevdiğin için ölmedi abi." Dediğimde çenesi seğirdi. Bakışlar derinleşti.

 

"O zaman kiz kardeşum neden öldi?" Bu sefer sesi titreyen oydu. Titrekliği belli olmasın diye sesini kısıyordu. "Benim kiz kardeşum şerefsiz bir piçun ellerunde melek oldi, ben yine onu koruyamadim!"

 

"Çünkü insanlar kötü!" Bunu anlaması gerekiyordu. "İnsanlar kötü abi, sen sevdin diye değil. Onlar kötü olduğu için sevdiklerimiz ölüyor. Senin kıyamadıklarına onların nefreti öfkesi kıyıyor."

 

"Hafsa." Dediğinde kasıldı sesi. "Benim annem nefret edilecek bir kadin değildi." Konuşamadım.

 

Haklıydı. Zahir abinin haklılığı beni öyle bir susturdu ki kelimeler boğazıma takıldı.

 

Annelerimiz nefret edilmeyecek kadar temizdi.

 

"Benim annem öfkelenilecek bir kadin değildi." Dediğinde annesinden bahsediyor olmak bile gözlerinin içini ışıldatıyordu. "Annem susayidi Hafsa, sustuği içun bile dayak yiyedi. S*ktiğimin insanlarinin kötüliği benum seviduklerimden ne istedi?" Diyecek bir sözüm yoktu.

 

İkimizde gözleri dolu dolu birkaç saniye birbirimize baktık. Ne yapacağımı bilemedim, tek yapabildiğim öne eğilip ona sıkıca sarılmak oldu. Onu anlamak yaktı canımı, o bilmiyordu belki ama ben onu öyle iyi anlıyordum ki bu canımı yakıyordu. "Özür dilerim abi." Fısıldadığımda birkaç damla yaş aktı yanaklarıma.

 

Vakit kaybetmeden onunda ellerinin sıkıca beni sardığını hissettim. Ağladığına emindim, ama sesi çıkmıyordu. "Yaşadığın her şey için özür dilerim." Dediğimde sanki bu onun acısını silip götürecekmiş gibi hissettim. Öyle olmayacaktı, ama benim tesellim ona umut olacaktı.

 

Sadece bana sarıldı. Nefesimi verdim ve konuştum. "Ama o kabustan kurtulmalısın." Bunu anlaması gerekiyordu. "Sonsuza kadar kaçamazsın abi, o kabusundan kurtulmalısın. Hayat bize daha güzel şeyler sunacak buna inanıyorum, Ceylan'ı geride bırakma." Sözlerimle bana olan tutuşu sıkılaştı. Aklıyla kalbi arasında bir savaş verdiğinin farkındaydım. "Abi, bu kez onu kaybeden sen olma." Tutuşu hafifçe gevşedi. Ne demek istediğimi çok iyi biliyordu.

 

Zahir abi kaderi cezalandırıyordu. Ceylan'ı itiyordu. Onu kendi elleriyle kaybettiğini farketmeden. Bu sefer onu kader almıyordu, bu sefer Zahir abi kendisi ondan kurtulmak istiyordu ve hata yapıyordu. Bu hataya düşmemesi gerekiyordu.

 

******

 

Zahir abiyle sohbet ettikten sonra ikimizde daha iyiydik. Bir süre birbirimize sarılıp ağladıktan sonra diğerlerinin yanına dönmüştük. Net bir cevap alamamıştım ama içimden bir ses Ceylan'la konuşacağını söylüyordu. Umarım öyle olurdu. Çünkü ben hislerimde hiç yanılmazdım.

 

Diğerleri muhtamelen evin içindeki geniş televizyonda araba yarışı oynamakla meşguldüler. Çünkü Cafer birkaç gündür bunun söhbetini edip duruyordu. Zahir abiyle geri döndüğümüzde Yavuz'un dışarıda verandada oturduğunu farkettim. Diğerleri içerideyken o endişeyle beni beklemişti. Zahir abiyle sohbetimiz biraz uzun sürmüştü. Bu yüzden ancak dönebilmiştim. Güneş ufuktan batarken basamakları çıktım. Zahir abi bana küçük bir tebessüm edip eve girdiğinde bende Yavuz'un yanına yürüdüm.

 

"Ne oldu?" Yavuz endişeyle Zahir'e kısa bir bakış atıp geri bana döndü. "İyi mi?" Her ne kadar Zahir'e karşı soğuk davranmaya çalışsada o kardeş sevgisini terkedemiyordu.

 

"Daha iyi." Dedim sandalye yerine Yavuz'un kucağına oturmayı seçerek. Buna hiç bozulmadan anında kolları belimi sarmıştı.

 

"Ne konuştunuz?" Dedi başını hafifçe geri eğip gözlerime bakarak. Gülümsedim ve kollarımı usulca onun boynuna sardım.

 

"Abi kardeş arasına girilmez." Sözlerime gülerek bana yine o gamzesini sundu.

 

"Karım benden sır mı saklıyor?"

 

"Saklar tabi." Dedim tatlı tatlı. "Her şeye o burnunu sokamazsınız, Yavuz bey."

 

"Allah Allah." Kehribar hareleri keyifle parladı. "Şimdi de beni azarlıyorsun ha? Benim güzel karım bu gün rollerimi değiştik?"

 

"Değiştik." Dedim başımı sallayarak ve yanağına öpücük kondurdum. Ardından burnunu çekiştirdim. "Karışma öyle her şeye, erkek kısmısı her şeye karışmaz!"

 

"Emrin olur." Dediğinde masum masum konuştu. "Karım ne derse o, karşı gelmek ne haddime."

 

"Ha şöyle yola gel." Çapkın erkekler gibi baktım ona. "Öyle çokta konuşma, vır vır ne o? Sevmem ben." Keyifle dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı.

 

"Sesim çıkmaz." Dedi kendinden emin bir sesle. "Sesim çıkarsa çek vur beni."

 

"Vururum!" Çattım kaşlarımı. "Konuşur mu öyle erkek hiç susmadan? Bak milletin kocalarına nasıl karılarının dizinin dibinden ayrılmıyor." Kaldırdı kaşlarını

 

"Karısının dibinden ayrılmayan tek it benim valla, milletin kocası karısının sözüne bile dinlemiyor. Ama bak bana." Büyük bir kendini beğenmişlikle eliyle kendisini gösterdi. "Karım leb demeden leblebiyi anlıyorum."

 

"Yine çok konuştun sen!" Dedim sahte bir azarlamayla. "Boşayacağım seni!"

 

"Halt edeceksin!" Diye karışılık verdi o da sahte bir öfkeyle. "Önce ırzıma geç, sonra at kapının önüne, iki ev isterim!"

 

"Bak şuna!" Omzunu çimdikledim. "Oldu olacak arabada verelim paşama!"

 

"Vereceksin tabi, benim gibi bir harikayı kaybediyorsun, kurban olsun hepsi bana." Ardından kıstı gözlerini. "Ayrıca o çimdiklediğin yerede darp raporu alacağım, çocuklarım doğar doğmazda bir ev daha isterim!"

 

"Çocuğu ben doğuracağım, Yavuz!" Dediğimde bana alaycı bir bakış attı. Tek gözünü kırptı.

 

"Onlarıda alacağım." Dediğinde bu sefer kolunu çimdikledim.

 

"Alamazsın!"

 

"Öyle bir alırım ki, annelerini almışım çocuklarını mı alamayacağım?"

 

"Anneleri boşuyor seni."

 

"Sor bakalım boşanıyor mu bu Yavuz senden? Mahkumum kızım ben sana nereye boşanıyorsun sen benden?"

 

"Mahkum mu?" Güldüm. "Benim deli kocam bana mahkum mu?"

 

"Mahkum." Sevgiyle saçlarımı geri itti. "Bu deli Yavuz sana bir ömür mahkum zalımın kızı." Sözlerindeki sıcaklık yüzümde derin bir tebessüm yerleştirdi. Eğilip boynuna uzun uzadı bir öpücük kondurduğumda tüm vücudu kasıldı. Küçücük bir dokunuşumla onu mahvetmekten zevk alıyordum.

 

Yinede bunun fazla sürmesine izin vermeden dudaklarımı çektim. Çocuklar gibi omuz silkip kucağından kalktığımda gözleri kısıldı.

 

"Hafsa." Dedi hafifçe başını yana eğerek.

 

"Hm?" Diye fısıldamakla yetindim.

 

"Kaç güzelim." Fazlasıyla sakin bir tınıyla konuştu, ama o bakışları tehlike arz ediyordu. Ağzımdan kaçan küçük bir nefesle arkamı dönüp verandayı indiğimde onunda ayağa kalktığını duymuştum. Masadan bir şey aldığını hissetim, ama ne olduğuna bakmadan koşmaya devam ettim.

 

"Haksızlık ediyorsun!" Verandadan ayrıldığım gibi var gücümle koştuğumda peşime takılmıştı. "Alt tarafı öptüm be adam!"

 

"Sen ne yaptığını çok iyi biliyorsun!" Beni kovalarken kızgınmış gibi çıkıyordu sesi, ama fazlasıyla eğlendiğini anlıyordum.

 

"Ben bir şey bilmiyorum!" Koştuğum için nefes nefese konuştum. "Hem utanmıyor musun hamile karını koşturmaya sen!"

 

"Hamile karım utanmıyor mu hasarlı bir kalbe sahip olan adamı böylesine yürekten götürecek şekilde öpmeye!" Diye isyan etti, ve sesi fazla yakından geldi. Kolumu kavradığı gibi beni kendisine çevirdi. Hafifçe ayağını ayağıma doladığında yutkundum. Yere düşmeme sebep oldu, ama bunu beni incitmeyecek şekilde yaparak hızla sırtımı kumlara yaslayarak üstüme çıktı.

 

Onun altında nefes nefese kalmıştım, dalgaların sesi kulağıma dolarken kehribar hareleri turkuaz harelerime odaklanmıştı.

 

"Çok arsız bir kadınsın biliyor musun?" Sesi arzuyla kalınlaşmıştı. "Sırf sana dokunamadığımı bildiğin için oynuyorsun benimle." Bir eli aşağı kaydı. Karnımın kenarına yaslanırken nefesi hırıltıydı. "Bana ne yaptığının farkında değilsin." Dediğinde kendini zar zor zaptediyordu. "Tek bir dokunuşun beni nasıl mahvediyor görmüyorsun." Sözleri beni hem utandırıyor hemde açıkça gururlu hissettiriyordu.

 

Hep o mu benimle oynayacaktı, ne vardı birazcık naz yaptıysam? Gerçi bu onun gözünde naz değil işkenceydi.

 

"Kocamdan öğrendim." Dedim özgüven dolu bir sesle. "Her geçen gün biraz daha kocama benzemeye başladım, bu suç mu?" Sertleşen ifadesi yumuşarken gözlerinin içi ışıldadı.

 

"Değil." Nefesi yüzüme çarptı. "Öyleyse bile, en güzel suçlardan biri." Burnu hafifçe burnuma sürtündüğünde gözlerim titreyerek kapandı. "Seni sevmek suçsa, aşk suçsa bu en güzel suçlardan biri Hafsa." Alaycı ifadem yok olurken dudaklarımda derin bir tebessüm yer edindi.

 

Ardından saçlarımda bir şey hissettim, gözlerim usulca açıldığında onun saçlarına çiçekten bir taç yaptığını farkettim. Kaşlarım hafifçe havalandı ve gözlerim genişledi. "Yavuz bu..?"

 

"Sana yaptım." Büyük bir heyecanla konuştu. "Seni beklerken sana yaptım." Sanki çiçekler güzelliğime güzellik katmış gibi gözlerini daha fazla sevgi sardı. "Tamda hayal ettiğim gibi, karıma çok yakıştı." Hafifçe sırtımı yerden ayırdım. Böylece o da üstümde haraket etmek zorunda kaldı.

 

Bana yer açarak oturmama izin verdi. Tam karşıma oturduğunda aramızda rüzgar esiyordu. Güldüm hafifçe ve saçlarımda çiçekten taca dokundum. Yaprakları sahte olmayacak kadar güzeldi. "Yavuz, bu çok güzel." Gözlerimi yukarı kaldırdım tacı görmeye çalışarak. Bunu benim için kendi elleriyle yapmıştı.

 

"Güzel değiller." Yüzümün her zerresini hayran hayran izledi. "Onu güzel yapan sensin." Yavuz'a göre bu çiçekten taç sadece ben taktım diye güzeldi. Kalbim hızla çarparken onun sözleri bile şuraya düşüp bayılmama neden olabilirdi. Aynı onunda dediği gibi, bana ne yaptığının farkında değildi.

 

"Ve.." tekrar söze girdiğinde elini pantolonun cebine attı. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Cebinden bir bileklik çıkarıp onu bana uzattığında gözlerim genişledi. "Bu da senin için.." avcundaki bilekliği önümde tutarken yüzünde uzun bir bekleyiş vardı.

 

İrislerim genişledi, gözlerim onun eliyle yüzü arasında gidip geldi. Ardından uzanıp bilekliği aldım ve yüzüme yaklaştırdım.

 

Annemin bilekliğiydi.

 

"Yavuz." Dediğimde kekeledim. "Nasıl..sen bunu nereden-"

 

"Bendeydi." Uzun zamandır bunu benden saklarmış gibi suçluluk taşıdı bakışları. "Uzun yıllardır, seni gördüğüm o ilk andan beri bendeydi." Soluğum kesildi. Yavuz'un yıllardır bana aşık olduğunu biliyordum, ama onun bana nasıl aşık olduğunu bilmiyordum.

 

Böylesine bir adamı hakedecek ne yapmıştım?

 

"Biliyorum onu sana vermeliydim." Kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. "Ama yapamadım." Gözleri gözlerime tırmandı. "Düşürdün, o meydanda seni ilk gördüğüm yerde düşürdün. Ama onu sana geri verecek cesaretim yoktu. Ne karşına çıkacak cesaretim vardı, ne de o bilekliği sana geri verecek." Aşkı yüreğini yakmıştı. O acı bir kez daha özlemle gözlerinde yer edindiğinde benimde gözlerim çoktan dolmuştu. "Biliyorum, bende kalması hataydı. Ama senden bana bir hatıraydı." Acı silindi, ve yerini sevgi aldı. "Karım, senden bana kalan tek hatırayı sana geri veremediğim için beni affeder misin?"

 

Yanağıma süzülen bir yaşla yutkundu. Canım yanıyor sanıyordu, ama hayır. Ben mutluluktan ağlıyordum. Yavuz bana nasıl bir hediye bahşettiğinin farkında bile değildi. Yıllarca kaybettiğim bileklik, dönüp dolaşıp sevdiğim adamın ellerinden bana ulaşmıştı.

 

"Hafsa." Elleri hızla yanaklarımı buldu. "Ağlama, hay aklımın içine edeyim..ağlama, bilemedim bilsem daha önce verirdim." Gözlerimden akan yaşları silerken kaşları acı çeker gibi büküldü. "Sevdam, ağlama, kız bana ama ağlama." Ani bir şekilde kollarımı onun boynuna sarıp sıkıca sarıldım. Elleri havada kaldığında ben ağlayarak ona tutundum.

 

"Teşekkür ederim." Kaybettiğim sandığım, annemden kalan son hatırayı aslında kader en başından sevdiğim adama emanet etmişti. "Yavuz, çok teşekkür ederim." Elleri belimi buldu. Dudakları arasından kaçan rahat nefesle bana sıkıca sarıldı. Onun yüzünden ağlamadığımı anladığı an vücudu gevşemişti.

 

Beni yıllardır kaybettiğim bir şeye kavuşturmuştu. Düşürdüğüm bileklik, onun sevdasıyla birlikte..beni bulmuştu.

 

*******

 

Yavuz Payidar.

 

Hafsa hâlâ uyuyordu, ona hiç dokunmadan üstünü örterek odadan çıkmıştın. Salona indiğimde bizimkileri orda didişirken bulmuştum. Dün gece onlar evde oyun oynamakla meşgulken biz Hafsa'yla deniz kenarında saatler geçirmiştik. Aynı gece ikimizde derin bir uyku çekmiştik. Hamileydi, ve fazlasıyla yorulmuştu. Onu daha fazla yormamak için uyumasına izin vermiştim.

 

"Günaydın." Diyerek salondaki koltuklardan birine kendimi bıraktım. "Nasıl gidiyor işler?" Uykudan hâlâ tam ayılmış değildim.

 

"İyi gidiyor abi." Dedi elindeki kahveden bir yudum alıp dizinin üstündeki bilgisayarda çalışan Süleyman. "Balık oltaya geldi."

 

"İşi kabul etti yani?" Dediğimde Süleyman usulca başını salladı.

 

"Sana bana bir hafta ver yeter demiştim." Aziz'e baktı. "Aziz sağolsun, öyle güzel bir rapor çıkarmış ki dünyanın en iyi dedektifi gelse yine çözemez." Aziz'e baktım ve teşekkür eder gibi küçük bir tebessüm ettim. Bunu kabul eder gibi o da başını salladığında aynı Süleyman gibi bilgisayarında bir işlerle meşguldü.

 

"Bu Akgün sandığımızdan daha safmış." Dedi Tufan. "Nasıl bir oyuna geldiğinden haberi yok." Keyfi yerindeydi, Akgün'ü mahvetmek benim kadar Tufan'ıda mutlu ediyordu.

 

Akgün Turaç benimle uğraşarak hataya kendisi düşmüştü. Bana verdiği resim hâlâ öylece duruyordu. Hafsa'ya bundan bahsetmemiştim. Aynı şekilde diğerlerinide uyarmıştım. Hamile karımı bir piç kurusunun sözleriyle sorguya çekecek kadar delirmemiştim. Zamanı geldiğinde ona bunun ne olduğunu sakince soracaktım. Hafsa'da yana hiçbir şüphem yoktu. Akgün her ne yapıyorsa tek anladığım ilişkimize zarar vermeye çalıştığıydı ve bu başlı başına onun için yaptığı bir hataydı.

 

Ankara'ya gitmek istememin nedeni buydu. Çok yakın olduğum bir şirket müdüründen, Ömer Akkan'dan yardım istemiştim. Beni kırmamıştı, kendisiyle bir çok iş yapmışlığımız vardı. Sahte hazırladığım dosyayı Akgün'ün önüne sunmuştu. Bundan sonraysa Akgün Turaç tamamen ağlarıma düşmüştü.

 

Ve kendisinin bundan haberi bile yoktu.

 

Tufan'ın yanında oturan Cafer bana baktı. "Toplantiyi ne zaman yapacaksun?" Diye sorduğunda nefesimi vererek başımı geri yasladım.

 

"Saat 17.00 ayarlayalım." Şirket içninde olduğu gibi, mekan işindede Ömer'den yardım almıştım. Akgün bu gece iş yapmak için geldiği toplantıda, benimle karşılacaktı. Yaptığım bu planı, hayatan geçiren arkadaşlarım sayesinde onun saygınlığını ve bunun yanı sıra tüm maddi durumunu mahvedecektik.

 

Girdiği işten, nasıl borçlu çıkacağından habersizdi.

 

Nefesimi verdim ve gözlerimi salonda gezdirdim. "Zahir nerede?" Diye sordum. Ne yaparsam yapayım aklım sürekli onun nasıl olduğunu düşünüyordu. Öfkem dinmiyordu, Zahir Ceylan'dan özür dilemediği sürecede dinmeyecek gibiydi. Onunla konuşmaya çalışmıştım, bu beş gün içinde derdinin ne olduğunu anlamaya çalışmıştım. Ama benden kaçıp durunca, bende ona zaman vermek istemiştim. Lakin bu zaman, beklediğimden daha uzun sürüyordu.

 

Ceylan'a yaptığı şey tahammül göstereceğim bir şey değildi. Benim çevremdeki insanlar kime bulaşırsa bulaşsın, hiçbir kadının kılına dokunamazdı.

 

"Sabah erkenden çıkmış." Dedi Aziz düşünceli bir sesle. "Ceylan'da yok, beraber çıkmış olmasınlar?" Kaşlarım hafifçe havalandı.

 

"Ceylan'ın evde olmadığını nereden biliyorsun?" Dediğimde Tufan'ı gösterdi gözleriyle.

 

"Zerda bu ite söylemiş."

 

"İt ayıp oluyor." Tufan rahat bir şekilde geri yaslandı. "Yakında damadın olacağım, biraz kadrimi kıymetimi bil."

 

"Bok olacaksın." Aziz kıstı gözlerini. "Hayatta izin vermem."

 

"İzin istediğimi mi sanıyorsun?" Tapusunu gösterir gibi elini kaldırıp parmağındaki yüzüğü gösterdi. "Bak, taktım yüzüğü parmağına izin aldım mı senden?" Omuz silkti. "Almadım, bu saatden sonrada almam." Aziz'in yüzündeki ifadeden anladığım kadarıyla, Tufan susmazsa iyi bir dayak yiyecekti. Onların bu çocuksu didişmlerine hafif bir tebessüm ettim.

 

Tufan'ın Zerda'dan ayrılamaya niyeti yoktu. Ona nasıl baktığını görmüştüm, ancak aşık bir adam böylesine sevgiyle izlerdi birisini. Tufan'ın Zerda'ya olan duygularını kimse durduramazdı. Aziz ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Tufan Zerda'dan ayrılmaya niyetli değildi.

 

"Abi biz niye sap kaldık ya?" Dedi Süleyman kafasını kaşıyarak. "Ulan Zahir bile aşık oldu." Aziz'e baktı. "Farkında mısın senle ben sap kaldık."

 

"Aman aman." Aziz dirseğinin altına bir yastık çekerken gözlerini devirdi. "Ne güzel işte, dır dır eden yok." Aşkın nasıl bir duygu olduğunu tatmayan Aziz boş boş konuşuyordu.

 

"Dır dır eden olsaydı ben hiç şikayetçi olmazdım." Süleyman bilgisayar ekranına bakarken konuşmaya devam etti. "Bir ailem olmasından şikayetçi olmazdım." Sözleri boş bakan ifademi yumuşalttı.

 

"Senin bir ailen var lan." Ona bakarken biraz sevgi birazda sertlik taşıyan bir tınıyla konuştum. "Biz neyiz burda? Ailen değil miyiz?"

 

"Var tabi." Süleyman'ın yanında oturan Cafer bir kolunu onun omuzlarına attı. "Boşver kari kısmini, biz daha iyiyuz."

 

"Dedi Nisa'yı görünce kendinden geçen Cafer Payidar." Tufan alayla süzdü Cafer'i. "Hiç hayal etmemiştim oğlum seni böyle." Şoku atlatmamış gibi bize baktı. "Dün ne yaptı biliyor musunuz?" Koltukta öne eğildi. "Nisa'ya dondurma aldı! Bizim Cafer, o avukata para harcadı!"

 

Gözlerim genişlerken gözlerini kısmış Tufan'a bakmakla meşgul olan Cafer'e baktım. Tamam, bu şaşırılması gereken bir durumdu. "Sen?" Dedim hayretle. "Sen, para harcadın?"

 

"Ben centilmen bir erkeğum." Savunmaya geçerken kendini övmeye başladı. "Ayrica ne olmiş, alt tarafi bir dondirma. Başka bir şey istese, yine alurdum." Ağzımdan sessiz bir gülüş kaçtı. Nisa'dan bahsederken gözlerinin içi ışıldayan abimi görmeyeli uzun zaman olmuştu.

 

Ne kadar inkar etsede, Cafer lise zamanlarında Nisa'ya sırıl sıklam aşıktı. Ona açılacaktı, ama işler ters gitmişti. Daha sonra Nisa'nın bir sevgilisi olduğunu duymuştum. Belli ki o başkasını seviyordu, ve Cafer'in aşkının farkına hiç varmamıştı. O günden sonra Cafer Nisa konusunu bir daha açmamıştı. Ara sıra konuşmalar giderek onları iki yabancıya çevirmişti. Bazı günler Nisa bana Cafer'i sorardı. Okula gelmediğinde nedenini benden öğrenmeye çalışırdı.

 

Nisa en yakın arkadaşını kaybettiğini sanıyordu.

 

Oysa ona aşık olan bir adamı kaybetmişti.

 

Daha sonra Cafer Nisa'yı kalbine gömmüştü. Unuttu sanmıştım, bugün görüyordum ki hâlâ aklı ve kalbi aynı yerde takılıp kalmıştı.

 

Karadeniz'de aşk sonsuz derlerdi, ben buna inanırdım. Bir kalp bir kez sever ve başkasını gözü görmezdi. Trabzon'un havasından mıydı suyundan mı bilmem ama sevdası insanı her geçen gün öldürürdü.

 

Karadeniz'de hiçbir aşk, acı çekmeden kavuşmazdı. Sanki bu memelketin lanetli bir kuralı vardı.

 

"Yavuz.." Hafsa'nın uykulu sesini duyduğumda başım hızla geri döndü. Küçük adımlarla uykulu gözlerini ovuşuturup bana doğru gelen Hafsa'yı gördüm. Dudaklarıma erişen tebessümle ayağa kalktığımda o esnemekle meşguldü. "Acıktım." Uyanır uyanmaz ilk kelimesi bu olmuştu. Diğerleri onun bu haline gülerken bende kendimi tutamamıştım.

 

"Elini yüzünü yıkasaydın güzel karım." Dediğimde kıstı gözlerini.

 

"Yıkadım." Yalan söylemeyi beceremiyordu.

 

"Eminim öyledir." Yüzünü asıp bana baktı. Daha sonra diğerlerine baktı.

 

"Gülmesenize!" Çattı kaşlarını. "Ya abi, ne gülüyorsun!" Tufan gözlerinde şefkatli bakışla Hafsa'yı izleyip gülmekle meşgulken Hafsa ona somurtuyordu.

 

"Kardeşimin karnı acıkmış." Ayağa kalktı, yüzündeki gülüşle yanımıza geldi. "Bu kocandan sana hayır yok, hadi gel abisinin gülü gidip sana yiyecek bir şeyler hazırlayalım." Duygusuz bakışlarımı ona diktim. Beni kötüleyecek yer arıyordu.

 

"Karıma ben bakarım." Onun kolunu Hafsa'nın omuzlarından iterek karımı yanıma çektim. "Sen git kendi nişanlınla ilgilen."

 

"Ben senin kadar aptal değilim." Tufan iddialı bakışlarını dikti bana. "Senin aksine sabah erkenden kalkıp sevdiğime yemek hazırladım. Kös kös yatmadım." Hafsa'nın alt dudağı aşağı sarkarken bana baktı.

 

"Sen niye bana sabah erkenden yemek hazırlamadın, Yavuz?" Yine karımın radarına takılmıştım..

 

"Uyuyordun ya güzelim." Dedim sevgi dolu bir sesle. "Uyandırmaya kıyamadım."

 

"Uyandırmaya kıyamamış abi." Dedi Hafsa Tufan'a bakarak. "Sen niye Zerda'yı uyandırdın ki? Utanmıyor musun kızın uykusunu bölmeye?" Çattı kaşlarını ve kolumu itekledi. "Sende hazırlama bana yemek filan, gider kendim hazırlarım. Sizden bir şey isteyende kabahat zaten." Arkasını bize dönüp mutfağa yürüdüğünde gözlerimi kırpıştırarak arkasından baktım.

 

"O sana kızdı mı?" Dedi Tufan kafası karışmış bir şekilde.

 

"Allah kolaylık versin." Aziz ayaklarını sehpaya uzatırken güldü. "Hamile bir kadınla konuşurken sözlerinize dikkat etmeniz gerektiğini daha önce size hiçkimse söylemedi mi?" Kafam iyice karışmıştı. Başımı ona çevirdim.

 

"Nasıl yani?" Saf saf sorduğumda Süleyman sırıttı.

 

"Oho abi." Gözleriyle mutfak kapısını gösterdi. "Bu ne ki, daha çocuk bir aylıkken yenge böyle yapıyorsa kim bilir üç dört aylıkken neler yapar."

 

"Ne?" Yutkundum. "Şimdi küstü mü bana?"

 

Başım büyük beladaydı desene.

 

Adımlarım benden habersiz mutfağa ilerlediğinde kendisine kahvaltı hazırlamakla meşgul olan Hafsa'yı gördüm. "Karım." Dedim içeri girerek. Salatalıkları doğrarken yüzüme bile bakmıyordu. "Yorma kendini, oturur musun? Ben yaparım."

 

"Yapma." Kocaman kocaman doğradığı salatalıkları tabağa alırken gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum. "Kendim hazırlarım kendi yemeğimi. Siz erkeklerden bir şey beklemek hata zaten, hepiniz odunun önde gidenisiniz."

 

"Karım ben niye odun oluyorum?" Elindeki bıçağı almak istedim, ama bıçağı bana doğru çevirdiğinde bir adım geri attım.

 

"Odunsun işte." Çattığı kaşlarıyla ve öfkeli ifadesiyle konuştu. "Açım diyorum, bana gülüyorsun komik mi Yavuz? Sinirlerim tepemde zaten uğraşma benimle, Allah Allah!" Bir elindeki bıçağa bir ona baktım. Gözlerimden hafif bir korku geçmesi normal miydi? Bıçağı çekerek tabağı masaya bıraktığında gülememek için zor durdum.

 

Dolaptan tabakları çıkarıp tezgaha koyarken burnumdan kaçan sesli bir nefesle ona yaklaştım. Kollarımı arkadan ona doladığımda yerinde kıpırdandı. "Bırakır mısın?"

 

"Bırakmam." Çenemi onun omzuna yasladığımda burnumda yanağına sürtündü. "Benim güzel karım, sen bana kızdın mı?"

 

"Kızdım tabi." Diye cevap verdi hızlıca. "Gülüp duruyorsun bana." Çocuksu tavırları, ve o bana dargın sesi fazlasıyla tatlı çıkıyordu. Yine de bana kırgın tavırları sevdiğim bir şey değildi. "Zaten sürekli acıkıyorum." Bu canını sıkıyormuş gibi homurdandım. "Çok kilo alacağım, biliyorum. Sonra sende beğenmeyeceksin beni." Derdini daha yeni anlamıştım. Onu nazikce kendime çevirdiğimde kaşlarımı çattım.

 

"Hafsa o nasıl söz?" Bir elim yukarı çıkıp boynuyla çenesi arasındaki çizgiye yaslandı. Baş parmağım yanağını okşadı. "Ben seni her haline beğenirim." Gözlerinde bana inanmak isteyen, ama inanmayan bir bakış vardı.

 

"Yalan söylüyorsun." Omuz silkti. "Erkekerin çoğu karılarını hamileyken aldatıyor!" Şaşkınca ona baktım.

 

"Hafsa bu saçma şeyleri kim soktu senin kafana?" Böyle şeyler ima etmesi beni öfkelendirsede ona kızmadım.

 

"Kimse sokmadı, dün gece okuduğum kitapta adam hamile karısını aldatıyordu!" Çatılan kaşlarım yumuşadığında nefesimi verdim.

 

"Ve ben öyle bir adam mıyım Hafsa?" Diye sordum, ama sesim hiçbir sertlik barındırmadı. Az önce beni azarlayan ifadesi yavaşça kayboldu. "Bana bunu yakıştırma, benim gönlümde gözümde senden başkasını istemez." Nazikce çenesini tuttum. "Bu Yavuz senden başka kimseyi istemez. O yüzden bir daha o saçma sapan şeyleri okuyup bana yakıştırma. Senin gözünde böyle bir adam olduğumu bilmek incitir beni." Sert ifadesini giderek pişmanlık sardı.

 

"Değilsin." Yüzünü suçlu bir ifade kaplarken bakışlarına hüzün çöktü. "Değilsin Yavuz, gözümde böyle birisi asla değilsin. Ben özür dilerim.." Sesli bir nefes verdi. "Sadece ani gelen bir özgüvensizlik.." Bakışlarını benden kaçırdığında yüzüne yaklaştım.

 

"Gözlerime bak." Turkuaz hareleri harelerime tırmandığında tebessüm ettim. "Her halinle güzelsin." Elim aşağı indi, karnına yaslandığında tüm dünyalar benim olmuş gibi gözlerimin içi ışıldadı. "Benim çocuğumu taşıyorsun, bana ait." Sesimdeki tını yüreğini ısıttı, ne zaman ağzımdan çıkanlar onun hoşuna gitse yanakları pembeleşiyor harelerine sevgi erişiyordu.

 

Karımın her simasını ezbere bilirdim.

 

"Bunun benim için anlamını biliyor musun?" Gözlerim aşağı indi. Yüreğim sevgiyle doldu. Kafamın içinde dönen binlerce duygu vardı. Onun karnında, benim çocuğum vardı. Bir hayat vardı, ona ve bana ait. "Ne kadar kilo alırsan al, ne kadar değişirsen değiş, benim senden başka gidecek yerim yok." Güldüm hafifçe. "Olsada umrumda değil, karımın yanından başka hiçbir yere gitmeyeceğim." Başımı kaldırdım ve onun gözlerine kararlı bir bakışla baktım. "Senden, sizden, başka bir yuvam yok karım."

 

Gözlerindeki pişmanlık giderek çoğaldı. Bunun yanı sıra sevgisi çoğaldı. Çok sevdiğim bakışlarıyla bana bakarken öfkeside şüpheside silinmişti. Sanki tüm korkusu ve kırgınlığı bir anda dağılıvermişti.

 

"Bazen kafam karışıyor.." Dedi suçlu çocuklar gibi. "Korkularımdan mı kaynaklanıyor bilmiyorum.."

 

"Ne korkuları?" Güven verir bir bakışla onun gözlerinin en derinine baktım. "Sevdam, korkmanı gerektiren hiçbir şey yok." Omuzları hafifçe çöktü. Dokunuşuma yaslanırken mırıldandı.

 

"Bilmiyorum." Dediğinde bunu söylemeye çekinir gibiydi. "Ben senden başkasında aşkı hiç görmedim ki, Yavuz.." Sözlerinin altındaki acı yüreğime işledi. Aşkı bilmeyen, tanımayan bir kadına aşkı öğreten bendim. Hafsa aşkı öz babasında bile görmeyen bir kadındı. Belki o diline getirmiyordu, ama gözlerindeki onca korkunun kaynağı öz babasıydı bunun farkındaydım.

 

Hayatta kötü şeyler vardı, onlardan en acısı bir çocuğun babasına hiçbir zaman güvenmeyecek olmasıydı. Cihan kendi karısının canını alan, çocuklarına ezyet eden bir adamdı. O adamında elbet sırası gelecekti, Hafsa'ya Tufan'a ve Zümra hanıma yaşattığı onca şeyin yanına kalacağını düşünüyorsa yanılıyordu. Nadir abinin onu bulmak için uğraştığını biliyordum, ama onu bulduğunda Cihan'ın karşısında göreceği tek kişi Nadir olmayacaktı. O gün banada verecek bir hesabı vardı.

 

"Ben baban değilim." Dedim usulca. Anından gözleri genişledi.

 

"Hayır." Başını iki yana salladı. "Yavuz hayır, seni ona benzettiğimden değil..sadece.." Sustu.

 

Korkusunu anlıyordum. Bu yüzden ona kızmaya hakkım yoktu. Hafsa korkularla büyümüştü, böylesine bir kız çocuğunu daha fazla nasıl incitebilirdim ki? Onun içindeki kız çocuğunun kalbini kıracak kadar yürekli değildim. Ona kıymaktan korkuyordum. Ağzımdan çıkacak tek kelimenin onu incitmesinden bu denli korkarken nasıl böyle bir konuda ona ağır söz edebilirdim ki?

 

Karım yeterince acı çekmişti. Ben onun canını yakmak için burda değildim.

 

"Senden başkasını tanımam." Karnındaki elimde yukarı çıkarak yanağına yaslandı. "Yavuz'un kalbi Hafsa'dan başkasını tanımaz sevdam." Sözlerim sert değildi, tüm bunların aksine sakin ve yumuşacıktı. "Böyle şeyler düşünmeni istemiyorum, ben seni seviyorum Hafsa. Sana aşığım, deliler gibi sana aşığım. Asla, sana asla baban gibi davranmam." Önümde kıvranan çocuklar gibi durmuyordu artık.

 

En başından beri bana babasının hâl ve haraketlerini yakıştırmadığını zaten biliyordum. Yine de onun içinde herhangi bir şüphe bırakmak istemiyordum.

 

"Biliyorum." Dedi sakin sesiyle. "Bende sana aşığım." Hâlâ sözleri kalbimin deli gibi çarpmasına neden oluyordu. "Seni seviyorum, ve sana güveniyorum." Alnını göğsüme yasladığında dudaklarım arasında rahat bir nefes kaçtı. Bir elim saçlarını buldu. Diğer elim belinin arkasına kaydı.

 

"Şimdi, karımdan bir öpücük çalabilir miyim?" Dedim haylaz bir sesle. Güldüğünü duydum.

 

"Yok sana öpücük." Başını geri çekerek nazlana nazlana baktı bana. "Önce kahvaltı hazırla bana."

 

"Hm, kahvaltı?" Onu tezgaha oturturken gözlerimin içi ışıldadı. "Boşver kahvaltıyı, karım daha iştah açıcı." Dudaklarımı hızlıca boynuna bastırdığımda kıvranarak güldü. Ellerini göğsüme koyarak beni nazikce ittirdi.

 

"Açım ben aç, ne yiyeceğim!" Boynuna öpücükler kondururken omuz silktim.

 

"Bence bende gayet iştah açıcıyım." Başımı geri çekip tek kaşımı kaldırarak kendimi beğenmiş bir bakış attım ona. "Sen söyle karım, değil miyim? Şu endama boya posa bak."

 

Gözleri beni süzdü, sahte bir bakışla dilini damağına vurdu. "Yok, değilsin..yani..fena değilsin, orta diyelim."

 

"Şuna bak, karımıza kocasını beğendiremiyoruz."

 

"Benim kriterlerim daha yüksek." Kollarını göğsünde kenetledi alaycı bir ifadeyle. "O saçların hali ne? Hem gömleğin yakasıda buruş buruş." Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı.

 

"Karım hiç ev işi yapmıyor Hafsa hanım." Programa çıkmış gibi konuştum. "Valla hiç bakmıyor bana, bak gömleğimin haline?" İşaret parmağımla baş parmağım arasında tuttuğum gömleği hayıflanarak öne doğru çekiştirdim. "Hep kırış kırış."

 

"Karınıza biraz nazik davranın." Dedi hiç umursamadan. "Karınız hamile, böyle mi bakıyorsunuz siz karınıza? Ev işi yaptırarak mı?"

 

"Yok ne haddime." Kaldırıp indirdim omuzlarımı. "Ben tüm ev işlerini yaparım, o tüm gün yatsın. Sonuçta anam beni bu dünyaya ona hizmet edeyim diye getirdi değil mi? Neyim ben? Hizmetçi mi?"

 

"Az konuş." Ayağıyla kalçamı dürttüğünde kıstı gözlerini. Anında vücudum gerildi. Tek bir hareketinin bana neler yaptığından habersizdi. Ya da farkındaydı, ve bilerek yapıyordu. "Karınız hâlâ yemek bekliyor."

 

Elimi aşağı uzattım, ayak bileğini kavrayarak yüzüne eğildim. "Hiç uslu durmuyorsun." Bakışlarım dudaklarına düştü. Kokusunu burnuma doldurdum. Ona dokunmak istiyor, hatta başka şeylerde yapmak istiyordum. Ama doktorun yasağı tüm sinirlerimi geriyordu. Kendime hakim olmak zorundaydım, ve o bunu her fırsatta değerlendiriyor, benimle oynuyordu.

 

"Ben bir şey yapmıyorum." Dediğinde gözlerimin içine bakıyordu.

 

"Yapmıyorsun." Baş parmağım ayak bileğini okşuyordu. "Bir dahakine dikkat et, o ayağın başka yerlere denk gelmesin.." sözlerimle anında yanakları kızardı. Onu utandırmak çok kolaydı ve büründüğü o yüz ifadesinin hastasıydım.

 

Bir gün kalbim duracaktı, ve sebebi Hafsa olacaktı.

 

******

 

Hafsa'nın kahvaltısını ettiğinden emin olduktan sonra hep beraber bağ evinden çıkmıştım. Yakınlarda olan açık bir kafeye gitmiştik. Evden çıkmadan önce ilçalarımı aldığımdan emin olmuştu. Ben unutsam bile, Hafsa asla unutmuyordu.

 

Henüz burnumdan akan o kanın sebebini araştırmış değildim. Bildiğim tek şey vücudumun giderek zayıfladığıydı. Beş aylık ömrümün bir ayı çoktan gitmişti. Zaman çok hızlı ilerliyordu, ve ben korkuyordum. Karım hamileydi, işte bu koruklarımı daha da körüklüyordu. Umutsuzca çıktığım bu yolda, bir bebeğin bile doğumu dokuz ayken benim o kadar vaktim yoktu.

 

Tüm bunları düşünmek beni bir denizin içinde boğuyordu. Su giderek yükseliyordu, ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Tek istediğim tedavilerin olumlu yönde ilerlemisydi.

 

Kimseyi geride bırakmak istemiyordum.

 

Yerdeki yastıklara serilmiştik. Zerda Tufan'a yaslanmış telefonunda ona bir şeyler gösteriyordu. Cafer ve Nisa bizden biraz uzakta taburelere oturmuş sohbet ediyordular. İkisinin keyfi fazlasıyla yerindeydi.

Nadir abi yoktu. Erkenden gitmişti, işleri olduğunu söylemişti.

Süleyman kucağındaki patlamış mısırları yiyor, ve kucağındaki tavşanı besliyordu. O acayip şeyi kaç gündür yanında taşıyordu, küçücük tavşanı ceketinin cebinden çıkarmıyordu. Açıkça tavşanda bu durumdan şikayetçi değildi.

Süleyman'ın çocuksu halleri gözüme fazlasıyla tatlı geliyordu.

 

"Abi!" Özlem yanıma oturduğunda ona baktım. Narin'le Hafsa'nın yanından koşup yanıma gelmişti. Bana hâlâ abi diyordu, Cafer ona bu olayların ne kadarını anlatmıştı bilmiyordum. Tek bildiğim, hâlâ bir çok şeyden haberi yoktu.

 

"Güzelim." Bir kolumu omuzlarına sararak onu yanıma çektim. Gözlerim Narin'le birlikte kumdan kale yapan Hafsa'ya kaydı. Dudaklarımda küçük bir tebessüm yer edindi.

 

Özlem onların yanından ayrılıp buraya koştuğunda ikiside gülmüştü, ardından büyük bir ciddiyetle işlerine dönmüştüler. Küçük çocuklar gibiydiler. İkiside çocukluklarını yaşayamamıştı. Bunu düşünmek boğazımın düğümlenmesine neden oldu. Kollarımda tuttuğum Özlem'e baktığımda çenem kasıldı.

 

Özlem ne kadar mutlu gözüksede, çocukluğu yaşayamamıştı.

 

Ve ben bunun içinde abimi affetmeyecektim.

 

Çıkıp gelseydi, ben onu korurdum. Canım pahasına yapardım. Ona bir ev tutardım, onu kururdum. Yurt dışına kaçırırdım, bir yolunu bulurdum. Onun ailesini korurdum, ama yapmamıştı. Bir kez olsun kardeşlerinden yardım istememişti.

 

"Abi sen abimi gördün mü?" Özlem başını geri eğip bana baktığında sarı saçlarını okşamakla meşguldüm.

 

"Abin orda ya güzelim." Alayle konuştum gözlerimle Cafer'i işaret ederken. Hızlıca başını iki yana salladı ve bana doğru döndü.

 

"Devran abimi diyorum." Saçlarını okşayan parmaklarım dondu. Kaşlarım hafifçe çatıldı.

 

"Devran?" Dediklerini algılamam uzun sürdü. Onu görmüştü, ama hâlâ abi diyordu. Bunlardan haberim yoktu.

 

"Evet Devran abim." Meraklı gözlerini bana dikti. "Neden gelmedi yanımıza?" Omuzları çöktü. "Oysa ben o da gelir sanmıştım, Narin abla yüzünden mi gelmedi? İkisi çok şiddetli kavga ettiler. Birbirlerini nereden tanıyorlar ki? Abi neden abim bizimle gelmedi?"

 

Ona abi diyordu.

 

İçimde yükselen öfke ve kırgınlığa engel olamadım. Küçücük bir çocuğa tüm bunları nasıl açıklayacaktım?

 

"İşleri vardır." Sesim boğuk bir fısıltıdan ibaretti. "Onu rahatsız etmek istemeyiz."

 

"Ama ben onu hep resimlerde gördüm." Mavi gözleri hiç tanımadığı babasına karşı Özlem doluydu. "Annem bana ondan bahsederdi, o iyi bir adamdı. Narin abla neden ona böylesine kızgın?"

 

İyi bir adamdı.

 

Öyleydi.

 

Geçmişte öyleydi.

 

"Bilmiyorum abim." Dediğimde dudaklarım arasından sesli bir nefes firar etti. Bir gün büyüyecekti, o zaman bana kızacaktı. Belki de benden de nefret edecekti. Onun çok güvendiği abisi, gözlerinin içine bakarak yalanlar söylüyordu.

 

"Ama sen Devran abimi çok severdin." Sözleri içimde bir şeylere dokundu. Sızladı, kalbim sızladı. Özlem'e hep abisi sandığı babasından sevgiyle bahsederdim. Büyük bir saygı, ve hasretle. "Hep ona benzemek istediğini söylerdin." Dişlerimi sıkarken sözlerimi yuttum.

 

Artık ona benzemek istemiyordum. Artık, ona benzemekten korkuyordum.

 

"O da yanımıza gelecek mi abi?" Hevesle koluma asıldı. "Sonra onu annemede götürürüz, eminim çok sevinir. Abi, annemide çok özledim. Ne zaman gelecek?" Her sorusu beni daha fazla boğdu.

 

"Gideceğiz." Yalanlar söyle Yavuz. "Sadece biraz daha sabret, abin seni ziyarete gelir."

 

"Senide ziyaret etsin." Tebessüm ederken benim nasıl acıyla kıvrandığımın farkında değildi. O çocuksu hayallere kapılırken, ben hayatın boktan gerçekleri içinde giderek daha fazla yok oluyordum.

 

"Eder." Fısıldadım. Oysa, onu görmek bile istemiyordum. Bir elimi kaldırıp saçlarını okşamak istedim, ama elimin nasıl titrediğini farkettiğimde sertçe yutkundum. Elimi geri yanıma indirdim.

 

"Annemide özledim." Nefesini verdi. "Abim beni babamın mezarına götürdü, ama annemi görmedim. Annemi ne zaman görebilirim abi?" Cafer'in Özlem'i babamın mezarına götürdüğünü biliyordum. Özlem'in her sorusu hançerden farksız göğsüme saplanıyordu.

 

Annemi hatırlamaksa, o acıyı katlanarak çoğaltıyordu. Babamın mezarında, yüzüne bakamadığım annemi soruyordu bana. Oysa annem bana sarılmak istediğinde, ben bunu yapamamıştım. Kadının yüzüne bile bakmamıştım. Ona kızgın olduğumdan, ya da kırgın olduğumdan değil. Utandığımdan bakamamıştım. O beni suçlamasa bile, benim suçum olmasa bile, annemin yüzüne bakamamıştım.

 

"Annenide göreceksin." Gözlerim etrafta gezindi. Özlem'in gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Hafsa'nın meraklı bakışları beni buldu. Ordan bile sanki yüzüme kazınan acıyı farketti. Elleri duraksarken birkaç saniye bana baktı, ardından Narin'e bir şeyler söyledi. Narin başını salladı.

 

"Özlem!" Diye seslendiğinde, Özlem'in bakışları acı dolu ifademden ayrılıp Narin'e döndü.

 

"Geliyorum!" Diye seslendi neşeyle, ve ayağa kalktı. "Ben yine gelirim abi!" Zar zor bir tebessüm ettim, hızlıca Narin'in yanına koştuğunda dudaklarım arasından titrek bir nefes kaçtı. Parmaklarımla şakaklarımı ovduğumda dirseğimi dizime yasladım.

 

Tüm bunların altından nasıl kalkacaktım?

 

Birkaç saniye sonra yanıma diz çöken Hafsa'yı farkettim. "Yavuz." Endişeli sesiyle eli yerdeki elimin üstüne yerleşti. "Ne oldu, iyi misin?"

 

Sesli bir nefes dudaklarım arasından firar ederken ona baktım. "Annemi sordu." Kuru bir şekilde güldüm. "Daha kadının yüzüne bakamamışım, bana annemi soruyor." Çaresiz bir öfkeyle konuştum. "Ne yapacağım, Hafsa?" Kafam allak bullaktı. "Öyle yalanlara inanmış ki, bir gün benden nefret edecek diye çok korkuyorum."

 

"Yavuz, nefret edilmesi gereken birisi varsa bu sen değilsin." Çenesini omzuma yaslayarak ona baktığında bir eli elimi tuttu. "Eminim Özlem'de zamanı gelince her şeyin farkına varacaktır. Seni anlayacaktır." Sözleri kulağa fazla hoş geliyordu, ama bir gün Özlem benden nefret etseydi buna dayanabilir miydim? Ona yalanlar söylüyordum. Hiç söylemek istemediğim, taşıması yük olan yalanlar. Oysa ben yalandan nefret ederdim.

 

"Umarım." Dediğimde gözlerim kumdan kalenin üstüne küçük bir bayrak takan Özlem'i izliyordu. Narin'in yanında sanki tüm dünyayı unutuyordu, asıl konuda buydu. Onun annesi olduğunu bilmiyordu, ama onun yanında büyük bir güven hissediyordu.

 

"Yavuz!" Cafer'in sesini duydum. Oturduğu tabureden kalktığında hesabı ödemekle meşguldü. "Saat dörde geleyi!"

 

Bakışlarımı kol saatime indirdim. Zaten evden çıktığımızda çoktan öğlen üçtü.

 

"Geliyorum!" Dediğimde Hafsa'ya baktım. Kaşlarını merakla çatmıştı.

 

"Siz ne işler çeviriyorsunuz?" Diye sorunca nefesimi verdim.

 

"Katılmamız gereken bir toplantı var." Ayağa kalkarken elimi uzatıp onunda kalkmasına yardımcı oldum. "Sizi eve geri bırakalım, işimiz biraz uzun sürecek." Bana anlamayan bir bakış attığında ellerimi yanaklarına koyarak alnına bir öpücük kondurdum.

 

"Endişelenme." Dudaklarımı geri çekip başımı eğerek gözlerine baktım. "İş toplantısı." Turkuaz harelerinde bana inanmayan bir bakış vardı. Ona yalan söylemiyordum, teknik olarak..bir iş toplantısıydı.

 

"Erken dön." Sahteden sertleştirdiği sesine güldüm.

 

"Emrin olur." İçini biraz olsun rahatlatmışım gibi tebessüm etti.

 

Diğerleride ayağa kalkınca gözlerimi kısa bir an onların üstünde gezdirdim. Zahir henüz yoktu, ama eminim daha sonrasında bize katılacaktı. Saat dörtte bir toplantı olduğundan haberdardı.

 

******

 

Hafsa'yı ve diğer kızları eve bıraktıktan sonra tatil alanından ayrılmıştık. Arabalara biner binmez direkt olarak Ömer'in şirketine gitmiştik. Toplantıyı onun iş odalarından birinde yapacaktık. Tamda tahmin ettiğim gibi şirkete girmeden Zahir'in orda olduğunu farketmiştim. Yüzünde fazla sessiz bir ifade vardı, bu halinin sebebi neydi bilmiyordum ama içimden bir ses Ceylan'la konuştuğunu söylüyordu. Aralarında nasıl bir konuşma geçmişti emin değildim, ama daha sonra öğrenecektim.

 

Üst kata çıkar çıkmaz İshak'ın duvara yaslanmış bizi beklediğini farkettim. Elinde bir dosya vardı, işte banada gereken tam olarak buydu. Bir çok şeyi bizim halletiğimiz doğruydu, ama bu sahteden tasarladığımız projenin rakamlarıyla oynayan İshak'tı. Gerçekten beklediğimden daha iyi bir iş çıkarmıştı.

 

Bu toplantıda sadece birkaç kişi olacaktı, ama Akgün'ün zedelenen itibarı bu gece İshak sayesinde duyulacaktı. Ben orda olmasam bile, İshak bu işi benim yerime halledecekti. Aramızda büyük bir soğukluk vardı, yinede benim için önemli olan şimdilik işime yarıyor olmasıydı.

 

"İçeride mi?" Yanına varır varmaz dosyayı bana uzattı. Usulca başını salladı.

 

"Çoktan gelmiş." Mavi gözleri önce kapıya, sonra bana kaydı. "Sen gelmeden içeri girmek istemedim."

 

Başımı hafifçe eğerek onu onayladığımda daha fazla zaman kaybetmek istemedim. Adımlarımı odaya götürüp kapı kolunu aşağı çekerek içeri girdim. Diğerleride peşimden takip ederken Akgün'ün anında bakışları beni bulmuştu. Masanın başında otururken fazla rahattı, birazdan o rahatlığının içine edeceğimden haberi yoktu.

 

Ardından gözlerim masanın sağında oturan Devran'a kaydı. Bakışlarım durgunlaştı. Onunda burda olacağını İshak bana daha önceden söylemişti. Her ne kadar kabul etmek istemesemde, bu oyunda payı vardı. Reddetmiştim, ama kabul etmemişti. Akgün'ün son üç ayda yaptığı tüm işlerin dosyalarını çıkarıp önümüze dizen oydu. Onu en son birkaç gün önce görmüştüm, kafasına silah dayadığım o günden sonra bir kez görüşmüştün. Ama aramızda hiçbir konuşma geçmemişti.

 

Aynı şekilde kahverengi hareleri benimle kesişince duyguları birbirine karıştı. Ama tek kelime etmeden aynı bakışlarını masaya çevirdi.

 

Dün bana ölümü dileten abim, bugün yanımda durmaya çalışıyordu.

 

Ve ben bunu istemiyordum.

 

Bakışlarımı ondan çektim, bir kez daha Akgün'e ardından onun sol tarafında oturan kadına baktım.

 

Nereye giderse gitsin, kuzeninide yanında götürüyordu. Elbet Arya'nında burda olmasına şaşmamalıydı. Onlardan ziyade Ömer'de burdaydı. Beni gördüğünde saygıyla baş selamı verdi. Aynı şekilde ona karışılık verdim.

 

"Neler oluyor?" Akgün'ün şüpheli sesiyle bakışları Ömer'e kaydı. Ömer dönen sandalyesinde rahatca geri yaslanmış ona baktı.

 

"Bir şey olmuyor." Başını hafifçe yana eğdi. "İş ortağımızın bugün burda olmasında bir sakınca mı var?"

 

Arya'nın kaşları hafifçe havalanırken bakışları beni buldu. Ona bakmayı es geçerek kapıyı kapattım. Daha şimdiden Akgün'ün yüz ifadesinden zevk alan Cafer'in dudaklarında bir sırıtış yer edinmişti.

 

Akgün'ün yüzünde solmaya yakın yaralar gördüğümde yaptığım işten fazlasıyla gururluydum. Ona attığım yumrukların izi hâlâ yüzünde duruyordu.

 

"Ben Yavuz Bey'le bir iş yaptığımı hatırlamıyorum." Dedi Akgün soğuk bir sesle. O hatırlamıyor olabilirdi, ama ben çok iyi hatırlıyordum.

 

"Hiç sorun değil." Diğerleri sandalyelerine geçerken bende adımlarımı masanın baş tarafındaki sandalyeye götürdüm. "Hatırlarsınız Akgün bey." Aynı onun vurguladığı gibi ismini büyük bir alayla vurguladım. Gözleri beni terketmezken çenesine yasladığı yumruğunu sıkmakla meşguldü. Diğerlerinin ona attığı duygusuz bakışları umursamıyordu.

 

Akgün'ün yüzünde soğukluk yerini giderek huzursuzluğa bırakıyordu. Masanın üstündeki elinin parmakları sabırsızca masaya çarpıyordu. Gerginliği yükseliyordu, ve ben bundan zevk alıyordum.

 

"Ne saçmalıyorsunuz?" Dişleri arasında sorduğunda önüme çektiğim dosyayla sesli bir nefes verdim.

 

"Biraz gerilere gidelim, Akgün bey." Dosyayı açarak gözlerimi içinde gezdirdim. Aradığım dosyayı bulana kadar boş mırıltılar çıkardım.

 

"İşte bu." İçinden bir safya çıkararak masaya ileri doğru ittim. Zahir hiç vakit kaybetmeden onu kaparak Akgün'ün önüne itti. Akgün önce kısık gözleriyle beni izledi, ardından öne eğilerek dosyayı aldı.

 

"Rakamlar." İğneleyici bir sesle konuştum. "Şirketiniz arasında son üç ayda yapılan alışverişlerin kâr payları pek uyuşmuyor." Kaşları çatılırken oturduğu yerde vücudu gerildi.

 

O üç ay önce benim hayatımda yoktu, ama ben onu üç ay öncesinden bile borçlandırmayı başarmıştım. Bunu yapmak zor olmamıştı, sadık adamlarından birini kendi tarafıma çekip beş gün içinde onun kuyusunu kazmak benim için çocuk oyuncağıydı.

 

"Söylesenize Akgün bey.." Arkaya yaslanırken dudaklarımda samimiyetsiz bir tebessüm oluştu. "Böylesine düşüşte olan bir şirketi hiç var olmayan bir projeye yatırım yaparak nasıl kurtaracaksınız?" Son sözlerimle beyninden vurulmuşa döndü.

 

Onu borca sokmuştum.

 

Bir proje sunmuştuk, bu konuda bana yardımcı olan Ömer'di. Kimse onunla iyi bir ilişkide olduğumu bilmezdi. Ömer, Akgün Turaç için güvenilir şirketlerden birisiydi. Güçlüydü. Böyle bir şirketden gelen teklifi geri çevirmek yalnızca aptallık olurdu. Akgün'de benim düşündüğüm gibi düşünmüş, ona gelen proje teklifini kabul etmişti. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, oynadığım şirketinin hesaplarıyla onu yaklaşık 25 milyonluk bir borç altında bırakmıştım.

 

Son üç ayda şirketine giren çıkan tüm dosyalarla oynamıştım. Beş gün içinde onun gelir kaynağını tamamen mahvetmişti. Sonra ona sahte bir proje sunmuştum, Akgün Turaç farkında bile değildi ama ölü yatırım yapmıştı. Elindeki tüm malları kaybetmek üzereydi, ve bundan şimdi haberi vardı.

 

"Ne saçmalıyorsun!" Ayağa kalktığında sandalyesi fevri haraketiyle geri devrilmişti. "Bunu ödeyeceğim düşünüyorsun? Bunu bekliyor musun Yavuz Payidar? Senin s*kik oyunlarına katılmayacağım!" Dosyayı masanın ortasına fırlattığında konuşmak için ağzımı açtım, ama benden önce Devran'ın sesini duydum.

 

"Siz bilirsiniz, Akgün bey." Rahat bir ifadeyle konuştu. "Yarın tüm sabah bültenlerinde, ve hapishane köşelerinde dilerim ki görüşürüz." Akgün'in çenesi kasılırken yeşil gözlerini ona dikti.

 

"Ne demeye çalışıyorsun?" Devran'ın yerine bu sefer konuşan bendim.

 

"Şunu diyor." Uzanıp masanın ortasına düşen dosyayı geri çektim. Onu elimdeki dosyanın arasına koyarken bu sefer yüzünde kibirli ifadesini koruyan bendim. "Bir hafta içinde para elimde olmazsa, sizden şikayetçi olacağım." Aynı onunda yaptığı gibi nezaket kuralları çerçevesinde konuşurken sırıttım.

 

"Sonuçta bizi mağdur durumda bıraktınız." Diğerlerine baktım. "Haksız mıyım? Bize kazık attı."

 

"Doğru diyi." Cafer rahatca ellerini başının arkasına koyarken gözlerinde yaramaz bir bakış parladı. "Projeyi satın alarak bizi kandirdin." Her kelimede Akgün'ün öfkesi yükseliyordu.

 

Doğruydu.

 

Projeyi ona satmakla kalmamış, tüm bunlar yetmezmiş gibi onu projeden caymış gibi gösterek borçlandırıp kendimi mağdur durumuna sokmuştum.

 

Yani dosyalara göre ben ona değil, o bana kazık atmıştı.

 

"Bir hafta çoktir." Zahir eğlenen ifadesiyle süzdü Akgün'ü. "Beş gün."

 

Arya şaşkın bir şekilde önce Akgün'e sonra bize bakarken şaşkınlık içindeydi. Böyle bir oyunu beklemiyordu, kimse beklemiyordu. Ama ben Akgün'e bunun son olmadığını söylemiştim. Bana bulaşarak hata yapmıştı. Şimdi, hatasının bedelini ödüyordu.

 

"Beş günde çokta bu ite." Tufan çenesini kaşırken nefesini verdi. "Neyse, insanlık bizde kalsın."

 

"Öyle." Süleyman hafifçe onun silkti. "Anlayışlı insanlarız biz canım, bekleriz."

 

Öfkeden gözü seğiren Akgün'ü izlemek benim için fazlasıyla tatmin ediciydi. Çenesini sıkmaktan kıracak hale getirmişti. Elleri iki yanında yumruk olmuştu. Şirketinin başına gelenlerden haberi yoktu. Çünkü Akgün'ün karşısına sunulan dosyalar gerçekti, ama arka planda gönderilen dosyalar bizim elimizden geçiyordu.

 

Ağzını açıp konuşmak istedi, ama öfkeli bir şekilde diyecek kelimeler bulamadan arkasını dönüp kapıdan çıktığında dudaklarındaki sırıtış genişledi.

 

Onunla bir kedinin fareyle oynadığı gibi oynamıştım. Ve artık, tamamen benim elimdeydi.

 

Onun hemen peşinden Arya kalkıp çıkınca, diğerlerinin gülüşlerini duydum.

 

Akgün Turaç bugünden sonra benimle uğraşmaması gereketiğini öğrenmeliydi.

 

Güven bazen en iyi silahtı, Akgün Ömer'e güvenerek hata etmişti.

 

******

 

Yazar.

 

"Akgün!" Arya ofisten bir hışımla çıkan Akgün'ün peşine takıldı. Akgün'ün vücudu büyük bir öfkeyle kaynarken ilk kez kaybetmenin nasıl bir his olduğunu tadıyordu. Yalan yoktu, kaybetmişti.

 

"Nasıl yapar bunu?" Aklı olanları bir türlü almazken merdivenleri iniyordu.

 

"Akgün bir dursana!" Arya hızlıca onun peşine takılrıken merdivenleri indi. Onun kolunu yakalarken Akgün öfke içinde bağırdı ve kolunu çekti.

 

"Nasıl yapar, bu aşağlık oyunu nasıl oynar!" Bir deliden farksız aşağı yukarı giderken öfke tüm damarlarında akıyordu.

 

"Akgün sakin ol." Arya onu sakinleştirmeye çalıştı. Kuzeninin nasıl bir piskopat olduğunu biliyordu. Akgün öfkesine hakim olabilen bir adam değildi.

 

"Bana oynadığı oyunu gördün mü?" Dişlerini sıkarak konuşurken Arya'nın yüzüne eğildi. "Ona bunu ödeteceğim!" Yumruk olan elinin işaret parmağını kuzenine doğru kaldırdı. "Onun hayatını s*keceğim! Göstereceğim ona oyun nasıl oynanırmış!"

 

"Fevri haraket ediyorsun!" Arya sertçe konuşurken Akgün sıktığı dişleri arasında konuştu.

 

"Ona bunun hesabını soracağım!" Kıstı gözlerini. "Ona öyle bir oyun oynayacağım ki, ölümü dileteceğim ona!" Aklında dönen düşüncelerle yeşil irislerini tehlike sardı.

 

"Amcam yanlış haraket etti." Kısık sesi sinirden boğuktu. "En başından Yavuz itiyle uğraşmayacaktık, ona Hafsa'yı alalım dedim!"

 

"Sen delirmişsin!" Arya ona baktı iğneleyici bir ifadeyle. "Hâlâ unutamadın değil mi onu? Kızı resmen saplantı haline getirmişsin!" Akgün'ün ifadesi afallarken kaşları çatıldı.

 

"Saçmalık!" Dediklerine kendisi bile inanmıyordu. "Sana söylemiştim, o adamı incitmek istiyorsak hedefimiz Hafsa olmalıydı!"

 

"Kendi çıkarlarına konuşuyorsun." Arya kollarını göğsünde kenetledi. "Hafsa'yı almak en iyi yol olsaydı babam izin verirdi değil mi? Vermediğine göre demek ki değil. Kendi duygularına yenik düşmene izin verip planları mahvetmeni izleyecek değildik. Kafandan çıkar artık o kızı, o gün masada yaptıklarını babama söylemedim, ama beni söylemek zorunda bırakma, Akgün."

 

Arya'nın sözleri karşısında Akgün'ün ifadesi daha da sertleşti. O gün o masada yapılan her şey planlıydı. Tek bir şey hariç, o resmin masaya sunulmaması gerekiyordu. Akgün Hafsa'nın ona verdiği resmi Yavuz'a uzatarak sadece aralarını bozmayı ummuştu. Ama işler beklediği gibi gitmemişti.

 

"Babandan korkan küçük çocuk değilim artık, ne söylemek istiyorsan git söyle. Ben sadece kendi aklımla haraket ederim." Kendinden emin bir ifadeyle konuştu. "Kabul et, baban bu sefer yanıldı. Ama bende Akgün'sem, bu oyun burda bitmedi. Ona her şeyin bedelini teker teker ödeteceğim." Akgün'ün gözünü karartmış gibi ağzından çıkan kelimelerle Arya afalladı.

 

İşler karmaşık bir hâl alacaktı, ve Akgün'e göre Yavuz'un zaferi uzun sürmeyecekti..

 

******

 

Bölüm sonu.

 

Heloooooo, nabersiniz bakalım??

 

Ben yine ortalığı karıştırdımmm.

 

Nasıldı Yavuz'un ahkam kesmeleri✨

 

Çok hoşuma giden bir bölüm oldu. Akgün'le Yavuz arasındaki savaşlarda devam edecek gibi duruyor.

 

Bizi daha bol bölümler bekliyor💃

 

Ama Sezon finalinede yaklaşıyoruz tam kestiremiyorum yine de fazla kalmadı gibi. 💃

 

Bu bölümünde sonuna geldiğimize göre bu yazar kaçarr, iyi kalın hoş kalın💓

 

Gelecek bölüm görüşürüz Allah'a emanet🐇🎀

 

 

Bölüm : 09.06.2025 20:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...